24 Şubat 2017 Cuma

Persuaded

Tüm bunlar başlayalı iki hafta oldu.
Her şey bir tanker kazası ile başladı.Tüm haber kanallarındaydı.Herkes bunun sadece başka bir petrol sızıntısı olduğunu düşünmüştü.Yardım etmek isteyen pek çok gönüllü,yardım bekleyen de pek çok kazazede vardı.
Tanker kazasının yaşandığı saatlerde başladı.Hayvanlar kudurdu;gönüllüleri ısırmaya ve tırmalamaya başladılar.Bunun tankerden sızan şeyin bir yan etkisi olduğunu söylediler.
Kurtarma ekipleri hala gemidekileri dışarı çıkarmaya çalışıyordu.İçerideki çığlıkları duyabiliyorlardı.Kapının açılması için yalvarıyorlardı.İşte o zaman ortalık cehenneme döndü.Kapıyı açtıklarında.
 Her şey sessizliğe gömülmeden önce 6 dakikalık bir yayın oldu,altı dakikalık çığlıklar ve  ızdırap.Gemi çalışanları kurtarma ekibine kuduz babunlar gibi saldırdı.Kemikleri kırıp derileri söküyorlardı.Kıyıdakilerin durumu da iyi sayılmazdı.Hayvanlar tarafından tırmalananlar ve ısırılanlar etraflarındakilere saldırıyordu.Herhangi bir savaş yayınından daha kötüydü.Bu saf vahşetti,buna rağmen yayın altı dakika boyunca devam etti.Kimse ne olduğunu açıklayamıyordu.Normal haberlerle devam ettiler;ekonomi,hava durumu,hayatın içinden haberler.Ama gördüklerimizi unutturamadılar.
 Normal yaşantıma devam etmeye çalıştım,ama her haberleri açtığımda ve her gazete reyonunun önünden geçtiğimde oradaydı bu büyük gizem.Birtakım açıklamalar vardı:bu bir enfeksiyondu,veya bir beyin parazitiydi,ama fark etmezdi.Korktuğumuz enfeksiyon değildi,onlardı.
 İlk raporlardan dört gün sonra olağanüstü hal ilan edildi.Bunları daha önce de görmüştük.Bu her zombi filminde vardı.İnsanlar kime güveneceğini bilmiyordu,erzak ve silah depoluyorlardı.Bazıları kaçmaya dahi çalıştı,ama zombi filmleri haklı çıktı:başaramadılar.Üç gün sonra benim kasabama vardılar.
Homurdanmalar,ayak sürüyen cesetler ve kopmuş uzuvlar bekledim,ama işte o zaman filmlerdekilerden farkını anladım.Sokaklarda koştular,çığlıklar attılar.En hızlı şekilde evime girdiğimi hatırlıyorum.Kapıyı kilitledim,barikat kurdum ve sağlamlığından emin oldum,ardından pencereye geçtim.İkinci kattaydım ve tüm katliamı görebiliyordum.Onlar durdurulamazdı.Onlar her şeyin farkındaydılar.
Bir grup sokağın karşısındaki eve girdi.Camlardan içeri atladılar.Onları kesen cam parçalarına  rağmen duraksamadılar,ilerlemeye devam ettiler.Barikatım dayanacak gibi değildi.Katımda koşturdum,erzakları aldım ve kattaki en güvenli odaya tıktım.Sokağa son bir bakış attım,bakmamış olmayı dilerdim.Onlardan biriyle göz göze geldim.Nerede olduğumu biliyorlardı,hızla odaya girdim ve kapıyı kilitledim.
Bir panik odam veya güvenli bir bodrum katım yoktu,bu nedenle en güvenli yer olarak lavaboyu seçmiştim.Hiç cam yoktu ve sadece bir kapı vardı dahası bir kilide sahipti.Küveti suyla doldurdum,böylece bir süre daha kalabilirdim.O karanlık odada kulağıma gelen uzak çığlıkları işiterek oturdum.
Belki de aşırı tepki gösteriyordum,iki saattir onlardan bir işaret yoktu.Aslında sessizleşmişti, gittiklerini düşünmeye başladım.Belki de odayı terk edip mutfağa girebilirdim.Daha uzun kalabilmek için biraz daha yiyecek alabilirdim.Ön kapıdan bir çarpma sesi geldi.Biri kapıya çarpıyordu ve arkasındaki engeli kırmaya çalışıyordu.İçeri girdiklerini anlamadan önce birkaç ses daha duydum.Hızlı adımlarla katta dolaşıyorlardı,çığlık attılar ve arkamdaki duvara vurdular.Tamamen karanlıkta olmama rağmen gözlerim sonuna kadar açılmıştı.Başka bir çarpma daha duydum,ve bir tane daha.Burada olduğumu biliyorlardı,kötüsü korktuğumu biliyorlardı.
Bu başından beri beklediğim kabusumdu.Kaçacak hiçbir yerim yoktu.Sadece onlar içeri girmeden önce zamanım vardı.Sırtımı kapıya yaslayıp oturdum.Daha fazla ağırlık bindirmek işlerini zorlaştırır diye umuyordum.Ardından her şey kötüleşti.

‘’Neden kapıyı açmıyorsun?’’
Kapının öteki tarafında bir ses vardı.Hiç çığlık veya homurdanma sesi yoktu,sadece sessiz fısıltı seviyesindeki ses vardı.Ve dahası geldi.
‘’Senin için geldik.’’
‘’Kapıyı açarsan daha mutlu olacaksın.’’
‘’O kadar da kötü değil.’’

  Fısıltılar,beni ikna etmeye çalışan sesler kakofonisine dönüştü.Beni kırmaya çalışıyorlardı,beni kandırmaya çalışıyorlardı.Zombi hırıltılarının insanları çılgına çevirdiğini duymuştum,ama bu daha kötüydü.Karanlıkta oturdum ve sıkılacaklarını ummaya başladım,ama sıkılmadılar ve ayrılmadılar.Kapının altından bir ayna kullanarak bakmayı başardım.Gördüklerim sadece korkunç bir şekilde gözünü kırpmayan bakışlar,kana bulanmış suratlar,çığlıklar,ve daha korkunç fısıltılar oldu.Bu iki gün önceydi.

Artık ne yapacağımı bilmiyorum...Belki de o kadar da kötü değildir.


23 Şubat 2017 Perşembe

Little Girl

Not: Biliyorum başta not olmaz ama, bu tersten hikaye. Yani şuan başını okuduğunuz yer sonu. Ondan sonraki paragraf sondan bir önceki... Ve eğer hikayenin tadını çıkarabilmek istiyorsanız boşluklara takılmayın. 

***

Adam minik kızı öldürdü. O, ölmeyi hak ediyordu. Ve adam, son kez sekiz yaşındaki kıza baktı. Kız kendi kanında boğulmuştu.



***


Kız adamdan korkuyordu. Kaçacak yeri kalmamıştı. Ölüm, onu bekliyordu.


***


Adam, kızı kovalamaya başladı. Kesinlikle kızı öldürmesi gerekti. Eğer bunu yapmazsa kendisi öldürülecekti.


***

Kız uyurken bir ses duydu ve pencereye gitti. Siyahlar içindeki bir adam ona bakıyordu. Kız aceleyle yatağından çıktı ve araka kapıdan koşmaya başladı. Kesinlikle sonu bu adam tarafından olmamalıydı.

****

Kız, cesede baktı. Ve onu da yaktı. Harikaydı bu iş.


***


Kız, kadına doğru bakıyordu. Kadın, üzerindeki ağır bakışları hissetti ve kızdan uzaklaşmaya başladı. Ancak kilosu, onun ölümüne sebep oldu. Çünkü küçük kız onu yakalamıştı.


***

Kız bu geceki kurbanını seçti. Komşusu Bayan Morteaz onu eğlendirecek gibi gözüküyordu.


Ç.N: Ben bunu çok sevdim *-* Ah, bir de bu kısa olduğundan dolayı akşama bir CP daha var, haberiniz olsun. Eh, kaç haftadır bekliyorsunuz sonuçta. 

Ç.N 2: Ayrıca yandaki konuşma alanında ben YandereShinju'yum. :)


13 Şubat 2017 Pazartesi

Red of Blood

Her zaman yaptığımız gibi, bugün de Martha ile buluşmaya çıkmıştık. Annem, Martha ile görüşmemi yasaklamıştı ancak bu umrumda değildi. O, çok güzel bir kızdı. Siyah uzun saçları vardı ve ona kırmızı çok yakışırdı. Her zaman kırmızı giyinirdi. Ona neden başka bir renk giymediğini sormuştum. Bana gülümseyerek, kırmızı her şeyi saklar demişti. Çocuk aklımla bunun ne olduğunu anlamamıştım ancak şuan biliyorum. Annemin neden onunla görüşmemi yasakladığını da biliyorum. Ancak artık bilmek için çok geçti.
Hikayaye devam etmek gerekirse, Martha ile o gün de buluşmuştum. Gece yarısında. Sabah hiç dışarı çıkmazdı. Soluk tenliydi de. Sanırım çocukken o yüzden dikkatimi çekmişti. Erkek çocuk olarak bu tarz şeyleri severdim. Ancak diğer çocuklar korkuyordu. Yalnız kalmasına üzüldüğüm için de olabilirdi bu. Ancak o yalnız değildi. Tabii ben bunu da bilmiyordum.
Ben onun hakkına hiç bir şey bilmiyordum.
Bir gün anneme neden onunla gezmemi yasakladığını sormuştum. Gülümsemeye çalışmıştı, ancak becerememişti. Sadece 'tehlikeli' kelimesi çıkmıştı ağzından. Tehlikeli benim için macera demekti. Bu yüzden umursamamıştım.Ancak, annemler uyuduğunda ben el fenerimi, suyumu çantama koyar dışarı çıkardım.
Marta yine odamın camına denk gelen ağaca çıkmış oradan odama doğru gülümsüyordu. Ben de gülümsemiştim. Penceremin camını açtım ve ağaca çıktım. Birlikte ağaçtan atladık. O, çok yetenekliydi. Çünkü 8 yaşındayken en mantıklı şey bu olurdu. Ağzından, hadi oyun oynayalım lafı çıktı. Tabii ki evet dedim. Başka ne yapabilirdim ki?
Benden, annemin yanına gitmemi ve bana verdiği bıçağı onun karnına saplamamı istedi. Bıçak, oyuncaktı. Tabii oyuncak olduğunu kendi belirtmişti. Bunu yapamayacağımı söylesemde bana gözlerinin üzerinden bakınca kendimi, bunu yapmak zorunda hissettim. Eve girdim, sessiz adımlarla anemin kapısını açtım. Ve yatağına ilerledim. Ona bıçağı sapladım. Beni durdurmaya çalıştı, bağırdı. Ancak bir dakika sonra bağırışı kesildi. Babam seslere gelmişti. Ona da aynısını yaptım. Martha bana her şeyin daha iyi olacağını söylemişti. İnanmıştım. Ancak olmadı. yunun ilk adımı bitince Martha bana doğru yaklaştı ve sarıldı. Bana, çok iyi bir şey yaptığımı söyledi ve ağaçtan evin tahtalarına onları koymamı istedi.
Ağaçtan evimin zemin tahtaları çıkıyordu.Tahtaların çıkabildiğini sadece ben biliyordum. Onun bilmesinin imkanı yoktu.  Ve bunu Martha biliyordu. Onları beraber çıkardık ve tahtaların altına koyduk. Martha gerisini kendisinin halledeceğini söyledi. Her şey basit ve iyi gözüküyordu. Eve gittim ve uyudum. Uyumayı başarmıştım. Sabah, kapının tıklama sesiyle uyandım. Bir süre yatakta kaldım. Kapıyı annem açmamıştı. Telaşlandım ve annemin odasına girdim. Odada hiç bir şey yoktu. Ne kan, ne bir düzenlik ne de bir silah. Dün ne olmuştu? Kapıyı açmaya gittim yine de. Komşumuz Betty gelmişti. Annemi sordu. Onu görmediğimi söyledim. Eve girip ne olduğuna bakmak istedi. Çok şaşkındı. Eline telefonu alarak polisi çağırdı. Polis hiç bir şey bulamadı. Beni sorguladı. Aslında yalan söylediğimi anlayabilirlerdi ama anlamadılar. Hiç bir şey bulamadılar. O günden sonra Martha ortadan kayboldu. Bana teyzemler baktı. Büyüdüm. Ve şuan bunu size yazıyorum. Çünkü o benim için gelecek. Çünkü artık ne yaptığımı biliyorum. Çünkü artık, her şeyi açıklayacağım. Martha'nın elbisesi kırmızıydı. Kan kırmızısı. Martha sabah gözükmezdi çünkü tanınmak istemediğini söylemişti. Ailesi yoktu, kendi başına nasıl yaşamıştı? Beni polisler sorguladığında neden benim yalan söylediğimi anlamamışlardı?
Marth-


1795, Jasson Bieckel adlı kişinin ölümünde yanında bulunan kağıt.
Jasson Bieckel öldüğünde 16 yaşındaydı ve karnına bıçak saplanmıştı. Polisler, yanından bir dakikalığına ayrıldığında ceset ve her şey kaybolmuştu. Mektup ise yanmaktaydı. Ancak mektubun bu kadarı alınabilmişti.
***
1998

Küçük çocuk yeni taşındıkları evi çok  beğenmişti. Bir ağaç evi bile vardı! Hatta gelir gelmez Martha adında kendisi yaşında bir kızla da tanışmıştı.

2012

Küçük çocuk (artık 14 yaşındaydı) ölmüştü. Karnına bir bıçak saplanmıştı. Ve ölmüştü. Sonra onun da cesedi aniden kaybolmuştu.

2013

Bu seri cinayetler, 18-10 yaş arasındaki erkek çocuklarda görünüyordu. Ancak sadece 'o' evde yaşayan erkek çocuklara. Artık evin lanetli olduğuna karar verilmişti.

2014

Cesetler, ağaç evin tahtalarının arasında bulundu. Bundan sonra asla cinayet işlenmedi.

Asıl olay şuydu ki, Martha ölü bir kızdı. 1259 yılında aynı evde (cinayetlerin işlendiği) otururken bir grup erkeğin saldırması sonucunda öldürülmüştü.
Martha, ağaç evin tahtalarının çıkabildiğini buradan biliyordu.

Ç.N: Çok uzun bir süredir yoktum maalesef. Ancak artık buradayım. Ayrıca hikaye, uzun ve muhteşemdi. Hele ki eski tarihleri barındırması ve kurgusuna hayran kaldım o-o





Bu da Martha'nın temsili resmi.

















4 Şubat 2017 Cumartesi

Friends (Penpal Series-6)

Anaokulunun ilk günü annem beni okula bırakmıştı:ikimiz de gergindik ve sınıfa girerken benimle olmak istiyordu.Sabah kalkmam hala iyileşmekte olan kolum nedeniyle biraz zor oldu.Dikiş tam kolumun ortasına atılmıştı,bu banyo yaparken bir kollukla tüm kolumu sarmam gerektiği anlamına geliyordu.Kolluk su sızmaması için kolumu sıkı sıkıya sarıyordu.Kolluğu hep kendim takardım,fakat o sabah belki heyecandan belki stresten yeteri kadar sıkı bağlayamamıştım.Banyonun ortasında suyun içeri sızdığını hissetmeye başladım.Yerimden zıpladım ve kolluğu söküp attım,ama katı alçının yumuşadığını hissediyordum.
Alçılı bölgeyi yıkamanın hiçbir yolu olmadığından,düşmesi gereken ölü deri orada kalıyordu.Nemle karşılaştığında,tıpkı ter gibi, bir koku yayardı.Ve kokunun ağırlığı nemle doğru orantılıdır,çünkü onu kurulamaya başladıktan kısa süre sonra ağır bir çürük kokusuyla karşılaşmıştım.Havluyla kuruladıkça alçı parçalanmaya başladı.Sıkıntılarım giderek artıyordu,okulun ilk günü bir çocuğun gösterebileceği en yüksek şekilde azimliydim.Önceki gece annem kıyafetlerimi hazırlarken ben de çantama eşyalarımı koydum,ve herkese ninja kaplumbağalı yemek çantamı göstermek için heyecandan yerimde duramaz oldum.Daha tanışmadığım kişileri ‘’Arkadaşlarım’’diye çağırma gafletine düşmüştüm,ama alçımın durumu kötüleştikçe bu etiketi hiç kimseye yapıştıramamanın düşüncesi beni derinden üzdü,bu arada gün bitmişti.

Mahvolmuş bir şekilde kolumu anneme gösterdim.

Alçının geri kalanını korumaya çalışırken nemi dışarı çıkarmak 30 dakikamızı aldı.Sorunun kaynağı olan kokuyu annem üzerine sabun sürerek çözdü,ve kozalaklar ile daha hoş bir kokuyu onun yerine bıraktı.Okula vardığımızda arkadaşlarım çoktan ikinci aktiviteyi yapıyorlardı ve beni de bir gruba itelemişlerdi. Oyunun kurallarını anlayamamıştım ve beşinci dakikada ciddi bir kural ihlali yapmam sonucu tüm takım arkadaşlarım öğretmene neden onların grubunda olmak zorunda olduğum konusunda şikayette bulunmuşlardı.Birkaç imza ve belki de çizim toplayabilmek için yanıma keçeli kalemler almıştım,bir anda bu düşünce yüzünden kendimi aptal gibi hissettim.
Okulumda anaokulu öğrencilerinin kendilerine ait yemek odaları vardı fakat kısıtlı eşya nedeniyle tek oturamamıştım.Bir çocuğun karşısına oturduğumda kendimce alçının zayıf noktalarını seçiyordum.

‘’Yemek çantanı beğendim.’’dedi.

Benimle dalga geçtiğini sandım ve öfkelendim,o günkü tek iyi şeyim yemek çantamdı.Çocuğa bakmadım,ve gözlerimde yaşlar nedeniyle yanma hissettim.Ona beni rahat bırakmasını söyleyecektim ama bunu demeden beni duraklatan bir şey gördüm.

Yemek çantası benimkinin aynısıydı.
Güldüm.’’Ben de seninkini beğendim.’’
‘’Bence Michelangelo en havalısı,’’dedi nunchuck hareketleri yapmaya çalışırken.
Raphael’in en iyisi olduğunu söyleyerek tezini çürütmek üzereydim ki karton sütünü çıkarıp masasına koydu.
Onu tam olarak tanıyamadığımdan kahkaha atmamaya çalıştım,ama önce o gülmeye başladı.Aniden alçım nedeniyle kötü hissetmemeye başladım,zaten zar zor fark ediliyordu.O zaman şansımı denemeye karar verdim.
‘’Hey,alçımı imzalamak ister misin?’’
Keçeli kalem çıkarırken bana nasıl kırdığımı sordu.Mahallemdeki en uzun ağaçtan düştüğümü söyledim,etkilenmiş görünüyordu.Onun zahmetli bir şekilde adını yazışını izledim,bitirince ne yazdığını sordum.

Bana ‘’Josh’’ yazdığını söyledi.

Josh ve ben her gün beraber yemek yerdik,ve bir proje için bir araya gelsek ona el yazısında yardım ederdim,o da ben duvara ‘osuruk’ yazınca suçu üstlenirdi.Diğer çocukları da tanımaya başlamıştım ama Josh benim tek gerçek arkadaşım gibi hissediyordum.
5 yaşında okul dışında arkadaşlığı devam ettirmek sandığınızdan daha zordur.Balonları bıraktığımız zaman Josh’a bizim eve oynamak için gelebilir mi diye sordum.Gelebileceğini hatta yanında oyuncaklarını da getireceğini söyledi.Keşfe çıkabiliriz ve belki de gölde yüzebiliriz diye önerdim.Eve dönünce anneme sordum,bir sorun olmayacağını söyledi.Josh’u arayıp söylemenin bir yolu olmadığını anlayana kadar coşkum sınırsızdı.Tüm haftasonunu arkadaşlığımızın pazartesine bozulabileceği korkusu ile geçirdim.
Onu gördüğümde onun da aynı endişeyle baş ettiğini söyleyince bunun komik olduğunu düşündüm.Evde telefon numaralarımızı yazdık ve sonraki hafta birbirimize verdik.Annem Josh’un babası ile konuştu ve cuma günü annemin ikimizi okuldan almasına karar verdik.Neredeyse her haftasonu bu basit yapıyı sürdürdük,yakın oturmamız işleri kolaylaştırıyordu.
1. sınıfın sonunda annem ve ben şehrin karşısına taşınınca dostluğumuzun bittiğinden emindim.Ayrılırken sadece evden ayrılmamdan dolayı üzülmediğimi biliyordum.En yakın arkadaşıma elveda diyordum,ama şansıma Josh’la yakınlığımız devam etti.
 Zamanımızın çoğunu ayrı geçirmemize ve birbirimizi sadece hafta sonları görmemize rağmen büyüdükçe olağanüstü bir şekilde birbirimize benzemeye başladık.Kişiliklerimiz kaynaştı,eğlence anlayışımız ötekine bir övgü oldu ve bazı şeyleri bağımsız olarak sevmeye başladığımızın farkına vardık.Hatta öyle ki Josh beni taklit ederek annemi şaşırtmaya başladı,başarı oranı göz dolduruyordu.Annem bizi ayırmanın tek yolunun saçlarımız olduğuna dair espriler yapardı.O kardeşi gibi kirli sarı saçlıydı ben ise annem gibi kıvırcık koyu kahve saçlıydım.
İki genç arkadaşı birbirinden ayırmanın yolunun onların kontrolü dışındaki şeylerden geçtiği düşünülebilirdi,fakat bence aşama aşama ayrılmamızın yegane sebebi benim Boxes’ı aramak suretiyle evime dönmekteki ısrarımdı.Sonraki hafta geleneği devam ettirmek için Josh’u davet etmiştim fakat bana havasında olmadığını söylemişti.Zaman ilerledikçe birbirimizi daha da az görmeye başladık.Haftada birden,ayda bire sonunda birkaç ayda bire kadar düştü ziyaretlerimiz.
12. yaş günümde annem benim için bir parti düzenledi. Taşındığımızdan beri çok arkadaş edinememiştim,bu nedenle sürpriz bir parti değildi.Tanıdığım birkaç arkadaşımı davet ettim,sonra Josh’u gelebilir mi diye aradım.Başta başarabileceğini düşünmemişti,ama bir gün önce orada olacağını söyledi.Çok heyecanlanmıştım çünkü onu aylardır göremiyordum.
Parti güzel geçti,en büyük endişem Josh ve diğerlerinin anlaşamamasıydı,ama birbirlerini sevmişe benziyorlardı.Josh sürpriz bir şekilde sessizdi.Bana bir hediye almamıştı,bunun için özür diledi.Bunun sorun olmadığını söyledim.Sadece gelmesi bana yetmişti.Onunla konuşmaya çalışsam da sonuç vermedi.Ona sorunun ne olduğunu sordum.Neden işlerin böyle sarpa sardığını anlayamadığımı söyledim.Eskiden hiç böyle değildi,her hafta birbirimizi ziyaret eder ve birkaç günde bir telefonda konuşurduk.Aramız niye bozulmuştu.Gözlerini ayakkabılarından kaldırıp yüzüme baktı ve şöyle dedi:

‘’Sen gittin.’’

Bunu söyledikten sonra annem öteki odadan hediye zamanı diye bağırdı.Zorla gülümsedim ve ‘’İyi ki doğdun’’ şarkısı söylendikçe yemek odasına yürüdüm.Birkaç kutu ve ailemin çoğunun eyalet dışı yaşaması nedeniyle pek çok da kartpostal vardı.Hediyelerin çoğu aptalcaydı ve unutulabilirdi,Brian’ın verdiği ve yıllarca tutacağım yılan şeklindeki Mighty Max oyuncağını iyi hatırlıyorum.Annem tüm kartpostalları açmamı ve gönderen kişilere teşekkür etmemi istedi çünkü birkaç yıl önce mektupları o kadar büyük bir şevkle açmıştım ki kimin gönderdiğini veya ne gönderdiğini anlamanın hiçbir yolu kalmamıştı.Arkadaşlarımın getirdikleriyle kargoyla gelenleri ayırdık ki arkadaşlarım hiç tanımadıkları kişilerin hediyelerini açmamı izlemek zorunda kalmasın.Mektupların çoğunda birkaç dolar vardı ve arkadaşlarım getirmişti,aile üyelerininkilerde koca koca faturalar vardı.
Bir mektubun üzerinde adım yoktu,ama yığındaydı bu nedenle onu da açtım.Kartta alışıldık çiçek resimleri vardı,ve uzun süredir doğum günümde bana gönderilebilmek için bekliyor gibiydi çünkü rengi biraz soluktu.Aslında fikir hoşuma gitmişti çünkü kartpostalları biraz aptalca bulurdum.İçindeki para yere düşmesin diye düz tuttum,ama bulduğum şey kartpostala bastırılmış bir mesajdı.

‘’Seni seviyorum.’’

Bunu gönderen kişi başka bir şey yazmamıştı ama mesajı kalemle birkaç kez yuvarlak içine almıştı.Kıkırdadım ve ’’Vay,bu muhteşem kart için teşekkür ederim,anne.’’
Bana baktı ve dikkatini hemen kartpostala verdi.Kendisinden olmadığını söyledi ve kartı arkadaşlarıma gösterirken mutlu görünüyordu,yüzlerine bakıp bu şakayı kimin yaptığını anlamaya çalıştım.Hiç kimse öne çıkmadı ve annem bana:
‘’Merak etme tatlım,artık seni seven en az iki kişi olduğunu biliyorsun.’’dedi.

Bunu aşırı şekilde uzatılmış acı verici bir öpücüğü yanağıma kondurarak tamamladı,akabinde grubun şaşkınlığı kahkaha krizine döndü.Hepsi gülüyordu yani bunu gönderen herhangi biri olabilirdi,ama en çok gülen Mike’tı.Dalga geçilen kişi yerine dalga geçen olmak için Mike’a bana bu kartı verdi diye onu sonra öpeceğimi düşünmemesini söyledim.Hep beraber güldük ve Josh’a baktığımda sonunda neşesinin yerine geldiğini gördüm.
‘’Pekala,kazanan belli olabilir ama hala açman gereken birkaç hediye daha var.’’

Annem bana başka bir hediye verdi.Renkli kağıdı yırtarken karnımın bastırılmış kahkahalar nedeniyle titremesini hala hissediyorum.Hediyeyi görünce kendimi tutmama gerek kalmadı.Ne olduğuna bakınca kahkahalarım söndü.

Bu bir çift telsizdi.

‘’Hadi göster arkadaşlarına!’’
Kaldırdım ve herkes onaylamış göründü,ama dikkatimi Josh’a verince suratının hasta bir beyaza döndüğünü görebiliyordum.Bir süre birbirimize baktık ve o mutfağa döndü.O telefonda bir numara çevirirken annem kulağıma telsizler kırıldığından beri pek konuşmadığımızı bildiğini söyledi,böylece hediyeyi beğeneceğimi düşünmüştü.Annemin bu düşüncesine hayran kaldım,ama bu his unutmak istediğim anılarımın tekrar gün yüzüne çıkması ile çabucak söndü.
Herkes pasta yerken Josh’a kimi aradığını sordum.İyi hissetmediğini bu nedenle onu alması için babasını aradığını söyledi.Gitmek istediğini biliyordum,ama ona daha çok kalabilmesini istediğimi söyledim.Telsizlerden birini ona uzattım ama reddetti.
Keyifsizce ‘’Peki,geldiğin için teşekkürler.Umarım seni bir dahaki doğum günümden önce görebilirim.’’ dedim.
‘’Üzgünüm...Seni daha çok aramaya çalışacağım,gerçekten.’’dedi.
 Konuşmamız babasını beklerken durgunlaştı.Suratına baktım.Daha fazla çaba sarf edemediğinden gerçekten pişman görünüyordu.Havası aklına gelen bir şey nedeniyle değişti.Bana doğum günüm için ne getireceğini bildiğini söyledi.Zaman alacaktı ama bunu gerçekten seveceğimi düşünüyordu.Bunun gerçekten önemli olmadığını söyledim ama diretti.Daha iyi görünüyordu,partide somurttuğu için özür diledi.Yorgun olduğunu söyledi,uyuma sorunları varmış.Nedenini sordum ama konuşmamız babasının kornası ile kesildi.Bana döndü ve cevap verirken el salladı.

‘’Sanırım,uyurgezerim.’’Bu arkadaşımı son görüşümdü,ve birkaç ay sonra gitmişti.

Son birkaç haftadır annemle ilişkim geçmişimi öğrenmek istemem nedeniyle iyileşti.Genellikle biri,bir şey kırılana kadar onun kırılma noktasını öğrenemezdi.Annemle inşası bir ömür alan şeyi hayatımızın geri kalanı boyunca tamir etmeye çalışacağımızı hayal ettim.Beni güvende tutmak için çok fazla enerji sarf etmişti,hem fiziksel hem zihinsel açıdan.Ama diktiği duvarlar beni koruyordu ve aynı zamanda onun duygusal sabitini dengeliyordu.Konuştuğumuz son seferde gerçek açığa çıkarken sesinde dünyasının yıkılışının yankıları olduğunu düşündüğüm bir titreme duydum.Artık annemle çok fazla konuştuğumu sanmıyorum,ve hala anlamadığım şeyler olsa da yeteri kadar bildiğimi düşünüyorum.
Josh’un kayboluşundan sonra ailesi onu bulmak için ellerinden gelen her şeyi yaptılar.Polis onlara Josh’un tüm dostları ile iletişime geçmelerini,onlarda kalıyor ihtimali olduğunu söyledi.Bunu tabi ki yaptılar,ama onu gören yoktu ve kimsenin nerede olabileceğine dair bir fikri yoktu.Polis bu konuda her türlü iş birliğine hazırdı,olanları 6 yıl önceki takip davasıyla kıyaslamaları için teşvik eden bir kadından defalarca telefon çağrıları almalarına rağmen.
Josh’un kaybolması ile annesinin dünyaya tutunacağı bağlar gevşemiş,Veronica’nın ölmesi ile de tamamen kopmuştu.Pek çok insanın bu dünyadan göçtüğünü görmüştü,ama hiçbiri onu kendi öz evladınınki kadar hassasiyetsizleştirmemişti.Hastanede çalışırken kızını günde iki kere ziyaret ediyordu,bir kere vardiyadan önce, bir kere de sonra.Veronica öldüğünde yanında olamaması ona fazla gelmişti,ve ilerleyen haftalarda durumu git gide dengesizleşmişti.Bazen dışarıda çocuklarının adını haykırıyor,bazen de gecenin yarısında mahallede dolanıyordu.
Eşinin zihinsel sorunları nedeni ile babası evden uzaklaşamıyordu bu nedenle yakında daha az ödeyen bir inşaat işine girmişti.Mahalleyi genişletmeye başladıklarında Josh’un babası aldığı her görevde çalışmaya başladı.İnşa alanını yönetme görevine layık görülmüştü ama yeni bölgeler açan ve alanları temizleyen bir işçi olmak istemişti.Bölgeyi daha fazla yaşanabilir kılmak için ağaçları kaldırmaya başladılar.Josh’un babası ağaçsız kalan bölgeleri düzleştirme görevini aldı böylece birkaç hafta daha çalışabilecekti.
Üçüncü günde düzleştiremediği bir alanla karşılaştı.Her üzerinden geçişinde daha da alçalıyordu.Araçtan indi ve etrafı incelemeye başladı.Daha fazla toprak döktü ama bu işe yaramayacaktı.Yıllarca bu işi yaptığından toprağa nüfuz etmiş ağaç köklerinin yapıyı bozduğunu biliyordu.Yapabileceklerini düşündü ve kürekle kazmaya başladı,makine kullanmadan bu işi çözecekti.Annem yeri tarif edince orada toprak bozulmadan önce ve sonra da bulunduğumu biliyordum.

Göğsümde bir sıkışma hissettim.

Küreği sert bir şeye denk gelene kadar 3 metrelik bir çukur kazdı.Kökü kırmak için kürekle vurdu sonunda kürek sert yapıya daldı.Şaşkın bir şekilde çukuru genişletti. Sonunda 2.50 metre uzunluğunda ve 0.75 metre eninde bir kutuya denk geldi.Zihnimiz uyumsuzluklar hakkında düşünmemeye çalışırdı.Eğer yeteri kadar çabalarsak beynimiz kanıtı reddeder ve dünyaya bakışımızdaki bütünlüğü korurdu.
Tüm kanıtların işaret ettiği ve içindeki küçük ama bastırılmış kısmının gösterdiği şeye rağmen bu adam son ana kadar oğlunun hayatta olduğuna inanıyordu.
Annem akşam altıda bir çağrı aldı,kimden geldiğini biliyordu ama ne söylediğini anlayamıyordu.Ama duydukları onu tetiklemeye yetti.
‘’AŞAĞI GEL…..EVLADIM….LÜTFEN  TANRIM’’
Vardığında babasının sırtını çukura verip oturuyor olduğunu gördü.Elindeki küreği o kadar sert tutuyordu ki neredeyse kıracaktı,ve gözleri bir köpekbalığınınkiler kadar cansızdı.Küreği elinden almaya çalışana kadar hiç tepki vermedi.
Gözlerini yavaşça kaldırdı ve sadece ‘’Anlamıyorum’’dedi.Bunu tüm sözcükleri unutmuşçasına tekrar etti.Annem onun yanından geçip çukura bakınca da devam etti.
Bana keşke bakmak yerine gözlerimi oysaydım dedi annem.Ne demek istediğini anladığımı devam etmesine gerek olmadığını söyledim.Suratına bakınca o kadar net bir umutsuzluk gördüm ki karnımda bir ağrı hissettim.Bunu on yıldır bildiğini ve kimseye söylemek istemediğini anladım.Sonuç olarak hiçbir kelime gördüğü şeyi tarif edemezdi.Şimdi ben de aynı sorunla karşı karşıyaydım.
Josh ölmüştü.Suratı sanki dünyadaki tüm acı ve umutsuzluk ona nüfuz etmiş gibi batmıştı.Çukurdan öyle agresif bir çürüme kokusu yükseliyordu ki annem kusmamak için kendini zor tutmuştu.Josh’un cildi çatlamıştı,ve bu çatlakları takip eden kan suratında kurumuştu.Gözleri yarı kapalı yukarı bakıyordu.Mizacı bozulmamıştı ve zaman suratındaki korkuyu ve dehşeti silmek için merhamet göstermemişti.Vücudunun geri kalanı görünür değildi.
Onu başka bir beden kapatıyordu.

Beden büyüktü ve Josh’un üzerinde yüz üstü yatıyordu.Annem gözlerinin ona anlatacaklarını beklerken yatış şekillerinin önemini fark etmişti.
O,Josh’u tutuyordu.
Bacaklarında ölümün donukluğu vardı.Ama sarmaşık gibi birbirlerine dolanmışlardı.Bir kolu daha yakın olabilmek için Josh’un boynunu tutuyordu.Güneş bulutların arasında çıkınca Josh’un tişörtünde bir şey daha belirgin oldu.Annem onu alınca ve ne olduğunu görünce neredeyse mezara düşecekti.

Bu bir resimdi…
Bu benim çocukluk resmimdi.Titreyerek geri adımlar atmaya başladı ve hala oturan Josh’un babası ile çarpıştı.Onu neden çağırdığını anladı ama herkesten sakladığı sırrı söyleyecek cesareti kendinde bulamadı.Josh’un ailesi ağaçlıkta uyandığım geceyi bilmiyordu.Ona söylemesi gerektiğini biliyordu ama söylemenin bir yararının olmayacağını da biliyordu.Oturup sırtını Josh’un babasınınkine verince adam sonunda konuştu:
‘’Bunu karıma söyleyemem.Küçük oğlumuza ne olduğunu ona söyleyemem.Buna katlanamaz.’’
Bir süre sonra kalktı ve mezara girdi.Koca bir adamdı ama mezardaki kadar değil.Adamı yakasından tutup kaldırdı ama yakasını yırtıp çocuğunun üzerine düşmesine neden oldu.

‘’SENİ ADİ HERİF!!’’

Cesedi oğlunun üzerinden kaldırdı ve sırtını duvara yasladı.
‘’Aman tanrım,hayır hayır hayır.Lütfen bu olamaz.HAYIR BU OLAMAZ.’’
Bir anda adamı tuttu ve mezardan attı.Atarken bir cam şişe sesi duyuldu.Şişeyi anneme verdi.

Bu eterdi.

‘’Oh Josh.’diye hıçkırmaya başladı.’’Benim oğlum..benim yavrum.Neden bu kadar kan var?O adam ne yaptı sana?’’
Annem sırtüstü yatan adama bakıca on yıldır hayatımızı zindan eden kişiye baktığını anladı.Onu kaç defa canlandırmıştı.Her zaman kötü ve her zaman korkutucu,ama adama bakınca hiç de öyle biri olmadığını anladı.O sadece bir adamdı.
Donuk ifadesi sakin görünüyordu.Dudaklarının kenarları hafifçe yukarı kıvrılmıştı.Gülümsüyordu,korku filmlerindeki manyaklar gibi değildi,şeytani bir şekilde değildi,kötü bir ruhunkiler gibi değildi,memnun veya tatmin olmuş birininkiler gibiydi.Bu mutluluğun gülümsemesiydi.

Bu sevginin gülümsemesiydi.

Suratından alta bakınca boynunda muazzam bir yara gördü.Derisi kopmuştu.Kan Josh’a ait değildi.Belki de çok çekmemişti.Ama bu düşüncesi kısa sürdü,elini ağzına götürdü ve fısıldadı:

‘’Onlar gömülürken canlıydı.’’

Josh serbest kalmak için adamın boynunu ısırmıştı,ve sonunda adam ölünce Josh kurtulamamıştı.Josh’un ne kadar mücadele ettiğini düşündükçe ağlamaya başladım.Bir kimlik için adamın cebini yoklamıştı,ama sadece bir kağıt parçası bulabilmişti.Kağıtta ufak bir çocuk ve kocaman bir adam el ele tutuşmuştu.Ve resmin yanında birinin baş harfleri vardı.

Benim baş harflerim vardı.

 Josh’un babası oğlunu mezardan çıkarırken çocuğun saçlarının benimkiler gibi boyalı olduğunu görmüştü.Kıyafetleri ona küçük geliyordu.Babası pantolonun cebine elini atınca bir kağıt tomarı buldu.Annem de o da ne olduğunu anlayamadılar.
Bana bunun bir harita olduğunu söyledi,kalbimin bir cam gibi kırıldığını hissettim.Haritayı bitiriyordu,hediyesi buydu.Kendimi etrafı keşfederken yakalanmamış olmasını umarken buldum.Ne fark ederse artık.
Babasının adamın bedenini tekrar mezara itekliyordu.Makineden bir benzin bidonu çıkarırken anneme döndü.
‘’Artık gitmelisin.’’
‘’Üzgünüm.’’
‘’Bu senin hatan değil,benim.’’
‘’Böyle düşünemezsin,bunu anlamanın bir yolu yok--’’

Neredeyse duygusuz bir şekilde sözünü kesti.’’Bir ay önce adamın biri çalışırken bana yaklaştı ve daha fazla para kazanmak isteyip istemediğimi sordu,eşimin de çalışmaması nedeni ile kabul ettim.Birkaç çocuğun bahçesine çukurlar açtığını doldurursam bana 100 dolar vereceğini söyledi.Önce emlak firması için birkaç fotoğraf çekecekti sonraki gün akşam üzeri gelmesi kafiydi.Bir işler döndüğünü anlamıştım,yine de kabul ettim.Sonraki gün işi yaptım.Ve bugün aynı adamı oğlumun üzerinden aldım.’’
Mezarı gösterdi,ve ağlamaya devam etti.
‘’Bana onu oğlumla gömmem için 100 dolar verdi.’’
Zorla toprağa oturdu,annem ne diyeceğini bilemedi ve Josh’a ne yapacağını sordu.

‘’Onun son dinlenme yeri bu canavarın yanı olmamalı.’’dedi.
Çocukluğumdaki olayların neden yıllar önce bittiğini şimdi anlıyorum.Bir yetişkin olarak dünyayı anlık görüntüler gibi değil de bir bütün olarak görüp bağlantıları kuruyorum.Josh’u aklıma getirdim,onu o zaman seviyordum,ve hala seviyorum.Onu asla göremeyeceğimi bilmek beni çok daha üzüyor,ve kendimi onu son görüşümde keşke kucaklasaydım diye düşünürken buluyorum.Ailesi hakkında düşünüyorum,nelerini kaybettiklerini düşünüyorum.Bu olaylarla bağlantımı bilmiyorlar ama korkarım onların gözlerine bir daha bakamayacağım.Veronica hakkında düşünüyorum.Onu çok az tanımıştım,ama o kısacık birkaç hafta onu gerçekten de sevmiştim.Annemi düşünüyorum.Beni korumak için çok uğraşmıştı ve benim olabileceğimden çok daha güçlüydü.Adam hakkında düşünmemeye çalışıyorum, özellikle de iki yıl boyunca Josh’a ne yaptığını aklıma dahi getiremiyorum.
En çok da Josh hakkında düşünüyorum.Bazen keşke anaokulunda hiç yanımda oturmasaydı diyorum.Keşke gerçek bir arkadaşa hiç sahip olmasaydım.Bazen onun daha iyi bir yerde olduğuna kendimi inandırıyorum.Ama bu sadece bir hayal,bunu biliyorum.Dünya insanlar tarafından daha zalim yapılan,zalim bir yer.Dostum için hiçbir zaman adalet yerini bulamayacak.Ne bir son yüzleşme ne de intikam.Bu herkes için on yıl önce bitti,ama benim için sadece şimdi sona erdi.

Seni özlüyorum Josh.

Biz kaşiftik.

Biz maceracydık.

Biz dosttuk...

Ç.N: Gerçekten iç burkan bir sondu.Keşke demekten başka bir şey düşünemiyorum.Keşke o balonu hiç atmasaydı,belki Josh hala yaşıyor olurdu,belki Boxes ufak kaçamaklara devam ederdi,belki Veronica'yla ilişkisini ilerletirdi, belki de annesiyle arası hiç bozulmazdı.Ama bu düşüncelerim keşkelerde kalıyor.Umarım siz de benim kadar beğenmişsinizdir bu hikayeyi.

3 Şubat 2017 Cuma

Screens (Penpal Series-5)

Anaokulu ve 1.sınıf arasındaki yazda mide gribine yakalanmıştım.Normal gribin tüm semptomlarını göstermekle birlikte tuvalet yoluyla da bulaşıyordu.Bu 10 gün sürdü,ama tam geçmeden önce hastalığın bir uzantısı olarak pembe gözler bıraktı.Göz kapaklarım geceleri salgılanan kuru mukus nedeniyle birbirine o kadar yapışmıştı ki uyandığımda kör olduğumu zannettim.1. sınıfa başladığımda ensemde 10 günlük kötü uyku yüzünden bir ağrı vardı.Josh öteki gruptaydı ve öğle yemeğinde beraber değildik,bu nedenle 200 çocukla kaynayan yemekhanede tek başıma oturuyordum.
Okul yemeklerim onlara karşı koyamayacağımı bilen büyükler tarafından alındığından beri sırt çantamda sonra yiyebilmek için yemekler biriktirmeye başladım.Bu dinamik kabadayılık taslanan çocuğun artık ben olmamamdan sonra da devam ediyordu,çünkü bu saldırganlığın bir kısmı da kendilerine yönelikti.Bunun durmasının tek nedeni Alex adındaki çocuğun hareketleriydi.
Alex 3.sınıftı ve benim sınıfımdaki bütün çocuklardan daha büyüktü.Okulun üçüncü haftasında benimle birlikte oturmaya başladı,ve bu yemek kıtlığıma kesin bir son verdi.İyi biriydi,ama biraz yavaştı;ona neden benimle oturduğunu sorana kadar da pek konuşmadık.

Josh’un kız kardeşi Veronica’ya aşıktı.

Veronica 4.sınıftaydı ve muhtemelen okuldaki en güzel kızdı. 6 yaşında olan ve kızların tiksinç olduğu fikrini tamamen onaylayan birine göre bile.Veronica’nın ne kadar güzel olduğunu hala daha hatırlıyorum.O 3.sınıftayken,Josh bana iki çocuğun gerçekten de Veronica’nın yıl sonu defterlerine yazdığı şeylerin önemi nedeniyle bir kavgaya tutuştuğunu söyledi. Sonunda biri defterin köşesi ile diğerinin kafasına vurmuş ve iki dikiş atılması gerekmişti.Alex bu iki çocuğun aksine kızın onu sevmesini istemişti ve Josh ve benim yakın dostlar olduğumuzu bildiğini itiraf etmişti. Onun ne kadar iyi biri olduğunu kesinlikle yapmacık olmayan bir şekilde Veronica’ya ileteceğimi ve sonunda Veronica’nın onun özverisine hayran kalacağını ve böylece ona ilgi duymaya başlayacağını umuyordu.Eğer bunu ona söylersem ne kadar süre gerekiyorsa benim yanımda oturacaktı.
Çünkü bu Josh’un çoğunlukla benimle kaldığı ve tekneyi yapmaya başladığımız zamana denk geliyordu,bunu Veronica’ya iletmemin bir yolu yoktu çünkü onu göremiyordum bile.Bunu Josh’a anlattım ve Alex’le dalga geçti,ama buna ihtiyacım olduğu için kız kardeşine söyleyecekti.Yapacağından şüphe ettim.Josh insanların kız kardeşi ile bu kadar ilgilenmesinden rahatsız oluyordu.Kardeşinden çirkin bir karga diye bahsettiğini hatırlıyorum.Josh’a hiçbir şey söylemedim,ama Veronica’nınçok tatlı olduğunu ve günün birinde çok güzel olacağını söylemek istedim.

Haklıydım.

15 yaşındayken arkadaşlarımla pislik sineması dediğimiz yerde bir film izliyorduk.Burası bir zamanlar iyiydi ama zaman ve ihmalsizlik buraya pek acımamıştı.Bu sinema en alt katta hareket ettirilebilir sandalyelere ve masalara sahipti,yani sinema dolduğunda ekranı tamamen görebileceğiniz çok az yer vardı.Sinema hala açıktı,bunun üç nedeni olduğunu hayal ediyorum:1)Burada filmler ucuzdu,2)Ayda iki kere kült bir film gösteriyorlardı.3)Geceyarısı gösterimlerinde yaşı yetmeyen çocuklara bile bira satıyorlardı.Ben ilk ikisi için gidiyordum,ve bu gece David Cronenberg’den Tarayıcılar filmi gösterimdeydi.
Arkadaşlarım ve ben en arkada oturuyorduk.Daha iyi bir görüş için önde oturmak istemiştim,ama bizi Ryan getirmişti bu nedenle diretemedim.Film başlamadan birkaç dakika önce bir kız güruhu içeri girdi.Hepsi de çekiciydi,ama ne kadar güzel olurlarsa olsunlar kirli sarı saçlı kızın gölgesinde kalıyorlardı,onu profilden görmüş olmama rağmen.Koltuğunu döndürdüğünde yüzünün tamamı gün yüzüne çıktı ve karnımda kelebekler uçuşmaya başladı.Bu Veronica’ydı.
Onu uzun süredir görmemiştim.10 yaşımızdayken eski evime sıvıştığımızdan beri Josh ve ben birbirimizi aşamalı olarak daha az görmeye başlamıştık,ve çoğunlukla benim onu ziyaretlerimde Veronica dışarıda arkadaşları ile takılıyor oluyordu.Herkes ekrana bakarken ben Veronica’ya baktım.Gerçekten çok güzeldi,aynı çocukluğumda düşündüğüm gibi.Bitiş jeneriği başladığında arkadaşlarım kalkıp ayrıldılar.Sadece tek bir çıkış olduğundan kalabalığa kalmak istemiyorlardı.Veronica’nın dikkatini çekebilme fikri ile can çekişiyordum.O ve arkadaşları geçerken şansımı denedim.
‘’Hey,Veronica’’
Bana döndü,biraz ürkmüş görünüyordu.
‘’Evet?’’
Koltuğumdan kalkıp kapıdan gelen ışığa doğru biraz yaklaştım.
‘’Benim,Josh’un eski arkadaşı.Sen...Sen nasılsın?’’
‘’Aman tanrım!Gerçekten çok zaman geçti aradan.’’ Arkadaşlarına birazdan geleceğine dair işaret yaptı.
‘’Evet,en az birkaç yıl! Josh’ta kaldığım zamandan beri görüşemedik.O nasıl bu arada?’’
‘’Ah,evet.Sizin oyunlarınızı hatırlıyorum.Hala Ninja Kaplumbağalar oynuyor musunuz?’’
Biraz güldü ben de biraz utandım.
‘’Hayır,artık çocuk değilim...Artık X-men oynuyoruz.’’Gerçekten gülmesini umut ediyordum.
Güldü.’’Haha!Çok şirinsin.Bu filmlere çok gelir misin?’’
Hala dediğine takılmıştım.
Gerçekten benim tatlı olduğumu mu düşünüyor?Komik olduğumu mu ima etti?Beni çekici buluyor mu?
Aniden bana bir soru sorduğunu fark ettim,beynim ne olduğunu kavradı.
‘’EVET!’’ Çok sesli söylemiştim.’’Evet deniyorum,her neyse...senden ne haber?’’
‘’Ben ara sıra gelirim.Erkek arkadaşım böyle filmleri sevmezdi.Ama yeni ayrıldık,artık daha sık gelebilirim.’’
Normal davranmaya çalışıyordum ama başarısız oldum.’’Oh,bu iyi...Hayır yani ayrılmanız değil! Daha sık gelebilmen diyorum.’’
Tekrar güldü.
Toparlamaya çalıştım,’’Yani sonraki hafta geliyor musun? Ölülerin Günü’nü gösterecekler.Gerçekten güzel.’’
‘’Evet,geleceğim.’’
Gülümsedi,ona tam belki beraber otururuz diye soracaktım ki aramızdaki boşluğu kapatıp bana sarıldı.
‘’Seni görmek gerçekten güzel.’’dedi kollarını bana dolamışken.
Ne diyeceğimi düşünüyordum ta ki konuşmayı unuttuğumu anlayana dek.Şansıma Ryan’ın buraya geldiğini duyabiliyordum.
‘’Dostum,filmin bittiğini biliyorsun değil mi?Hadi buradan gide-- Ahh şimdi anladım.’’
Veronica ayrıldı ve beni tekrar görmek istediğini söyledi.Odadan ayrılırken Ryan ağzıyla müstehcen film müzikleri yapıyordu.Öfkeliydim,ama Veronica’nın kahkahasını duyunca biraz yumuşadım.
Ölülerin Günü yakın zamanda gelmiyordu.Ryan’ın ailesi şehir dışındaydı yani bizi bırakamayacaktı,ve öteki arkadaşlarımın arabası yoktu.Filmden birkaç gün önce anneme beni bırakır mı diye sordum.Neredeyse derhal ret cevabını verdi.Ama direttim sesimdeki çaresizliği anlamış olmalı ki nedenini sordu.Orada bir kızla buluşacağımı söyledim.Gülümsedi ve şaka yollu kızı tanıyıp tanımadığını sordu.Ben de Veronica olduğunu söyledim.Yüzündeki gülümseme söndü ve buz gibi bir sesle ‘’Hayır’’ dedi.
Veronica’nın gelip beni almasına karar verdim.Hala aynı evde mi yaşadığını bilmiyordum, denemekten zarar gelmezdi.Ama ardından Josh’un telefonu açabileceğini düşündüm.Onunla neredeyse 3 yıldır konuşmamıştım,açsaydı kız kardeşiyle konuşmak istediğimi söyleyemezdim.Josh yerine Veronica ile konuşmak istemem konusunda suçlu hissettim,ama bu histen çabucak kurtuldum,ne de olsa Josh beni yıllardır aramıyordu.Telefonu aldım ve o kadar süre aradığımdan dolayı kas hafızama işlenmiş olan numarayı aradım.
Birisi açmadan önce birkaç kez çaldı.Bu Josh değildi.Rahatlama ve hayal kırıklığı arası bir duygu hissettim.O an Josh’u gerçekten özlediğimi fark ettim.Bu haftasonundan sonra onu arayacaktım.Ama bu Veronica’nın beni alabileceğini öğrenebilmek için tek şansımdı,bu nedenle sordum.

Aradığım yanlış numaraydı.

Rahatsızlık için özür dileyip kapattım.Ansızın derin bir üzüntü duygusuyla karşılaştım çünkü istesem de Josh’la iletişime geçemiyordum.Telefonu onun açmasından korktuğum için gerçekten berbat hissettim.O benim en yakın arkadaşımdı.Onunla iletişime geçebilmemin tek yolunun Veronica aracılığıyla olduğunu biliyordum.Artık onu görmek için gerçek bir nedenim vardı.
Annemden gösterimden bir gün önce artık gitmeyi düşünmediğimi bunun yerine beni Chrislere bırakmasını istedim.Beni filmden birkaç saat önce bıraktı.Planım buradan sinemaya kadar yürümekti çünkü sinema sadece 500 metre uzaktaydı.Pazar sabahları kiliseye giderlerdi.Ve Chris’in internette kız arkadaş bulduğundan beri benimle gelmesi söz konusu değildi.Bana,kızı öpmeye çalışmamdan sonra eve dönüş yolunda çok daha yalnız olacağımı söyledi.Ben de ona internet  arkadaşı ile sevişmeye çalışırken elektrik akımına kapılmamasını söyledim.

Evden 11:15’te ayrıldım.

Hızlanmaya çalıştım böylece filmden birkaç dakika önce oraya varabilecektim.Vardığımda içeride mi yoksa dışarıda mı beklemem konusunda düşünüyordum.İkisinin de avantajları ve dezavantajları vardı.Bunları düşünürken hareketli araba akışının yerini geçmeyi reddeden sabit bir fara bıraktığını fark ettim.Yolda lambalar yoktu,bu nedenle yoldan iki metre uzaktaki çimenlik patikada yürüyordum.Sağıma biraz yüklendim ve ne olduğunu anlamak için soluma baktım.

Benden 10 metre uzakta bir araba durmuştu.
Tek görebildiğim etrafa dalga dalga yayılan vahşi farlardı.Bunun Chris’in ebeveynleri olduğunu düşündüm.Belki bizi kontrole gelmişlerdi.Arabaya bir adım attım ve durgunluğunu bozup hareket etmeye başladı.Yanımdan geçerken bunun Chrislerin arabası olmadığını hatırladım,aynı şekilde tanıdığım hiçbir arabaya da benzemiyordu.Sürücüyü görmeye çalıştım ama çok karanlıktı,ve göz bebeklerim farlarla karşılaştığından acımıştı.Hareket ettikçe arka camında muazzam bir çatlak olduğunu fark ettim.
Bu olay üzerine çok düşünmedim,bazıları milleti korkutmayı eğlenceli bulurdu.Ben bile bazen köşelerde saklanıp annemi korkuturdum.
Doğru zamanlamam sayesinde sinemaya filmden 10 dakika önce vardım.11:57’ye kadar dışarıda bekleyip içeri girmeye karar verdim.Veronica’nın gelmeme ihtimalini düşünürken onu gördüm.

Yalnızdı ve çok güzeldi.

El salladım ve aramızdaki mesafeyi kapatmaya başladım.Bana gülümsedi ve arkadaşlarımın içeride mi olduğunu sordu.Olmadıklarını söyledim ve bunu bir randevuya dönüştürmeye çalıştığımı fark ettim.Aynı şekilde önceden aldığım bileti ona uzatınca da rahatsız görünmüyordu.Bana anlamlı bir bakış attı.’’Merak etme,zenginim.’’dedim.Güldü ve içeri geçtik.
Bize bir patlamış mısır ve iki içecek aldım ve zamanımın çoğunu onun eli mısır kutusunun içindeyken kendiminkini sokup ona dokunup dokunmamak konusunu düşünerek geçirdim.Filmi sevmiş gibi görünüyordu,ve ben anlayamadan bitmişti.Sinemada oyalanmadık ve bu son gösterim olduğundan lobide de bekleyemezdik,böylece dışarı çıktık.
Sinemanın parkı büyüktü çünkü kapalı bir alışveriş merkezininki ile birleşiyordu.Gecenin bitmesini istemediğimden eski alışveriş merkezine yürürken konuşmaya devam ettim.Tam dönerken ve sinema gözden kaybolurken dönüp onun arabasının sinemadaki tek araba olmadığını gördüm.

Ötekinin camında koca bir çatlak vardı.

Ani kaygım bir anda anlamaya dönüştü.Her şey anlam kazanmıştı.Arabanın sahibi burada çalışıyordu ve benim sinemaya yürüdüğümü fark etmişti.
AVM’nin etrafında yürüdük ve film hakkında konuştuk.Ona Ölülerin Günü’nün Ölülerin Şafağı’ndan daha güzel olduğunu söyledim,ama kabul etmedi.Onun eski numarasını aradığımı söyledim ve cevaplayanın kim olduğu konusundaki ikilemimden bahsettim.Bunu benim bulduğum kadar komik bulmadı,ama telefonumu alıp numarasını kaydetti.Bunun gördüğü en kötü telefon olduğunu söyledi.Ona telefonun resimleri dahi alamadığını söylediğimde tepkisi değişmedi.Onu aradım böylece telefonumun numarasını öğrendi.
Mezun olacağından bahsetti,fakat derslerinin kötü olduğunu ve muhtemelen bir üniversiteyi kazanamayacağını söyledi.Kayıt belgesine bir resmini koymasını böylece puanına bakmadan onu kabul edeceklerini söylediğimde gülmedi.Gücenmiş olabileceğini düşündüm.Gergin bir şekilde ona baktım ve gülümsüyordu,bu zayıf ışıkta bile kızardığını anlayabiliyordum.Onun elini tutmak istedim ama tutmadım.
AVM’nin son köşesini döndüğümüzde ona Josh’u sordum.Bunun hakkında konuşmak istemediğini söyledi.En azından iyi olup olmadığını söylemesini istedim,’’Bilmiyorum’’dedi.Josh bir yerde kötü yollara sapmıştı ve başı belaya girmişti.Berbat hissettim.Suçlu hissettim.
Park alanına yaklaştığımızda kırık camlı aracın gittiğini,artık sinemada tek onun aracının kaldığını fark ettim.Beni bırakabileceğini söylediğinde gerek olmamasına rağmen kabul ettim.Filme tüm gazozumu içmiştim bu yüzden hareket mesanemi zora sokuyordu.Arabadan inerken onu öpmeye karar vermiştim,ve biyolojik dırdırın beni acele ettirmesini istemiyordum.Bu benim ilk öpücüğüm olacaktı.  
 Yapmam gereken şey için hiçbir hile düşünemiyordum.Sinema kapatılalı biraz olmuştu bu yüzden ona sinemanın arkasına tuvalete gitmem gerektiğini ama iki çalkalamaya geleceğimi söyledim.Açıkçası bunun komik olduğunu düşünmüştüm ve o espriyi benim bulduğumdan daha komik bulmuş olmalı ki güldü.
Sinemaya giderken durdum ve ona baktım.Ona,hiç Josh’un Alex adında birinin bana iyiliği dokunduğundan bahsedip etmediğini sordum.Düşünmek için bir an duraksadı sonra nedenini sordu.Boşver dedim.Josh gerçekten de iyi bir arkadaştı.
 Sinemanın arkasına geçtiğimde binanın duvarlarının bir uzantısı olan ve onlarla paralel giden zincir bağlı bir çit gördüm.Durduğum yerde beni hala görebiliyordu,ve çit de sonsuza dek uzanıyor gibi duruyordu,böylece üzerinden atlayıp görüş alanından çıkmaya karar verdim.Bu yorucu olacaktı ama nezaketten el veremezdim.Üzerinden atladım ve idrarımı yaptım.
 Bir anlığına tek duyabildiğim çimlerdeki cırcır böcekleri ve su damlasının beton zemine çarpışmasıydı.Bu sesler şimdi bile etraf sessizken duyabildiğim başka bir ses tarafından bastırıldı.
Bu bir arabaydı.Motorunun sesi artıyor diye düşündüm.

Hayır artmıyordu,yaklaşıyordu.

Bunu duyar duymaz çite geri dönmeye başladım.Ama daha yaklaşamadan kısa bir çığlık ve sağır edici bir çarpışmayla sonlanan motor sesini duydum.Koşmaya başladım,ama iki adım veya üç adımdan sonra tökezledim ve yere kapaklandım,kafam zincire çarpmıştı.30 saniye sersemledim ama tekrar çalışan motor sesi beni kendime getirdi ve adrenalin sayesinde dengemi toparladım.Arabayla kim kaza yaptıysa Veronica’ya zarar vermiş olabileceğini düşündüm.Zinciri tırmanırken parkta hala tek bir araba olduğunu gördüm.Çarpışmaya dair hiçbir iz yoktu.Belki de sesin yönünü karıştırmıştım.Veronica’nın arabasına koştukça ve  yönüm değiştikçe arabanın neye çarptığını gördüm.Bacaklarım tamamen durmuştu.

Bu Veronica’ydı.

Arabası görüşümü engelliyordu ama yaklaştıkça ve döndükçe tüm manzarayı gördüm.Bedeni insan bedeninin yapamayacağı şeyler kataloğu gibi parçalanmış ve dönmüştü.Sağ bacağındaki kemiğin pantolonundan çıktığını görebiliyordum,ve sağ kolu boynunun gerisinden o kadar sert dönmüştü ki neredeyse göğsüne değiyordu.Kafası geriye uzanıyordu ve ağzı gökyüzüne doğru açılmıştı.Çok fazla kan vardı.Ona bakarken yüzüstü mü sırt üstü mü yattığını anlayamıyordum,ve bu optik ilüzyon midemi bulandırıyordu.Zihniniz gerçek olmasını istemeyeceğiniz şeylerle karşılaştığınızda sizi bunun bir rüya olduğu konusunda ikna etmeye çalışır ve sanki sersemlemişsiniz gibi her şey yavaşalar.O an uyanacağımı zannetmiştim.
Ama uyanmadım.

Beceriksizce telefonumu kurcaladım ama sinyal yoktu.Veronica’nın telefonunu sağ ön cebinde görebiliyordum,başka şansım yoktu.Titreyerek onun telefonuna uzandım ve tam elimi atacakken hareket etti ve öyle bir nefes aldı ki sanki Dünya’da kalan son oksijeni soluyordu.
Bu beni o kadar ürküttü ki geri kayıp asfalta düştüm.Vücudunu düzeltmeye çalışıyordu ama her hareketinde kemik çıtırtıları duyuyordum.Düşünmeden yüzümü onunkine dayadım ve şöyle dedin:
‘’Hareket etme Veronica,hareket etme,tamam mı?Sadece dur,lütfen sadece dur.’’
Bunları söylerken gözlerimden yaşlar boşaldı.Telefonunu açtım, hala çalışıyordu.Hala benim telefon numaramı kaydettiği ekran açıktı.Bu kalbimi kırdı.911’i arayıp onunla birlikte bekledim,ona iyi olacağını söyledim her kelimemde suçluluk duygusu hissettim.
Siren sesleri havayı delerken daha hareketli görünüyordu.Onu bulduğumdan beri bilinci yerindeydi.Beyni hala onu acıdan koruyordu,sonunda onunla ilgili bir şeylerin korkunç şekilde yanlış olduğunu anlamıştı.Gözler benimkilere kilitlendi ve dudakları oynadı:
‘’Res...s..s..m...m..mi ç...çekti...o..çek..çekti.’’
Ne demek istediğini anlamadım.Bu nedenle ‘’Üzgünüm Veronica’’ demekle yetindim.

Onunla birlikte ambulansa girdim sonunda bilinci kapandı.Ona ayrılan odada bekledim.Telefonu hala bendeydi,çantasına koydum ve hastane telefonundan annemi aradım.Gecenin 4’üydü.Ona benim iyi olduğumu ama Veronica’nın hayati tehlikesinin sürdüğünü söyledim.Bana lanet okudu ve oraya geleceğini söyledi.
Annem ve ben çok konuşmayız.Yalan söylediğim için özür diledim,bunu daha sonra konuşacağımızı söyledi.Eğer ona tekneden veya Boxes’ın akıbetinden bahsetseydim veya o bana bildiği her şeyi anlatsaydı her şey çok farklı olurdu.Ama orada sessizce oturduk.Beni çok sevdiğini ve istediğim zaman onu arayabileceğimi söyledi.
Annem ayrılırken Veronica’nın ailesi içeri daldı.Veronica’nın annesi masadaki memurla konuşurken annemle babası ciddi konularda bilgi alışverişi yaptılar.Onun annesi bir hemşireydi,ama burada çalışmıyordu.Eminim onun transferini istemişti ama Veronica’nın durumu kritikti.Polis geldi,onlara bildiklerimi anlattım,notlar tuttular ve gittiler.Veronica bedeninin %90’ı sargılı bir şekilde ameliyattan çıktı.Sağ kolu boştaydı,ama geri kalanı koza gibiydi.Anaokulundan önce kolumu kırışım geldi aklıma.Hemşireden kalem istedim,ama aklıma yazacak bir şey gelmedi.Bir sandalyede uyudum,sonraki gün eve döndüm.
Birkaç gün boyunca her öğleden sonra ziyarete geldim.Bir noktada odasına yeni bir hasta getirdiler,ve Veronica’nın yatağının etrafına perde çektiler,daha iyi hissetmiyordu ama en azından mahremiyeti vardı artık.Bu sıralarda bile pek konuşmadık.Araba yüzünden çenesi kırıktı,bu nedenle doktorlar onu sarmıştı.Yaklaştım ve onu yanağından öptüm,sargı bezlerinin altından konuştu:
‘’Josh…’’
Bu beni biraz şaşırttı, ona baktım ve ‘’Seni görmeye gelmedi mi?’’ diye sordum.
‘’Hayır.’’
Kendimi tedirgin hissettim.’’Josh’un başı belada olsa bile kız kardeşini ziyarete gelirdi.’’diye düşündüm.
Bunu tam söyleyecektim ki,’’Hayır,Josh kaçtı.Bunu sana söylemem gerekirdi.’’
Kanım buz kesti.
‘’Ne zaman?Bu ne zaman oldu?’’
‘’13 yaşındayken.’’
‘’O...O bir not bıraktı mı?’’
‘’Yastığının üzerine.’’

Ağlamaya başladı ben de onu takip ettim,şimdi düşününce farklı nedenlerden dolayı ağladığımızı fark ettim.Bu noktada çocukluğum hakkında hatırlayamadığım pek çok şey ve daha yapmadığım pek çok bağlantılar vardı.Gideceğimi söyledim,ama bana istediği zaman mesaj atabilirdi.
Ertesi gün bana onu ziyarete gelmememi söyleyen bir mesaj aldım.Nedenini sorunca kendisini böyle görmemi istemediğini söyledi.İsteksizce kabul ettim.Her gün birbirimize mesaj attık,gerçi bunu annemden sakladım,konuşmamızı istemiyordu.Genellikle mesajları oldukça kısa oluyordu,ve çoğu benim uzun mesajlarıma cevap olarak atılıyordu.Onu bir kere aramayı denedim.Arananlara baktığını biliyordum,sesini duymayı umdum.Açtı ama bir şey demedi.Sesinin ne kadar sıkıntılı çıktığını hatırlıyorum.Bir hafta sonra bana bir mesaj attı.

‘’Seni seviyorum.’’

O kadar farklı hislerle dolmuştum ki...Yine de en basit şekilde cevapladım.

‘’Ben de seni seviyorum.’’

Benimle buluşmak istiyordu.Salındığını ve evde iyileşmekte olduğunu söyledi.Bu konuşmalar birkaç hafta sürdü ama ne zaman onu görebileceğimi sorduğumda ‘’Yakında’’ diye cevaplıyordu.Israr edince sonraki hafta geceyarısı filmine gelebileceğini söyledi.Filmin gösterileceği sabah bir mesaj aldım.

‘’Akşama görüşürüz.’’

Ryan’dan beni bırakmasını istedim.Ryan’a onun kötü bir halde olduğunu ama ona gerçekten değer verdiğimi bu nedenle bize yardımcı olmasını istedim.Kabul etti ve beni bıraktı.

Veronica gelmedi.

 Kolayca hareket etmek için çıkışın orada bize bir yer ayırdım.Ama film başladıktan 10 dakika sonra bir adam yerine oturdu.’’Affedersiniz,burası dolu’’dememe rağmen umursamadı,sadece ekrana baktı.Ayrılmak istediğimi hatırlıyorum çünkü nefes alışverişinde bir sıkıntı vardı.Vazgeçtim çünkü Veronica gelmiyordu.
Sonraki gün ona mesaj attım.Dün gece neden gelmediğini sordum ve ondan alacağım son mesajla cevap verdi.

‘’Yakında görüşürüz.’’
Delirmişti,ve onun için endişeliydim.Filmin çok da önemli olmadığına dair mesajlar attım ama cevap vermedi.Sonraki günler giderek üzülmeye başladım.Evine ulaşamıyordum çünkü numarayı bilmiyordum,nerede yaşadıklarından dahi emin değildim.Giderek depresifleştim.Annem bir sorunumun mu olduğunu sordu.Günlerdir Veronica’dan cevap alamadığımı söyledim.Yüzündeki canlılığın söndüğünü hissettim.
‘’Ne demek istiyorsun?’’
‘’Dün benimle sinemaya gelmesi gerekiyordu.Kazadan beri 3 hafta geçti biliyorum ama gelmek isteyeceğini söyledi.Ardından benimle konuşmayı tamamen kesti.Benden nefret ediyor olmalı.’’
Kafası karışmış görünüyordu,gözlerinden benim kafayı sıyırdığımı düşündüğü belli oluyordu.Beni kendine çekti,sarılarak ağlamaya başladı.Benim soruma aşırı tepki veriyor gibi görünüyordu,onun Veronica’ya değer verdiğini de düşünmüyordum.Derin bir nefes aldı ve şimdi bile midemi bulandıran sözcükler ağzından döküldü.
‘’Veronica öldü hayatım.Aman tanrım.Bildiğini zannediyordum.Onu ziyaret ettiğin son gün öldü.Ah bebeğim,o haftalar önce öldü.’’
Tamamen çökmüştü,bunun nedeninin Veronica olmadığını biliyordum.Ondan ayrıldım ve geri çekildim.Aklım karışmıştı.Bu gerçek olamazdı.Onunla daha dün mesajlaşmıştım.O an aklıma sadece bir soru geliyordu,ve muhtemelen sorabileceğim en mantıklısıydı.
‘’O halde neden telefonu açık?’’
Hıçkırarak ağlıyordu,cevap veremedi.
Patladım,’’ŞU LANET TELEFONU KAPATMALARI NEDEN BU KADAR SÜRDÜ?’’
Ağlaması mırıldanacak kadar dinmişti.’’Resimler…’’

Ailesi telefonunun kazada kaybolduğunu düşünmüştü,hastaneye kaldırıldığı gece telefonunu çantasına koymuş olmama rağmen.Eşyalarını aldıklarında telefon aralarında yoktu.Hattı kapatmak için şirketi aramışlardı,ama telefonundan gönderilen yüzlerce fotoğraf için fatura içeren bir bilgilendirme mesajı almışlardı.Fotoğrafların hepsi benim telefonuma gönderilmişti.Telefonumun dandikliğinden alamadığım fotoğrafların.Hepsi o öldükten sonra gönderilmişti.Derhal telefonu iptal ettiler.
O fotoğrafların içeriği hakkında düşünmemeye çalıştım.Ama bir nedenden onların içinde olup olmadığımı merak ediyordum.
Ondan aldığım son mesajı düşünürken ağzım kurudu ve can yakan bir çaresizlik hissettim.

‘’Yakında görüşürüz.’’