26 Kasım 2016 Cumartesi

Candy

Küçük kız "anne," dedi, gözlerini ovalıyor ve kapıda annesinin odasında duruyordu.

"Anne, Paskalya Tavşanı Şeker'i yiyor,"

"Saçmalık, bebeğim," kadın yanıtladı. "Paskalya Tavşanı şeker verir, şeker yemez..." dedi ve ona doğru ellerini savuşturdu -salladı-, "Uyumana devam et bebeğim."

"Ama anne," dedi kız. "Paskalya Tavşanı şeker yiyor!" Şimdi daha ciddi bir tonda konuşmuştu, neredeyse ağlayacaktı.

Annesi oturdu ve kollarını açtı. "Bebeğim, sana söyledim. Paskalya Tavşanı şeker yemez, küçük çocuklara şeker verir. Ayrıca, Henüz Paskalya bile değil. Uyumaya devam et," nazik bir sesle.

Odadan döndü ve; "Tamam, anne," dedi çocuk içini çekerek.

Kadın gülümsedi, ne kadar hayal gücü yüksek olan bir çocuk diye düşündü ve uyumaya devam etti.

Koridorda, küçük kız bir süre durdu, Paskalya Tavşanı şekeri yemekteydi. Kız daha sonra derin bir nefes çekti. "Annem yatağa dönmemi söyledi."

Paskalya Tavşanı gülümsedi. "İyi fikir, çocuk. Arkanı dön ve arkana bakma."

Kız, tavşanın yanından metal bir tasma gördü.. Onu aldı ve "Şeker"yazılı bir köpeğe ait olduğunu anladı. Ne geri arkasına döndü ne de ağladı.

Ç.N: Bu... ÇOK MÜKEMMELDİ! Anlatamadım resmen... Favorim bu. Bir de bunun kısa filmi var 2 dakikalık. Çok güzel. Orada daha iyi anlatılmış. Bakın. 
https://youtu.be/Wqz0YtSCetg bu linki. 

Bu filmdeki adam ve köpeği yerken. 

Bu da hikayenin tavşanı.

25 Kasım 2016 Cuma

The Kaleidoscope

Maine’de balayındayken, karım ve ben resmedilmeye değer bir kasaba olan Boothbay’de, özellikle kasvetli ve yağmurlu bir günde durduk. Planladığımız piknik olasılık dışı kalınca, limanın yanındaki harap olmuş antika eşya dükkanında kendimize bir sığınak bulduk. Karım koca sandıkları ve kapının yanındaki masaları incelerken, ben de hevesle arkada cam kutuların içindeki antika aletlerine ve deniz yolculuğu eşyalarına baktım. Optik eşyalar ve denizci belgeleri koleksiyoncusu olarak, bir sekstant, hatta eski deri kayışlı bir teleskop bulmayı umuyordum.

Özellikle ilgi çekici bir teleskop gözüme takıldı. Yıpranmış bir kahverengi patine taşıyan, buna rağmen tasarımsal olarak son derece modern ağır pirinç bir el feneri gibi görünüyordu. Satıcıya bunun eline nereden geçtiğini sordum, fakat bana sadece eski bir gemici sandığında birkaç pusula ve sekstantın yanında bulunduğunu söyleyebildi Bana beş dolara satabileceğini söyledi, hatta istersem bedavaya bile. ‘’Benim için değersiz, bunu kimse istemiyor.’’ dedi. Nedenini sorduğumda, yorgunca iç çekti, ardından kutudan çıkarıp bana verdi.

‘’İşte, kendin gör dostum.’’

El işçiliği harikaydı, Oldukça sağlam, ve görünüşe göre el yapımıydı, belki de Avrupa’dan bir yerlerden gelmişti. Yıpranmış yazı bunun Alman, belki de köken olarak Avusturya yapımı olabileceğini söylüyordu. Ampul yuvasını çevirdim ve zayıf bir kırmızı ışık oluştu. Dükkanın karanlık bir köşesine soktuğumda, fantastik monoton kıvrımlar beni karşılamıştı, hareket edip birbirlerini sarıyor, tıpkı bir yılan balığı sürüsü gibi zikzaklar yapıyorlardı. Alışılmadık  çiçek dürbününe baktıkça, fantastik zihnim sinirli hortlak suratları oluşturmaya başladı. Aleti kapattım, heyecanla satıcıya döndüm.
‘’Fantastik’’ dedim. ‘’ Lenslerin önünde bir çeşit yağ filtresi olmalı. İki tana Victoria dönemine ait çiçek dürbünüm var, fakat hiçbiri bunun kadar iyi illüzyonlar sunamıyor.’’

‘’Bunu almayacaksın değil mi? Bunu kimse almıyor. Bir süre sonra iade etmek için geri dönüyorlar.’’ Satıcı tezgaha yaslandı, nefesinin ağırlaştığını ve yüzünün terlemeye başladığını görebiliyordum. ‘’Herkes bunun bir çeşit numara olduğunu zannediyor. Ta ki onlarıışıklar kapanınca da görmeye başlayana kadar.’’


‘’Bu bir projeksiyon, veya bir fener değil efendim. Bu… Bu lanet ışık o yaratıkları kendi oluşturmuyor. Sadece gözlerinizin orada olanı görmesini sağlıyor.

Ç.N: Neden iade ettiklerini anlıyorum.

20 Kasım 2016 Pazar

A Perfect Pair

Artık bundan çok yoruldum. Hem dışardasın, hem içerdesin. Bazen beni tamamiyle yok sayıyorsun. Bazen de uzun aralıklarla bana bakıyorsun. Beni öğreniyorsun, sanki sana cevapları verebilecek, seni kurtaracak olan tek kişiymişim gibi. Aslında, bence yapabilirim. Seni kendi dünyama çekip, sana acı veren bütün her şeyden kurtarabilirim. Seni ağlarken gördüğüm zamanı sayamıyorum bile... Sana yardım edemiyorum ama seninle aynı şeyleri yapıyorum. Üzüldüğünde ben de üzülüyorum... Güldüğünde ben de gülüyorum. Bana uygun olduğunu kimse bilmez
ve benim gördüğümü başka kimse göremez. Kim senin kustuğunu izleyip sen olmak ister.  Hatta ben yanındayken sivilcelerini bile sıkıyorsun. Bu samimiyetin, gerçek sadakatin ve saf arkadaşlığın bir göstergesi. Bu sabah ayrıldığında uzun süre hiçbir şey söylemeden gözlerime baktın. Ama gözlerin... Gözlerin bana duymam gereken her şeyi anlattı. Sen de aynısını hissediyorsun, biliyorum. Saplantının sınırında sen bana tapıyorsun, ben sana... Gözlerin yalan söylemez. Biz ruh kardeşleriyiz, aynı zamanda yaşamayı hakeden, olmayan sert gerçeklikteki ikizleriz. Seni buraya getirebilirim. Hatta o akşamın bu akşam olduğuna karar vermiş bulunmaktayım. Seni serbest bırakmaya, bizi özgürleştirmeye geliyorum. Yeterince bekledim. Akşam, sen uyurken, seni aynadan içeri çekeceğim ve seni yaşadığım unutulmuş güzelliğe götüreceğim...
ÇN:
Bunu çevirdikten sonra yansımama daha değişik bir gözle bakmaya başladım ^^
Tüyler ürpertici  .-.

18 Kasım 2016 Cuma

I’m Worried About My Son

Oğlum hakkında endişeliyim.

Endişeden de öte, bu noktada dehşet içindeyim. Son birkaç haftadır davranışları normal değil, sağlıklı değil. Bunlar beni bir şeylerin yolunda gitmediğine itiyor.

Başta, gelip kapı eşiğinde duruyordu. Bunu geçen gecede yaptı, ben uyumadan hemen önce. Arkamı döndüm ve ışığı kapadım, ama o dikilmeye devam etti, kapı eşiğinde. Önceden onunla konuşmaya çalışırdım, ama artık bunu yapmıyorum. Bana hiç cevap vermedi.

Sadece izliyor.

Birkaç gün önce, kapıda beklemek yerine gelip yatağa oturmaya başladı. Hala daha konuşmuyor. Ona ne istediğini sordum. Onu neyin rahatsız ettiğini sordum. O hiç bu kadar sessiz olmazdı.

Çoğunlukla karımın uyumasını bekler. Beni rahatsız eden noktada bu. Karım, hep benden önce uyurdu, ve o, karım hiç uyanıkken yanıma gelmezdi. Ama sonra, karımın bu işle bir alakası olmadığını anladım.


Eğer yakında bir şeyler değişmezse, ne yapacağımı bilmiyorum. Korkuyorum, onu öldüren kişinin ben olduğumu anlayacağından korkuyorum.

17 Kasım 2016 Perşembe

Grove

Mükemmel bir daire içinde büyüyen ağaçlar, kayaları saklamak için harikadır. Kayaların arkasında bir oyuk görürseniz, bir geometrik gariplik dışında, dışarıdan tamamen zararsız görünür. Bu oyuğun içine bir adım atan olursa, içi ormanda aysız gece kadar karanlık, en parlak yaz gününden bile parlak olabilir.. Yanlışlıkla oyuğun içine girenler asla dışarı çıkmamalı. Ancak, eğer çok cesur ya da çok aptalsanız, oyukta bir kamp gezisi düzenleyebilirsiniz. Biliyorum ki, girdiğinizde orada kalacaksınız. Uyku tulumlarının içinde, gözleriniz kapalı titreyeceksiniz. İşte o zaman gecenin karanlığını görebilirsiniz. Gecenin gölgesini. Sonra akıl sağlığınızı kaybedeceksiniz, korkudan. Hayatta kalmak isterseniz çıkış yolunu bulmanız gerekecek.Bu ağaçlar boşuna daire değildi. Eğer olur da çıkarsanız dışarı, ağaçlar karşınıza çıkacak. Sonra kendinizi tekrar oyukta uyanık bir şekilde bulacaksınız...
Ç.N: Sevdim ben bunu. Güzeldi. Bir de bu karışık gibi gözükebilir, fakat bu şekilde. Gelip de yoruma 'kötü çevirmişsin', 'karışık olmuş.' yazmayın yani :) Haruki~

15 Kasım 2016 Salı

BUTTS

Bir kaç geceliğine adam dışarı çıkmıştı, geri döndü. Bir de baktı ki televizyon, yoktu. Bilgisayar, yoktu. Hepsi yok olmuştu; bir kaç şey dışında. Gümüş kaşıklar, yemekler, kıyafetler ve takılar.  Sadece birkaç parça, diş fırçası, bir konserve açacağı, bir kaç mum ve tek kullanımlık bir fotoğraf makinesi kalmıştı bir de. Polisi aradılar ve rapor verdiler. Umutla beklerken polis fotoğraf kamerasını istedi. Polisler gördükleri şey üzerine onları çağırdılar. Fotoğrafta, hırsızların fotoğraflarını bulundu. Kameraya dönük, popolarını diş fırçası ile silerken.

Ç.N: Bu uygun mu bilmiyorum ama.... Edepsiz olduğu aşikar :D

Ç.N 2: Başlık yoktu, bende kendim koydum. 

Ç.N ,: Perşembe paylaşamamıştım, paylaştımmm :) 

13 Kasım 2016 Pazar

An Old Lady

Bir gün bir kadın alışveriş yapmak için alışveriş merkezine gider. Kadın mutlu bir günündedir. Aldığı eşyaları arabasının bagajına yüklemektedir. Yüklemeyi bitirip, bagaj kapağını kapattığında yolcu kapısının orda yaşlı bir kadın görür. "İyi bir kız olup beni evime bırakır mısın? Arabam yok ve bütün gün boyunca yürüdüm." Kadın "Tabiki." der ve yolcu kapısının kilidini açar.
Arabayı sürmeye başladığında kadın, sürücü koltuğunda huzursuzlaşmaya başlar. Çantasına bakıyormuş gibi yapar.  "Lanet olsun, kredi kartımı bulamıyorum. İçeri girip biri onu bulmuş mu diye bakacağım." der. Yaşlı kadın "Seni burda bekleyeceğim." diyerek cevap verir.
Kadın yardım bulmak için içeri girer. Güvenlik görevlisini arabasının yanına götür. Arabaya geldiklerinde yolcu koltuğunun kapısı tamamen açıktır. Koltuğun üstünde yaşlı kadının taşıdığı çanta durmaktadır. Çantanın içinde ise yaşlı kadının giydiği elbisesi ve taktığı gri peruğu, onun yanında ise kasap bıçağı, video kamera ve bir koli bandı bulunmaktadır.
ÇN:
Siz siz olun sakın arabanıza tanımadığınız kimseyi almayın. Özellikle yaşlı kadınları ^^

11 Kasım 2016 Cuma

Ickbarr Bigelsteine

Ben küçük bir çocukken, karanlıktan korkardım. Hala korkuyorum, ama 6 yaşlarında olduğum zamanlarda ebeveynlerimden birine yatağın altını veya dolabın içini beni yemek için bekleyen yaratığı araması için yalvarmadan tek bir geceyi bile geçiremezdim. Gece ışığında bile, odanın köşelerinde cirit atan karanlık siluetler, veya yatak odası camından bana bakan yüzler görüyordum. Ebeveynlerim beni yatıştırmak için ellerinden geleni yapıyorlardı, bunların sadece kötü bir rüya veya ışık oyunu olduğunu söylüyorlardı, ama gencecik aklımla uyuduğum saniye kötü şeylerin bana ulaşacağından emindim. Çoğu zaman, endişelenmek için fazla yorgun olana dek çarşafın altında saklanırdım. Ama ara sıra o kadar paniklerdim ki, çığrınarak anne babamın odasına koşar, uyuyan abimi ve kız kardeşimi uyandırırdım. Böyle bir çileden muzdarip kimsenin iyi bir gece uykusu çekeceği söylenemezdi.

Sonunda, özellikle travmatik bir geceden sonra, anne babamın canına tak etti. Onlar ne yazık ki, altı yaşındaki bir çocukla tartışmanın boşa kürek çekmek oluğunu anladılar ve akıl ve mantık doğrultusunda beni çocukluk korkularımdan kurtaramayacaklarının farkına vardılar. Daha zeki olmalıydılar.

Bana küçük bir uyku arkadaşı dikmek annemin fikriydi.

 Çeşitli kumaşlar topladı ve dikiş makinesiyle daha sonra Bay Ickbarr Bigelsteine, yada kısaca Ick olarak adlandıracağım şeyi yarattı. Ick annemin tabiriyle kumaş bir canavardı. O beni, uyurken koktuğum canavarlara karşı koruyacaktı. Doğrusunu söylemek gerekirse oldukça ürkütücüydü. Şimdi bakınca annemin bu kadar tuhaf ve rahatsız edici bir şeyi nasıl düşündüğünü aklım almıyor. Ickbarr, beyaz düğmeden gözlere ve koca kedi kulaklarına sahip bir Frankestein cini gibi bir araya getirilmişti. Küçük kolları ve bacakları kız kardeşime ait siyah ve beyaz çizgili çoraptan, yüzü abimin uzun yeşil futbol çoraplarından yapılmıştı. Kafası şişkin olarak tanımlanabilirdi, ve ağzı için annem bir parça beyaz kumaştan zikzak şeklinde kocaman sırıtan dişler dikmişti. Onu başta sevmiştim.

 O andan itibaren, Ick yanımdan ayrılmadı. Akşam karanlığından sonra tabi ki. Ick güneşi sevmezdi, ve onu benimle beraber okula götürmeye çalıştığımda üzülürdü. Ama bu sorun değildi. Ona karabasanları uzak tutması için sadece gece ihtiyacım vardı, bu onun iyi olduğu alandı. Böylece her yatma vakti, Ick bana canavarların nerede saklandığını söylerdi, ve ben de onu odamın en dehşet verici yerine yakın bir konuma yerleştirildim. Eğer dolapta bir şey varsa, Ick kapısını engeller, eğer camımı tırmalayan bir canavar ise Ick camı tutardı, veya yatağımın altında kıllı bir yaratık varsa, oraya giderdi. Bazen canavarlar odamda olmazdı. Bazen rüyalarımda saklanırlardı, ve Ickbarr benimle rüyalarıma gelirdi. Hortlaklar ve iblislerle savaştığımız sürece Ick’i rüyalarıma getirmek eğlenceliydi. En güzel kısım Ick’in benle rüyamda konuştuğu zamanlardı. ‘’Beni ne kadar seviyorsun?’’ diye sorardı.

‘’Her şeyden daha çok!’’ diye cevaplardım. Yine bir gece yine bir rüyada, ilk dişim çıktıktan sonra, Ick benden bir iyilik istedi.

‘’Dişine sahip olabilir miyim?’’
Neden diye sordum.
‘’Kötü şeyleri öldürmede yardım etmesi için’’ diye cevapladı.

  Sonraki sabah kahvaltıda, annem dişimin nereye gittiğini sordu. Bana dediğine göre ‘diş perisi’ onu yastığımın altında bulamamış. Onu Ickbarr’a verdiğimi söylediğimde omuz silkti ve kız kardeşimi beslemeye devam etti. O zamandan itibaren çıkan her dişimi Ickbarr’a verdim. bana her seferinde teşekkür etti, ve beni sevdiğini söyledi. Buna rağmen sonunda, bebeklik dişlerim bitti, ve oyuncak bebeklerle oynamak için biraz yaşlandım. Böylece, Ick artık kitaplığımda oturup tozlanmaya, ve yavaşça dikkatimden çıkmaya başladı.

  Yine de, buna rağmen kabuslar her zamankinden daha da kötüleşti. O kadar kötülerdi ki beni gerçek dünyada da takip ettiler, her köşede dehşet saçtılar, her çalıda hışırtılar çıkardılar. Özellikle arkadaşımın evinden pedal çevirerek döndüğüm ve kuduz köpekler tarafından kovalandığım kötü bir gece, odamda beni bekleyen garip bir şeyle karşılaştım. Orada, yatağımda, yumuşak ay ışığıyla parlayan şey, Ickbarr’dı. Başta gözlerimin bana oyun oynadığını düşündüm, tüm gün bunlarla uğraşmıştım. Bu nedenle ışıkları açmaya çalıştım. Denedim, tekrar denedim, fakat karanlık kaybolmadı. İşte o zaman endişelenmeye başladım.

Arkamdaki kapıya yavaşça döndüm, gözlerim Ick’in silüetinden hiç ayrılmadı, ellerim kapıya dokunabilmek için beceriksizce geri uzadı. Tam odadan topuklamak üzereydim ki kapının arkamdan sertçe kapandığını duydum. Karanlığa gömülmüştüm, karanlık ve sessizlikten başka bir şey yoktu. Yerimde donakaldım, nefes dahi almıyordum. Ne kadar sürdü bilmiyorum ama, hayat boyu gibi gelen soğuk sessizlikten sonra, tiz tanıdık bir ses duydum.

‘’Beni beslemeyi bıraktın, peki neden seni koruyayım?’’
‘’Beni neyden koruyacaksın?’’
‘’Sana göstereyim.’’

Bir kere göz kırptım ve her şey değişti. Artık yatak odamda değildim, başka bir yerdeydim… Cehennem değildi, ama ondan pekte farklı olduğu söylenemezdi. Bir çeşit ormandaydım, kısmı embriyonik bedenlerin kubbeden sarktığı, ve yerin etçil böceklerle çevrili olduğu korkunç bir ormandaydım. Kalın bir sis tabakası hava yoluyla yayıldı, beraberinde pis bir et kokusu getirdi, karanlık gökyüzünde açık yeşil bir ışık hafifçe parlarken, uzakta insan olmayan bir şeyin acı veren çığlıklarını duydum. Kafam patlarcasına zonkluyordu, acı göz yaşı pınarlarımı boşalmaya zorluyordu. Zihnimde onun sesini tekrar duydum.

‘’Bu gerçekliğinin, ben olmadanki hali.’’
Toprağı titreten adımların bana yaklaştığını hissettim.
‘’Bunu durdurabilecek tek şey benim.’’
Artık arkamdaydı, kocaman ve öfkeliydi, sıcak nefesi sırtıma vuruyordu.
‘’Bana ihtiyacım olanı getir, ve ben de durdurayım.
Arkamı dönemeden uyandım.

Sonraki gün, anne-babamın dolabını abimin bebeklik dişleri için talan ettim. Hepsini Ickbarr’a verdim. Neredeyse hemen gece dehşetleri durdu, ve ben hayatıma artık daha çok veya daha az normal devam edebilecektim. Zaman zaman, kız kardeşimin odasına gizlice girip, diş perisine sunduklarını kapıyordum, veya bir komşunun kedisini boğazlayıp küçük kesici dişlerini söküyordum. Görüşleri geçiştirmek için her şeyi topluyordum. Köpek balığı dişi kolyeden çürümeye yüz tutmuş hayvan cesetlerininkilere kadar. Ayrıca süresi fark etmeksizin odayı her terk edişimde Ick’in hareket ettiğini fark ettim. Eşyalarımı yeniden düzenliyor, ek perdeler ekliyordu. Artık bir şekilde daha canlı görünüyordu. Doğru ışıkta dişleri parlıyor, ve daha dokunulabilir gözüküyordu. Her ne kadar beni korkutsa da. Beni nerenin beklediğini bildiğimden onu yok edecek cesareti kendimde bulamadım. Bu nedenle tüm okul hayatım boyunca Ick için diş toplamaya devam ettim. Büyüdükçe, korkmaya başladığım şeyler arttı, Ick’e vermem gereken daha çok diş çıktı.
Şimdi 22 yaşındayım, ortalama bir işte çalışıyorum, kendi evimde oturuyorum, ve bir set takma dişe sahibim. Ick’in son yemeğinden beri bir ay geçti, ve korkular bir kez daha etrafımı sarmaya başladı. Bu gün işten sonra park alanında bir tur attım. Ve anahtarlarını arayan bir adam gördüm. Ağzı kahve ve sigara yüzünden sararmıştı. Yine de azı dişlerini sökmek için bir çekiç kullanmam gerekti. Apartmanıma döndüğümde beni bekliyordu. Tavanda, köşede. İki beyaz göz ve sivri dişlerle.

‘’Beni ne kadar seviyorsun?’’ diye sordu.
‘’Her şeyden daha çok.’’ diye cevapladım ceketimi çıkarırken.

‘’Dünyadaki her şeyden daha çok.’’

Ç.N: Klişe bir konuya gerçekçi bir şekilde bakan son derece tatmin edici bir CP.

Bu arada bir sorun çıkmazsa eğer, her hafta sabit olarak cuma günü yeni bir CP paylaşacağım. Haftaya görüşmek üzere (°ᴥ°c)

3 Kasım 2016 Perşembe

Kids Are Creepy

Çocukluk masumiyet zamanı olabilir, ama genellikle çocukların korkunç şeylerde yer aldığını fark ettiniz mi? Çocuklar şeker ve  çoğu şeyin güzel olduğuna inanmaktadır fakat görünüşe göre, çoğu çocuk düpedüz iğrenç şeyleri sevebilir. Uzun zaman önce, Reddit üzerindeki forumda bir anne sordu, “Çocuğunuz hiç ürkütücü bir şey söyledi mi?"
Cevaplar çocukların dünya üzerinde iyi bir şey olmadığını bize hatırlattı.

*ÇN: Burası bir açıklama kısmıydı, şimdi de bir kullanıcının yazısı var:*

Jmersh: Oğlum iki yaşında bastığı sabah yatağında öylece uyuyordu. Daha sonra uyandı, günaydın dedi ve eline tişörtünü aldı. Daha sonra kafasını yana eğdi ve gülümseyerek annesine ilerledi. Ne yaptığını sordum ve o dedi ki:“Annemin karnındaki kız kardeşime bakıyorum." Garipsedim, hayal gücü yoğun olan bir çocuk diye düşündüm içimden. Eşim de kıkırdadı. 2 hafta sonra, bir kız çocuğumuz olacağını öğrendik. Eylül ayında verilecekti. Verme işinden sonra ne çocuklar hakkında konuştuk, ne de bebekler. Çok ürkünçtü.

Ç.N: Vay canına, bu bir cp değil aslında, belirtildiği gibi Reddit'te paylaşılan bir şey. Neyse, eğer bunu severseniz bunun diğer yorumlarını da çevirebilirim. Hoşçakalın ^-^ Bu arada soru soracaksanız sorun :D Çekinmeyin. ~~Haruki -artık ismimi yazmaya karar verdim.-



1 Kasım 2016 Salı

People

Yatağında sessizce uzanıyorsun. Penceren açık, hafif bir esinti düşüncelerini takip ediyor. Gözlerin tavanda, zamanın geçmesini bekliyorsun. Uyumak neden bu kadar zor? Topukların yatağa değerken sessizce merak ediyorsun. Bilinmezliğin seni sürüklemesini bekliyorsun. Yıllardır uyumamış gibisin ama sadece gözlerini tamamen kapatmayalı 3 gün geçmiş.
Öylece uzanıyorsun. Bütün hislerin tamamiyle açık, çıkan bütün hışırtıyı, ara sıra kulağına gelen baykuşun yüksek sesle ötmesini duyuyorsun. Gözlerin tamamiyle karanlığa alışmış, odanı bütün ayrıntılarıyla görebiliyorsun.
Aniden bir gıcırtı işitiyorsun. Geceleyin dolaşan salak köpeğinin sesi olduğunu düşünüyorsun. Kafanı yastığa gömüp uyumaya çalışıyorsun.
Başka bir gıcırtı, çarpma sesinin ardından duyuluyor. O anda kalkıp komidinin üstündeki silahına uzanıyorsun. "O da neydi öyle?" Vahşice nişan alıp odanın etrafında dönüyorsun. Pencerenin dışında biri var. Sürünerek delikten yaklaşıyor. Yüzü tamamiyle bembeyaz, kaşları yanık siyah ve kanlı kırmızı bir gülümseme... Saçları uzun, siyah ve keçe gibi. Beyaz kapşonlu bir switshirt giymiş ve üzerine siyah bir madde bulaşmış ki onun kan olduğunu tahmin ediyorsun. Sana saldırıyor, üstüne atlayıp seni yatağa sıkıştırıyor. Kulağına şu 2 kelimeyi fısıldıyor:
"SADECE...UYU!"
Gözleri olduğu tahmin ettiğin yere bakıp kendini yukarı çekip ona bakıyorsun "Kim olduğunu zannediyorsun? Odama öylece dalamazsın!"
O şey de sana bakıyor. "Bekle...ne?"
Sinirli sinirli bakıyorsun.  "Ve neden benim LANET OLASI yatağıma yatıp uyumamı istiyorsun? Belki konudan sapmış olabilirim ama HAYIIIR bana KENDİNİ göstermek zorundasın!"
Pencereye yürümeye başlıyor. "Ben-ben sadece kendi yoluma gitmek istemiştim...-heh". Gecenin karanlığında pencereye atlayıp gözden kayboluyor.
Silahını tekrar komidinin üstüne bırakarak yatağına uzanıyorsun, iç çekerken sesli konuşuyorsun.
"Yüce tanrım...zamane insanları"
ÇN:
Jeff The Killer la biraz eğlenen komik bir pasta ^^
Sanırım çok fazla komik pastalar paylaşılmıyor. Ben de çeviriyim dedim :)