27 Aralık 2014 Cumartesi

"Blackout"

O gün her zamankinden farklı bir şey yapmadım. Gayet normal başladı, hatta sağır edici alarm sesiyle uyanmıştım.Dişlerimi fırçaladım. Kahvaltı hazırladım, ve yedim. Anneme hoşçakal öpücüğü verdim ve çantam arkamda sallanırken ön kapıdan dışarı fırladım. Otobüs durağına gelince banka oturdum, otobüsün gelmesini bekledim. Emin olmak için durağa her zaman erken giderim. Hatırladığım kadarıyla farklı görünen tek şey çimenlerdi, biraz daha yeşil görünüyorlardı.

Otobüse girdim ve boş bir koltuk buldum. Otobüsün en arkasına geçip kenara oturdum, kulaklıklarımı taktım ve biraz müzik dinledim. Sabahları daha sakin müzikler dinlerim.

Zaman geçtikçe otobüs dolmaya başladı. Bu bir okul otobüsüydü. Çocuklar gevezelik ediyor, birbirlerini kızdırıyor, sağa sola dönüyor ve bağırıyorlardı. Sıradan çocuklardı. Ancak kulaklarımdaki kulaklıkla duyabildiğim tek şey müzikti, piyanonun melodik tınısı, sarhoş edici arp sesi ve üflemeli çalgılar. Ben normal müzik dinlemem.

Okula vardık. Kulaklıklarım hala kulağımda, ayağa kalktım ve koşan çocuklar okyanusunda bir damlaya dönüştüm, ders için istekli değil, ama varmak için istekliydim.

Okul gürültülü ve yoğundu. Sınıflar öğrenci ve her tür konuda bilgi veren öğretmenlerle doluydu; Öğrenciler sıkılmış ve öğrenmeye hevesli değillerdi. Girişte arkadaşlarımla buluştum. Tommy ve Michael ile basketbol oynadım. Oyun alanındaki en yakın arkadaşlarımdılar. Basketboldan sıkıldıktan sonra bahçe duvarlarının dibinde bulduğumuz taş ve dal parçaları ile toprağı kazıp böcek ve solucan aradık.

Karanlık gelmeden önceki anı çok net bir şekilde hatırlıyorum. Uzun dallar almıştık ve yerdeki çöpleri kurcalıyorduk. Michael'la küçük bir böcek arkadaş bulursak ne yapacağımız konusunda şakalaşıyordum. Tommy onu ezeceğini söylemişti ve biz, onun böyle bir şey yapmayacağını bildiğimiz için gülmüştük. Kıkırdamalar devam etti ve ben bakışlarımı yerdeki çöpe indirdim, gülümsüyordum.

3 yıldır bu "krizleri" geçiriyorum, annem onlara böyle diyor. Tam da ben gittiklerini düşünürken, bir kaç ayda bir ortaya çıkıyorlar. Anneme göre sadece güçsüzleşiyorum ve kendimden geçiyorum, 45 dakika sonra bir hastane yatağında başımda doktorlarla uyanıyorum. Annem o 45 dakikada olanlar ile ilgili hiçbir şey bilmiyor.

Gördüğünüz rüyaları hatırlayamadığınız bir gece uykusu düşünün, Sadece saf karanlığın olduğu bir yer, ve bu karanlık,alarm sesiyle gözleriniz gün ışığına açılınca ya da alarm sesi kulaklarınıza dolup sizi gerçekliğe çekince bitiyor. Bu benim gördüğüm şey, ama o karanlıkta başka bir figür var. Yüzü örtülü ve detayları ayırt edilemiyor. Bir rüya gibi hissettirmiyor; aslında,bu figür beni bütün hayatım boyunca izledi ve ben şimdi başka bir dünyaya bakıyor ve onun karanlık bakışları ile karşılaşıyorum. Sadece bekleyip izliyor.  Hiçbir şey söylemedi, hareket etmedi. Ama orda olduğunu biliyordum; Yanımda başka birinin varlığını hissediyordum.

Ağaç dalını çöpe değdirdiğimde "kriz" başladı. Gözlerim yuvalarından çıkacakmış gibi hissettiğimde başladığını anladım. O an nefesim çoktan durmuştu ve konuşamıyordum. Parmak uçlarım karıncalanmaya başlamıştı; yüzüm ve ayaklarım kan hücum ettikçe yanıyordu. Karnımın derinliklerinde korkunç bir his koptu ve beni parçaladı. Bu noktada, görüşümü ve bilincimi kaybettim. Yere düştüğümü hatırlamıyorum.

Tekrar karanlıktaydım. Bu daha önce de defalarca kez olmuştu, artık o figüre alışmıştım , tabi karanlığa da. Onunla buluşup, karanlık bakışlarıyla karşılaşmaya hazırdım. Ancak, ilk defa, korkudan dona kalmıştım. Figür ordaydı, karanlıkta, ama ondan korktum. Bu daha önce olmamıştı. Garipti, ama sadece bitmesini istedim.

"Evet..." dedi figür. Sesini ürpertici bir netlikle duydum.

"Sen..." derin bir nefes aldı, sanki uzun ve yorucu bir iş bitirmiş gibi "...bittin"

Bittin. Bu kadardı.

Oyun alanında uyandım. Güneş gökyüzünün diğer tarafındaydı, zaman geçmişti. Ortada bir ölüm sessizliği vardı; etrafa baktım, bomboştu. Kafam karışmış bir şekilde ayağa kalktım. Genelde hastanede veya müdürün odasında öğretmenler etrafıma dizilmiş halde uyanırdım.

Cam kapılara yöneldim ve okula girdim. İçeri baktığımda kimseyi göremedim. Büroya girdim ve düşüncelerimi toparlamak için bir sandalyeye oturdum. Kağıtların hışırtısını duydum ve kafamı kaldırdım. Masadan havalanıp koridora doğru uçan bir dosya gördüm.

Hemen ayağa fırladım ve dosyayı takip ettim. Koridorun sonunda bir kapı açıldı ve dosya içeri girdi. Ardından geldim ve dosya masaya yaklaşırken onu izledim. Tekerlekleri olan sandalye döndü ve dosya masaya düşüverdi.

Bürodan dışarı fırladım, yalnız ve dağılmış hissediyordum. Sınıfa koştum ve bir parça tebeşirin tahtaya bir şeyler yazdığını gördüm. Panikledim ve okuldan çıktım. Sokakta sürücüsü olmadan giden arabalar, kendi kendine açılan kapılar, uçan aletlerle bakımı yapılan bahçeler gördüm.

İnsanları göremiyordum.

Uzun bir süreden sonra, belki haftalar veya aylar, bir kaç şey fark ettim. Yansımamı göremiyordum. Bunu tahmin etmiştim. Asıl ilginç olan, açlık hissetmiyor  ve yeme ihtiyacı duymuyordum. Sadece dolanıyordum, çevreyi izliyordum. Sıkıntı beni deli etmişti. Sıkıntıdan daha da kötüsü ise, yalnızlıktı. Amaçsız bir şekilde şehirleri, sokakları, evleri, marketleri, parkları ve ayaklarımın beni götürebileceği her yeri gezerken kendimle konuşuyordum. Göremediğim insanlar günlük yaşamlarını yaşarken izliyordum.

Bir süre sonra dolanmak ilginç bir iş haline geldi. Gün içinde uzun yürüyüşler yapıyordum, insanların ev adreslerindeki numaraları sayıyordum. Kendi kendine hareket edip çimleri sulayan hortumları ve havada uçup bisiklet kullanan kaskları görüyordum. Geceleri sokaklarda, sokak lambalarının altında koşuyordum.

Bir kütüphaneye rastladım. Bu beni uzun bir süre meşgul tuttu. Rafları taradım ve mekandaki bütün kitapların neredeyse yarısını okudum. Diğer uçan kitapların yanında bir yere oturdum. Bilgi alıyordum.

Daha sonra bir mezarlığa denk geldim. Mezar taşlarını incelerken baya zaman harcadım, bana tanıdık gelecek isimleri arıyordum. Eski arkadaşlarımın soyadlarını tanıdım. Tarihlere bakıp insanların kaç yıl yaşadıklarını hesaplıyordum. Bazen tamamlanmamış tarihler görüyordum, henüz ölmemiş insanların mezar taşları. Ölmeyi bekleyen insanları düşündükçe içim acıyordu. Onlar için üzülüyordum. Bazen geri gelip tarihleri tamamlanmış olarak buluyordum. Her şeyi satır satır okuyordum. Gece göremiyordum, o yüzden sokaklarda dolanıyordum. Beni göremeyen arabaları oynatıyordum.

Bu gün, mezarlık yürüyüşümü bitiyordum. Üstünde benim ismim yazan bir taşa denk geldim. Farkındalık bir anda tokat gibi çarptı, ama artık daha mantıklı geliyor. Doğum ve ölüm yılı yazılmıştı. Uzun bir süre baktım. Ne kadar üzgün olduğumu tahmin bile edemezsiniz. Bir gün uyanıp, annemi görebileceğimi düşünüyordum. Belki de hastanedeyim, kalkarım, iyileşir ve okula geri dönerdim diye düşünüyordum. Sanırım ağladım, ama muhtemelen gerçek gözyaşlarına sahip değilim.

Bir süre oturduktan sonra, daha önce aklıma gelmeyen bir fikir buldum.

Ve işte bu sayede buraya geldim. Sonraki hayatta nesnelerle etkileşime geçebileceğimi biliyorum, ama aynı zamanda içimde bulunan yaşamın da farkındayım. Eski evime gittim- orası daha tanıdık.

Bilgisayarıma oturdum ve bildiklerimi yazdım. Ve fazla dikkat çekmeyeceğini bildiğim bu siteye gönderdim; creepypasta. Bu tarz hikayelerin çok olduğu bir yer, ama sadece hayal. Sanırım bunu daha çok, olan şeylerle ilgili düşüncelerimi düzenlemek için yazıyorum. Özellikle bu gün fark ettiğim şey ile ilgili olanı. Yaşayanların dünyasına bir mesaj gönderebileceğimden de şüpheliyim. Daha önce de denemiştim. Ah şey; ne de olsa bol bol zamanım var.

ÇN:
Sanırım bir haftadır falan yoktum ortalıkta o_O
Ama yaşıyorum merak etmeyin :D

Lose One's Reason

Okulda koşuşturmaktan,sınavlardan,derslerden ve hocaların boş laflarını dinlemekle geçen bir günün ardından kendimi yatağa bırakıyorum.Çok uzun sürmüyor uykuya dalmam.Uyandığımda saat gece 1-2 civarıydı.Yorgunluğum hala geçmemişti.Yarı uyur bir vaziyette ayağa kalktım.Çok susamışım.Mutfağa gitmek için haraket ettğim anda boynumda bir huylanma hissettim.Çok garipti.Sanki birisi ya da birşey boynumu yalamıştı.


Böyle bir şey daha önce olmamıştı.Yani normal değildi.Vücudumdaki adrenalin artmaya başladı.En küçük bir şey olsa hiç durmadan saatlerce koşarım.Ama hiç birşey olmadı.Etraf karanlıktı.Hemen odamın ışını yaktım.Odamı hızlıca aradıktan sonra rahatlarım.Hiç birşey yoktu.Su içip uykuma dönmeliyim diye düşündüm.Odamdan çıkarken omzumun iki yanında iki el hissettim.Yine boynum huylandı.Bu sefer daha uzun sürdü.Taş kesilmiştim.Işığı kapatıp yatağa girdim.Örtümü kafama kadar çektim.Korkudan titriyordum.Sabahı çıkaramayacaktım belkide.Yatağa birşey oturdu.Ardından üstüme bir yük çöktü.Üzerimde gezinen eller hissettim.

Bu böyle devam edemezdi.Bir harakette yataktan fırladım.Korkunç bir ses duydum.Gerçekten yüksekti.Anne ile babamı uyandırmak için yanlarına gittim.Ses yüzünden uyanmamışlardı.Nasıl duymazlardı.Hemen annemin koluna dokundum.Bir anda gözlerini açıp bana baktı.Çok korkmuş gibiydi.Kafası yavaşça diğer tarafa eğdi.Bir daha yokladığımda bir cevap alamadım.Yan tarafına baktığımda babamı göremedim.Bu evden çıkmalıydım.Sadece kaçmalıydım.Koşmaya başladım.Babamın duvara çakılmış cesedini görene kadar.Ağzından kan değil başka bir şey akıyordu.Vücudunun bazı yerleri parçalanmıştı.

O huylanma yine oldu.Bu sefer göğsüme kadar indi.Canım yanmaya başlamıştı.Vücuduma çizikler atmaya başladı.Kaçmaya çalışsamda beni bırakmıyordu.Çok güçlüydü.Son saniyelerim böylesine korkunç olacaktı.Bir an beni öyle çok sıktı ki kemiklerim kırılıyordu.Avazım çıktığı kadar bağırdım.Boğazlarım parçalanana kadar bağırdım.Hiç birşey değişmedi.Çok fazla kan kaybettim.Kendimi olduğu gibi bıraktım.
Apartmanın merdivenlerinden gelen sesler ile birlikte gözlerimi kapadım.

2 gün sonra

Uyandığımda başımda insanlar vardı.Herkez korku ve acıyarak bana bakıyordu.Sebebi vücudumun hali değildi.Anne ve babamın ölmüş olması yalanı yüzünden.Onlara hiç birşey olmadı.Yaşıyorlar sadece işleri yoğun olduğu için gelememişlerdi.Ne dediklerini anlamıyorum.Biraz sonra polisler ifade almak için geldi.Hiç bir şey hatırlamadığımı söyledim.Bir gün sonra taburcu oldum.Beni eve götürmek için polisler gelmişti.Yol boyu soru sordular.Ama hiç bir şey söylemedim.Çünki hiç bir şey olmadı.Evden içeri girdiğimde.Annem odamı temizliyor babam ise içerde televizyon izliyordu.Onları çok seviyorum.



ÇN:Arkadaşlar bende 3-4 dersten kalıyorum.En kolay derslerden kalıyorum delirmek üzereyim.Bu sene ilk kez bir dersten kalıyorum.Garip bir his aslında.Umarım sınıfta da kalmam.Neyse CP idare eder böyle zamanda ancak bunlar çıkıyor.Sınavların bitmesini bekleyin ama uzun sürecek gibi telafi sınavları da var onlarada giricez of of of of çok iş var.Kendinize iyi bakın ^-^

24 Aralık 2014 Çarşamba

The Shadow on the Wall - Duvardaki Gölge

Yatağımdan kalktım. Camımdan dışarıya baktım saf karanlıktı, yıldızlar yok, ay yok. Bir zombi görür görmez gülümsedim. Kendime dedim ki; İnsanların böylesine korkunç kıyafetleri var. Birkaç dakika sonra, omuzumda soğuk bir el hissettim. Arkama döndüm, hiç birşey bulamadım ama bir not vardı. Notu okudum ve şöyle diyordu; "Seni sonsuza dek rahatsız edicem. Benim ne veya kim olduğumu asla öğrenemiyeceksin. Ben senin en kötü kabusunum. Şimdi o güzel yüzünü arkana çevir." Omuzumu silkip notun dediği gibi arkama döndüm. Duvarda tuhaf, karanlık bir figür vardı. Benim gölgem olduğunu düşündüm, gölgem korkunç bir kabusa döndü. Yaratığımsı bir vücüt vardı, şeytani kanlar sızdırmaya başladı. Keskin dişler ile dolu bir ağızı vardı.Bana fısıldadı, "Ben buradayım. Sen buradasın. Şimdi, bitirelim şu işi." Yaratığa güldüm. "Ha! İnsanlar ve onların korkutucu şakaları. Ne oldu şimdi? Bunların hepsinin şaka olduğunu biliyorum." "Bu bir şaka değil." Canavar şeytani bir melodi fısıldıyor ve büyüyüp dahada korkunçlaşıyor. Bu  çok korkunçtu. Gülümsemesi kararmaya başladı, karanlık bir gülümseme haline geldi. Gözleri kayboldu, ve elleri pençeye dönüştü. Gözlerimi kapattım ve bağırmaya başladım; “Bugün ölmeyeceğim!!“ Uyandım. Hepsinin rüya olduğunun farkına vardım. Korkunç bir rüyaydı bu. Fakat gözlerime inanamadım. Camdan dışarıya baktım, bir kaç kez gözümü kırptım.. ve rüyamda gördüğüm şeyin aynısını gördüm. Saf karanlıktı, yıldızlar yok, ay yok. Ben de rüyamda aynı zombiyi aynı nokta gördüm. Çığlığa yöneldim. Mümkün olduğunca çabuk pencereyi kapattım. Paniklemeye ve arkama bakmaya başladım. Ve not, orada. Okumak için kendimi zorladım. Daha önce söylenilen aynı şeyi bekliyorum, ama değil. Bu sefer, tek kelime oldu.. Gölgeler. Çok şaşırdım. Aşığya koştum ve annemi aramak için telefonu aldım. Annem Colorado da çalışıyor, Bense Kanadadayım. O harika bir annedir. O sadece bir kaç yıl önce üniversiteden mezun oldu. Bana "Unutma. Bana ihtiyacın olduğunda ara." dediğini hatırlıyorum. O açtı, arkada durgun bir ses vardı. “Anne? Ordamısın?“ Yanıt yok. “Anne? ANNE?“ Yanıt yok, bu yüzden onun adını beş kez daha seslendim. Bu kez, biri (yada daha doğrusu birşey...) yanıt verdi.  “Yanlış bir seçim yaptınız“ Karanlık ve şeytani bir sesti. Bu ifade sonrası annemin sesinden bir çığlık duydum. Arka planda elektrikli testere sesi duydum. “Hayır, bu olamaz ..“ fısıldadım kendime. Çağırı düştü “ Oh, ama öyle..“ Arkama döndüm, ayırt edilebilir şeytani bir ses. Bu görüşme sırasında annemi öldüren canavardı. “Sen ne..“ Canavar parmaklarını dudaklarıma koydu. ” Şhhh, bu sadece seni öldürür.” Elektrikli testerenin sesini duydum. Beni bir bandana ile bağladı. ”Tatlı rüyalar, güzel yüz.” Elektrikli testereyi hissediyorum yavaşça boynumu kesiyor. Acı hızla artıyor. Yarım saniye çığlık attım, daha sonra gözlerim kapandı. “Bu iyi bir kız“ Bu duyduğum son sözlerdi. Acı olmadan, hızlı bir şekilde öldüm. Ama hala bir kaç soru var. Kimdi o? Hayır, ne oldu? Ama en önemlisi, NEDEN oldu bu ? Bunu asla bilemeyeceğim.
                                                                                                     
Ç.N: 
Yeni admininiz olarak ilk çevirim. Çok şeytanice bir hikaye ayrıca bu olayı yaşayanın kız olduğunu son satırlarda anladım. Kelime veya imla hatalarım olduysa şimdiden özür dilerim. Yeni hikayelerle devam ediceğiz iyi okumalar. -Dante

23 Aralık 2014 Salı

Strange whisper

 Babamın işi nedeni ile yeni bir yere taşındık.Pek zengin bir yer değildi.Daha çok kasaba gibi bir yerdi.Geldiğim gibi okula gittim.Zorda olsa yeni sınıfımı buldum.Sınıfa girdiğim ilk anda kısaca diğer öğrencilere göz gezdirirken bir kıza takıldım.Neden anlamadım.Sıradan bir kıza benziyordu.Ama önü arkası boştu.Ben kıza bakarken hoca hadi bir yere geç dedi.Bende gidip onun önüne oturdum.O ders boyunca kendimi çok garip hissettim.Rahatsız olmuştum.Neyseki bu zor gün de bitti.Bu garip duyguları günün yorgunluğunu bahane ederek umursamadım.Ama gece yatağa yattığımda bilmedğim bir ses duymaya başladım.Örtüyü başıma kadar çeksemde ses kesilmiyordu.Ne dediğinide anlamıyordum.

Ödüm kopuyordu.Gözlerim kan çanağına dönmüştü.Sabaha kadar uyuyamadım.Deliriyordum heralde.Aynı sesi tüm gün duymaya başladım.Geleli 1 hafta olmuştu.Ses asla kesilmedi.Alışıyor gibiydim.2. haftanın başında işe kalacağım söylendi.Pek anlamadım.Ama zamanı gelince görürüz.  

Okul çoktan bitmiş ama ben hala okulda sınıfları temizliyorum.Çünki okul hizmetli maaşlarını yatıramadığı için onlar işten çıkarmış ve çalışacak kimse kalmamıştı.Bu yüzden öğrenciler sırayla okuldan sonra okulda kalıp temizlik gibi işleri yapıyorlardı.

Canım çok sıkılıyordu.İş yaptığım için değil işi yaptığım iş arkadaşımla alakalı.Aslında biraz ürküyorumda.Bu kız ile yıllarca aynı sınıfta okumasak bile sadece adını biliyorum.Eğer dürüst konuşmak gerekirse gerçekten güzel,çalışkan ve iyi bir kız.Ama konuşma denilen şey onda yok.Saatlerdir burda çalışmamıza rağmen bir kelime söylemedi.Bazen ben çalışırken bana attığı bakışları yakalıyorum ve hemen kafasını başka yöne çevirmiyor aksine daha çok bakıyor.Huysuzlanmaya başladım.


Sonunda en nefret ettiğim yer olan tuvaletler gelmişti.İçeri girerken ardımdan geliyordu.Onu durdurmaya çalıştım.


-Hey dur!Burası erkekler tuvaleti giremezsin sen kız tuvaletine git ve orayı temizle.

-.....


Karşılık alamam biraz garip olmuştu.Ama beni dinlemeyecekti.Ne olabilir ki yani sadece ikimiz varız.Benim için zorda olsa onu içeri aldım.Garip olan tek şey içeri girmesi değil ben çalışırken beni izlemesi.Yerinden dahi kıpırdamadı.Son lavaboyu temizlemeyi bitirip arkamı döndüğüm an elindeki kalın bir sopayla kafama vurdu.Nerden,ne ara bulmuştu onu.

Yüksek bir çığlıkla uyandım.Gözlerimi zorlayarakta olsa açtım.Gözlerime inanamadım.Bu o kız olamazdı.Tanımadığım bir kişinin ölü bedeni ile oynuyordu.Bana hızlı bir bakış attı.Uğraştığı ölü bedeni bırakıp yanıma geldi.Hiç bir kelime etmedi.İfadesiz bir şekilde suratıma baktı.Yerden bir bıçak aldı.Birazdan o ölü bedenin yerini ben alacaktım.Ölmek istemiyorum.Ben ölmek istemiyorum.Dayanamıyorum.

-Yeter!!Beni bırak,ölmek istemiyorum.Benden ne istiyorsun.Lütfen beni bırak gideyim.Yalvarırım

Ne kadar ağlasamda yalvarsamda bir fayda etmedi.Elindeki bıçağıyere bıraktı.Kurtuldum zannettim.Ama öyle olmadı.Beni sürükleyerek bir masaya yatırdı.Çırpınamıyodum.Halsizdim.Bana bir ilaç,sakinleştirici vermiş olabilirdi.Ellerimi ve ayaklarımı sonuna kadar gerdi.Masanın kenarlarına bağladı.Elinde bir bıçak vardı.


Göğsüme sürüyordu.Bir anlığına durdu.Hafif hafif kesikler atıyordu.Canım çok acıyordu.Dakikalarca vücudumun her yerine kesikler atmaya başlamıştı.Ben acı içinde bağırdıkça o daha çok zevk alıyo daha bir iştahla kesiyordu.Çok kan kaybettim.Bayılıyor gibi oluyorum.son kez suratıma bakıyor.Ve bıçağı gırlağımdan içeri yavaşça sokuyor.Beynime değene kadar.Ben ise onun benim cesedimin derisini yüzmesini ardından her organımı tektek çıkararak mıncıklamasını izledim.

-Bir saniye,orda yatan benim.Ne oluyor,ben öldüm mü?Hayır olamaz.



Ruhum hala yaşamaya devam ediyor.Bu kıza bağlı kaldım.Ayrılamıyorum.Her şeyini biliyorum.Ailesini canlı canlı parça parça* yakarak öldürmesini,kim olduğunu,neden yaptığını.

Sonraki kurbanınıda biliyorum.Elimden geldikçe yanına gidip ona bu kızdan uzak durmasını söylüyorum ama beni pek takmıyor.Onu korkunç bir ölüm bekliyor.Etini küçük parçalar halinde koparacak.Deliklerden içeri böcekler bırakacak.Kurbanını acı bir son bekliyor.

Onu uyarsamda beni dinlemiyor.Oda ölecek.


ÇN:Parça parça*= heralde elini ayağını teker teker yakmayı kastediyor.Bu arada yeni gelen çevirmen arkadaşımla konuşma fırsatım olmadı onada burdan ''Hoşgeldin'' diyeyim.Kendinize iyi bakın ^_^.Yazım yanlışı olursa kusura bakmayın dar bir zamanda çevirdim.

20 Aralık 2014 Cumartesi

"Ticci Toby"

Eve giden yol uzadıkça uzuyordu. Aracın önünden sonsuza kadar uzuyordu.
Uzun ağaçlardan yansıyan ışık pencerede rastgele desenler bırakıp oynaşıyordu, arada bir mide bulandırıcı bir şekilde gözlerinde parlıyordu. 
Çevresi yolun etrafında orman oluşturan koyu yeşil ağaçlarla doluydu. Tek ses yolun aşağısına doğru inen arabanın motoruydu. Ses sakindi ve huzurlu bir his veriyordu
Gezinti hoş bir şey gibi dursa da, iki yolcu için de gezintiyi "Hoş" yapacak her şey eksikti. 
Direksiyonun ardındaki orta yaşlı kadının cilt rengine uyan kısa,kahverengi,temiz saçları vardı. Yeşil V yaka bir tişört ve mavi kot pantolon giyiyordu. Pırlanta işlemeli küpeleri kesilmiş saçlarının arkasından görünüyordu. Üstüyle uyumlu koyu yeşil gözleri vardı ve ışık onları daha da ön plana çıkarıyordu. Görünüşünde belirli bir ayrıntı yoktu. Televizyonda görebileceğiniz herhangi bir 'normal anne' gibi görünüyordu, ama bir şey onu diğer annelerden ayırıyordu ve bu şey gözlerinin altındaki koyu renkli torbalardı.

Hep gülümseyen birine benzese de yüz ifadesi karanlık ve hüzünlüydü.
Arada bir burnunu çekiyordu.Bazen de dikiz aynasından arka koltukta kollarını göğsüne sıkıca sarıp kambur bir şekilde oturan, başını soğuk cama yaslamış oğluna bakıyordu.

Çocuk normal bir görünüşten yoksundu, onda bir sorun olduğunu herkes açıkça görebilirdi. Karışık kahverengi saçları her yöne doğru dağılmıştı, ve onun solgun, neredeyse gri cildi parlayan ışıkla açığa çıkıyordu. Annesinin gözlerinin aksine onunkiler koyu renkteydi. Beyaz bir tişört ve ona hastaneden verilen bol pantolondan giyiyordu. Önceden giydiği kıyafetler parçalanmış ve kan içindeydi, artık 'giyilebilir' değillerdi. Yüzünün sağ tarafı yarılmış kaşıyla beraber bir kaç kesikle doluydu. Kırık cama çarptığında yaralanan sağ kolu omzuna kadar bandajla sarılmıştı.

Yaraları hiçbir şey hissetmese de acı verici görünüyordu. Asla bir şey hissedemezdi. Bu sadece kendisi olmasının getirdiği bir şeydi. Büyürken yüzleşmek zorunda kaldığı zorluklar, acıya karşı hissiz bırakan nadir bir hastalıkla beraber artıyordu. Daha önce canının yandığını hissetmemişti. Kolunu kaybedip hiçbir şey hissetmeyebilirdi. Ve karşı karşıya kaldığı başka bir bozukluk da ilkokulda ona kısa sürede bir sürü lakap takılmasına ve derslerini evde almasına neden olan, kontrolsüzce tikleyip seğirmesine neden olan Tourette Sendromu'ydu. Elinde olmadan boynunu çatırdatıyordu ve bazen seğiriyordu. Çocuklar onunla dalga geçiyor ve abartılmış seğirme hareketleri yapıp gülerek ona Ticci-Toby diyorlardı. Her şey kötüleşmeye başladığında evde eğitime geçmişti. Bütün çocukların onunla dalga geçtiği veya rahatsız ettiği ortak bir öğrenme alanında olmak onun için çok zordu.

Toby ifadesiz bir şekilde pencereden bakıyordu, yüzünde tasvir edilebilecek herhangi bir ifade yoktu ve birkaç dakikada bir omzu, kolu,veya bacağı seğiriyordu. Arabanın lastiklerinin vurduğu her bir çıkıntı midesini alt üst ediyordu.
Çocuğun ismi Toby Rogers'dı. Ve Toby'nin hatırlayabildiği son şey, arabanın çarpma anıydı. 
Bu düşündüğü tek şeydi. Bayılmadan önce hatırladığı her şeyi tekrar tekrar başa sarıp duruyordu. Ablasının şansı yokken, Toby şanslı olan kişiydi. Kardeşi aklına gelince, gözlerinin yaşarmasına engel olamadı. Arabanın ön tarafı ezilirken ablasının çığlığı yarıda kesilmişti. Toby gözlerini açmadan önce her yer karanlıktı, gözlerini açtığında ablasının bedenini görmüştü. Alnı cam parçaları ile delinmiş, kalça ve bacakları direksiyonun şiddeti altında ezilmiş, karnı sonradan açılan hava yastığı ile içeri çökmüştü. 
Bu,çok sevdiği ablasını son görüşüydü.

Eve giden yol sonsuzluğa uzamaya devam ediyordu. Sebebi annesinin kaza yerini görmekten kaçınmak istemesiydi.
Etraf tanıdık bir yer haline gelmeye başladığında, ikisi de arabadan inip evlerine adım atmaya hazırdı.
Bulundukları yer yan yana antika evlerin dizildiği eski bir mahalleydi. Araba beyaz pencere kenarlıkları olan küçük, mavi bir evin önüne yanaştı.
İkisi de evin önüne park edilmiş eski aracı ve araç yolunda duran tanıdık kişiyi fark etmişlerdi. Toby babasını gördüğünde içinde otomatik olarak yükselen öfke ve hüsranı hissetti. Yanlarında olmayan babasını.Annesi motoru kapayıp kocasıyla yüzleşmeye hazırlanmadan önce aracı araba yoluna sokup adamın yanına park etti. Toby araba kapısını açmak için uzanan annesine sessizce "O neden burda?" dedi. Annesi titrek sesini gizlemeye çalışarak monoton bir ses tonuyla "O senin baban Toby, burda, çünkü seni görmek istiyor." dedi. Toby gözlerini kısıp pencereden dışarı baktı "Yine de Lyra'yı ölmeden önce görmek için hastaneye kadar gelemedi."
"Çünkü o gece sarhoştu balım, süremezdi."
"Tabi, ne zaman değil ki." 
Annesinden önce kapıyı açtı ve araba yoluna doğru sendeledi. Sert bir ifade ile bakışlarını ayaklarına indirmeden önce babasının bakışları ile karşılaştı.
Annesi arabadan çıktı ve arabanın etrafında yürümeden kocasının gözlerine baktı.
Babası karısından kucaklama bekleyerek kollarını açtı. ama annesi yürüyerek yanından geçti ve Toby'yi eve sokmak için ellerini onun omzuna koydu.
Kocası kulak tırmalayıcı bir ses ile "Connie" diye başladı "Eve hoşgeldin sarılması yok ha?" 
Kocasının saçma sözlerini duymamazlıktan geldi ve kolunun altında oğluyla beraber yanından geçip gitti. Babası onları takip etti "Hey, o 16 yaşında ve kendi yürüyebilir."
Connie kapıyı açıp içeri girmeden önce ona düşmanca baktı "O 17 yaşında." 
"Toby, neden odana gidip biraz dinlenmiyorsun? Yemek hazır olunca ben seni çağırırım-" 
Toby sarkastik bir şekilde "Hayır,ben 16 yaşındayım ve kendim yürüyebilirim" diyerek babasına baktı. Ardından merdivenlerden çıkıp odasına girdi ve kapıyı sertçe çarptı.
Küçük odasında fazla bir şey yoktu. Sadece küçük bir yatak, bir dolap, pencere ve eskiden aile oldukları zamana ait aile fotoğrafları. Babası alkoliğin tekine dönüp ailenin geri kalanına şiddette bulunmadan öncesine.

Toby babasının annesiyle tartıştığı zamanı hatırladı, saçını tutup onu zemine doğru eğmişti. Ve Lyra onları ayırmaya çalıştığında, onu itmişti ve kafası tezgahın kenarına çarpmıştı. Toby annesi ve ablasına yaptıkları yüzünden onu asla affedemezdi. Asla.
Toby babası onu ne kadar döverse dövsün umursamazdı, ne de olsa hissedemiyordu, umursadığı tek şey önem verdiği iki insana bilerek zarar vermesiydi.
Ve hastanede beklerken, kardeşi son nefesini verirken, aceleyle oraya gelmeyen tek kişi babasıydı.
Toby pencerenin önünde durdu ve sokağa baktı. Göz ucuyla bir şeyler gördüğüne yemin edebilirdi, ama bunun aldığı ilaç yüzünden olduğunu düşündü. 
Yemek zamanı geldiğinde annesi onu çağırdı, Toby merdivenlerden aşağı indi ve tereddüt ederek babasının karşısına,annesi ve boş sandalyenin ortasındaki yere oturdu.
Anne ve babası yemeklerini yerken sessizlik vardı, ama Toby yemeyi reddetti. Bunun yerine ifadesiz bir şekilde babasını izledi.
Annesi babasına attığı bakışı yakaladı ve onu dirseği ile dürttü.Göz ucuyla ona baktı ve sonra dokunulmamış yemeğine döndü.

Toby yatağına yattı, örtüyü kafasına kadar çekti ve pencereye baktı. Yorulmuştu ama uyuyabilmesine imkan yoktu. Uyuyamazdı, düşünecek çok şey vardı. Annesinin sözlerini dinleyip babasını affetmek ya da kin tutup affetmemek konusunda ikileme düşmüştü.
Kapının gıcırdayarak açıldığını duydu ve annesi içeri girip yatağına oturdu. Ona ulaştı ve Toby'nin ona dönük olan sırtını ovaladı.
Usulca konuştu "Biliyorum zor bir durum Toby, inan bana, anlıyorum. Ama sana söz veriyorum her şey düzelecek."
Toby masum,titrek sesi ile "Ne zaman gidecek?" diye sordu. Connie bakışlarını ayağına indirdi "Bilmiyorum balım, sadece bir süreliğine kalıyor." diye cevap verdi.
Toby cevap vermedi. Yaralı kolunu göğsüne yakın tutarak duvara bakmaya devam etti.
Bir kaç dakikalık sessizlikten sonra,annesi derin bir nefes aldı, eğilip yanağını öptü ve odadan çıkmak için kapıya yürüdü. Kapıyı kaparken "İyi geceler." dedi.

Saatler yavaşça geçiyordu, ve Toby dönüp durmayı bırakamamıştı. Hayal gücünün çalışmasına izin verdiği her an tekerlerin gıcırdamasını, ablasının çığlığını duyuyor ve kontrolsüz bir şekilde sarsılıyordu. Sırt üstü yatarak üstündeki örtüleri attı, yastığını yüzüne çekti ve ağladı. Dışarı verdiği her nefeste göğsünün inip kalktığını hissediyordu. Kendi acınası sızlanmalarını duyuyordu. Yastığı yüzüne bastırmasaydı çığlık atıyor olurdu. Bir kaç saniye sonra yastığı yüzünden attı ve kalktı, eğilip sert bir şekilde nefes alırken kafasını tuttu, gözyaşları yüzünden aşağı akıyordu. İçinde tutmaya çalıştı,ama titreyerek otururken sızlanmayı kesemedi. 

Havayı iyice içine çekti, ardından sakinleşmek için derin nefesler alırken pencereye gidip dışarı baktı. Gözlerini ovuşturdu ve sokağın karşısındaki çam ağacı grubuna baktı. Bir anda durdu, ve gözleri sokak lambasının altında duran bir şeye odaklandı. Kulaklarında bir çınlama duydu ve uzağa bakamadı. Bu figür sokak lambasından 60 cm kadar kısaydı, kolları iki yanından sarkıyordu ve olmayan gözleri ile ona bakıyordu. Hiçbir özelliği yoktu. Gözler, ağız, burun yoktu. Yine de Toby'nin hipnotize olmuş bakışlarını kendinde tutuyor, onun içine işliyordu. Kulaklarındaki çınlama sesi her saniye artıyordu ve sonra her şey karadı. 

Ertesi sabah Toby yatağında uyandı. Değişik hissetti. Hiç de yorgun değildi, ve bilinci tamamen yerine geldiğinde, uyanık bir şekilde yatmış gibi geldi. Kafasından hiçbir düşünce geçmiyordu. Yavaşça ayağa kalktı ve duvara doğru sendeledi, doğrulduğunda başının döndüğünü hissetti. Kapıya ilerledi ve aşağı indi. Anne ve babası masada oturuyorlardı, babası tezgahın üstünde duran televizyona bakıyordu, annesi de elindeki gazeteyi okuyordu. Toby'nin arkasından geldiğini hissedince bakışlarını hemen ona çevirdi.
Annesi tereddüt ederek gülümsedi "Günaydın uykulu kafa, uzun süredir uyuyorsun." 
Toby yavaşça saate baktı, 12:30'u gösteriyordu.
"Sana kahvaltı hazırladım ama soğudu, seni uyandıracaktım, ama uykuya ihtiyacın olduğunu düşündüm." Oğlu ona cevap vermeyince neşeli ifadesi endişeye dönüştü "Sen iyi misin?"
Toby tökezleyerek babasının yanına oturdu. Bir boşluk hissediyordu, hareketlerini kontrol edemiyordu. Yaptığı her şeyi görüyordu, ama yaptığı şeyler beyninde kalmıyordu. Babasının koluna uzandı, ama eline bir tokat yemişti. Babası aniden ona döndü ve sandalyesini ayağıyla itti "Bana dokunma çocuk!" diye bağırdı.
Annesi ayağa kalktı "Tamam sakin ol! Bu ihtiyacımız olan son şey!" 

Günler geçti, ve her şey olduğu gibi kalmaya devam etti. Connie zamanının çoğunu evi temizleyerek ,ve onun kaba eşi de emir vererek geçirdi. Kazadan öncesiyle aynıydı. 
Toby odasından hiç çıkmadı. Yatağında oturup, titriyordu. Zihni merak ediyordu, ama düşünceleri hatırlayamayacağı kadar hızlı bir şekilde değişiyordu. Kafese konulmuş bir hayvan gibi küçük odasında dönüp duruyor, pencereden bakıyordu. Sağlıksız kısır döngü devam ediyordu. 

Connie hala kocası tarafından itilip kakılıyordu, fazla pasifti, Toby hala odasındaydı.
İkinci kez düşünemeden önce, ellerini kemirmeye başlıyordu, derisini yoluyordu. Kanayıncaya kadar onları çiğniyordu. Yine aynı hareketleri yaparken annesi odaya girdiğinde, korkmuş bir şekilde tepki verdi. Onu hızlıca aşağı indirdi ve ilk yardım malzemelerini bulup ellerini sardı. Onun yanından ayrılmayacağını söyledi.



Kendini o kadar izole etmişti ki artık başkalarının yanında olmaktan nefret ediyordu. Hafızasında da aksaklıklar oluşmaya başlamıştı. Dakikaların, saatlerin, günlerin ve haftaların anılarını unutmaya başlıyordu. Konuşulan konuyla alakasız,mantıksız şeyler söylüyordu. Bulaşıkları yıkarken lavaboda köpek balıkları görüyordu, yastığından cırcır böceklerinin seslerini duyuyordu, odasının penceresinden hayaletler görüyordu. Bütün bu mantıksız şeyler onu bir danışmanın odasına götürmüştü. Annesi ruhsal sağlığı açısından endişeliydi, ve hissettikleri ile ilgili bir profesyonelle konuşmasının iyi olacağını düşünüyordu.


Connie Toby'nin elini tutarak onu binaya soktu. Bir masanın önüne getirdi ve diğer taraftaki bir kadınla konuşmaya başladı.
Kadın "Bayan Rogers?" diye sordu.
Connie başını salladı "Evet benim.Buraya doktor Oliver'ı görmek için Toby Rogers ile birlikte geldik."
"Evet, burdan buyurun." 
Kadın ayağa kalktı ve uzun bir koridorda onlara rehberlik etti. Toby kadının topuklu ayakkabılarının sert,tahta zeminde çıkardığı sesi dinleyerek duvardaki çerçevelenmiş resimlere baktı. Kadın, içinde bir masa ve 2 sandalye bulunan bir odanın kapısını açtı. "Bir kaç dakika burda otursun, doktoru getirmeye gideceğim." Gülümsedi ve kapıyı açık tuttu.
Toby içeri girdi ve oturdu. Kapı arkalarından yavaşça kapanırken kadına ve annesine baktı. Etrafını inceledi ve sıkıca bandajlanmış elini kaldırıp ısırarak açmaya çalıştı. Ama işi, kapı açılıp içeri siyah-beyaz noktalı elbisesi olan, sarı saçlı bir kadın girince bölünmüştü. Elinde tutturmalı dosya ve kalem vardı. Gülümseyerek "Toby?" diye sordu.
Toby ona bakıp başını salladı.
"Tanıştığımıza memnun oldum Toby, ben Doktor Oliver." elini ona doğru uzattı ama bandajları fark edince tereddüt ederek geri çekti. "Ah," boğazını temizleyip masanın karşısındaki sandalyeye oturmadan önce gülümsedi.
"Şimdi sana bir kaç soru soracağım, mümkün olduğunca dürüst bir şekilde cevapla, tamam mı?"
Toby başını yavaşça salladı ve bandajlanmış ellerini kucağında tuttu.
"Kaç yaşındasın Toby?"
Sessizce cevapladı "17"
Kadın bunu dosyaya tutturduğu kağıda yazdı.
"Tam adın nedir?"
"Toby Erin Rogers"
"Doğum günün ne zaman?" 
"Nisan'ın 28'i"
"En yakın akrabaların?"
"Annem,babam ve..." durakladı, "a-ablam."
"Ablana ne olduğunu duydum canım...gerçekten üzgünüm." Yüz ifadesi üzüntülü, acır bir ifadeye döndü.
Tobby başını salladı.
"Kaza hakkında bir şeyler hatırlıyor musun Toby?" Toby bakışlarını ondan kaçırdı. Zihni bir süreliğine boşlukta kaldı. Kucağına baktı, ve hafif bir çınlama sesi duydu. Gözleri iyice açıldı ve donakaldı.
Danışman "Toby?" dedi.
"Toby dinliyor musun?"
Toby omzuna kadar inen bir ürperti hissetti ve tekrar dondu, yavaşça kapıdaki küçük pencereye baktı,  onu gördü. Karanlık, yüzsüz figür, ona bakıyordu. Ona bakakaldı, çınlama sesi danışmanın bağırması araya girinceye kadar arttı.
"Toby!" diye bağırdı.
Toby sıçradı ve sandalyenin kenarından düşüp köşeye doğru gitti.
Doktor Oliver ayağa kalktı, dosyasını göğsünde tutuyordu. Gözlerinde şaşkın bir ifade vardı.
Toby onun gözlerine baktı, seğirtirken nefesi kesiliyordu.

O gece Toby yatağında yatıyordu. Tavana odaklanmış bakışları dalgındı. Koridordan gelen ayak seslerini duyduğunda uyuyakalmak üzereydi. doğrulup kapıya baktı, kapı sonuna kadar açıktı. Işık yoktu, her yer penceresinden gelen mavimsi ay ışığı ile aydınlanmıştı. Ayağa kalktı ve yavaşça kapıya yürüdü, ardından sonuna kadar açık olan kapı aniden yüzüne kapandı. Yutkundu ve geriye düştü. Yere çarptığında kesilen nefesi yüzünden derin nefesler alıyordu, gözleri iyice açılmıştı. 

Tekrar ayağa kalkmadan önce bir kaç saniye bekledi.  Bandajlı eliyle kapı kolunu tuttu ve açtı. Karanlık koridora baktı ve parmak uçlarında yürüyerek odadan dışarı çıktı. Aşağı inerken koridorun sonundaki pencereden gelen ay ışığı karanlığı aydınlatıyordu. Etrafındaki ayak seslerini duyabiliyordu, küçük ayaklardan gelen sessiz adımlara hafif bir kıkırdama sesi eşlik ediyordu. Küçük bir çocuğun kıkırdayarak koşmasına benziyordu. Koridor hatırladığından daha uzundu. Sonsuz görünüyordu... Hastaneden eve gelen yol gibi. Önündeki kapının gıcırdadığını duydu.
 Titrek bir ses ile seslendi "Anne?" 

Aniden arkasından bir kapı çarptı ve yerinde sıçrayarak arkasına döndü. Arkasından gelen ürkütücü bir inilti duydu,kulağına gaklama sesi gibi gelmişti. Dönebildiği kadar hızlı bir şekilde döndü ve ölü olan ablasıyla yüz yüze geldi. Gözleri beyaz, cildi solgundu. Çenesinden deri parçası ve kaslar sarkıyordu, alnından fırlayan cam parçaları vardı, sarı saçları  her zamanki gibi at kuyruğuydu, kanla kaplanmış gri tişörtünü ve şortunu giyiyordu. Bacakları olmaması gereken bir şekilde bükülmüştü. Boğuk bir ses çıkarak Toby'nin yüzünden sadece bir kaç santim ötede duruyordu.

Toby bağırdı ve geriye düştü. "AHH!" geriye doğru emeklemeye başladı, ablasıyla kurduğu göz temasını bırakamıyordu. Boş, ölü gözler. Sırtı bir yere değinceye kadar geri gitti.
Bir saniyeliğine durdu. Kendi nefesi ve ağlaması dışında hiçbir ses yoktu. Yavaşça yukarı baktı ve arkasında duran yüzü olmayan uzun adamla karşılaştı. Onun ardında da yaşları 3 ile 10 arasında değişen ve gözlerinden siyah sıvılar akan çocuklar vardı.
Toby çığlık attı ve kalkabildiği kadar hızlı bir şekilde kalktı ancak ayak bileğine dolanan koyu-siyah dokunaçlara takılmıştı. Karın üstü düştü ve ciğerlerindeki bütün hava boşaldı. Çığlık atmaya çalıştı ama sesini çıkaramadı. Her şey kararmadan önce hırıltılı bir şekilde nefes aldı.

Toby bir sıçrama ile uyandı. Çığlık atarak doğruldu, nefessiz kalmıştı. Bandajlı elini göğsüne koydu. Sadece bir rüyaydı...sadece rüya. Yatağına yattı ve yan döndü. Derin derin nefes alırken üstünden ağır bir yük kalkmış gibi hissediyordu. Ayağa kalktı ve pencereye yürüdü. Hiçbir şey görmedi. Orda hiç kimse şey yoktu. Ne hayalet,ne de bir figür. Hiçbir şey.
Kapıdan babasının öksürme sesini duydu.Kapısı kapalıydı.
Oraya doğru yürüdü ve açtı. Bir kez daha koridora baktı. Aşağı indi ve mutfağa girdi, babasını oturma odasında sigara içerken gördü.

Toby bir kaç saniye bekledi ve göğsünde yanan bir şey hissetti.
Derin,kaynayan bir öfke onu esir aldı. Zihnindeki hayali sesleri duydu.
"Yap şunu,yap şunu,yap şunu," diye bağırdılar. Arkasını döndü ve kollarını tuttu. Hastaneden eve geldiğinden beri geçen haftaların aksine bu kez kendini kontrol edebildiğini hissetti. Sesler araya girmeden önce düşüncelerinin kafasında kaldığını fark etti. "Öldür onu, o yanında değildi, yanında değildi,öldür onu,öldür onu," sesler devam etti. Toby titredi. Hayır. Hayır öyle bir şey yapmayacaktı. Ne, deliriyor muydu? Hayır. Kimseyi öldürmeyecekti. Yapamazdı. Babasından nefret ediyordu, ama öldürecek kadar değil.

Bu kadardı. Zihni tekrar boşluğa düşmeden önceki son düşünceleri bunlardı. Kafasındaki seslerin etkisi çok fazlaydı. Sessizce babasının arkasından yürüdü. Tezgahta duran bıçaklığa ulaştı ve en büyük bıçağı eline aldı. Sıkıca kavradı. Göğsünde yükselen bir duygu hissetti. Kıs kıs güldü "Heh... heheh… hehehehehe! HAHAHAHA!" o kadar çok güldü ki nefes alamaz hale geldi. Babası hayvansı bir güç onu yere itmeden önce arkasını dönmüştü. "Ne!" Elinde mutfak bıçağını tutan çocuğa baktı. "Toby ne yapıyorsun?!" doğrulmaya başladı ve kendini savunmak için kollarını önüne tuttu ama daha fark etmeden Toby onun üstüne binmişti. Boynunu tutmak için ellerini uzatmıştı, ama babası bileğini tutarak onu durdurdu. "Dur! Çık üstümden seni küçük pislik!" diye bağırdı ve diğer eliyle Toby'nin omzuna bir yumruk savurdu, ama onu durduramadı. Toby'nin gözlerindeki bakışlar aklı başında birin bakışları değildi. Sanki bir şeytan onu kontrol ediyormuş gibi görünüyordu.

Bağırdı ve bıçağı babasının göğsüne saplamak üzere kaldırdı ama babası tekrar bileğini tuttu. Onu üstünden itmeye çalıştı, ama Toby doğrudan yüzüne sert bir tekme indirdi. Babası geri çekildi ve tokat atmak için kolunu geriye çekti, ama Toby ayağa kalktı ve bıçağı omzuna sapladı. Baba yüksek bir sesle bağırdı ve bıçağı çıkarmaya çalıştı, ama yapamadan, Toby suratına bir yumruk savurdu. Yumruklarını kafasına geçirmeye başladı, gülüyor ve hırıldıyordu. Boynunu çıtlattı ve bıçağı tutup babasının omzundan çıkardı. Daha sonra bıçağı göğsünün derinliklerine ve defalarca kez karnına sapladı. Kan dışarı fışkırıp her yere sıçrıyordu. Babasının bedeni hareketsiz kalıncaya kadar durmadı. Bıçağı yanına attı ve öksürüp kesik nefesler alan bedenin üstüne eğildi. Ezilmiş yüzüne baktı ve bir çığlık sessizliği bozana kadar seğirerek izledi. Annesi bir kaç adım ötede durmuş, ağzını kapamıştı, göz yaşları yüzünden aşağı süzülüyordu.

"Toby!" diye bağırdı "Bunu neden yaptın?!" Ağlıyordu "N-Neden!"
Toby ayağa kalktı ve babasının kanlı cesedinden uzaklaşmaya başladı. Mutfağa geri gitti. Elindeki bandajlara baktı, kan içindeydiler. Evden çıkıp koşmadan önce son bir kez annesine baktı. Garaja koştu ve elini kontrol paneline vurdu, kapıyı açma düğmesine bastı.

Dışarı çıkmadan önce içi vida ve paslanmış raptiyelerle dolu kavanozların bulunduğu masanın üst tarafındaki iki baltayı gördü. Bir tanesi yeniydi, turuncu sapı ve parlak demiri vardı. Diğeri eski, tahta saplıydı,körelmişti. İkisini de aldı ve masaya baktı. Bir kutu kibriti ve masanın altında kırmızı kutudaki benzini gördü. İki baltayı da tek eline aldı ve garajdan çıkmadan önce kibrit ve benzini aldı.

Daha sonra araba yolundan aşağı koşup sokağa çıktı. Odasının camından görünen sokak lambasına yaklaşırken polis araçlarının uzaktan gelen siren seslerini duydu. Arkasını döndü, kırmızı-mavi ışıklı araçlar sokaktan geçti. Toby bir kaç saniyeliğine durdu, ardından benzin kutusunun kapağını açtı ve onu sokağın her bir yanına saçarak koştu, sonra da ağaçların arasında daldı. Dipte kalan benzini de döktükten sonra cebinden kibritleri çıkardı. Bir tanesini kutuya sürttü ve hemen yere attı. Attığı anda alevler etrafında patladı. Ateş ağaçlara, etrafındaki çalılara sıçradı. Ne olduğunu anlamadan etrafı ateş ile çevrilmişti. Ormana doğru gerilerken polis arabalarının siluetleri alevlerin ardından görünüyordu. Etrafına baktı ama görüşü bulanıktı, kalbi hızlıca çarpıyordu, bir süreliğine gözlerini kapadı. Bu kadardı. Son gelmişti.

Toby omzunda bir el hissetti. Gözlerini açtı ve omzundaki uzun kemikli, büyük beyaz eli gördü. Kolu takip etti ve onun uzun, karanlık figüre ait olduğunu gördü. Siyah bir takım elbisesi vardı, ve yüzü tamamen boştu. Toby'nin küçük bedeni önünde yükseliyordu, ona bakıyordu. Arkasından dokunaçlar çıktı. Ve Toby'nin bakış açısı bulanıklaştı, etrafını kulaklarındaki çınlama sarmıştı. Her şey karardı.
Bu kadardı. Son gelmişti. Toby Rogers böyle ölmüştü.



Bir kaç hafta sonra Connie kız kardeşinin mutfağında oturuyordu. Kardeşi, Lori yanında oturmuş kahve içiyordu.
3 hafta kadar önce, Connie kocasını ve oğlunu kaybetmişti, ve ondan bir kaç hafta önce de kızı bir kazada ölmüştü. O zamandan beri kız kardeşinin evinde kalıyordu. Onu meşgul tutan polisler, olayı yeni bitirmişlerdi, ve olay 2 hafta önce açıklanmıştı. Dünyanın odağı daha yeni olaylara kaymıştı bile.
Lori televizyondan haber kanalını açtı. Sunucu yeni bir haber başlığını tanıtıyordu.
"Yeni haberlerimiz var! Dün gece 4 kişinin cinayete kurban gittiği bildirildi. Henüz  bir şüpheli yok, kurbanlar gecenin geç saatlerinde ormana giren orta okullu çocuklardı. Çocuklar dövülmüş ve ölene kadar bıçaklanmıştı. İnceleme ekipleri olay yerinde bir cinayet aleti buldu. Görebileceğiniz gibi bu eski körelmiş bir balta." Ekrandaki resim değişti ve yerine olay yerinde bırakılan baltanın görüntüleri geldi. " Ekipler potansiyel bir şüphelinin adını belirttiler, Toby Rogers, bir kaç hafta önce babasını ölümüne bıçaklayıp  kaçışını ormanı ve sokağı ateşe vererek gizlemeye çalışan 17 yaşındaki çocuk. Herkes çocuğun yangında öldüğünü düşünse de inceleme ekipleri bedeni bulunmadığı için onun hala hayatta olmasından şüpheleniyorlar"


Ç.N:
İşte benim Toby'im ^_^ Bu arada o gerçekten ölmedi,
Slenderman'in Proxy'si, yani vekili olmuş durumda. Kaynaklardan aldığım bilgilere göre Slenderman onun hafızasını silmiş ve yardımcısı yapmış. İşte bu yüzden o çok özel >o< 
[By Kastoway]

White faced woman

Tüm haftanın yorgunluğu üzerimde uyuşuk adımlarla evime yürüyorum.Bu benim ilk yanlız gecem olucak.Karım iş için bir süreliğine buralarda olamayacak.Şu an sadece evime gidip televizyonumun karşısında uyuyakalmak istiyorum.

Sonunda kapımın önüne geliyorum.Anahtarlarımı bir süre aradıktan sonra ceketimin iç cebinden çıkarıyor ve kapıyı açıyorum.Hemen odama gidiyorum.Üstümü değiştirirken pencere bir şey görüyorum.Beyaz suratlı bir kadın gibi ama pek aldırmıyorum.


Aşağı kata inip mutfağa geçiyorum.Sanırım karım gitmeden bana yemek yapmış.Et kavurma yapmış.Karımı çok seviyorum.Çekmeceden bir çatal alıp hemen yemeğe başlıyorum.Tadı çok garip daha önce tattığım hiç bir ete benzemiyor.İkinci çatalı batırışımda içinden bir çok saç çıkıyor.Karımı ne kadar çok sevsemde bunu yiyemem.

Bu gece aç yatıcam.Dışarda yemek yemek için çok yorgunum.Oturma odasına geçiyorum.Karımın elbiseleri ortalığa dağılmış.Etraf çok dağınık.Acelesi olduğu için böyle bırakmıştır diyeceğim ama iç çamaşırları ne oluyor anlamadım.


Yukardan takırtı sesleri geldi.Eşim beni aldatıyor ve aldattığı erkek evimde.Mutfağa geçip masanın üzerindeki çatalı alıyorum ve koşarak yukarı çıkıyorum.Yatak odasının penceresi açık kalmış.Dışardaki dallar evin içine kadar girip masanın üzerindeki süsleri düşürmüş.Karımdan nasıl şüphelenirim.Kendimden utanıyorum.

Pencereyi kapayıp odadan dışarı çıkarken homurdanma sesleri duyuyorum.Ne olduğunu anlamadım ama birisi bir şeyler söylüyor.Ayağımı haraket ettirince yerde daha önce farketmediğim şeyi görüyorum.Yer vıcık vıcık kan olmuş.Karımın kanı.Yediğim et karımındı.O an yere çöküp kusmaya başladım.Kafamı kaldırdığım anda o beyaz suratlı kadını gördüm.Benimle konuşmaya başladı.

-Seninle ne zaman baş başa kalmak istesem hep o k*ltak aramıza giriyor.Onu bu gün aramızdan çektim.Tadını hiç beğenmedim.Onu küçük parçalar halinde doğrarken çığlık atması çok güzeldi.Şimdi seninle biraz zaman geçirelim.

Kaçmak için atıldığım an beni yere çarptı.Çok güçlüydü.Gözlerim son kez kapandığı an onun simsiyah gözlerine bakıyordum.






ÇN:Arkadaşlar bu aralar bildiğiniz gibi Rei ile benim bazı sorunlarımız var ve bu yüzden çok paylaşım yapamadık.Aslında dün paylaşacaktım ama çok fena hastalandım.Ama telafi edicez şu sınavlar bitsin,hastalığım geçsin daha çok paylaşım yapıcaz ^_^.Kendinize iyi bakın.

16 Aralık 2014 Salı

13 Aralık 2014 Cumartesi

Night Monster

Gecenin geç saatlerine kadar sevgilimle mesajlaştık.Artık telefonumun şarjı bitmek üzereydi ve uykumda gelmişti.Gözlerim yanmaya başlamıştı.Sanırım artık uyumam lazımdı.Odamda priz yoktu.Mutfağa uyuşuk adımlar ile ilerledim.Mutafağa geldiğimde şarj kablosunu odamda unuttuğumu hatırladım.

Arkamı dönüp mutfaktan dışarı ilk adımımı attığım anda sanki kanım çekildi,çok garip şeyler hissettim.Korkmaya başladım.Hemen mutfağa geri döndüm.Ne olduğunun anlamaya çalışıyordum ama korkudan ne yapacağımı biliyordum.Ellerim,ayaklarım titriyordu.Daha bir şey görmeden korkmuştum.Bu ilk defa oluyordu.

Uzun bir süre bekledikten sonra etkisi az da olsa geçmişti.Kardeşimin ağlama sesi ile yerimden kalktım.Hızlıca koridora çıktım.Karşımda bir yaratık vardı.Boyu çok uzundu.Kambur duruyordu.Kaçmak için çabalasam bile zor nefes alıyordum.Bir anlığına elindeki şeyi bırakıp bana bakmaya başladı.Karanlıktan ne olduğunu göremiyordum.Bir süre sonra gözlerim karanlığa alışmış ve herşeyi görebiliyordum.Elinden düşürdüğü babamın kafasıydı.Ağlamaya başladım.Artık yaratığı daha net görebiliyordum.Gözleri çukur gibiydi.İnsanımsı bir yapıda olsa bile insanla alakası bile yok.

Kardeşim paçamdan çekiştirip ağlamaya devam ediyordu.Ama onu kurtamam zordu.Daha kendimi bile kurtaramadım.Ağlaması daha da şiddetlendi.Rahatsız oluyordum.Tam sus diyecekken uzun kolları ile onu yakaladı.Bağırmaya başladım.İnce uzun parmakları ile kardeşimin kalbini tek harakette söktü.Kanı her yerime bulaşmıştı.Sesim kesildi.Ne yapacığımı bilmiyorum.Sadece çukur gözlerine bakıyorum.Gün aydınlanmaya başladı.Sanırım saatlerdir bu durumdayım.

Tek hatırladığım uzun kollarını bana doğru uzattığı ve göğsümde kalbimin üstünde ince bir acı hissettiğimdi.



ÇN:Arkadaşlar kusura bakmayın uzun bir zamandır paylaşım yapamıyorum.Okulla başım dertte bu aralar sınavlar,ödevler,dersler çok yoğunlaştı.Yedek çeviride olmadığı için paylaşım yapamadım.







9 Aralık 2014 Salı

"Piano"

İki kardeş, küçük kardeş ve ablası, anne ve babasının hastaneden gelen acil bir çağrı üzerine evden çıkması ile yalnız kalmışlardı.
Gece yarısından biraz sonra, küçük kardeş oturma odasından gelen tuhaf ses ile uyandı. Ne olduğunu görmek için ablasını uyandırmadan aşağı indi.
Oturma odasında vardığında piyanonun başında kimse olmadan kendi kendine çaldığını gördü.
Biraz daha yaklaştı ve piyano tuşlarının da kendi kendine hareket ettiklerini gördü.
Korkmuş bir şekilde yukarı çıktı ve kendini uyumaya zorladı.
Ertesi gün bunu ablasına anlattı, ablası şöyle dedi:

"Biliyor musun, dün rüyamda o piyanoyu çalıyordum."

Ç.N:
Ticci Toby anketine oy vermeyi unutmayın >o<
Kendisi benim yeni saplantım :3 


6 Aralık 2014 Cumartesi

"Jeff the Killer VS Slenderman"

Karanlık ve ıslak ara sokak Sarah'nın cep telefonunun ekranı ile hafifçe aydınlanmıştı, nereye gittiğini görmek için bir kaç saniyeliğine açıyordu. Gözleri karanlığı taradı, ve çılgınca titredi. Dün gece ona olanlar bir gizemdi. Geçmişi düşündü, bara gittiği zamanı. Bir kaç arkadaşla beraber içeri girmişti, eğlenceli bir geceydi. Hiçbir şey olamazdı, ya da o öyle düşünmüştü. Şimdi ise sabahın üçünde,binadan binaya yürüyüp titriyordu. Tekrar düşünmeye çalıştı, ama her şey bulanıktı. Eski,köhne bir moteli ve bir meyhaneyi geçti.

Sarah yaşadığı mahallenin yakınlarına doğru yöneldi, sık ağaçlı bir yer. Yürüdü, arada bir gözlerini sıkıca kapıyordu. Sonsuza dek yağacakmış gibi duran soğuk yağmur onu kaplarken ceketinin sıcaklığına sokulmuştu. Tam da göz kapakları kapanırken, görüş açısının kenarında bir şey parladı. Hemen gözlerini açtı, ve gözbebekleri büyüdü. Etrafına bakındı. Karanlık ve yağmurdan başka bir şey yoktu. Eve gidebilmeyi umut ederek döndü ve yoluna devam etti. Çevresine göz atarken küçükken arkadaşları ile saklambaç oynarken kullandığı kestirme yolu hatırladı.

Ağaca tırmanmayı da içeriyordu. Üşümüş kadın tereddüt etti, ancak onu sıcak evine en çabuk götürecek yolun en iyi yol olduğu sonucuna vardı. Ormana doğru yöneldi. İçeri girdiğinde gördüğü ilk ağaç işaretlenmişti. Ağacın üstündeki işaret kafasını karıştırmıştı, içinde X olan bir yuvarlağa benziyordu. Kökenini ya da anlamını bilmiyordu,bu yüzden işaretin bir tür çete sembolü olduğunu varsaydı. Küçükken yaşadığı eğlenceli zamanları hatırladı. Sesli bir şekilde düşündü.

"O zamanları özlüyorum. Eskiden dünya kö-"

Sesi kesildi. Arkasında bir yerde yüksek bir kırılma sesi duymuştu. Dehşete düşerek ağaçların arasına doğru koşmaya başladı, ve kısa sürede kayboldu. Yine de çıkış yolu bulmayı umut ederek devam etti. Dikkat eksikliği ayağının yakınlarda bulunan bir ağaç köküne takılmasına sebep oldu, ve yere düştü. Ayağa kalkma çabası daha fazla acı verdi. Bileğini burkmuştu.

"Birisi lütfen...yardım etsin!" diye bağırdı.

Yaprakların hışırtısı tekrar kulağına geldi. Bir kez daha kalkıp koşmayı denedi ama yarası yüzünden kıpırdayamadı. Korkudan gözlerini sıkıca kapadı, ve tekrar açtığında önünde uzun, takım elbiseli,beyaz bir adamın durduğunu gördü. Adamın görünüşü karşısında fark edilir bir şekilde zayıf düşmüştü. Dehşet içinde çığlık atmaya başladı ama karanlıkta önünde duran ince, solgun adam tarafından susturulmuştu.

Saat 4. Eskiden küçük biri olan çocuk, şimdi soğukkanlı bir psikopattı. Jeff  "Günlük iş" olarak adlandırdığı işleri bitirmişti. Masum insanları kesmek neredeyse Jeff'in aklını dolduran tek şeydi. Ayaklarını sürüyüp ıslak çimentonun üstünden geçerek yıllarca ev olarak gördüğü yere girdi. Elinde 2 viski şişesi tutarak trajik hatıralar dünyasına adım attı. Jeff sarhoş bir ölüm makinesine dönüşmüştü. Beyni ölüm kokusuyla dolmuştu. Psikopat aklından geçen bir düşünce ilk günden beri oradaydı. Yağmur damlaları eski eve çarparken, Jeff bütün ailesini kestiği o geceyi hatırladı. Bu düşünce ile kıkırdadı. Eğer deliliği yüzünden yapmamış olsaydı, pişman olmayı düşünebilirdi. Sevdiği insanların canını almasının pişmanlığını. Ama bu noktada mümkün değildi. Jeff tek bir şeyi düşünebiliyordu. Ölüm.

Sabahın 6'sı. Alkolden bir yudum daha aldı.

"Ne halt yemeye burda oturuyorum ben..." diye fısıldadı.

Geceye adım atmak için ayağa kalktığında vazgeçti ve viskiden başka bir yudum aldı. Alkol onun sıcak, kanlı dudaklarına ulaştı ve Jeff garip bir şey hissetti. Ani bir dürtü gelmişti. Ayakta durup evin ötesindeki ormana baktı. Ceplerini kontrol etti- sigaralar, çakmak ve tabi ki bıçağı vardı. Jeff bir şeylerin yanlış gittiğini biliyordu. Hissettiği duygu öldürme dürtüsü ve daha önce hiç hissetmediği garip bir şeyin karışımıydı.

Evden dışarı, ıslak karanlığa fırladı. Jeff şimdi tek ışık kaynağının bir ampul olduğu karanlık bir sokaktaydı. Hala sel gibi yağan yağmur Jeff 'in arkasına vuruyordu. Ormanın olduğu tarafa doğru yürümeye başladı. Girmeden önce sol tarafına hızlı bir bakış attı. Mezardan fazla uzakta değildi. O tarafa döndü. Aklına bir düşünce esti, neşeli bir öğleden sonra rüzgarı gibiydi. Ailesinin son parçası sadece bir kaç adım ötedeydi, ve onu çağırıyordu.

Ormandan uzaklaştı, ve mezarlığa doğru yöneldi. Jeff yavaşça yürüdü, yine de bir kaç kez takılarak kısa mesafeyi uzattı. Bir mezara yaklaştı. Mezarı ölümün çürümüş kokusu ile şereflendirdi, ceketi kurbanlarının kanı ve parçaları ile doluydu. Jeff bir süre granit parçasına baktı. Görüşü kelimeleri okuyamayacağı kadar bulanıktı. Bu yüzden sadece baktı. İçinde bir huzursuzluk hissi oluştu, ve boğazı kurudu. Bir kaç dakika önceki garip histi bu.

Tekrar ormana doğru yöneldi. Ağaçlık alana doğru yürürken gözü diğer ağaçlardan bir kaç adım uzakta olan bir ağaca takıldı. Üzerine küçük,grimsi bir kağıt tutturulmuştu. Gözleri bulanık olduğu için okuyamıyordu. Okuma çabasına da girmedi, ve yavaşça karanlığa süzüldü. Sanki bu yeri biliyormuş gibi, sanki burası eviymiş gibi.

İki viski şişesini sıkıca kavrayarak sarhoş bir belirsiz hali ile ormanı inceledi. Karanlığa hayran kalmıştı, ona kimse görmeden kurbanlarının boynunu kesebileceği karanlık bir koridoru hatırlatıyordu. Yürümeye devam ederken, Jeff delicesine aşık bir hale düşmüştü. Boş karanlık etrafında dönüyordu. Kendine kendine anlaşılmaz ve hızlı bir şekilde fısıldayarak yoluna devam etti. Bir şey garip hissettiriyordu. Yaprakların ezilme sesleri bir insanın çıkarabileceğinden daha fazlaydı. Jeff bir şeyin görüş açısında gizlendiğini gördü.

"Kim var orda?" diye homurdandı.

Sesin fazlalığı duyulabiliyordu, ama olağan dışı bir şey yoktu. Jeff etrafını kontrol ederken cırcır böceklerinin sesleri arttı.

"Gel buraya tavuk, oyunları gerçekten de sevmiyorum, saklambacı da."

Jeff bunu söylerken yakınındaki çalılıktan gelen bir hışırtı duyuldu. Ses kesilmeden önce bıçağını oraya savurdu. Ardından bütün bir zaman boyunca saklanan şeyi gördü.

Bir kemirgen yaprakların arasından kaçarken "Lanet olası kemirgenler, sadece işe yaramaz bir kaç haşeresiniz." dedi.

Çalılıkta ne saklandığını gördükten sonra, gece yarısı gezisine devam etti. Sırtına vuran yağmur yavaşlamıştı. Görüşü daha da bulanıklaşıyordu ve kafasının içinden yüksek bir ses geliyordu. Duyulan ses Jeff 'in çılgın hayal gücünün bir ürünü olabilirdi, çünkü ağaçlık alan sessizdi. Ayaklarını sürüyerek dayanılmaz sese lanetler savuruyordu. Daha önce hiçbir ses kulaklarını bu kadar rahatsız etmemişti.

Jeff'i boğan ses yavaşça dindi. Acıdan dolayı Jeff bir ağacın dibine yığıldı. Elindeki iki şişe yere düştü. Bir tanesi ağaç kabuğuna çarparak parçalandı, ve her yere yayıldı. Camın kırılma sesi Jeff'in bilincini şiddetli bir şekilde geri getirdi. Gözleri karanlığa tekrar alışırken, bulanıklık Jeff yukarısında duran beyaz renkli oval bir şey görürken arttı. Gözleri şok yüzünden aniden odaklandı, ama bir kaç saniye önce önünde olan şey şimdi görünürlerde yoktu.

"Bu da neydi?"

Jeff kendi sözüne güldü. Aklı ona oyunlar mı oynuyordu?

"Şimdi o şeyin lanet bir kemirgen olmadığını biliyorum."

Jeff aniden bir şeyin karanlıkta süzülerek belli bir mesafeden onu takip ettiğini düşündü.

Bir cevap alma umudu ile  "Bu kadar, oyun oynamayı bırakıyorum. Ne cehennemdesin, seni lanet pislik?!" diye haykırdı. Beklenmedik bir şekilde cevaplanmıştı. Tekrar yürümeye başladığında, boynunda hafif bir karıncalanma hissetti.

"Az önceki lanet hava değildi, pislik. Seni becermeyi düşünmeden önce o lanet çalılıklardan çıksan iyi olur!" Jeff bu noktada vahşileşmiş hissediyordu. Bu yer ile ilgili hiçbir şey düzgün değildi, ama her dakikadan zevk alıyordu. Parlayan bıçağını ceketinin cebinden hızlıca çıkardı, ve karanlıkta ağaç dallarını kesmeye başladı.

"Dışarı çık seni s*rtük!" diye bağırdı "Artık saklanmak yok, boğazını kesmek için bütün dalları keseceğim!"

Jeff bıçağını görüş açısının sol tarafını kapayan dala doğru çevirdi, ve sapladı. Doğrudan temas ile ağaç olduğunu düşündüğü şeyin karanlıkta saniyeler içinde yavaşça kaybolduğunu görünce afallamıştı. Ne yapacağını bilemez bir halde hızlıca sağ tarafına baktı ve bıçağını gecenin karanlığına sapladı. Ağaçların arasına baktı, ve beklemediği bir şey gördü. Psikopat gencin önünde duran şey son derece uzun, ince, temiz ve siyah bir takım elbise giymiş bir adamdı. Bunlar Jeff'in o an görebildiği ilk şeylerdi, yağmur bakış açısının bozulmasına neden oluyordu.

Jeff'in bakış açısı tekrar düzeldi ve hızlıca adamı incelemeye başladı.Bir deri bir kemikti, yüzü solgun, neredeyse beyaz bir renkteydi. Jeff yüzünü incelerken, adamın yüzündeki eksiklikleri fark etti. Bu "Şeyin" yüzü tamamen boştu, gözleri,burnu ya da ağzı yoktu. Sadece beyaz,boş bir kafa. Bu Jeff'in biraz huzursuz hissetmesine neden oldu, ve sonra gülme krizine girdi.Hayretler içerisine olsa da, önündeki figürle konuştu.

"Beni ağaçların arasında takip eden pislik sendin demek ha?"

Jeff boşluğa bir kez daha baktı.

"Ne halt olduğunu bilmiyorum, ama bana kendimi hatırlatıyorsun. Güzel,beyaz bir yüzün var ama tek eksiğin bir gülümseme!"

Fark ettiği şey yüzünden kontrolsüz bir şekilde gülmeye başladı. Ama durdurulmuştu, kulakları parazitlenme sesi ile saldırıya uğramıştı.Yere düştü. Rahatlamak için kulaklarını kaparken karanlık etrafını sarmıştı. Az önce Jeff'in sorguladığı figür şimdi ona dayanılmaz bir acı veriyordu.Gözlerinin olması gereken yer ile doğrudan Jeff'e bakıyordu. Bir noktada, Jeff sınıra geldi. Acıdan kurtulup, bıçağını bir kez daha havaya kaldırdı, ve kesmeye başladı. Her hareketi sonuçsuzdu, adam zaman yokmuş gibi hareket ediyordu, saldırılardan kaçmak için ışınlanıyor gibiydi.

Uzun adam karşılık vermeye başladı. Jeff ona saldıran kişinin arkasından çıkan dokunaçları yeni fark ediyordu. Jeff'i sarmışlardı, karşılık olarak bıçağını yanına yaklaşan her bir dokunaca savurdu. Kola benzeyen bir şeyi kesmeyi başardı. Aynı anda, kesilen uzuv bir anda tekrar büyüdü. Az önce olan şey Jeff 'i şaşkına çevirmişti. Sanki adam uzun bir ağaçmış gibi hissetti, dokuncaçları da dallarıydı. Jeff orayı kendisine ev edinmiş bu düşmanla savaşamayacağını bilerek ormandan dışarı kaçtı.

Saldırgandan kaçarken kendini ormana girdiği yerde buldu. Sağ tarafında mezarlık vardı. Açık bir alan. Ağaçların arasından koşarken sol tarafta diğerlerinden uzakta duran ağacı fark etti. Bu önceki ağaçtı. İçgüdüsel olarak ağaca koştu, ve daha önce uzaktan gördüğü notu okudu.

"Bu ağaçlığa karanlıkta girmeyin, son zamanlarda burada uzun bir adam görüldü, bazıları ona Slenderman diyor.Dikkat edin, girerseniz kendi sorumluluğunuz."

Ağaçların arasında onu takip eden şey Slenderman olarak adlandırılmıştı. İsim uzun,beyaz figüre çok iyi uymuştu. Jeff aceleyle kanlı bıçağını kullanarak düşmanını bekleyeceği mezarlığa doğru koştu. Jeff'in dileği yerine gelmişti, Slenderman ağaçlardan çıkıp yaklaştı. Evini bırakmakta tereddüt ediyor gibiydi. Tereddüt etmesine rağmen yine de çıktı ve hızlıca Jeff'e yaklaştı. Psikopatın içgüdüleri geri gelmeye başladı, ve uzun adamın üstüne atladı. Jeff düşmanı tarafından tutulup yakındaki bir ağaca fırlatılmıştı.

Onu saran dokunaçları bıçaklamaya devam etti. Slenderman'in kollarından birini kesmeyi başarmıştı. Derin kesikten kan akmaya başladı. Beyaz figür hiçbir ifade göstermedi, ve Jeff'i tutup ağaçlara ve taştan döşemelere fırlatmaya devam etti. Jeff'in bıçağı tutuşundan kaydı ve onunla beraber yere düştü. Yerle çarpışan bıçak bir kaç saniyede Jeff'in karnına girdi. Yaradan kan fışkırdı, ve zemin kırmızı sıvıyla kaplandı. Sallanarak ayağa kalktı.

"Yapabileceğinin en iyisi bu mu Slendy? Babam kemeriyle bana senin ince,zayıf dokunaçlarından daha çok çok zarar vermişti!"

Slenderman sessiz kaldı, ama dövüşmeye devam etti. Adam mezarda bulunan bir taşa uzandı, ama daha onu tutamadan, Jeff bıçağı karnından çıkararak onu doğrudan Slenderman'e fırlattı. Jeff'in hedeflemesi kusursuzdu, bıçak adamın uzuvlarından birini kesti. Slenderman'in sol kolu tamamen gitmişti, kol tok bir ses ile yere düşerken omzundan çıkan yoğun kanla birleşmişti. Slenderman karanlığın içinde hızlıca kayboldu, ama Jeff'in arkasında ortaya çıktı. Sağ elinde kırılmış bir granit taş tutuyordu, onunla Jeff'in kafasına vurdu. Jeff bir kez daha yere düştü, bilinci az kalsın kapanıyordu.

Saldırganı tarafından ele geçirilip bir mezara doğru fırlatılması uzun sürmedi. Mezar taşı çarpmanın etkisi ile parçalandı. Bir kez daha ayağa kalktığında Jeff'in gözleri mezar taşındaki isme odaklandı. Taştaki ismi okurken siyah gözleri iyice açıldı. Gri parçaya yazılmış isim Jeff tarafından hemen tanınmıştı. Kardeşinin ismiydi,Liu. Bir şey Jeff'in içine akıyordu. Aniden içi öfke ile doldu, ve acayip bir hızla Slenderman'e doğru koştu. Jeff'in bıçağı derisiyle birlikte takım elbisesini de parçalara ayırıyordu. Slenderman ormana doğru ışınlanmaya başladı.

Jeff "Hadi ama pislik, seninle işim daha bitmedi!" diye bağırdı. "Uykuya gitmene yardım etmek istiyorum Randy! Acayip yorgun görünüyorsun!"

Jeff'in içine akan şey deliliğinin aşırı derecede artmasına neden oluyordu.Tekrar ormanın içine,Slenderman'e doğru koştu. Ağaçların arasından geçti, hala adamı takip ediyordu. Slenderman ormanda hareket etmeye devam etti. Jeff'in dikkat eksikliği yerde duran bir dala takılmasına neden oldu,cam parçaları ona saplandı ve cebindekiler dışarı saçıldı. Jeff karmaşık bir ifade ile kanlı yüzünü kaldırdığında alkolün kokusu burnuna geldi. Jeff daha önce burda olduğunu biliyordu, aynı dala takılıp şişeyi düşürmüştü.

Yerdeki bıçağını umutsuzca aramaya başladı. Elinin bıçak olmasını umduğu ılık bir şeye geldiğini fark etti. Çakmağını tutmuştu. Küçük ateşin biraz da olsa aydınlatması için çakmağı ateşledi. Kanlı elleri plastiği tuttu. Bir kaç sonuçsuz çabadan sonra, küçük, turuncu bir alev çıktı. Yakınlarda duran bıçağını bulmak için çakmağı önüne tuttu. Başka bir hareket yapamadan, Slenderman önünde belirdi. Daha önceki pürüzsüz beyaz yüzü çizikler ve kanla kaplanmıştı. zarar görmüş görünse de Slenderman güçlü kalmayı başarıyordu.

Jeff'in çakmağı tutan eli gevşedi, kanı eliyle çakmak arasındaki sürtünmeyi azalttı. Küçük alev yere düştü. Çakmak yere değer değmez yoğun bir ateş ortaya çıktı. İki düşman ateşten uzaklaştı, ikisi de ateşle aralarına mesafe koyamadan yerdeki alkol yüzünden ateş büyümüştü. Bir kaç saniye içinde, orman yerden yukarı doğru yanmaya başladı. Jeff kendini güvenceye alacak bir şey için bakındı, ama alevler arasında hiçbir şey görünmüyordu. Slenderman hiçbir şey düşünmeden Jeff'e saldırdı. Jeff etrafını saran aleve aldırmayarak karşı koydu. Uzun canavar Jeff'i yakaladı. Jeff bıçağını aldı ve atladı.

Yararı yoktu, Jeff Slenderman tarafından geri çekilmişti, ve şimdi onun tutuşundaydı. Slenderman Jeff'i sağa sola sallamaya başladı, bunu yaparken, Jeff onu ısırdı ve kemiğin kırılan sesi gürültülü bir şekilde duyuldu. Slenderman'in acısı arttı, şok içinde Jeff'i büyük bir ağaca fırlattı. Ağaca uçarken,Jeff arkasında keskin bir acı hissetti. Gövdesine bir ağaç dalı girmişti, daha sonra ağacın köküne çaptı. Uzun bir ağacın dalı tarafından kazıklanmıştı.

Acı içinde bağırırken ağzından ve açık yaralarından kanlar fışkırdı. Slenderman kaçarak ateşin ulaşamadığı güvenli bir yere gitti. Jeff'in kaçma çabalarını izledi. Böyle bir durumda kaçışın imkansız olduğunu Slenderman biliyordu. Beyaz canavar uzun mesafeden bile Jeff'in çığlık attığını duyabiliyordu. Bölgeden uzaklaşıp Jeff'i alevlerle baş başa bıraktı.

Yangın daha da parlaklaştı, ve Jeff'in etrafını sardı. Yoğun sıcaktan kaçmak için vücuduna saplanmış ağaç dalını çıkardı. Ateş onu yuttu, her şey etrafında dönüyordu. Alevler onu sararken, Jeff için hiç umut yoktu. Aklını uzun süre önce yitirmişti, ama bu farklı bir şeydi. Sınıra ulaşmıştı, ve aklı da orman gibi yandı.

------------

"Sarah Burgess isimli genç kızın kayıp olduğu bildirildi. En son akşam saat 9 sularında Drop In Bar&Grill'de görüldü. Sarah Burgess'ın nerede olduğu hakkında bir bilginiz varsa lütfen  404-835-4357 polis merkezini arayın. Başka bir haber, yerel alandaki büyük ormanda bir yangın başlamıştı, nedeni hala öğrenilemedi. İnceleme ekipleri kalıntıları inceliyor. Yangın söndürüldü. Bu yoğun ağaçların arasında yaşayan hayvanlara zarar verecek. Gelen bilgileri sizinle paylaşacağız."

Mark televizyonu kapadı ve koltuğa çöktü.

"Hey balım, gidip ormanı  görmek istiyordun, geriye ne kaldı acaba? Ateşi başlatan lanet şeyi yere koymuşlar. Ayrıca kayıp bir kız var, belki oraya gidersek kızı da görebiliriz."

"Bunu başka bir zaman yapabilir miyiz? Şu an meşgulüm Mark. Ve eğer polis bile bulamıyorsa biz o kızı hiç bulamayız!" diye itiraz etti Julia.

Mark cevap verdi "Hadi ama, bir zararı olmaz. Sadece 5 dakikalık bir yürüyüş!"

"Tamam,ama sadece 5 dakika!"

Adam ayakkabılarını giydi ve karısıyla birlikte evden çıktı. Yanmış ormana doğru ilerlerken, ters yöne doğru bir şeyin hareket ettiğini görebiliyorlardı. İnsana benziyordu. Yaklaştıkları zaman, yüzündeki yanık benzeri izleri gördüler. Yaratığın göz kapakları tamamen gitmişti, ve yüzünde doğal olmayan bir gülümseme vardı. Tamamen beyazdı, yanmış gibi görünen yerler ise grimsi. Uzun,siyah saçları kavrulmuştu. Daha da yakınlaştılar ve Mark bağırdı.

"Hey dostum, yardıma ihtiyacın var mı?"

Julia korkmuş bir şekilde fısıldadı "Mark dur, kim olduğunu bile bilmiyoruz! Lanet olası bir katil olabilir!"

Adam çifte hızlıca yaklaştı. Yaklaşırken kanla kaplanmış kalın bir bıçak çıkardı.

"Benim yok, ama uyumak için yardıma ihtiyacınız olduğunu görebiliyorum."

Jeff adamın boynunu çapraz bir şekilde kesti, ve adam yere düştü. Karısı sesli bir şekilde çığlık atmaya başladı. Sıradaki o olduğu için bağırmaya devam edememişti. Bıçak doğrudan kalbine saplanmıştı.

"Benim için endişelenmene gerek yok. Sadece uykuya git."

Ç.N:
Ugh... Gözlerim...Acıyor o_O  İşte bütün hafta beklediğiniz uzun CP :3
Ve gençler, kullandığım resim sayfamın sadık takipçisi Splendor-Chan tarafından çizildi ^_^ 




"Morgue"

Uzun süreden beri kayıp olan kızımın acısını yaşarken, bir telefon araması aldım. Polis şubesinden arıyorlardı, verdiğim fiziksel tanımlama raporuna uyan küçük bir kızın cesedini bulduklarını söylüyorlardı. Haberi aldığım anda dizlerim titredi, yere çöküp elimle ağzımı kapatarak ağlamamı bastırdım. Benden morga girip cesedin kimliğini doğrulamamı istediler, bu benim için çok zor olacaktı…

Morg bir devlet hastanesine bağlıydı ve tabi ki hastaneden ayrı bir binadaydı. Binaya kırmızı renkli bir kapıdan giriliyordu, içeri girdiğimde kapının bir koridora açıldığını gördüm. Koridorun sonunda ise krem rengi bir başka kapı vardı. Bana eşlik eden polis  ile o kapıya ilerledim. Kapının ardında ofis benzeri küçük bir yer vardı. Bir masa, dolaplar, çöp kutusu, küçük bir pencere. Ama içeride kimse yoktu.

Birkaç dakika sonra kapı hızlıca açıldı ve nefes nefese kalmış genç bir kadın içeri girdi, kayan gözlüklerini itip doğruldu ve alnındaki terleri bir peçete ile sildikten sonra “Merhaba” dedi “Kusura bakmayın, acil bir işim çıkmıştı, yine de mümkün olduğunca çabuk geldim. Hemen işleme geçelim, bu  tür şeyler uzatmaya gelmez. Doktor Collins’in içeride olduğuna eminim, benden önce gelmişti.” Ayağa kalkıp metal bir kapının önüne yürüdü “Hemen burada, iyi şanslar.”

Kapıyı açtı, yüzüme garip bir koku ile beraber bir soğuk hava dalgası çarpmıştı. Yanımdaki polisle beraber içeri girdim, kadın ise dışarıda bekleyeceğini söyleyip odada kaldı. Morg bir koridora benziyordu, her yerde cesetlerin tutulduğu o metal şeylerden vardı. Koridorun sonunda ise beyaz doktor önlüğü olan biri bize sırtını dönmüş bir vaziyette duruyordu. Yanımdaki polis  “Doktor?” dedi. Adam bize döndü, neredeyse siyah olan gözleri çok garip bakıyordu. Sanki odaklanamıyorlarmış gibi…

Bize doğru yürümeye başladı “Siz de mi kimlik doğrulama için buradasınız?” dedi. Sesi monoton ve ruhsuzdu. Önyargılarım yine beynimde konuşmaya başlamışlardı, bu adam sinir bozucu biri olmalıydı. Yanımdaki polis benim yerime cevap verdi “Evet, mümkün olduğunca çabuk olmasını istiyoruz. Bilgiler burada.” Doktora bir kâğıt uzattı, adam inceledikten sonra tam yanında duran metal kapağı açtı. Sürgüyü çekti ve üstünde beyaz örtü örtülmüş bir ceset ortaya çıktı, tutup yavaşça çektim.

Oydu, lanet olsun ki oydu. Bu sarı saçlar, küçük ve narin yüz… Yere çöküp ağlamaya başladım. Doktor ve polis beni ayağa kaldırmaya çalıştılar.Sakinleşip kimlik doğrulaması yaptıktan sonra morgdan çıkıp ofis benzeri küçük odaya döndük, kadın endişeli gözlerle bana baktı “İyi misin? “ Kafamı evet anlamında salladım. ”Kimlik doğrulamayı yaptığınıza göre-“ cümlesini tamamlayamadan krem rengi kapı açıldı ve içeri bir adam girdi. Kadın ayaklanıp “Doktor Collins!” diye bağırdı, adam ürküp geri sıçradı. Sonra kadın bize döndü “Eğer doktor orda değilse siz kimle..?”  

Bu noktada yanımdaki polis de, ben de donup kalmıştık. Polis kendini çabuk toparlayıp “Orda bir adam vardı, cesedi de gösterdi. O kimdi öyleyse?” dedi. Hepimiz hızlıca morga yöneldik. Kapıyı açıp içeri daldık, kimse yoktu.

“Ama nasıl olur?” dedim “Biz burada biriyle konuştuk… Eminim… Üstünde doktor önlüğü bile vardı…” Doktor Collins ile kadın birbirlerine baktılar, kadın bir adım önce çıkıp yüzünden okunabilen saf bir dehşet ifadesi ile konuştu “Gözleri siyah gibi miydi..?”  Soru sorar bir ses tonu ile “Evet?” dedim. Kadın şimdi daha da korkmuştu, Doktor Collins ise bembeyaz kesilmişti  “David… O David’di. Demek onu gördüğünü söyleyenler, yalan söylemiyordu...“  Polis öne çıktı “Öyleyse nereye kayboldu bir anda? Şu an nerede?”  Kadın bir süre sessiz kaldı, ardından cevap verdi


 “Toprağın altında…”

Ç.N:
Bundan sonraki CP'ye hazır olun gençler >o<
Bu arada bunu ben yazdım :D 

5 Aralık 2014 Cuma

Clock 00:00

Saat 00:00

Küçük bir sarsılma ile uykumdan uyandım.Elimi zorda olsa komidine uzatarak telefonumu buldum.Saat 00:00 idi.Bir anda karnımdan garip sesler gelmeye başladı.Kalkıp yemek yemem lazım.Tam ayağa kalktığımda bir anda yatağa düştüm.

Saat 00:00

Yemek yemek için ayağa kalktığımda yatağa düşüp uyuya kalmışım.Karnımdan gelen sesler kesilmedi.Çok rahatsız oluyorum,hemen yemek yemeliyim.

Saat 00:00

Mutfağa gittim.Lambada bir gariplik vardı bir yanıyor bir sönüyordu.Ama umrumda değildi sonra hallerdim.Yaptığım kekleri dolaptan alıp yemeye başladım.Kekler bittiğinde uykum kaçmıştı.Biraz film izlesem belki uykum gelir.

Saat 00:00

Sanırım saat 00:00.En sevdiğim dizinin özetini ve bir tanede film izledim.Ardından saate baktığımda 00:00 idi.Saatin pili bitmiş olmalı diye düşündüm. Karnımdan gelen sesler çok rahatsız ediyordu,umarım alt kattakiler duymaz.Biraz önce uyumalıyım.Kalkıp hole* çıktığımda başım aniden döndü.

Saat 01:27

Kendimi yatakta buldum.Karnımda feci bir ağrı var.Bakamıyorum.En sonunda merakım ağıır basıyor ve elimi götürüyorum.Elim ıslanıyor.Bu benim kanım.Doğrulup baktığımda büyük bir yarık var.Hemen ambulansı arıyorum.

Saat 01:53

Odamdan içeri 2 sağlık görevlisi girdi.Ardından kendimi serbest bıraktım.Sonrasını hatırlamıyorum.


Saat 11:45

Hastanede uyanıyorum.İçerideki hemşire dışarı çıkıyor ve polisleri çağırıyor.Neler olduğunu sordular.Bir şey bilmediğimi söyledim.Evin içinde kanlı 3 parmaklı ayak izleri gördüklerini söylediler.Donup kaldım.

Saat 17:20

Hastaneden taburcu oldum.Eve gittiğimde ayak izlerini bende gördüm.Kaç kere yıkamaya çalışsamda çıkmadılar.Üstlerine halı örttüm.


Saat 00:00

Küçük bir sarsılma ile uykumdan uyandım.Yine aynı şey olucaktı.Hissettim.Yerimden kımıldamadım.Korkudan çok terlemiştim.Haraket edemiyor doğru düzgün nefes alamıyordum.

Saat 01:27

Karnım feci bir şekilde ağrımaya başladı.İçinden garip bir canlı çıktı.Gözlerim yuvalarında fırlayacaktı.Bana keskin dişlerini gösterek sırıtıyordu.En son üstüme doğru atılmıştı.




ÇN:Biliyorum çok süper bir pasta değil ama uzun pastalar için zaman lazım.En azından gece uyandığınızda aklınıza gelsin belki bir etkisi olur.Hol*koridor.

4 Aralık 2014 Perşembe

Damn

Çok uykum gelmişti.Artık yatmam gerekiyordu.Televizyonu kapayıp telefonumu şarj'a taktıktan sonra odama gitmek iyin yerimden doğruldum.Garip bir şey hissettim.Açıklaması güç.Ama uykulu olduğum içindir diyerek geçiştirdim.

Dişlerimi fırçalamak için banyoya gittim.Ağzımı çalkaladıktan sonra aynada 1 saniyeliğine sanki bir kız görmüştüm.Yada ben öyle zannediyordum.Ardından koridora çıktım.

Koridorun farklı olduğunu fark etmem uzun süremedi.Başka birşeyler vardı.Çamurlu ayak izleri.Elim ayağım birbirine girdi.Titriyorum.Belkide o kızdı.Yatağıma gidip uykuya dalarsam belkide rahat bırakır diye düşündüm.

Koşarak odama gittim.Üstüme örtüyü çekip gözlerimi kapadım.Lanet olsun ışık açık kalmıştı beni farkedecekti.Kapamak için uzandığımda koluma bir el dokundu.Çekerken lambanın yanındaki bardağa elim çarptı ve lambanın bağlı olduğu prize su damladı.Şimdi daha kötüydü.Cızır cızır ses çıkarıyordu.

Son kez fişi çekmek için atıldığım anda kafası öne eğik bir şekilde bana bakıyordu.Sanırım son saniyelerimi yaşıyordum.Hemen fişi çekip örtünün altına girdim.

 Belkide yarım saat geçmişti ama birşey olmadı.Nefes alamıyordum artık.En azından nefes alıcak kadar ye açsam olur diye düşünürken sesler gelmeye başladı.Lanet duvarıma bir şeyler çiziyordu.Anlamıyordum.İşi bittikten sonra odamdan çıktı.Okumamı istiyordu.Ama anlamıyordum.Başka bir dil gibi gözüküyordu.

Kısa bir süre sonra nasıl olduğunu anlamadan okumaya başkaladım.Heralde 2-3 gün aynı yazıyı okudum.
Şimdi her gece başka bir evde aynısını başka insanlara yapıyorum.

Belkide bu gece sana gelirim.Olmaz mı?


ÇN:Hmmm inşallah bana gelmez.Bu arada kısa CP'den hoşnut olmayanlar varsa yoruma yazsın bende ona göre uzun çeviri yaparım :)

3 Aralık 2014 Çarşamba

"Clockman"

Kıpırdanıp dönüyorum, gözlerim sonuna kadar açık. Görünüşe bakılırsa uyuyamıyor ya da gözlerimi bile kapatamıyorum. Çünkü yaptığımda, saatimin tik takları daha sesli olmaya başlıyor ve orda bir şey hissediyorum, üstümdeki hava yer değiştiriyor. Üzerimde gözler. Yanağımda bir nefes.

Gözlerimi açtığımda hiçbir şey yok. Yer değiştiren hava, derin bakışlar, nefes. Sadece sessiz tik taklar, sonra yine yüksek sesle tik taklamaya devam ediyor. Ve kemiklerim ürperiyor. Kafamı sallıyorum, uyuyamıyorum, ve ayağa kalkıp mutfağa gidiyorum. Dolabı açıyorum ve sütü alıyorum. Tam kapağı kaparken küçük, sarı renkli post-it kağıdı gözüme ilişiyor:

       Neredeyse gece yarısı ve senin sıran.
       Senin için geliyorum
                                  -Clockman

Nefesimi tutuyorum ve kapının üstünde asılı duran saate bakıyorum; 11:58

Ç.N:
Anket uygulaması iyi oldu ha, ne dersiniz? :D 

2 Aralık 2014 Salı

Just only mine


Karanlık koridorun sonunda gördüğün gölge benim.Gecenin bir yarısı evde ses yapan benim.

Sen yatağında güzelce uyurken saçlarını okşayarak dağıtan benim.Kaybettiğin eşyaları çalan benim.Hiç kimse yanında olmadığı zaman yanında olan benim.Küçükken odanda gezdiğini sandığın benim.Saçlarını yıkarken hissetiğin varlık benim.

Karanlıkta duyduğun garip sesler benim.Arkanda seni izleniyormuş hissine kaptıran yine benim.İnsan sandığın askılık benim.

Yolda çelme takıp seni düşüren benim.İnsanların seni sevmesini istemeyen ,seni rezil eden benim.Seni sadece ben sevmeliyim başka kimse değil.

Çünkü sen benimsin,sadece benim,benim.


ÇN:Buda ilk paylaşımım umarım beğenirsiniz, emin olun daha iyileri gelicek.

1 Aralık 2014 Pazartesi

" It "

Korkuyorsun, korkunun kokusunu alabilir. Bu koku onu sana çeken şey. Şimdi sana çok yakın.

Senin ümitsiz davranışların onu eğlendiriyor. Seni istiyor. Saklanmayı deneyebilirsin, git kendini bütün dünyadan uzağa kilitle, her yere barikatlar kur. Ama bu senden istediği şey.

Şimdi yalnızsın; yalnız olduğunu biliyor.

Dikkatini başka şeylere vererek kendini rahatlatmaya çalışabilirsin. Bu hikayeyi okuyabilirsin. Ama sen okurken, o yanında.

O her zaman yanında.

Kendini savunmasız bıraktın ve şimdi seni yakalayacak.

Ç.N:
Haftaiçi kısa, hafta sonu da uzun hikayeler paylaşma gibi bir karar aldım. Bazen aksaklıklar olabilir ama telafi edeceğime emin olabilirsiniz :D 
Bu arada daha önce hiç sormadım ama; sayfayla ilgili şikayetiniz, benimle ya da başka bir şeyle ilgili aklınızı kurcalayan, merak ettiğiniz şeyler var mı? Varsa sorabilirsiniz :D 
Ve ankete oy vermeyi unutmayın, sayfanın hemen sağında :3