29 Ekim 2014 Çarşamba

"Wristbands"


Bir hastaneye kaydınızı yaptırdığınızda, bileğinize üzerinde isminizin yazılı olduğu beyaz bir bileklik takarlar. Fakat başka şeyleri simgeleyen farklı renklerde bileklikler de mevcuttur. Ölüleri yerleştirmeden önce kırmızı bilekliklerini takarlar onlara mesela.

Hastanede gece vardiyasına kalan yalnızca bir cerrah vardı. Yapmakta olduğu operasyonunu yeni bitirmişti. Asansöre girdiğinde, burda bir kişi daha olduğunu fark etti. Asansör aşağı inene kadar kadınla sohbet etti. Asansörün kapısı açıldığında, başka bir kadın içeri girmeye yeltendi. Doktor da onu gördüğü an aniden asansörü kapatma tuşuna bastı ve asansör yukarı çıkmaya başladı. Kadın, doktoru bu kabalığından ötürü azarladı ve diğer kadının asansöre girmesine niçin izin vermediğini sordu. Doktor dedi ki, “O benim henüz birkaç dakika önce operasyonunu tamamladığım kadındı. Operasyon sırasında hayatını yitirdi. Bileğindeki kırmızı bilekliği görmediniz mi?” Kadın gülümsedi, bileğini işaret etti ve şöyle dedi, “Bunun gibi mi?”


ÇN:Bir süre creepypasta paylaşamadım,bunu özrüm olarak kabul edin.

26 Ekim 2014 Pazar

"Lightless City"

Nefret ettiğiniz birine sahip misiniz? Ona zarar verip,intikam almak için her şeyi göze alabileceğiniz birine? Eğer varsa, Işıksız Şehir'i ziyaret etmeyi düşünebilirsiniz.

Oraya gitmek için, gece yarısı normal büyüklükte bir şehre gidin ve tenha bir ara sokak bulun. Sokağa girin ve gözlerinizi kapatabildiğiniz kadar sıkı bir şekilde kapayın. "Işıksız Şehir" diye fısıldayın ve karanlığa odaklanın. Gözlerinizi kapatınca karanlıkta beliren soluk, soyut şekilleri muhtemelen fark edeceksiniz. Şekilleri izleyin, iyice konsantre olun. Bir kaç dakikadan sonra, şekiller daha parlak ve belirgin bir hal alacaktır.

Bu olduğunda, şekillerin detayları belirginleşecek. Vahşi cinayetler,deforme olmuş hayvanlar ve bunun gibi şeyler görünecek. Ne görürseniz görün, gözlerinizi kapalı tutun. Zaman-mekan kavramını kaybetmeye başlayacaksınız, ama bir süre sonra görüntüler kesilecek ve saf bir karanlıkta kalacaksınız. Derin bir siyahtan başka bir şey olmayacak, renkler veya şekiller de. Tamamen karanlıkta olduğunuza emin olunca gözlerinizi açın.

Gözlerinizi açtığınızda kendinizi çok karanlık bir şehirde bulacaksınız; gökyüzünde tek bir ışık veya yıldız bile olmayacak. Etrafınızdaki uzun binaların koyu lacivert siluetlerini* görebilirsiniz. Ara sokaktan çıkın ve yolun kenarında, herhangi bir yöne doğru yürüyebildiğiniz kadar sessiz bir şekilde yürüyün.

Bir hareket sezerseniz, KOŞUN , koşabildiğiniz kadar hızlı bir şekilde koşun, mümkün olduğunca uzaklaşın. Işıksız şehirde hayvanlar var. Karanlık yüzünden detayları belli değil, ama büyüklükleri vahşi kaplanlar gibi ve yakaladıkları herhangi bir insanı öldürebilirler.Şehrin kenarında, daha kısa binaların olduğu bir yere kadar koşmaya devam edin.

Karşınıza bir çocuk çıkacak, yüzü sönükçe parlayan ve gözleri olmayan bir çocuk.

"Işığını benimle paylaşır mısın?" diye soracak.

Evet deyin.Evet dedikten sonra çocuk yüzünüze uzanacak ve sağ gözünüzü sökecek. Acı verici olacak, ama kanama veya açık bir yara olmayacak. Çocuk size teşekkür edip yanınızdan ayrılacak. Yürümeye devam edin, uzun bir adam ile karşılaşacaksınız.

"Kimin ışığının alınmasını istersiniz?" diye soracak.

Nefret ettiğiniz kişinin adını söyleyin, söyledikten sonra o kişi geri dönülemez bir şekilde kör olacak.

"Nefretiniz tatmin oldu mu?"  diye soracak. Eğer tatmin olduysanız 'evet' deyin, ara sokakta uyanacaksınız. Eğer tatmin olmadıysanız 'hayır' deyin, adam ortadan kaybolacak. Yürümeye devam edin. Gözleri olmayan başka bir çocuğa rastlayacaksınız.

"Işığını benimle paylaşır mısın?"

Evet deyin. Sol gözünüz de sökülecek, kör olacaksınız. Yürümeye devam edin, uzun adam tekrar karşınıza çıkacak, sesine güvenmek durumunda kalacaksınız.

"Karanlığın kimin hayatını almasını istiyorsun?"

Nefret ettiğiniz kişinin ismini söyleyin, söylediğiniz kişi ölecek. Nefretinizin tatmin olup olmadığını bir daha sormayacaklar, ve ara sokağa dönemeyeceksiniz. Size söylemiştim,bunu yapmadan önce birinden gerçekten nefret ettiğinize emin olun. Artık hayatınızın geri kalanını Işıksız Şehir'de dolanarak geçireceksiniz,kör bir şekilde. Ve sizi sıcak tutacak tek şey nefretiniz olacak.

Bazı insanlar için, bu yeterlidir...



Ç.N:
Siluet: Bir nesnenin sadece kenar çizgileri ile belirgin olması (Örneğin gölge) 
Biraz huzursuz bir CP o_O

21 Ekim 2014 Salı

"Jessa waiting"



Jessa yapayalnız odasında oturuyor. Ailesinin geri gelmelerini bekliyor.

Ailesi ablasının kaza yaptığı haberini duyduktan sonra acilen dışarı çıktı.


Jessa, Daniel'i son kez gördüğünde ailesi ablasına motosiklet konusunda kızıyordu.
Ailesi bu konuda çok endişeliydi.


Ama şimdi onların tüm korkuları gerçekleşmişti. Polisten kızlarının motosiklet kazası yaptığını öğrendiler.


Anne ve babası acilen gittiler.

Ve o yalnız kaldı.

Jessa uzun zamandır bekliyor. Saat 2:00 ama hala bir haber yok.

2:30

Her saniyede kalbi daha hızlı atmaya başlıyor.

Sonra kapı zili çalıyor.

''Döndüler'' diye geçiriyor içinden.

O, merdivenlerden aşağı koşarken düşüyor ama acıyı hissetmiyor. Hemen kapıyı hevesle açıyor.

Kapının önünde Daniel ve ailesi ıslak ve solgun bir biçimde önünde duruyordu.

''Anne ? Baba ? Daniel ? Ne oluyor ?'' diye soruyor Jessa. Ama onlar sadece soğuk ve hareketsiz kalıyorlar.

''Danny ? Sana ne oldu ? Şimdi iyi misin ?''

''Evet küçük kız kardeşim, ben iyiyim.'' diyor Daniel. Sesi değişikti soğuk ve derin.

''Anne, baba onu nerede buldunuz ?''

''O kaldırım üzerinde yatıyordu.'' diye cevaplar babası. Onunda sesi değişikti.

''Baba ? Anne ? Siz solgun görünüyorsunuz...''

''Hayır bebeğim sadece seni almaya geldik. Bizim ailemiz yine birlikte olacak. Bizi bekliyordun değil mi ?''

''Ne diyorsun sen ?''

Jessa aniden televizyonun sesini duyar ve döner. Haber muhabiri konuşmaya başlar.''Başka bir kaza daha oldu. Bir çift, kızları Daniel'in kaza yaptığı yere giderken kaza yaptılar ölü sayısı 3'e yükseldi. 


Jessa güvensiz olduğunu anladığında bir adım geri sendeler. ''Anne, baba siz öldünüz mü ? Ama ben henüz ölmek istemiyorum ! '' diye bağırır ve ağlar.

''Eğer biz ölü olmasaydık seni almaya gelmezdik tatlım.'' der annesi parmağıyla merdivenleri işaret eder..

Jessa işaret ettiği yere gözlerini çevirir.

O merdivenlerin dibinde cansız bedenini görür. Başı yaralanmış ve kanıyordur.

''Sana kaç kere söyledim.'' der annesi. ''ADIMLARINA DİKKAT ET.''







ÇN:Bu hafta uzun bir creepypasta değilde kısa şekilde 2 tane paylaşıcam.Kendinize iyi bakın ve yorum yapın!

17 Ekim 2014 Cuma

"Dear Mother"

Ölüm. Bir çoğumuzun korkusu değil mi ? Bir çoğumuzun diyorum , çünkü benim değil.
Öyle mi bilemem fakat benim gibi birilerinin olduğunu,varlığını ve belki de yokluğunu hissediyorum.
Ben sizden farklıyım. Hayır! Bu bir tür ego değil. Sizi sıcak yatağınızdan uyandıran Anneniz.
Beni ise o 1982'nin soğuk geçen yaz günleriydi. 17 yaşındaydım.
Gece ne yaptığımı hatırlamayarak bitaf halde yatağımda sızdığım bir günün ardından
saat 14:05 'de uyanmanın verdiği tiksindirici bunalımdaydım. Bilgisayar düğmesine basmak için eğildiğimde
Yatağımın altında onun bana baktığını hissettim. Kafamı çevirdiğimde onu göremedim. Bu ürkütücü hissi
dolu dolu yaşarken Annemin bana seslendiğini duydum. Yüzümdeki ürkütücü his hala geçmemişti.
Odamdan çıktım ve mutfak masasında yemem için yiyecek olduğunu gördüm. Birşeyler atıştırdım.
Sonra üzerimi giyinip anneme "Ben çıkıyorum" diye seslendim. Gariptir ki cevap alamadım.
Kafamı çöpe çevirdim. Çöp doluydu ama Annem 'çöpleri at' diye seslenmedi. Bu benimde işime gelirdi.
Evden çıktım ve akşama kadar dolaştım. Arkadaşlarımla buluştum. Hepsi bana çekingen tavırlar ile
yaklaşıyordu. Bense bu tavılarını gözardı edip sabahki hissi kafamda canlandırmaya çalışıyordum.
Bu sırada arkadaşlarımın arasında şöyle bir diyalog geçti;

- Dostum bu gecede içiyoruz değil mi ?
+ Saçmalama o burdayken nasıl böyle konuşuyorsun!

Kafamı onlara çevirdiğimde bana bakıp sırıttılar.Onlardan ayrılıp eve döndüğümde evde kimse yoktu.
Mutfağa geçtim. İnanılmaz kötü bir koku vardı. Tam mutfaktan çıkıyordum ki
Mutfak dolabının üzerindeki notu gördüm. "- Dostum bu gecede içiyoruz değil mi ?
+ Saçmalama o burdayken nasıl böyle konuşuyorsun!" Dilim tutulmuştu. Arkamı döndüğümde Annemi gördüm.
Arkasını dönüp odasına doğru ilerledi. Bende onun arkasından gitmek için kapıyı döndüğümde o yoktu.
Direk arkadaşlarımın yanına gittim ve onlara olanları anlattım. Oldukça korkmuş görünüyorlardı.
Bana olanları anlattılar. Dün çok içmişiz ve araba kullanırken Anneme çarpmışız. Ben kafama büyük bir darbe
aldığımdan dolayı bayılmışım. Arkadaşlarım Annemin cesedini saklayıp benide yatağıma yatırmışlar.
Babamı geçen sene toprağa gömmüştüm. Annemin cesedinin nerde olduğunu sorduğumda
"Evinde çöpün içinde" cevabını alınca onları oracıkta öldüresim geldi. Hepsinin üzerine yürüyüp yumrukladım
Onlarsa hiç bir şekilde karşılık vermiyordu. Polise gidip onları ihbar ettim. Hiç susturamadığım göz yaşlarım
artık ilerleyen saatlerde kurumaya başlamıştı. Polislerle evime cesedi almak için döndüğümde
Annemi koltukta otururken gördüm. Hiçbir tepki vermeyerek Polislere cesedin yerini gösterdim.
Polisler ifademizi aldı. Arabayı süren arkadaşımın ehliyetine el koydular ve bilmediğim bir süre hapis
cezasına çarptırıldılar. Bense Amcam'lara taşındım. 1987'ye kadar Annemi görmedim. Eski evime taşındım.
Bir iş sahibiydim. Günler geçti. Annemin Ölüm yıl dönümüydü. Bütün iş günü boyunca yüzümde o ürkütücü his vardı.
Eve döndüm. Yemek yapmayı beceremediğim için aldığım Pizza'ları masanın üzerine yerleştirdim.
Üzerimi değiştirmek için odama giderken koltukta onu gördüm. Annemi. Şuan sene 1994. 30 yaşındayım.
Annem beni her sabah kaldırıp kahvaltımı hazırlıyor. O Hep benim yanımda. Şuan bile...




ÇN:
Arkadaşlar bu biraz aceleye geldi tam kontrol edemedim eğer yanlış yerler varsa kusuruma bakmayın,bu arada Rei'nin dediği gibi okuyanlar iyi kötü bir yorum yazarlarsa gerçekten daha güzel olur.Umarım beğenirsiniz.

14 Ekim 2014 Salı

"Nothing Under the Bed"

Tommy korkmuş bir şekilde kendi kendine fısıldadı "Yatağın altında hiçbir şey yok.Yatağın altında hiçbir şey yok."  Ama buna inanmadı.

Ay ışığı pencereden yatak odasına gölgeleri hareketlendirip duvarda korkunç şekiller çıkararak doluyordu. Bazıları kurtlar gibi. Bazıları yılanlar gibi. Bazıları ise uzun,keskin pençeli eller gibi görünüyordu. Ona uzanan eller...

"Sadece bir gölge." diye fısıldadı. "Sadece dışarıdaki ağacın gölgesi."   Gözlerini iyice kapadı ve örtüyü çekebildiği kadar yukarı çekti. Örtünün altına güvendeydi.

Herkes küçük bir çocuğun battaniyesinin altına hiçbir şeyin giremeyeceğini bilir! Örtüyü başına kadar çektiği sürece, hiçbir şey ona dokunamazdı. Yatağın altında hiçbir şey yoktu...

Bir rüzgar esti ve ağaç dalları pencerenin camında bir gıcırtı çıkardı. GICIIIIIIRRTT!!

Tommy titredi ve gözlerini daha da sıkı bir şekilde kapadı.

Fısıldamayı kesmesi gerektiğini biliyordu. Yoksa onu duyabilirdi.

'Yatağın altında hiçbir şey yok' diye düşündü. 'Eğer uyuyormuş gibi davranırsam burdan gider'
Herkes uyuyan bir çocuğa hiçbir şeyin dokunamayacağını bilir! Yaratık çocukları yerken onların uyanık olmasını ister. Çığlıklarını duymak ister...

Sahte bir horlama çıkarmayı denedi, ama sahte olduğu çok belliydi. Sadece babaların horladığını herkes bilir!
Bu yüzden rahat bir pozisyon buluncaya kadar hareket etti, örtüyü sıkıca tuttu ve uyuyormuş gibi görünmek için çabaladı.

GACIIIIIIIIRRTT!!

'Sadece evden gelen sıradan sesler' diye düşündü. Ama buna hala inanmıyordu. Ses duvarlardan gelmemişti. Daha aşağıdan gelmişti. Yerden. Şeyin altından...

Kelimeler anlamını yitirinceye kadar defalarca kez 'Yatağın altına hiçbir şey yok! Yatağın altına hiçbir şey yok! Yatağın altına hiçbir şey yok!' diye tekrar etti. 'Örtünün altındayım ve uyuyorum, hiçbir şey bana dokunamaz çünkü--"

Pencereden bir ses "Yatağın altında hiçbir şey yok." diye fısıldadı.

Duvardan bir ses "Yatağın altına hiçbir şey yok." diye hırıldadı.

Tommy'nin başucundan bir ses tısladı "Yatağın altına hiçbir şey yok. Ve uyumadığını biliyoruz."

Ç.N:
Gençler yorumlar falan çok azaldı ya o_O 
Acaba her yeni yayın için 5-6 yorum istemeye falan mı başlasam :D 

10 Ekim 2014 Cuma

"Knocking"

Olaylar 6 yaşındayken başladı.

Okuldaydım, okuma dersinin ortasında, ve çok tuvaletim gelmişti. Benim yaşımdaki çocuklardan hala altını ıslatan vardı, ve ben de kendimi o şekilde utandırma konusunda paranoyak olmuştum. Elimi kaldırdım ve Bayan Zebby'ye tuvalete gitmem gerektiğini söyledim. Klasik "Teneffüste neden gitmedin? " konuşmasından sonra bana kullanılmayan tuvaletin anahtarını verdi (Sınıfıma en yakın tuvalet oydu) .

5. dersin ortalarıydı,koridorlar boştu ve bana bir mağara gibi görünüyordu. Küçükken kısa ve sıskaydım. Bazen kapılarla sorunlar yaşardım, özellikle kilitleri açarken. Lanet şeyi açabilmem için 2-3 dakika boyunca uğraşmam gerekti.

Sonunda tuvalete oturduğumda kapıdan bir tıklama sesi geldi.
Rahatsız olduğum için hoşnutsuz bir şekilde "Dolu!" diye bağırdım.

Bir duraklama oldu,ardından tıklamalar yine başladı. Şimdi daha hızlı, daha sabırsızdı.

"Bekle bir dakika!"

Tıklama yavaşladı ve bir ses cevap verdi:

"Kapıyı aç,içeri girmem gerek."

Konuşan kişinin ses tonu ince ve güçlüydü; tanımadığım bir yetişkine aitti. 6 yaşında olabilirdim, ama tuvalette nasıl davranılması gerektiğini de biliyordum. Bir kabine birden fazla kişi giremezdi.

"Git burdan!"

Tıklamalar davul sesini andırarak tekrar şiddetlenmeye başladı, benden bir kaç adım uzakta ve görünmezdi. Sesin umutsuz bir şekilde bağırarak bir şeyler söylediğini duydum:

"İçeri girmeme izin ver! Sadece kapıyı aç,lütfen!"

O noktada dehşete düşmüştüm.Vuruşlar ve bağırmalar çok yüksek sesliydi, buna rağmen henüz hiç kimse ne olduğunu anlamak için bakmaya gelmemişti. Sonunda öğretmenim beni bulmaya gelmişti, sinirliydi çünkü neredeyse yarım saat boyunca dönmemiştim. Kapıyı açmayı reddettiğimde resepsiyondan yedek anahtarı aldı. Beni müdürün odasına götürdü ve ailemi aradılar. 1 haftalığına okuldan uzaklaştırılmıştım. Hiç kimseye ne olduğunu söylemedim.

Bu fenomenle karşılaşmamdan bir kaç hafta sonraydı. 7. doğum günümü kutlamıştım ve ailem benim şerefime barbekü yapıyorlardı. Güneşin parlak olduğu bir gündü, her şeyi hazırlamıştık ancak kömür yanmamakta kararlıydı. Babam ön bahçedeki kulübeden ateş yakmak için bir şeyler getirmemi istedi.

İçerisi çok sıkışıktı, tamamen içeri giremezdim. Bu yüzden parmak uçlarıma basarak aradığım şeyin durduğu rafa uzandım, çıkıp kapıyı arkamdan kapadım. Arkamı döndüğüm anda, biri kapıya çılgınca vurmaya başlamıştı.

"Kapıyı aç! Çıkmam gerek!" Bu ses daha öncekine benzemiyordu; bu daha derin,daha umutsuz ve daha sinirliydi.

Hiçbir şey söylemeden hızlı bir şekilde uzaklaşmaya başladım. Ne olduğu hakkında en ufak bir fikrim yoktu, ama beni korkutmuştu. Uzaklaşırken tahta kapıdan son bir "Bam!" sesi geldi ve sesi tekrar duydum:

"Seni lanet pislik! Dişlerini sökeceğim! ÇIKMAMA İZİN VER!"

Koşarak partiye geri döndüm, ve bütün günü omzumdan geri bakıp durarak geçirdim.

Tahmin edildiği üzere, o seslerden bir sürü vardı. 30'a kadar sayabilmiştim. Her ay, ya da ona yakın aralıklarla geliyordu sesler. Genelde kapıyı açmam için yalvarıyorlardı. Neredeyse her zaman, kapıyı arkamdan kapatınca başlıyorlardı, bu garip varlıkların beni takip ettiğini düşünmeye başlamıştım. Hiç kimseye söylemedim, ama dürüst olmam gerek, artık alışmıştım. Bu sesler her zaman korkudan yerimde zıplamama neden olmuştu ve bazı sesler beni gerçekten de huzursuz ediyordu. Ama kapıyı açmadığım sürece güvende olduğumu biliyordum. Bazı sesleri artık tanıyordum, hatta onlara isimler bile koymuştum. Bir tanesi her zaman evin ön kapısına vuruyordu. Ön kapımız buzlu camdandı, ve şapka takan normal boyutlarda bir adamın siluetini görebiliyordum. Hiç konuşmuyordu,ama kapının posta deliğinden boş kağıtlar içeren zarflar bırakıyordu. Ona postacı diyordum. Beni huzursuz edenlerden biriydi. Onunla konuşmaya çalıştığımda, aniden başını kaldırıp kapıyı tıklamaya başlıyordu. Bu yüzden onu görmezden gelmeye başladım.

20 yıl boyunca normal biri olmaya çalıştım. Bir sürü arkadaşım var, hatta bir kız arkadaşım bile. Gecenin bir vakti kalkıp kimsenin duyamadığı sesleri dinleyen bir adam için iyi bir gelişme. Evet, arkadaşlarım garip ve ilginç olduğumu düşünüyordu, ama buna tahammül edebiliyorlardı. Hepsi de iyi insanlar, onları özleyeceğim.

İşler garipleşmeye başladı. Şey,normalden daha garip. 3 hafta önce, uyandım, terliyor ve ağlıyordum. Neden olduğunu bilmiyorum. Rüyam hatırlayabildiğim kadarıyla normaldi, kocaman bir gölge her şeyi yutana kadar. Gözlerimi açtığım saniyede yatak odamın kapısından tıklama sesi geldi. Normal bir tıklama değildi tabi. Gerçekten de delice bir tıklamaydı.

"Kim var orda?" diye bağırdım.

"L-lütfen,yardım et..." diye cevapladı. Şaşırmıştım. Bu 7. doğum günümde kulübenin kapısına vuran sadistik sesti, ama şimdi sesi samimi bir şekilde çıkıyordu. Sanki yaralıymış gibi,ses tonunda acı vardı. Kendimi ayağa kalkmak için üstümdeki yorganları kenara atarken buldum,ama tereddüt ettim. Daha önce kapıyı açmam için beni kışkırtmayı denememişlerdi. Sanırım küçükken,mantığımı kullanarak kapının arkasındakilerin şeytan olduğunu düşünmüştüm. Tamamıyla dürüst olmam gerekirse, o sabah neredeyse kapıyı açacaktım. Yine de kendimi tuttum.

Daha da kötüye gitti. Sadece 2 gün sonra, yakınımda bulunan köşedeki marketteydim. Aldığım süt ve gazetenin parasını ödüyordum. Aynı anda, biri çığlık atmaya başladı; uzun ve keskin bir acı çığlığıydı. Hemen kapıya döndüm, ama kapıya çok fazla tanıtım afişi asılmıştı. Sadece kapının diğer tarafında ellerini cama koymuş bir kadın olduğunu anlayabilmiştim. Kasiyer deli olduğumu düşünür gibi bana bakıyordu. Bir bahane uydurarak ona tuvaleti kullanıp kullanamayacağımı sordum.Çığlık kesilene kadar 10 dakika orda saklandım. Baştan sonra kadar 4 şey daha olmuştu; çığlık,ağlama ve yalvarmanın karışımı. Postacı dün de kapıya geldi. Her zamanki gibi zarfı atmadan önce,kapıyı kibarca tıklattı.

Sonra bir tane daha attı ve bir tane daha.

Tam 10 tane sade,kahverengi zarf. Postacı bir kaç dakika boyunca tıklamaya devam edip bekledi,ondan sonra da gitti.

Her zarfta bir tane A4 kağıdı vardı. Ama biri sayfaları siyah bir kalemle bastırarak karalamıştı, kağıdın ortalarında geniş yırtıklar vardı ve kenarlar yıpranmıştı. Hepsini zarflara geri koydum ve aklımdan çıkarmaya çalıştım.

Odamın kapısı sarsıldı,şiddetli bir şekilde. Çığlık yoktu,yalvarış ya da uğultu yoktu. Sadece ağlama sesi geliyordu. Düzinelerce ağlama sesi vardı. Başka bir darbe kapıya vurdu. Duvarın sıvası ince ince döküldü ve yere düştü. Hala yalvarma veya bağırma yoktu, sadece ağlamalar.

*Çat!*

Sandalyemden fırladım.

*Çat!*

Kapının kenarından çıkan ince bir çatlak oluştu.

Telefonum çalmaya başladı, ve penceremden gelen bir tıklama duydum. Son içeri girme teşebbüsünden beri 3 saat oldu. Sesler azalmadı, ağlamalar da. Kapının daha fazla dayanamayacağına emindim. Kurduğum bariyere gelince, 2 dakika içinde ezip geçebilirlerdi. Kendimi ölüm ihtimali ile yüzleşmiş bir şekilde buldum, bu yüzden bu olayları yazıyorum, ne olur ne olmaz.

*Çat!*

Ne istiyorlar?

*Çat!*

Bana zarar vermeyi istiyorlar mıdır ki?

*Çat!*

Korkusuz görünüyorlardı,hatta kötü niyetli.

*Çat!*

Böyle davranmalarına ne sebep olmuş olabilir?

*Çat!*

Belki de kapıyı açmalıyım.

*Çat!*

"...."

Ortama sessizlik çöktü. Ağlamanın bile durduğunu fark ettim. Bir dakika boyunca sadece oturdum. Sonra ayağa kalktım ve kapıya koştum, bu klostrofobik* durumdan kurtulmam gerekiyordu. Belki dışarı çıkardım,bütün kapılardan ve lanet olası tıklamalardan uzak olabileceğim bir yere. Kurduğum barikatı kenara çektim ve kapı tokmağını çevirdim.

Kilitliydi.

Dizlerimin üstüne çöktüm ve anahtar deliğinden baktım. Kapının ardında evimin koridoru yoktu, başka bir oda vardı,sanırım bir sınıf ya da kütüphane. Boş gibi duruyordu,ama bana arkasını dönmüş bir şekilde kitap okuyan bir çocuk vardı. Kapıya vurdum.

"H-hey, çocuk. Kapıyı aç,tamam mı?"

Omzunun üstünden bana baktı.

"Evet,sen. Rica etsem kapıyı açabilir misin?"

"Yapamam,cezalıyım. Kimseyle konuşamam. Git burdan."

Tekrar önüne döndü. Aklım karışmış ve sinirli bir şekilde ayağa kalktım. Gürültülü bir "Bam!" sesi sükuneti** bir kez daha bozdu. Sesin cama vurulan yumruğa benzediğini fark ettim. Pencerem!

Tekrar duydum. Ama bu biri içeri girmek istermiş gibi çıkan bir tıklama değildi.

İçeri girmeye çalışan biri bile değildi. Perdenin arkasında,pencerenin dışında olan her neyse içeride olduğumu biliyordu. Korktuğumu biliyordu. Mümkün olan en sadistik ihtimalle, korkmamı istiyordu.

Kapıya döndüm ve delice yumruklamaya başladım.

"Hey! Çıkmama izin ver, tamam mı? Kapıyı açman gerek..."



Ç.N:
*Klostrofobi kapalı veya dar alan korkusudur,klostrofobik durum ise bir insan kapalı bir alanda uzun süre kalırsa oluşur.
**Sükunet=sessizlik. Yukarıda "Gürültülü bir 'Bam!' sesi sessizliği bir kez daha bozdu." deseydim cümle biraz devrik görünecekti, o yüzden eski Türkçe kullanmak zorunda kaldım :3



3 Ekim 2014 Cuma

"Chatroom 98"

Sıradan bir cuma gecesiydi ve Bradley'le birlikte bulduğumuz sanal sohbet odasında konuşuyordum. Bana ve odadaki diğerlerine ailesi hafta sonu evde olmayacağından istediği kadar geç yatabileceğini söylüyordu. Bir kaç saat boyunca sohbet odasında kalıp rastgele gelen insanlarla eğlendik, ve ben Bradley'in bir kızdan hoşlanmaya başladığını fark ettim. Sonra annemin uyumamı söyleyen sesini duydum. Sohbet odasından çıkmak üzereyken, Bradley'e yarın neler yapacağını sordum. Bir süre cevap vermedi:

-Bradley yazıyor....-

Hiçbir şey.

-Bradley yazıyor....-

Yine hiçbir şey.

"Her neyse dostum,yatmaya gidiyorum. Yarın konuşuruz." dedim. Onun yazarken vazgeçmesi garipti.

Ertesi gün sohbet odasına girinceye kadar ondan haber almadım. Dün gece cevap yazamadığı için özür diledi ve meşgul olduğunu söyledi. Kısa bir konuşma yaptık, biraz sonra bizim eve geleceğini ve acil bir şey olduğunu söyledi. Sorun yoktu, ama her dakika eve varabilecek ailesini neden beklemediğini sordum. Zamanı olmadığı ve bana göstermesi gereken çok önemli bir şeyi olduğu konusunda ısrar etti,daha sonra hemen sohbet odasından çıktı. Bu davranışların Bradley'nin karakterine uymadığını düşündüm, normalde ailesini her şeyin önüne koyardı. Bana ne göstermek istediğini düşününce iyice meraklandım.

Garip bir telefon araması aldığımda biraz sonra buraya varacağını fark ettim, burdan 20 dakikalık bir uzaklıkta yaşıyordu. Arayanlar eve yeni gelmiş ve endişeli olan Bradley'nin anne ve babasıydı. Bradley'nin nerede olduğunu bilip bilmediğimi sordular, onlara endişelenmemeleri gerektiğini çünkü şu an bizim eve geldiğini söyledim. Telefonun diğer ucundan annenin ölümcül çığlığını duyana kadar bir süre sessizlik oldu. Baba derin bir nefes aldı ve bir daha unutamayacağım bir cümle söyledi:

"Hemen evden çık, Bradley burda...O ölmüş."

Bradley'nin cesedini dolapta bir ceket gibi asılı bulmuşlar.Telefonu şok içinde kapadım. Arka kapı gıcırdayarak açılırken, neden bana evde yalnız olup olmadığımı sorduğunu anladım.

İçgüdüsel olarak aklıma gelen ilk şeyi yaptım ve hemen yatağımın altına saklandım. Ayak seslerinin yaklaştığını duydum, yavaşça. Gözlerimi açmaya cesaret edemedim. Ama korku içinde parmakların arasından baktığımda beyaz,çıplak ve solgun ayakların odama adım attığını gördüm. Bu ayakların sahibi olan insanı görmeyi hiç istemezdim.

Ayaklar yavaşça yaklaştıkça keskin bir rutubet kokusu geliyordu; kalbimin atışını ağzımda hissediyordum.Nefesimi tuttum. Daha fazla korkmamın mümkün olmadığını düşünürken, telefonum mesaj aldığımı belirtmek için gürültülü bir şekilde "Bip." sesi çıkardı. Mesaj Bradley'nin telefonundan gelmişti, ayaklar aniden durduğunda mesaja baktım "Nerdesin?"

Ç.N:
Selam gençler :3 Bu tatilde yapacağım 2 çeviriden 1.'sini yapmış bulunmaktayım.
Hepinizin Bayramı Kutlu olsun >o<