30 Eylül 2016 Cuma

Duyuru

Evet gençler *-*

Size aramıza katılan yeni birini tanıtmak için bu duyuruyu yapıyorum *o*.

Geçen günlerde size Creepypasta TÜRKÇE ailesine yakın zamanda yeni birinin katılacağını söylemiştim. Sonunda o gün gelip çattı ^^

Bu arkadaşımız Rai, kendisi benim yardımcı olacak :3.

Benim olmadığım zamanlarda ve meşgul olduğum zaman o da birçok konuda size yardımcı olacaktır eminim. Çünkü bazılarınızın bildiği üzere bu sene son sınıfım ^^

Bu arada detayı bir kez daha hatırlatmakta fayda var, onun ismi Rai. "A" ile olan. Onu 2. Rei olarak düşünün :3

Şimdilik duyuru yapma ve Facebook grubuna üye ekleme görevi onda, artık önemli şeyleri ondan duyacaksınız ^,^

Umarım onunla da iyi anlaşırsınız :3

https://www.facebook.com/profile.php?id=100013124554042&fref=ts

***Bu gece yeni bir Cp geliyor, gecikme için kusura bakmayın ^^

22 Eylül 2016 Perşembe

"They're Watching"

Sen yemek yerken, televizyonda tekrarları izlerken, onlar izliyorlar.

Geç saatte bilgisayarında oturuyorken, izliyorlar.

Gece yatak odandan banyoya giderken izlediklerinden emin olabilirsin.

Yaptığın her şeyi izliyorlar. Yaptığın en ufak sesi dinliyorlar. Günün her saniyesinde ve yılın her gününde seninleler. "Onlar kim?" diye sorabilirsin. Eh, burda önemli olan kim oldukları değil, ne oldukları. Daha iyi bir isim için onlara basitçe "İzleyiciler" diyorum. Herkes bir tanesine sahip, muhtemelen seninkini defalarca kez gördün. Şu saniye seninle beraber odada. Etrafına hızlıca bir göz at. Yüksek ihtimalle İzleyicinle göz gözesin.

Ah, ama tekrar bakmaya zahmet etme, normal insanlar tarafından görülemezler. Onları fark etmemek üzere programlandık. Herhangi bir yerde olabilirler ama. Yemek odasında sandalyenin arkasında, buzdolabının üstünde izlerken, iş yaparken masanın altından sana bakarken, uyurken yatağının diğer ucundan seni gözetlerken. Ancak bazı insanlar seçilmiştir. Kendi İzleyicilerini görebilen şanssız bir grup olarak. Ben o şanssız azınlıktan biriyim. Hiçbir zaman tamamen ortada değiller, ama onlardan birinin görünüşü acınası. Neredeyse her zaman fetüs pozisyonunda eğilmiş şekildeler. Küçük, solgun, kemikli vücutları büyük kafasının altında ezilecekiş gibi görünüyor. Büyük, siyah, daima sizinkinin içine bakan ruhsuz gözleri var. Her zaman sizi izliyorlar...yargılıyorlar...

Onları görmek yavaşça başlıyor. Birkaç hafta içinde görüş alanında küçük hareketlenmeler görmeye başlıyorsun. Bu olayları normal diyerek görmezden geliyorsun, şey, sesler başlayıncaya kadar. Sesler 2-3 hafta içinde daha da belirginleşiyor. Benim deneyimimde sesler, uyumaya çalışırken tahta zeminde duyduğum hafif patırtılardı. Ardından saçımı şampuanlarken duş perdesini sıyırıp geçmesini duymaya başladım. En sonunda, yalnız kaldığımda daha önce hiç duymadığım bir dilde fısıldarken duyabiliyordum. Haftalarca deli olduğumu sandım. Haftalarca kendimi akıl hastanesine yatırmayı düşündüm. Haftalarca kendimi öldürmek istedim. Tabi bunlar sonunda onu görünceye kadardı.

Bir buçuk yıl önceydi, ve Robert Stevenson'ın "Define Adası" romanını okuyordum. Her zamanki gibi yatağımın diğer tarafından, odanın en uzak ucundan gelen patırtı sesini duydum. Sinir olmuş bir şekilde son birkaç aydır gördüğüm hiçliğin beklentisi ile kafamı kaldırdım. Kafamı kaldırığımda görmeye alıştığım şeyi gördüm. Ancak bu görüş alanı ile ilgili beni huzursuz eden bir şey vardı. En sonunda onu yatağımın ucundaki parmaklıklardan bana bakarken fark ettim. Gecenin karanlığında sadece kafasının dış çizgisini görebiliyordum. Onu görmemiş gibi davranırsam gideceğini umarak hızlıca kitabıma baktım. Tekrar bakmadan önce yarım saat gibi bir süre donmuş halde oturdum. Hala orda durmuş bana bakıyordu. Beni izliyordu.

Muhtemelen sen de aynı şeyi yaşadın. Farklı olan şey ise sen onun seni izlediğini fark etmiyorsun. Fark etmemen gerek. Fark edilmek istemiyor. Birkaç gün sonra onu her yerde görmeye başladım. Yemek yerken masanın altında, işe giden yoldan geçen arabalarda, İzleyicim her yerde ortaya çıkıyordu. Gitmesi için ona bağırıyorum, ama o sadece dik dik bakıyor. Ona bir şeyler atıyorum ama hareket etmiyor. Kız arkadaşım ve arkadaşlarım beni terk etti çünkü rol yapan bir psikopat olduğumu düşündüler. Ailem bana yardım edebileceklerini söylüyor ama yardıma ihtiyacım yok. Sadece ona bakmam gerek, böylece gidecek. Artık nadiren hareket ediyorum. Düşündüm ki, eğer onun canını sıkarsam sonunda gidecektir. Sadece burda oturmam ve onu izlemem gerek.

Onu...her zaman...izliyorum...

Ç.N:
Geç gelen çeviri için kusura bakmayın, okullar açıldı, son senem, sınav işleri vesaire vesaire :3
Son senem de olsa mümkün olduğunca sık CP paylaşmayı deneyeceğim ^^

Ayrıca bir ara Bloga yeni birini tanıtacağım, ismi benimle çok benzer olacak umarım karıştırmazsınız :D
Mesela ben müdürsem o da müdür yardımcısı gibi bir şey olacak :3


[Credit To:RyRy]

17 Eylül 2016 Cumartesi

I'm a Search and Rescue Officer for the US Forest Service, I have some stories to tell (Part 2)

Oturumumu tekrar açtım ve oluşan rağbeti görünce neredeyse küçük dilimi yutacaktım. Başlamadan önce birkaç şeye açıklık getirelim:


  • Merdivenler hakkında sizden birçok fikir aldım, bu yüzden kayda değer olanlarına değinip bir ekleme yapacağım. Onlar belirli şekillerde, ebatlarda, ve koşullarda geliyordu. Bazıları harap olmuş, rutubet kapmış olsa da çoğu hala sapasağlamdı. Bir deniz fenerinden gelmiş gibi görünen bir sete rastladım: metal ve spiral şeklindeydiler, neredeyse eski moda diyebileceğim bir görünüşleri vardı. Merdivenler sonsuza kadar çıkmıyordu, ya da görebileceğimden daha yukarı… Ama bazı setler diğerlerinden daha uzundu. Daha önce söylediğim gibi, hepsi sanki marangoza götürülüp özenle hazırlanmış gibiydi. Onların herhangi bir resmi yok elimde. İlk seferinde onların fotoğrafını çekmeyi düşünmemiştim, ve bunun için işimi riske atamam. Gelecekte deneyebilirim, ama cidden hiçbir şey hakkında söz veremem.


  • Bazılarınız yüzü olmayan adam konusunda yanılgıya düşmüş, açıklık gelsin diye söylüyorum  onu gören kişi ben değildim yaralanan adamdı. Eğer anlatımda bir sorun yaptıysam özür dilerim.
Peki o zaman, artık yeni hikayelere geçelim:


  • Bana gelen telefonların yarısı ‘’Kaybolan kişinin ne kadar uzaklaşabileceği’’ hakkındaydı. Diğer yarısı gerçekten yardım çağrısıydı: Uçurumdan düşüp bir taraflarını kıranlar, ateş yüzünden yaralananlar, ( Buna ne kadar sık rastlandığını söylesem inanamazsınız, çoğunda kurban sarhoş çocuklar oluyor.) hayvanlar veya böcekler tarafından sokulanlar. Biz sıkı bir ekiptik, ve iz sürme konusunda uzman kimselere sahiptik. İşte bu, ardında hiçbir iz bırakmadan kaybolma vakalarını rahatsız edici kılan nedendi. Özellikle biri hepimizi derinden üzmüştü. çünkü bir iz bulmuştuk, fakat bu ardından sadece daha çok soru işareti getirmişti. Yaşlı bir adam iyi kurulmuş bir patikada yalnız başına yolculuk ediyormuş, ama karısı adamın dönmesi gerektiği gibi eve dönmediğini söylemek için bizi aramış. Görünüşe göre adamın nöbetlerle ilgili sorunları varmış, ve kadın adamın yola çıkmadan önce ilacını almadığından endişe duyuyormuş. Siz sormandan söyleyeyim, adamın neden dışarı yalnız gittiğini, ya da kadının neden onunla gitmediğini bilmiyorum. Bunun hakkında bir soru sormadım, çünkü bunun bir faydası olacağını düşünmüyordum. Birisi kayıptı, ve bulmak benim görevimdi. Standart araştırma yöntemlerimizle dışarı çıktık. Uzmanlarımızdan birinin kaybolan adamın izini bulması uzun sürmedi. Mümkün olduğunca fazla alana bakabilmek için gruplar oluşturduk ve aramaya başladık. Aniden, uzmanların olduğu konuma gitmemizi söyleyen bir radyo çağrısı geldi. Bizde doğruca gittik, çünkü bu çağrı çoğunlukla kaybolanın yaralı bir şekilde bulunduğu anlamına geliyordu, ve onu kurtarmak için tüm ekibe ihtiyacımız olacaktı. Destek ekiple buluştuk, ve uzman elleri baş hizasında dikiliyordu. Bir ahbabıma neler olduğunu sordum, ve ağacın dallarını işaret etti. Önce gördüğüme inanamadım, ancak yerden en az 30 feet yukarıda bir yürüyüş sopası sarkıyordu. Küçük kayışımsı şey dallara takılmıştı.Birinin onu oraya atması imkansızdı, ve onun etrafta olduğuna dair etrafta en ufak bir iz bulamıyorduk. Ağaç tarafına seslendik, ama yanıt gelmedi. Hepimiz ne olduğunu anlamak için kafa patlattık, ama onu asla bulamadık. Hatta etrafı köpeklere gezdirdik.Ama adamın kokusunu ağaç yakınlarında kaybettiler. Sonuçta arama bitti. Çünkü bakmamız gereken başka  kayıp davaları vardı. Adamın karısı aylar boyunca bizi her gün aradı, ve onun her seferinde ümidini kaybettiğini görmek gurur kırıcıydı. Bu çağrıların bizi neden bu kadar üzdüğünü bilmiyordum, ama sanırım nedeni adamı bulma ihtimalimizin olmamasıydı. Bu ve sorular yıkıcı bir etki oluşturuyordu. Nasıl olur da adamın sopası ağaca çıkabilirdi? Biri onu öldürüp, zafer hatırası olarak sopayı oraya mı atmıştı? Onu bulmak için var gücümüzle çalıştık, ama bu sonunda gülünç bir hal aldı. Bu olay hakkında zaman zaman konuşuruz.


  • Kayıp çocuklar, vakaların en üzücü olanlarıydı.Hangi koşullarda olursa olsun, onları bulmak hiç kolay olmamıştı, her zaman ama her zaman merhum olarak bulduklarımızda dehşete düşerdik. Bunla nadiren karşılaşırdık, ama karşılaşırdık. David Paulides olması gereken yerde olmayan çocukları bulan SAR timi hakkında çok konuşurdu. Dürüstçe söylemem gerekirse, bu tür vakaları  gördüğümden daha çok duymuştum, ama şahit olupta üzerinde düşünmeden edemediklerimden birini paylaşmak istiyorum. Anne ve üç çocuğu, küçük bir göl yakınında bir alanda pikniğe çıkmışlardı. Çocuklardan biri altı, biri beş, diğeri de üç yaşındaydı.Anne çocukları dikkatle izliyordu, ve ona göre, gözünün önlerden onları hiç ayırmazdı. Yine aynı şekilde o bölgede başka kimseyi görmemişti, ki bu önemliydi. Eşyalarını toplayıp park alanına dönmeye başlamışlardı. Parkın gölle uzaklığı iki mildi ve güzergah çok düzenli bir şekilde kurulmuştu. Yani kasten yoldan çıkmadığınız sürece kaybolmanız imkansızdı. Arkasından birinin geldiğini duyduğunda, çocukları önünde yürüyormuş. Arkasını dönmüş, 3-4 saniye çocukları göz önünden çıkmışken, beş yaşındaki oğlu kaybolmuş. Tuvaletini yapmak için yoldan çıktığını sanmış, ve diğer ikisine onun nereye gittiğini sormuş. İkiside korkunç suratlı koca adamın yanındaki ağaçlardan çıkıp onu aldığını söylemiş. Çocukların bunu söylerken üzgün olmadığını söyledi, hatta sonradan onların uyuşturulmuş gibi davrandığını… Tabi ki kadın dehşete düşmüş, etrafta çılgınca çocuğunu aramaya başlamış. Adını seslenmiş, ver bir noktada onun cevap verdiğini zannetmiş. Körü körüne ormana dalamayacağını anlamış, diğer ikisinin yanına dönmüş, polisi aramış. Poliste  böylece bizi olay yerine çağırdı. Cevapladık, ve olay yerini araştırmaya koyulduk. Günün sonunda, ki millerce alanı taramıştık, hiçbir iz bulamadık. Köpekler kokusunu alamadılar, herhangi bir kırık dal veya kıyafet parçası veya çocuğa ait olduğunu düşündüğümüz hiçbir şey bulamadık. Çocuğu bir çok gönüllü yardımıyla haftalarca aradık. Sonunda zaman aşımına uğradık ve dönmemiz gerekti. Gönüllüler aramaya devam etti ve bir gün bedenin bulunduğuna ve kurtarılması gerektiğine dair radyo çağrısı aldık. Bize konumunu söylediler, hiç birimiz bulunanın o çocuk olduğuna inanamadık. Ama oraya gittiğimizde kaybolduğu alandan 15 mil uzaklıkta bedeni gördük. Çocuğun kaybolduğu alandan buraya nasıl geldiğini çözmeye çalışıyordum. Bir gönüllü, kimsenin uğramayı düşünmeyeceği alanlara bakmayı düşünüp buraya gelmiş. Taşlı yamacın tabanına inmiş. Dürbününden bakmış, ve küçük bir kayanın arasına sıkışmış küçük çocuğun bedenini görmüş. Çocuğun T-shirt rengini tanımış ve onun kayıp çocuk olduğunu anlamış.Böylece bizi aradı, bedeni indirmek neredeyse bir saatimizi aldı. Gördüğümüz şeye hiç birimiz inanamadık. Bizi şaşırtan kaybolduğu yerden 15 mil uzaklaşmış olması değil, vücudunda hiçbir yara izinin olmamasıydı. Ayakkabıları yoktu fakat ayakları ne kirliydi ne de yaralı. Onu oraya bir hayvan çıkartmış olamazdı. Ve görüntüden anlaşılan, uzun süredir ölü değildi. Bir aydır kayıptı fakat öleli sadece 2 veya 3 gün olmuştu. Tüm manzara inanılmaz derecede garipti. Daha sonra çocuğun ölüm nedeninin donma olduğunu öğrendik. Arkasında hiçbir iz, hiçbir şüpheli yoktu. Üzerinde bulunduğum en tuhaf vakalardan biriydi.


  • Stajyer olarak ilk işlerimden biri annesinden ayrı düşmüş bir çocuğu arama göreviydi. Onu bulacağımızdan emin olduğum görevlerden biriydi, çünkü köpeklerin koku alma duyuları iş üstündeydi, ve onun bölgede olduğuna dair açık işaretler gördük. Onu, kaybolduğu yerden yarım mil uzaklıkta bir böğürtlen çalısında bulduk. Çocuk ne kadar uzaklaştığının farkında bile değildi. Uzmanlardan biri onu çıkardı. Buna sevinmiştim, çünkü çocuklarla aram pek iyi değildi. Eğitmenim ve ben geri döndük. Beni, kayıp vakalarının sık yaşandığı bölgelerden birinde gezdirmeye karar verdi. Orası popüler bir güzergahın yakınında bulunan doğal bir eğimdi, insanlar çoğunlukla orayı kullanırdı çünkü böylesi daha kolaydı. Orada biraz yürüdük. Bir saat kadar gezdik. Etrafa bakınırken ve eğitmenim bana geçmişte bulduğu insanları nerelerde bulduğunu gösterirken ileride bir şey fark ettim. Şu an bulunduğumuz alan, ana bölgeden 8 mil uzaklıktaydı gerçi bu kadar uzaklaşmak istemiyorsanız arka yolları kullanabilirdiniz. Ama biz devlet korumalı bir yerdeydik, bu, burada herhangi bir ticari ya da yerleşim alanına izin verilmeyeceği anlamına geliyordu. Görebileceğiniz çoğu şey bir yangın kulesi, ve evsizlerin yaptığı geçici sığınaklardı. Buradan gördüğüm şey her ne ise keskin kenarları vardı ki bu doğanın kendi kendine nadiren oluşturduğu bir şeydi. Yapıyı eğitmenime gösterdim ama o bir şey söylemedi. Geri çekildi ve onun ne olduğuna bakmama izin verdi. Ona 20 feet yaklaştım ve boynumun arkasındaki saçların her biri dikildi. Bu bir merdivendi. Lanet ormanın ortasında bir merdiven. Normal bağlamda bu dünyadaki en zararsız şeydi. Sadece bej halılarla kaplı, 10 adım uzunluğunda normal bir merdiven setiydi. Ama evin içinde olması gerektiği halde lanet ormanın ortasındaydı. Kenarlarında halı yoktu ve görünüşe göre tahta işiydi. Sanki ev tam olarak yüklenememiş ve sadece merdivenlerin doğru dürüst seçilebildiği bir oyun hatasıydı. Orada durdum, beynimin zaman aşırı gördüğüm şeyin ne olduğuna dair cevap verebilmesi için bekledim. Eğitmenim geldi ve yanımda durdu. Bu şeye sanki Dünya’daki en az ilginç yapıymış gibi tepkisizce baktı. Bunun burada ne aradığını sordum ona. Güldü ve ‘’ Buna alış, çaylak, daha çok göreceksin’’ dedi. Daha fazla yaklaşmaya çalıştım fakat kolumu tuttu. ‘’Ben olsam bunu yapmazdım’’ dedi sert bir şekilde.Sesi sıradandı ama kavrayışı sertti, ve ben sadece durdum ve ona baktım.’’ Onları tüm zaman göreceksin, ama sakın yanlarına gitme. Onlara dokunma ve onların üzerine çıkma, sadece görmezden gel.’’ Ona daha soru soracaktım ama bir nedenden vazgeçtim. Yürümeye devam ettik ve eğitimim boyunca konuyu bir daha açmadım. Gittiğim her beş çağrıdan birinde onları görürdüm. Bazen yola nispeten yakın olurlardı. Bazı zamanlar, 2 - 3 mil uzunluğunda olurlardı. Bazen de 20 - 30. Sadece ormanın ortasında, ve sadece eğitim haftalarının geniş aramalarında denk gelirdim onlara.Bu konu hakkında ortaklarıma bahsetsem de sadece eğitmenin söylediği şeylerin aynısını duydum. Umarım bir gün cevabını bulurum, ama o gün daha gelmedi.


  • Sıradaki, daha az ürkütücü, fakat bir o kadar da üzücü bir hikaye. Kışın sonlarında genç bir adam kaybolmuştu, kimsenin patikadan şaşmaması gereken bir zamanda. Yolların çoğunu kapatmıştık, ama bazıları tonlarca kar birikmediği sürece yıl boyu açık kalıyordu. Onun için bir çalışma başlattık, fakat kar yerden 6 feet yükseklikteydi, ( O sene, alışılmadık derecede kar yağdı) ve onu bahar gelinceye, yani karar erimeye başlayıncaya kadar bulamayacağımızı biliyordum. Gerçekten de, ilk büyük erime dalgası geldiğinde, bir dağcı patikadan biraz uzakta bir beden bulduğunu bildirdi. Onu bir ağaç kökünde bulduk, bir yığın erimiş karın arasında. Ne yaşandığını o an anladım, ve bu benim  tüylerimi diken diken etti. snowboard veya kayak yapanlar, ya da dağda  yeteri kadar vakit geçirenler ne olduğunu benim gibi tahmin etmiştir. Kar, dallar altında normalde olduğu kadar yoğun birikmez. Sonuç olarak ağacın etrafında  topraksı kar, hava ve dallardan oluşan gevşek bir alan oluşur. Bunlara ağaç kuyuları denir, ve neye baktığınızı bilmediğiniz sürece açıkça fark edilemezler. Karşılama merkezine işaretler koyduk, büyük olanlarından, insanların bunların ne kadar tehlikeli olduğunun farkına varabilmeleri için, ama alışılmışın dışında kar biriktiği zamanlarda, en az bir insan işaretlere dikkat etmez, veya ciddiye almaz, ve onun bedenini bahar gibi buluruz. En iyi tahminim adamın yürüyüş sırasında yoruldu, belki de bacağına derin karda yürümesi nedeniyle kramp girdi, orada bir ağaç kuyusu olduğunu bilmeden dinlenmek için oturdu, ve içine düştü. Ayakları yukarıda kalacak şekilde sıkıştı, ve etrafını saran kar kuyuyu iyice derinleştirdi. Kendini kurtarmaktan aciz bir şekilde, boğuldu. Buna literatürde kar altı boğulması denir, ve gerçekten derin seviyede kar olmadığı sürece bir kimsenin başına gelmez. Ama enteresan bir pozisyonda kalırsanız, 6 feetlik kar bile ölümcül olabilir, tıpkı bu adamın başına geldiği gibi. Fakat beni en çok korkutan, onun kurtulmak için ne kadar mücadele ettiğini hayal etmekti. Baş aşağı, dondurucu soğukta, çabuk ölmemiş. Kar sıklaşmış, üzerinde ağır bir yığın yapmış, ve çıkmak bildiğimiz anlamda imkansız olmuş. Nefes alması zorlaştıkça, neyin yaşanmaya başladığının farkına varmış. Son anlarında neler düşündüğünü hayal etmek dahi istemiyorum.


  • Birçok iş dışı arkadaşım görev esnasında Keçiadam’ı görüp görmediğimi merak ediyor. Maalesef, ya da  neyse ki, başıma bunun gibi bir şey gelmedi. Sanırım buna en yakını  ‘ kara gözlü adamdı’. Yine de, bunun gibi bir şeyle karşılaşmıştım, fakat bunu Keçiadam’a bağlayabilir miyim bilmiyorum. Yolların birinde yaşlı bir bayanın bayıldığına dair bir rapor aldık, ve ana bölgeye ulaşabilmek için yardıma ihtiyaçları vardı. Bulunduğu yere yürüdük, kocası çılgına dönmüştü. Çırpınıyordu, daha doğrusu bize doğru sarkıyor ve karısının çığlığını duyduğunda yoldan biraz çıkmış bir şeyi inceliyor olduğunu, karısına doğru koştuğunu ve onun bir anda bayıldığını anlatıyordu. Kadını sedyeye aldık, ve onu karşılama merkezine götürürken kendine geldi ve tekrar çığlık atmaya başladı. Onu sakinleştirdim ve ne olduğunu sordum. Ne dediğini kelimesi kelimesine hatırlayamıyorum fakat özetle yaşanan şey şuydu: Garip bir ses duyduğunda kocasını bekliyormuş. Ses daha çok bir kedinin inlemesi gibiymiş,  biraz daha farklı olanından… Ama neden farklı olduğunu anlayamamış ve daha iyi duyabilmek için biraz yaklaşmış. Ses sanki yaklaşıyormuşçasına artıyormuş. Ses arttıkça kadın ne olduğunu anlayana kadar giderek huzursuzlanmaya başlamış. Bunun devamını kadının ağzından hatırlıyorum, çünkü anlattığı şey o kadar tuhaftı ki unutabileceğim aklımın ucundan bile geçmezdi. ‘’ O bir kedi değildi. O ‘miyav’ kelimesini tekrarladıkça tekrarlayan bir adamdı. Sadece ‘ miyav miyav miyav…’ O bir insan değildi, olamazdı. Çünkü sesi bu kadar vızıltılı çıkan bir insan duymamıştım. Duyma yetimi kaybetmeye başladığımı sandım, ama kaybetmiyordum. Sesi dikkatlice dinledim fakat yine aynı vızıltılı sesti. Korkunçtu. Giderek yaklaşıyordu ama onu göremiyordum. Yaklaştıkça korkum daha da arttı, ve hatırlayabildiğim son şey ağaçların arasından çıkan bir figürdü. Sanırım bu bayıldığım zamana tekabül ediyordu.’’ Şimdi, kafam biraz karışmıştı. Bir adam neden lanet bir ormanın ortasından miyavlayarak çıkıverirdi ki. Dağdan indiğimizde üstlerime bir şey bulabilir miyim diye alanı araştıracağımı söyledim. İzin verdi, ve bir radyo alıp kadının bayıldığı yere gittim. Kimseyi göremedim, ve bir mil daha ilerlemeye karar verdim, Geri döndüğümde, kadının adamı nereden çıkarken gördüğünü anlayabilmek için yoldan çıktım. Bu arada neredeyse gün batımıydı, ve benim gece yarısı dışarıda olmak gibi bir fikrim yoktu, bunu yarın kontrol etmek için aklıma bir not aldım. Fakat geri dönerken uzaktan gelen bir ses duydum. Durdum, ve seslenenin kendini tanıtmasını söyledim. Ses yaklaşmadı fakat aynı kadının dediği gibi monoton bir şekilde miyavlıyordu. South Park’taki şu Ned’in electrolarynx ile ses çıkarması gibi komikti. Belli bir yerden geliyordu ama hiç artmıyor ya da yaklaşmıyordu. Sonunda kesildi ve ben geri döndüm. Daha sonra bölgede böyle bir ses duyulduğuna dair rapor almadım ve bölgeye kendimde gitsem dahi aynı sesi tekrar duymadım. Bunun eşek şakası yapan aptal bir çocuğa ait olduğunu düşünsem de tuhaf olduğunu inkar edemem.

 Şimdi, metnin koca bir yazı duvarına döndüğünün farkındayım ve bunun için özür dilerim. Beğenebileceğinizi düşündüğüm birkaç hikayem daha var.  Yani şimdilik bir yere gitmiyorum. Onları da bir zaman paylaşırım. Görüşmek üzere.

15 Eylül 2016 Perşembe

Midnight Dancer

Hiç, bir şeylerin ters gittiği hissine kapıldınız mı? Günün ortasında olanlardan bahsetmiyorum, gecekilerden. Seni uyanmaya sevk eden sebepsiz dehşet hissinden. Komik , sanki gecenin kötülüğü bir şeyler yayar ve beynini uyandırmaya zorlar. Son zamanlarda ben böyle şeylerden birini yaşadım. Beni gecenin üçünde uyandırmaya zorladı. Normalde bunu hissettiğinizde yalandan yatmaya devam ederdiniz, veya maceracı ruhunuz ağır basar ve evin etrafında hızlı bir denetime çıkardınız. Bir şeyler bulmayı başaramayınca kaçınılmaz olarak yatağınıza geri dönerdiniz. Bu seferkinde böyle yapmalıydım.


Bu seferkinde yataktan hiç çıkmamalıydım.


 O gece doğruca kalktım. Uzun bir süre öylece oturup evin karanlığını izlemeye koyuldum, ta ki uyanık olduğumun farkına varıncaya kadar. Sonra korku geldi, şu göğsünü daraltan ardından da boğazına doğru harekete geçen his. Evimde gözlerim fal taşı gibi açık bir şekilde yalnızdım ve sebepsiz yere korkuyordum. Aşağı katta kırılma ya da sızdıran bir borunun hayali sesleri gibi sahte işaretler duymadım. Korkmam için hiçbir bahanem yoktu ama korkuyordum.


Çok fazla düşünmeden kalktım ve pencereye doğru yöneldim. Bunu neden yaptığımı bilmiyordum. Perdeyi gizlice bakabilecek şekilde araladım ve ay ışığının aydınlattığı arka bahçemi gözetlemeye başladım.


Yataktan hiç çıkmamalıydım.


Arkada bahçemin etrafında sıçrayıp oynayan bir palyaço vardı. Kollarıyla, yakasıyla, bol pantolonuyla ve koca ayakkabılarıyla etrafta fırfır ediyordu. Beyaza boyalı suratının büyük bir kısmını koca bir plastik kırmızı top kaplıyordu. Bu, şüphesiz  gecenin üçünde görmek isteyeceğim son şeydi.


 Sadece çılgın bir adamın veya bir çocuğun anlayabileceği bir bütün sessizlikle adımlar atarak dans ediyordu. Onun oynak tavırları rahatsız ediciydi. Bahçede dönüşlerini  yapabileceğim en iyi şekilde görmezden gelmeye çalışırken  onun dehşet çekiciliğini izliyordum. Bazen bahçe aletleri ile oynamak için ya da tomurcuklanan çiçekleri koklamak için dansına ara veriyordu. Sonra ektiğim bir meşe fidanının yanına sekerek gitti ve yok oldu. Gözlerimi kırpıştırdım. Bu gerçek olamazdı. Kalın, olgunlaşmamış bitkinin arkasına yürüdü; fakat öteki tarafından çıkmadı. Onu tüm zaman boyunca görmeliydim, fakat göremedim. Sanki palyaço bitki tarafından saklanmış gizli bir kapıdan geçip gitmiş gibiydi.


Yataktan hiç çıkmamalıydım.


Bunların hepsinin bir hayal olduğunu umdum. Hiçbir şey olmamış numarası yapmak gerçeği kabullenmekten daha kolaydı. Buna rağmen palyaço geri geldi. Geceden geceye arka bahçemde dans ederken onu izledim, ve her gecenin sonunda aynı şekilde yok oldu. Bir gece, çim biçme makinesinin arkasından çıkmadan önce  saniyeliğine bir bahçe çapasının gerisinde kayboldu.


Bu gece onu bahçenin ortasında bir kuyu kazarken buldum. Onu daha önce böyle bir şey yaparken görmemiştim ve o anlık düşüncem palyaçonun mezarımı kazdığı yönündeydi. Palyaço, kuyunun derinliği kafasını geçene dek kazmaya devam etti. Bittiğinde, aniden başını sarstı, ardından çukurun kıyısında hareketsizce durdu. Kalbim o kadar hızlı atmaya başladı ki ağzımda bakır tadı aldım. Eğilip bir çiçek kopardığını gördüğümde perdeleri yırtmak üzereydim. Palyaço kökü ağzına attı ve hayali pantolon askısını uzattı ve sanki bir çiftçiymiş gibi işine hayranlıkla bakmadan önce küreği sıkı sıkıya toprağa sapladı. Kalbim hala çatlayacakmışçasına atıyordu fakat o noktada beni görmediği için şükrettim.
O Şey aklımı okumuş gibi topuğu üzerinde döndü ve bana baktı. Bir kalp krizi geçirmek için dua edeceğim aklımın ucundan bile geçmemişti. Çiçeği tükürdü ve doğrudan bana koşmaya başladı. Çukuru gösterip bir çocuğun yaptığı yağlı boya tablosunu gösterişi gibi heyecanla el sallamadan önce evden birkaç adım uzakta durdu ve sırıtarak pis dişlerinin ortaya çıkmasına izin verdi. O an düşünebildiğim tek şey öfkeyle başımı sağa sola sallamaktı.


Palyaçonun gülüşü söndü ve aklı karışmış gibi kafasını kaşıdı. Ardından çukura yürüdü ve onu tekrardan gösterdi. Eğer yapabilseydim ona lanet olup gitmesini söylerdim.  Çizgi filmlerdeki gibi ‘aha’ yapmadan önce anlığına durdu. Gömülü küreğe doğru seke seke gitti ve arkasında kayboldu. Gözlerimi fal taşı gibi açarak tıpkı önceden yaptığı gibi arka bahçemde tekrardan ortaya çıkmasını bekledim. Bunun olması için sessizce dua ettim, ta ki dolabımın gıcırtısını duyana kadar.

O gece, yataktan hiç çıkmamalıydım.

13 Eylül 2016 Salı

"Seeing Red (First Day of School)"

Okulun ilk gününü herkes sever, değil mi? Yeni bir sene, yeni sınıflar, yeni arkadaşlar. Gerçekliğin kasvetli depresifliği bütün eğlenceyi mahvetmeden önce umut ve potansiyel dolu bir gün.

Ama ben okulun ilk gününü farklı bir sebepten seviyorum. Durum şu ki, benim bir tür gücüm var. İnsanlara baktığımda, etraflarında onları saran bir çeşit...enerji görebiliyorum. O insanın ne kadar yaşayacağına bağlı olan renkli bir dış çizgi. Kendi yaşıtlarım genelde uzun bir yaşamları olacağı anlamına gelen koyu yeşil renkle çevirili.

Makul miktarda sarımtırak-turuncumsu olanlar mevcut, araba kazası veya başka bir tür trajedi anlamına gelebiliyor. İnsanlara "zamanından önce" dedirten herşey.

Tabi asıl eğlence ise renkler spektrumun sonundaki kırmızıya yaklaştığında. Arada sırada yürüyen stop lambasına benzeyen kişiler görürüm. Onlar öldürülecek olan veya kendilerini öldürecekler. Onları görmek ve zamanlarının kısıtlı olduğunu bilmek heyecan verici.

Aklımda bunlarla sınıfa çok erken varıyorum, böylece sınıf arkadaşlarımın kaderini keşfedebilirim. İçeri ilk giren çocuk kırmızı sinyaller yayıyordu. Kendi kendime kıkırdadım. Kötü olmuş dostum.

Ama insanlar içeri girmeye başladıkça, hepsinde aynı kırmızılığı gördüm. En sonunda aynadaki gül kırmızısı yansımamı gözümün ucuyla yakaladım, ama hareket edemeyecek kadar şaşkındım.

Hocamız sınıfa girdi ve kapıyı kilitledi, enerjisi hastalıklı bir yeşildi.

Ç.N:
Mobilde olanlar Bloga verdiğim profil linkimi göremiyormuş *-*
O yüzden Facebook linkim ---> www.facebook.com/reishizukachan
Creepypasta grubuna hala eklenmeyen varsa mesaj atabilir ^,^
Ve iletişim formunda sıkça sorulan iki soruya da cevap vereyim hemen :3
1-Rei sevgilin var mı? Böyle bir soruya burda cevap vermem uygun olmaz bence o_O
2-Nasıl birisin(tip olarak)? Kumral saç, yeşil göz, bir de sürekli siyah giyinirim ._.


[Reddit: Zenryhao]

11 Eylül 2016 Pazar

"Party Crashing"

Cadılar Bayramı benim için her zaman yılın en güzel zamanı olmuştur, maskeyle dolaşmanın toplum tarafından olumlu karşılandığı o harika gün. Toplum içinde maskeler oldukça eşsiz bir yere sahip. Bir maske herhangi birini başka bir şeye çevirebilir, bir aktörü karaktere dönüştürebilir, bir kahramanın 'gizli kimliğini' saklayabilir, ve hatta canavarların insanlar arasında gezmesini sağlayabilir. Maske çıkarılana kadar ardında neyin olduğunu asla bilemezsiniz, ama bu Cadılar Bayramının en iyi kısmı; hiçkimse kimsenin maskesini çıkarmayacak. Etrafta maskemi çıkarıp altındaki gerçeği ortaya çıkaracak konuşan köpekli genç çeteleri yok. Hayır, bu gerçeklik ve Cadılar Bayramında herkesin gözü önünde mükemmel bir şekilde saklanabiliyorum.

Tabiki maske takmanın benim için özel bir anlamı var; Ben bir aktör değilim, kahraman ya da canavar da değilim - en azından hayali anlamda- hayır, ben maskeyi basit olarak giriş için kullanıyorum. Yüzümü kapadığı sürece herhangi bir maske yeterli. Her sene farklı bir tane kullanmayı başarıyorum. Yapmam gereken tek şey gürültülü müziğin bangırtısını duyana kadar kenar mahallelerden yürüyüp, çeşitli dekorasyonun yanından geçmek ve şaka-ya da-şekerci gruplarından kaçınmak. Denizdeki deniz kızına çekilen denizci gibi, müziğe çekiliyorum, içinden sızan partiye doğru. Evet, Cadılar Bayramı işte bu yüzden harika.

Cadılar Bayramı partilerinde kapıda kimse soru sormuyor gibi, yapmam gereken kapıyı tıklayıp açıldığında el sallamam- maske insanların parti için orda olduğumu düşünmesini sağlıyor. Şaka gibi, bazen insanlar ön kapılarını sonuna kadar açık bırakıyor. Cadılar Bayramında hiçkimse maskeyle ortalarından geçen adama ikinci kez bakmıyor, benim hobimi eğlenceli yapan da bu.

Yiyeceklerine yaklaşırken tamamen ilgisizler. Kendi özel karışımımı meyveli kokteyllerine boşaltırken çene çalıp dedikodu yapmaya devam ediyorlar. Ben küçük, keskin iğnelerimi çikolatalarına ve tatlılarına saplarken onlar dans edip oynamaya devam ediyorlar. Ancak arkadaşlarından biri zehirimle boğulunca veya kanlı iğneler tükürünce paniklemeye başlıyorlar. Her sene aynı, partiden ayrılıyorum ve arkamda yükselen kaosu duyuyorum, durdurulamaz bir sırıtma maskemin altında şekilleniyor. Dehşet çığlıkları böylesine hoş bir bayram için öylesine hoş bir ses.

Ç.N:
İyi ki bizde Cadılar Bayramı yok? ._.

[By Teddy]

9 Eylül 2016 Cuma

"Darkness"

Gözlerini açıyorsun. Sonsuz siyahlık okyanusu görüş alanını dolduruyor. Karanlığı dağıtmayı deneyerek gözünü kırpıyorsun. Ama karanlığın örtüsü hala bedeninin üstünde. Hareket etmeye çalışıyorsun, ama yüzünden birkaç santim ötedeki soğuk duvar seni yere çiviliyor. Endişeli bir şekilde üstüne bastıran boşluğa bakıyorsun. Aklında sorular şekillenmeye başlıyor. Uyuyor musun? Kör mü oldun? Öldün mü?

Saniyeler dakikaya dönüşüyor ve dakikalar saatlere. Ya da sen öyle sanıyorsun. Zaman kavramını tamamen kaybetmiş durumdasın. Ellerini üzerindeki sert duvara koyup kendini karanlıktan uzağa itmeye çalışıyorsun. Ellerin duvarı pençeleyip, bacakların yeri kazıyarak bedenini birkaç santim kıpırdatmayı başarıyorsun. Ama kafanın üstü başka bir yüzeye çarpıyor ve durmak zorunda kalıyorsun.

Aniden yukarıdan gelen bir gıcırdama sesi duyuyorsun. Diğer tarafta bir şey var. Kesinlikle bir gıcırtı sesi duyuyorsun. Soluk ama anlaşılır. Ancak başladığı hızla ses kesiliyor. Tekrar sessizliğe sürükleniyorsun.

Ardından umutsuz bir düşünce zihnine giriveriyor. Gömülmüşsün. Artık açık bir şekilde ortada. Az önce duyduğun ses, tabutun üstüne konulan toprağın ağırlığı ile gıcırdamasıydı. Hapsolmuş durumdasın. Klostrofobik bir his kalbinde yükseliyor.

Saf bir umutsuzluk ve çaresizlik çığlığı ciğerlerinden fırlıyor.

"Yardım edin!" diye bağırıyorsun. Ama yararsız olduğunu biliyorsun. Seni kimse duyamaz. Gözlerin yaşarıyor. Sıcak bir gözyaşı yanağından akıyor. Böyle bitmesini istememiştin. Hayallerin vardı, ailen,arkadaşların. Yaşamak için bir hayatın vardı. Ama zalim kaderin seni her şeyden söküp aldı.

Gözlerini kapıyorsun. İşkencenin çabuk bitmesi için dua ediyorsun.

Geçen sayısız acı dolu dakikadan sonra sürüklenmeye başlıyorsun, varlığın yavaşça dünya üzerinden siliniyor. Ama sonra bir ses duyuyorsun. İlk başta ne olduğunu anlamıyorsun, ama yavaşça güçlü esintinin tanıdık vızıldama sesini ayırt ediyorsun. Yüzeye çok yakın olmalısın. Yeni bir umut kalbinde yükseliyor. Yanından geçen birinin dikkatini çekmek umuduyla tekrar bağırmaya başlıyorsun.

Aniden yüksek bir gümleme sesi duyuyorsun, tabutunun tavanı içeri doğru bükülüyor, soğuk yüzey suratına bastırıyor. Hava alacak alan bırakmak için kafanı yana çeviriyorsun. Bir şey tabutunun üstüne düşmüş. Seni ezmek üzere olan toprak mı? Hayır, olamaz. İçeri bükülmesine sebep olan şey hala hareket ediyor.

Belki de gömülmedin? Ama eğer durum buysa, o zaman nerdesin sen? Sırtından aşağı bir ürperti yayılıyor. Daha önce aklına gelmiş olması gereken soru zihninde beliriyor. Buraya nasıl geldin? Yakın geçmişe ait anılarının olmadığını fark ediyorsun. Nerdeydin ve ne yapıyordun? Beynin tamamen karanlık.

Gıcırdama sesi sükuneti bozduğu için daha fazla düşünemiyorsun. Üstündeki göçük ağırlığın yer değiştirdiğini belirtircesine azalıyor. Belli belirsiz gelen inleme sesini duyabiliyorsun, sanki birisi ağlamasını bastırmaya çalışıyor gibi. Bir anda aniden gelen ışık seni kör ediyor. Sağ tarafına bakıyorsun. Etrafını saran karanlık dünyada, ışık hüzmesinin içeri girmesini sağlayan bir çatlak ortaya çıkıyor.

Kalbin tekliyor. Bu senin kaçışın. Elini uzatıyorsun, parmakların çatlağın kenarına değiyor. Hayal ettiğin sert yüzey yerine, dokunuşunla aralanan pürüzsüz ve yumuşak kumaşı bulunca şaşırıyorsun. Elinin geçebileceği büyüklükte bir delik yaratarak kadifemsi kumaşı aralıyorsun.

Biraz daha itince elin karanlık zindandan çıkıyor ve ışığın dünyasına giriyor. Kör bir şekilde elinle etrafı araştırırken temiz hava cildini soğutuyor. İlk olarak avcun ulaşamayacağın kadar uzağa giden soğuk bir yüzeye değiyor. Elini yukarı doğru hareket ettirince tekrar yumuşak kumaşa değiyorsun.

Ne kadar yukarı gittiğini anlamaya çalışarak kumaşı tutuyorsun. Ama bir anda parmakların garip kumaşın sonuna erişiyor.

Aniden tiz bir çığlık kulaklarını dolduruyor.

"Anne!Anneciğim!"

Birkaç saniye sonra bir kapının açıldığını duyuyorsun.

"Efendim tatlım?"

"Yatağımın altında bir canavar var!"

Ç.N:
Kontrol etmeye vaktim olmadığı için aceleyle yüklüyorum, yazım veya imla hatası varsa yorumda belirtirseniz sevinirim ^^

6 Eylül 2016 Salı

Creepypasta TÜRKÇE Ailesi Resmi Bildirisi

Merhabalar, yakın zamanda karşılaştığımız tuhaf bir durumdan ötürü size böyle bir açıklama yapmak mecburiyetinde kaldık. Anladığımız kadarıyla sevgili üyelerimizden birinin ailesi tarafından hoş karşılanmıyormuşuz çünkü yayınladığımız Creepypastalar yüzünden psikolojik bir sorun yaşamış. Bu bize ne kadar inandırıcı gelmiyor olsa da yetkililer olarak bu durumla ilgilenmemiz gerektiği sonucuna vardık.

Öncelikle bu kişi bize "Siber Suçlar" kategorisine dahil olan bir suç işlediğimize dair bir yargıda bulundu. Fakat biz yayınladığımız şeylerin kesinliklikle suç kategorisinde bulunmadığını söyleyebiliriz. Zaten bu bildirinin sonunda size "Siber Suçlar" adı verilen şeyin ne olduğunu tanımlayacak bir metin göstereceğiz. Yine de bu tip bir sorun ile tekrar karşılaşmamak için bu bildiride şunu belirtmem gerekiyor: Yayınladığımız Creepypastalar yüzünden üyelerimizin herhangi bir sorun yaşaması durumunda sorumluluk kabul etmediğimizi söylemek isterim. Çünkü bloğumuza giriş yapmış herkes yayınladığımız şeylerin bilincinde olan insanlardır, bu yüzden sorumluluk tamamıyla size aittir. Bu bildiri üyelerimizden çok bize bu tür suçlamalar ile gelen ailelerine yazılmıştır. Kendinize iyi bakın ve esenlikle kalın 

"Siber Suçlar" "Bireylere veya birey gruplarına yönelik, mağdurun onurunu zedelemeye veya mağdura fiziksel veya zihinsel olarak doğrudan veya dolaylı olarak zarar verme suçu kastı ile İnternet (görüşme odaları, epostalar, ilan sayfaları ve gruplar) ve cep telefonu (SMS/MMS) gibi çağdaş iletişim araçları kullanarak zarar verme amaçlı saldırıların yapılmasıdır.” -Vikipedi 

--Creepypasta TÜRKÇE yönetim birliği

5 Eylül 2016 Pazartesi

Afterdeath

Acı çabuk geçti. Ayağı kalktım ve bedenimi bulmaya çalıştım. Muhtemelen metal enkazının altında ezilmiş bir şekilde yatıyordu. Yol kazasında ölmek kesinlikle öteki tarafa gitmenin en kötü yoluydu. ‘’ Peki, iyi bir hayat mıydı?’’ arkamdaki ses sordu.

 Döndüm, ve gülümseyen bir kadınla karşılaştım. Beni görebildiğine göre, onun da tıpkı benim gibi bir ruh olduğuna emindim.

 Kıkırdadı,’’ Bunu oldukça iyi karşıladın, ben Cindy bu arada.’’

 Karşılık olarak,’’ Şimdi ne olacak? Cennet mi? Cehennem mi? ‘’ dedim.

 Yüksek sesle güldü. Bir şey diyemeden uzaktan bir kargaşa sesi duydum.

Cindy bağırdı‘’ HADİSENE ‘’ ve koşmaya başladı. Bana döndü ve seslendi ‘’ İyi biri miydin? ‘’

‘’ Ne? ‘’

‘’ Yaşarken iyi bir şeyler yapmış mıydın? ‘’

 Tamamen şaşkın şekilde tükürükler saçarak konuştum ‘’ Ben… Ben bir keresinde kan bağışlamıştım. ‘’

 Sesin kaynağına ulaştığımızda, hastanenin önünde yüzlerce insanın birbirini parçaladığını görünce dilim tutuldu.

 Bağırdım, ‘’ BURADA NELER OLUYOR? ‘’ 

 Cindy cevapladı, ‘’ Birisi burada doğum yapıyor. Bu ruhlar yeni doğan kabuğun içine girebilmek için dövüşüyorlar. ‘’

 ‘’ Ama bebek…’’


 ‘’ BENİ DİKKATLİCE DİNLE… BİR RUH ONA NÜFUZ EDENE KADAR BEBEK DİYE BİR ŞEY YOKTUR… Eğer hiçbir ruh içine girmeyi başaramazsa kabuk doktorlar tarafından ölü doğum olarak tanımlanır. ‘’
 Devam etti, ‘’ Dövüş gücün Karma’na bağlıdır. Eğer ruh bir tecavüzcü ya da pedofiliye ait ise hiç şansı yoktur. Hiçbir zaman bir kabuğa nüfuz edemezler ve acı içinde yitip giderler. ‘’

‘’ Çocuklar en tehlikelileridir. Saf ruhlar. Dövüş sırasında onlardan uzak dur. ‘’

‘’ Ama cennete ya da cehenneme ne oldu? ‘’

‘’ BURASI CEHENNEMDİR. Ve daha önemlisi, geride bıraktığın hayat… İşte o cennetti. ‘’

3 Eylül 2016 Cumartesi

"Don't Worry About It"

Telefonunun uzaktan gelen zil sesi seni rüyalarından çekip alırken yavaşça uyanıyorsun. Düşüncelerini topluyorsun ve sızlanırken cevap vermek için uzanıyorsun.

Telefonu kulağına koyduğun anda karışık çığlıklardan oluşan arkaplan sesi ile karşılaşıyorsun. Yardım veya acı içinde yalvaran insanlar tek bir kişiyi net bir şekilde duymanı engellemiyor:

"Hemen evden çık!"

Sesin telefondan gelebileceğinden daha yakın geldiğine yemin ederken arama aniden bitiyor. Kendini yatağın kenarına doğru kaydırıyorsun, gözlerini ovuştururken derin bir nefes alıyorsun. Bu kadar şaşırtıcı ve erken yapılan bir arama seni uyanık tutabilir.

Açık bir şekilde arama yüzünden uyanan karın da kenara kayıyor. Kollarını sana sarıyor ve boynuna küçük bir öpücük konduruyor.

"Kafana takma," Onun yarı uykulu mırıldanması seni bir şekilde sakinleştiriyor.

Tam da telefonu yerine koyacakken tekrar çalıyor. Biraz sakarlaşıp yere düşürüyorsun. Karının kollarının seni sıkmaya başlayıp yere eğilmeni engellediğini hissediyorsun.

O anda etrafındaki kollarla karının tanıdık kolları arasındaki ince farkı fark ediyorsun.

"Seni kurtarmak için geç kaldı ne de olsa."

Ç.N:
Evet biliyorum bu CP biraz kısa oldu ama aradığım güzellikte bir CP bulamadım -,-
Hani şu sonu insanı ekrana boş boş baktıranlardan o_O
Bulunca çevireceğim ^^