30 Aralık 2016 Cuma

Sarah O'Bannon

Tabutlar önceleri delikli yapılırdı.Üzerlerinde 6 metre uzunluğunda bakır bir hortum ve bir çan bulunurdu. Hortum, öldükleri yanılgısı ile gömülen kurbanlar için hava sağlardı. Çan ise canlı olduklarının belirteciydi. Küçük bir kasabada Harold adında yerel bir mezar kazıcısı bir zil sesi duyması üzerine ruh taklidi yapan çocuk var mı diye bir göz atmaya gider. Bazı zamanlar, rüzgar yüzündendir bu ses. Ama bu sefer sesin nedeni ikisi de değildir.

Alttan bir ses, çıkmak için yalvardı.

‘Sen Sarah O’Bannon musun?’’ diye sordu Harold.

‘’Evet’’ diye iddia etti boğuk ses.

‘’17 Eylül 1827’de mi doğdun?’’

‘’Evet!’’

‘’Buradaki mezar taşı senin 20 Şubat 1857’de öldüğünü söylüyor.’’

‘’Hayır, hayattayım, bu bir hata! Kaz, beni özgürlüğüme kavuştur!’’

‘’Bunun için üzgünüm hanımefendi’’ dedi Harold, susturmak için zilin üstüne basarken ve bakır hortumu toprakla beraber çıkarırken. ‘’Ama şimdi ağustostayız, aşağıda her ne isen, artık hayatta değilsin ve yukarı da gelmiyorsun.’’

Ç.N: Bu hafta bununla idare edin, haftaya muhteşem bir CP geliyor. Unutmadan '' Nice mutlu yıllara ''

23 Aralık 2016 Cuma

One Shot

Senin küçük bir kız olduğun zamanları hatırlıyorum. Annen ve ben sana asla zarar veremeyecekleri bir ev bulma konusunda elimizden geleni yaptık. Şehrin biraz… karanlık bir tarafında yaşadığımızdan dolayı. Yürümeyi yeni öğrendiğin zamanalar, beni evin her yerinde yüzünde o şirin küçük gülümsemenle takip ediyordun, beni hala sevdiğini gösteriyordun, aileye yaptıklarımdan sonra bile. Annenin boşayıp, yaşadığın dünyayı kavrayamamış olman yüzünden seni gözetim altına aldığımı belki bilmiyorsundur. Hayır, bir çocuk doğal olarak annesini daha çok sever değil mi?

Her neyse, ayağının kayıp pastanın üzerine düştüğün, Jack’in 10. yaşını kutladığımız zamanı hatırla. Çok utanmıştın, ve çok üzgündün. Herkes gülüyordu, sana değil, seninle. Yüzünü yıkadım, fakat sonra ağlamaya başladın. Bana, senin neden bu kadar berbat olduğunu sordun. Ben de sana senin sadece 9 yaşında olduğunu ve hala hatalar yapabileceğini söyledim, ama hatalar seni daha iyi bir insan yapardı. Cevabımı başka bir soruyla karşıladın. ‘Bir pastaya düşmek beni nasıl iyi bir insan yapacak?’’ İkimiz de gülüp geçtik ama.. Ama neden berbat olduğunu ya da öyle olduğunu düşünmeni sorman beni şaşırttı. Yine de oluruna verdim.

Amcanı ilk kez ziyaret ettiğin zamanı hatırlıyor musun? Ve yaşça büyük kuzenlerini gördüğün zamanı? Onların önünde çok utanmıştın, bu aslında oldukça şirindi. Seni bir ağacın önünde görmüşlerdi. Seninle oynamak istemişlerdi, ama sen onun arkasında saklanmayı sürdürmüştün. Ama sana söyleyeyim, kabuğunu kırıp onlarla oynamaya başlaman yıllarını aldı. Yine de buna değdi. Kuzenlerinle kimsenin kıramayacağı bir bağ kurmuştunuz. Sanırım bu seninle ilgili bir şeydi. Kişiliğinin temelleri ile ilgili bir şeydi. Utangaç ve yalnızdın, yeni bir arkadaş edindiğinde doğal olarak onunla güçlü bir bağ kuruyordunuz. Hey, benimle de güçlü bir bağ kurmuştun, senin sadece baban olmama rağmen. Davranışlarımla ve konuşmamla, sanki bir yabancı gibi hissediyordum. ‘Bir adam baba olduğunda değişir.’ sözünü biliyor musun? Doğduğunda seni incitemeyeceğimi fark ettim.

Ama bu işleri iyice zorlaştırıyor. Adam çoktan doldurulmuş .44 Magnum’un emniyetini açar. Kapalı kapının öteki tarafında duruyordur, sol eli kapı kolunda içeriye dalmaya hazır bir şekilde. ‘ Artık benim kızım olmadığını söyleyemem. Biliyorum o canavarsı kabuğun içinde bir yerlerde olduğunu biliyorum.’

Adamın gözleri kapı kolunu açarken yaşarmaya başlar. ‘ Acına son vermeliyim, tatlım… Kafaya bir kurşun ve hepsi son bulacak.’’ Kapının öteki tarafından yumuşak hırıltılar ve homurdanmalar geliyordur. ‘Seni seviyorum tatlım.’’ Kapı kolunu hızla çevirir ve kapıyı açar, kanlı ve tanınmaz haldeki kızını, çürümüş cesedi yerken görür.

O gece, gerçekten de bir kurşun sıkılır.

Ç.N: Duygusal yönü ağır basan, özellikle anlatım açısından eşsiz bir CP...

20 Aralık 2016 Salı

"Hiç Zamanım Kalmadı"

Herkese anlatmalıyım. Anlatmalıyım... Çünkü artık zamanım kalmadı. HİÇ ZAMANIM KALMADI.

Bu odada korkunç sonumu beklerken bunları yazmamın sebebi, benden sonra kimsenin benim yaptığım hatayı yapmamasını sağlamak. Çünkü hiç kimse böyle bir ölümü haketmiyor!
İnternetten korku hikayeleri okumayı seven biriydim. Özellikle geceleri böyle hikayeler okuyup zihnimde canlandırmaktan, kendimi hikayenin kahramanı yerine koyup heyecanlanmaktan zevk alıyordum. (Bu bir ruh hastalığına mı işaret? Bilmiyorum, artık önemi de yok.)

Yine bir gece böyle hikayelerle zaman geçirirken, şimdi adını hatırlamadığım bir hikayeyle karşılaştım. Bu hikayede korkunç bir yaratıktan bahsediliyordu. Okuduğum en ürkütücü hikayelerden biriydi. Hikayenin sonunda okuyucuya tavsiye veriliyor ve ne yaparsanız yapın, bu yaratığı hayalinizde canlandırıp yukarıya bakmamanız gerektiği yazıyordu.

Hikayeyi bitirdikten sonra susuzluğumu gidermek için mutfağa gittim. Hala hikayenin etkisindeydim. Elimde bardakla odama dönerken hikayede anlatılan şeyi yapmaya karar verdim. "Sadece bir hikaye ne olabilir ki?" dedim kendi kendime. Gözlerimi kapattım ve aynen hikayedeki gibi yaratığı hayalimde canlandırdım. Kafamı yukarıya çevirdim ve gözlerimi açtım. Gördüğüm şey elimdeki bardağı düşürmeme neden oldu.

İşte oradaydı. Tavandan sarkan, hayır, tavanda ters bir şekilde ayakta duran bir şey. Yüzünü benimkine olabildiğince yaklaştırmıştı ve bütün detaylarını görebiliyordum. Bir insana benziyordu ama kolları yoktu. Teni hastalıklı gibi sarıydı. Gözleri kapkaraydı, göz bebekleri ve göz kapakları yoktu. Saçları ve kulakları da yoktu. Ağzı yüzüne göre orantısız bir şekilde büyüktü. Bütün dişlerini gösterecek şekilde sırıtıyordu ve ağzının kenarları kulaklarının olması gereken yerlere kadar gerilmişti. Dişleri simsiyah ve çarpıktı. Allah'ım! Tam olarak hikayede anlatıldığı gibiydi!

Hemen kapıya doğru fırladım. Ayakkabılarımı bile giymeden (Emin olun böyle bir durumda ayakkabı falan düşünmüyorsunuz!) dışarı çıktım ve apartman merdivenlerinden uçarcasına aşağıya indim. Arkama bile bakmadan koştum ve koştum. Ne ayağıma batan taşlara ne de dondurucu soğuğa aldırış ediyordum. O şeyin artık beni takip etmediğinden emin olana kadar koştum. Ciğerlerim yandığında, ayaklarım kanamaya başladığında durdum ve dinlendim. Titriyordum, ama soğuktan mı yoksa korkudan mı bilmiyordum.

O geceyi bir arkadaşımda geçirdim. Uykulu gözlerle kapıyı açan arkadaşımın halimi gördüğünde ne kadar şaşırdığını tahmin edebilirsiniz. Anlattıklarımı dinlediğinde ise daha da çok şaşırdı ve bana delirmişim gibi baktı. O geceyi hiç uyumadan geçirdim ve arkadaşıma da uyumaması için resmen yalvardım. Yalnız kalmak istemiyordum.

Ertesi gün arkadaşımla beraber evime gittim ve sadece gerekli eşyalarımı bir bavula tıkıştırıp oradan ayrıldım. O evde tek başıma kalmamın artık imkanı yoktu. Birkaç gün arkadaşımda kaldıktan sonra her ne kadar istemesem de bir otele yerleştim. Artık onu rahatsız etmemin bir anlamı yoktu. Ayrıca bana deli gibi bakmasına artık dayanamıyordum.

Otele yerleştiğim ilk gece hiç uyumamaya çalıştım. Odadaki küçük televizyonu sürekli açık tutuyordum. Bu, yalnızlığımı bir nebze olsun unutmamı sağlıyordu. Yatakta uzanırken, uykusuzluğa yenik düştüğüm bir an gözlerimi kapattım ve uykuya daldım.

Gece yarısı bir aralık uyandım ve gözlerimi açmadan etrafı dinledim. Hiçbir ses yoktu. Ki bu normal değildi. Çünkü televizyonu kapatmamış, sesini de kısmamıştm. Yüzüme vuran ışıktan televizyonun hala açık olduğunu da anlayabiliyordum. En sonunda cesaretimi toplayarak gözlerimi açtım ve gördüğüm şey kanımı dondurdu. Yaratık yatağımın başında dikilmiş ve bana doğru eğilmişti. Yüzünü benimkine yaklaştırmıştı ve televizyonun değişen ışıkları yüzüne yansıyordu. Ağzı yine korkunç bir sırıtışla kıvrılmış ve siyah salyalar akıtıyordu. Hemen yataktan fırlayıp kapıya koştum ve lobiye indim. Yarı uyuklayan resepsiyonistin anlam vermeye çalışan bakışları altında koşarak otelden çıktım ve koşmaya devam ettim. Başka ne yapabilirdim ki? Sabah olmasına az kalmıştı ve ben de soğuğa rağmen sabahı dışarıda dolaşarak beklemenin doğru olacağına karar verdim.

Sabah olduğunda korkarak otel odama döndüm ve eşyalarımı alarak o oteli terk ettim. Bu şekilde iki otel daha denedim ancak her ikisinde de yine o yaratıkla karşılaştım. Yaratık, en savunmasız olduğum anı kolluyor ve o zaman ortaya çıkıyordu. Bu karşılaşmalar gittikçe daha korkunç bir hal alıyordu. Yaratık, her seferinde iğrenç bir şekilde sırıtarak ve hiç ses çıkarmadan yüzüme bakıyordu. Hatta kafasıyla beni takip etmek dışında hareket ettiği bile söylenemezdi. Sanki benim korkum ona zevk veriyordu.

Sürekli bu yaratığın ne zaman ortaya çıkacağını düşünmek beni delirtiyordu. Her çıkan seste pürdikkat kesiliyor, yalnız kaldığım her an bir yerden çıkacağını düşünerek korkudan titriyordum. Böyle yaşamaya yaşamak bile denemezdi. Hiçbir şeyi eskisi gibi rahatça yapamıyor, her adımımı korkakça atıyordum.

Sonunda bu eziyete dayanamayacağımı anladım ve bir çözüm olması umuduyla şehir değiştirmeye karar verdim. Zaten işimden uzun bir süreliğine izin almıştım.

Annemi ve babamı arayarak eve geleceğimi haber verdim. Önce bunu mutlulukla karşıladılar. (Uzun zamandır eve uğramıyordum.) Ancak beni kapılarında gördüklerinde suratları endişeli bir hal aldı. Uykusuzluktan, korkudan ve bitkinlikten resmen çökmüştüm. Onları bir şeyim olmadığına, sadece biraz yorgun olduğuma ikna etmeye çalıştıysam da yüzlerindeki sorgulayıcı bakışlardan başarılı olamadığımı anladım. Yine de başımdan geçenleri anlatıp onları olduklarından daha endişeli bir hale getirmeye niyetim yoktu.

Her ne kadar o şehirden uzaklaşmış olsam da o yaratıkla karşılaşmaya hazırlıklı olmalıydım. Bu yüzden sorunumla başa çıkmak için internette biraz araştırma yaptım. Okuduğum hikayeyi yazan kişiyle bağlantı kurdum. Ancak bana bunun sadece bir hikaye olduğunu, onun da bu hikayeyi başkasından duyup yazdığını söyledi. Ne kadar araştırsam da buna benzer bir hikaye ya da bu yaratık hakkında herhangi bir bilgi bulamadım. Sonunda okuduğum hikayelerden hatırladığım kadarıyla kendimce birkaç önlem almaya karar verdim. Belki de okuduğum onca hikaye işe yarayabilecekti.

Gece yatağıma girmeden önce yatağımın etrafını tuzla çevirdim. Bildiğim bütün duaları kağıtlara yazıp yatağımın başına astım. Babamın av tüfeğini gizlice odasından alıp yanıma koydum. Ve yatağıma oturup yaratığın gelmesini beklemeye başladım. Geleceğini biliyordum. Daha doğrusu hissediyordum.

Ve işte yine geldi. Bu sefer uyumamı bile beklemedi ve ilk seferki gibi tavanda belirdi. Ne zamandan beri ordan beni izliyor bilmiyorum ama başımı yukarıya çevirdiğimde onunla göz göze geldim. Yüzünde yine bütün tüylerimin diken diken olmasına neden olan o lanet sırıtış... Gözümü ondan ayırmadan elimi av tüfeğine doğru uzattım. Ve tüfeği yavaşça ona doğru doğrulttum. Tetiğe bastım.

Hiçbir şey... Hiçbir şey olmadı! Ne kadar denesem de tüfek ateş etmedi. Ancak bu girişimim sanırım yaratığı kızdırdı. Yüz ifadesi çok yavaş bir şekilde değişmeye başladı. Sanki yavaşlatılmış bir görüntüyü izler gibiydim. Yüzündeki sırıtış yavaşça kayboldu ve yüzü önce ifadesiz bir hal aldı. Sonra birer çizgi gibi olan kaşları çatıldı ve ağzı sanki çığlık atacakmış gibi kocaman açıldı. Yüzünün bu şekle gelmesi dakikalar aldı. Bense bu süre içinde suratına hipnotize olmuş gibi bakmaya devam ettim. Korkum her saniyeyle birlikte daha da arttı ve dayanılmaz bir hale geldi.
Artık kaçacak gücü kendimde bulamıyorum. Başıma gelecek korkunç şeyleri beklerken gözlerimden süzülen yaşlara engel olamıyorum. Yine de kendimi zorlayıp bütün bunları yazmak zorundayım. Çünkü hiç kimsenin benim yaşadıklarımı yaşamasını istemiyorum. Ben yazarken o şey bana yaklaşıyor. Gözlerini benden ayırmadan yavaşça tavandan iniyor ve yanıma geliyor. Çok yavaşça... Belki de dakikalar sürebilecek bir yavaşlıkta. Sanki zevkini çıkarmak ister gibi... Ya da sanki hikayemi yazmama izin verip onun zaferini dünyaya duyurmamı ister gibi.

Son satırlarımı yazarken yüzü benimkine olabildiğince yaklaştı. Kafası neredeyse kağıtla arama girmek üzere. Nefes almıyor ama alsaydı eğer nefesini suratımda hissedebilirdim. Bense yerimden kıpırdayacak enerjiyi bir türlü kendimde bulamıyorum.

Artık zamanım kalmadı. HİÇ ZAMANIM KALMADI.

Bu yazıyı bulacaklara tavsiyem, benimle aynı kaderi paylaşmak istemiyorsanız, ne yaparsanız yapın bu yaratığı hayalinizde canlandırmayın! Ne yaparsanız yapın YUKARI BAKMAYIN!

Ç.N:
Selam, öldüğüm tamamen yalan haberdir ._.
Bu Cp Casper Marv tarafından yazılmıştır ^^
Kendisi "Sahip" isimli CP'nin de yazarı oluyor aynı zamanda, gönderdiği 2. CP için teşekkürlerimi sunuyorum *-*

17 Aralık 2016 Cumartesi

Liar Liar Sister

Bana gitmeyeceğine dair söz vermişti. Ama gitti. Beni, o karanlık yerde tek başıma bıraktı. Ama siz ne olduğunu bilmiyorsunuz, anlatayım. Ama dikkatli olun, çünkü neyle karşılaşacağınızı bilmiyorsunuz.
***
O gece, ben ve 18 yaşındaki kardeşim buluşmuştuk. Annem barlara gitmemize izin vermezdi. İşte, biz de biraz içki ve cips aldık. Müziği açtık ve coşmaya başladık. O kadar içmiştik ki kapının çalma sesini duymadık.
İLK HATA.
Kardeşim saatin kaç olduğunu anlamak için cama baktı. Geceydi, fakat biz gündüz buluşmuştuk.
ÖLÜMCÜL DİKKATSİZLİK.
Ben müziği durdurdum ve gülerek cama yaklaştım. Gece olmuştu. Ama biz 'parti' yapalı bir saat bile olmamıştı. Hemen dışarıya çıkıp da bakmak için kapıyı açtım. Ve sert  bir rüzgar esti. Anlık bir şeydi. Şaşırdım, hatta küçük dilimi yutacaktım. Hava günlük güneşlikti. Çığlıkla karışık bir sesle kardeşime seslendim. Camdan dışarı bakmasını istedim. Gece olduğunu söyledi. Anlamıyordum. Dışarıdan, kardeşimin baktığı camın önüne geldim ve camda kendimi gördüm.Çığlık attığımda o güldü. Kardeşimden camı açmasını istedim ve kardeşim hiç bir şey görmediğini söyledi. Sonra bayıldı.
KÖTÜ BİR SONUÇ.
Onunla beraber uyandım. Etrafa bakındım, hastanedeydik. Herkes kardeşimin etrafındaydı. O ise sadece bana bakıyordu. Annem bana doğru döndü, sonra kardeşime bakarak,
"Amy, tatlım. Doktor seni psikolojik olarak tedavi etmek istiyor. Hayali arkadaşın varmış." Sonra ne oldu hatırlamıyorum. Ben canlıydım. Hep öyle olmuştum. Daha sonraki günlerde beni yavaş yavaş yok etmeye başladılar. Ölüyordum. Öldürülüyordum. Ailem tarafından.
Ç.N: Merhaba tekrardan, internetim gitmişti ve bu yüzden çevirememiştim. Ama çok güzel bir sonu olan bu cp ile geri döndüm :)  Ama biraz kısa oldu sanki :/ 

16 Aralık 2016 Cuma

Tulpa

Geçen sene, altı ayımı bana bir psikoloji deneyi olduğunu söylenen bir şeyde harcadım. Yerel gazetede, iyi para kazanmak isteyen yaratıcı insanları arayan bir iş ilanına rastladım, ve o hafta bana uygun tek iş ilanı olduğundan, onları aradım ve bir görüşme ayarladık.

Bana tek yapmam gerekenin bir odada beklemek olduğunu söylediler, beyin dalgalarımı ölçmek için kafama tutturulmuş sensörlerle; yalnız başıma. Ve orada olduğum zaman,kendi ikizimi hayal edecektim. Buna ‘tulpa’ diyorlardı.

Yeteri kadar kolay görünüyordu, bana ne kadar kazanacağımı söyledikleri an teklifi kabul ettim. Sonraki gün işe başladım. Beni basit bir odaya yerleştirdiler, ve bir yatak verdiler, ardından kafama sensörler yerleştirdiler ve onları arkamdaki küçük siyah bir kutuya bağladılar. Bana ‘ikizimi hayal etme’ sürecinden tekrar bahsettiler. Sıkılırsam veya yorulursam, etrafta gezinmek yerine ikizimin odada gezinmesini hayal etmemi veya onunla iletişim kurmaya çalışmamı söylediler. Bu fikir, tüm zaman boyunca beni odada tutmak için yaratılmıştı.

İlk birkaç gün bununla sorunlar yaşadım. Herhangi bir hayalden daha gerçek ve daha kontrol edilebilecek bir düzeydi. İkizimi birkaç dakikalığına hayal etmeye çalıştım, fakat dikkatim dağıldı. Ama 4. gün her nasılsa onu 6 saat boyunca ‘mevcut kıldım’. Bana çok iyi gittiğimi söylediler.

İkinci hafta, bana içinde duvara monte edilmiş hoparlörler bulunan yeni bir oda verdiler. Tulpamı, dikkat dağıtan uyarıcılara rağmen canlı tutup tutamayacağımı göreceklerdi. Müzik ahenksiz, kötü, rahatsız ediciydi ve süreci biraz zorlaştırdı. Her şeye rağmen başarmıştım. Sonraki hafta, çok daha rahatsız edici bir müzik çaldılar, çığlıklarla kesilmiş, geri sarılmış, kulağa ahizeli telefonda gırtlaksı seslerle yabancı  dil konuşmaya benzer bir ses gibi geliyordu. Buna gülüp geçmiştim, çoktan bu işin erbabı olmuştum.

Bir ay kadar sonra, sıkılmaya başladım. İşleri canlandırmak için hık demiş burnumdan düşmüş ikizimle iletişim kurmaya başladım. Sohbetler ettik, taş,kağıt,makas oynadık, ona hokkabazlık break dance veya bana komik gelen herhangi bir şey yaptırıyordum. Araştırmacılara, şaklabanlıklarım işleme zarar verir mi diye sordum fakat aksine beni cesaretlendirdiler.

Böylece, oyun oynadık, sosyalleştik, ve bu bir süre için eğlenceliydi… Ardından işler birazcık ilginçleşti. Bir gün, ona ilk randevumu anlatıyordum ve o beni düzeltti. Sevgilimin sarı bir bluz giydiğinden bahsettim, o yeşil olanı olduğunu söyledi.  Bir anlığına düşündüm, ve onun haklı olduğu kanısına vardım. Bu beni korkuttu, ve o günkü vardiyamdan sonra araştırmacılara bundan bahsettim. Bu durumu ‘’Bilinçaltına erişmek için düşünce formunu kullanıyorsun. Bir seviyede yanlış olduğunu biliyorsun ve bilinçaltın bunu düzeltiyor.’’ diye açıkladılar.

Korktuğum şey bir anda havalı bir hal almıştı. Kendi bilinçaltımla konuşuyordum. Biraz zaman aldı, fakat tulpamla iletişime geçip her türlü hatırama erişebileceğimin farkına vardım. Yıllar önce okuduğum kitapların her bir sayfasını alıntılamasını sağlayabiliyordum veya ortaokulda bir anlığına düşünüp hemen unuttuğum şeylere ulaşabiliyordum. Bu harikaydı.

Araştırma merkezinin dışında, ikizimi çağırmaya başladığım zamanlardı. Her denemede değil, bazen; ama onu görmeye o kadar alışmıştım ki onsuz bir hayat tuhaf gelmeye başlamıştı. Bu nedenle sıkıldığım her zaman ikizimi görselleştiriyordum. Sonunda bunu neredeyse her zaman yapmaya başladım. Onu hayali bir arkadaş gibi yanımda tutmak haz vericiydi. Onu, arkadaşlarımla gezerken, anemi ve babamı ziyaret ederken hayal ediyordum. Hatta bir keresinde bir randevuya dahi götürmüştüm. Onunla iletişime geçmek için konuşmama gerek yoktu, böylece bahsettiklerimizi kimse duyamayacaktı.

Bunun garip geldiğini biliyorum, ama aynı zamanda eğlenceliydi. O, sadece bildiğim ve unuttuğum şeylerin yürüyen bir deposu değil, zaman zaman da benimle benden daha çok temasta olan bir bireydi. O, beden dilinin ufak ayrıntılarını esrarengiz bir şekilde yakalıyordu, ki bunu fark etmeye başladığımı dahi anlayamadım. Bir örnek verecek olursak, onu yanımda götürdüğüm bir randevu kötü geçiyordu, ama o bana kadının yaptığım esprilere biraz zor güldüğünü, konuştuğumda bana yaklaştığını, ve dikkat etsem dahi fark edemeyeceğim birçok ince ayrıntıyı gösterdi. Bunları dinledim. Randevuya gelecek olursak, o da benim adıma çok iyi geçti.

 Bu zamana kadar, 4 aydır araştırma merkezindeydim ve o sürekli benimleydi. Araştırmacılar bir gün bana yaklaştılar ve onu görselleştirmeyi bırakıp bırakmadığımı sordular. Bunu reddettim, ve memnun göründüler. Sessizce ikizime buna neyin sebep olduğunu sordum o sadece omuz silkmekle yetindi, ben de öyle.

  Bu noktada, insanlar hakkındaki görüşümden pek söz etmedim. İnsanlarla ilişki kurma konusunda sıkıntılar çekiyordum. Benim görüşebileceğim bir yansımam varken onlar çok karışık ve kendilerine güvenleri yokmuş gibi geliyordu. Bu sosyalleşmeyi engelliyordu. Hiç kimsenin eylemleri ardındaki nedenlerden haberi yoktu, bazı şeyler onları neden çıldırtıyordu da başkalarını güldürüyordu. Onları harekete geçirenin ne olduğunu bilmiyorlardı… Ama ben biliyordum, en azından cevabı bilen birini tanıyordum.

 Öğlen, bir arkadaşımla karşılaştım. Açana kadar kapıyı yumrukladı. İçeri öfkeden kudurmuş halde ve bir fırtına küfürle girdi. ‘’ Haftalardır aradığım halde bana cevap vermedin, seni adi herif!’’ diye bağırdı. ‘’Senin derdin ne?’’

 Ondan özür dileyecek, ve büyük ihtimalle gece barlara akmayı teklif edecektim, fakat tulpam bir anda öfkelendi ve ‘’Vur ona’’ dedi, ne yaptığımın farkına varamadan, yapmıştım. Burnunun kırıldığını duydum. Yere düştü, ve sallanarak ayağı kalktı. Evimde ve apartmanın aşağısında kavga ettik, hiç olmadığım kadar öfkeliydim, ve merhametli değildim. Onu yere mıhladım, ve kaburgasına iki yabani tekme salladım, işte o zaman kaçtı eğilerek ve hıçkırarak.

Birkaç dakika sonra polis geldi, kışkırtanın o olduğunu söyledim ve etrafta olmadığından, beni bir uyarıyla serbest bıraktılar. Tulpam tüm zaman boyunca sırıtıyordu. Tüm geceyi zaferimi kutlayarak ve arkadaşımı nasıl dövdüğümden alaycı bir şekilde bahsederek geçirdik.
Sonraki sabah aynada, morarmış gözümü ve kesik dudağımı görünce, beni kızdıranın ne olduğunu anladım. Öfkelenen ikizimdi, ben değil. Biraz suçlu ve utanmış hissediyordum, ama beni yakın bir arkadaşımla kötü bir kavgaya sürüklemiş olan oydu. O an yanımdaydı tabi ki, ve düşüncelerimi biliyordu. ‘’Ona artık ihtiyacın yok, hiç kimseye artık ihtiyacın yok.’’ dedi.

Tüylerimin kabardığını hissettim.
Tüm bunları beni işe alan araştırmacılara açıkladım, ama gülüp geçtiler. ‘’Hayalinde oluşturduğun bir şeyden korkamazsın.’’ dedi biri. İkizim onun arkasındaydı ve başını salladı, ardından pişmiş kelle gibi sırıttı.
Onların laflarına inanmak istedim, ama birkaç gün sonra, tulpam hakkında git gide endişemin arttığını fark ettim, sanki değişiyordu. Daha uzun ve daha tehditkar görünüyordu. Gözleri fesatlıkla parlıyordu, sürekli sırıtışında bir kötülük görüyordum. Hiçbir iş akıl sağlığımdan daha değerli değildir. Kararımı verdim. Eğer kontrolden çıktıysa, onu kapatacaktım. Ona o kadar alışmıştım ki, onu  görselleştirmek artık otomatik bir süreçti, bu nedenle lanet aklımın onu görselleştirmemesi için çalıştım. Birkaç günümü aldı, ama sonunda işe yaradı. Bir seferde ondan birkaç saatliğine kurtulabiliyordum, ama her geri gelişinde daha kötü görünüyordu. Derisi kül rengi olmuş, dişlerindeki noktalar artmıştı. Tısladı, anlaşılmaz bir şekilde konuştu, küfürler ve tehditler etti. Aylardır dinlediğim müzik, ona her yerde eşlik ediyordu. Evde olsam dahi; rahatlar ve hata yapardım, onu görmemek konusunda artık konsantre olmama gerek yoktu, olması gereken yerdeydi, ve o inleme sesi de onlaydı.

Hala daha araştırma merkezini ziyaret ediyordum, ve saatlerimi orada geçiriyordum. Paraya ihtiyacım vardı, ve tulpamın aktif olup olmadığının farkında olmadıklarını düşünüyordum. Yanılmıştım. Bir gün vardiyadan sonra, iki koca adam beni tuttu ve  beyaz önlüklü biri deri altı bir iğne yaptı.

 Odada sersem bir halde uyandım. Yatağa bağlanmıştım, ikizim tepemde dikilirken müzik çalıyordu. Artık insana dahi benzemiyordu. Özellikleri dönmüştü. Gözleri içine batmış ve bir ölününkü kadar boştu. Benden çok daha uzundu, ama kamburu çıkmıştı. Elleri dönmüştü, ve tırnakları pençe gibiydi. O, kısaca dehşet vericiydi. Onu uzaklaştırmaya çalıştım, ama konsantre olamıyordum. Kıkırdadı ve damar içi iğneyi işaretetti. Yapabileceğim en iyi şekilde kısıtlamalara karşı debeleniyordum, ama zar zor hareket edebildiğimden elimden bir şey gelmiyordu.

‘’Seni bununla dolduruyorlar, sanırım. Kafan nasıl? Uçtun mu?’’ Konuştukça yaklaştı. Öğürdüm, nefesi bozulmuş et gibi kokuyordu. Odaklanmaya çalıştım, ama kaçamadım.
Sonraki birkaç hafta berbattı. Sıklıkla önlüklü biri gelip beni, tablet besinle beslerdi. Beni sersem ve bazen de halüsinasyonda veya sanrısal gerçeklik halimde bırakıyorlardı. İkizim hala yerindeydi ve sürekli işi alaya vuruyordu. Sanrılarımla etkileşime geçti, belki de bunlara o sebep oldu. Annemi gördüm, ikizimi azarlıyordu, sonra ikizim annemin boğazını kesiyordu, ve annemin kanı üzerime sıçrıyordu. O kadar gerçekti ki kanın tadını dahi alabiliyordum.

Doktorlar benimle hiç konuşmadılar. Defalarca yalvardım, çığlık attım, küfürler savurdum,  cevap istedim. Benimle asla konuşmadılar. Tulpamla konuşuyor olabilirlerdi. Kişisel canavarımla. Emin değilim, o kadar şaşkındım ki bu sanrılardan biri olabilirdi. Onun ben, benimse onun hayal ürünü olduğuma ikna olmuştum.

Bir sanrı olması için dua ettiğim diğer bir şey ise, onun bana dokunabiliyor olmasıydı. Bundan da ötesi bana zarar veriyordu. Dikkatimi vermiyorken beni dürtüyordu. Bir keresinde, onu sevdiğimi söyleyene kadar bir tarafımı tutup sıktı. Başka bir zaman pençeleri ile kolumu kesti. Yara hala yerinde, çoğu zaman bunu kendi kendime yaptığımı düşlüyorum, çoğu zaman.
Sonra bir gün, o bana  kız kardeşimden başlayarak  sevdiğim herkesi deşeceğini anlatırken durdu. Alnımın ortasına dokundu, tıpkı heyecanlandığımda annemin yaptığı gibi. Bir süre böyle kaldı, ardından gülümsedi ve ‘’Her düşünce yaratıcıdır’’ dedi, sonra da çıkıp gitti.
Üç saat sonra ilaç nedeniyle bayıldım. Kontrolsüzce uyandım. Sarsılarak kapıya vardım, açıktı. Boş koridora çıktım, ve sonra koştum. Birkaç kere tökezledim fakat binadan çıkabildim. Bir arsada çöktüm ve bir çocuk gibi ağladım. Devam etmem gerektiğini biliyordum, fakat edemedim.

 Sonunda eve vardım, nasıl olduğunu hatırlayamıyorum. Kapıyı kilitledim ve çamaşır makinesiyle destekledim. Bir duş aldım ve bir buçuk gün boyunca yataktan çıkmadım. Sonraki gece kimse gelmedi ve sonraki günde. Bu bitmişti. O odada bir hafta geçirmiştim, ama bir asır gibi geliyordu. Hayattan bir haftalığına çıkmıştım, ve kimse kaybolduğumu dahi fark etmemişti.
Polis hiçbir şey bulamadı. Araştırma merkezi boştu. İsimleri sahteydi, bana verdikleri para dahi takip edilemezdi.

Elimde geldiğince toparlandım. Evden fazla ayrılmadım, ayrıldığımda da panik ataklar geçirdim. Çok ağladım, az uyudum, ve en berbat rüyaları gördüm. Bu bitmişti. Kendimi böyle avuttum. Hayatta kalmıştım, o adilere rağmen konsantrasyonumu toplamıştım.
Bugün değil, üç gün önce bir telefon aldım. Bir trajedi olmuştu. Kız kardeşim bir seri cinayette son kurbandı. Fail kurbanlarını önce etkisiz hale getiriyor ardından deşiyordu.

Cenaze bu öğleden sonraydı. Bir cenazenin olabileceği kadar iyi geçti. Gerçi, biraz dikkatsizdim. Tek duyabildiğim uzaktan gelen müzikti. Uyumsuz, rahatsız edici, kulağa ahizeli telefonda gırtlaksı seslerle yabancı bir dili konuşmaya benzer bir ses gibi geliyordu. Bunu hala duyuyorum. Yalnız biraz daha sesli.  
 Ç.N: Bir süredir paylaştığım kısa CP'lere ara verip orta boyutlulara geri dönmek bu orjinal CP'ye nasipmiş. Okuyunca gerçekten hoşuma gitti, Umarım beğenirsiniz.

9 Aralık 2016 Cuma

I Should Have Worn a Different Watch

 Maalesef tekrar uyanık olduğumun farkına vardım. Dakikaların ve saatlerin yavaşça akıp gittiği o kısa süreli anların tadını çıkarırdım, ardından zaman biraz hızlanır ve Beşinci Viteste yarışmacı olduğumun rüyasını görürdüm. Sonunda BLAM!!! Tekrar uyanığım. Kim bilir, ne kadar sonra, belki on beş dakika belki de 10 saat sonra zaman göreceli olmaya başlar.

Uyku hakkında en çok sevdiğim şey, şanslı olduğum zamanlar rüya görmemdi. Bedenimin lök gibi yattığı zamanlar, aklım fizik kurallarına bağlı olmaksızın harikulade bir goblen örtüsü dikebilirdi. Koşabilirdim, zıplayabilirdim, başkaları ile tekrar sosyalleşebilirdim, hatta tekrardan yemek dahi yiyebilirdim! Yemek yemeyi o kadar özlüyorum ki.

Uyanma dediğiniz olay olduğunda, fiziksel olarak hiçbir şey yapamıyordum. Yapabilecek hiçbir şey olmadığından değil tek bir kasımı dahi oynatamamam yüzünden. Felçli değildim. Vücut felci geçirmiş biri dahi göz kırpabilir, onları oynatabilirdi. En azından nefes alabilirlerdi ve bir kalp atışları vardı.

 Etrafı izlemek benim bir işime yaramazdı. Kavrayabildiğim zamandan uzun süredir buradaydım, belki de değildim. Zamanı anlayabilmek için hiçbir ipucum yoktu. Kolumda bir saat var fakat karanlıkta parlamıyor ve siyah dijital ekranı görmemin bir yolu da yok. Bir noktada saatin yumuşak tik taklarını sanki bir el onları çeviriyormuşçasına  duyduğumu hatırlıyorum. Ama artık onları da duyamıyorum.

Eğer geri dönebilseydim değiştirmek isteyeceğim bir şey olurdu. Geri dönsem değiştirmek isteyeceğim pek çok şey olurdu, ama ışığı olan, gün ve de ayı gösteren bir saate sahip olabilmek için tüm banka hesaplarımı verirdim.

 İdeal olarak, başka şeyleri de değiştirirdim. Motorsikletime bindiğimde başımda bir kask olmasını isterdim. Petrol tırının önünde direksiyonu kırmadan önce sağa sola bakabilmeyi isterdim. Hatta şu kan grubunu gösteren kartlardan cüzdanımda bir tane olmasını isterdim, böylece sağlık görevlileri kan grubumun ne olduğunu anlayabileceklerdi. Anlayacağınız, o gün birtakım hatalar yaptım, ama sonucunu değiştiremeyecek olsaydım, farklı bir saat takmayı çok isterdim.

Çarpışmadan sonrasını pek hatırlayamıyorum. Bir itfaiye kamyonu, birkaç sağlık görevlisi aklımda kalan şeyler. Fakat görevlilerden birinin doktora  ağır bir vasıtayla çarpışma yaşamış kaskı olmayan bir motorcu olduğumu söylediğini açıkça hatırlıyorum. Hasarı kıç tarafımdan almıştım. Ve eğer bir petrol tankeri ufak bir motoru saatte 55 ile önüne katarsa, ortada kıç tarafı diye bir şey kalmazdı. Doktor kafasını salladı, ve biz motorcuların sadece birer organ donörü olduğu gibi bir şey söyledi. İç tarafım jelatin olmasaydı haksız da sayılmazdı.

Bir cenaze oldu. Açık merasim yapıldığından kimlerin gelip, kimlerin gelmediğini, ağlayanları, ve sadece başını sallamakla yetinenleri görebildim. Ne kadar uğraşsam da hareket edemedim, göz kırpamadım. Etrafımdakileri, ve benim orada bulunduğumu anlamama yetecek kadar belirsiz bilincimin dışında hiçbir şeyim yoktu.


Maalesef, bunlar iyi zamanlardı. Bundan sonra işler giderek kötüleşti. Tabut kapandı ve bir daha ışığı göremedim. Tabutumun üzerine atılan toprağın tok sesini duydum, ardından kol saatimin yumuşak tıkırtılarından başka bana eşlik edecek hiçbir şey kalmadı. Sadece ben, düşüncelerim ve tıkırtılar. Bu çukurda ne kadar zamandır bulunuyorum bilmiyorum ama gerçekten farklı bir saat giymiş olmayı dilerdim.

7 Aralık 2016 Çarşamba

Neighbors

Bu hafta yeni evime taşındım. Evin kendisi çok güzel. İki katlı, üç odalı, iki banyolu, çitle çevrili bir bahçesi olan ve büyük mutfaklı bir ev. Ön holdeki büyük, güçlü ağaç oturma odasından caddeyi görmememi sağlıyordu, su basınçları muhteşemdi, dolaplar geniş ve odundan yerler yeniydi. Bu evle ilgili tek problem komşumun çok ses çıkarması. Evin bir tarafını paylaşıyoruz, bu yüzden oturma odası, yatak odası ve mutfak duvarlarımız aynı. Bütün gün boyunca mutfaktaki sesleri, yüksek sesli filmler, konuşmaları ve çocuklarının ağlamalarını duyuyorum. Çok deniyorum, gerçekten ama bunlarla yaşanmaz. Bu beni doğrudan çok endişelendiriyor. Sabah banyodayken yeniden başladı. Genellikle banyo yaptığım zamanlar müzik dinlerim ama bu sefer sessizliğin tadını çıkarmaya karar verdim. Yaptığım şey saçlarımı yıkamaya başlayana kadar olaysız geçti. Komşumun duvarın diğer tarafından konuştuğunu duydum. Ne dediğini anlayamadım ama çok garip bir şekilde konuşuyordu. Sanki mırıldanma, fısıldaşma, ve ara sıra gülme sesleri geliyordu. Bu seslerin bana nasıl geldiğini anlayamadım. Birisi kısık sesli konuşuyordu ama ben duyabiliyordum. Büyük ihtimalle duvarın diğer tarafındaki kişi duvara çok yakın bir şekilde konuşuyordu. Bu konu hakkında pek fazla düşünmedim. Ta ki bir saat sonra evden ayrılana kadar. Arabamın kapısını açtığımda bir şey unuttuğumu hissederek eve geri döndüm. Yatak odasının camından bakarken farkettim ki banyonun duvarı komşunun duvarıyla bitişik değildi. Banyoyla diğer taraf arasında yatak odam vardı ve banyonun duvarının diğer tarafında ise giysi dolabım duruyordu.
ÇN:
Anlamayanlar için söyleyeyim ses yatak odasındanki dolaptan geliyormuş ^^
Bu hafta biraz geç attım. Pastayı anlayabilmem biraz uzun sürdü ama bitirdim^^

2 Aralık 2016 Cuma

Lightning

Banliyölerdeki küçük bir çiftlik evine yeni taşınmıştık. Masalsı bir mahalle, sessiz dost canlısı komşular, ufak şirin çitler… Kısacası benim için yeni bir başlangıç olacaktı. Taze boşanmış bir baba ve onun 3 yaşındaki oğlu.

Fırtınayı bu yeni hayat için bir metafor olarak gördüm: geçmişin, kiri ve pisliği yıkanmadan önceki son sahnesi. Her halükarda oğlum buraya bayılmıştı, elektrikler yokken dahi. Gördüğü ilk büyük fırtınaydı. Şimşeklerin parlamaları boş odalara akın ediyordu. açılmamış kargo kutularının gölgelerine canavar süsü veriyordu, ve oğlum da şimşek çaktıkça zıplıyor ve çığlık atıyordu.

Sonraki sabah onu yatağında otururken buldum. Gülümseyerek ‘’ Şimşekleri camdan izledim.’’ diye haykırdı.

Birkaç sabah sonra da aynı şeyleri söyledi. ‘’Seni şapşal dedim.’’ ‘’Dün gece fırtına yoktu sadece rüya görüyordun.’’  Bir an hevesi kırılmıştı. Saçını okşadım ve endişelenmemesini söyledim, yakında bir fırtına daha kopacaktı.

Ardından bu bir tekrara dönüştü. Haftada en az iki kere dışarıdaki şimşekleri nasıl izlediğini anlatıyordu. Fırtına olmamasına rağmen. Hatırladığı ilk fırtınanın devam eden hayalleri diye düşündüm.

  Geç anladığım için kendime kızmalıyım. Herkes bana yapabileceğim hiçbir şeyin olmadığını söylüyor, anlayabilmemin yolu yokmuş. Ama oğlumun koruyucusu olmalıydım, ve bu laflar beni avutmaya yetmiyordu. O sabahı açıkça hatırlıyorum. Kahvemi yaptım. Tahılıma sütünü döktüm. Elime gazetemi aldım ve yerel bir pedofilinin tutuklandığı haberini gördüm. Bu herif genç oğlan çocuklarını hedef seçiyor, ve geceleyin onlar uyurken flaşla fotoğraflarını çekiyordu. Bazı zamanlar daha da fazlasını yapıyordu. Bağlantıyı kurdukça karnıma bir ağrı girdi.

 O zaman, sadece bir çocuğun hayal gücünden ibaret olduğunu düşünmüştüm. Ama şimdi geriye dönüp baktığımda, görebileceğim en korkunç şeydi. Zanlı yakalanmadan bir hafta önce oğlum pijamaları ile bana geldi. ‘’ Tahmin et ne oldu?’’ diye sordu.

‘’Ne?’’

‘’Artık penceremde ışık görmüyorum.’’

‘’Ne kadar güzel, sonunda bittiler değil mi?’’

‘’Hayır, artık dolabımdalar.’’

Polislerin topladığı fotoğrafları daha görmedim.

Ç.N: İçine serpiştirdiği ufak ipuçları ile muhteşem sonu olan bir CP olmuş.


I'm Black

Ben her zaman buradaydım.
Dünya doğmadan önce buradaydım.
Ve, siz geldiniz: İNSANLAR!
Yerimi aldınız. Sıra sizin ölmenizde. Yavaşça bekliyorum, karanlıktan çıkacağım. Her gün beni düşünüp de uyuyacaksın. Oysa ki beni düşünürsen yanına gelmem daha kısa olur. Kendi ölümünü taşıyorsun, aptal ademoğlu.
Ölümün, benim değil senin tarafından olacak. Benden öylesine korkacaksın ki kendini öldüreceksin. Yoksa senide kanıma sürüklerim.
Kaç benden.
Sonuçta seni her halükarda yakalacağım.
Kaç benden ki, oyun daha zevkli olsun.

Ç.N: Çok güzel fakat kısa :/ 

26 Kasım 2016 Cumartesi

Candy

Küçük kız "anne," dedi, gözlerini ovalıyor ve kapıda annesinin odasında duruyordu.

"Anne, Paskalya Tavşanı Şeker'i yiyor,"

"Saçmalık, bebeğim," kadın yanıtladı. "Paskalya Tavşanı şeker verir, şeker yemez..." dedi ve ona doğru ellerini savuşturdu -salladı-, "Uyumana devam et bebeğim."

"Ama anne," dedi kız. "Paskalya Tavşanı şeker yiyor!" Şimdi daha ciddi bir tonda konuşmuştu, neredeyse ağlayacaktı.

Annesi oturdu ve kollarını açtı. "Bebeğim, sana söyledim. Paskalya Tavşanı şeker yemez, küçük çocuklara şeker verir. Ayrıca, Henüz Paskalya bile değil. Uyumaya devam et," nazik bir sesle.

Odadan döndü ve; "Tamam, anne," dedi çocuk içini çekerek.

Kadın gülümsedi, ne kadar hayal gücü yüksek olan bir çocuk diye düşündü ve uyumaya devam etti.

Koridorda, küçük kız bir süre durdu, Paskalya Tavşanı şekeri yemekteydi. Kız daha sonra derin bir nefes çekti. "Annem yatağa dönmemi söyledi."

Paskalya Tavşanı gülümsedi. "İyi fikir, çocuk. Arkanı dön ve arkana bakma."

Kız, tavşanın yanından metal bir tasma gördü.. Onu aldı ve "Şeker"yazılı bir köpeğe ait olduğunu anladı. Ne geri arkasına döndü ne de ağladı.

Ç.N: Bu... ÇOK MÜKEMMELDİ! Anlatamadım resmen... Favorim bu. Bir de bunun kısa filmi var 2 dakikalık. Çok güzel. Orada daha iyi anlatılmış. Bakın. 
https://youtu.be/Wqz0YtSCetg bu linki. 

Bu filmdeki adam ve köpeği yerken. 

Bu da hikayenin tavşanı.

25 Kasım 2016 Cuma

The Kaleidoscope

Maine’de balayındayken, karım ve ben resmedilmeye değer bir kasaba olan Boothbay’de, özellikle kasvetli ve yağmurlu bir günde durduk. Planladığımız piknik olasılık dışı kalınca, limanın yanındaki harap olmuş antika eşya dükkanında kendimize bir sığınak bulduk. Karım koca sandıkları ve kapının yanındaki masaları incelerken, ben de hevesle arkada cam kutuların içindeki antika aletlerine ve deniz yolculuğu eşyalarına baktım. Optik eşyalar ve denizci belgeleri koleksiyoncusu olarak, bir sekstant, hatta eski deri kayışlı bir teleskop bulmayı umuyordum.

Özellikle ilgi çekici bir teleskop gözüme takıldı. Yıpranmış bir kahverengi patine taşıyan, buna rağmen tasarımsal olarak son derece modern ağır pirinç bir el feneri gibi görünüyordu. Satıcıya bunun eline nereden geçtiğini sordum, fakat bana sadece eski bir gemici sandığında birkaç pusula ve sekstantın yanında bulunduğunu söyleyebildi Bana beş dolara satabileceğini söyledi, hatta istersem bedavaya bile. ‘’Benim için değersiz, bunu kimse istemiyor.’’ dedi. Nedenini sorduğumda, yorgunca iç çekti, ardından kutudan çıkarıp bana verdi.

‘’İşte, kendin gör dostum.’’

El işçiliği harikaydı, Oldukça sağlam, ve görünüşe göre el yapımıydı, belki de Avrupa’dan bir yerlerden gelmişti. Yıpranmış yazı bunun Alman, belki de köken olarak Avusturya yapımı olabileceğini söylüyordu. Ampul yuvasını çevirdim ve zayıf bir kırmızı ışık oluştu. Dükkanın karanlık bir köşesine soktuğumda, fantastik monoton kıvrımlar beni karşılamıştı, hareket edip birbirlerini sarıyor, tıpkı bir yılan balığı sürüsü gibi zikzaklar yapıyorlardı. Alışılmadık  çiçek dürbününe baktıkça, fantastik zihnim sinirli hortlak suratları oluşturmaya başladı. Aleti kapattım, heyecanla satıcıya döndüm.
‘’Fantastik’’ dedim. ‘’ Lenslerin önünde bir çeşit yağ filtresi olmalı. İki tana Victoria dönemine ait çiçek dürbünüm var, fakat hiçbiri bunun kadar iyi illüzyonlar sunamıyor.’’

‘’Bunu almayacaksın değil mi? Bunu kimse almıyor. Bir süre sonra iade etmek için geri dönüyorlar.’’ Satıcı tezgaha yaslandı, nefesinin ağırlaştığını ve yüzünün terlemeye başladığını görebiliyordum. ‘’Herkes bunun bir çeşit numara olduğunu zannediyor. Ta ki onlarıışıklar kapanınca da görmeye başlayana kadar.’’


‘’Bu bir projeksiyon, veya bir fener değil efendim. Bu… Bu lanet ışık o yaratıkları kendi oluşturmuyor. Sadece gözlerinizin orada olanı görmesini sağlıyor.

Ç.N: Neden iade ettiklerini anlıyorum.

20 Kasım 2016 Pazar

A Perfect Pair

Artık bundan çok yoruldum. Hem dışardasın, hem içerdesin. Bazen beni tamamiyle yok sayıyorsun. Bazen de uzun aralıklarla bana bakıyorsun. Beni öğreniyorsun, sanki sana cevapları verebilecek, seni kurtaracak olan tek kişiymişim gibi. Aslında, bence yapabilirim. Seni kendi dünyama çekip, sana acı veren bütün her şeyden kurtarabilirim. Seni ağlarken gördüğüm zamanı sayamıyorum bile... Sana yardım edemiyorum ama seninle aynı şeyleri yapıyorum. Üzüldüğünde ben de üzülüyorum... Güldüğünde ben de gülüyorum. Bana uygun olduğunu kimse bilmez
ve benim gördüğümü başka kimse göremez. Kim senin kustuğunu izleyip sen olmak ister.  Hatta ben yanındayken sivilcelerini bile sıkıyorsun. Bu samimiyetin, gerçek sadakatin ve saf arkadaşlığın bir göstergesi. Bu sabah ayrıldığında uzun süre hiçbir şey söylemeden gözlerime baktın. Ama gözlerin... Gözlerin bana duymam gereken her şeyi anlattı. Sen de aynısını hissediyorsun, biliyorum. Saplantının sınırında sen bana tapıyorsun, ben sana... Gözlerin yalan söylemez. Biz ruh kardeşleriyiz, aynı zamanda yaşamayı hakeden, olmayan sert gerçeklikteki ikizleriz. Seni buraya getirebilirim. Hatta o akşamın bu akşam olduğuna karar vermiş bulunmaktayım. Seni serbest bırakmaya, bizi özgürleştirmeye geliyorum. Yeterince bekledim. Akşam, sen uyurken, seni aynadan içeri çekeceğim ve seni yaşadığım unutulmuş güzelliğe götüreceğim...
ÇN:
Bunu çevirdikten sonra yansımama daha değişik bir gözle bakmaya başladım ^^
Tüyler ürpertici  .-.

18 Kasım 2016 Cuma

I’m Worried About My Son

Oğlum hakkında endişeliyim.

Endişeden de öte, bu noktada dehşet içindeyim. Son birkaç haftadır davranışları normal değil, sağlıklı değil. Bunlar beni bir şeylerin yolunda gitmediğine itiyor.

Başta, gelip kapı eşiğinde duruyordu. Bunu geçen gecede yaptı, ben uyumadan hemen önce. Arkamı döndüm ve ışığı kapadım, ama o dikilmeye devam etti, kapı eşiğinde. Önceden onunla konuşmaya çalışırdım, ama artık bunu yapmıyorum. Bana hiç cevap vermedi.

Sadece izliyor.

Birkaç gün önce, kapıda beklemek yerine gelip yatağa oturmaya başladı. Hala daha konuşmuyor. Ona ne istediğini sordum. Onu neyin rahatsız ettiğini sordum. O hiç bu kadar sessiz olmazdı.

Çoğunlukla karımın uyumasını bekler. Beni rahatsız eden noktada bu. Karım, hep benden önce uyurdu, ve o, karım hiç uyanıkken yanıma gelmezdi. Ama sonra, karımın bu işle bir alakası olmadığını anladım.


Eğer yakında bir şeyler değişmezse, ne yapacağımı bilmiyorum. Korkuyorum, onu öldüren kişinin ben olduğumu anlayacağından korkuyorum.

17 Kasım 2016 Perşembe

Grove

Mükemmel bir daire içinde büyüyen ağaçlar, kayaları saklamak için harikadır. Kayaların arkasında bir oyuk görürseniz, bir geometrik gariplik dışında, dışarıdan tamamen zararsız görünür. Bu oyuğun içine bir adım atan olursa, içi ormanda aysız gece kadar karanlık, en parlak yaz gününden bile parlak olabilir.. Yanlışlıkla oyuğun içine girenler asla dışarı çıkmamalı. Ancak, eğer çok cesur ya da çok aptalsanız, oyukta bir kamp gezisi düzenleyebilirsiniz. Biliyorum ki, girdiğinizde orada kalacaksınız. Uyku tulumlarının içinde, gözleriniz kapalı titreyeceksiniz. İşte o zaman gecenin karanlığını görebilirsiniz. Gecenin gölgesini. Sonra akıl sağlığınızı kaybedeceksiniz, korkudan. Hayatta kalmak isterseniz çıkış yolunu bulmanız gerekecek.Bu ağaçlar boşuna daire değildi. Eğer olur da çıkarsanız dışarı, ağaçlar karşınıza çıkacak. Sonra kendinizi tekrar oyukta uyanık bir şekilde bulacaksınız...
Ç.N: Sevdim ben bunu. Güzeldi. Bir de bu karışık gibi gözükebilir, fakat bu şekilde. Gelip de yoruma 'kötü çevirmişsin', 'karışık olmuş.' yazmayın yani :) Haruki~

15 Kasım 2016 Salı

BUTTS

Bir kaç geceliğine adam dışarı çıkmıştı, geri döndü. Bir de baktı ki televizyon, yoktu. Bilgisayar, yoktu. Hepsi yok olmuştu; bir kaç şey dışında. Gümüş kaşıklar, yemekler, kıyafetler ve takılar.  Sadece birkaç parça, diş fırçası, bir konserve açacağı, bir kaç mum ve tek kullanımlık bir fotoğraf makinesi kalmıştı bir de. Polisi aradılar ve rapor verdiler. Umutla beklerken polis fotoğraf kamerasını istedi. Polisler gördükleri şey üzerine onları çağırdılar. Fotoğrafta, hırsızların fotoğraflarını bulundu. Kameraya dönük, popolarını diş fırçası ile silerken.

Ç.N: Bu uygun mu bilmiyorum ama.... Edepsiz olduğu aşikar :D

Ç.N 2: Başlık yoktu, bende kendim koydum. 

Ç.N ,: Perşembe paylaşamamıştım, paylaştımmm :) 

13 Kasım 2016 Pazar

An Old Lady

Bir gün bir kadın alışveriş yapmak için alışveriş merkezine gider. Kadın mutlu bir günündedir. Aldığı eşyaları arabasının bagajına yüklemektedir. Yüklemeyi bitirip, bagaj kapağını kapattığında yolcu kapısının orda yaşlı bir kadın görür. "İyi bir kız olup beni evime bırakır mısın? Arabam yok ve bütün gün boyunca yürüdüm." Kadın "Tabiki." der ve yolcu kapısının kilidini açar.
Arabayı sürmeye başladığında kadın, sürücü koltuğunda huzursuzlaşmaya başlar. Çantasına bakıyormuş gibi yapar.  "Lanet olsun, kredi kartımı bulamıyorum. İçeri girip biri onu bulmuş mu diye bakacağım." der. Yaşlı kadın "Seni burda bekleyeceğim." diyerek cevap verir.
Kadın yardım bulmak için içeri girer. Güvenlik görevlisini arabasının yanına götür. Arabaya geldiklerinde yolcu koltuğunun kapısı tamamen açıktır. Koltuğun üstünde yaşlı kadının taşıdığı çanta durmaktadır. Çantanın içinde ise yaşlı kadının giydiği elbisesi ve taktığı gri peruğu, onun yanında ise kasap bıçağı, video kamera ve bir koli bandı bulunmaktadır.
ÇN:
Siz siz olun sakın arabanıza tanımadığınız kimseyi almayın. Özellikle yaşlı kadınları ^^

11 Kasım 2016 Cuma

Ickbarr Bigelsteine

Ben küçük bir çocukken, karanlıktan korkardım. Hala korkuyorum, ama 6 yaşlarında olduğum zamanlarda ebeveynlerimden birine yatağın altını veya dolabın içini beni yemek için bekleyen yaratığı araması için yalvarmadan tek bir geceyi bile geçiremezdim. Gece ışığında bile, odanın köşelerinde cirit atan karanlık siluetler, veya yatak odası camından bana bakan yüzler görüyordum. Ebeveynlerim beni yatıştırmak için ellerinden geleni yapıyorlardı, bunların sadece kötü bir rüya veya ışık oyunu olduğunu söylüyorlardı, ama gencecik aklımla uyuduğum saniye kötü şeylerin bana ulaşacağından emindim. Çoğu zaman, endişelenmek için fazla yorgun olana dek çarşafın altında saklanırdım. Ama ara sıra o kadar paniklerdim ki, çığrınarak anne babamın odasına koşar, uyuyan abimi ve kız kardeşimi uyandırırdım. Böyle bir çileden muzdarip kimsenin iyi bir gece uykusu çekeceği söylenemezdi.

Sonunda, özellikle travmatik bir geceden sonra, anne babamın canına tak etti. Onlar ne yazık ki, altı yaşındaki bir çocukla tartışmanın boşa kürek çekmek oluğunu anladılar ve akıl ve mantık doğrultusunda beni çocukluk korkularımdan kurtaramayacaklarının farkına vardılar. Daha zeki olmalıydılar.

Bana küçük bir uyku arkadaşı dikmek annemin fikriydi.

 Çeşitli kumaşlar topladı ve dikiş makinesiyle daha sonra Bay Ickbarr Bigelsteine, yada kısaca Ick olarak adlandıracağım şeyi yarattı. Ick annemin tabiriyle kumaş bir canavardı. O beni, uyurken koktuğum canavarlara karşı koruyacaktı. Doğrusunu söylemek gerekirse oldukça ürkütücüydü. Şimdi bakınca annemin bu kadar tuhaf ve rahatsız edici bir şeyi nasıl düşündüğünü aklım almıyor. Ickbarr, beyaz düğmeden gözlere ve koca kedi kulaklarına sahip bir Frankestein cini gibi bir araya getirilmişti. Küçük kolları ve bacakları kız kardeşime ait siyah ve beyaz çizgili çoraptan, yüzü abimin uzun yeşil futbol çoraplarından yapılmıştı. Kafası şişkin olarak tanımlanabilirdi, ve ağzı için annem bir parça beyaz kumaştan zikzak şeklinde kocaman sırıtan dişler dikmişti. Onu başta sevmiştim.

 O andan itibaren, Ick yanımdan ayrılmadı. Akşam karanlığından sonra tabi ki. Ick güneşi sevmezdi, ve onu benimle beraber okula götürmeye çalıştığımda üzülürdü. Ama bu sorun değildi. Ona karabasanları uzak tutması için sadece gece ihtiyacım vardı, bu onun iyi olduğu alandı. Böylece her yatma vakti, Ick bana canavarların nerede saklandığını söylerdi, ve ben de onu odamın en dehşet verici yerine yakın bir konuma yerleştirildim. Eğer dolapta bir şey varsa, Ick kapısını engeller, eğer camımı tırmalayan bir canavar ise Ick camı tutardı, veya yatağımın altında kıllı bir yaratık varsa, oraya giderdi. Bazen canavarlar odamda olmazdı. Bazen rüyalarımda saklanırlardı, ve Ickbarr benimle rüyalarıma gelirdi. Hortlaklar ve iblislerle savaştığımız sürece Ick’i rüyalarıma getirmek eğlenceliydi. En güzel kısım Ick’in benle rüyamda konuştuğu zamanlardı. ‘’Beni ne kadar seviyorsun?’’ diye sorardı.

‘’Her şeyden daha çok!’’ diye cevaplardım. Yine bir gece yine bir rüyada, ilk dişim çıktıktan sonra, Ick benden bir iyilik istedi.

‘’Dişine sahip olabilir miyim?’’
Neden diye sordum.
‘’Kötü şeyleri öldürmede yardım etmesi için’’ diye cevapladı.

  Sonraki sabah kahvaltıda, annem dişimin nereye gittiğini sordu. Bana dediğine göre ‘diş perisi’ onu yastığımın altında bulamamış. Onu Ickbarr’a verdiğimi söylediğimde omuz silkti ve kız kardeşimi beslemeye devam etti. O zamandan itibaren çıkan her dişimi Ickbarr’a verdim. bana her seferinde teşekkür etti, ve beni sevdiğini söyledi. Buna rağmen sonunda, bebeklik dişlerim bitti, ve oyuncak bebeklerle oynamak için biraz yaşlandım. Böylece, Ick artık kitaplığımda oturup tozlanmaya, ve yavaşça dikkatimden çıkmaya başladı.

  Yine de, buna rağmen kabuslar her zamankinden daha da kötüleşti. O kadar kötülerdi ki beni gerçek dünyada da takip ettiler, her köşede dehşet saçtılar, her çalıda hışırtılar çıkardılar. Özellikle arkadaşımın evinden pedal çevirerek döndüğüm ve kuduz köpekler tarafından kovalandığım kötü bir gece, odamda beni bekleyen garip bir şeyle karşılaştım. Orada, yatağımda, yumuşak ay ışığıyla parlayan şey, Ickbarr’dı. Başta gözlerimin bana oyun oynadığını düşündüm, tüm gün bunlarla uğraşmıştım. Bu nedenle ışıkları açmaya çalıştım. Denedim, tekrar denedim, fakat karanlık kaybolmadı. İşte o zaman endişelenmeye başladım.

Arkamdaki kapıya yavaşça döndüm, gözlerim Ick’in silüetinden hiç ayrılmadı, ellerim kapıya dokunabilmek için beceriksizce geri uzadı. Tam odadan topuklamak üzereydim ki kapının arkamdan sertçe kapandığını duydum. Karanlığa gömülmüştüm, karanlık ve sessizlikten başka bir şey yoktu. Yerimde donakaldım, nefes dahi almıyordum. Ne kadar sürdü bilmiyorum ama, hayat boyu gibi gelen soğuk sessizlikten sonra, tiz tanıdık bir ses duydum.

‘’Beni beslemeyi bıraktın, peki neden seni koruyayım?’’
‘’Beni neyden koruyacaksın?’’
‘’Sana göstereyim.’’

Bir kere göz kırptım ve her şey değişti. Artık yatak odamda değildim, başka bir yerdeydim… Cehennem değildi, ama ondan pekte farklı olduğu söylenemezdi. Bir çeşit ormandaydım, kısmı embriyonik bedenlerin kubbeden sarktığı, ve yerin etçil böceklerle çevrili olduğu korkunç bir ormandaydım. Kalın bir sis tabakası hava yoluyla yayıldı, beraberinde pis bir et kokusu getirdi, karanlık gökyüzünde açık yeşil bir ışık hafifçe parlarken, uzakta insan olmayan bir şeyin acı veren çığlıklarını duydum. Kafam patlarcasına zonkluyordu, acı göz yaşı pınarlarımı boşalmaya zorluyordu. Zihnimde onun sesini tekrar duydum.

‘’Bu gerçekliğinin, ben olmadanki hali.’’
Toprağı titreten adımların bana yaklaştığını hissettim.
‘’Bunu durdurabilecek tek şey benim.’’
Artık arkamdaydı, kocaman ve öfkeliydi, sıcak nefesi sırtıma vuruyordu.
‘’Bana ihtiyacım olanı getir, ve ben de durdurayım.
Arkamı dönemeden uyandım.

Sonraki gün, anne-babamın dolabını abimin bebeklik dişleri için talan ettim. Hepsini Ickbarr’a verdim. Neredeyse hemen gece dehşetleri durdu, ve ben hayatıma artık daha çok veya daha az normal devam edebilecektim. Zaman zaman, kız kardeşimin odasına gizlice girip, diş perisine sunduklarını kapıyordum, veya bir komşunun kedisini boğazlayıp küçük kesici dişlerini söküyordum. Görüşleri geçiştirmek için her şeyi topluyordum. Köpek balığı dişi kolyeden çürümeye yüz tutmuş hayvan cesetlerininkilere kadar. Ayrıca süresi fark etmeksizin odayı her terk edişimde Ick’in hareket ettiğini fark ettim. Eşyalarımı yeniden düzenliyor, ek perdeler ekliyordu. Artık bir şekilde daha canlı görünüyordu. Doğru ışıkta dişleri parlıyor, ve daha dokunulabilir gözüküyordu. Her ne kadar beni korkutsa da. Beni nerenin beklediğini bildiğimden onu yok edecek cesareti kendimde bulamadım. Bu nedenle tüm okul hayatım boyunca Ick için diş toplamaya devam ettim. Büyüdükçe, korkmaya başladığım şeyler arttı, Ick’e vermem gereken daha çok diş çıktı.
Şimdi 22 yaşındayım, ortalama bir işte çalışıyorum, kendi evimde oturuyorum, ve bir set takma dişe sahibim. Ick’in son yemeğinden beri bir ay geçti, ve korkular bir kez daha etrafımı sarmaya başladı. Bu gün işten sonra park alanında bir tur attım. Ve anahtarlarını arayan bir adam gördüm. Ağzı kahve ve sigara yüzünden sararmıştı. Yine de azı dişlerini sökmek için bir çekiç kullanmam gerekti. Apartmanıma döndüğümde beni bekliyordu. Tavanda, köşede. İki beyaz göz ve sivri dişlerle.

‘’Beni ne kadar seviyorsun?’’ diye sordu.
‘’Her şeyden daha çok.’’ diye cevapladım ceketimi çıkarırken.

‘’Dünyadaki her şeyden daha çok.’’

Ç.N: Klişe bir konuya gerçekçi bir şekilde bakan son derece tatmin edici bir CP.

Bu arada bir sorun çıkmazsa eğer, her hafta sabit olarak cuma günü yeni bir CP paylaşacağım. Haftaya görüşmek üzere (°ᴥ°c)