28 Aralık 2019 Cumartesi

A Very Special Christmas Supper

Kız arkadaşının ailesiyle ilk buluşman aşırı önemlidir. Belki senin de ailen olacaklardır. Eğlenceli ve büyüleyici olmalısın, ama yapay görünecek kadar fazla eğlenceli veya fazla büyüleyici olmamalısın.
Sahte ya da yalaka olmak istemezsin.

Mabel'ın ailesiyle buluşmak üzereyken, gergin hissetmeyi durduramıyordum. 25 yaşındaydım, birçok sevgilim olmuştu ama onun hayallerimin kadını olduğunu biliyordum. Güzel, başarılı ve tatlıydı, hayatımda tanıdığım en destekleyici ve cömert insandı. 2 yıldan biraz uzun bir süredir birlikteydik, ve onunlayken çok rahat hissediyordum. Her zaman birbirimize gerçekten olduğumuz gibi davranıyorduk.

Ebeveynleri, kız kardeşi ve ağabeyi başka bir ülkede yaşıyorlardı, bu yüzden daha önce görüşme şansımız olmamıştı. Birkaç kez Skype ve FaceTime üzerinden konuşmuştuk ve en azından benden hoşlanmamış gibi görünmüyorlardı, ama bilirsiniz, bu aynı şey değildi.

Noel Arifesinde ben vardığım zaman onlar çoktan Mabel'ın geniş, modern evine gelmişlerdi. Kendime ilk gelen ben olmadığım için lanet ettim ama kimse buna aldırış etmemiş gibi görünüyordu.

"Merhaba Jonah!" babası Richard, benim için kapıyı açtı, şevkle elimi sıktı ve bunun yeterli olmadığına karar vererek bana yarım bir şekilde sarıldı, sırtımı sıvazladı. "Tam bir iş adamı! Endişelenme, Mabel bize bugün çalışmak zorunda olduğunu söylemişti."

Sıcaklığı beni hem şok etmiş hem de rahatlatmıştı. Ellilerindeki (tahminimce) bir adam için inanılmaz derecede yakışıklıydı. Mabel gibi kestane rengi saçları vardı, uzun ve fitti.

Beni salondaki diğer aile üyelerine tanıttı.

"Martha, Bernie, Fred, bu meşhur Jonah. Yüz yüze çok daha iyi görünüyor, haksız mıyım?" sırtımı tekrar güçlü bir şekilde sıvazladı.

"Bu takım elbisenin içinde ne kadar iyi göründüğüne bir bak!" Martha, Mabel'ın annesi, beni gördüğüne çok memnun olmuştu. Yanaklarıma iki öpücük kondurdu. 35'ten bir gün bile daha yaşlı görünmüyordu, ve tıpkı kızı gibi, çok güzel kokuyordu.

Sıradaki kız kardeşiydi. Yaşı 15 civarındaydı, sarışındı ve beyaz renkli, mermer gibi yüzü annesine benziyordu. Bir gülümseme ile gözlerini devirdi, bu ebeveynlerinin abartılı davrandıklarını düşünüyor olmasına dair bir belirtiydi, ama sevecen bir şekilde, ve elini uzattı. "Memnun oldum, Jonah. Umarım bugün iyi vakit geçirirsin."

Sonuncusu Fred'ti. Hayatımda tanıdığım en yakışıklı adamlardan biriydi. Richard ve Martha bana iltifatlar etmişlerdi, ve fena görünmediğimi biliyordum, ama onunla karşılaştırıldığında, daha çok bir çöp torbasına benziyordum.

Uzun boylu ve güçlüydü, kolları da bacakları da. Pantolonu ve bluzu onda harika görünüyordu, üzerine bir Armani modeli gibi, mükemmel bir şekilde oturmuştu. Saçları parlak ve dişleri düzgündü. Bunu söylemekten utanmıyorum, eğer kadınlara ilgi duyuyor olmasaydım, ondan oldukça etkilenirdim.

Hiçbiri videolu görüşmelerde bu kadar iyi görünmüyordu, bunu ön kamera/webcam'ın kalitesine bağladım. Bu bana böylesine iltifatlar etmelerini de açıklıyordu - kamerada muhtemelen çok çirkin görünüyordum.

"Lütfen otur, çocuğum." Richard bana sandalyeyi gösterdi. "Mabel üstünü değiştirip az sonra burada olacak."

Beşimiz konuşarak harika zaman geçirdik, konular değişip yeni konular açılıyordu, birbirimizi iyice tanıyorduk. Her biri ilgi çekiciydi, ve dürüst olmak gerekirse, onların benim de ailem olmalarını sabırsızlıkla bekliyordum. Elbette kendi ailemi de seviyordum ama onlar çok... Normallerdi.

Onlarla sosyalleştiğim yaklaşık 20 dakikanın sonunda, Mabel merdivenlerden aşağı indi. Göz kamaştırıcıydı. Makyajı kusursuzdu, saçları yakut gibiydi, elbisesi rüzgar gibiydi, yüzü her zamankinden de tatlı ve güzeldi. Adeta dilim tutulmuştu, ve ailesiyle tanıştığım zaman bir dakika sonra onun ailedeki en az güzel kişi olduğunu düşündüğüm için pişman olmuştum.

Daha fazla bekleyemeyecektim. Dizlerimin üzerine çöktüm, sonra doğruldum ve, ona evlenme teklifi ettim.

Yüzüğü bir süredir cebimde taşıyordum, ailesiyle tanıştıktan kısa bir zaman sonrası için. Tamam, bu beklediğimden biraz hızlı olmuştu.

Odadaki herkesten sevinç çığlıkları yükseldi. Mabel vurgulayarak birkaç kez evet dedi ve bana sıkıca sarıldı. Birkaç saniye sonra, diğerleri de bu sarılmaya katıldı. Mükemmel aile ile, mükemmel bir Noel'di.

"Ailemiz tamamlandığı için çok mutluyum," Richard mutluluk gözyaşları ile yüzümü tuttu ve sol yanağımı öptü.

"Artık lütfen yemeğe başlayabilir miyiz?" Bernie, tipik bir genç gibi sabırsız bir şekilde, ama mutlu bir tonda sordu. "Önceden yediğim nefis lokmalar yeterli değildi."

"Tabi, tatlım. Jonah., haydi akşam yemeği masasına gidelim. Ana yemeği erkekler getirecek," Martha beni başka bir odaya yönlendirdi. Uzun masa muhteşem yemeklerle donatılmıştı.

Richard ve Fred akşam yemeği odasına devasa büyüklükte bir tabak ile girdiler, tabağın içinde fırınlanmış... insanla.

Gözlerimin beni yanılttığını düşündüm, ama başka hiçbir şey bu büyüklüğe ve şekle sahip olamazdı.

"Her zamanki gibi çok leziz görünüyor, abla!" Bernie şimdi daha mutluydu.

"Bu..." mırıldandım.

"Bir insan," Mabel cevapladı, sanki bu dünyadaki en doğal şeydi. Sanki sadece bir hindiydi. "Aslında pişince tadı güzel oluyor, fırında ısısını ayarlamayı biliyorsan tabi."

"Ve oğlum, o bu işi iyi biliyor!" Fred gülümseyerek ekledi, eti kesmeye başlarken. "Sezon da inanılmaz."

Daha ayrıntılı bir bakışla, vücudun genç bir erkeğe ait olduğunu fark ettim. Bernie açgözlülükle ilk ısırığını aldı, ve anında güzelliği ve gençliği, tuhaf bir şekilde, neredeyse dayanılmaz bir hal aldı. Sanki dünya dışı bir ışıkla parıldıyordu.

"Haydi, oğlum. Biz güzel, zengin, akıllı ve başarılıyız. Bu zamanda bunu kim bir ritüel olmadan elde edebilir ki?"

"Bunu sadece yılda bir kez yapıyoruz. Harika bir fayda maliyeti!" Martha belirtti, kendine patateslerle birlikte ayaklardan birini servis yaparken. Yemeğine baktığımı fark edince gülümseyerek açıkladı, "Kemikleri kemirmeyi seviyorum."

"Ve bakire bir kız olmasına da gerek yok. Bu çok sıkıcı ve eskimiş olurdu. Kişi genç ve güzel olduğu sürece, bunu yapabiliyoruz. Bu okulumdan bir çocuk, bir arkadaşıma zorla bir şeyler yapmaya çalışıyordu." Bernie açıkladı. "Pekala, ben görev başındayken olmaz!"

Tüm açıklamaları, bana tüm bu şeyin oldukça mantıklı olduğunu düşündürüyordu.

"Beni sevmiyor musun?" Mabel kirpiklerini kırpıştırdı, onu her şeyden daha çok sevdiğimi çok iyi bilerek. "Bizim gibi, neredeyse kusursuz olmak istemiyor musun?"

"Ritüeli birlikte yapan çiftlerin, daima birlikte olduklarını biliyoruz, oğlum," dedi Richard, sihirli bir göz kırpışıyla. "Ben ve Martha 40 yıldır birlikteyiz, garantili!"

Kararımı vermiştim, cevap vermedim. Sadece kendime bacaktan bir dilim kestim ve onlara katıldım.


Ç/N :
siz olsaydınız ne yapardınız? mükemmel eş ve aile için her yıl bir insan yer miydiniz?
şimdiden mutlu yıllar Creepypasta Türkçe ailesi. korkunç kalın. *-*



13 Aralık 2019 Cuma

The Golem


Gelem, İbranice hammadde ve şekillenmemiş öz anlamlarına gelir. Bir Kabala inancına göre Golem; şekillendirilmiş toprak, kil, ya da toza, Tanrı'nın adının bir dizi permütasyonunun söylenmesi ile oluşan bir yaratıktır. İnsanların (inanışa göre Yahudilerin) yardımcısı, kurtarıcısı olur. Fakat birçok Golem öyküsünde, yaratık fazla miktardaki gücü yüzünden sahibi için tehdit oluşturmaya başlar.



Söylenceye göre Yeremya peygamber, oğlu ile birlikte bir Golem yaratmış ve alnına "Tanrı gerçektir" anlamına gelen "Yhvh elohim emet" yazmıştır. Golem, elindeki bıçakla ilk harfi silince, geriye "Tanrı ölüdür" ifadesi kalmıştır. Pişman olan Yeremya, Golem'e onu nasıl geri göndereceğini sormuştur. Yaratık, adama alfabeyi toprağa tersten yazmasını söylemiştir. Yeremya ile eşi Sira Golem'in dediğini yapınca yaratık gerçekten de toza dönüşmüştür.

Bir başka öykü de Prag'da yaşayan Haham Loew ile ilgilidir. Judah Loew'in, cansız bir miktar kili ağzına sihirli bir kelime koyarak canlandırdığı çeşitli kaynaklarda belirtilmektedir. "Yossele" adını verdiği söylenen bu Golem güçlüdür ve Yahudi halkını korur. Aynı zamanda yaratıcısına ve yaratıcısının karısına her türlü fiziksel işte yardım eder.

Ancak bir gün Golem öfkeyle uçar, binaları parçalar ve ağaçları söker. Bunun üzerine Haham Loew ağzındaki kağıdı çekip alır ve yaratık cansızlaşır. Bu olaylardan korkan Haham, bir daha asla böylesine tehlikeli bir hizmetçi yaratmak istemez.
Yossele'in tozlu kalıntılarının Prag'da yer aldığı söylenmektedir.

Golem gerçek midir?
Kalıntılarının bulunduğu iddia edilmesine ve hakkında yazıtlar bulunmasına rağmen bu yaratık için kesin olarak var denemez. Çeşitli büyücülük inanışlarına göre Golem, astral ortamda oluşturulup geliştirilebilir. Astral bir Golem oluşturmak için toz ya da kile gerek yoktur, ancak kullanılmaları durumunda Golem güçlenir ve işlevleri artar. Bu varlığı oluşturmak için, insanın kendisini bir robot gibi düşünüp yönetmesi gerekmektedir. İtiraz etmeyen ve fiziksel dünyada bulunmayan bu varlık, insanın bir çeşit "kendi Golem'i"dir.

Yahudi mitinde Golem, felaketlerde ve aşırı durumlarda, usta bir Kabalist tarafından yaratılabilecek bir yardımcı olarak betimlenmiştir. Çıplak elleriyle karşısındaki kocaman bir orduyu parçalara ayırabilir.

Felsefi boyutta Golem, insanın yaratma isteğinden kaynaklanan bir öyküden ibarettir. Çoğu hikayenin sonunda Golem’in kontrolden çıkması ve yok edilmesinin gerekmesi bu isteğin etik olarak yanlış ve imkansız olduğunu işaret eder. İnsan bir yaratma arzusu bulundurmasına rağmen bunun ahlaki boyuttaki sorumluluğunu göze almak istemez.

Peki Golem nasıl yapılır?

Yahudi inancında Sefer Yetzirah'a (Yaratılış Kitabı) göre Tanrının isminin dört harfi olan tetragrammatom'un (yhwh) alfabenin her harfiyle tek tek eşleştirilmesi, ortaya çıkan harf çiftlerinin bütün olası sesli harfler kullanılarak, kil ya da toprağın karşısında telaffuz edilmesi gerekmektedir.
Yahudi mistisizminde uzmanlaşmış bazı kabalistler bu işin yöntemini yazıya dökmüşlerdir. Golem'in doğması için alnına İbranice gerçek anlamına gelen "emet" kelimesi yazılmalıdır. Golem görevini tamamladığında ve geri gönderilmesi istendiğinde ise alnındaki ilk -e harfi silinmelidir. Kalan harflerden oluşan "met" kelimesi, ölüm anlamına gelmektedir. Böylelikle Golem tekrar toza dönüşür.

Bu kelimenin bir parşömen üzerine yazılarak Golem'in ağzına konulması gerektiği de söylenir. Ağzındaki bu kağıt çekilip alındığında, Golem ölecektir.


Ç/N : happy friday the 13th!
böyle özel bir günde, oldukça ilgimi çeken bir konu hakkında bir çeviri yapmak istedim. yeni bir hikaye de yolda. önerilerinizi ve paylaşılmasını istediğiniz hikayelerinizi fulyamanioglu2000@gmail adresine gönderebilirsiniz. korkunç kalın. *-*


8 Aralık 2019 Pazar

KageKao (PART 1)

Part 1

Mark iç geçirdi ve gece gökyüzüne baktı. Dört katlı apartmanının çatısında duruyordu. Bazen Mark burada kalmayı ve düşünmeyi seviyordu, sessiz ve huzurluydu. Aşağı bakarak şehir hayatının normal telaşını ve koşuşturmasını görebilirsiniz ama eğer yukarı bakarsanız güzel gökyüzünü ve hatta dolunayı veya bazı yıldızları görebilirsiniz.
Mark, ölümüne düşmemesine yardımcı olan çatının sınırı boyunca yürüdü.Oldukça geçti bu yüzden yakında apartmanına dönmesi gerekiyordu. Sonra birkaç metre ötede rüzgarda dalgalanan bir şey gördü. Mark yürüdü ve  onu aldı. Bugünün gazetesi olduğunu görünce ön sayfayı okumaya başladı.

"GENÇ ADAM YAKINDAKİ AĞAÇLIKLARDA ÖLÜ BULUNDU"

Bugünün erken saatlerinde, 20 yaşındaki John Parker kuzey ağaçlıklarının yakınında ölü bulundu. Ailesi hiç gerçek bir düşmanı olmadığını ama biraz sorun çıkaran birisi olduğunu belirtti. Yine de kimin onun ölmesini istediğini bilmiyorlardı. Ölümü kan kaybından kaynaklanmış gibi görünüyordu. Yaralar büyük bir hayvandan geliyormuş gibi görünüyordu ama daha sonra adamın alnına bir sembolün oyulmasının sebebi olmadığı bulundu. Sembol ...
Mark gazeteyi bulduğu yere geri koydu. Bunun gibi gecesini mahveden bir makaleyi istemedi. Gökyüzüne bakarken sınır boyunca yürüdü. 20 yaşında. Çok genç. Çocuk için üzüldü,  kendisi nerdeyse 30 yaşındaydı. Yaşamı bittiği için şimdi asla yapamayacağı tüm şeyleri düşündü. Mark bunları kafasından çıkarmayı denedi; bunalıma girmek istemedi.
Bilmeden Mark'ın eli köşedeki boş bir karton kutuya çarptı. Onu yakalamaya çalıştı ama çok geçti; caddelere doğru düşerek fırladı. Garipti, hiç araba görmedi; sadece kaldırımda yürüyen yalnız birisi vardı.

"Hey, dikkat et!" diye seslendi. Ama biraz geçti. Kutu adamın başına düşmüştü. Neyseki  boş bir karton kutuydu. Ardından hemen sonra olanlar onu buz kestiğinde özür dilemek üzereydi. Kaldırımdaki kişi yukarı ona baktı, siyah kapüşonu, siyah-beyaz çizgili atkısı vardı. Tabi kii onu buz kesen bu değildi, aynı zamanda garip bir maskesi vardı; yarı simsiyah yarı ışık saçan beyaz.

Sesini geri kazanmayı başardı ve özürlerini haykıracaktı. Gördüğü şey tarafından tekrar donduğunda;  bu adam belki de sadece garip bir partiden ya da kalabalıktan geliyordu diye düşünüyordu. Adam Mark'ın iyice duyamadığı bir şey söyledi ve sonra duvara zıpladı. Kertenkele ya da örümcek tarzına benzer şekilde binaya tırmanmaya başladı. Mark, ağzı açık bir şekilde donmuştu ve gördüğü şeyi anlamlandırmaya çalışıyordu. Tuhaf  adam, hayır, canavar, binanın tepesine ulaştı ve sınırın kenarına çömeldi. Mark, adamın binaya çok kolaylıkla tırmanabildiğini şimdi görmüştü; beyaz eldivenler giyiyordu fakat her parmağın ucundan eldivenin içinden uzanan uzun, siyah, kedilerinkine benzer pençeler vardı. Maskenin üzerinde bir yüz olduğunu ancak sadece yarım yüz olduğunu gördü. Maskenin beyaz tarafında kızgın bakan bir göz şekli ve somurtan kıvrılmış bir ağız.

Sadece birbirlerine baktılar. Sadece birkaç saniyeydi ama Mark'a göre sonsuzmuş gibiydi. Sonra tuhaf bir şey oldu. Canavarın maskesi değişti. Kızgın ağız ve göz kayboldu ve maskenin siyah tarafında mutlu bir göz ve tuhaf bir gülümseme ortaya çıktı.

Canavar başını bir tarafa eğdi ve şöyle dedi :

“遊びたいか?” (Oynamak ister misin?


Mark çığlık attı ve binanın içine giren kapıya doğru koştu. O canavarın onu takip ediyor olmaması için dua etti. Kapıya ulaştı ve açtı, içeriye fırladı ve kapıyı çarparak kapattı. Nefes nefese kalarak kapıyı kapalı tutmak için kapıya yaslandı. 


Bir süre sonra canavarın hala orada olup olmadığını ve neden kapıyı açmak için zorlamadığını merak etti. Ona ne söylediğini bilmiyordu ama söyleyiş şekliyle ilgili bir gariplik vardı. Neşeli ve şakacı geliyordu. Ama aynı zamanda sinirli ve şeytanca da. Cesaretini topladı ve kapıyı açmaya karar verdi. Bir elini kapı tokmağında tutarak, derin bir nefes aldı ve yavaşça kapıyı açtı. Diğer tarafta her ne varsa görmek için hazırdı. 

Mark kendisinin garip maskeyle karşı karşıya kalacağını zannetti. Bunun yerine canavarın çatının köşesinde otururken, garip ve bir nebze şeytani şekilde gülümserken hala onu bıraktığı yerde olduğunu gördü. 

Canavar tekrar : 

“遊びたいか, おまえ?ケケケ!私はあなたがあそびしたい!” (Oynamak ister misin? kekeke! -kahkahaOynamanı istiyorum!)  


dedi.


Mark kapıyı yine çarparak kapattı. Bacaklarının üzerine düştü ve yere oturdu. Canavarın söylediği şeyleri söyleme şekli hoşuna gitmedi. Ne olduğunu anlamaya çalışarak orada bir süre oturdu. Artık geç olmuştu. Belki çatıda uyuyakalmıştı ve kabus görüyordu. Bir kez daha kontrol etmeye karar verdi.


Mark ayağa kalktı ve yavaşça kapıyı açtı. İçinden bir ses canavarın aynı yerde olacağını ve aynı şeyleri  söyleceğini söylüyordu ama başka bir ses canavarın kapının hemen yanında olacağını, pençelerinin kılıfsız ve kesmeye hazır olacağını söylüyordu. Hatalıydı, canavar gitmişti. Şehrin ışıklarından ve sürülen birkaç arabanın sesinden başka bir şey yoktu. Rahat bir nefes aldı, hepsi bir rüyaydı.

Kapı suratına çarptı. Kapının metali alnına çarpınca canı acıdı. Mark kafasını ovaladı ve yere düştü.

"Bu da neydi lan böyle?" özel olarak kimseye bağırmamıştı. Kapıyı kapatmamıştı, kapatsaydı bile bu kadar sakar değildi ve rüzgar kapatmaya yetecek kadar güçlü değildi. Kendisine, belki de bunun acayip bir rüzgâr fırtınası olduğunu söyledi.Ama o gülüşü tekrar duyduğunda zihni bu fikri hızlıca reddetti. 

“ケケケ!” (kekeke! - kahkaha!)

Gürültü kapının hemen dışından, biraz üstünden geliyordu. Canavar kapının üzerinde durmuş olmalıydı. 



*   **   **   **   **   *

Mark kafası karışmış bi şekilde uyandı. Kendi dairesinde ve kendi yatağındaydı. Kendi yeri olduğuna inanmak için etrafa bakındı. Evet, öyleydi. İç çekti; hepsi bir rüya olmalıydı. Gerçek olduğuna yemin edebileceğin bu garip rüyalardan biri gerçekti çünkü çok gerçekçiydi. Ama sonra bir rüya görmüş olduğunu fark ediyorsun çünkü rüya çok garipti. 
Mark kendisine güldü, sanki canavarlar gerçekten varmışlar gibi. Alnında onu durduran bir ağrı belirdi. Belki de gerçekti ve geri döndüğünü hatırlamıyordu. Mark hızlıca bu fikri reddetti. Belki uykusunda düştü ve tekrar geri kalktı. Olur böyle şeyler.

Mark ayağa kalktı ve bir şey içmek için buzdolabına gitti. Oraya giderken bir bardak kapıp kahvaltı için bir kutu portakal suyu açtı. Portakal suyu tezgaha döküldüğünde bir kısmını bardağa dökmek için kutuyu yan tarafa eğdi. Durdu ve baktı, kafası karışmıştı. Kartonun yan tarafında ince bir kesik olduğunu fark etti. Böylece meyve suyu  kesikten dökülmüştü. 


“ケケケ!” (kekeke! - kahkaha)


Yine olmuştu. Apartmanın içinden geliyordu. Odaya o canavar için göz atarak hemen etrafında döndü. Sonra ne kadar aptal ve paranoyak olduğunu fark ederek durdu. Besbelli hayal görmüştü. Kutudaki kesiği kız arkadaşı yapmış olabilirdi. Son zamanlarda kavga ediyorlardı.


Mark dağınıklığı temizledi ve kahvaltı için hiçbir şey yapmamaya karar verdi. Canı yemek istemedi. Kız arkadaşının ,Beatrice,  nasıl gönlünü alacağı konusunda endişeliydi. Onu sevdi ve onu ne kadar sevdiğini anlamasını sağlamak istedi. Televizyonu açtı ve dertlerini unutarak birkaç saat boyunca izledi. 


                                 *   **   **   **   **   *

Şimdi öğlendi. Kalktı ve televizyonu açık bırakarak mutfağa doğru yürüdü. İçinde alkol bulundurduğu dolabı açtı. Bir şişe bira alarak birazını bir bardağa döktü ve onun bira olmadığını, sade içme suyu olduğunu görünce nerdeyse şişeyi yere düşürüyordu. Suratı asıldı. Kontrol etmek için biraz içti. Sade içme suyuydu. Kızgın bir şekilde baktı ve başka bir tane, başka bir tane ve başka bir tane şişe daha aldı. Hepsinin içerikleri normal su ile değiştirilmişti. Sinirli bir şekilde iç çekti ve sonra yine olmuştu. 

“ケケケ!” (kekeke! - kahkaha)

Mark yerinde sıçramıştı. Bu yine o gülüştü. Kendisine, hayal ettiğini tekrar ve tekrar söyledi. Sadece paranoyaklaşıyordu çünkü rüyası çok gerçekçi gelmişti. Bunu Beatrice de yapmış olabilirdi, ortada canavar falan yoktu. 


Orada bir şey olup olmadığını görmek için dolabı inceledi. Geride, iki şişe şarabı ve bir şişe şampanyası olduğunu biliyordu. Ama onları Beatrice'in onu affettiği zamana saklamak istedi. Şişeleri gördü ve tekrar baktığında dolabı kapatmak üzereydi. Şarap şişelerinden biri kayıptı. Şarap şişelerini bulundurduğu yere baktı, onlardan biri de kayıptı. 


Beatrice bunu da yapmış olabilirdi, bayağı sinirliydi. Mark, yaptığı son şey olsa bile onun gönlünü alabileceğine dair kendisine sessizce yemin etti. Sonra onu tekrar duydu. 


“ケケケ!” (kekeke! - kahkaha)


Televizyonu açık bıraktığı oturma odasından geliyordu. Bu sefer hayal görmediğini, kahkahanın gerçek olduğunu biliyordu. Dolabı kapattı ve odaya doğru koştu.


Canavarın olduğuna yeterince emindi. Açık bırakılan televizyonu izleyerek kanepede bir bardak şarap içerek oturuyordu. Canavar durdu ve gülümseyerek Mark'a baktı. Açılmış bir şişe şarabı eline aldı ve ona doğru salladı.


“ウイン?” (Şarap?)


Mark canavara bakarak durdu. Hızlıca kendini toparladı ve mutfağa olabildiğince çabuk koştu. O gerçekti. Canavarın kalkıp peşinden gelmesini ve onu öldürüp yemesini bekledi. Çünkü bu canavarların yaptığı şeydir. Ama canavar orda kaldı. Ona güldüğünü duyabiliyordu. 


Mark korkuyordu, evinden ve hayatından kurtulmak zorundaydı. Kullanmak için mutfağın etrafında bir şeye baktı. Panikleyerek bulabildiği en yakındaki bıçağı aldı ve oturma odasına geri koştu. Savaşmaya hazırdı. 


Canavar gitmişti. Hiçbir iz yoktu. Kanıtlar kayıp şarap şişesi ve bardağıydı. Gerilmişti. Belki de o rüya yüzünden kafayı sıyırıyordu. 


"Hayır, hayır, hayır ben deli değilim. Bu olamaz. Olmayacak. Olmasına izin vermeyeceğim!" diyerek kendi kendine abuk sabuk konuştu. Mutfağa geri döndü ve bıçağı yerine koydu. Oturma odasına yürüdü ve kanepeye oturdu. Uzaktan kumandayı alıp düşünmek için televizyonu kapattı.


"Belki de hayal görüyorum. Belki de  kafayı sıyırıyorum çünkü depresyondayım çünkü Beatrice bana kızgın. Garip rüya da onunla karıştı!" Mark ayağa kalktı ve onu aramak için telefonunu aldı. Numarasını çevirdi ve açması için bekledi. Mark onun gönlünü almak için o kadar heyecanlıydı ki birisinin pencereden gizlice girdiğini ve onu izlediğini fark etmemişti. 


"Alo? Beatrice ? Benim! Tartışmamız için üzgünüm! ....  Hayır gerçekten üzgünüm!  .... Söz veriyorum bunu telafi edeceğim. Yemin ederim te- ...." Mark telefonu yere indirdi, Beatrice telefonu kapatmıştı. Ancak o zaman gözünün ucunda bir şey görmüştü ama döndüğünde gitmişti. 


"Onun gönlünü alacağım!" dedi kendine ceketini alıp giyerken. "Yüzyüze özür dileyeceğim!" Mark ona ne vermesi gerektiği konusunda düşünerek odada dolanıp durdu. Sonra fark etti ve şampanya şişesini almak için dolabı açtı ama dolabı açtığında şişe gitmişti. İçten özrünün yeterli olacağını kendi kendine düşündü ve onu görmek için kapıdan dışarı çıktı. 


Mark söyleyeceklerini tekrar ederek hızlıca yürüyordu. Yürüdüğü tüm zaman boyunca birisinin onu takip ettiğini hissetti. Kendisine sadece gergin olduğunu söyledi. 


Evine ulaştı ve ön basamaklarda durdu. Onu affetmemesinden ve onunla ayrılacağından korkuyordu. Kapıyı çalmak için yumruğunu uzattı ama hızlıca geri çekti. Korkuyordu.


Mark iç çekti ve nefesinin altında küfrü bastı. Kendisine bir korkak olduğunu söylüyordu. Arkasına döndü ve hemen arkasında olan kahkahayı ardından açılan bir pencerenin sesini fark etmeyerek çekip gitti. 


“ケケケ!” (kekeke! - kahkaha)


Not : Devamı gelecek takipte kalın :3