27 Ekim 2016 Perşembe

The Portraits

Portreler

Uzun bir av günü sonra, büyük bir ormanın  ortasında kalan bir avcı vardı. Karanlıkta yolunu kaybetmişti. Ormanın yeşilliğinin bittiği yere kadar ilerledi. Bir kabin boyutunda küçük bir açıklığa geldi. Karanlıkta buraya nasıl geldiğini anlamadı, fakat gece orada durmak zorunda olduğunu bildiği için kalmaya  karar verdi. Yaklaştı ve kapıyı aralık buldu. İçinde kimse yoktu.
Kabinin içine baktı , inanılmaz detaylarla boyalı portreler ile süslenmiş duvarlar vardı, hepsi çok şaşırtıcıydı.
İstisnasız, ona doğru bakıyor gibi görünüyordu. Özellikleri nefret ve kin ile bakmalarıydı. Avcı, gittikçe daha da rahatsız oldu. Nefret dolu yüzleri görmezden gelmek için bir çaba sarf etti.
Avcı yatağın üzerine yüz aşağı yattı ve sahibine sabah kendini anlatmaya karar verdi. Yüzünü duvara döndü ve bitkin, huzursuz bir uykuya daldı.
Ertesi sabah, avcı uyandı -beklenmedik bir şekilde ışık yanıp sönüyordu. Kabinde portreler yerine sadece camlar vardı.

Ç.N: Bu çok korkunç! Kısa olması korkutuculuğunu azaltsa da sonunu bilmediğimiz için heyecanlı :) Bence adamı öldürebilirler, veya evin sahibi adam öldürebilir? 

NOT: Portlerden biri :)


26 Ekim 2016 Çarşamba

Camp

Kamp

Birkaç ay önce bir doğa fotoğrafçısı olan bir arkadaşım, kasabanın dışındaki ormanda yalnız bir gün geçirmeye karar verdi.  Kendisi için doğal orman ve yaban hayatı fotoğrafları çekmek istedi. Daha önce birçok kez kamp yapmışçasına  yalnız kalmaktan korkmadı. Küçük bir açıklık arazi ortasında bir çadır kurdu ve fotoğraf çekmek gününü geçirdi. O gezide filmin -fotoğraf kağıdı-  dört adet farklı resmini aldım. Ama bu dört resim de çadırdaki arkadaşımın uyurken haline aitti. Onu, uyurken gecenin bir yarısı çekmişlerdi.

Ç.N: Kısa ama etkileyici. Akşama bir kısa daha cp yayınlayacağım, böylece orta uzunlukta bir cp okumuş gibi olacaksınız ^-^




Illusive Genius Dr. Monroe

‘’Bayanlar ve baylar, kurulun üyeleri, bugün sizlerle paylaşmak istediğim iki mucizem var. İlk olarak, size türlerimizin sıradaki evrimsel biliminin mihenk taşını tanıtmama izin  verin; ölümsüzlük.’’  Yapmacık bir heyecan göstergesiyle Dr. Monroe bunu kollarını açarak söyledi, bordo kıyafetinin kuyruğu her hareketinde sallanıyordu.
 
Perdeler açılıp, soluk benizli, üstsüz adamın, oturan silüeti ortaya çıktığında, konukların hepsinin de nefesi kesildi. Prangalar, bileklerini sandalyeye zincirliyordu; suratı izleyicilerin kafa karışıklığının ürkütücü bir aynasıydı adeta.

‘’Bu adama - bir hırsız, bir katil ve frengi hastası kişiye, topluluğumuz, cömertçe tıbbın son buluşuna yardım etmesini teklif etmiştir.’’ Anlığına durdu, belinden, küçük, süslü bir şişecik çıkarmadan önce ‘’Bu! Bu benim Xenotransplantasyon adına yaptığım araştırmanın doğuşudur.. Eminim hepiniz Sir Winston’ı hatırlıyorsunuzdur?’’

Hatırladılar. Geçen senenin açılış deneyi olan cinsiyetsiz insan bedenini nasıl unutabilirlerdi: beden çıplak ve tepkisiz bir kıvrılmayla zeminde duruyordu. Ama insan kafası yerine yerleştirilmiş Basset Hound kafasının eğik gözlerini unutmuşlardı. Sonraki dört saat boyunca, yaratık tabaktan su içerken onu nefesleri kesik izlemişlerdi. Yaratığın parmakları ve toynakları, yeni efendisine uyup uymamak konusunda karar verirken tıkırdamıştı, bunun ve su içmenin dışında bir hareketi olmamıştı.


Hatırlama dalgası salonu vururken Dr. Monroe gülümsedi. ‘ Evet, hücresel rejeksiyonun ötesinde tüm bulgular tek bir şeye çıkıyor: kilit nokta sıcaklık.’

‘Ama ben konuyu dağıttım. Önceki araştırmamdaki gözlemlerime göre, gizli elektrik implantları, kendilerini tamir etmek için burada gördüğünüz Invictus toksinini kullanan canlı organizmalar. Sindirildiğinde, ve damar yoluna  yayılması için yeterli zaman tanındığında, bedenin sodyum iyonu kanallarını açacak ve bir manyetik alan reaksiyonu oluşturacaktır.’’ Sırıtarak, koca bir butona bastı ve sinir bozucu bir uğultu odayı doldurdu. Göz kamaştırıcı mavi şimşekler tüm zeminde kıvılcımlar çıkarttı ve  Philiplerden  John Hanes ve evlatları tüm odayı ateşlerin kaplayacağından emin oldu.

‘ İçeni acıyı hissetmeme durumuna sokan tuhaf bir yan etkiside var aynı zamanda. Tahminlerime göre bunun bir faydası anestezide kullanılabilecek olması, ama sonra kederli cerrahlar bir daha asla ameliyat yapamayacaklar. - hasta, en ufak bir yarada bile iyileşmeye devam edecek ve hiçbir operasyon yapılamayacak.’’ Uzun sivri bir jilet çıkardı ve herkesin görebilmesi için onu sallamaya başladı.

‘İşte bu. Exitus acta probat!’ Yavaşça ve endişeli bir şekilde jileti mahkumun göğüs kafesinin altına doğrulttu, adam haykırmaya, çılgınca debelenmeye ve zincirlerden kurtulmaya çalıştı.
Onu görmezden gelerek, numunenin içine ve aşağısına doğru jileti soktu, deri yumuşatılmış bir bal mumu gibi ayrıldı. - ama kan çıkmadı, acı çığlıklar yükselmedi, aynı şekilde denek kesiği dahi hissetmemişti. Sonra, mucizevi bir şekilde, yara kapanmaya başladı, yarığın tepesinden aşağı doğru kapandı. Sonunda deri önceki gibi kusursuz oldu.

Kalabalık, şaşkına dönmüştü. Bazıları gözlerini kapamıştı - hatta zihinlerini de, ama bunun yaşanmış olduğunu inkar edemezlerdi.

Arkadan bir ses çıktı ‘’Dr-’’

Kasıtlı bir hızla, doktor ceketinden bir tabanca çıkardı ve tetiği en yakın topluluk üyesinin başına nişan alarak çekti. Hedef Aziz Mercy’nin habercilerinden Rosa Smith’ti. Kadın çığlık atarak zeminde kaydı. Arkadaki kurşun izinden kurşunun kadının kafasını deldiği açıkça görülüyordu, fakat kadın çığlık atmaya önceki kadar canlı bir şekilde devam ediyordu.

‘’ Bayan Smith’in Invictus’u içme konusunda sağduyulu davranması doğru bir karar olmuş. Aslında, hepiniz kendinizi bu akşam için hazırlıyordunuz.’’ Her masada duran boş şampanya bardaklarını işaret etti.

 Bunun akabinde gelen sessizlik şekerleme kadar yumuşaktı, her konuk çenelerini kapamıştı. Ve sonra merak kazandı ve sahneye yakın minik bir adam kibarca elini ısırdı. En küçük bir acı bile hissetmeyince gözleri büyüdü ve parmağının aşağısını sıkıştırmaya başladı. Derisini başparmağından bileğine kadar soydu. Tekrar, önceki gibi, kan yoktu. Sadece, deri eski halini alırken oluşan küçük bir mavi parıltı.

Şiddet, konuklar acının sonsuz deryasını test ettikçe bastırıldı. Sonra birden patladı. İki koltuk kuzeyden, iri bir adam Dr. Monroe’den silahını istedi. Aldığında, ötekilerine onu vurması için meydan okudu, durdurulamaz bir adam olarak, fantezilerini en canlı şekilde yaşıyordu.

Herkese nasıl yolculuk ettiğini anlatmayı bırakamayan bir kadın -’Üç gecelik bir tren yolculuğuydu!’ sağ elindeki uzun parmağının tırnağını döndürmeye dikkatini vermiş, ardından da tırnaklar önce derisine tutunmuş sonra köklerine ulaşmıştı. ‘ Bu harika olacak’ dedi. ‘ Asla tırnakları kırılmayacak kadınları bir düşünsenize!’

 Çılgınca bıçaklama ve uzuv koparma kaosunun ortasında Dr. Hearz durdu, nefesini kontrol etmeye çalışarak ‘ Bunu gerçekten başardınız. Dr. Monroe! Acısız bir dünya, tasasız, yarasız; gerçi beni işimden edeceğinizden korkuyorum.’ Beyaz sakalını kaşıyarak güldü. ‘ Ama bu gece tanıtacağınız iki şey olduğunu söylemiştiniz. İlkiyle dünya yerinden oynayacak, ikincisinin ne olacağını hayal dahi edemiyorum.

İşte o an kısa zaman önce varlığının dünyadan tamamen yok olacağını sandığı  şeyi görebilmişti.- Tüm gece gördükleri kırmızı şeyin damlasını. Mahkumun tırnağı kanıyordu. Dr. Hearz, dehşete düşmüş bir şekilde ‘Dr., bunu nasıl yaptınız? O neden iyileşmedi.?’

Monroe başta cevap vermedi, bunun yerine dikkatini cep saatine vermiş gibi görünüyordu. ‘ Endişelenme doktor, o açıkça yaralanmıştı, sonradan da biz onu tutarken iyileşmişti. Yara basitçe yeniden açılmış, toksin metabolizmaya karıştıktan kabaca sekiz dakika sonra.’

Herkes sustu, adamın dediklerini pür dikkat dinlediler. ‘’ Tüm uğraşlarıma rağmen, Invictus toksininin etkisi insan bedeninden dört yüz seksen saniye sonra geçiyor. Bu nedenle son deneyimi bu akşama sakladım: kaçınılmaz sona bir bakış.’’

 Test deneğini göstermeden önce saatine kısa bir bakış attı. Hareketini takriben mahkum çığlık atmaya  ve acı içinde kıvranmaya başladı. Karnında hayali bir jiletle kesilmiş bir yara açıldı. Akan kan al bir hilal oluşturmaya başladı. Ve hilal git gide düzenbaz Dr. Monroe'nin kızıl sırıtışına döndü.

25 Ekim 2016 Salı

Lost On You

Senin Üzerinden Kaybedilen

Not: Biliyorum, normalde başta not olmaz. Fakat bu cp bir şarkı üzerinden yazılmış. Dinleyerek okuyun derim: LP-Lost On You

"Aşkım!" Kız, sarı saçlarını geriye attı ve sevgilisine doğru koştu.

"Evet, meleğim?" Adam, çapkın birisiydi. Eğer kız güzel olmasaydı asla onunla beraber olmazdı.

"Oh, bu gece Mike parti veriyor, deniz kenarında." Kız özellikle son kelimelere vurgu yapmıştı.

"Woaww, bu seni mayo ile göreceğim demek oluyor?" Adam çapkınlığını kanıtlıyordu. Kim bilir neler düşünmüştü.

"Evet, aşkım."Kız bunu dedikten sonra adamı öptü ve evine doğru gitti. Fakat bu gece özle olmak istiyordu. Sadece O'nun için.

Gördüğü ve ürünlerini beğendiği bir sahil kenarı butiğine girdi. Bir adet siyah mayo aldı, yapacağı iş için. Üzerine de küf yeşili bir delikli hırka aldı. Daha sonra evine gitti. Makyajını yapmalıydı.

Eve girdi ve Adrian'a -şu çapkın sevgilisi- saati mesaj attı:

"Kimden: Angela
 Kime:  Adrian
 Konu: Parti Saati
                 Parti saat 21.00'da başlayacak, aşkım. Ve şuan saat 19.30. Hazırlan derim!"

Bunu yazdıktan sonra aynanın karşısına geçti. Bu gün özeldi ve güzel olması gerekiyordu. Sarı saçlarına baktı. Düz halde iyiydiler, bir şey yapmaya gerek yoktu. Dudağına kan kırmızısı bir ruj sürdü. Gözlerine dokunmadı, eski sevgili deniz gözlerini böyle severdi. Saate baktı, Kendini aynada o kadar incelemişti ki, saat 19:50 olmuştu bile.  Hemen deniz kenarına gitti.

Parti başlamıştı bile. Hemen Adrian'ın yanına gitti.

"Oh, aşkım." Bunu dedikten sonra onu öpmeye başladı. Bu arada Adrianla kendisini denize çekmeye başladı. Denize girdiler. Fakat denizin ıssız yerine doğru yüzdüler. Burada kimse onları göremeyecekti. Uzaktan partinin sesi geliyordu.

Bu arda Angela, eline aldığı sivri deniz kabuğunu tuttu ve Adrian'ın şah damarını kesti. Sesi çıkmasın diye suyun altına soktu. Daha sonra yanındaki kayalığa doğru taşıdı ve Adrian'ın kafasını ölmesi için kayalığa çarptırdı.  Bunu yaparken,

"Senin üzerinden kaybedilen şeyler için aşkım." Diyip mırıldanıyordu.  Angela, adamın öldüğünü anladığında  derin bir nefes verdi ve tekrar aynı cümleyi söyledi.

"Senin üzerinden kaybedilen şeylere aşkım." Dediği şeyler üzerine biraz dinlendi ve sonra Adrian'ı kayanın altındaki -denizin altında da diyebiliriz- gizli bir mağaraya getirdi.

Mağara denizinin altında da olsa, denizi suyu buraya gelmiyordu. Diğer cesetlere göz attı, kokmaya başlamıştı. 13 adet ceset -erkekti hepsi- vardı.

Yenisini de koydu diğerlerin yanına. Sonra bir kenara çömelip sessizce biraz ağladı. Sevdiği adam, onun yüzünden ölmüştü, bu yerde. O da her onun ölüm gününde bir kurban verirdi, kendisini ne kadar sevdiğini kanıtlamak için.


Ç.N: Wow. Süperdi bu!' Kıza hem acıdım hem de yaptığından dolayı kınadım :D 



24 Ekim 2016 Pazartesi

Lost Girl

Kayıp Kız

Kızın annesi, ağlayarak 911'i tuşladı. Kızı piknik alanında kaybolmuştu. Eşi, kızını arıyordu. Polisler en yakın zamanda geleceğini söyleyerek telefonu kapadılar. Kadın hala ağlamaktaydı. Eşi kızını bulamadığını söyleyerek, geri alana dönmüştü.
Daha sonra siren sesi duyuldu. Polisler gelmişti. Kızları kaybolan aileye gitti. Arama ekibi kızı aramaktaydı fakat diğer iki polis aile üyelerine -anne ve babaya- soru soruyordu. Kadın zar zor ağlamasını  dindirmişti ve konuşmaya başladı:

"Kı- kızım fotoğrafçılığa meraklıdır. Bizde ormana geldiğimiz için için kameramızı yanımıza getirmiştik. O- o da birkaç şey çekmek istediğini söyledi. Hemen yakınımızdaydı a- ama bir anda kayboldu." Diğer polis -babayı sorgulayan- de aynı cevabı almıştı.

Birlikte diğer arama ekibinin olduğu yere gittiler. Birden bir kız sesi duyuldu,

"Yardım ediiiiiiiiin!" Kadın bu sesi duyunca daha fazla ağlamaya başladı. Bu kızının sesiydi. Bunu polislere söyledi. Birlikte o yöne gittiler. Kız bir kayanın altındaydı. Polisler beline ip bağladılar ve kızı çekmek için aşağıya indiler.

Fakat birden kız histerik bir kahkaha attı. Ve belinden bıçağı çıkardı, kendisini almaya çalışan iki polisi kesti.

Bu arada anne ve baba diğer polislerin de çoktan işini bitirmişti ve birlikte kızlarını aldılar. Ailecek kahkahalarını kesmişler ve birbirlerine bakmışlardı. Daha sonra anne çoçuğun ve eşinin elini tuttu. Daha sonra ailesine dönerek,

"Pikniğe geldik değil mi?" Diye sordu. Kızı da cümlenin devamını bildiğinden devam ettirdi,

"Mangalsız olmaz!" Baba da gülerek kızının cümlesini devam ettirdi,

"Etsiz de mangal olmaz!"

Ç.N: Oha! Tam anlamıyla oha. Bu sonu sürpriz olan bir cp'ydi. Hangi aile mangalları için polis keser ki? Neyse bunu sevdiğinizi umuyorum :) ~Haruki

23 Ekim 2016 Pazar

Truth or Dare

Doğruluk veya Cesaret 

"Tamam! şimdi sıra sende!" Chloe yüksek sesle alkışladı.

"Sssshhhh!Anneni uyandıracaksın," dedi Krissie.

"Oooopsss, özür dilerim. Tehehee*... yani şimdi doğruluk mu cesaretlilik mi?"

"...Doğruluk...." Krissie tereddütlü görünüyordu, fakat Chloe tam tersiydi.

"Neden doğruluk? Bu çok sıkıcı... Sen hiç bir şeye cesaret edemiyorsun! Tavuk!"

"İyi. Cesaret olsun. Ne yapmamı istiyorsun?"

"Ben... Annemin odasına gitmeni, ışıkları yakıp söndürmeni ve kapıyı çarpmanı istiyorum." Chloe koridorun kapısını çekti. Daha sonra merdivenin başına çıktı. "Sadece annemi korkutmak için. Çünkü o bu saatte konuşmamızı yasakladı."

"Emin misin?"Krissie sordu. "Yakalanırsam? Belki de bunca zamandır buluştuğumuzu öğrenecek. Belki de bize çok kızacak ve buraya gelmem mümkün olmayacak."

"Elbette yakalanmayacaksın, aptal! Muhtemelen zaten beni suçlayacak. Şimdi git hadi git!"

Krissie koridora doğru gitti ve  ışıkları yakıp söndürmeye başladı, Chloe'nin dediği gibi gürültülü bir şekilde  yatak odasının kapısını kapattı, annesinin korkma sesi Chloe'ye zevk verdi ve Krissie gelmeden odasına döndü. Birlikte yaptıklarından dolayı kıkırdadılar.

Chloe'nin annesi koridorda yürümeye başladı. Chloe kıkırdamayı kesti ve çabuk yatağına atladı. Ouija tahtası**, mum, kitap ve diğer şeyleri bir köşeye fırlattı ve uyuyormuş gibi yaptı.

Annesi kapıyı açtı, bir şey söyleyecek gibi oldu  ama söylemedi.  İçini çekti, bir an için durdu, sonra tekrar kapıyı kapattı. Uyumaya gitti.

Birkaç dakika sonra Chloe yatak sessizce sürünerek, Ouija tahtasını aldı ve oyun grafiği için zemin aradı. Sonra yine odanın ortasında oturmuş, dört mum yakmış ve kelimeyi yazmıştı:

"Bu bir çağrıdır."

---
*: Orada gülüyor. Tehehehe bir çeşit gülüş yani.
**: Bedenleri olmayan (ruh vb.) şeyleri çağırmak için kullanılan tahta.

Ç.N: Merhabaaa! Ben yeni çevirmenlerden Nursena. Ama bana Haruki diyin. Umarım iyi anlaşırız. Bu arada hatalarım varsa bana belirtin lütfen. ^-^ 

22 Ekim 2016 Cumartesi

READ.

OKU
Bu öylesine bir pasta değil. Bu bir tesadüf değil. Şu anda bunu okuduğunu biliyorum. Senden başka birisi şu anda bu pastayı okuyamaz. Evinde bir canavar var. Şu anda seni öldürmek için bekliyor. Bu gece seni öldürecek. Seni kurtarabilirim. Aynaya git. Tam şuradakine. İşte o benim. En az ışık veren lamba hariç bütün ışıkları kapat. Çok ışık işini zorlaştırır. Kollarını kaldır ve düz bir şekilde tut. Bana karşı koy. Aynaya doğru. Sakinleş ve hazır olduğun zaman gözlerini kapat. Üçe kadar say ve sonra güvenli bir şekilde aynanın içinden geçmiş olacaksın. Bundan sonra ne yapacağını çözeriz. Yeniden söylüyorum, bu öylesine bir post DEĞİL. Bir saat içinde bunu yapmak zorundasın. O seni öldürmeden önce...
Bekliyorum...

ÇN:
Sakin olun bu sadece öylesine bir pasta. Yoksa değil mi ^^
Her neyse ben yeni çevirmenlerden ismim ise Miss Nature. Umarım çevirilerimi beğenirsiniz :) 

19 Ekim 2016 Çarşamba

The Magician

              Bir sihirbazın şapkasından çıkaramayacağı tek şey çocuğunun nafakasını ödemesi için gereken paradır. Bu yüzden sihirbaz bir nebze isteksizlikle beraber, iş tanımını bozuk paraları eğlenen çocukların kulağında kaybetmekten evlerdeki cüzdan ve mücevher kutularını gecelerin tam ortasında yok etmeye çevirdi. Sadece, vücudunun tüm kontrollerini eline almak için, yıllarca çalışmış bir sihirbazın yetenekleriyle -kilitleri açmak, alarmları susturmak ve sessiz hareket etmek-  suç hayatına girdi. Mükemmel hırsızı yarattığını biliyordu ve kısa bir zamanda ilk başlardaki tiksintisi yerini korunanın içine sızma ve kaçma tutkusuna bıraktı. Böyle bir heyecanı en son hissettiğinde önceki işindeydi, kaçış sanatçılığı. Ve bu işindeki son gösteri yüzünden az kalsın canlı canlı gömülecekti.
                Ziyaretine gitmeye tenezzül bile etmediği çocuğunun nafakasını ödeme vakti bir kez daha yaklaşmıştı, o yüzden hırsız an itibariyle yaşadığı küçük North Carolina şehrinde bir keşfe çıktı. Biraz düşündükten sonra şehrin ucundaki küçük bir evi soymaya karar verdi. Evin arka tarafındaki sık orman onu şehrin diğer kısmından izole ediyordu, ayrıca kaçışını da gizleyecekti bu orman. Evin sahibinden, yaşlı iri bir adam, saklanmak kolay olacaktı. Hırsız kaçınılmaz başarısının önünde sadece bir engel görüyordu. Adam evli değildi, bir ailesi de yoktu, hırsızın tek endişesi adamın arada sırada getirdiği misafirlerdi. Haftalarca gözlemden sonra adamın genç bir kız ve erkekle eve girdiğini gördü. Hırsız onların evde olmasından korkuyordu, ayrıldıklarını görmemişti, ama bir hafta geçtikten sonra o evden uzaktayken ayrıldıklarına kanaat getirdi.
                Hırsız hamlesini adamın evde olmadığı bir gecenin geç saatlerinde yapmaya karar verdi. Strip club’a ya da bir fahişeye gitmiştir diye düşündü, bir nebze hor görmeyle beraber. Siyah maskesini taktı, leyvesini ve küçük bir bıçağı yanına aldı, ormandan eve gizlene gizlene gitti. İkinci kata kolaylıkla tırmandı ve açık pencereden içeri süzüldü.
                Hırsız hayal kırıklığına uğramıştı, üst katta birkaç eşyadan fazlası yoktu ve zemin bir kir tabakasıyla kaplanmıştı. Saat, sevgilisinden ya da karısından kalan bir mücevher, kasa, nakit para, pahalı televizyon… Hiçbiri yoktu. Onu karşılayan tek şey, bir hamam böceğinin pencerenin açılması yüzünden yatağın altına girmesi sayılmazsa, hafiften rahatsız edici bir havaydı. Hırsız alt katın daha bereketli olacağını düşündü. Merdivenleri dikkatlice, bir taraftan da adamın gelişine dair en ufak bir ses duymaya çalışarak indi. Fakat alt katta üst kat kadar hayal kırıcıydı. Küçük eşyalardan başka bir şey, Televizyon bile, yoktu, tabi yeri kaplayan toz tabakasını ve öncekinden de rahatsız edici olan hava sayılmazsa. Buranın havası gerçekten çok rahatsız ediciydi, adamın burada nasıl yaşayabildiğini merak etti. Hayal kırıklığına uğramış olsa da, pes etmeye niyetli değildi. Para eden bir şeyler bulma umuduyla bodrumu kontrol etmeye karar verdi. Bodrumun kapısının önündeyken çakıllık yoldaki arabanın sesini duydu. Adam evdeydi ve bu hırsızın hiçbir şekilde hazırlanmadığı bir durumdu. Arabanın kapısının çarpılma sesini duydu ve bir kızın köpeği görüp göremeyeceğini sorduğunu. Kızı olmalı, diye düşündü hırsız. İkinci kata kaçmayı düşündü ama kapı onun ve adımların ortasındaydı. Risk almak istemedi. Ya adam onu görürse? Ya bir silahı varsa? Hiçbir zaman sahibi evdeyken evi soymamıştı. Hiçbir zaman yakalanma ihtimaliyle göz göze gelmemişti. Yaşadığı heyecan benzersizdi, kaçış sanatçısıyken bile bu kadar dehşetli bir heyecan hissetmemişti. Anahtar kapının içinde çıngırdadı, kapı açıldığında hırsız da saklanmak için zemin kata doğru bir adım attı, yakında kaçacağı düşüncesinin verdiği özgüvenle.
                Pis koku çok baskındı, hırsız öğürdü, kusacak gibi oldu. Merdivenlerden aşağı inerken ayağı takıldı. Yakalanacağından, adamın sesi duymuş olmasından korktu.
Merdivenlerin en sonuna geldiğinde cehenneme girdi. Bir fırın, et çengelleri, itfaiye hortumu, zincirler ve bir kenara yığılmış geniş tahta kutular. Duvarlar suyun asla temizleyemeyeceği kahverengi lekelerle doluydu. Fırının yanında, bir küvetin içinde, kemikler istiflenmişti, küçük kemikler. Hırsız tanrıya inanmazdı ama kendini dua ederken buldu. Onların hayvan kemikleri olması için dua etti. Ama öyle olmadıklarını gördü. Bir köşeye istiflenmiş kıyafetleri gördü, çeşit çeşit kıyafetleri. Bir adamın ekoseli tişörtünü, bir kızın çiçekli elbisesini… Korku, ümitsizlik ve kızgın demirin kokusunu. Heyecan gitmişti, kalan tek şey onun soğuk titreyen elleri, levyesi, alnındaki soğuk ter ve cebindeki küçük bıçaktı.
Merdivenlerden aşağı bir çığlık yankılandı, ardından da bir bant sesi. Bodrumun kapısı sonuna kadar açıldı ve adam son ödülünü arkasından sürükleyerek aşağı inmeye başladı. 11’den daha büyük olmayan, parktan kaçırılmış, her tarafı çürük ve kan içinde, koli bandıyla sarılmış  bir kız. Kız kaçmaya çalışıyor, ağlayarak anne babasını çağırıyordu. Adam onun yüzüne sertçe vurduğu zaman sustu. Duvara zincirlenirken direnmedi. Adam kıyafetlerini çıkarırken bile direnmedi. Hırsız sessizdi, ahşap kutuların arkasına çömelmişti, kutuların içinde ne olduğunu öğrenmek istemiyordu. Adam ödülüyle yalnız olmadığının farkındaydı, hırsızın öğürmesini duymuştu. Etrafına bakındıktan sonra hırsızın saklanılacak tek yere saklandığını fark etti, kutuların arkasına. Bu adamı endişelendirmedi, tersine yeni bir oyuncağı olduğu için mutluydu. Onu durduran tek düşünce yetişkinlerin direnmesinin getirdiği zorluktu. Onlar her zaman çocuklardan daha fazla uğraştırırdı. Belki de bu çocukların hala hayatta kalma umutlarının olmasıyla alakalıydı, yetişkinler böyle bir şeyin olmayacağını biliyordu. Adam yeni arkadaşını birazcık yumuşatmaya karar verdi, kutunun içinde birazcık zaman geçermesi yeterdi. Belki de onu tüm gece orada bırakmalıydı, elinde zaten canlı bir tane vardı.
                Kızı duvara zincirledikten sonra, kutu yığınına doğru koştu, onları tüm gücüyle ittirip hırsızı duvarla kutular arasına sıkıştırdı. Hırsızın etrafında dolaştı, onun panik içindeki gözlerini seyretti, ardından diziyle adamın kafasına vurup onu bayılttı.
                Hırsız karanlığın içine uyandı, klastrofobik bir yerde fetüs poziyonunda bağlanmıştı. Zar zor nefes alabiliyordu.
Nerede olduğunu hatırladı.
Onu az kalsın öldüren numarayı hatırladı.
Canlı canlı gömülmüştü.
                Hırsız paniklemeye başladı, nefes alma hızının artmasıyla mezardaki oksijen seviyesi iyice düştü. Hisleri uyuşuklaşmaya başladı, bir şeyler yapması gerektiğini biliyordu, yaptı da. Pratiğin verdiği rahatlıkla sihirbaz ellerini zincirlerden kurtardı, cebindeki küçük bıçağı kullanarak kelepçelerinden kurtuldu ama hala canlı canlı gömülüydü. Daha fazlasını yapamazdı.
                Sihirbaz ailesini düşündü, yüzüstü bıraktığı karısını ve görmezden geldiğini çocuğunu. Duvara zincirlenmiş küçük kızı düşündü, korktu. Küçük kızın babasını düşündü, belki de tıpkı onun gibiydi, belki de bir daha kızını göremeyecek olan babasını düşündü.
                Hırsız öldü, sihirbaz öldü, baba hayatta kaldı. Hala küçük kutuda çömelmiş vaziyetteydi, sırtını kutunun tepesine yasladı ve itmeye başladı, tahtalar çatladı, kaslar yırtıldı, tendonlar yırtılma noktalarına geldi, toprak hareket etmeye başladı. Üstündeki toprağı ve tahtaları zorlayarak ayağa kalktı ve bir çığlık kopardı. Bu bir avın çıkaracağı türden bir ses değildi.
                Adam çığlığı duydu ve hayatında ilk defa korktu. Ucu kesik av tüfeğini aldı ve dışardaki sığ mezarı kontrol etmeye gitti. Adam arka kapıdan çıktığı gibi toprağın içinden çıkan yaratığı gördü; eğilmiş, çamurla kaplı ve gözleri bir avcı parıltısıyla yanan yaratığı. Adam av tüfeğini indirdi ve ateş etti. Kaçırdı, ikinci bir şansı olmadı.
                Küçük kız çığlık ve silah seslerine uyanmıştı. Hala duvara zincirliydi ama önceki günden kalan morluklar harici yarasızdı, kötü adam onu incitmek yerine diğer adamla uğraşmıştı. Şimdi bile titriyordu. İlk çığlık onu korkutacak bir özelliğe sahipti, öfke doluydu. Silah sesinden sonrakilerse acı ve ümitsizlik doluydu. Küçük kız bodrum kapısının açıldığını duydu. Birinin merdivenlerden aşağı indiğini duydu ve kötü adamın ona bir şeyler yapacağını düşünerek ağlamaya başladı.

Bir adam önünde çömeldi, gözyaşlarını  sildi. Alışık eller onu çözdü, üzerine bir ceket koydu, kucağına bir elbise yerleştirdi. Kız ona baktığında nazik gözler gördü. Baba onu kaldırıp bodrumun dışına taşıdı, hayatının kalan kısmına.

Ç.N: Hepinize merhabalar, Ben Quustion, yeni çevirmenlerden. Eğer bir hatamı görürseniz lütfen yorumlar vasıtasıyla iletin. 

9 Ekim 2016 Pazar

Baby Monitors

Ortaokuldayken, Ben ve arkadaşlarımın  tuhaf hobileri vardı. Her genç suçlu gibi belayı severdik.  Vandal değildik, uyuşturucu satmazdık, ve çoğunlukla okuldaki çocuklara kabadayılık taslamazdık. Hayır, biz yeni anne baba olmuş kimselerin bebek monitörlerini hackleyerek ödlerini patlatmayı severdik. Yakalanmak için fazla iyi olduğunu düşünen bir avuç katlanılamaz serseriydik biz. Ve küçük yaramazlık eylemlerimiz cezalandırılmayacaktı. Ancak bir gece; dersimi aldım, ve muazzam delikanlı benliğimin beni çevirdiğini sandığım kişi kadar kusursuz değildim.

Dimitri, Kurt ve ben aynı okula giderdik, Pek çok derste ortak sınıfa düşerdik, ve neredeyse her yemek saati okulu asardık. Komedi şovları seyreder, oyun oynar, okulda en güzel dolaba kimin sahip olduğundan konuşurduk. Bir öğle vakti, parkta bildiğimiz korku hikayelerini paylaşıyorduk. Kurt, yalnız bir annenin bebek telsizinden duyduğu rahatsız edici ses hakkında klasik bir hikaye anlatıyordu. Neredeyse bütün korku hikayeleri gibi kulağa aptalca geliyordu, fakat Dimitri bize bunun bir keresinde kendi annesinin başına geldiğinden bahsetti. Telsizinde bir komşusunun bebeğine şarkı söylediğini duymuş. Görünüşe göre, yanlışlıkla başka birinin frekansına girmiş. Bir anda her birimizin kafasında bir ampul yandı. Birine yeteri kadar yakınsanız eğer, onun ne düşündüğünü bilebilmek için kelimelere ihtiyacınız yoktur, ve o an hepimiz aynı şeyi düşünüyorduk: bir bebek telsizi alacak ve millete sataşacaktık.

Kelime oyununu bağışlayın, fakat bebek telsizini hacklemek çocuk oyuncağıydı. Tek yapmanız gereken sizinkiyle aynı frekansta olan başka bir cihaz bulmaktı. Hiçbir şey ters gidemezdi. En pahalısından değiştirilebilir frekanslı bir telsiz aldım. Böylece, kandırabileceğimiz kadar hedefi kandıracaktık. Aynı gece, bisikletlerimizle mahalleyi turladık ve ilk kurbanımızı bulduk. Banliyö evinin ikinci kat camında bir kreş gözüküyordu. Dimitri telsizi aldı ve nefes alma sesi duyana dek onu farklı frekanslara ayarlamaya başladı. Planımız amacına ulaştığında heyecanlandım. Dimitri butona bastı ve alıcıya ağır şekilde nefes vermeye başladı.

‘’...Sizin..küçük kızınız… o kadar…. lezzetliydi ki..’’ diye şeytani bir ses tonuyla mırıldandı.

Ana yatak odasındaki ışık aniden açıldı ve acı bir çığlık duyduk. Nefesimiz kesilene kadar güldük. Aynı zamanda hızla yokuş aşağı sürdük ki yakalanmayalım.

Sonraki haftalarda bu şakayı defalarca tekrarladık, telsize sırayla konuşuyorduk. Küçük oyunumuzdan kimsenin haberdar olmaması için olabilecek en uzak evleri seçiyorduk. Kurbanların tepkileri paha biçilmezdi: bazı anneler panik içinde cevaplar veriyor, başkaları bunun bir işletme olduğunu anlıyor ve bize sesimizi kesmemizi söylüyordu. Hatta bir keresinde orta yaşlı bir kadın hıçkırıklara boğularak bebeğini incitmememiz için bize yalvardı. Şimdi yaşım kemale erdiğinden sonuncusu için üzülürüm. Fakat o zaman için bu bana göre eğlendiriciydi. Evet, biz katıksız şerefsizlerdik.

Karma dünya üzerindeki en adi şeydi, ve kötüsü o gece başıma gelecek şeyleri hak ediyordum. Kurt ve Dimitri ara sınavlarına çalışmak için meşguldüler, bu yüzden tek başıma çıktım. O zaman etraftaki hemen hemen herkesi keklemiştik. Böylece kendimi tehlikeye atıp şehrin karşısına geçecektim, bilmediğim yerlerine. Hedefi bulmak zor değildi: sadece arkada bebek koltuğu olan araçları, aşırı renkli çizgi film desenleri ile süslenmiş perdeleri bulunan evleri aramanız gerekiyordu. Bu kriterlere uygun bir evle karşılaştım, bisikletimi görüş açısının dışına park ettim. Telsizin tekerini çevirmeye başladım, sonunda doğru frekansı buldum. Hafif bir bebek horlaması duydum. Aldatıcı küçük bir sırıtış dudaklarıma kondu, kalbim heyecanla çarpmaya başladı. Şimdi sahne sırası benimdi.

‘’ Seni...İzliyorum..’’ çıkarabileceğim en korkutucu sesle telsize doğru fısıldadım.
Ev karanlık ve ışıksız kaldı. Sahiplerinin beni duymadığını sandım.
‘’ Yatağının...yanında duruyorum... İzliyorum...Bekliyorum...Seni yakalayacağım’’ bu sefer sesimi arttırmıştım.

Hiçbir şey olmadı. Cırcır böceklerinin cıvıltısı ve nadiren duyulan yolun aşağısından gelen araçların donuk uğultusu hariç hiçbir şey işitmedim. Bu biraz garipti. Ebeveynler normalde bundan çok daha çabuk tepki verirlerdi. Endişelenmeye ve bir nedenden de korunmasız hissetmeye başlamıştım. Bilirsiniz, izleniyormuş gibi. Geç olmaya başlamıştı, ve uzun bir yol tepmiştim. Tam pes edip ayrılacakken, telsizden gelen tuhaf, ıslak bir mırıldanma sesi duydum. Sessiz, ritmik horultular durdu, bir bebeğin yeni uyandığını ve ağlamaya başlayacağını sandım. Bunun yerine bir adam benimle konuşmaya başladı.

‘’Şimdi...İzlenen...Sensin...Juan’’ dedi yumuşakça.

Karnım bu sözler üzerine büzüşmeye başladı. Adımı nasıl bilebilirdi? Rahatsız hissettim. Bir şeyler yanlıştı, ve bunu kemiklerimde hissediyordum. Bahçe camından içeri baktım ve orada beni izleyen bir silüet gördüm. Tüm zaman boyunca orada mıydı? Hava kalın ve soluması zordu, belki de korkum nefes almamı zorlaştırıyordu. Dehşet hissi kafamdan aşağı boşalmaya başladıkça  bedenim kontrolsüzce titredi. Bisikletime atladım, kaçmak için umutsuzca pedal çevirdim. Bir parçam aşırı tepki verdiğimi düşünüyordu. Ama karşı konulamaz kaçma hissi bu parçamı yeniyordu.

‘’Kaçamazsın..Nerede..yaşadığını...biliyorum...Juan’’ köşeyi dönmeme rağmen adam konuşmaya devam etti.

Yamaçtan kendimi bıraktım ve kalabalık bir bulvar bulana kadar da durmadım. Kısa zamanda etrafım arabalar ve gececilerle çevrelenmişti. Şimdi güvende hissediyordum.

‘’ Kapüşonun....kanınla.....ıslanacak....evlat.’’ diye fısıldadı adam, hala cebimdeki telsizden konuşuyordu.

Ben korku içinde cıyaklayınca yoldan geçen kimse bana kötü bir bakış attı. Kapüşonumu çıkarmaya çalışırken neredeyse yırtacaktım. Dışarıdan bir tarafını açmaya çalışan sapık bir çocuk gibi görünüyordum. Fakat bilmedikleri şey gerçekten de tehlikede olduğumdu. Bu yüzden onları suçlayamam.

Kapüşonumu çantama tıktıktan sonra, arkasında adımın yazılı olduğunu gördüm. Bu benim okul ceketimdi. O adinin ismimi nasıl bildiğini şimdi anlamıştım. Ve telsizlerin kısa mesafeli olduğu aklıma dank etti, yani takip ediliyordum. Endişeli bir şekilde etrafımda döndüm ve takipçimi tanımaya çalıştım.Aşağıdaki boş görünüşlü minibüste miydi? Köpeğini gezdiren şu adam mıydı? Yanımdan geçen araba mıydı? Her koşulda son isteğim o sesi tekrar duymaktı. Bu nedenle telsizi kapattım, ve evime dönmeye başladım. Korku duyularımı güçlendirmişti. Meltemle uçuşan her yaprağa dikkat edebiliyordum, pedalımdan çıkan her gıcırtıyı duyabiliyordum. Bana yaklaşan her adamdan korktum. Kaçtığım adama olan korkum neredeyse çığırından çıkacaktı. Neyse ki kazasız belasız evime varabildim.

Bisikleti garaja park ettim ve yatak odama doğru merdivenleri tırmandım. Dikkatsiz bir anımda çantama dolayısıyla bebek telsizini köşeye çarptım. Olimpik bir yüzücü misali çarşafımın altına girdim. Kaç yaşında olursanız olun hiçbir şey çarşafınızın altında olduğunuz kadar güvende hissettirmez sizi. Gözlerimi kapadım, okula gitmeden birkaç saat dinlenebilmeyi umdum. Bunun yerine odanın karşısındaki telsizden gelen statik bir ses duydum.

‘’İyi...geceler...Juan’’ dedi hala kabuslarıma giren ses.

O gece bırak uyumayı gözümü dahi kırpamadım. Güneş ağarana kadar yataktan çıkamadım. Kalktığımda ilk işim telsizdeki pili sökmek oldu. Bununla artık bir şey yapmak istemiyordum. Yoldaşlarıma bir bahaneyle gittim ki benim koca bir korkak olduğumu düşünmesinler

O evi haberlerde gördüğümde daha birkaç gün geçmemişti. Röportajda bir polis memuru o evde yaşayan küçük ailenin yataklarında boğazları kesilmiş halde bulunduğunu söyledi. Bu olduğunda katil beni telsizden duymuş olmalı benimle kafa bulmak istemişti. Bu kesinlikle bir uyanma çağrısıydı ve şanslı yıldızıma katledilmediğim için teşekkür etmeliydim. Hayatta kaldığım için şükretmekle o kadar meşguldüm ki öldürülen aile için üzülmeye fırsat dahi bulamadım. Empati, tıpkı bilgelik gibi yaşla gelen bir erdemdi.

Şimdi karım ve kızımla beraber bir yetişkinim. Yaptıklarımın sonuçlarını  gerçekten anlıyorum, ve kendimi gençken müthiş bir aptallıkla soktuğum durumun şiddetini. O dehşet gecesinde, korkunun en somut haline ulaştığımı sanmıştım, fakat onun sadece buz dağının görünen yüzü olduğunu nereden bilebilirdim. Bir baba olarak  kendi hayatınızdan daha değerli bir hayat varsa korku büyür ve katlanır. Tüm bu yıllar sonra katilin beni bulabileceğini bilmiyorum, ya da ben ve arkadaşlarımla aynı aptal tohumdan birinin aklına bizimkine gelenin aynısının geldiğini bilmiyorum, ama şunu söyleyebilirim ki artık gerçek korkunun ne olduğunu biliyorum. Bunun nedeni geçen gece bebek telsizinden beni yaşlara boğan, felç edici bir dehşetle yerime mıhlayan ve korkarım peşimi asla bırakmayacak bir şey duymuş olmam:

‘’Seni...hala..izliyorum..’’

Ç.N: Malumunuz, okullar açıldı, bu nedenle boş zamanım oldukça azaldı, ve birtakım kişisel nedenlerden ötürü uzun bir süre çeviri yapamadım, ama ne olursa olsun haftada bir kere CP paylaşmaya çalışacağım.^__^

1 Ekim 2016 Cumartesi

"Story"

John kapısında nazik bir tıklama duyduğunda saat daha sabahın 10'uydu. Ailenin geri kalanını uyandırmamak için sessiz olması gerektiğini biliyordu, bu yüzden parmak uçlarına basarak kapıya gitti ve güneşi taklit eden gülümsemesi ile küçük bir kızın beklediğini görünce şaşırdı. Ve tam da bir şey demek üzereyken kız konuştu ve dedi ki...

"Sana bir hikaye anlatabilir miyim?"

John şaşırdı ve çok sıkıldığından kabul etti, kıza kibar bir şekilde hikaye anlatırken yanında çay isteyip istemediğini sordu.

Kız başka bir gülücük attı ve içeri girdi.

Heyecanla çayından yudumlarken sonunda başladı.

John Kaz Lilly'nin kaybolan oyuncak bebeğini nasıl bulduğu veya sonunda evcil hayvanı ile tanışması ile ilgili bir hikaye duymaya hazırlanmıştı ama kız yılbaşından önce bütün ailesini katleden bir adamdan bahsedince baya şaşırdı. Hikayenin sonunda katil tutuklanmış ve bir şeytan tarafından ele geçirildiği hakkında bir hikayeye bağlı kalmıştı.

Onun yaşındaki bir kızın düşünemeyeceği kelimeler ile detay vermesi hikayeye kendini kaptırmasına sebep oldu, kız hikayeyi bitirdiğinde kibarca dışarı çıktı ve ertesi gün tekrar geleceğine söz verdi ve şimdi onun tekrar gelmesini sabırsızlıkla bekliyordu.

Ertesi gün küçün kızın kapıyı tekrar nazikçe tıklamasına şaşırmamıştı. Daha 2. gündü ve toplu cinayetle ilgili başka bir hikayenin içine çekilmişti bile, bu kez 12 yaşındaki bir çocuğun tüm ailesini öldürmesi ile ilgiliydi. Çocuğun bir tür şeytan tarafından ele geçirildiğini söylediği aynı sonla bitiyordu. Gerçek olup olmaması önemli değildi, önemli olan küçük bir kızın nasıl bu kadar çok detay verebildiğiydi ve bu daha fazlasını istemesine sebep oldu.

Sonraki gün postacı adamı bekleyen köpek gibi kapıda bekliyordu, tıklamayı duyduğu anda ayağa fırladı ve başka bir hikayeye hazır şekilde kapıya koştu.

Başka bir toplu katliam hikayesinden sonra John 2 soru sormak zorunda kaldı.

"Hikayeler gerçek mi?" diye sordu.

"Tabiki." dedi kız nezaketle.

Bir sebepten dolayı bu kelimelerden hiçbir yalan sezemedi, bu tüylerini diken diken etmişti. Ardından 2. soruya geçti.

"Şeytanın seni ele geçirmesini nasıl engellersin?" diye sordu sonunda.

Kız, çayından bir yudum aldı ve kibarca dedi ki...

"Onu evine 3 kez davet etmeyerek."

Ç.N:
Geç çeviri için kusura bakmayın gençler, daha önce açıkladığım için durumu biliyorsunuz T_T

[Reddit:ydudemqn]