30 Mayıs 2016 Pazartesi

“Twist Ending”

Bir çok best-seller* roman yazmış David adında ünlü bir yazar vardı. Bütün edebiyat eleştirmenleri olayları 180 derece döndürüp sürpriz sonları yazma şeklini övmüştü. Her gün bir ton hayran mektubu geçiyordu eline ve bazı yeni yazarlar yazılarının paylaşılacağı umudu ile ona el yazısı metinlerini gönderiyorlardı.

David hayranlarının mektuplarına cevap verirken zevk alsa da, amatör yazarların fikirlerini çalmaktan daha çok zevk alıyordu. Eğer korku hikayeleri konusunda güzel fikirlere sahip bir yazıya denk gelirse, bunu kendi kitaplarında kullanıp asıl yazarı kitabında belirtmeyi reddederdi. Ardından hırsızlığını saklamak için yayın endüstrisindeki bağlantılarını kullanır ve asıl yazarın ileride hiçbir kitabının paylaşılmamasını sağlardı.

Bir gün, David posta kutusunda yeni bir kitap nüshası* buldu. Güzel bir kapağı vardı. İlk bölümü okudu ve hikayenin nasıl biteceğini bildiğini hissetti. Okumaya devam ettiği sırada, hikayenin sonundaki sürpriz sonu daha iyi tahmin ediyordu. Saat geç olmuştu, ama haklı olup olmadığını görmek için okumayı bitirmeyi istiyordu.

David en son bölüme geldiğinde sondaki birkaç sayfanın birbirine yapışmış olduğunu gördü. Daha fazla okumak için heyecanlı olduğundan sayfaları ayırdı. Acayip derecede yorgun hissediyordu ama okumaya devam etti. Nihayet kitabın sonuna gelmişti. Tam da tahmin ettiği gibi konu, 180 derece dönüş yapmıştı kitabın sonunda. Karısı yan odada intihar ederken, adam kendini asmıştı. David bu fikri çalıp sonraki kitabında kullanmak için beynine not aldı.

Ardından “SON” yazısının altında, yazarın karaladığı küçük bir el yazısı olduğunu fark etti. Şöyle yazıyordu:

“Bu kitaptaki fikirleri çalacağını zaten biliyorum. Biliyorum, çünkü aynı şeyi sana en son nüsha gönderdiğimde de yapmıştın. O kitabı kendi adının altında paylaştın ve benim adımı kaynak olarak belirtmedin bile. Her şeyimi aldın ve yayınevinde beni siyah listeye soktun. Artık hiç kimse kitaplarımı kabul etmeyecek ve artık yazdığım hiçbir şeyi bastıramayacağım. Sen benim hayatımı mahvettin ve şimdi intikam alacağım. Burayı okuyabilmek için önceki sayfaları ayırmak zorunda kaldın değil mi? Şey, o sayfalarda bir zehir vardı. Açık olmam gerekirse, Arsenik. Yorgun hissediyor musun? Bu çok normal. Arsenik zehirlenmesinin bir yan etkisi. Yakında kalp atışların yavaşlayacak ve sonunda tamamen duracak. Ambulansı aramaya tenezzül etme. Onlar varmadan ölmüş olacaksın. Spot lambaları altında yeterince kaldın. Elveda, David. Bazen sürpriz sonlar tahmin edilmesi zor oluyor…”

Ç.N:
Best-Seller: En çok satan.
Nüsha: Kitabın yayınlanmadan önceki hali.
Sonraki CP yarın gelecek ^,^

Ticci Toby tartışması hakkında:
Kastoway Ticci Toby'yi yazarken onun bu kadar popüler olacağını düşünmemiş, bu yüzden zaten hazırlıklı değilmiş ve bu konuda kötü hissetmiş. Yakın bir zamanda Ticci Toby ile ilgili birilerinin zarar gördüğü veya görmek üzere olduğu bir durum oluşmuş, bu yüzden Kastoway ve Creepypasta fanları kendi içlerinde bir tartışmaya girmişler. Kastoway de bıkıp Creepypasta işinden elini ayağını çekmiş. Yani CP'den çıkan Ticci Toby değil, Kastoway'in kendisi. Olayı derinlemesine araştırmadım ama Kastoway'in notlarını okudum, biraz da korktuğundan dolayı olsa gerek. Çünkü biliyor musunuz emin değilim, bir kaç kız Slenderman'in onlara emrettiğini söylerek arkadaşlarını öldürmüşlerdi, Kastoway de Ticci Toby 'nin böyle sonuçlanmasından korkuyor. 

28 Mayıs 2016 Cumartesi

"Lost Phone"

Akşam üzeri, bir kadın işten eve geç bir saatte döndü. Çantasını mutfak masasına koydu ve içini kurcalamaya başladı.

Ardından cep telefonunun olmadığını fark etti. En son ne zaman eline aldığını hatırlamıyordu.

"Yolda gelirken kaybetmiş olmalıyım." dedi kendi kendine.

Koridora geçti, ev telefonunu aldı ve cep telefonunun numarasını tuşladı. Telefon uzun bir süre çaldı ve sonunda biri açtı, ancak hiç ses çıkarmadı.

"Alo?" dedi kadın.

Cevap yoktu, ancak kadın telefonun diğer ucunda birinin nefes alıp verdiğini duyabiliyordu.

"Alo? Beni duyabiliyor musun?" diye sordu.

Hala cevap yoktu ama nefes sesi netleşmişti.

"Merhaba, beni duyabiliyor musun?" diye sordu kadın tekrar.

Ardından, telefonun diğer tarafındaki kişi alçak bir sesle yanıtladı "Seni duyuyorum."

Sonra telefonu kapattı. Kadın aramaya devam etti, ama kimse açmadı. Bir süre sonra hayal kırıklığı içinde pes etti.

Geç oluyordu, bu yüzden yatağa gitmeye karar verdi. Üst kata çıkıp yatak odasına girdiğinde telefonunu komidinin üstüne görünce şok oldu.

Telefonu 'Sessiz' moddaydı.

Ç.N:
Creepy *-* 

"9 Year old Edward and the Shadow Man "

13 Ağustos,1921
Prof.Herbert Clayton
Çocuk Koğuşu
Aziz Mary Çocuk Hastanesi
Fife,İskoçya


Sevgili Profesör,
Yakın arkadaşım ve akıl hocam,sana acil bir hastam ile ilgili bir konuda bana tavsiyede bulunman umuduyla yazıyorum.

Edward sadece 9 yaşında olan 6 gün önce annesiyle birlikte gelen ve pozitif eğilim gösteren bir çocuk ki bu sebeple ilk başta herhangi bir sorunu olduğunu düşünmedik.Bu çok uzun sürmedi.

Edward 6 gün önce bahçede oynarken birinin yada bir şeyin onu izlediğini iddia etti.Kara mürekkebe benzeyen, yuvarlak gözlü uzun kol ve bacakları olan karanlık bir figür tasvir etti. Edward baykuşu andıran bir şey anlattı.O şey kafasının içinde yakın zamanda ölen babasının sesiyle konuşuyordu.Anlaşılan ses Edward'a 7 gün içinde onu almaya geleceğini ve''Issız Ova''adlı bir yere götüreceğini söyledi.Sırf bunu söylemesi Edward'a histeri nöbeti geçirtti.

Son günlerde sağlık durumu kötüye gitmeye başladı.Çocuk karanlık figürün geri döndüğünü ve her defasında ona daha çok yaklaştığına emindi.Odasından attığı aynalar ve camlar arasında bir bağlantı olduğu yanılgısına düşüyordu.
Bunu sana yazdım,Profesör çünkü Edward'ın bahsettiği hayali süresinin(karanlık şekil onu 7 gün içinde gelip alacağını söylemişti) son gecesi,doğru olup olmadığını öğrenmek için odasına gittim ve yalnız değildi.Ay ışığında sadece 2 şey fark edebilirdim bunların herbirinin mezara götürebileceğim şekilde bir tarafı vardır.Öncelikle geriye bacaklı kırılmış bir odun gibi bir figür sanki gölgelerin arasına çekildi.Sonra trajik görünüşlü bir surat kazınmış çocuk,yüzü hiç acı çekemez oynatılamaz...

Sesini gölgelerin arasından duydum iki daire gözden yayılan, ışıltılı ve kara denizdeki kaybolmuş dalgalar gibi.

Ama bu senin sesin değildi Profesör sana yazıyorum çünkü bu sabah Edward vefat etti ve artık olmak istediğim zaman yalnız değilim.

Ç.N:
Bu pastayı Ilgın Kıraç Şimşek isimli arkadaşımız çevirmiştir ^,^
Evet çevirmiştir dedim *-* 

25 Mayıs 2016 Çarşamba

"Saklambaç"

Yine gece oldu. Bunu tabi ki sabırsızlıkla bekliyordu Rose. Bu onun için oldukça eğlenceli oluyordu. Herkes yatağına girince Rose sessiz bir şekilde seslendi ona

"Herkes uyudu gelebilirsin."

Siyah varlık birden belirdi karanlıkta.

"Merhaba küçük kız" dedi, ardından yine konuştu Karanlık Varlık.

"Hadi saklambaç oynayalım." Kız ellerini çırptı.

Kız bu varlığı yeni keşfetmişti.Ona çok eğlenceli gelmişti. Tam oynayacaklarken varlık konuştu:

"Bu ilk oynayışımız küçük kız,senden bir isteğim var."

Kızın yüzü ciddi bir hal aldı.Ardından Siyah Varlık yine konuştu:

"Her oynayışta ailenden biri ölecek tamam mı?" kız korktu fakat bir an ailesinin saklambaçtan önemli olmadığını düşündü.

"Tamam o zaman" deyip eline bıçağı aldı. Siyah Varlık biraz olsa da şaşırmıştı.Kız anne ve babasının odasına gitti ve annesini uyandırdı:

"Anne,benden kork tamam mı?Hadi, uyku vakti" dedi sadistçe gülümserken.

Annesi ne olduğunu anlayamadan Rose bıçağı annesinin karnına sapladı ve çıkardı.Sonra gözlerini oyup onları eline aldı. Göz koleksiyonu yapmaya karar verdi. Annesi kanlar içinde yerde yatıyordu.Onu umursamadı.Sonra babasını uyandırdı:

"Baba, benden kork tamam mı?Uyku vakti."deyip annesine yaptıklarının aynısını yaptı ve odasına geri koştu.

"İstediğini yaptım Varlık hadi oynayalım!"diye bağırdı.Varlıkla beraber saklambaç oynadılar. Varlık onu her sseferinde buluyordu.

"Varlık benim uykum geldi ben uyuyacağım"diye mızmızlandı Rose.

"Benle oyuna başladın küçük kız."

"Ama uykum var benim"diye mızmızlanan kıza tekrar baktı ve

"Şu anda biz aileyiz değil mi küçük kız?"diye sordu Varlık.Kız başını aşağı yukarı sallayarak cevap verdi.Sonra Varlık konuştu:

"Elbette benim de bir bedelim var. Sen benim tek ailemsin değil mi?"diye sordu yineleyerek.Kız bu seferde kafasını sallayınca cevap verdi.

"Ailemden biri ölecek"

Ç.N:
Bu CP uykucukız isimli üyemizden gelmiştir ^,^
bloga katkıları için teşekkür ediyorum *-*

20 Mayıs 2016 Cuma

"Echo on the Phone"

Telefonundan duyduğun seslerin hepsinin fiziksel olduğunu mu düşünüyorsun? Arkadaşınla, ailenle veya herhangi biriyle konuşurken duyduğun o vızıltılar ve gürültüler sana da tuhaf gelmiyor mu? Özellikle konuştuğun kişi yanında biri olmadığını söylüyorsa… Gerçekten de ikinizin yanında birileri ya da bir şeyler olmadığını mı düşünüyorsun?

Eminim sen de yanındaki birinin telefonunu arayıp olan yankılanmayı dinlemişsindir fakat bunun gerçek yüzünü biliyor musun? Hiç telefonları sessiz bir ortamda daha fazla yaklaştırmayı denedin mi? 

Eğer denediysen ve anlam veremediysen bunu sana açıklamak için buradayım. Sessiz bir ortamda arkadaşın kendi telefonunu çaldırmanı istiyor. Sen onu arıyorsun. O da telefonu bulunca sırf gıcıklığına olsun diye aramayı cevaplandırıyor. Ve zaten her şey böyle başlıyor…

Şimdi telefonları yakınlaştırıp tek bir ses çıkar. Onun belli bir zamana kadar olan yankılanmasını dinle. İlk başta bunu eğlenceli bulacaksın. Ben yanında olduğum halde bunu fark etmeyeceksin. Ben hep yalnızdım. Sizin bu yaptığınız konuşabilmem için bir fırsattı. Bana acı çektiren eğlencenize katılmanın nasıl olacağını merak etmiştim. Size sadece sesimi duyurmak istemiştim. Ama siz benim guzel sesimi bir çığlık olarak algıladınız. Korktunuz ve telefonları kapattınız. Size konuk olmaya karar verdim. Bu sefer daha çok korktunuz. Eğer ikinci bir şans isterseniz yalnızca iki telefon kullanmanız yeteli. Sizle dostça konuşup her zaman yanınızda olacağım. Peki hala telefonda duyduğunuz seslerin hepsinin sadece fiziksel olduğunu düşünüyor musunuz?

Ç.N:
Bu Cp Blogun neşeli üyeleri tarafından yazılmıştır ^o^ Katkıları için ikisine deteşekkür ediyorum; Hayrunnisa Özyurt ve Ruassa. Ve bu telefon olayını denemek için tarifini de verdiler :3 

"Sessiz bir ortam bulun. İki telefon alın. Birinden birini arayın. İlk önce 20cm uzaklıktan ,ne olduğu fark etmez, bir ses çıkarın. Yankılanma bir zaman sonra kesilince telefonları yavaşça yaklaştırın."

18 Mayıs 2016 Çarşamba

 DUYURU 

Başımıza gelen bir kaç olaydan sonra bu duyuruyu yayınlama kararı aldım. Kiminizin bildiği gibi Blogumuzdan kendi emeğimizle yaptığımız çeviriler izinsiz olarak çalınıp, yayımlanıyor bizde çevirmen ve adminler olarak bu olaya çok kızmış bulunmaktayız. Kaldırmalarını istediğimiz zamanlarda vurdum duymazlık yapıp bizi pek takmadılar, bizimde cevabımız şudur; Bu vakitten sonra izinsiz alınacak olan her çeviri için Google Inc. Blogger Telif Hakları tamamen geçerli olacaktır! Gerekirse sorunumuzu hukuki yollardan çözeriz. Okuyuculardan ricam bu blogda görmüş olduğunuz herhangi bir çevirinin başka yerde paylaşıldığını görürseniz şu adreslere bildirmenizdir;  

sorciere.rachel@gmail.com 
unclebraum16@gmail.com

 Bir daha böyle olayların yaşanmaması dileği ile...

DUYURU

Kusura bakmayın bu bir CP değil, ancak ciddi derecede sinir bozucu bir durumla karşı karşıyayız Blog olarak. Bu yüzden sizden küçük bir yardım isteyeceğim. Bildiğiniz gibi Creepypasta'nın Türkçe çevirisi konusunda faaliyet gösteren bir Facebook sayfası var, hani benim ve yazarlarımın kendi emeğimle çevirdiği CP'leri çalan sayfa?

Sizden ordaki onur yoksunu bir kaç insana karşı duyarlılık göstermenizi rica ediyorum, eğer olur da kaynak belirtilmeden Blogumdan alınan bir CP görürseniz, hangi yolla olursa olsun lütfen bana haber verin.

Çünkü şimdiye dek defalarca kez yapıldı ve tek bir özür yazısı bile yayınlamadılar, üstelik bununla kalmayıp görmeyeceğimi düşünerek beni sayfadan banladılar. Şu an yaşadığım öfkeyi tahmin edebiliyorsunuzdur, o yüzden duyarlı üyelerime şimdiden teşekkür ediyorum.






16 Mayıs 2016 Pazartesi

Nazi F.I.T



Nazi Mantar Enfeksiyon Deneyleri




Nazi Mantar Enfeksiyonu deneyleri, savaş başlamadan önce başlamıştı. Bu Nazi deneyi diğerlerine göre daha eşsizdir. Bu deneyler büyük olasılıkla yapılan diğer deneylerden en felaketi ve en beteriydi. Okuduğunuz hikaye 100% gerçektir.

 Deneyim

 Bu deney karıncaların garip davranışlarıyla başladı. Evet karıncalar. Nazi bilim insanları bir karıncanın bu küf mantara yaklaşınca garip hareketler sergilediğini fark etmişlerdi. Bu davranış deneyi ileri bir seviyeye taşımalarına ilham verdi. Araştırmaların çoğu "Zombi Mantar" türünü yapmaya dayanıyordu. Hangi mantarın en güçlü olduğunu anlamak için tüm mantarları karıncalarda denediler. Sonrasında panzehir bulmak ve daha güçlü hale getirebilmek için üzerinde kimyasal maddeler denediler bunun sonucunda panzehiri bulamadılar ancak bir kimyasal (Adı bilinmiyor, çünkü üzeri kırmızı bir şerit ile kapatılmış) sayesinde mantarları olabilecek en güçlü hale getirdiler.

İlk Test Başlığı


 İlk test deneği karınca üzerinde mantar ve kimyasal karışımını denediler ve bu yeni karıncaya "Zombex" dediler. Daha sonra köpeklerde denemek istediler; Sonuçlar dehşet vericiydi. Köpeğin gözleri büyümüş, ağzı köpürmüş, kasları aşırı derecede kasılmıştı. Köpek bayılmadan bir gün önce zayıfladıkça zayıflamıştı. Uyurken tüyleri ve derisi dökülüyordu. Suratı gerçekten de beyazlamıştı, masum köpek derisini de artık eskisi gibi kullanamıyordu. Büyük ihtimalle enjeksiyonu doğru yere yapmışlardı. Küçük mantar o alanda büyümeye başlamıştı. Köpek uyandığında çok sakindi ve hiçbir şey olmamış gibi davranıyordu. Bilim insanları bile bunu anlayamamıştı. Yemek yemiyor, uyumuyordu kısacası hiçbir şeyi yapmıyordu. Tüylerinin dökülmesinden dolayı derisi seçilebilir bir hale gelmişti. Her geçen gün bilim insanları köpeğe yaklaşıyorlardı. Köpek yumuşakla inlemeye başlıyor iletişim kurmaya çalışıyordu. Bir çoğunu acıma duygusu kaplamış olsa ki deneyden çıkıp, istifa etmişlerdi. Köpeğe o hafta boyunca bazı kan test yaptılar. Kanı beyaz ve bulanıktı, içinde mantar sporları bulunuyordu. Bir hafta sonra köpeğin dökülen tüyleri çürüyüp mantara dönüşmüştü. Köpek bir gözünü kaybetmişti ve alt çenesinin yarısı yok olmuştu. Bu korkunç bir kabustu, Bu korkuyu normal bir ölümlü varlık hayal bile edemezdi köpek ise bunları henüz fark etmemişti. Sadece orada oturuyordu, ölümünü bile fark edemeyecek haldeydi. Enjeksiyonun yapıldığı yerde bulunan büyük mantarın, kandaki sporların kaynağı olduğu düşünülüyordu. Bir gün sonra mantar patladı ve köpek öldü. İçeride bulunan 12 kişiden sadece 10'u kurtulmuştu. Diğer 2'si ise içeride enfeksiyona uğramıştı. İçeridekiler artık yeni denekler olmuşlardı.

İnsan Deneyleri

İçerideki 2 kişi yeni test başlığı olmuşlardı. İçeridekileri izlemeye ve tepkilerini ölçmeye başladılar. Deneyin olduğu yere küçük bir alan yaptılar ve deneklerin bu alanda kalmalarını istediler. 5 kişi maskelerle yakın izlemeye geçmiş diğer bilim insanları ise bu deneyin çok vahşi olduğunu söyleyip istifa etmişlerdi. Daha sonra bu 5 bilim insanı denekler ile aynı hücreye girdiler. Amaçları tepkilerini ölçmekti. Enfeksiyonun aşaması beklediklerinden daha uzun sürdü. Gözleri aşırı derecede kanlanmış ve büyümüştü. Ağızlarından köpükler geliyordu. Merhamet etmeleri için yalvarıyorlardı. Söyledikleri sözler köpükten dolayı anlaşılamıyordu. Gözlerinden kan geliyordu. Yüz ifadeleri o kadar dehşet vericiydi ki unutulması mümkün gözükmüyordu, O korkunçtu ki hiçbir insanın bunun görmemesi gerekiyordu. Susturulmuş çığlıkları artık iniltiye dönüşmüştü sadece yayılıyordu. İniltiler zamanla sessizliğe dönüşüyordu. 5 gün sonra uyandılar, anlamsızca oturdular. Bir tanesi kendi gözlerini oydu, bir diğeri bir köşeye doğru süründü ve oturdu, kendi kendine sallanmaya başladı ağzından köpükler geliyordu. Bir diğerinin bir gün sonra göz kapaklarının çevresinde mantarlar belirdi. Büyüyen mantarlar bir gözünü patlatmıştı. Öbürkü (Köşede Sallanan) Çenesini çiğnemeye başladı o kadar çok çiğnedi ki kemikleri görünmeye başladı. Kan kaybından dolayı uyumuştu. Öbürü artık kalbimiz atmıyor dedi. Derileri soyulup düşüyordu. Sanki etkilenmemiş gibi görünüyorlardı. Artık nefes almıyorlar sadece Bazal Metabolizmada yaşıyorlardı. 2 Hafta sonra hiç derileri kalmamıştı. Artık kasları çürüyor, zombi gibi görünüyorlardı. Kanları artık bembeyaz olmuştu. Köpekteki gibi kafalarında mantarlar çıkmıştı. Bir gün sonra bu mantarlar patladı ve spor yayıldı. Biraz daha zombex yaptılar ve bunları güvenli yerlerde sakladılar. 


Zombex'in Bitişi


Araştırma merkezine yeniden kayıt olan bir bilim insanının gelmesiyle oldu. Gerçekten çok kızmıştı , bu deney ve çalışanlarını hemen bitirmek istiyordu En büyük düşmanların bile böyle bir ölümü hak etmiyordu. Gizlice bombalar döşedi ve patlattı. Şanslıydı ki deney alanı yerin altındaydı. Tüm sporlar yer altına dağıldı. Bundan sonra ne olduğu bilinmiyor. Araştırma merkezi kapatıldı böylelikle hiçbir mantar sporu yayılmadı. Bu günden sonra araştırma merkezi hiç araştırılmadı (Aranmadı) o mükemmel karışım sonsuza dek yok oldu. Sadece bir bilim insanı patlamadan kurtuldu ama enfeksiyonu çoktan kapmıştı. Enfeksiyonlu adam bu belgeleri Nazilere teslim etti. Bu adamı da yayılmayı önlemek amacıyla araştırma merkezine kilitlediler. Bu araştırma merkezini bulmak imkansızdı bundan kaynaklı bulunmadı. Bu da demek ki sonsuza dek kayboldu. Buradaki tüm bilgiler bulduğum belgeden koparabildiğimdir ve belgelerin tamamını Yaktım!

ÇN: Aşağıdaki belge ve bilgilerin gerçekliği hakkında hiçbir bilgi yoktur.

Bu belgeler 19 Mart 1952 tarihine aittir. Yazan kişi Theodore White hakkında bilinen tek şey bir tarihçi ve araştırmacı olduğudur. Bir yangın sırasında ölen Theodore'un bu belgesini bulan yetkililer kaynağı doğrulamak amacıyla ölmüş vücudundan parmak izi alıp belgeye bastılar. Belgenin aslı devlet kaynaklarında saklanmaktadır. Fotoğraf tamamen gerçektir ve üzerinde hiçbir oynama yoktur.




12 Mayıs 2016 Perşembe

"Free Wifi"

İsmim Masha ve 16 yaşındayım. Rusya'da küçük bir kentte yaşıyorum. Babam fazla para kazanmıyor ve ailem varlıklı değil. Masrafını karşılayamayacağımız bir sürü şey var. Bu şeylerden bir tanesi internet.

Bir gün okuldayken arkadaşlarımdan biri bana internete bedava giriş sağlayan bir servis olduğunu söyledi. Dediğine göre tek yapmam gereken "Free Wifi" isimli ağa bağlanmakmış ve ondan sonra ödeme yapmadan istediğim kadar internette dolaşabilirmişim. Kulağa gerçek olamayacak kadar güzel geliyordu.

O akşam eve geldiğimde denemeye karar verdim. Leptopumu açtım ve "Free Wifi" isimli ağı arattım. Sinyal çok iyiydi, ağı seçip "Bağlan" yazısına tıkladım. İnternet sayfası açıldı; siyah arka planlı, sinsi kırmızı harflerle yazılı bir mesaj vardı:

"Free Wifi'ye hoşgeldiniz! Ziyaret ettiğiniz için teşekkürler!  Hiçbir ödeme yapmanız gerekmiyor. Hiçbir şekilde üyeliğe de gerek yok. Tek istediğimiz ziyaretçilerimiz hakkında bir kaç basit bilgi. Lütfen soruyu cevaplayın."

Sayfada 4 tane resim vardı. Bir otobüs, tekne, tren ve uçak.

Altında da bir soru vardı:

"Genellikle hangisini kullanırsınız?"

Okula bisikletle gidiyordum, babamın arabası yoktu ve tatile çıkacak kadar da paramız yoktu. Bu ulaşım araçlarından hiçbirini kullanmıyordum, bu yüzden rastgele seçim yaparak trene tıkladım.

Ekranda bir "Teşekkürler." mesajı belirdi ve sonra, internette gezebiliyordum. Çok mutlu olmuştum. Bütün sorunlarımın sonuydu bu. Artık Facebook açabilir, arkadaşlarımla Twitter ve İnstagram'dan konuşabilirdim.

Ancak sonraki gün, televizyonu izlerken program son dakika gelen bir haberle bölündü. Haber muhabiri korkunç bir kaza olduğunu söylüyordu. Bir tren tam da köprüyü geçerken raydan çıkmıştı. Bir kaç vagon aşağıdaki nehire gömülmüş ve insanların neredeyse tamamı ölmüştü.

Dehşete düşmüştüm. O an, önceki gece ziyaret ettiğim web sitesi aklıma geldi. Trenin resmini seçmiştim. Kendimi bunun bir tesadüf olduğuna ikna etmeye çalıştım. Yani uçağın resmini seçseydim ne olacaktı? Bugün düşmüş bir uçak mı olacaktı? Düşüncesi bile gülünçtü.

O gece bir kez daha interneti kullanmam gerekti. Free Wifi ağına bağlandım ve tekrar aynı sayfa çıktı karşıma. Bu kez soru farklıydı.

4 tane ev resmi vardı. Bir *bungalov, 2 katlı bir ev, 3 katlı bir ev ve bir apartman.

Aşağısında, büyük uğursuz harflerle soru vardı:

"Nasıl bir evde yaşıyorsunuz?"

Ailem bungalovda yaşıyordu, tam da seçmek üzereyken kendimi durdurdum. Parmağım farenin tuşu üzerinde gezindi, ama tıklayamadım. Ya şüphelerim doğruysa? Diye düşündüm. Salakça bir düşünceydi, ama şansa bırakamadım.

Bunun yerine, apartmana tıkladım, ne olur ne olmaz. "Teşekkürler" mesajı belirdi, ve internete tekrar girdim.

Ertesi gün okulumun yanındaki apartman yandı. Şans eseri yangın gündüz oldu, bu yüzden insanların çoğu evde yoktu. Yangında yaklaşık 20 kişi ölmüştü. Polis kundak ihtimalinden şüphelendiğini söyledi.

Endişelenmiştim. Şimdi, bir tesadüften daha fazlasıymış gibi görünmeye başlamıştı. Ne kadar delice görünse de, bu trajedilere Free Wifi'nin neden olduğunu düşünüyordum. Eğer bir daha bu işe bulaşmazsam daha iyi olacağına karar verdim.

Ancak o gece, kendimden şüphe etmeye başladım. Ne kadar düşünürsem o kadar aptalca görünüyordu. Paranoyak mı oluyordum? Sadece Free Wifi'ye bağlanmak nasıl olur da 100'e yakın insanın ölümüne sebep olabilirdi? Böyle bir şeyin mümkün olduğuna kim inanırdı?

Yaklaşık 1 saat düşündükten sonra kendimi, bunun acayip bir tesadüf olduğuna inandırmıştım. Leptopumu çıkardım, açtım ve Free Wifi'ye bağlandım.

İnternet sayfası yine açıldı. 4 resim daha vardı. Resimleri görünce dehşetle nefesimi tuttum.

Annemin, babamın, kardeşimin ve benim resmimdi...

Aşağıda, büyük, uğursuz, kırmızı harflerle soru vardı:

"Bunlardan hangisi en sevdiğin aile üyen?"

Ç.N:
Bungalov: Tek katlı ev.

7 Mayıs 2016 Cumartesi

''Onun Yanına''

             
    Genç kız ağaçların arasındaki çalılıklardan yürüyordu.Akşam karanlığı tamamen çökmemişti ama
ağaçların arasından batmakta olan güneşin kızıllığı görünüyordu.Ormandaki sessizlik yüzünden nefes alışınızı bile duyabilirdiniz.Sessizliği bozan ağaçlardan birinin kırılma sesiydi.Kız sesin geldiği yöne döndü ve şaşkınlıktan öylece bakıp kaldı.Bulunduğu ormanda hayvanlar olduğu aklına geldi ama görebildiği hiçbir tehlike yoktu.Bu bir hayvan olamazdı.Etrafına bakarken az ilerde çalıların arasına çömelmiş bir adam gördü.Kızı görünce bir anda şaşırdı ama yüzünde sevecen bir gülümseme vardı.'Merhaba küçük hanım'dedi.Adamın elleri kirlenmişti ve büyük bir kürek taşıyordu.Kız adamın orada ne yaptığını merak ediyordu.'Adın ne küçük kız?','Goldilocks'diye cevap verdi kız.Adam kendini tutamayarak güldü ve 'Sanırım bu da beni Papa Bear yapar'dedi.Yüzüne daha garip bir gülümseme yerleşti.'Senin yaşında bir kızın burada tek başına işi nedir?'diye sordu.'Arkadaşım Nathan'ı arıyorum'diye cevap verdi.'Sanırım sana yardım edebilirim'Kızın elini yakalayıp.'Sence küçük Nathan nerede saklanıyor olabilir?'

  Çok üzgün olduğu her halinden belliydi.'O saklanmıyor,kayıp.Geçen hafta ormana oyun oynamaya gelmiştik,o zamandan beri geri gelmedi'dedi.'Ormanlar sizin yaşınızdakiler için tehlikeli yerlerdir,Merak etme onu bulacağız'dedikten sonra tüm dişlerini gösterip gülmeye başladı.Adam önde kız arkasında onu takip edip yürümeye başladı.Gecenin karanlığında ormanı aydınlatan tek şey ayın bembeyaz ışığıydı.Kızın içi ürperdi.'Zavallı çocuk,kaybolmasına üzüldüm'İkiside durdu ve adam elindeki küreği yavaşça yere bıraktı.Kızın üşüdüğünü fark etmişti ve üstündeki eskimiş ince ceketi kıza verdi.'Bu orman hakkında ki hikayeyi biliyor musun?Kötü şeyler oldu burada çok kötü şeyler.En azından duyduklarım böyle.Bir keresindede bir oğlan burada yalnız başına dolaşıyordu ama o şanslıydı ki buraları tanıyan bir adam oğlanı bulmuş'.'Şanslıymış...'dedi kız kısık sesle.Aslında ikiside Şanssızdı.çünkü adam oğlanı evine almıştı'.Kız'Anlamadım bunun nesi şanssızlık olabilir ki?'.'Çünkü çocuk hareketli biriymiş ve adamın onu kurtarmasından memnun olmamış ve tekrar ormana dönmüş,maalesef çocuk o gece ölmüş.Cesedi hiçbir zaman bulunamadı'.Kız 'Eğer hiç bulunamadıysa öldüğünü nerden biliyorsun...?diye şüpheyles sordu.Adam'ah..sonuçta birileri bilmek zorunda değil mi?' dedi.

Kız yüzüne öfkeli bir gülümseme yerleştirip yavaşça yere eğildi ve küreği eline alıp hızla adamın yüzüne savurdu.'Hikayelerine bayıldım.Şimdi seni Nathan'ın yanına göndereceğim.'

Kız neşeli bir ıslık çalarak,derin bir çukur kazmaya başladı...

5 Mayıs 2016 Perşembe

"Mirror World"

Gençken birlikte oyun oynadığımız bir çocuk vardı. İsmi Simon'dı ve garip bir yeteneği vardı. Aynalardan geçebiliyordu. Nasıl yapıyordu hiçbir fikrimiz yok, ama onun için dünyadaki en normal şeydi. Geride durmamızı söyler ve kafasını bir aynadan içeri sokardı. Diğer taraftayken bize döner ve ayna dünyadan el sallardı.

Simon kapıdan geçermiş gibi her aynadan geçebilirdi. Yansıma yapabilen her şey için geçerliydi bu. Hop diye girip çıkabilirdi. Kendi yansımasını gördüğü herhangi bir şeye dokununca parmakları içeri girerdi. Bir gün, göletin kenarına oturdu ve ayaklarını sanki dipsiz bir kuyuymuş gibi içine sarkıttı.

Ayna dünyada olmanın nasıl bir şey olduğunu anlattı bize...ne kadar farklı olduğunu. Her şey aynı gibi, sadece tam tersi. Sol ve sağ yer değiştirir. İnsanlar onu fark etmeden geçerken onların yansımalarını görebilir. Eğer ayna lekeliyse, ayna dünya da aynı şekilde lekeli olur. Eğer ayna hafifçe eğilirse, ayna dünya da eğilir ve çıkmak için yokuş yukarı tırmanması gerekir.

Günlerden bir gün, Mark isimli biri Simon'ı doğum günü partisine davet etti. Simon herkese ayna yeteneğini göstererek onları eğlendirdi. Bir süre sonra Mark, onun bütün ilgiyi üstüne toplamasından bıktı. Kavga etmeye başladılar ve Mark onu kovaladı, ama tabiki Simon bir aynadan içeri atladı. Bu yüzden Mark onu yakalayamadı. Hepimiz bunun çok eğlenceli olduğunu düşündük, ama sonra Simon biraz ileri gitti. Ayna dünyadaki Mark'ın yansımasına döndü ve onu ağzından yumrukladı. Mark'ın yansımasına o kadar sert vurdu ki, 3 dişini kırdı. Mark iyiydi, tabiki, ama yansıması değildi. O olaydan sonra ne zaman aynanın önünde dursa, şişik dudak ve kayıp dişlere sahip yansımasını gördü. Ve bu konuda yapabileceği hiçbir şey yoktu.

Bir gün, Mark intikam almaya karar verdi. Simon'ı plajda köşeye kıstırdı ve onu eski bir balıkçı iskelesine sürükledi. Mark, onu ayak bileklerinden yakaladı ve gölün temiz yüzeyinde baş aşağı tuttu.

"Eğer bir daha böyle bir şey yapmaya kalkarsan yemin ederim ki seni bu göle düşürürüm! Ciddiyim!" diye tehdit etti.

Simon hayatı için yalvardı ve özür diledi. Mark aslında ona zarar vermeyecekti. Sadece Simon'ı korkutmak istemişti. Ancak, bir şeyler ters gitti. Simon'ı geri çekecekti, ama Mark düşündüğü kadar güçlü değildi. Tutuşunu kaybetti ve Simon düştü. Gölün yüzeyine çarparken korkunç bir çığlık attı ve kayboldu.

Simon o gece geri gelmeyince ailesi polisi aradı. Günlerce aradılar, ancak ondan hiçbir iz yoktu. Sonra, plajda balık tutan yaşlı bir adam geldi ve Mark'ın çığlık atan çocuğu denize düşürdüğünü gördüğünü söyledi. Polis Mark'ı tutukladı ve aralıksız 5 gün boyunca Simon'ın cesedi için gölü aradılar. Ama hiçbir şey bulamadılar.

Bugüne kadar kimse onu bulamadı. Olay şu ki, gölün yüzeyi devasa bir ayna gibiydi.

Mark, Simon'ı göle düşürmedi.

Onu gökyüzüne düşürdü...



3 Mayıs 2016 Salı

"I'm not Martin"

Ekim'in sonlarıydı, Sean isimli bir çocuk hastanedeydi. Cadılar bayramı kostümü seçip arkadaşlarıyla eğlenmesi gerekiyordu, ama bunun yerine bademciklerinin alınması için bir hastaneye tıkılıp kalmıştı.

Anne babası resepsiyonistle konuştuktan sonra bir hemşire Sean'in kalacağı, koridorun aşağısındaki odanın yolunu gösterdi. Limon yeşili duvarlar turuncu ve siyah kağıt şeritlerle dekore edilmişti; beyaz kafatasları, kağıttan yapılma balkabakları...

Hastane odasına vardıklarında, büyük bir kargaşa duydular. Yataklardan birinde yatan bir çocuk "Ben Martin değilim! Ben Martin değilim!" diye çığlık atıyordu.

İki hemşire onu sakinleştirmeye çalışıyordu. Bir tanesi büyük bir şırınga tutuyordu, diğeri de iğnenin enjekte edilmesi için kolunu hazırlıyordu. Yatağının etrafındaki perdeleri çektiler.

Çığlık bir süre sonra durdu, hemşireler perdeyi tekrar açtığında çocuk bilinçsiz bir şekilde yatakta yatıyordu.

Sean meraklanmıştı, hemşireye sorunun ne olduğunu sordu.

"Sabah sol bacağı alınacak," dedi  "Zavallı çocuk o kadar ürkmüş ki bizi kendisi olmadığına inandırmaya çalışıyor. Eğer isminin Martin olmadığını söylerse ameliyata girmeyeceğini sanıyor."

"Doğru kişi olduğuna emin misiniz?" diye sordu Sean.

"Tabiki," diye cevapladı hemşire "İsmi Martin. Çizelgesinde yazıyor."

Sean'in anne babası gittikten sonra yatağın kenarına oturup kitap okumaya başladı. Başka bir hemşire akşam yemeği bulunan tepsiyle geldi, ancak sadece bir kaç lokma bir şey yiyebildi. Hastane yemeği iğrençti.

Bir süre yatakta yatarak tavanı izledi. Acayip derecede sıkılmıştı. Tam o sırada, Martin'in uyandığını fark etti.

"Hey Martin," dedi "Benim adım Sean. Yeni oda arkadaşınım."

Çocuk başını ovalayarak sızlandı "Ben Martin değilim."

Sean onunla konuşmaya çalıştı, ama çocuk sinirliydi ve konuşmak istemedi. Sadece sessizce düşünerek oturdu.

Saat 10'da bir hemşire geldi ve uyku vaktinin geldiğini söyledi. İyi geceler dedi ve lambayı söndürdü. Sean, çocuğun garip bir ifade ile ona baktığını fark etti.

Hızlı bir şekilde daldı, uykusu garip rüyalarla huzursuzlaşmıştı.

Ertesi gün Sean uyandığında yatağının başında 2 doktor vardı.

"Hadi gidelim, Martin." dedi bir tanesi.

"Ne? Ama ben Martin değilim." diye cevapladı.

Diğer doktor cevap verdi "Hemşireler bizi senin hakkında uyardılar, bunu söyleceğini söylediler."

Sean "Büyük bir hata yapıyorsunuz," diye ısrar etti "Size söylüyorum, ben Martin değilim!"

Doktor yatağın ucundaki çizelgeyi kontrol etti.

"Elbette öylesin, çizelgen öyle söylüyor"

"Bu doğru değil!" diye bağırdı Sean "Birisi onları değiştirmiş olmalı!"

Karşı koymaya başladı, ama doktorlar onu tuttu ve deli gömleği giydirdiler. Onu tekerlekli sandalyeye koyup götürürlerken Sean hala bağırıyordu "Ben Martin değilim! Ben Martin değilim!"

Doktorlar onu kapıdan çıkarırkens on gördüğü şey, gerçek Martin'in gülümseyen suratıydı.

Ç.N:
Bu bir Tv dizisinden esinlenerek yazılmış. Tv dizisinde sonu güzel bitiyor ama ^^
Merak edene anlatabilirim ^o^