31 Ocak 2017 Salı

Baloons (Penpal Series-2)

5 yaşındayken, anladığım kadarıyla deneysel öğrenim konusunda çok sert bir temel okula giderdim. Her çocuğun kendi alanında ilerlemesini sağlayan yeni bir programın bir parçasıydı, ve bunu kolaylaştırmak için okul öğretmenleri yaratıcı ders planları konusunda cesaretlendirilirdi. Her öğretmene okul dönemi boyunca kendi temasını oluşturabilmesi için tolerans sağlanırdı, ve her matematik, fen vb. ders bu temanın ruhuyla işlenirdi. Bu temalara ‘Gruplar’ denirdi. Bir uzay, bir deniz, bir yeryüzü, ve benim de mensubu olduğum topluluk grubu vardı.
 Bu ülkedeki çocuk yuvalarında, paylaşmak ve ayakkabı bağlamak dışında çok bir şey öğrenemezdiniz, bu nedenle bunların çoğu akılda kalıcı değildi. Sadece iki şeyi açıkça hatırlıyorum: Adımı doğru yazma konusunda en iyi olduğum ve ‘Balon Projesi’adlı güzide programı, ki bu; bir topluluğun nasıl çalışması gerektiğini en basit seviyede gösterdiğinden beri grubumuzun ayar damgasıydı.
Büyük ihtimalle bu aktiviteyi duymuşsunuzdur. Yılın başlarında bir cuma günü( Bunu hatırlıyorum çünkü bu projeyi ve hafta sonunu iple çekerdim.) sınıfımıza girdik ve her birimizin sırasına bağlı, tamamen şişirilmiş balonlarla karşılaştık. Her sırada bir keçeli kalem, bir kurşun kalem, bir parça kağıt ve bir zarf vardı. İstediğimiz şeyin resmini çizip balonlara tutturacaktık. Çoğu çocuk farklı renk balonlar istediğinden kavga etti, fakat ben üzerinde çokça düşünmem gereken notumu yazmaya başladım.
Her not kabaca bir planı takip etmek zorundaydı, ama bu sınırlar içinde yeteri kadar yaratıcı olabiliyorduk. Benim notum şöyle bir şeydi: ‘Merhaba! Benim balonumu buldun! Benim adım {isim} ve {___________} ilkokuluna gidiyorum. Balonu tutabilirsin, ama umarım bana geri yazarsın! Mighty Max’i, keşfetmeyi, kale yapmayı, yüzmeyi, ve en çokta arkadaşlarımı severim. Sen nelerden hoşlanırsın? Lütfen kısa zamanda yaz. İşte mektup için bir dolar!’ Doların üzerine ‘’POSTA PULLARI İÇİN’’ yazdım, annem bunun gereksiz olduğunu düşündü, bana göre dahiyane bir fikirdi.
Öğretmenimiz her birimizin notumuzla beraber mektuba koymak için bir resmini çekti. Ayrıca projenin amaçlarını ve nedenini anlattıklarını varsaydığım başka bir kağıt daha koymayı ihmal etmediler. İşte tüm olay buydu - okuldan ayrılmaya gerek kalmadan bir topluluk oluşturmak ve diğer insanlarla güvenli bir şekilde etkileşime geçebilmek. Ne kadar zararsız, eğlenceli bir fikir gibi görünüyor değil mi?
Sonraki birkaç haftada mektuplar gelmeye başladı. Pek çoğu farklı bölgelerin resmini taşıyordu, ve her seferinde öğretmeniz mektubun nereden geldiğini ve balonun ne kadar yol gittiğini görebilmemiz için resimleri haritaya yapıştırıyordu. Bu çok zekice bir fikirdi, çünkü sırf mektup gelmiş mi diye okula koşa koşa giderdik. Tüm okul zamanı boyunca haftada bir kere mektup arkadaşımıza, veya mektup arkadaşımız yoksa başka öğrencilerin kalem arkadaşlarına yazardık. Benimki son gelenlerden biriydi Sınıfa girdiğimde sırama baktım ve, bir kez daha beni bekleyen mektubu görmeyince hayal kırıklığına uğradım, tam sırama oturduğumda öğretmenimiz bana yaklaştı ve bir mektup uzattı. Mektubu aldığımda o kadar heyecanlanmış olmalıyım ki bana ‘’ Lütfen üzülme.’’ dedi. Ne demek istediğini anlayamadım. Başlangıçta mektubun içinde ne olduğunu bildiğine hayret ettim, ama şimdi öğretmenlerin mektupta yazanları bizim iyiliğimiz için kontrol ettiğini anlıyorum. Mektubu açtığımda ne olduğunu anladım.
İçinde not yoktu.
Mektuptaki tek şey bir resimdi. Ama ne olduğunu çıkaramadım. Bir açıdan çölü andırıyordu, ama çözmek için fazla bulanıktı. Kamera fotoğraf çekilirken oynatılmış gibi görünüyordu. Gönderici adresi yoktu, istesem de geri yazamazdım. Üzüntümü tarif edemezdim.
Okul yılı ilerledi, ve mektuplar neredeyse gelmeyi kesti. Tüm bunlardan sonra sadece sürmekte olan konuşmalara devam edebilirdiniz. Ben de dahil olmak üzere herkes mektuplara ilgisini kaybetmişti. Sonra yeni bir mektup aldım.
 Heyecanım tekrar alevlendi. Ve neredeyse kimseye mektubun gelmeyip bana gelmesi fikrinden ayrı bir haz duydum. İlkinde bulanık bir resimden başka bir şey yoktu, muhtemelen bunun için hazırlanmıştı, ama yine bir not yoktu. Sadece başka bir resim vardı.
Bu daha çok ayırt edilebilirdi ama yine de ne olduğu anlaşılamıyordu. Fotoğraf ufak bir açıyla yukarı döndürülmüştü, bir binanın üst köşesi görünüyordu ama fotoğrafın geri kalanı güneş ışığı nedeniyle seçilemiyordu.
Balonların çok uzağa gidememesinden ve her birinin aynı gün bırakılmasından dolayı harita biraz karışmıştı, ve bu nedenle öğrenciler sonradan gelen  fotoğrafları eve götürmeye başladılar. Yılın sonunda en yakın arkadaşım Josh eve en çok  fotoğraf götüren ikinci kişiydi. Mektup arkadaşı iş birlikçi biriydi ve ona pek çok resim gönderiyordu. Sanırım Josh eve 4 tane  fotoğraf götürmüştü.
Ben neredeyse 50 tane resim götürmüştüm.
Mektupların hepsi öğretmen tarafından açılıyordu, ama bir süre sonra fotoğraflara bakmayı dahi bıraktım. Yine de onları kayalar, beyzbol kartları, çizgi romanlar gibi koleksiyonlarımı koyduğum bir çekmeceye kaldırdım.
O yıl annem bana  küçük bir dondurma makinesi almıştı, ve Josh buna gıpta ile bakıyordu. O kadar ki ailesi ona neredeyse benimkinin aynısından almıştı. O yaz aklımıza dondurma satarak para kazanma fikri geldi. Külahını 1 dolardan satarak bir geleceğimiz olabileceğini düşündük. Josh başka bir mahallede yaşıyordu, ama benim mahallemin satış için daha uygun olacağına karar verdik. Bunu üst üste 5 hafta yaptık, ta ki annem bize engel olana kadar.
5. haftanın sonunda Josh ve ben kazandığımız parayı sayıyorduk. Çünkü ikimizinde ayrı bir para yığını vardı. Sonra bunları bir araya toplar ve eşit olarak bölüşürdük. O gün 16 dolar toplamayı başarmıştık. Josh bana 5. doları uzattığında içimi çok derin ve beklenmedik bir sürpriz kapladı.
Doların üzerinde ‘POSTA PULLARI İÇİN’ yazıyordu.
Josh şaşkınlığımı fark etti ve yanlış mı saydığını sordu. Ona dolardan bahsedince ‘Bu çok havalı, dostum.’ dedi. Biraz düşününce ben de aynı fikre vardım. Benden çıkan para o kadar el dolaştıktan sonra tekrar bana dönmüştü. Anneme söylemek için içeri koştum. Söylediklerimi yaptığı telefon konuşması nedeniyle anlayamadı, ve bana basitçe ‘Ne kadar enteresan’ demekle yetindi. Hayal kırıklığı içinde bahçeye döndüm ve Josh’a  ona gösterecek bir şeylerim olduğunu söyledim. Odama çıktık, ve ona bazı resimleri gösterdim. Bir süre sonra Josh ilgisini kaybetti ve gidip hendekte oynayalım mı diye sordu. (Daha önce bahsettiğim hendek.)
Biraz çamur savaşı yaptık, ama etrafımızdaki ağaçların sesleri nedeniyle birkaç defa oyun bölündü. Buralarda yaşayan orman kedileri ve rakunlar vardı, ama bu onlara göre biraz daha fazla ses çıkarıyordu. Ne olduğunu tahmin etmeye ve birbirimizi korkutmaya çalıştık. Benim son tahminim bunun bir mumya olduğu yönündeydi, Josh bunun bir robot olduğu konusunda ısrarcıydı. Tekrar dinleyince mekanik sesleri duydum ve bunun bir robot olduğu konusunda hemfikir oldum. O zaman ne duyduğumu ancak şimdi anlayabiliyorum.
Döndüğümüzde Josh’un annesi ve annem bizi bekliyordu. Bunu onlara anlatınca güldüler, ve Josh ve annesi gitti. Biz de yemek yiyip yattık.
O günün olaylarını düşünürken korktum ve uyuyamadım. Mektuplara tekrar bir göz atacaktım çünkü şimdi her şey çok daha ilgi çekici görünüyordu. İlk resmi aldım ve zemine koydum, sonra bulanık çöl resmini en üste yerleştirdim. İkinci resmi bunun yanına, yamuk açılı olanı ise üst köşeye koydum.Hepsini 5’e 10’luk bir dikdörtgen olana kadar yerleştirdim. Değerli olmasalar dahi topladığım şeyler konusunda dikkatli olurdum.
 Fotoğrafların kademeli olarak anlaşılabilir olduğunu fark ettim. Üzerine kuş konmuş bir ağaç, bir hız limiti tabelası, elektrik hattı ve aynı binaya giren bir grup insan vardı. Sonra, şimdi bunları yazarken dahi canımı sıkan bir şeyi gördüm. Şaşkınlık ve tek bir düşünceye takılmama neden olan belirgin bir hatırlama hissi ile şöyle dedim:

‘’Ben neden bu fotoğraftayım?’’

Bir grup insanın bir binaya girdiği fotoğrafta, kendimi insanların arkasında annemin elini tutmuş bir şekilde gördüm. Fotoğrafın kenarındaydık, ama bu tartışmasız bizdik. Gözlerim fotoğrafın karelerinde yüzerken, huzursuzluk hissim sessizce büyümeye başladı. Bu gerçekten tuhaf bir histi. Korku değildi, başınızın belada olduğunu anladığınız zaman hissettiğiniz türden bir şeydi. Neden bu hisse kapılmıştım bilmiyordum fakat orada, çok kötü bir şey yapmışçasına donakaldım. Ve bu his fotoğrafların geri kalanına baktıkça arttı.
Ben her fotoğraftaydım.

Hiçbiri yakın çekim değildi. Hiçbirinde sadece ben yoktum, ama her birindeydim. Kenarda,köşede,arkada… Bazılarından sadece yüzümün bir kenarı çıkmıştı, ama eksiksiz her birindeydim.
Ne yapacağımı bilemedim. Küçükken aklınız komik çalışır. Yanlış bir şey yapmış olma hissime kapıldığımdan beri yarına kadar beklemeyi düşündüm.
Sonraki gün annemin izin günüydü, bu nedenle ev temizliği yaptı. Ben de çizgi film izleyip onu bekledim. Postaları almaya çıktığında birkaç resmi alıp mutfak masasına koydum ve onu beklemeye başladım. Geldiğinde çoktan postaları açıyordu ve birkaçını çöpe attı. Şöyle dedim:
‘’Anne, bir saniye bakar mısın?’’ Bu fotoğrafları sana-’’
‘’Sadece bir dakika hayatım, bunları takvimde işaretlemem lazım.’’
Birkaç dakika sonra  arkamda dikilip ne istediğimi sordu. Hala postaları karıştırdığını duyabiliyordum, fotoğraflara bakıp durumu izah ettim. Daha çok açıkladıkça ve fotoğrafları gösterdikçe düzenli ah ohları ve şaşırma efektleri azaldı, ve tamamen sessiz kaldı. Ondan sonra duyduğum ses sanki havasız bir ortamda kalmış bir insanın boğulması gibiydi. Sonunda agresif solumaları galip geldi ve postaları yere düşürüp mutfağa telefona koştu.
‘’Anne, üzgünüm,bunları bilmiyordum.Lütfen bana kızma.’’
 Telefonu kulağına bastırmış etrafta dolanıyor, bağırıyordu. Ben gergin bir biçimde postanın kenarını kıvırıyordum. En üstteki zarfta dışarı sarkan bir şey vardı. Düşüncesizce ve endişeyle çıkana kadar onu çektim.

Bu başka bir fotoğraftı.

Kafam karıştı, bir şekilde fotoğraflarım zarfın arasına girmiş olmalıydı. Ama ona baktığımda, onu daha önce yığının içinde görmediğimi fark ettim. Bu bendim ama bu sefer çok daha yakından çekilmişti. Ve sadece ben de yoktum, yanımda Josh’ta vardı. Bu dün çekilmişti.
Hala telefona bağıran daha doğrusu konuşan anneme seslendim. Sonunda cevap verene kadar seslenmeyi sürdürdüm.
‘’Ne?’’
Sadece ’’Kimi arıyorsun?’’ diye sorabildim.
‘’Polisle konuşuyorum, tatlım.’’
‘’Ama neden,ben kötü bir şey yapmak istememiştim.’’

Küçüklüğümde yaşadığım bu olayları tekrar hatırlayana kadar anlayamadığım bir şekilde cevap vermişti. Zarfı aldı ve Josh’la benim resmim aradan kayıp diğer resimlerin yanına düştü. Fotoğrafı alıp göz hizamda tuttu, bu sırada sadece onu izliyor ve yüzünün nasıl buz tuttuğuna bakıyordum. Yanaklarından göz yaşları süzülerek şöyle dedi:

‘’Polisi aradım çünkü mektubun üzerinde adres yoktu.’’




11 yorum:

  1. ben simdi anlamadim bana uni bi ozetlermisiniz anneni mektubu yazanimi sikayet edmis okudumda neyy diyebildim

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. Bir postacı mektubu aldığı zaman üzerinde bir adres olmak zorundadır,yoksa yeri bulamaz.Yani mektubu getiren kişi aynı zaman da resmi de çeken kişi.

      Sil
  2. Yine harikaydı. Merakımı giderdiğin için teşekkür ederim. Hikayenin isminin de niçin "Penpal Series" olduğunu şimdi anladım.

    YanıtlaSil
  3. Mmmmm... MUKEMMEL!! Tebrik mi etsem tesekkur mu etsem emegine saglik mi desem bilemedim *-* coook guzeldii

    YanıtlaSil
  4. Yanıtlar
    1. Bak canim ilk yorumu attim biride anlatmis anladigimi belirten bi mesaj yazdim neden asagilamaya calisiyosun??

      Sil
  5. Sırf yer kaplasın diye



































































































































    YanıtlaSil
  6. arkadaşlar rei shizuka ya bir türlü ulaşamıyorum facebook hesabını kapatmış eğer ondan bir haber alırsanız lütfen bildirin.

    YanıtlaSil
  7. I'am hunting goverment mistakes'i çevirir misiniz çok güzel bir cp

    YanıtlaSil

Yorum yaparken kaba veya küfürlü bir dil kullanmaktan çekinirseniz sevinirim ^^