Birkaç yıl önce, bir karı- koca günlük bir tatil yapmaya karar verdiler, bir geceliğine şehre inmek istediler. En güvendikleri bebek bakıcısını çağırdılar. Bebek bakıcısı geldiğinde, iki çocukta yataklarında uykuya dalmıştı. Böylece bebek bakıcısı yakında bir yere oturdu ve çocukların her şeyinin yolunda olduğundan emin oldu.
O gece daha sonra, sıkıldı ve televizyon izlemek için aşağı indi, ama izleyemedi çünkü aşağı katta kablo yoktu. (Muhtemelen aileleri çocuklarının daha fazla saçma şeyler izlemesini istemiyordu.) Bu yüzden aileyi aradı ve yatak odasında televizyon izleyip, izleyemeyeceğini sordu. Tabi ki aile bunun sorun olmayacağını söyledi, ama bebek bakıcısının son bir isteği vardı... Yatak odası camı dışındaki melek heykelini battaniye veya kumaş ile kapamak istiyordu, çünkü statü onu ürpertiyordu. Telefon hattı dakikalığına sessizleşti, ve o an bebek bakıcısı ile konuşan baba '' Çocukları al ve evden çık... Polisi arayacağız. Bizim bir melek statümüz yok.
Polis aramadan üç dakika sonra iki çocuğu ve bebek bakıcısını havuzda kendi kanları içinde yüzerken buldu. Bahsi geçen statü bulunamadı.
Ç.N. = Bu tür pastaları seviyorum. Kısa ve öz olmakla birlikte hikayenin arka planını bizim doldurmamızı istiyorlar. Mesela bakıcı aileye statüden bahsettiğinde anormal ve aşırı bir tepkiyle karşılaştı. Şahsi fikrim ailenin statüyle bir geçmişi var veya onun hakkında bir şeyler biliyorlar. Fakat CP bu kadar.
29 Temmuz 2016 Cuma
24 Temmuz 2016 Pazar
Where Bad Kids Go
Lübnan'da yaşarken altı veya yedi yaşında olmalıydım. Ülke o zamanlar savaş nedeniyle perişan durumdaydı, cinayetler yaygın ve devamlıydı. Bilhassa bu kötü zamanlarda, bombardımanın nadiren durduğu zamanlarda evde oturup çok, çok enteresan bir televizyon şovunu izlerdim.
Bu 30 dakika süren, içeriğinde tuhaf ve kötü görseller bulunan bir çocuk şovuydu. O günler bunun medyanın çocukları evde tutmak için düşündüğü ince işlenmiş bir girişim olduğunu sanırdım çünkü her bölümün kıssadan hissesi belli ideolojiler etrafında dönüyordu; ''kötü çocuklar geç yatar.'',''kötü çocuklar aileleri uyuduğunda ceplerini yoklar.'','' kötü çocuklar geceleri buzdolabından yiyecek çalar.'' gibi.
Şov çok tuhaftı, ve başlığı Arapça'ydı. Büyük kısmını anlamazdım fakat çoğu resim canlı ve kapsamlıydı. Her nasılsa beni en çok etkileyen kısım kapanıştı. Çoğu bölümde hemen hemen aynıydı. Kamera eski, paslanmış, kapalı bir kapıya odaklanır. Kapıya yaklaştıkça garip ve bazı zamanlar duyması acı veren çığlıklar daha anlaşılabilir hale gelirdi. Son derece korkutucuydu, özellikle bir çocuk programı olduğu düşünülürse. Sonra ekranda Arapça yazıyla ''İşte kötü çocukların gittiği yer'' metni belirildi. Sonunda ses ve görüntü kaybolmaya başlar, ve programın sonu gelirdi.
15 veya 16 yaşlarımda haber fotoğrafçılığına başladım. Bu şov tüm zaman boyunca aklımda kaldı, düşüncelerimi düzenli düzensiz işgal etti. Nihayet korkularımı yendim ve biraz araştırma yapmaya karar verdim. Sonunda kanalın programlarının çoğunu yaptığı stüdyonun yerini tespit edebildim. Daha fazla araştırma yaptım ve stüdyoyu ziyaret ettim, büyük savaştan sonra terk edilmiş, ıssız bir yer olduğunu anladım.
Kameramla binaya girdim. İçeriden yakılmıştı. Ya bir yangın patlak vermişti ya da birileri içerideki tahta eşyaları yakmak istemişti. Dikkatlice stüdyonun içine ilerledikten ve fotoğraflar çektikten sonra, binadan özellikle ayrılmış ücra bir odaya rastladım. iki, üç eski kilidi ve ağır kapıyı kırmayı başardıktan sonra, girişte birkaç uzun dakika boyunca soğukta kaldım. Kan izleri, dışkı, ve küçük kemik parçaları zeminin her yerine saçılmıştı. Oda son derece küçüktü, maruz kaldığım sahne ise son derece hastalıklı.
Beni en çok korkutan, her şeye rağmen yolumu gerisin geri döndüren ve asla geri dönmeme sözü verdiren şey, odanın ortasında cıvatalı, sabitlenmiş, tavandan sarkan mikrofondu. İşte burası kötü çocukların gittiği yerdi.
Ç.N; Burada yazarlığa başladığımda en büyük hayalim beni en çok (belki de tek) etkileyen CP'yi çevirmekti. Fakat o biraz uzun ve ağır (yavaş değil, sadece dil bakımından) olduğu için ona benzeyen bu CP'yi buldum. BU da gerçekten hoşuma gitti.
Bu 30 dakika süren, içeriğinde tuhaf ve kötü görseller bulunan bir çocuk şovuydu. O günler bunun medyanın çocukları evde tutmak için düşündüğü ince işlenmiş bir girişim olduğunu sanırdım çünkü her bölümün kıssadan hissesi belli ideolojiler etrafında dönüyordu; ''kötü çocuklar geç yatar.'',''kötü çocuklar aileleri uyuduğunda ceplerini yoklar.'','' kötü çocuklar geceleri buzdolabından yiyecek çalar.'' gibi.
Şov çok tuhaftı, ve başlığı Arapça'ydı. Büyük kısmını anlamazdım fakat çoğu resim canlı ve kapsamlıydı. Her nasılsa beni en çok etkileyen kısım kapanıştı. Çoğu bölümde hemen hemen aynıydı. Kamera eski, paslanmış, kapalı bir kapıya odaklanır. Kapıya yaklaştıkça garip ve bazı zamanlar duyması acı veren çığlıklar daha anlaşılabilir hale gelirdi. Son derece korkutucuydu, özellikle bir çocuk programı olduğu düşünülürse. Sonra ekranda Arapça yazıyla ''İşte kötü çocukların gittiği yer'' metni belirildi. Sonunda ses ve görüntü kaybolmaya başlar, ve programın sonu gelirdi.
15 veya 16 yaşlarımda haber fotoğrafçılığına başladım. Bu şov tüm zaman boyunca aklımda kaldı, düşüncelerimi düzenli düzensiz işgal etti. Nihayet korkularımı yendim ve biraz araştırma yapmaya karar verdim. Sonunda kanalın programlarının çoğunu yaptığı stüdyonun yerini tespit edebildim. Daha fazla araştırma yaptım ve stüdyoyu ziyaret ettim, büyük savaştan sonra terk edilmiş, ıssız bir yer olduğunu anladım.
Kameramla binaya girdim. İçeriden yakılmıştı. Ya bir yangın patlak vermişti ya da birileri içerideki tahta eşyaları yakmak istemişti. Dikkatlice stüdyonun içine ilerledikten ve fotoğraflar çektikten sonra, binadan özellikle ayrılmış ücra bir odaya rastladım. iki, üç eski kilidi ve ağır kapıyı kırmayı başardıktan sonra, girişte birkaç uzun dakika boyunca soğukta kaldım. Kan izleri, dışkı, ve küçük kemik parçaları zeminin her yerine saçılmıştı. Oda son derece küçüktü, maruz kaldığım sahne ise son derece hastalıklı.
Beni en çok korkutan, her şeye rağmen yolumu gerisin geri döndüren ve asla geri dönmeme sözü verdiren şey, odanın ortasında cıvatalı, sabitlenmiş, tavandan sarkan mikrofondu. İşte burası kötü çocukların gittiği yerdi.
Ç.N; Burada yazarlığa başladığımda en büyük hayalim beni en çok (belki de tek) etkileyen CP'yi çevirmekti. Fakat o biraz uzun ve ağır (yavaş değil, sadece dil bakımından) olduğu için ona benzeyen bu CP'yi buldum. BU da gerçekten hoşuma gitti.
22 Temmuz 2016 Cuma
"Psychosis Part-2"
Ne düşünmem gerektiğini bilmiyorum. Öfkeli bir şekilde kalın
duvarlardan sinyal alıp almadığına bakmak için telefonumu her köşeye tutarak
dairemde koşuyorum. En sonunda küçük banyoda, tavandaki köşeye yakın bir yerde,
sinyalde tek bir çubuk görüyorum. Telefonumu orda tutarak rehberimdeki her bir
numaraya mesaj gönderiyorum. Asılsız korkuma ihanet etmeyi istemeyerek mesajı
yolluyorum:
Son zamanlarda biriyle yüz yüze konuştun mu?
Bu noktada herhangi bir cevap istiyordum. Cevabın ne olacağı
ya da kendimi rezil etmiş olmam umrumda değildi. Birkaç kez birilerini aramayı
denedim, ama kafamı yeterince yukarı çıkaramadım ve telefonumu tek bir santim
aşağı indirince bile sinyali kaybediyordum. Ardından bilgisayarı hatırladım ve
hemen yanına gittim. Herkese mesaj attım. Çoğunluk meşguldü veya yoktu. Hiç
kimse cevap vermedi. Mesajlarım daha da çılgınca olmaya başladı ve insanlara
nerde olduğumu söyleyip pek de geçerli olmayan sebeplerden gelmelerini
söyledim. O anda hiçbir şeyi umursamadım. Sadece başka bir insanı görmeye
ihtiyacım vardı!
Ayrıca kaçırdığım bir şey var mı diye apartmanın altını
üstüne getirdim; kapıyı açmadan başka bir insanla konuşmamı sağlayacak bir şey.
Biliyorum bu çılgınca, biliyorum bu asılsız, ama ya değilse? YA DEĞİLSE? Sadece
emin olmam gerekiyor! Ne olur ne olmaz diye telefonu tavana bantladım.
Salı
TELEFON ÇALDI! Dün geceki karışıklıktan sonra uyuya kalmış
olmalıyım. Telefonun zil sesine uyandım ve banyoya koştum, klozetin üstüne
çıktım ve tavana bantlanmış telefonu açtım. Amy’ydi ve şimdi çok daha iyi
hissediyordum. Benim için gerçekten endişelenmişti ve görünüşe bakılırsa dün
onunla konuştuğum son andan beri benimle iletişime geçmeye çalışıyormuş. Şimdi
buraya geliyor ve evet, ona söylemeden nerde yaşadığımı biliyor. Çok utanmış
hissediyorum. Biri bu günlüğü görmeden kesinlikle atacağım. Neden şu an bile
yazıyorum bilmiyorum. Belki de… tanrı bilir ne zamandan beri sahip olduğum tek
iletişim aracı olduğu içindir. Ayrıca berbat görünüyorum. Buraya gelmeden önce
aynaya baktım. Gözlerim çukurlaşmış, sakalım daha kalın ve genel olarak
sağlıksız görünüyorum.
Dairem çöplük gibi ama temizlemeyeceğim. Sanırım başka
birinin neler yaşadığımı görmesine ihtiyacım var. Geçen birkaç güç HİÇ de
normal değildi. Ben bir şeyleri hayal eden biri değilim. Uç derece bir
ihtimalin kurbanı olduğumu biliyorum. Muhtemelen başka bir insanı defalarca kez
ıskaladım. Tesadüf eseri geç saatte ya da hiç kimsenin olmadığı gün ortasında
dışarı çıktım. Her şey tamamen yolunda, artık bunu biliyorum. Ayrıca dün gece
dolapta bana acayip derecede yardımcı olacak bir şey buldum; bir televizyon!
Bunu yazmadan hemen önce çalıştırdım ve şu an arkaplanda. Televizyon benim için
her zaman bir kaçış yoluydu ve bana bu kirli, tuğla duvarların ardında bir
dünya olduğunu hatırlatıyordu.
Dün iletişime geçebildiğim herkesi rahatsız ettikten sonra Amy’nin cevap veren tek kişi olmasına sevindim. Yıllardır benim en iyi arkadaşım. O bunu bilmiyor ama onunla tanıştığım günü hayatımın en mutlu birkaç anısından biri olarak sayıyorum. O sıcak yaz gününü sevgiyle anımsıyorum. Bu karanlık, yağmurlu, yalnız yerden tamamen ayrı bir gerçeklik gibi geliyor. O parkta oturarak günlerimi harcamış gibi hissediyorum, oynamak için çok yaşlı, sadece onunla konuşuyordum ve hiçbir şey yapmıyordum. Bazen o ana geri gidebilirmişim gibi hissediyorum ve bu bana buranın var olan tek yer olmadığını hatırlatıyor…sonunda kapıdan bir tıklama!
***
Onu soda otomatlarının arasına gizlediğim kameradan
görememiş olmamın garip olduğunu düşündüm. Yanlış yerleştirdiğim içindir diye
düşündüm, tıpkı ön kapıyı görememem gibi. Bilmeliydim. Bilmeliydim! Tıklamadan
sonra şaka niyetine soda otomatlarının arasında kameram olduğunu söyledim,
çünkü bu paranoyayı bu kadar ilerleterek kendimi rezil etmiştim. Bunu yaptıktan
sonra kameraya doğru yürüyüp ona baktığını gördüm, gülümsedi ve el salladı.
Kameraya alaycı bir şekilde bakıp “Hey!” dedi.
Bilgisayarıma taktığım mikrofona “Garip olduğunu biliyorum” dedim
“Birkaç garip gün geçirdim.”
“Öyle olmalı.” Diye cevap verdi “Kapıyı aç, John.”
Tereddüt ettim. Nasıl emin olabilirdim?
Mikrofondan “Hey, bana biraz bilgi ver,” dedim “Bana bizimle
ilgili bir şey söyle. Sadece bana sen olduğunu kanıtla.”
Kameraya garip bir bakış attı.
Düşünerek, yavaşça “Um, pekâlâ.” dedi. “İkimiz de orda olmak
için çok yaşlıyken bir parkta tanıştık?”
Gerçeklik dönüp korku silinirken derin bir nefes aldım.
Tanrım, çok komik olmuştum. Tabi ki de Amy’ydi! O yer sadece benim anılarımdaydı.
Daha önce hiç kimseye anlatmamıştım, utandığım için değil, gizli bir nostalji
ve o günlere duyduğum özlem yüzünden. Korktuğum gibi eğer beni kandırmaya
çalışan bilinmeyen bir güç varsa, o günü bilmesine imkân yoktu.
“Haha, pekala, sana her şeyi açıklayacağım.” Dedim “Hemen
dönüyorum.”
Küçük banyoma koştum ve saçımı düzeltebildiğim kadar
düzelttim. Berbat görünüyordum ama anlayış gösterirdi. İnanılmaz davranışlarıma
ve yarattığım karışıklığa bakarak kıkırdadım, kapıya doğru yürüdüm. Elimi kapı
koluna koydum ve dağınıklığa son kez baktım. Çok gülünç, diye düşündüm. Gözlerim yerdeki yarısı yenmiş yiyeceğe,
taşmış çöpe, tanrı bilir neyi ararken yarısını kaldırdığım yatağa kaydı.
Neredeyse kapıyı açıyordum ki gözüm son bir şeye ilişti: eski web kamerası, şu
ürkütücü konuşmayı yapmak için kullandığım kamera.
Sessiz, siyah küresi bir yana yatmış bir şekilde, lensi
günlüğün olduğu yere dönük şekilde duruyordu. Eğer bir şey kameradan
görebiliyorsa, o gün ne yazdığımı da görebileceğini fark ederken acayip bir
dehşet yaşadım. Ona ikimiz hakkında tek bir şey sormuştum ve onların
bilmediğini düşündüğüm tek şeyi seçmişti…ama BİLİYORDU! BİLİYORDU! BENİ BÜTÜN
BU ZAMAN BOYUNCA İZLİYOR BİLE OLABİLİRDİ!
Kapıyı açmadım. Çığlık attım. Kontrol edilemez bir dehşet
içinde çığlık attım. Yerdeki eski kameranın üstüne bastım. Kapı sarsıldı ve
kapı kolu hareket etti ama kapıdan Amy’nin sesini duymadım. Bodrum kapısı çok
mu kalındı? Yoksa Amy dışarıda değil miydi? Eğer o değilse içeri girmeye
çalışan neydi? Dışarıda ne var?! Dışarıdaki kameradan onu gördüm, onu
hoparlörlerden duydum, ama gerçek miydi?! Nasıl
bilebilirim?! Şimdi gitti- Çığlık attım, yardım için bağırdım! Dairemdeki her
şeyi kapıya yığdım-
Cuma
En azından ben cuma olduğunu düşünüyorum. Elektronik olan
her şeyi kırdım. Bilgisayarımı parçalara ayırdım. İnternete bağlanabilen her
şeyi, ya da daha kötüsü değiştirilebilen her şeyi parçaladım. Ben bir
programcıyım, biliyorum. Bu başladığından beri dışarıya verdiğim her bilgi-
ismim, e-mailim, konumum- ben vermeden önce dışarıdan gelmemişti. Yazdığım şeyi
defalarca ve defalarca kez okudum. İleri ve geri yürüyüp duruyorum, büyük bir
dehşet ile yıkıcı bir güvensizlik arasında gidip geliyorum. Bazen ölmüş,
hayalet bir varlığın beni dışarı çıkarmayı amaçladığına emin oluyorum.
Başlangıca dönersek, Amy ile yaptığım telefon konuşmasına, bana açık bir
şekilde kapıyı açıp dışarı çıkmamı söylüyordu.
Kafamda bunu düşünüp durdum. Bir bakış açısı çılgın bir adam
gibi davrandığımı ve bütün bunların aşırı bir olasılık olduğunu söylüyordu.
Doğru zamanda dışarı çıkmamak tamamen bir şanstı, hiç kimseyi görmemek tamamen
bir şanstı, bir bilgisayar virüsünden saçma bir e-mail almak da. Diğer bir
bakış açısı ise bu aşırı olasılıkların sebebinin, dışarıdaki şeyin beni
yakalayamamış olması olduğunu söylüyordu. Düşünmeye devam ediyorum: 3. kattaki
camı hiç açmadım. Odama koşup kapıyı arkamdan çarptığım, aşırı derecedeki
saçma, gizli kamera olayına kadar ön kapıyı hiç açmadım. Ön kapıyı açtığımdan
beri kendi apartman dairemin kapısını hiç açmadım. Dışarıdaki her ne ise- tabi
bir şey varsa- ben ön kapıyı açmadan önce binada yoktu. Belki de daha önce
binada olmamasının sebebi başka bir yerde başka insanları yakalıyor olmasındandı…
ve sonra da ben kendi varlığıma ihanet edip Amy’yi arayana kadar bekledi…işe
yaramayan bir aramaydı, o beni arayıp ismimi sorana kadar.
Bu kâbusun parçalarını bir araya getirmeye çalıştığım her an
dehşet beni boğuyor. O e-mail-yarıda kesilen- bir şey anlatmaya çalışan
birinden miydi? O gelmeden umutsuzca beni uyarmaya çalışan dostça bir ses? Kendi gözlerimle gördüm, onlara güvenme.
Tam da benim şüphe duyduğum şey. Elektronik olan her şeyin her şeyin
kontrolünde olup, beni dışarı çıkarmak için sinsi numaralarını deniyor
olabilir. Neden içeri giremiyor? Kapıyı tıkladı, bir tür katı formu
olmalı…kapı…düşünmeye çalıştığım her an üst kattaki koridorda bulunan anıt gibi
kapılar zihnimin gerilerinde canlanıyor. Eğer dışarıda beni yakalamaya çalışan
hayalet bir varlık varsa, belki de kapılardan geçemiyordur. Buna bir açıklama
getirmek için okuduğum bütün kitapları ve izlediğim bütün filmleri hatırlamaya
çalışıyorum. Kapılar her zaman insan zihninin odağı olmuştur, her zaman hapis
kapısı ya da önemli bir portal olarak görülmüşlerdir. Ya da belki de kapı çok
kalındı? Bu binadaki hiçbir kapıyı yıkıp geçemeyeceğimi biliyordum, özellikle
ağır bodrum kapılarını. Bunu geçersek, asıl soru şu ki, o şey neden beni
istiyor? Eğer beni öldürmek isteseydi bunu pek çok yoldan yapabilirdi, örneğin
açlıktan ölene kadar beklemek gibi. Ya beni öldürmek istemiyorsa? Ya benim için
daha korkunç bir planı varsa? Tanrım, bu kâbustan kaçmak için ne yapabilirim?
***
Kapının diğer tarafındaki insanlara düşünmek için bir
dakikaya ihtiyacım olduğunu ve dışarı geleceğimi söyledim. Ne yapacağımı anlamak
için bunları yazıyorum. En azından bu kez seslerini duydum. Paranoyaklığım- ve
evet paranoyak olduğumu biliyorum- seslerinin sahte olarak çıkarılabileceği
bütün yolları düşündürüyordu. Dışarıda insan sesini taklit eden hoparlörlerden
başka hiçbir şey olmayabilirdi. Gelip benle konuşmaları gerçekten 3 günlerini
mi almıştı? Amy muhtemelen dışarıda, iki polis ve bir psikiyatristle beraber.
Belki de ne söyleyeceklerini düşünmek 3 günlerini almıştır, psikiyatristin
söyledikleri -eğer bunların çılgın bir yanlış anlama olduğunu ve bir varlığın
kapıyı açmam için beni kandırmaya çalışmadığına kendimi ikna edebilseydim-
oldukça ikna edici olabilirdi.
Psikiyatristin yaşlı bir sesi vardı, otoriter ama yine de
düşünceli. Bunu sevdim. Kendi gözlerimle birini görmeye muhtacım! Siber psikoz
denilen bir şeyim olduğunu ve bir şekilde yayılan düşündürücü bir e-mail
yüzünden ülke çapında insanlara bozukluklar yaşatan bir salgının parçası
olduğumu söyledi. Yemin ederim ‘bir şekilde yayılan’ dedi. Sanırım demek
istediği salgının açıklanamaz bir şekilde yayıldığı, ama varlığın ağzından bir
şey kaçırdığı konusunda acayip derecede şüpheliyim. ‘Gelişmekte olan bir
davranış’ dalgasının parçası olduğumu söyledi, hiç iletişim kurmamış olsak da
başka insanlar da aynı korkularla aynı problemi yaşıyormuş.
Bu, gözler hakkında aldığım e-mail’i net bir şekilde
açıklıyor. Orijinal e-mail’i almamıştım. Onun bir uzantısını almıştım.
Arkadaşım da aynı şeyi yaşıyor olabilirdi ve paranoyak korkularına rağmen
bildiği için herkesi uyarmaya çalışmış olabilirdi. Psikiyatristin dediğine göre
sorun bu şekilde yayılmıştı. Tanıdığım ve çevrimiçi olan herkese yolladığım
mail ve mesajlarla ben de bunu yaymış olabilirmişim. Onlara yolladığım şeyden
sonra insanlardan biri şu an çökme noktasında olabilirmiş. Kendilerine göre
yorumlayabilecekleri bir şey, birini yüz yüze görüp görmediklerini soran bir
mesaj? Psikiyatrist ‘başka birini daha’ kaybetmek istemediğini söyledi, benim
gibi insanların zeki olduğunu ve bu yüzden kötü duruma düştüğümü… Bağlantıları
çok iyi çiziyormuşuz, hatta orda olmamaları gerekirken bile çiziyormuşuz.
Zamanın hızlı geçtiği bu dünyada paranoyaya yakalanmanın çok kolay olduğunu
söylüyordu. İlişkilerimizin giderek artan bir şekilde taklit edildiği bir dünya…
Ona hakkını vermeliyim. Bu çok iyi bir açıklama. Tamamen her
şeyi açıklıyor. Hatta mükemmel şekilde açıklıyor. Bir şey ya da bir bilincin
kapıyı açıp korkunç bir kadere bırakmak üzere beni yakalamaya çalıştığını
düşündürten bu kâbus gibi korkuyu atmak için bütün sebeplere sahibim. Bu açıklamadan
sonra, dışarıdaki herkesi yakalamış olan varlığa inat burda açlıktan ölmek
aptalca olurdu. Bu açıklamadan sonra boş dünyada akla gelmez bir varlık
tarafından yakalanmamak için inat ederek, güvenli bodrum dairemde saklanarak,
canlı olarak kalan son insan olduğumu düşünmek aptalca olurdu. Gördüğüm ve
duyduğum bütün garip şeyler için harika bir açıklamaydı bu ve bütün korkularımı
atıp kapıyı açmak için dünya kadar sebebim var.
İşte bu yüzden açmayacağım.
Nasıl emin olabilirim?! Neyin gerçek veya neyin kandırmaca
olduğunu nerden bilebilirim? O kabloları ile bütün o lanet şeyler ve onların
bilinmeyen bir yerden gelen sinyalleri! Gerçek değiller, emin olamıyorum!
Kameradan geçen sinyaller, sahte bir video, aldatıcı telefon konuşmaları,
e-mailler! Hatta yerde kırık bir şekilde duran televizyon. Gerçek olduğunu
nasıl bilebilirim? Hepsi sadece sinyaller, dalgalar ve ışık… Kapı! Kapıya vuruyor! İçeri girmeye
çalışıyor! İnsanların kapıya saldırmasını böylesine iyi taklit etmek için hangi
akıl almaz düzeneği kullanıyor?! En azından sonunda kendi gözlerimle göreceğim…
beni kandırması için başka bir yolu kalmadı, her şeyi parçaladım! Gözlerimi
kandıramaz, değil mi? Kendi gözlerinle
gördün, onlara güvenme…bekle… gözlerime güvenmemi söyleyen o umutsuz mesaj
yoksa beni gözlerim hakkında da mı uyarıyordu?! Aman Tanrım, kamera ile
gözlerim arasındaki fark nedir? İkisi de ışığı elektrik sinyallerine
dönüştürüyor- ikisi aynı şey! Aldanmamalıyım! Emin olmak zorundayım! Emin olmak
zorundayım!
Zaman: Bilinmiyor
Günler boyunca, onları bana verene kadar sakin bir şekilde
kalem ve kâğıt istedim. Önemi olduğundan değil. Ne yapacağım? Gözlerimi mi
oyayım? Bandajlar artık benim bir parçam gibi. Acı gitti. Sanırım bu benim
okunaklı bir şekilde yazmak için son şansım, çünkü hatalarımı düzeltmek için
gözlerim olmayacak, ellerim yavaşça hareketleri unutacak. Bu bir tür rahatlık,
bu yazı…başka bir zamanın hatırası, çünkü dünyada kalan herkesin öldüğüne
eminim…ya da daha kötüsü.
Gece ve gündüz yastıklı duvara yaslanmış oturuyorum. Varlık
bana su ve yemek getiriyor. Kendini nazik bir hemşire, sempatik olmayan bir
doktor olarak maskeliyor. Sanırım artık karanlıkta yaşadığım için işitmemin
keskinleştiğini biliyor. Duyma ihtimalime karşı koridorlarda sahte konuşmalar
yapıyor. Hemşirelerden biri yakın zamanda bebeği olacağından bahsediyor.
Doktorlardan bir tanesi karısını araba kazasında kaybetmiş. Hiçbiri önemli
değil, hiçbiri gerçek değil. Hiçbiri bana ulaşamıyor, o da ulaşamıyor.
Bu en kötü kısım, baş edemediğim tek kısım. O şey kendini
Amy olarak maskeleyerek bana geliyor. Yeniden yapılmış hali mükemmel. Tıpkı Amy
gibi çıkıyor sesi, tıpkı onun gibi hissettiriyor. Canlıya benzer yanaklarında
bana dokundurduğu sahte yaşlar bile üretebiliyor. O şey beni buraya ilk
sürüklediğinde duymak istediğim her şeyi söyledi. Beni sevdiğini söyledi, beni
her zaman sevdiğini söyledi, neden bunu yaptığımı anlamadığını, eğer
kandırılmaya çalışıldığım konusundaki inadımı bırakırsam hala birlikte
yaşayabileceğimizi söyledi. İnanmamı istedi…hayır, gerçek olduğuna inanmamı
istedi.
***
Doktor hastanın bir şeyler karaladığı kâğıdı okudu.
Göremeyen birinin titrek yazısı ile neredeyse okunmaz durumdaydı. Adamın
kararlı gidişatına gülümsemek istedi, bir insanın hayatta kalmak için neler
yapabileceğinin hatırlatmasıydı, ama hastanın tamamen sanrısal olduğunu
biliyordu.
Ne de olsa aklı başında bir insan aldatmacaya çoktan kanmış
olurdu.
Doktor gülümsemek istedi. Sanrısal adama cesaret sözcükleri
fısıldamak istedi. Çığlık atmak istedi, ama kafasının etrafından gözlerinin
içine giren kılcal kablolar tam tersini yapmasına neden oldu.
Bedeni kukla gibi hücreye girdi, ve hastaya bir kez daha
haksız olduğunu söyledi, onu kandırmaya çalışan kimse olmadığını.
Ç.N:
Bu son part :3
Ç.N:
Bu son part :3
21 Temmuz 2016 Perşembe
"Psychosis Part-1"
Pazar
Bunu neden bilgisayarıma değil de bir kâğıda yazıyorum emin
değilim. Sanırım bazı garip şeyler fark ettim. Bilgisayara güvenmediğimden
değil… sadece…düşüncelerimi düzene sokmam gerek. Bütün detayları tarafsız bir
yere yazmam gerek, yazdıklarımın silinmeyeceğini veya… değiştirilemeyeceğini
bildiğim bir yer…öyle bir şey oldu demiyorum. Sadece…her şey burda
bulanıklaşıyor, ve anıların bulanıklığı her şeye garip bir biçim veriyor…
Bu küçük apartmanda sıkışmış gibi hissediyorum. Belki de
sorun budur. İlla gidip en ucuz daireyi, bodrumda bulunan tek daireyi seçmem
gerekiyordu. Aşağıdaki pencerelerin eksikliği gündüz ve gecenin kesintisiz bir
şekilde akmasını sağlıyor. Birkaç gündür dışarı çıkmadım çünkü bu programlama
projesi üzerinde yoğun bir şekilde çalışıyorum. Galiba sadece bitirmek istedim.
Saatler boyu oturmak ve ekrana bakmak herkesin garip hissetmesine neden
olabilir, biliyorum, ama tek şeyin bu olduğunu düşünmüyorum.
Bir şeyin garip olduğunu ilk
olarak ne zaman hissettim emin değilim. Ne olduğunu bile anlatamam. Belki bir
süredir kimseyle konuşmadım. Aklıma gelen ilk şey buydu. Çevrimiçiyken normalde
konuştuğum herkes meşguldü veya basitçe hiç girmemişlerdi. Mesajlarım
cevaplanmıyordu. Aldığım son e-mail mağazadan döndüğünde benimle konuşacağını
söyleyen bir arkadaşımdı ve bu dündü. Telefonumla arardım ancak burda sinyal
berbat. Evet, hepsi bu. Sadece birini aramam gerek. Dışarı çıkacağım.
***
Pekala, bu pek iyi gitmedi. Korkunun sızlaması solarken,
korktuğum için gülünç hissediyorum. Çıkmadan önce aynaya baktım, ama uzattığım
2 günlük sakalı tıraş etmemiştim. Hızlı bir telefon görüşmesi için çıkacağımı
düşündüm. Tişörtümü değiştirdim tabi, çünkü öğlen yemeği vaktiydi, en azından
tanıdığım 1 kişiyle karşılaşırım diye tahmin ettim. Öyle bir şey olmadı.
Olmasını dilerdim.
Dışarıya çıkarken küçük dairemin kapısını yavaşça açtım.
Küçük bir endişe hissi, tanımlanamaz bir sebep yüzünden, bir şekilde içime
oturmuştu. Bir-iki gündür kendim dışında hiç kimseyle konuşmadığım için
olduğunu düşünerek geçiştirdim. Pis, gri koridora baktım. Bodrum koridoru
olması sebebiyle daha gri ve pisti. Koridorun sonunda büyük, metal bir kapı kalorifer
dairesine açılıyordu. Tabi ki kilitliydi. 2 kasvetli soda otomatı yanında
duruyordu; Taşındığım ilk gün bir tanesinden soda almıştım, ama son tüketim
tarihinden bu yana 2 yıl geçmişti. Bu makinelerin aşağıda olduğunu kimsenin
bilmediğine oldukça eminim, ya da ucuzcu ev sahibim onları tekrar doldurtmayı
umursamıyor.
Kapımı yavaşça kapadım ve ses çıkarmamaya dikkat ederek
diğer yöne doğru yürüdüm. Neden böyle yapmayı seçtim hiçbir fikrim yok ama soda
otomatlarının monoton uğultusunu bozmama dürtüsüne kendimi bırakmak
eğlenceliydi, en azından bir anlığına. Merdiven boşluğuna ulaştım ve binanın ön
kapısına çıkan merdivenlere yöneldim. Ağır kapının küçük, kare penceresinden
baktım ve acayip bir şok geçirdim: kesinlikle öğle vakti değildi. Şehrin
kasveti dışarıdaki karanlık sokakta asılıydı ve uzaktaki trafik lambaları sarı
renkte yanıp sönüyordu. Karanlık bulutlar şehrin ışığı yüzünden mor ve
siyahlaşmış bir şekilde yukarıda sallanıyordu. Hiçbir şey hareket etmiyordu,
rüzgâr yüzünden hareket eden kenardaki ağaçları saymazsak. Üşümüyor olmama
rağmen titrediğimi hatırlıyorum. Belki de dışarıdaki rüzgâr yüzündendi. Metal
kapının ardından belli belirsiz duyabiliyordum ve şu benzeri olmayan gece
rüzgârlarından biri olduğunu biliyordum. Sabit, soğuk ve sessiz türden.
Sayısız, görülmeyen ağaçtan geçerken çıkardığı ritmik müzik hariç.
Dışarı çıkmamaya karar verdim.
Onun yerine cep telefonumu kapının küçük penceresine
kaldırdım ve sinyale baktım. Çubuklar arttı ve gülümsedim. Rahatlamış bir
şekilde ‘birinin sesini duyma vakti’
diye düşündüğümü hatırlıyorum. Hiçlikten korkmak çok garip bir şeydi. Sessizce
kendime gülerek kafamı salladım. En iyi arkadaşım Amy’nin numarasını hızlı
arama tuşuna basarak çevirdim ve telefonu kulağıma tuttum. Bir kez çaldı…ama
sonra durdu. Hiçbir şey olmadı. En azından 20 saniye boyunca sessizliği
dinledim, ardından kapadım. Kaşlarımı çattım ve sinyali tekrar kontrol ettim-
hala tam çekiyordu. Numarasını tekrar çevirecektim ama telefon beni korkutarak
elimde çaldı. Kulağıma koydum.
Kendi sesim bile olsa, günlerden beri duyduğum konuşan ilk
sesin küçük şokuyla savaşarak “Merhaba?”
diye seslendim. Binanın iç çalışmalarının, bilgisayarımın ve koridordaki
soda otomatlarının uğultusuna alışmıştım. İlk başta selamlamama cevap gelmedi,
ama sonra bir ses geldi.
Net bir erkek sesi “Hey,” dedi. Açıkça üniversite yaşındaydı, benim gibi.
“Kimsiniz?”
Kafam karışmış bir şekilde “John.” Diye cevapladım.
“Ah, üzgünüm, yanlış numara.” Diye cevap verdi ve ardından
kapadı.
Telefonu yavaşça indirdim ve merdiven boşluğunun kalın,
tuğla duvarına yaslandım. Bu garipti. Gelen aramalar listeme baktım ama numara
bilinmiyordu. Daha fazla düşünemeden telefon beni tekrar ürküterek sesli bir
şekilde çaldı. Bu kez cevaplamadan önce arayana baktım. Başka bir bilinmeyen
numaraydı. Bu kez telefonu kulağıma tuttum ama hiçbir şey söylemedim. Telefonun
genel arkaplan sesi dışında hiçbir şey duymuyordum. Ardından, tanıdık bir ses
gerginliği kırdı.
“John?” Amy’nin
sesiyle tek bir kelimeydi.
Rahatlayarak nefes aldım.
“Hey, sensin.” Diye cevapladım.
“Başka kim olacaktı?” diye karşılık verdi. “Ah, numara. 7.
Sokakta bir partideyim ve tam sen ararken telefonumun şarjı bitti. Bu
başkasının telefonu, açık bir şekilde.”
“Ah,tamam.” Dedim.
“Nerdesin?” diye sordu.
Gözlerim sıkıcı, beyazımsı silindir duvarlara ve küçük
penceresiyle ağır, metal kapıya kaydı.
“Apartmanımdayım.” Diyerek iç çektim “Sadece tıkılıp kalmış
gibi hissediyorum. Bu kadar geç olduğunu fark etmedim.”
Gülerek “Buraya gelmelisin.” Dedi.
Pencereden beni gizliden gizliye korkutan sessiz, rüzgârlı
caddeye bakarak “Hayır. Gecenin bir yarısı kendi başıma garip yer arayacak ruh
halinde değilim.” Dedim. “Sanırım çalışmaya devam edeceğim ya da yatacağım.”
“Saçmalık!” diye cevapladı. “Gelip seni alabilirim!
Apartmanın 7. Sokağa çok yakın değil mi?”
Kaygısız bir şekilde “Ne kadar sarhoşsun?” diye sordum.
“Nerde yaşadığımı biliyorsun.”
Aniden “Oh, tabi ki.” Dedi. “Sanırım oraya yürüyerek gelemem
ha?”
“Eğer yarım saat harcarsan gelebilirsin.” Dedim.
“Doğru.” Dedi. “Pekâlâ, şimdi gitmem gerek. İşinde iyi
şanslar!”
Konuşma bitince ekranda yanan numaralara bakarak telefonu
bir kez daha indirdim. Ardından tekdüze sessizlik kendini kulaklarımda tekrar
belli etti. 2 garip arama ve dışarıdaki ürkütücü sokak bu tenha merdiven
boşluğundaki yalnızlığımı arttırdı. Belki de çok fazla korku filmi izlediğim
için aniden bir şeyin, yalnızlığın kenarında dolanan, diğer insanlardan uzakta
kalan, şüphe etmeyen insanların arkasından yaklaşmak için bekleyen bir tür
korkunç varlığın, kapının penceresinden bakıp beni görebileceği gibi
açıklanamaz bir hisse kapıldım. Bu korkunun mantıksız olduğunu biliyordum ama
etrafta hiç kimse yoktu, o yüzden… merdivenlerden aşağı atladım, koridordan
odama koştum ve kalabildiğim kadar sessiz kalarak kapıyı hızlıca kapadım.
Dediğim gibi, hiçlikten korktuğum için gülünç hissettim ve korku geçip
gitti. Bunu yazmak çok yardımcı oluyor-
hiçbir sorun olmadığını fark etmemi sağlıyor. Yarım yamalak düşünceleri filtreliyor
ve soğuk, katı gerçekleri bırakıyor. Geç oldu, yanlış bir numaradan arama aldım
ve Amy’nin telefonu kapandı, bu yüzden beni başka numaradan aradı. Garip olan
hiçbir şey yok.
Yine de o konuşmayla ilgili ters giden bir şey vardı. Aldığı
alkol yüzünden olabileceğini biliyorum…ya da bana garip görünen aslında Amy’nin
kendisi miydi? Öyle miydi… evet, öyleydi! Yazmaya başladığım şu ana kadar fark
etmemiştim. Yazmanın yardımcı olacağını biliyordum. Partide olduğunu
söylemişti, ama arka planda sadece sessizlik vardı! Tabi ki bu kesin olarak bir
anlam ifade etmiyor, arama yapmak için dışarı çıkmış olabilir. Hayır… o da olamaz. Rüzgarı duyamadım! Rüzgarın hala
esip esmediğini bilmem gerek!
Pazartesi
Dün yazmayı bitirmeyi unuttum. Merdivenden yukarı koşup metal kapının penceresinden bakınca ne göreceğimi umduğumdan emin değilim. Gülünç hissediyorum. Dün gecenin korkusu şimdi puslu ve mantıksız geliyor. Gün ışığına çıkmak için sabırsızlanıyorum. E-mailimi kontrol edeceğim, tıraş olacağım, duş alacağım ve sonunda burdan çıkacağım! Bekle…sanırım bir şey duydum.
***
Gök gürültüsüydü. Bütün o gün ışığı ve temiz hava olayı
gerçekleşmedi. Merdiven boşluğuna girdim ve hayal kırıklığı ile karşılaşmak
üzere yukarı çıktım. Metal kapının penceresi sağanak yağmur ona çarparken
sadece akan suyu gösteriyordu. Yağmurun içinden sadece çok loş bir ışık
geliyordu, ama en azından gündüz vakti olduğunu biliyordum. Her ne kadar gri,
mide bulandırıcı, ıslak bir gün olsa da. Pencereden dışarı bakıp şimşeğin
belirsizliği aydınlatmasını bekledim, ama yağmur çok yoğundu ve pencereyi
yıkayan dalgaların içinden garip bir açı ile hareket eden, belirsiz şekillerden
fazlasını göremedim. Hayal kırıklığına uğramış bir şekilde döndüm ama odama
gitmek istemedim. Onun yerine merdivenlerden yukarı çıkmaya devam ettim, ilk
katı geçtim, ve ikinci katı. Merdivenler 3. Katta bitti, binadaki en üst kat.
Merdiven boşluğunun dış duvarındaki camdan dışarı baktım ama cam; ışığı dağıtan,
çarpık, kalın türdendi. Zaten yağmur yüzünden görecek fazla bir şey de yoktu.
Merdiven boşluğunun kapısını açtım ve koridorda gezinmeye
başladım. Uzun süre önce mavi renge boyanmış 10 civarındaki kalın, tahta kapının
hepsi kapalıydı. Yürürken dinledim ama günün ortasıydı, o yüzden dışarıdaki
yağmur dışında bir şey duyamayınca şaşırmadım. Loş koridorun ortasında yağmuru
dinleyerek dururken kapıların antik bir uygarlık tarafından koruyucu amaçlarla
dikilmiş sessiz birer anıt olduğu izlenimine kapıldım. Şimşek çaktı ve eski,
damarlı kapının bir anlığına sert bir taş gibi göründüğüne yemin edebilirim.
Hayal gücümün kazanmasına izin verdiğim için bir anlığına kendime güldüm ama o
anda loş ışığın ve şimşeğin koridorda bir yerde bulunan bir pencereden gelmiş
olabileceği aklıma geldi. Bulanık bir anı yüzeye çıktı ve bir anda 3. Katın bir
bir yerinde girintili, ilave bir pencere olduğunu hatırladım.
Yağmura bakıp muhtemelen başka bir insanoğlunu görmek için
heyecanlı bir şekilde çabucak girintiye doğru yürüdüm ve geniş, ince camı
buldum. Ön kapının camı gibi yağmur tarafından yıkanıyordu ama bunu
açabilirdim. Açmak için elimi uzattım ancak tereddüt ettim. Açtığımda diğer
tarafta tamamen dehşet verici bir şey göreceğim konusunda garip hisse kapıldım.
Son zamanlarda her şey çok garipti… bu yüzden bir plan yaptım ve ihtiyacım
olanı almak için buraya geri geldim. Bundan bir şey çıkacağını ciddi ciddi
düşünmüyorum ama sıkıldım, yağmur yağıyor ve delirmek üzereyim. Buraya web
kameramı almak için geri döndüm. Kablo tabi ki 3. kata uzanacak kadar uzun
değil, bu yüzden onun yerine kabloyu karanlık bodrum koridorumun sonundaki iki
soda otomatı arasına saklayacağım, kabloyu kapımın altından duvar boyunca
uzatacağım ve koridorun altındaki siyah çizgilerle kamufle olması için üstüne
siyah bant koyacağım. Biliyorum bu aptalca, ama yapacak daha iyi bir işim yok…
Pekâlâ, hiçbir şey olmadı. Koridordan merdiven boşluğuna
açılan kapıyı araladım, kendimi hazırladım ve ağır kapıyı sonuna kadar açıp
odama doğru deli gibi koştum ve kapıyı kapadım. Web kamerasını bilgisayarımdan
dikkatle izledim, kapımın dışındaki koridoru ve merdiven boşluğunun çoğunluğunu
görüyordum. Şu an izliyorum ve ilginç bir şey görmüyorum. Sadece kameranın
pozisyonunun daha farklı olmasını dilerdim, böylece ön kapıyı görebilirdim.
Hey! Birisi çevrimiçi!
***
Dolabımda çevrimiçi video konuşmaları için sakladığım daha
eski, daha kalitesiz kameramı çıkardım. Ona neden videolu görüşme yapmak
istediğimi tam açıklayamadım ama başka bir insanın yüzünü görmek iyi
hissettirdi. Uzun süre konuşamadı ve anlamlı bir şey konuşmadık ama çok daha
iyi hissediyorum. Garip korkum neredeyse tamamen geçti. Daha iyi hissederdim
ama sohbetimizle ilgili...garip…bir şey vardı. Biliyorum her şeyin garip
geldiğini söylemiştim ama…yine de verdiği cevaplarda çok belirsizdi. Söylediği
belirli herhangi bir şeyi hatırlamıyorum…belirli bir isim, yer ya da olayı…ama
konuşmak için e-mail adresimi sormuştu. Bir dakika, az önce bir mail aldım.
***
Aman tanrım. Az kalsın maile bakmadan kapıyı açacaktım.
Neredeyse kapıyı açacaktım ama önce e-maili okudum! Uzun zamandır haber
almadığım bir arkadaşımdandı ve adres listesinde kayıtlı olan aşırı miktarda
e-maili göndermek için atılmıştı. Konusu yoktu ve basit olarak şöyle diyordu:
Kendi gözlerinle gördün onlara güvenme onlar
Bu saçmalık da ne demek? Kelimeler beni şaşırtıyor ve onları
defalarca kez okuyorum. Bu umutsuz e-mail tam da bir şey olurken…gönderilmiş?
Açıkça görülüyor ki kelimeler daha bitirilmeden kesilmiş! Başka bir gün olsa
bilgisayar virüsünden gelen spam veya başka bir şey diyerek dikkate almazdım,
ama kelimeler…kendi gözlerinle gördün!
Bu günlüğü okuyup durmaktan ve sonraki günleri tekrar düşünüp başka bir insanı
yüz yüze görüp, yüz yüze konuşmadığımı fark etmekten kendimi alıkoyamıyorum.
Arkadaşımla yaptığım videolu görüşme çok garipti, çok belirsizdi,
çok…ürkütücüydü. Şimdi düşünüyorum da. Ürkütücü müydü? Yoksa korkum anılarımın
soluklaşmasına mı neden oluyor? Zihnim buraya yazdığım olayların gelişimi ile
oynuyor, bana şüphesiz olarak hiçbir şey sunmadığımı vurguluyor. Adımı alan
tesadüfi ‘yanlış numara’ , sonra Amy’den gelen garip geri arama, e-mail
adresimi isteyen arkadaşım… Onu çevrimiçi gördüğüm için ilk ben mesaj atmıştım’
Ve sohbetimizden birkaç dakika sonra ilk mailimi almıştım! Tanrım! Amy’le
yaptığım telefon konuşması! Telefonda dedim ki- Telefonda 7. Sokaktan yarım
saat uzakta olduğumu söyledim! Oraya yakın olduğumu biliyorlar! Ya beni bulmaya
çalışıyorlarsa?! Herkes nerde? Neden günlerdir hiç kimseden haber almadım veya
hiç kimseyi görmedim?
----------------------------------------------------------
Ç.N:
Gençler bu Word Dosyasında yazı boyutu 11'ken tam olarak 11 sayfa tuttu ._.
O yüzden 6-7 olarak iki bölüme ayırdım, anlayacağınız gibi oldukça uzun bir CP ve sonu harika *-*
2. bölümü yarın akşam saatlerinde yayınlayacağım :3
18 Temmuz 2016 Pazartesi
Seer of Possibilities (Part 2)
Yıllar geçti, Jack Seer'ın kendisinden istediği her isteği yerine getirdi, Seer'da söz verdiği gibi, her seferinde ödüllendirildi. Ödüller çoğunlukla beklenmedik ve ilginç yollardan geldi. Jack'in en çok aklında kalan deneyim 2 yıl önce Seer'a ilk yardımından sonra yaşanmıştı.
''Jack, yarın şehir merkezine gitmene ihtiyacım var.'' diye talep etti Seer. ''Garmin'in Yeri'ne tam 12:37'de gir. Adamın biri sana bir soru soracak. Vermen gereken cevap '27' Seer'ın istekleri talimatları her zaman doğrudan ve basitti, aynı zamanda gizemli. Sonraki gün istediği gibi, Jack dükkana girdi, önünde iri yarı bir inşaat çalışanı köşede piyango dolduruyordu.
''Bakalım burada ne varmış'' dedi çalışan, '' Doğum günüm ayın 15'i, karımın doğum günü, ayın 24'ü, ve çocuklarımın yaşları 2,10 ve 13.''
Adam başını kaldırdı etrafa bakındı, Jack'te durdu. ''Hey dostum! Başka bir sayıya ihtiyacım var, bana bir tane versene?''
Jack gülümsedi, ''27''
''Gerçekten mi? 35 oynamayı düşünüyordum. Ama simanı sevdim, 27 olsun o zaman.
Böylelikle adam kartı tamamladı ve piyango parasını verdi.'' Görüşürüz adamım!'' dedi kapıya giderken ve mutlu bir şekilde Jack'in omzuna vurdu.
Jack bu adama olanlar hakkında daha fazla düşünmemeye çalıştı.'' Sadece yaşanmasını sağla Jack. İşlerin nasıl biteceğini asla tahmin edemezsin, bu yüzden kendini şaşırmaya hazırla.'' Seer böyle tavsiye vermişti. Hala nasıl sonlanacağını merak etmemek imkansızdı. Biliyordu, Seer'ın yaptıkları göz önüne alınırsa bu adama yardım etmesinin mümkünatı yoktu. Ama adama yanlış piyango numarası vermek? Bu Seer için fazla basitti. Ve adama doğru numarayı verdiğini hayal edemiyordu. İşte Jack'in şaşırdığı asıl nokta burasıydı, iki hafta sonra aynı adama gitti. Bu sefer bir manavdaydılar.
''Hey adamım! Bu sensin! Seni hatırlıyorum! Ne oldu biliyor musun? Ben kazandım.'' Adam milyon dolarlık görünüyordu. Yeni kıyafetler, cafcaflı altın bir saat, ve kocaman şapşal bir gülümseme, adam Jack'e yanaştı.
''Seni tekrar göreceğimi tahmin edemezdim, ama ne mutlu ki buradasın.Sensiz asla kazanamazdım. Hey bunları senin için almama izin ver. Hayır bekle bu yeterli değil. Sen benim şansımsın. Her zaman insanlara iyi davran işte annem böyle derdi.''
Cebine ulaştı. Bir çek çıkardı ve ve Jack'e 10.000 dolar yazdı.'' En azından bunu yapabilirim.''
Adama teşekkür ettikten ve kafası biraz karıştıktan sonra, Jack hızla eve gitti. Bilgisayarı Açtıktan sonra, Seer'ın yazıları ekranda belirdi.
''Peki, Jack on bin dolar zengin olmak nasıl hissettiriyor?''
'' İyi ama düşünmekten kendimi alamıyorum, daha önce hiçbir insana yardım etmemiştik. Neden şimdi buna başladık? '' Jack soruyu hafif bir suçluluk duygusu ile sordu. İnsanların hareketleri yüzünden zarar gördüğünü hiç kendine itiraf edememişti, çünkü merak duygusu suçluluk duygusunu bastırıyordu.
'' Ahh Jack, biz kimseye yardım etmedik. Evet o adam şu an mutlu, fakat 2 yıl içinde son kuruşuna kadar tüm parasını kaybedecek. Kendin gördün parasını sana verdi. Eski dostlar, kayıp bağlar, hepsi ondan para koparmak için gelecek. Üstüne kötü yatırımlar da eklenince... Her şeyi kaybetme stresi karısının ondan ayrılmasına neden olacak. Çocukları da alacak tabi. Yalnız ve kırımış kalacak, mahvolmuş bir adam kazanamamış bir adamdan iyidir. Kötü hissetmene gerek yok Jack, adamın kendi salaklığı ve bunu ona yine kendi açgözlülüğü yaptı.''
Jack biraz pişmanlık duyuyordu, fakat olaylar Seer tarafından bakması ve ödülü üzerinde yoğunlaşması onu sonunda huzura kavuştururdu.
Yıllar içinde, hiçbir görev birbirine benzememeye başladı. Bazen hareketlerinin etkisi direkt ve kolay görülebilir, bazı zamlar ise o kadar karışık olurdu ki iki olayın bağlantılı olduğunu bile anlayamayabilirdi.
'' Eyalet yönetim binasına git, saat 4:47'de 43 numaralı alana park et.'' diye bir istek geldi. Jack'te tabi ki yaptı, ve iki ay sonra Donna ile yani aşık olup evleneceği kızla tanıştı. Seer'a bunu sormasaydı iki olayın bağlantılı olduğunu bile anlayamayabilirdi.
'' Jack, sen oraya park ettiğinde normalde parketmesi gereken kişinin başka bir noktaya park etmesine sebebiyet verdin, ama adam arabayı kızınkine çarptırdı. Pek bir şey yoktu ama Donna yine de sigorta şirketini aradı, adamın ofisi geç terk etmesine neden oldu ve ve treni kaçırdı. Sonra treni beklerken birkaç kapkaçcı geldi önce adamı soydular sonra bıçakladılar, ve kredi kartını kullandılar... ve Jack, anlatmaya devam edebilirim fakat geriye bu olaylarla ilgili daha 23 insan kaldı. Bazen bu iyilikler çok karışık olabiliyor, ama şöyle diyebiliriz: hareketin eninde sonunda Donna'yı olması gerektiği saatte olması gerektiği yere gitmesine neden oldu.''
Jack'in Seer ile olan ilişkisi büyüdü. Gerçi hala daha bir gizem abidesi olsa da, Seer zamanla yeterli bilgiyi açık etti. Böylelikle Jack Seer'ın olayını yüzeysel bir şekilde anlayabildi. Tarihsel referanslara göre, Jack Seer'ın binlerce yıllık olduğunu öğrendi. Hala hayattayken Seer güçlü bir kader okuyucusu ve artistti. Gelecekte yaşanacak olayları resimlerine aktarırdı. Ahmak bir kral, Seer'ın tahminini yanlış yorumladı ve bu bir savaşı kaybetmesine neden oldu.Bunun sorumlusu olarak Seer'ı gördü ve onu idam ettirdi. Fiziksel özelliklerden mahrum ve yapayalnız bir boşlukta bulunduğu sırada,Seer yeteneklerini geliştirme imkanı buldu. Sonunda yaşayanlarla iletişim imkanı kazanan Seer ulaşabildiklerini aramaya başladı.Sonunda Jack'i buldu. Ve tabi ki ,Seer Jack hakkındaki her şeyi biliyordu. Bütüne bakacak olursak bu daha çok ölü biriyle yapılan arkadaşlıktı. Jack'te Seer'a minnettardı. İyi bir işi, iyi bir evi, güzel bir karısı, ve kendisine saygı duyan meslektaşları vardı. Mutluydu, ki Seer ile tanışmadan önce hiç tatmadığı bir histi bu.
Sonunda koskoca 20 yıl geçti. Jack için harika 20 yıl. Görev üstüne görev tamamlandı.Genellikle ayda bir tane. Jack Koca kır evinin ofisinde otururken Seer onla tekrar iletişime geçti.
''Merhaba Jack, bu şimdiye kadarki en basit isteğim, hatta kalkmana bile ihtiyaç yok. İki dakika sonra Riago Pizzacısını ara, telefonun üç defa çalmasını sağla, sonra telefonu kapatabilirsin.
Evin sessizliği 30 dakika sonra bir kapı zili aracılığıyla bozuldu.''Garip'' diye düşündü Jack. Ne kendisi ne de Donna birini bekliyorlardı. Jack gözetleme deliğinden baktı ve pizzacıyı gördü. Şapkasındaki logoda ''Riago Pizzacısı'' yazıyordu.
Jack kapıyı açtı. ''İşte pizzanız'' dedi pizzacı kutuyu Jack'in eline itelerken.''Ama ben sipariş vermedim.'' diye karşılık verdi Jack.
''Bak, bunun senin olması ya da olmaması umurumda değil. Bay Ringo bunu buraya getirmemi istedi. Yaptığım da bu.'' diye çıkıştı taşıyıcı. Çalılıktaki tartışma büyümeye başlamıştı.
Jack çocuğa baktı.17 yaşlarında görünüyordu ama kendisi hakkında en dikkat çekici özellik boyutuydu. Muhtemelen altı buçuk ayak uzunluğundaydı.
''Üzerimde para yok.'' dedi Jack. ''Bak parası kredi kartıyla çoktan ödendi.Sadece al şunu.'' dedi çocuk.Elini de bahşiş için uzatmayı ihmal etmedi.
Jack ''üzerimde para yok'' diyerek gerçeği söyledi.
''Her neyse'' diye bıkkın bir cevap geldi. Çocuk eve baktı, döndü ve yavaşça arabasına doğru yollanmaya başladı.
Jack kapıyı kapattı ve ödül olarak gelen pizzayı oturma odasına götürdü. Donna televizyon izliyordu. Karısından özür dileyip ofisine döndü. Donna kutuyu açtı ve bir ısırık aldı.Ardından ekledi ''Çabuk dön hayatım, pizzada senin favori malzemelerin var.'' Kıkırdadı ve bir ısırık aldı.
Bilgisayarına vardı. Ekranda Seer'ın yazıları belirdi.'' Kafan mı karıştı Jack? Karışmasın. Yolun aşağısındaki komşun pizzayı sipariş etmişti. Bay Riago çocuğa doğru adresi tarif etti fakat çalan telefon anlaşılmasını zorlaştırdı. Hala çocuğa bahşiş verebilirsin. Yolun hemen aşağısında.
''Yani ödülüm bir pizza?'' diye yazdı Jack biraz şaşkın bir şekilde.
''Evet Jack ödülün bir pizza, ve karınla güzel zaman geçirmek için bir fırsat. Aşağı in pizzayı paylaşın, bitirdiğinde birlikte televizyon izleyin. Bu senin bir görevin değil, uyacağını düşündüğüm bir tavsiye. Haa bu arada komşuların pizzanın neden gelmediği konusunda tartışıyorlar. Bazen insanların tartışmak için bulduğu konular beni, hayrete düşürüyor. Kavgaları giderek alevlenecek ama bu konu hakkında endişelenmene gerek yok. Git gecenin tadını çıkar."
Jack Seer'ın tavsiyesine uydu, karısına sımsıkı sarıldı. Güzel bir zaman geçirdiler. Saat 11 gibi Donna uyudu. Jack yavaşça kalktı. Bu son istek biraz tuhaf hissettirmişti. Yavaşça üst kata çıktı.'' Oturdu.'' Hala orada mısın?'' diye yazdı Jack.
''Evet Jack ben hep buradayım.Geri gelmeni bekliyordum. Şu pizzacı çocuk. enteresan bir kişilik, değil mi?''
Jack garipsemişçesine ekrana baktı.
Seer devam etti.''Korkunç bir işçi. Sadece üç gün önce işe alındı. Ve şimdiden Bay Riago onu kovmak istiyor. Ama fiziksel açıdan, güçlü, hızlı, ve ÇOK dikkatli.Örnek verecek olursak; Ön kapıyı kilitlemediğini fark etti."
''Ne?'' dedi Jack kalkmaya hazırlanırken.
''Otur Jack sana önemli bir şey anlatmam lazım ve kapıyı kilitlemek durumu değiştirmeyecek.''
Jack yavaşça oturdu. Arkasına bakındı.
''Görüyorsun değil mi Jack, sana hiç yalan söylemedim? Sana söylediğim her şeyde %100 dürüsttüm.Ama evet bazı bilgileri vermedim. İşte, Jack sana verdiğim her görev birine kötü bir şey, sana ise iyi bir şey olmasına neden oluyor, ama üçüncüsü var. Her bir görevin hizmet ettiği nihai son. Allie'yi hatırladın mı? Tabi ki hatırladın. Hatırlamadığın şeyi söyleyeyim o da koleje giden abisine para yardımı yapmasıydı. Öldüğünde kolejden ayrılmak zorunda kaldı. İyi bir psikolog olacaktı.Ama şimdi onun yerine bir fabrikada çalışıyor. Bu pizzacı çocuğumuz için çok kötü oldu. Birkaç sene önce iyi bir terapist işine yarardı, ama o iyi terapist onun için orada olamadı. Onun yerine Freud yanlısı bir şarlatan vardı. Ve piyango talihlimizi hatırlıyor musun? Evet hatırlıyorsun. Pizzacının komşusuydu. Tüm parasını kaybettikten sonra, arabasının önüne atladı diye anlamsızca çocuğu dövdü. Genç delikanlımız için dramatik bir anı. Ve annesi olay sonrası çocuğu korumadı.Koruyamazdı. Sigortacıyı bıçaklayan kapkaççılardan biri olan sevgilisi tarafından kendisine verilen uyuşturucuları kullandıktan sonra koruyamazdı. O uyuşturucuları çaldığı paralarla almıştı adam. Şimdi sanatımın hedefindeki kişiyi görüyor musun?''
Jack oturdu, gözleri yaşardı. Kalkmak istedi. Donna'yı kontrol etmek istedi, ama kalkmak için çok korkmuştu.Ölmekten değil acı sonu göreceğinden. Seer'ın olmuş ya da olacak her şeyi bildiği sonu.
Seer devam etti.'' Jack benim için yüzlerce görev tamamladın, ve her biri nihai bir amaca hizmet ediyordu. Onu psikolojik açıdan yıkmak, bir canavara dönüştürmek ve bu gece onu buraya getirmek.
Göremiyor musun Jack? Bu olasılıklar on binlerce insan, ve milyarlarca olasılıkla ilgili. Eğer tüm bu görevlerden birini bile başaramamış olsaydın bu olaylar zinciri parçalanacaktı. Bu şarkı benim tarafımdan bestelendi ve senin tarafından çalındı. Beraber muhteşem bir şeyi başardık, bu bizim insan manipülasyonu üzerine ustalık eserimiz. Ve hepsi seninle başladı, seninle bitecek. Zamanda iki muhteşem nokta. Bu gece yanlış adres, verilmeyen bahşiş, zavallı çocuk sonunda doldu. Şu an aşağı katlarda. Donna'nın boğazını kesiyor şu an."
Jack aşağı kattan kısa, örtülü bir çığlık duydu. Ardından acılı bir hırlama.''Hayır,'' Jack çığlık attı ve ayağı kalktı. Aşağı inmeye başladı.
''Jack,dur'' ses kafasının içinde yankılandı. Hoş bir sesti, erkeksi ama naif. Aynı zamanda hem kocamış hem de bilgece bir sesti.''O kısa zaman sonra sana gelecek ve yapabileceğin hiçbir şey yok.''
''Ama, neden?'' göz pınarlarından damlalar fışkırmaya başladı.
''Eğer seninle başlayıp, seninle bitmeseydi artistik bir başyapıt olamazdı.'' Sesi yatıştırıcıydı.''Direkt olarak seninle konuşmamı takdir etmeni bekliyorum. Bu benim tüm enerjimi tüketiyor, muhtemelen daha kimseyle etkileşime geçemeyeceğim ebediyete kadar. Bu senin benim için ne kadar özel olduğunu kanıtlıyor. Lütfen üzüntü duyma. Başarımızı anlamanı ve mümkün olduğunca zevk almanı istiyorum.'' Ses anlığına duraksadı.''Biliyor musun Jack, eğer senle hiç iletişime geçmeseydim 85 yıl yaşayacaktın. Seksen beş anlamsız, gereksiz, sıkıcı yıl. Ve öldüğünde cenazene kimse gelmeyecekti. Sana 20 harika anlamlı yıl verdim. Mutlu olman lazım beraber harika, eşsiz şeyler başardık.''
Jack bir dakikalığına durdu ve yirmi yıl boyuncaki mutluluğunu düşündü. Gözünden yaşlar akmaya başladı, hem üzüntü hem mutluluk gözyaşları. Döndü ve bilgisayara baktı, arkasında çılgın pizzacının silüeti sol elinde kanlı bir bıçak ile belirmeden önce Jack gözyaşlarını sildi, ve Seer'ın az önce kendisine anlattıklarını sindirdi. Dev kendisine yaklaştığı sırada ağzından şu son sözler döküldü:
''Teşekkür ederim.''
''Jack, yarın şehir merkezine gitmene ihtiyacım var.'' diye talep etti Seer. ''Garmin'in Yeri'ne tam 12:37'de gir. Adamın biri sana bir soru soracak. Vermen gereken cevap '27' Seer'ın istekleri talimatları her zaman doğrudan ve basitti, aynı zamanda gizemli. Sonraki gün istediği gibi, Jack dükkana girdi, önünde iri yarı bir inşaat çalışanı köşede piyango dolduruyordu.
''Bakalım burada ne varmış'' dedi çalışan, '' Doğum günüm ayın 15'i, karımın doğum günü, ayın 24'ü, ve çocuklarımın yaşları 2,10 ve 13.''
Adam başını kaldırdı etrafa bakındı, Jack'te durdu. ''Hey dostum! Başka bir sayıya ihtiyacım var, bana bir tane versene?''
Jack gülümsedi, ''27''
''Gerçekten mi? 35 oynamayı düşünüyordum. Ama simanı sevdim, 27 olsun o zaman.
Böylelikle adam kartı tamamladı ve piyango parasını verdi.'' Görüşürüz adamım!'' dedi kapıya giderken ve mutlu bir şekilde Jack'in omzuna vurdu.
Jack bu adama olanlar hakkında daha fazla düşünmemeye çalıştı.'' Sadece yaşanmasını sağla Jack. İşlerin nasıl biteceğini asla tahmin edemezsin, bu yüzden kendini şaşırmaya hazırla.'' Seer böyle tavsiye vermişti. Hala nasıl sonlanacağını merak etmemek imkansızdı. Biliyordu, Seer'ın yaptıkları göz önüne alınırsa bu adama yardım etmesinin mümkünatı yoktu. Ama adama yanlış piyango numarası vermek? Bu Seer için fazla basitti. Ve adama doğru numarayı verdiğini hayal edemiyordu. İşte Jack'in şaşırdığı asıl nokta burasıydı, iki hafta sonra aynı adama gitti. Bu sefer bir manavdaydılar.
''Hey adamım! Bu sensin! Seni hatırlıyorum! Ne oldu biliyor musun? Ben kazandım.'' Adam milyon dolarlık görünüyordu. Yeni kıyafetler, cafcaflı altın bir saat, ve kocaman şapşal bir gülümseme, adam Jack'e yanaştı.
''Seni tekrar göreceğimi tahmin edemezdim, ama ne mutlu ki buradasın.Sensiz asla kazanamazdım. Hey bunları senin için almama izin ver. Hayır bekle bu yeterli değil. Sen benim şansımsın. Her zaman insanlara iyi davran işte annem böyle derdi.''
Cebine ulaştı. Bir çek çıkardı ve ve Jack'e 10.000 dolar yazdı.'' En azından bunu yapabilirim.''
Adama teşekkür ettikten ve kafası biraz karıştıktan sonra, Jack hızla eve gitti. Bilgisayarı Açtıktan sonra, Seer'ın yazıları ekranda belirdi.
''Peki, Jack on bin dolar zengin olmak nasıl hissettiriyor?''
'' İyi ama düşünmekten kendimi alamıyorum, daha önce hiçbir insana yardım etmemiştik. Neden şimdi buna başladık? '' Jack soruyu hafif bir suçluluk duygusu ile sordu. İnsanların hareketleri yüzünden zarar gördüğünü hiç kendine itiraf edememişti, çünkü merak duygusu suçluluk duygusunu bastırıyordu.
'' Ahh Jack, biz kimseye yardım etmedik. Evet o adam şu an mutlu, fakat 2 yıl içinde son kuruşuna kadar tüm parasını kaybedecek. Kendin gördün parasını sana verdi. Eski dostlar, kayıp bağlar, hepsi ondan para koparmak için gelecek. Üstüne kötü yatırımlar da eklenince... Her şeyi kaybetme stresi karısının ondan ayrılmasına neden olacak. Çocukları da alacak tabi. Yalnız ve kırımış kalacak, mahvolmuş bir adam kazanamamış bir adamdan iyidir. Kötü hissetmene gerek yok Jack, adamın kendi salaklığı ve bunu ona yine kendi açgözlülüğü yaptı.''
Jack biraz pişmanlık duyuyordu, fakat olaylar Seer tarafından bakması ve ödülü üzerinde yoğunlaşması onu sonunda huzura kavuştururdu.
Yıllar içinde, hiçbir görev birbirine benzememeye başladı. Bazen hareketlerinin etkisi direkt ve kolay görülebilir, bazı zamlar ise o kadar karışık olurdu ki iki olayın bağlantılı olduğunu bile anlayamayabilirdi.
'' Eyalet yönetim binasına git, saat 4:47'de 43 numaralı alana park et.'' diye bir istek geldi. Jack'te tabi ki yaptı, ve iki ay sonra Donna ile yani aşık olup evleneceği kızla tanıştı. Seer'a bunu sormasaydı iki olayın bağlantılı olduğunu bile anlayamayabilirdi.
'' Jack, sen oraya park ettiğinde normalde parketmesi gereken kişinin başka bir noktaya park etmesine sebebiyet verdin, ama adam arabayı kızınkine çarptırdı. Pek bir şey yoktu ama Donna yine de sigorta şirketini aradı, adamın ofisi geç terk etmesine neden oldu ve ve treni kaçırdı. Sonra treni beklerken birkaç kapkaçcı geldi önce adamı soydular sonra bıçakladılar, ve kredi kartını kullandılar... ve Jack, anlatmaya devam edebilirim fakat geriye bu olaylarla ilgili daha 23 insan kaldı. Bazen bu iyilikler çok karışık olabiliyor, ama şöyle diyebiliriz: hareketin eninde sonunda Donna'yı olması gerektiği saatte olması gerektiği yere gitmesine neden oldu.''
Jack'in Seer ile olan ilişkisi büyüdü. Gerçi hala daha bir gizem abidesi olsa da, Seer zamanla yeterli bilgiyi açık etti. Böylelikle Jack Seer'ın olayını yüzeysel bir şekilde anlayabildi. Tarihsel referanslara göre, Jack Seer'ın binlerce yıllık olduğunu öğrendi. Hala hayattayken Seer güçlü bir kader okuyucusu ve artistti. Gelecekte yaşanacak olayları resimlerine aktarırdı. Ahmak bir kral, Seer'ın tahminini yanlış yorumladı ve bu bir savaşı kaybetmesine neden oldu.Bunun sorumlusu olarak Seer'ı gördü ve onu idam ettirdi. Fiziksel özelliklerden mahrum ve yapayalnız bir boşlukta bulunduğu sırada,Seer yeteneklerini geliştirme imkanı buldu. Sonunda yaşayanlarla iletişim imkanı kazanan Seer ulaşabildiklerini aramaya başladı.Sonunda Jack'i buldu. Ve tabi ki ,Seer Jack hakkındaki her şeyi biliyordu. Bütüne bakacak olursak bu daha çok ölü biriyle yapılan arkadaşlıktı. Jack'te Seer'a minnettardı. İyi bir işi, iyi bir evi, güzel bir karısı, ve kendisine saygı duyan meslektaşları vardı. Mutluydu, ki Seer ile tanışmadan önce hiç tatmadığı bir histi bu.
Sonunda koskoca 20 yıl geçti. Jack için harika 20 yıl. Görev üstüne görev tamamlandı.Genellikle ayda bir tane. Jack Koca kır evinin ofisinde otururken Seer onla tekrar iletişime geçti.
''Merhaba Jack, bu şimdiye kadarki en basit isteğim, hatta kalkmana bile ihtiyaç yok. İki dakika sonra Riago Pizzacısını ara, telefonun üç defa çalmasını sağla, sonra telefonu kapatabilirsin.
Evin sessizliği 30 dakika sonra bir kapı zili aracılığıyla bozuldu.''Garip'' diye düşündü Jack. Ne kendisi ne de Donna birini bekliyorlardı. Jack gözetleme deliğinden baktı ve pizzacıyı gördü. Şapkasındaki logoda ''Riago Pizzacısı'' yazıyordu.
Jack kapıyı açtı. ''İşte pizzanız'' dedi pizzacı kutuyu Jack'in eline itelerken.''Ama ben sipariş vermedim.'' diye karşılık verdi Jack.
''Bak, bunun senin olması ya da olmaması umurumda değil. Bay Ringo bunu buraya getirmemi istedi. Yaptığım da bu.'' diye çıkıştı taşıyıcı. Çalılıktaki tartışma büyümeye başlamıştı.
Jack çocuğa baktı.17 yaşlarında görünüyordu ama kendisi hakkında en dikkat çekici özellik boyutuydu. Muhtemelen altı buçuk ayak uzunluğundaydı.
''Üzerimde para yok.'' dedi Jack. ''Bak parası kredi kartıyla çoktan ödendi.Sadece al şunu.'' dedi çocuk.Elini de bahşiş için uzatmayı ihmal etmedi.
Jack ''üzerimde para yok'' diyerek gerçeği söyledi.
''Her neyse'' diye bıkkın bir cevap geldi. Çocuk eve baktı, döndü ve yavaşça arabasına doğru yollanmaya başladı.
Jack kapıyı kapattı ve ödül olarak gelen pizzayı oturma odasına götürdü. Donna televizyon izliyordu. Karısından özür dileyip ofisine döndü. Donna kutuyu açtı ve bir ısırık aldı.Ardından ekledi ''Çabuk dön hayatım, pizzada senin favori malzemelerin var.'' Kıkırdadı ve bir ısırık aldı.
Bilgisayarına vardı. Ekranda Seer'ın yazıları belirdi.'' Kafan mı karıştı Jack? Karışmasın. Yolun aşağısındaki komşun pizzayı sipariş etmişti. Bay Riago çocuğa doğru adresi tarif etti fakat çalan telefon anlaşılmasını zorlaştırdı. Hala çocuğa bahşiş verebilirsin. Yolun hemen aşağısında.
''Yani ödülüm bir pizza?'' diye yazdı Jack biraz şaşkın bir şekilde.
''Evet Jack ödülün bir pizza, ve karınla güzel zaman geçirmek için bir fırsat. Aşağı in pizzayı paylaşın, bitirdiğinde birlikte televizyon izleyin. Bu senin bir görevin değil, uyacağını düşündüğüm bir tavsiye. Haa bu arada komşuların pizzanın neden gelmediği konusunda tartışıyorlar. Bazen insanların tartışmak için bulduğu konular beni, hayrete düşürüyor. Kavgaları giderek alevlenecek ama bu konu hakkında endişelenmene gerek yok. Git gecenin tadını çıkar."
Jack Seer'ın tavsiyesine uydu, karısına sımsıkı sarıldı. Güzel bir zaman geçirdiler. Saat 11 gibi Donna uyudu. Jack yavaşça kalktı. Bu son istek biraz tuhaf hissettirmişti. Yavaşça üst kata çıktı.'' Oturdu.'' Hala orada mısın?'' diye yazdı Jack.
''Evet Jack ben hep buradayım.Geri gelmeni bekliyordum. Şu pizzacı çocuk. enteresan bir kişilik, değil mi?''
Jack garipsemişçesine ekrana baktı.
Seer devam etti.''Korkunç bir işçi. Sadece üç gün önce işe alındı. Ve şimdiden Bay Riago onu kovmak istiyor. Ama fiziksel açıdan, güçlü, hızlı, ve ÇOK dikkatli.Örnek verecek olursak; Ön kapıyı kilitlemediğini fark etti."
''Ne?'' dedi Jack kalkmaya hazırlanırken.
''Otur Jack sana önemli bir şey anlatmam lazım ve kapıyı kilitlemek durumu değiştirmeyecek.''
Jack yavaşça oturdu. Arkasına bakındı.
''Görüyorsun değil mi Jack, sana hiç yalan söylemedim? Sana söylediğim her şeyde %100 dürüsttüm.Ama evet bazı bilgileri vermedim. İşte, Jack sana verdiğim her görev birine kötü bir şey, sana ise iyi bir şey olmasına neden oluyor, ama üçüncüsü var. Her bir görevin hizmet ettiği nihai son. Allie'yi hatırladın mı? Tabi ki hatırladın. Hatırlamadığın şeyi söyleyeyim o da koleje giden abisine para yardımı yapmasıydı. Öldüğünde kolejden ayrılmak zorunda kaldı. İyi bir psikolog olacaktı.Ama şimdi onun yerine bir fabrikada çalışıyor. Bu pizzacı çocuğumuz için çok kötü oldu. Birkaç sene önce iyi bir terapist işine yarardı, ama o iyi terapist onun için orada olamadı. Onun yerine Freud yanlısı bir şarlatan vardı. Ve piyango talihlimizi hatırlıyor musun? Evet hatırlıyorsun. Pizzacının komşusuydu. Tüm parasını kaybettikten sonra, arabasının önüne atladı diye anlamsızca çocuğu dövdü. Genç delikanlımız için dramatik bir anı. Ve annesi olay sonrası çocuğu korumadı.Koruyamazdı. Sigortacıyı bıçaklayan kapkaççılardan biri olan sevgilisi tarafından kendisine verilen uyuşturucuları kullandıktan sonra koruyamazdı. O uyuşturucuları çaldığı paralarla almıştı adam. Şimdi sanatımın hedefindeki kişiyi görüyor musun?''
Jack oturdu, gözleri yaşardı. Kalkmak istedi. Donna'yı kontrol etmek istedi, ama kalkmak için çok korkmuştu.Ölmekten değil acı sonu göreceğinden. Seer'ın olmuş ya da olacak her şeyi bildiği sonu.
Seer devam etti.'' Jack benim için yüzlerce görev tamamladın, ve her biri nihai bir amaca hizmet ediyordu. Onu psikolojik açıdan yıkmak, bir canavara dönüştürmek ve bu gece onu buraya getirmek.
Göremiyor musun Jack? Bu olasılıklar on binlerce insan, ve milyarlarca olasılıkla ilgili. Eğer tüm bu görevlerden birini bile başaramamış olsaydın bu olaylar zinciri parçalanacaktı. Bu şarkı benim tarafımdan bestelendi ve senin tarafından çalındı. Beraber muhteşem bir şeyi başardık, bu bizim insan manipülasyonu üzerine ustalık eserimiz. Ve hepsi seninle başladı, seninle bitecek. Zamanda iki muhteşem nokta. Bu gece yanlış adres, verilmeyen bahşiş, zavallı çocuk sonunda doldu. Şu an aşağı katlarda. Donna'nın boğazını kesiyor şu an."
Jack aşağı kattan kısa, örtülü bir çığlık duydu. Ardından acılı bir hırlama.''Hayır,'' Jack çığlık attı ve ayağı kalktı. Aşağı inmeye başladı.
''Jack,dur'' ses kafasının içinde yankılandı. Hoş bir sesti, erkeksi ama naif. Aynı zamanda hem kocamış hem de bilgece bir sesti.''O kısa zaman sonra sana gelecek ve yapabileceğin hiçbir şey yok.''
''Ama, neden?'' göz pınarlarından damlalar fışkırmaya başladı.
''Eğer seninle başlayıp, seninle bitmeseydi artistik bir başyapıt olamazdı.'' Sesi yatıştırıcıydı.''Direkt olarak seninle konuşmamı takdir etmeni bekliyorum. Bu benim tüm enerjimi tüketiyor, muhtemelen daha kimseyle etkileşime geçemeyeceğim ebediyete kadar. Bu senin benim için ne kadar özel olduğunu kanıtlıyor. Lütfen üzüntü duyma. Başarımızı anlamanı ve mümkün olduğunca zevk almanı istiyorum.'' Ses anlığına duraksadı.''Biliyor musun Jack, eğer senle hiç iletişime geçmeseydim 85 yıl yaşayacaktın. Seksen beş anlamsız, gereksiz, sıkıcı yıl. Ve öldüğünde cenazene kimse gelmeyecekti. Sana 20 harika anlamlı yıl verdim. Mutlu olman lazım beraber harika, eşsiz şeyler başardık.''
Jack bir dakikalığına durdu ve yirmi yıl boyuncaki mutluluğunu düşündü. Gözünden yaşlar akmaya başladı, hem üzüntü hem mutluluk gözyaşları. Döndü ve bilgisayara baktı, arkasında çılgın pizzacının silüeti sol elinde kanlı bir bıçak ile belirmeden önce Jack gözyaşlarını sildi, ve Seer'ın az önce kendisine anlattıklarını sindirdi. Dev kendisine yaklaştığı sırada ağzından şu son sözler döküldü:
''Teşekkür ederim.''
17 Temmuz 2016 Pazar
Seer of Possibilities (Part 1)
Bazı zamanlar, yabancı varlıklar seninle iletişime geçebilmek için enteresan yollar bulur. Bazen bir Ouija Tahtası olabilir, belki rüyanıza girebilir, veya bazen başka biri aracılığıyla sizle konuşurlar. Her birinin kendine özgü stilleri ve seçimleri vardır. Onlarla iletişime geçen biri olan Jack varlıkla kendi Pc'si aracılığı ile konuşmuştu. Sanırım bu iletişim ekran yazısı üzerinden olduğunu söyleyebilirim. Bunun ilk yaşandığı zaman, Jack bilgisayarı başında Solitaire oynuyordu. Router'ında yanıp sönen kırmızı ışık belirdiğinde interneti tekrar gitmişti. İnternet bağlatılalı bir hafta olmuştu,ve Jack bu kalitesiz internet servisine alışmaya çalışıyordu. Kartlarını oynattığı sırada oyun koyu siyah ekrana geçti ve kırmızı yazı belirdi.
''Merhaba Jack, Senden bir iyiliğe ihtiyacım var. Sen çok özel bir insansın ve bana yardım edeceğini biliyorum. Bunu herhangi birinden isteyemem. Gerçekten senin yardımına ihtiyacım var.
Jack bir saniyeliğine durakladı. Router'ının ışığı hala kırmızıydı.''Bu bir çeşit şaka mı?'' diye düşünmekten kendini alıkoyamadı.
Bir süre sonra mesaj devam etti, ''Evet Jack, biliyorum bu senin için tuhaf. Fakat endişelenmeni istemiyorum.Bu sadece basit kolay bir istek. Ödüllendirileceğinden şüphen olmasın.
Jack panikle internet kablosunu duvardan tamamen çıkardı.
'' Hala buradayım Jack. Senin daha fazla zamanını harcamak istemiyorum bu yüzden isteğime geleceğim. Yarın işe gittiğinde asansörün yanında yerde duran dikili vazoyu oynatmana ihtiyacım var.Tek yapman gereken onu üç karış sağa doğru itmen. Eğer bunu 8:17'de yaparsan orada kimse olmayacak.
Jack oturdu. cevap vermeyi reddetti,hala ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Yazı devam etti,'' Bak Jack. bunu senden istiyorum çünkü BİLİYORUM yapacaksın.Beni hayal kırıklığına uğratmayacaksın. Çünkü sen özelsin.Yarın konuşuruz.''
Hala başına gelenlerden sarsılmıştı, sıcak bir du aldı ve yatağa girmek için hazırlandı,kendini çılgın bir hayal gördüğü veya bunun özenle hazırlanmış bir şaka olduğu konusunda inandırmaya çalışıyordu. Ama kim ona böyle bir şaka yapardı ki? Pek fazla dostu veya düşmanı yoktu.
Sonraki güne tazelenmiş bir şekilde uyandı. İş saat 8:30'da başlayacaktı ve Jack asla geç kalmazdı. 8:10'da aracını park etti, Normalde sadece içeri girerdi.Ama mesaj ona bitkiyi saat 8:17'de oynatmasını söylemişti. Bunu gerçekten yapacak mıydı? Bir gecede Jack'in korkusu merağa dönüşmüştü. Bitkiyi oynatsaydı, yasa dışı bir şey yapmış olmazdı, değil mi? Jack'in aklında en makul hareket bitkiyi oynatmak olarak geçti. Bunu yapacaktı ve hiçbir şey olmayacaktı.Artık tüm bu çılgınlığı arkasında bırakabilirdi.8:17'den bir dakika önce arabasından ayrıldı ve binaya doğru yürüdü. Girmesi gereken saatte binaya girdi. Mesaj haklıydı, etrafta kimsecikler yoktu.
''Garip'' diye düşündü Jack. Bina normalde sabahın bu saatinde kalabalık olurdu, fakat bu geçici sükunet tam olarak tahmin edilmişti.
''Tamam o zaman.Hadi ne olacağını görelim'' diye kendi kendine mırıldandı Jack.
On katlı binanın asansörlerinin arasına sıkıca yerleştirilmiş saksı bitkisine doğru yürüdü.Bitki sahte gibi duruyordu, İnsanların her gün farkına bile varmadan yanından geçip gittiği bir dekorasyon. Jack'in tahmininden daha ağırdı. Biraz efor sarf etti ve en iyi tahminine göre üç karış sağa ilerletti.Geri çekildi ve bitkiye baktı,sonra lobiye göz gezdirdi. İnsanlar arkasından geliyordu. Ve lobi tekrar dolmaya başlamıştı bile. Hiç kimse bitkinin hafifçe sağa kaydığını fark etmedi, hiçbir şey farklı görünmüyordu. Jack sıradaki asansöre geçti ve bekledi.Bekledi...Bir şeyin olmasını
bekledi.Ama hiçbir şey olmadı. Sonunda Jack asansöre girdi ve yedinci kattaki odasına doğru yola çıktı,her zamanki gibi.
Eğer Jack'in iş arkadaşlarından onu tanımlamasını isteseydiniz, kibar,sessiz,saygılı ve yetenekli gibi sözcükler duyardınız.Ama bu sözler gerçeğin çok azını işaret ediyordu. Jack'in insanların çoğunu sevmediği gerçeğinin. Onlardan nefret etmek gibi değil de onları tanımak ya da onlarla arkadaş olmak çok az ilgisini çektiği gibi.Fakat bu herkes için geçerli değildi. Allie, kendisinden iki oda aşağıda çalışan kız hakkında daha fazla şey öğrenmek isteyeceği tek insandı.Kocaman gülümsemesi, sarı saçları ve güzel vücut hatlarıyla, Jack onun hakkında her şeyi öğrenmek istiyordu. Kadınlarla geçmişteki başarısızlıklarına rağmen onu tanıma konusunda hiçte fena gitmiyordu. Odasına geçtiği her sabah sohbet için dururdu.Bu konuşmalar başta birer dakika sonra ikişer, ardından dakikalarca oluvermişti. Jack onun kendisini beğenmesine oldukça şaşırmıştı.
Bu özel sabahta, günlük konuşmaları sadece birkaç dakika sürmüştü. Sabahlaştıkları ve Allie'nin çılgın gecesinden bahsettikleri sırada arkasındaki asansör kapısı açıldı. Dışarı ikisinin de patronu olan James Bentley topallayarak çıktı.
James ofisin dışından bile duyulabilecek bir ses tonuyla ''Lanet ayağım'' diye söylendi.
''Ne oldu James'' diyerek geveledi Jack.
''Sorun lobideki lanet bitki.Ona çarptım ve bileğimi burktum.''
''James, zar zor yürüyebiliyorsun. Hastaneye gitmen gerek'' diye cevapladı Allie endişeli bir şekilde.
''Bunu şimdi yapamam.Tüm gün görüşmelerim var.İptal etmek için fazla önemliler. Sadece dişimi sıkmam gerek.
Jack afallamış hissetti,Allie'nin odasından konuşmanın ortasında ayrıldı, ve sandalyesine gömüldü. Bu onun hatasıydı.Bundan emindi.Nasıl bu kadar aptal ve dikkatsiz olabilirdi. Ama hala endişeye mahal yoktu. İncilmiş bit bilek iyileşebilirdi her şey normale dönebilirdi.
Eve döndüğünde, Jack derhal bilgisayarının açma tuşuna bastı. . Bilgisayar açılır açılmaz ekran karardı ve yeni bir mesaj belirdi.
''Günün nasıldı Jack?''
Oturdu.Ekrana bakıyordu, nasıl cevaplayacağını bilmiyordu. Ekrandaki mesaj devam etti,'' Aslında gününün nasıl geçtiğini biliyorum, ama bana kibar olmadığım söylensin istemem. Neler döndüğünü merak ediyorsun. James Bentley'in bileğini neden burktuğunu merak ediyorsun. Peki Jack, bu olaylar zinciri rastgele oluşmadı. Yakın zamanda sana pek bir şey anlatmak istemiyorum, ama bir süre sonra tüm bunlar bir anlam ifade edecek. Sadece yarın her zamanki gibi işine dön. Hiçbir şeyden şüphelenme Jack. Ödüllendirileceksin.Sen özel birisin.Yarın konuşuruz.
Jack sandalyesine geri oturdu. Neler dönüyordu? Ona tüm bunları gönderen kimdi? Jack'in meraktan çatlayacak durumdaydı. , ve biraz da yarın olacakları görmek için heyecanlıydı.
Sonraki sabah her şey olması gerektiği gibi başladı. Jack bitkinin eski yerine itildiğini fark etti, büyük ihtimalle geceleyin temizlik ekibi tarafından. Yemekten sonra James Bentley göründü, hala sağlam olan ayağı üzerinde ofisine doğru topallıyordu.
''Adamım bu ayak beni öldürüyor.'' Jack adamın dediğine kulak misafiri oldu, ama görünüşe göre James'in kaçırmak istemeyeceği bir buluşması vardı. Jack onu tekrar gördüğünde saat üç olmamıştı. Allie'yi her zaman diğerlerine yeğleyen James topallayarak onun odasına geldi.
''Allie, şu an bir şey yapmıyorsun değil mi?''
''Imm hayır. Yarına kadar bekleyemeyecek bir şey yok, sanırım.''
''İyi, beni doktoruma kadar bırakabilir misin? Muhtemelen dün gittim ama, kurtulamadım. Bu acı şu an beni öldürüyor ve kendim sürebileceğimi sanmıyorum, Sabah buraya zar zor geldim, ve şu an gaz pedalına bile basabileceğimi sanmıyorum. İstersen benim arabamı alırız.''
''Olur, sorun değil James. Seni seve seve doktora götürürüm. Jack'e dönüp vedalaştı,'' Yarın görüşürüz Jackie'' Ceketini giydi ve James'i koridorun sonuna doğru debelenirken takip etti. Yarım döndü ve Jack'e doğru yüzünde küçük bir gülümsemeyle omuz silkti. Jack o gittiğinde her zamankinden daha fazla yalnız hissetti.
On dakika sonra herkes bir kaza sesi işitti. 18 tekerlinin kornasını ve cırtlak frenleri duymadan önceydi bu. Kaza iki koca metal objenin mide bulandırıcı bir pat sesi ile birbirine çarpması gibiydi. Ses yedinci katta bile gürültülüydü. Ofis çalışanları nefeslerini tuttular ve camlara doğru koştular.
''Bu James'in aracı mı?'' diye sordu biri.
''Buradan anlaması zor'' diye cevapladı bir başkası. ''Ortalık toz duman.''
Az önce ne olduğunun dehşet verici iması Jack'in zihnine ŞAK diye kazındı.
''Hayır,Hayır,Hayır'' diye düşündü.'' Bu olmuş olamaz.''
Sarsılmış bir şekilde, ofisten birkaç kişiyle zemin kata indi. Bazıları ağlıyordu. Olay mahallindeki giderek büyüyen gruba katıldıkları sırada, Jack uzaktan gelen acil servis sirenlerinin sesini duyabiliyordu. Gerizekalı sürüsünün arkasından, 18 tekerlinin James'in aracına kapı tarafından çarptığını görebiliyordu. 18 tekerlinin sürücüsü kaldırıma fırlamış, tepkisizce yatıyordu. James aracının yolcu kısmında oturuyordu. kanlı suratında şaşkın bir ifade ile. Jack onun ölmüş ya da yaşıyor olduğunu anlayamadı. Sürücü kısmı,Allie'nin oturduğu yer darbeyi alan kısımdı. Oturduğu alan orijinal boyutunun üçte bir oranına inmişti. Allie'nin kafası yarılmış, bedeni bükülmüş, hırpalanmış ve parçalanmıştı. Kalabalık serseme dönmüştü. Gözyaşları,çığlıklar, siren sesleri; Jack'in duyabildiği şeyler sadece bunlardı. Binaya dönmeden arabasına atladı ve eve sürdü, kızgın ve üzgün bir şekilde.
Jack evine dolayısıyla da bilgisayarına doğru bir yolculuk yapmıştı. Makine orada duruyordu,onu açmak istedi, ama bulacağı şeyden korkuyordu. Allie'nin ölümünden gerçekten de sorumlu muydu? Bütün bu olaylar zinciri kendisi ile başlamıştı. Kimi suçlayacağını biliyordu. Güç tuşuna uzandı, ardından elini geri çekti. Sonunda açabilecek mentaliteyi kendinde buldu. Ekran titreşti ardından karardı, alıştığı yazı tekrardan belirmeye başladı.
''Hayır, Jack bu senin suçun değil. Kendini suçladığını biliyorum. Ama er geç her insan ölür, bazıları diğerlerinden daha erken.''
Jack ekrana bakakaldı. Monitörü yere fırlatma dürtüsü ile baş etmeye çalışıyordu.
Bir süre sonra yazı devam etti.''Jack, sana bir şey anlatacağım, ve gerçekten söyleyeceklerimi ciddi bir şekilde düşünmene ihtiyacım var. Allie ile bir aşk yaşadığını sanıyordun. Gerçek şu ki, sadece onu cinsel dürtüler için arzuladın. Lütfen dilimi bağışla, fakat acı gerçeği fark etmek kör olmaktan iyidir, o sana göre biri değildi. Hayatını sana çekilmez kılacaktı. Evet ona çıkma teklifi etme cesaretini kendinde bulacaktın. Aslına bakarsan o da senle ilgileniyordu. Senin iyi bir proje olduğunu
düşünüyordu. Onun için üzücü bir durum, seni için değil. Sana söylediği her şeyi gözden geçirmeni istiyorum. Son erkek arkadaşı ondan neden ayrılmıştı?''
''Çünkü onu aldatmıştı'' diye geveledi Jack.
''Çünkü onu aldatmıştı, Jack. Sana da aynı şeyi yapacaktı. Seni sadece iki aycığına mutlu edecekti, ardından dört yıllığına da sefil. Gizlice arkandan seninle dalga geçecekti, tüm paranı yiyecekti.Ondan bir sefer kurtulduğunda o kadar bitkin kalacaktın ki bir daha asla bir randevuya çıkmayacaktın. Bu doğru Jack, ben tüm olasılıkları görürüm. Olacakları, olabilecekleri ve olmaması gerekenleri... İşteyken onun nasıl biri olduğunu görmüştün Jack, ama onun şehveti gerçeği görmeni engelledi. Beraber, sen ve ben bu yoldan gitmediğinden emin olacağız. Son bir şey daha Jack oyun daha bitmedi. Daha yapacaklarımız var.''
''Hayır,lanet olsun sana! Sen onu öldürdün!'' Jack bağırdı ve monitörü masadan fırlattı.Zemine çarptı ve kıvılcım çıkardı. Jack o gece zar zor uyuyabildi, ve sonraki gün işe gitmek isteyeceğinden emin değildi. Ama son sözleri merak duygusunu güçlendirmişti. Öfkesi veya o andaki duygusu her neyse yatışmıştı. O gün ofiste hiçbir iş yapılmadı. Şirket o gün keder danışmanlarını getirdi, insanlar düşüncelerini paylaştılar, ağladılar, sarıldılar. James kazadan kurtulmuştu, ama komaya girmişti.
Doktorlar onun toparlayacağını söylediler, fakat kimse emin değildi.
Akşam üstü Diego Salbara Jack'e yanaştı. Diego Salbara bölümün başıydı. Jack'e belli belirsiz James'in pozisyonunu teklif etti. Teknik olarak geçici bir işti. Ama James de yakın zamanda gelemeyecekti. Diego Jack'e belli bir süre geçtikten sonra terfinin kalıcı olacağı sözünü verdi.
''Bunu biraz düşün'' dedi Diego. ''Biliyorum biraz hızlı oldu ama James'in üzerinde çalıştığı Lancester projesi durdurulamaz. Şirket için çok önemli. Yönetmesi gereken birine ihtiyacım var. Bu bekleyemez.''
Afallayan Jack terfiyi kabul etti. İşten değişik duyguların karışımı ile ayrıldı, ne hissetmesi gerektiği konusunda emin değildi. Eve dönüş yolunda elektronik dükkanında durdu ve yeni bir monitör aldı.Eve döndü ve yeni monitörü bilgisayara bağladı. Yazı tekrardan ekranda belirmeye başladı.
''Jack, seni ilk kutlayan ben olmak istedim!''Başardığın şeylerle gurur duyuyorum.''
Jack ekrana bakakaldı.
''Jack ben af dilemek istiyorum. Çünkü daha kendimi tanıtmadım! Bana Seer derler. Sana önceden dediğim gibi, Olacakları görürüm,ve olabilecekleri. Sahip olduğum güçlü bir yetenek. Ama biliyor musum Jack? Tüm yeteneklerime rağmen bedensel bir yetim yok. Tahmin edebilirim, görürüm ve yeterli eforla iletişime dahi geçebilirim. Ama bir bedenim yok, bu benden uzun zaman önce alınmış bir şey. İşte bu yüzden sana ihtiyacım var Jack. Ben bşr artistim. Sanatımda insanları manipüle
etmek. Sen ise benim tuvalimin fırçasısın. Benimle çalışmanı istiyorum Jack. Basit, ZARARSIZ istekler, sadece bazı görevleri yerine getir,zamandan zamana.
Jack git gide merakına yenik düşüyordu.
''Ve Jack bana cevap vermeden önce, birkaç şeyi bilmene ihtiyacım var. Hepsinden önce sana asla yalan söylemem. İkinci olarak senden yanlış ya da yasa dışı bir şey istemem. Evet kötü sonuçlar olacak, hatta bazen insanlar ölecek. Ama eninde sonunda ölmeyecekler mi zaten? Ve kötü her zaman senin başına iyi birşey gelmesi
ile dengelenecek.''
''Jack son fikirle ilkildi. Ama bilgisayarı kapatma dürtüsü ile baş etti. Seer haklıydı. Herkes bir şekilde ölecekti her nasılsa, neden bununla iyi birşey gelmesin? Ve ona yalan söyleme fikrine ne demeli? Eğer Allie'nin öleceğini o zaman bilseydi, isteği asla yapmazdı.Ama daha fazkasını fark etti.Seer'ın ona yalan söylemediği gibi. Sadece tüm bilgiyi vermiyordu. İşte bu yüzden Jack Seer'a güvenip güvenemeyeceğinden emin değildi.
''Benimle çalış Jack.Birlikte inanılmaz şeyleri başarabiliriz. Sadece küçük istekler yapman gereken. Ama tüm bu küçük isteklerin büyük sonuçları olacak.Harika olacak Jack.Ve her biri senin ödüllendirilmen ile bitecek. İşte bu benim sanatımın güzelliği, tek bir istek tek bir iyi ve tek bir kötü şeyle sonuçlanacak. Son bir şey Jack, eğer seninle şimdi konuşmasaydım bana katılman iki haftayı alacaktı. Ama ne biliyor musun Jack, sonunda bana KATILACAKSIN. Bu doğru sonunda evet diyeceksin. Beklemek yerine şimdi evet desen ne olur? Hadi başlayalım Jack. Ve tüm bunlar bittiğinde bana teşekkür edeceksin, söz veriyorum.''
Jack Seer'ın az önce söylediklerini düşündü. En baştaki isyan isteği yavaşça solmaya hatta yok olmaya başlamıştı. Durakladı ve ilk defa parmaklarını klavyeye götürdü. ''Benden ne yapmamı istiyorsun?''
Ç.N. = Merhaba arkadaşlar, ben yeni yazarınız Léon the Amateur. Bana kısaca Leon diyebilirsiniz. Pasta biraz uzun olduğu için ikiye bölmeyi uygun gördük. Bu arada olur olmadık yerde paragraf bitmesi benim hatam. Bir daha olmayacak. Mümkün olduğunca aktif olmaya çalışacağım. Sağlıcakla kalın.
''Merhaba Jack, Senden bir iyiliğe ihtiyacım var. Sen çok özel bir insansın ve bana yardım edeceğini biliyorum. Bunu herhangi birinden isteyemem. Gerçekten senin yardımına ihtiyacım var.
Jack bir saniyeliğine durakladı. Router'ının ışığı hala kırmızıydı.''Bu bir çeşit şaka mı?'' diye düşünmekten kendini alıkoyamadı.
Bir süre sonra mesaj devam etti, ''Evet Jack, biliyorum bu senin için tuhaf. Fakat endişelenmeni istemiyorum.Bu sadece basit kolay bir istek. Ödüllendirileceğinden şüphen olmasın.
Jack panikle internet kablosunu duvardan tamamen çıkardı.
'' Hala buradayım Jack. Senin daha fazla zamanını harcamak istemiyorum bu yüzden isteğime geleceğim. Yarın işe gittiğinde asansörün yanında yerde duran dikili vazoyu oynatmana ihtiyacım var.Tek yapman gereken onu üç karış sağa doğru itmen. Eğer bunu 8:17'de yaparsan orada kimse olmayacak.
Jack oturdu. cevap vermeyi reddetti,hala ne olduğunu anlamaya çalışıyordu.
Yazı devam etti,'' Bak Jack. bunu senden istiyorum çünkü BİLİYORUM yapacaksın.Beni hayal kırıklığına uğratmayacaksın. Çünkü sen özelsin.Yarın konuşuruz.''
Hala başına gelenlerden sarsılmıştı, sıcak bir du aldı ve yatağa girmek için hazırlandı,kendini çılgın bir hayal gördüğü veya bunun özenle hazırlanmış bir şaka olduğu konusunda inandırmaya çalışıyordu. Ama kim ona böyle bir şaka yapardı ki? Pek fazla dostu veya düşmanı yoktu.
Sonraki güne tazelenmiş bir şekilde uyandı. İş saat 8:30'da başlayacaktı ve Jack asla geç kalmazdı. 8:10'da aracını park etti, Normalde sadece içeri girerdi.Ama mesaj ona bitkiyi saat 8:17'de oynatmasını söylemişti. Bunu gerçekten yapacak mıydı? Bir gecede Jack'in korkusu merağa dönüşmüştü. Bitkiyi oynatsaydı, yasa dışı bir şey yapmış olmazdı, değil mi? Jack'in aklında en makul hareket bitkiyi oynatmak olarak geçti. Bunu yapacaktı ve hiçbir şey olmayacaktı.Artık tüm bu çılgınlığı arkasında bırakabilirdi.8:17'den bir dakika önce arabasından ayrıldı ve binaya doğru yürüdü. Girmesi gereken saatte binaya girdi. Mesaj haklıydı, etrafta kimsecikler yoktu.
''Garip'' diye düşündü Jack. Bina normalde sabahın bu saatinde kalabalık olurdu, fakat bu geçici sükunet tam olarak tahmin edilmişti.
''Tamam o zaman.Hadi ne olacağını görelim'' diye kendi kendine mırıldandı Jack.
On katlı binanın asansörlerinin arasına sıkıca yerleştirilmiş saksı bitkisine doğru yürüdü.Bitki sahte gibi duruyordu, İnsanların her gün farkına bile varmadan yanından geçip gittiği bir dekorasyon. Jack'in tahmininden daha ağırdı. Biraz efor sarf etti ve en iyi tahminine göre üç karış sağa ilerletti.Geri çekildi ve bitkiye baktı,sonra lobiye göz gezdirdi. İnsanlar arkasından geliyordu. Ve lobi tekrar dolmaya başlamıştı bile. Hiç kimse bitkinin hafifçe sağa kaydığını fark etmedi, hiçbir şey farklı görünmüyordu. Jack sıradaki asansöre geçti ve bekledi.Bekledi...Bir şeyin olmasını
bekledi.Ama hiçbir şey olmadı. Sonunda Jack asansöre girdi ve yedinci kattaki odasına doğru yola çıktı,her zamanki gibi.
Eğer Jack'in iş arkadaşlarından onu tanımlamasını isteseydiniz, kibar,sessiz,saygılı ve yetenekli gibi sözcükler duyardınız.Ama bu sözler gerçeğin çok azını işaret ediyordu. Jack'in insanların çoğunu sevmediği gerçeğinin. Onlardan nefret etmek gibi değil de onları tanımak ya da onlarla arkadaş olmak çok az ilgisini çektiği gibi.Fakat bu herkes için geçerli değildi. Allie, kendisinden iki oda aşağıda çalışan kız hakkında daha fazla şey öğrenmek isteyeceği tek insandı.Kocaman gülümsemesi, sarı saçları ve güzel vücut hatlarıyla, Jack onun hakkında her şeyi öğrenmek istiyordu. Kadınlarla geçmişteki başarısızlıklarına rağmen onu tanıma konusunda hiçte fena gitmiyordu. Odasına geçtiği her sabah sohbet için dururdu.Bu konuşmalar başta birer dakika sonra ikişer, ardından dakikalarca oluvermişti. Jack onun kendisini beğenmesine oldukça şaşırmıştı.
Bu özel sabahta, günlük konuşmaları sadece birkaç dakika sürmüştü. Sabahlaştıkları ve Allie'nin çılgın gecesinden bahsettikleri sırada arkasındaki asansör kapısı açıldı. Dışarı ikisinin de patronu olan James Bentley topallayarak çıktı.
James ofisin dışından bile duyulabilecek bir ses tonuyla ''Lanet ayağım'' diye söylendi.
''Ne oldu James'' diyerek geveledi Jack.
''Sorun lobideki lanet bitki.Ona çarptım ve bileğimi burktum.''
''James, zar zor yürüyebiliyorsun. Hastaneye gitmen gerek'' diye cevapladı Allie endişeli bir şekilde.
''Bunu şimdi yapamam.Tüm gün görüşmelerim var.İptal etmek için fazla önemliler. Sadece dişimi sıkmam gerek.
Jack afallamış hissetti,Allie'nin odasından konuşmanın ortasında ayrıldı, ve sandalyesine gömüldü. Bu onun hatasıydı.Bundan emindi.Nasıl bu kadar aptal ve dikkatsiz olabilirdi. Ama hala endişeye mahal yoktu. İncilmiş bit bilek iyileşebilirdi her şey normale dönebilirdi.
Eve döndüğünde, Jack derhal bilgisayarının açma tuşuna bastı. . Bilgisayar açılır açılmaz ekran karardı ve yeni bir mesaj belirdi.
''Günün nasıldı Jack?''
Oturdu.Ekrana bakıyordu, nasıl cevaplayacağını bilmiyordu. Ekrandaki mesaj devam etti,'' Aslında gününün nasıl geçtiğini biliyorum, ama bana kibar olmadığım söylensin istemem. Neler döndüğünü merak ediyorsun. James Bentley'in bileğini neden burktuğunu merak ediyorsun. Peki Jack, bu olaylar zinciri rastgele oluşmadı. Yakın zamanda sana pek bir şey anlatmak istemiyorum, ama bir süre sonra tüm bunlar bir anlam ifade edecek. Sadece yarın her zamanki gibi işine dön. Hiçbir şeyden şüphelenme Jack. Ödüllendirileceksin.Sen özel birisin.Yarın konuşuruz.
Jack sandalyesine geri oturdu. Neler dönüyordu? Ona tüm bunları gönderen kimdi? Jack'in meraktan çatlayacak durumdaydı. , ve biraz da yarın olacakları görmek için heyecanlıydı.
Sonraki sabah her şey olması gerektiği gibi başladı. Jack bitkinin eski yerine itildiğini fark etti, büyük ihtimalle geceleyin temizlik ekibi tarafından. Yemekten sonra James Bentley göründü, hala sağlam olan ayağı üzerinde ofisine doğru topallıyordu.
''Adamım bu ayak beni öldürüyor.'' Jack adamın dediğine kulak misafiri oldu, ama görünüşe göre James'in kaçırmak istemeyeceği bir buluşması vardı. Jack onu tekrar gördüğünde saat üç olmamıştı. Allie'yi her zaman diğerlerine yeğleyen James topallayarak onun odasına geldi.
''Allie, şu an bir şey yapmıyorsun değil mi?''
''Imm hayır. Yarına kadar bekleyemeyecek bir şey yok, sanırım.''
''İyi, beni doktoruma kadar bırakabilir misin? Muhtemelen dün gittim ama, kurtulamadım. Bu acı şu an beni öldürüyor ve kendim sürebileceğimi sanmıyorum, Sabah buraya zar zor geldim, ve şu an gaz pedalına bile basabileceğimi sanmıyorum. İstersen benim arabamı alırız.''
''Olur, sorun değil James. Seni seve seve doktora götürürüm. Jack'e dönüp vedalaştı,'' Yarın görüşürüz Jackie'' Ceketini giydi ve James'i koridorun sonuna doğru debelenirken takip etti. Yarım döndü ve Jack'e doğru yüzünde küçük bir gülümsemeyle omuz silkti. Jack o gittiğinde her zamankinden daha fazla yalnız hissetti.
On dakika sonra herkes bir kaza sesi işitti. 18 tekerlinin kornasını ve cırtlak frenleri duymadan önceydi bu. Kaza iki koca metal objenin mide bulandırıcı bir pat sesi ile birbirine çarpması gibiydi. Ses yedinci katta bile gürültülüydü. Ofis çalışanları nefeslerini tuttular ve camlara doğru koştular.
''Bu James'in aracı mı?'' diye sordu biri.
''Buradan anlaması zor'' diye cevapladı bir başkası. ''Ortalık toz duman.''
Az önce ne olduğunun dehşet verici iması Jack'in zihnine ŞAK diye kazındı.
''Hayır,Hayır,Hayır'' diye düşündü.'' Bu olmuş olamaz.''
Sarsılmış bir şekilde, ofisten birkaç kişiyle zemin kata indi. Bazıları ağlıyordu. Olay mahallindeki giderek büyüyen gruba katıldıkları sırada, Jack uzaktan gelen acil servis sirenlerinin sesini duyabiliyordu. Gerizekalı sürüsünün arkasından, 18 tekerlinin James'in aracına kapı tarafından çarptığını görebiliyordu. 18 tekerlinin sürücüsü kaldırıma fırlamış, tepkisizce yatıyordu. James aracının yolcu kısmında oturuyordu. kanlı suratında şaşkın bir ifade ile. Jack onun ölmüş ya da yaşıyor olduğunu anlayamadı. Sürücü kısmı,Allie'nin oturduğu yer darbeyi alan kısımdı. Oturduğu alan orijinal boyutunun üçte bir oranına inmişti. Allie'nin kafası yarılmış, bedeni bükülmüş, hırpalanmış ve parçalanmıştı. Kalabalık serseme dönmüştü. Gözyaşları,çığlıklar, siren sesleri; Jack'in duyabildiği şeyler sadece bunlardı. Binaya dönmeden arabasına atladı ve eve sürdü, kızgın ve üzgün bir şekilde.
Jack evine dolayısıyla da bilgisayarına doğru bir yolculuk yapmıştı. Makine orada duruyordu,onu açmak istedi, ama bulacağı şeyden korkuyordu. Allie'nin ölümünden gerçekten de sorumlu muydu? Bütün bu olaylar zinciri kendisi ile başlamıştı. Kimi suçlayacağını biliyordu. Güç tuşuna uzandı, ardından elini geri çekti. Sonunda açabilecek mentaliteyi kendinde buldu. Ekran titreşti ardından karardı, alıştığı yazı tekrardan belirmeye başladı.
''Hayır, Jack bu senin suçun değil. Kendini suçladığını biliyorum. Ama er geç her insan ölür, bazıları diğerlerinden daha erken.''
Jack ekrana bakakaldı. Monitörü yere fırlatma dürtüsü ile baş etmeye çalışıyordu.
Bir süre sonra yazı devam etti.''Jack, sana bir şey anlatacağım, ve gerçekten söyleyeceklerimi ciddi bir şekilde düşünmene ihtiyacım var. Allie ile bir aşk yaşadığını sanıyordun. Gerçek şu ki, sadece onu cinsel dürtüler için arzuladın. Lütfen dilimi bağışla, fakat acı gerçeği fark etmek kör olmaktan iyidir, o sana göre biri değildi. Hayatını sana çekilmez kılacaktı. Evet ona çıkma teklifi etme cesaretini kendinde bulacaktın. Aslına bakarsan o da senle ilgileniyordu. Senin iyi bir proje olduğunu
düşünüyordu. Onun için üzücü bir durum, seni için değil. Sana söylediği her şeyi gözden geçirmeni istiyorum. Son erkek arkadaşı ondan neden ayrılmıştı?''
''Çünkü onu aldatmıştı'' diye geveledi Jack.
''Çünkü onu aldatmıştı, Jack. Sana da aynı şeyi yapacaktı. Seni sadece iki aycığına mutlu edecekti, ardından dört yıllığına da sefil. Gizlice arkandan seninle dalga geçecekti, tüm paranı yiyecekti.Ondan bir sefer kurtulduğunda o kadar bitkin kalacaktın ki bir daha asla bir randevuya çıkmayacaktın. Bu doğru Jack, ben tüm olasılıkları görürüm. Olacakları, olabilecekleri ve olmaması gerekenleri... İşteyken onun nasıl biri olduğunu görmüştün Jack, ama onun şehveti gerçeği görmeni engelledi. Beraber, sen ve ben bu yoldan gitmediğinden emin olacağız. Son bir şey daha Jack oyun daha bitmedi. Daha yapacaklarımız var.''
''Hayır,lanet olsun sana! Sen onu öldürdün!'' Jack bağırdı ve monitörü masadan fırlattı.Zemine çarptı ve kıvılcım çıkardı. Jack o gece zar zor uyuyabildi, ve sonraki gün işe gitmek isteyeceğinden emin değildi. Ama son sözleri merak duygusunu güçlendirmişti. Öfkesi veya o andaki duygusu her neyse yatışmıştı. O gün ofiste hiçbir iş yapılmadı. Şirket o gün keder danışmanlarını getirdi, insanlar düşüncelerini paylaştılar, ağladılar, sarıldılar. James kazadan kurtulmuştu, ama komaya girmişti.
Doktorlar onun toparlayacağını söylediler, fakat kimse emin değildi.
Akşam üstü Diego Salbara Jack'e yanaştı. Diego Salbara bölümün başıydı. Jack'e belli belirsiz James'in pozisyonunu teklif etti. Teknik olarak geçici bir işti. Ama James de yakın zamanda gelemeyecekti. Diego Jack'e belli bir süre geçtikten sonra terfinin kalıcı olacağı sözünü verdi.
''Bunu biraz düşün'' dedi Diego. ''Biliyorum biraz hızlı oldu ama James'in üzerinde çalıştığı Lancester projesi durdurulamaz. Şirket için çok önemli. Yönetmesi gereken birine ihtiyacım var. Bu bekleyemez.''
Afallayan Jack terfiyi kabul etti. İşten değişik duyguların karışımı ile ayrıldı, ne hissetmesi gerektiği konusunda emin değildi. Eve dönüş yolunda elektronik dükkanında durdu ve yeni bir monitör aldı.Eve döndü ve yeni monitörü bilgisayara bağladı. Yazı tekrardan ekranda belirmeye başladı.
''Jack, seni ilk kutlayan ben olmak istedim!''Başardığın şeylerle gurur duyuyorum.''
Jack ekrana bakakaldı.
''Jack ben af dilemek istiyorum. Çünkü daha kendimi tanıtmadım! Bana Seer derler. Sana önceden dediğim gibi, Olacakları görürüm,ve olabilecekleri. Sahip olduğum güçlü bir yetenek. Ama biliyor musum Jack? Tüm yeteneklerime rağmen bedensel bir yetim yok. Tahmin edebilirim, görürüm ve yeterli eforla iletişime dahi geçebilirim. Ama bir bedenim yok, bu benden uzun zaman önce alınmış bir şey. İşte bu yüzden sana ihtiyacım var Jack. Ben bşr artistim. Sanatımda insanları manipüle
etmek. Sen ise benim tuvalimin fırçasısın. Benimle çalışmanı istiyorum Jack. Basit, ZARARSIZ istekler, sadece bazı görevleri yerine getir,zamandan zamana.
Jack git gide merakına yenik düşüyordu.
''Ve Jack bana cevap vermeden önce, birkaç şeyi bilmene ihtiyacım var. Hepsinden önce sana asla yalan söylemem. İkinci olarak senden yanlış ya da yasa dışı bir şey istemem. Evet kötü sonuçlar olacak, hatta bazen insanlar ölecek. Ama eninde sonunda ölmeyecekler mi zaten? Ve kötü her zaman senin başına iyi birşey gelmesi
ile dengelenecek.''
''Jack son fikirle ilkildi. Ama bilgisayarı kapatma dürtüsü ile baş etti. Seer haklıydı. Herkes bir şekilde ölecekti her nasılsa, neden bununla iyi birşey gelmesin? Ve ona yalan söyleme fikrine ne demeli? Eğer Allie'nin öleceğini o zaman bilseydi, isteği asla yapmazdı.Ama daha fazkasını fark etti.Seer'ın ona yalan söylemediği gibi. Sadece tüm bilgiyi vermiyordu. İşte bu yüzden Jack Seer'a güvenip güvenemeyeceğinden emin değildi.
''Benimle çalış Jack.Birlikte inanılmaz şeyleri başarabiliriz. Sadece küçük istekler yapman gereken. Ama tüm bu küçük isteklerin büyük sonuçları olacak.Harika olacak Jack.Ve her biri senin ödüllendirilmen ile bitecek. İşte bu benim sanatımın güzelliği, tek bir istek tek bir iyi ve tek bir kötü şeyle sonuçlanacak. Son bir şey Jack, eğer seninle şimdi konuşmasaydım bana katılman iki haftayı alacaktı. Ama ne biliyor musun Jack, sonunda bana KATILACAKSIN. Bu doğru sonunda evet diyeceksin. Beklemek yerine şimdi evet desen ne olur? Hadi başlayalım Jack. Ve tüm bunlar bittiğinde bana teşekkür edeceksin, söz veriyorum.''
Jack Seer'ın az önce söylediklerini düşündü. En baştaki isyan isteği yavaşça solmaya hatta yok olmaya başlamıştı. Durakladı ve ilk defa parmaklarını klavyeye götürdü. ''Benden ne yapmamı istiyorsun?''
Ç.N. = Merhaba arkadaşlar, ben yeni yazarınız Léon the Amateur. Bana kısaca Leon diyebilirsiniz. Pasta biraz uzun olduğu için ikiye bölmeyi uygun gördük. Bu arada olur olmadık yerde paragraf bitmesi benim hatam. Bir daha olmayacak. Mümkün olduğunca aktif olmaya çalışacağım. Sağlıcakla kalın.
14 Temmuz 2016 Perşembe
"Internet Friend"
Şunu belirtmeme izin verin. Ben bütün zamanını bilgisayar karşısında geçiren, Youtube izleyen, Steam'den oyunlar oynayan, ve Creepypasta okuyan ineklerdenim. Bu bir sorun, biliyorum, beni yargılamanıza gerek yok. Kahretsin, hepiniz benimle aynı durumdasınızdır muhtemelen. Bir şey hariç.
Geç bir cuma gecesiydi. Ertesi gün okulum yoktu, o yüzden erken kalkmak konusunda endişe etmem gerekmiyordu. İnternetteydim (büyük süpriz) , rastgele sitelerde geziyordum ve bir reklam dikkatimi çekti. Bir şey kazandığınızı söyleyen pop-up'lardan biriydi. Ödül genelde Iphone veya Ipad'di, ama bu reklam farklıydı.
"Tebrikler, beni kazandınız."
Beni? Bu da ne demek? Normalde görmezden gelip yaptığım işe devam ederdim, ama bu garip küçük reklam beni çekiyordu. Merak edip tıkladım.
Reklam yeni bir sekme açtı, siyah arka planda bulunan, arada bir yanıp sönen bir sohbet kutusu vardı. Tek bir mesaj odamın karanlığında parlıyordu.
"Merhaba arkadaşım." Düşünmeden cevap yazdım.
"Sen de kimsin?"
"Bir arkadaş."
"Bir ismin var mı?"
"Anonim."
"Bu bir isim değil."
"Evet öyle. Senin ismin ne?"
"Sana ismimi söylemiyorum."
"SÖYLE!"
Ani tepki beni biraz korkuttu. Sohbetten çıkmalıydım, ama bir şey izin vermiyordu. Gizemli kişiyle konuşmaya devam ettim.
"Sana ismimi söylemiyorum."
"Arkadaşın olmak istiyorum. Eğer adını bilmezsem arkadaşın olamam ki."
"Kim olduğunu bile bilmiyorum. Neden arkadaşım olmayı bu kadar çok istiyorsun?"
"Çünkü beni kazandın."
"Nasıl?"
"Linke tıkladın. Beni özgür bıraktın. Seni bulup teşekkür edeceğim."
Bu noktada kollarımdaki bütün tüyler diken diken olmuştu. Bilgisayarımı bırakmak istiyordum, ama orda sıkışıp kalmıştım, bedenimi hareket ettiremiyordum. Parmaklarım isteğim dışında yazıyordu, mesaj üstüne mesaj gönderiyordu.
"Nerde yaşadığımı bilmiyorsun."
"Seni çoktan buldum. Ziyaret için geliyorum."
"Yalan atmayı kes. İkimiz de nerde olduğum hakkında bir fikrin olmadığını biliyoruz."
"Şapşal çocuk, çoktan geldim bile."
Aniden odamda bir varlık hissettim. Kafamı çevirmeye çalıştım, ancak vücudum izin vermedi. Arkamda ayak sesleri duydum, masama yaklaşırken ayak sesleri arttı ve arttı. Soğuk, kemikli bir el omzuma sarıldı, uzun tırnakları derime batıyordu. Bana doğru eğildi, kafası kafamın yanındaydı, kulağıma fısıldadı:
"Teşekkürler arkadaşım. İyi niyetin için seni ödüllendirmeme izin ver."
Psikopat gülümsemesi kafatasımın içinde yankılanırken halsiz hissettim. Ne olduğunu anlayamadan her şey karardı.
Tek ışık kaynağının bilgisayar olduğu karanlık bir odada uyandım. Başım çok kötüydü, sanki içeriden bir şey kafama vuruyordu. Ayağa kalkmaya çalıştım ama hala hareket edemiyordum. Gözlerim yavaşça ışığa alıştı ve ekrandakinin ne olduğunu anlamaya başladım. Kendi odamda bana benzeyen birini görüyordum, bilgisayarı kapadı ve ayağa kalktı. Tıpatıp bana benzeyen kişi bedenimi incelerken izledim, derimi çekip ellerimi saçımın arasından geçirdi. Bana bakmak için kafasını kaldırdığında korkudan nefesim kesildi. Gözlerim artık parlak sarı, kedi gözüne benzer bir şeydi. O gözler bilgisayar ekranından bana baktı, ruhumu delip geçti. Kafamı çevirmeyi denedim, ama vücudum buna da izin vermedi. Benim yerime geçen şey bana gülümsedi, gülümsemesi tüylerimi ürpertiyordu. Ekran siyah bir sohbet odasına geçiş yaptı, tek bir mesaj vardı.
"Hoşçakal arkadaşım."
Bu olaydan beri yıllar geçti. Ayağa kalkıp bu lanet bilgisayardan çıkmayı denedim, ama sadece kollarımı ve ellerimi hareket ettirebiliyorum. Burdan hala internete erişebiliyorum, ama ailemle veya arkadaşlarımla konuşamıyorum. Son günlerde konuştuğum kişiler ziyaret ettiğim internet sitelerinde tanıştığım rastgele yabancılar. O zaman bile yazmam gereken kelimeleri yazamıyorum. Parmaklarım acı mesajı göndermeme izin vermiyor, her zaman ifade etmek istediğim şeyi değiştiriyor.
Birinin görmesi ve ne yapması gerektiğini bileceği umudu ile hikayemi yazıyorum. Bütün bunları silmemek için bütün gücümü kullanıyorum. Biri ya da bir şey burdan kaçmamı istemiyor. Lütfen, eğer biri bunu görürse, yardım gönderi... yardım gö...
Lütfen arkadaşım ol.
Geç bir cuma gecesiydi. Ertesi gün okulum yoktu, o yüzden erken kalkmak konusunda endişe etmem gerekmiyordu. İnternetteydim (büyük süpriz) , rastgele sitelerde geziyordum ve bir reklam dikkatimi çekti. Bir şey kazandığınızı söyleyen pop-up'lardan biriydi. Ödül genelde Iphone veya Ipad'di, ama bu reklam farklıydı.
"Tebrikler, beni kazandınız."
Beni? Bu da ne demek? Normalde görmezden gelip yaptığım işe devam ederdim, ama bu garip küçük reklam beni çekiyordu. Merak edip tıkladım.
Reklam yeni bir sekme açtı, siyah arka planda bulunan, arada bir yanıp sönen bir sohbet kutusu vardı. Tek bir mesaj odamın karanlığında parlıyordu.
"Merhaba arkadaşım." Düşünmeden cevap yazdım.
"Sen de kimsin?"
"Bir arkadaş."
"Bir ismin var mı?"
"Anonim."
"Bu bir isim değil."
"Evet öyle. Senin ismin ne?"
"Sana ismimi söylemiyorum."
"SÖYLE!"
Ani tepki beni biraz korkuttu. Sohbetten çıkmalıydım, ama bir şey izin vermiyordu. Gizemli kişiyle konuşmaya devam ettim.
"Sana ismimi söylemiyorum."
"Arkadaşın olmak istiyorum. Eğer adını bilmezsem arkadaşın olamam ki."
"Kim olduğunu bile bilmiyorum. Neden arkadaşım olmayı bu kadar çok istiyorsun?"
"Çünkü beni kazandın."
"Nasıl?"
"Linke tıkladın. Beni özgür bıraktın. Seni bulup teşekkür edeceğim."
Bu noktada kollarımdaki bütün tüyler diken diken olmuştu. Bilgisayarımı bırakmak istiyordum, ama orda sıkışıp kalmıştım, bedenimi hareket ettiremiyordum. Parmaklarım isteğim dışında yazıyordu, mesaj üstüne mesaj gönderiyordu.
"Nerde yaşadığımı bilmiyorsun."
"Seni çoktan buldum. Ziyaret için geliyorum."
"Yalan atmayı kes. İkimiz de nerde olduğum hakkında bir fikrin olmadığını biliyoruz."
"Şapşal çocuk, çoktan geldim bile."
Aniden odamda bir varlık hissettim. Kafamı çevirmeye çalıştım, ancak vücudum izin vermedi. Arkamda ayak sesleri duydum, masama yaklaşırken ayak sesleri arttı ve arttı. Soğuk, kemikli bir el omzuma sarıldı, uzun tırnakları derime batıyordu. Bana doğru eğildi, kafası kafamın yanındaydı, kulağıma fısıldadı:
"Teşekkürler arkadaşım. İyi niyetin için seni ödüllendirmeme izin ver."
Psikopat gülümsemesi kafatasımın içinde yankılanırken halsiz hissettim. Ne olduğunu anlayamadan her şey karardı.
Tek ışık kaynağının bilgisayar olduğu karanlık bir odada uyandım. Başım çok kötüydü, sanki içeriden bir şey kafama vuruyordu. Ayağa kalkmaya çalıştım ama hala hareket edemiyordum. Gözlerim yavaşça ışığa alıştı ve ekrandakinin ne olduğunu anlamaya başladım. Kendi odamda bana benzeyen birini görüyordum, bilgisayarı kapadı ve ayağa kalktı. Tıpatıp bana benzeyen kişi bedenimi incelerken izledim, derimi çekip ellerimi saçımın arasından geçirdi. Bana bakmak için kafasını kaldırdığında korkudan nefesim kesildi. Gözlerim artık parlak sarı, kedi gözüne benzer bir şeydi. O gözler bilgisayar ekranından bana baktı, ruhumu delip geçti. Kafamı çevirmeyi denedim, ama vücudum buna da izin vermedi. Benim yerime geçen şey bana gülümsedi, gülümsemesi tüylerimi ürpertiyordu. Ekran siyah bir sohbet odasına geçiş yaptı, tek bir mesaj vardı.
"Hoşçakal arkadaşım."
Bu olaydan beri yıllar geçti. Ayağa kalkıp bu lanet bilgisayardan çıkmayı denedim, ama sadece kollarımı ve ellerimi hareket ettirebiliyorum. Burdan hala internete erişebiliyorum, ama ailemle veya arkadaşlarımla konuşamıyorum. Son günlerde konuştuğum kişiler ziyaret ettiğim internet sitelerinde tanıştığım rastgele yabancılar. O zaman bile yazmam gereken kelimeleri yazamıyorum. Parmaklarım acı mesajı göndermeme izin vermiyor, her zaman ifade etmek istediğim şeyi değiştiriyor.
Birinin görmesi ve ne yapması gerektiğini bileceği umudu ile hikayemi yazıyorum. Bütün bunları silmemek için bütün gücümü kullanıyorum. Biri ya da bir şey burdan kaçmamı istemiyor. Lütfen, eğer biri bunu görürse, yardım gönderi... yardım gö...
Lütfen arkadaşım ol.
8 Temmuz 2016 Cuma
"The Donation"
"Hayır, kesinlikle kabul etmiyorum."
"Ama Bay Lucjan sizin akrabanız ve yardım edebileceğiniz umudu ile size gelmiş."
"Son kez söylüyorum; hayır. Başka dilde söylememi ister misiniz doktor bey?"
Sinirlerim öyle bir seviyeye gelmişti ki, beni ikna etmeye çalışan doktorun üzerine atlayıp çıplak ellerimle böbreklerini sökmek üzereydim. Doktorun kendisi de farklı bir durumda değildi, konuşmaya sakin başlamıştı ama şimdi sinirli olduğu açık bir şekilde görünüyordu.
Lucjan. İsmini ilk kez duyduğum kayıp kuzenim ya da kendisi öyle olduğunu iddia ediyor, DNA testlerinin ne dediği umrumda değil. İsmi latince bir kere! Ve sırf kan bağımız var diye böbreklerimden birini ona verecek değilim. Hem doktor neden bu kadar ısrarcı ki? Ne zamandan beri organ nakilleri için insanları zorluyorlar?
Doktor derin bir nefes aldı ve konuştu, hala sinirli görünüyordu:
"Pekala, anlaşılan o ki daha fazla ısrar etmenin faydası yok. Öyleyse organ naklini reddettiğinizi belirten formu imzalayıp gidebilirsiniz."
"Sonunda."
Doktorun bana uzattığı kağıdı imzalayıp geri verdim ve rahatlamış bir şekilde ayağa kalktım, böyle saçmalıklar yüzünden zar zor bulabildiğim boş zamanım harcanıyordu.
Ceketimi aldıktan sonra kapıya doğru yürüdüm, bir anda iğnenin boynuma saplanan acısı ile şok olup olduğum yerde kaldım. Arkamı döndüğümde doktorum gülümseyerek elinde bir iğne tuttuğunu gördüm, bana her ne vermişse görüşüm bulanıklaşıyordu.
Doktor diğer elinde tuttuğu kağıdı yüzüme yaklaştırıp bir yeri işaret etti, bu az önce imzaladığım kağıttı. Her şey tamamen karanlığa gömülmeden önce parmağı ile işaret ettiği yeri okudum:
"Sağlıklı durumdaki tüm organlarımı Bay Lucjan Moneo'ya bağışlamayı kabul ediyorum."
Ç.N:
Birinin ısrarı üzerine bu Cp'yi kendi ellerimle yazdım ._.
"Ama Bay Lucjan sizin akrabanız ve yardım edebileceğiniz umudu ile size gelmiş."
"Son kez söylüyorum; hayır. Başka dilde söylememi ister misiniz doktor bey?"
Sinirlerim öyle bir seviyeye gelmişti ki, beni ikna etmeye çalışan doktorun üzerine atlayıp çıplak ellerimle böbreklerini sökmek üzereydim. Doktorun kendisi de farklı bir durumda değildi, konuşmaya sakin başlamıştı ama şimdi sinirli olduğu açık bir şekilde görünüyordu.
Lucjan. İsmini ilk kez duyduğum kayıp kuzenim ya da kendisi öyle olduğunu iddia ediyor, DNA testlerinin ne dediği umrumda değil. İsmi latince bir kere! Ve sırf kan bağımız var diye böbreklerimden birini ona verecek değilim. Hem doktor neden bu kadar ısrarcı ki? Ne zamandan beri organ nakilleri için insanları zorluyorlar?
Doktor derin bir nefes aldı ve konuştu, hala sinirli görünüyordu:
"Pekala, anlaşılan o ki daha fazla ısrar etmenin faydası yok. Öyleyse organ naklini reddettiğinizi belirten formu imzalayıp gidebilirsiniz."
"Sonunda."
Doktorun bana uzattığı kağıdı imzalayıp geri verdim ve rahatlamış bir şekilde ayağa kalktım, böyle saçmalıklar yüzünden zar zor bulabildiğim boş zamanım harcanıyordu.
Ceketimi aldıktan sonra kapıya doğru yürüdüm, bir anda iğnenin boynuma saplanan acısı ile şok olup olduğum yerde kaldım. Arkamı döndüğümde doktorum gülümseyerek elinde bir iğne tuttuğunu gördüm, bana her ne vermişse görüşüm bulanıklaşıyordu.
Doktor diğer elinde tuttuğu kağıdı yüzüme yaklaştırıp bir yeri işaret etti, bu az önce imzaladığım kağıttı. Her şey tamamen karanlığa gömülmeden önce parmağı ile işaret ettiği yeri okudum:
"Sağlıklı durumdaki tüm organlarımı Bay Lucjan Moneo'ya bağışlamayı kabul ediyorum."
Ç.N:
Birinin ısrarı üzerine bu Cp'yi kendi ellerimle yazdım ._.
3 Temmuz 2016 Pazar
Roommate Troubles
Aslında bu birkaç sene önce Philadelphia Sanat Üniversitesinde başıma geldi.
Üniversitemin ikinci yılında , Kara adlı bi kız oda arkadaşım vardı.Caz vokalistiydi fakat asıl ilgi alanı operaydı.Juniper Hall adlı bi yurdun altıncı katında küçük bir odada kalıyorduk.Duvarlar inceydi ve her gece sarkı söyleyip ses egzersizleri yaparak beni uyutmuyordu.Bir ay sonra uykusuzluktan , Kara'yı bir bina ötedeki Merriam Music Studios'a çalışmak için ikna ettim.
Bir akşam saat sekiz civarı Kara yakında solo konseri olduğunu ve bu akşam büyük ihtimalle gece yarısında bile evde olamayacağını söyledi.Çok iyi, diye düşündüm bu demek oluyorduki bu akşam erken uyuyacaktım.(oyunculuk stüdyosunda çok kötü bir gün geçirmiştim ve yemek yediğim gibi uyuyacaktım) İyi geceler,dedi ve çıktı elinde kahvesi ve müzik notaları vardı.
Izgara peynir ve çorba yapıp mideye indirdim ve uyumaya hazırlanmaya başladım.Duştan çıktığımda gözkapaklarım çok ağırlaşmıştı , güç bela dişlerimi fırçaladım , pijamalarımı giydim ve ranzanın üst katına çıktım.Kafamı yastığa koyduğum gibi uyuyakaldım.
Dairemizin düzenini açıklamam için birkaç saniyenizi alacağım.Daireye girdiğinizde hemen solda yatak odası vardı.Banyomuz yatak odasının içindeydi , ranzayı hemen geçtiğinizde ordaydı.
Herneyse , daire kapısının kapanmasıyla uyandım.Gözlerimi açtım ve halsiz bir biçimde telefonuma baktım. Gece yarısı yazıyordu.Geri döndüm ve gözlerimi kapattım. Kara'nın içeriye girdiğini duydum ve ranzanın merdiveninde durduğunu anladım büyük ihtimalle uyuyup uyumadığımı kontrol ediyordu.Garip bir şekilde yatağına yattı normalde yatmadan önce duşa girip dişlerini fırçalamayı alışkanlık haline getirmişti.Ayrıca sınavlar köşedeydi ve hepimiz bitkindik.Altımdaki yatak gıcırdadı ve sonra ortam sessizleşmişti.
Yine konuyu saptırmaya başladım.Uykumun derinliklerindeydim. Bir ses duymayla ürkmüştüm.
Kapıda bir anahtar.Kapı açıldı.
Ve Kara bir opera melodisi mırıldanıyordu.
Altımdaki yatak gıcırdadı....
Ç.N: Uzun zamandır çeviri yapamıyordum çünkü bilgisayarım bozuldu kusura bakmayın haftada en az pasta yayınlayacağım duruma göre iki de olabilir.
1 Temmuz 2016 Cuma
"Psychic Ability"
Japonya/Osaka'da yaşıyorum ve sabah işe gitmek için genellikle metroyu kullanıyorum. Bir gün treni beklerken istasyonun köşesinde duran evsiz bir adam fark ettim, insanlar geçtikçe kendi kendine mırıldanıyordu. Bir bardak tutuyordu ve bozukluk dileniyor gibi görünüyordu.
Evsiz adamın önünden şişman bir kadın geçti ve açık bir şekilde "Domuz." dediğini duydum.
Wow, diye düşündüm. Bu evsiz adam insanlara hakaret ediyor ve yine de onların ona para vermesini mi bekliyor?
Ardından uzun bir işadamı geçti ve evsiz adam mırıldandı, "İnsan."
İnsan? Bu konuda tartışamam. Açık bir şekilde görülüyor ki, o bir insan.
Ertesi gün metro istasyonuna erken vardım ve harcayacak zamanım vardı, bu yüzden evsiz adama yakın durup garip mırıltısını dinlemeye karar verdim.
Önünden zayıf, bitkin görünen bir adam geçti ve evsiz adamın mırıldanmasını duydum "İnek."
İnek? Diye düşündüm. Adam inek olmak için fazla zayıftı. Daha çok hindi veya tavuğa benziyordu bana kalırsa.
Bir dakika sonra şişman bir adam geçti ve evsiz adam "Domuz." dedi.
Domuz? Şişman insanlara "Domuz" dediği izlenimindeydim.
O gün işteyken evsiz adam ve onun kafa karıştırıcı davranışı hakkında düşünmeyi kesemedim. Mırıldandığı şeylerde bir tür düzen veya mantık bulmaya çalıştım.
Belki de bir tür psişik gücü vardır, diye düşündüm. Belki de bu insanların geçmiş yaşamlarında ne olduğunu biliyordu. Japonyada birçok insan reenkarnasyona inanır.
Evsiz adamı birçok kez gözlemledim ve teorimin doğru olduğunu düşünmeye başladım. Pek çok kez insanlara "Tavşan" ya da "Soğan" ya da "Koyun" ya da "Domates" dediğini duydum.
Bir gün, merakım bana üstün geldi ve ona ne olduğunu sormaya karar verdim.
Ona doğru yürürken bana baktı ve "Ekmek" dedi.
Bardağına biraz para attım ve ona herhangi bir psişik gücü olup olmadığını sordum.
Evsiz adam gülümsedi ve "Evet,var. Bu yıllar önce kazandığım bir güç. Ama beklediğin şey değil. Geleceği söyleyemem ya da zihin okuyamam." dedi.
Hevesle "Öyleyse gücün nedir?" diye sordum.
"Gücüm birinin yediği en son şeyi bilmek." dedi.
Güldüm, çünkü haklı olduğunu fark ettim. "Ekmek" demişti. O gün kavhaltı için en son yediğim şey tosttu. Kafamı sallayarak uzaklaştım. Birinin sahip olabileceği psişik yetenekler arasında, onunki en kullanışsız olanıydı.
Ç.N:
Bir an için anlamadım da... anlayınca... wow...
Bu arada uzun bir yolculuğa çıkıyorum, 30 saati bile geçebilir, o yüzden bir süre yokum, döndüğümde bütün yorumlara cevap vereceğim ^o^
Bu arada uzun bir yolculuğa çıkıyorum, 30 saati bile geçebilir, o yüzden bir süre yokum, döndüğümde bütün yorumlara cevap vereceğim ^o^
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)