Evlat edildim. Gerçek annemi hiçbir zaman bilemedim. Daha doğrusu bir zamanlar biliyordum ama hatırlamayacak kadar küçükken yanından ayrıldım. Beni evlat edinen ailemi de sevdim gerçi. Bana karşı çok kibardılar. Beni doyurdular, sıcak ve komforlu bir evde yaşadım.
Sana ailemden hızlıca bahsedeyim: Önce annem. Ona ne anne ne de benzer bir şey dedim. Ona sadece ilk ismiyle seslendim. Janice. Gerçi hiçte umursamıyordu. Ona uzun süre böyle seslendim. Fark ettiğini dahi zannetmiyorum. Her neyse, o kibar biriydi. Ben evlat edilirken tavsiye edilen kişilerden ilkiydi sanırım. Bazen, televizyonun karşısında, başımı ona dayardım. O da tırnaklarıyla sırtımı gıdıklardı. O şu Hollywood annelerinden.
İkincisi babam. Gerçek adı Richard'dı. Ama o beni hiç sevmezdi. Bu yüzden ilgisini çekmek için, çaresiz bir girişimle ona baba demeye başladım. İşe yaramadı. Bence ona ne dediğimin bir önemi yoktu. Beni hiç kendi çocuğu kadar sevmezdi. Bu anlaşılmazdı bu yüzden fazla zorlamadım. Babamın en göze çarpan özelliği sertliğiydi. Çocukları yanlış bir şey yaptığında pat diye sormaktan yılmazdı. Lavaboyu düzgünce kullanmadan önce anladım. Bana şaplak atmaktan çekinmezdi. İşte onun yöntemleri yüzünden sınırdayım.
Son olarak kız kardeşim. Küçük Emily, ben evlat edilirken çok küçüktü. Yaklaşık olarak aynı yaştaydık. Ama o nispeten daha büyüktü. Gerçi onu hep benim küçük kardeşim olarak görürdüm. Herhangi bir kardeşin anlaşabilmesinden daha iyi anlaştık. Biz daima geç saatlere kadar uyanık kalırdık ve sadece konuşurduk. O çok konuşurdu ben çoğunlukla dinlerdim çünkü onu seviyordum. Sahip olduğumuz güzel bir düzendi. Yataklara kıyasla küçüktük bu yüzden küçükken oturma odasında tek başıma uyumak istemezdim. Onun yatağının yanına yere minder yaptım. Bura uyuduğum yerdi. Ama bana göre hava hoştu çünkü onunla beraber olmaktan haz alırdım ve küçük kardeşimi korur gibi hissederdim.
Her şey korkunç bir çarşamba gününde değişti. Emily ön kapıyı açtığında ben evde kestiriyordum. Kapının açılma sesi bilincimi yerine getirdi ve salondan oturma odasına doğru yürüdüm. Bu çarşamba günü olduğunu hatırladığım ilk zamandı. Asla günleri aklımda tutmakta iyi değildim. Aslında demem o ki zaman algım berbattı! Ama yine de çarşamba olduğunu biliyordum çünkü Emily kilisenin genç grup toplantısından yeni gelmişti. Kapının önüne yürüdü ve bana sarıldı. Ardından babam ve Janice geldi.
Saçımı dağıtırken "İyi uyudun mu?" dedi sataşarak. Sadece kafamı bir yana salladım ve kendisiyle alay ettiğimi açıkça belli eden bir şekilde homurdandım.
"Annenle bu şekilde alay etme!" dedi babam o sert otoritesiyle. Kapıyı ardından kapattı ve ceketini astı. "Ben şaka ediyordum.." diye homurdandım nefesimin altından. Beni duymamış olmalıydı çünkü bana şaplak attığını hissetmedim. Sonra Emily odamıza gitti ve ben de takip ettim. Bana gününü nasıl geçirdiğinden bahsetmeye başladı. Bilirsin klasik kız şeyleri işte. Ama iyi hissetsin diye dinledim. Gününü anlattıktan sonra televizyon izlemeyi önerdi ve mecbur kaldım. Kanepeye sıçradım o kumandaya uzanırken. Televizyon açıldı ve güneş batana kadar izledik. Emily, çizgi film veya pembe dizi yerine Discovery, Animal Planet ve Natural Geographic izlemeyi tercih eden türden bir kızdı. Onları ben de seviyordum bu yüzden umursamadım. Aslında onlar ilgimi çeken tek kanallardı.
Saat geç oldu ve Janice kanepenin arkasından yaklaştı. "Emily uyku vaktin geçti, kapat televizyonu ve odana git" "Sen de" dedi beni işaret ederek. Emily programı kapattı istemeye istemeye izliyorduk ve kalktık.
Koridordan aşağıya odamıza doğru indi. Onu takip ederken bir şeylerin doğru gitmediği hissini atlatamadım.
Odamıza girdik ve Emily ışığı kapattı. Tam bunu yaparken gözümün kenarından dışarıdan ani bir hareketin parıltısını yakaladım. Pencerenin dışındaydı ama görüş alanımı pencerenin olmadığı bir yere çevirdiğimde gördüğüm şeyin gittiğini sandım. Yine de tetikte kaldım. Kardeşimin hatrına.
Orada, karanlıkta, odayı aydınlatan dışardaki sokak lambasının ışığının ince zerresi dışında hiçbir şey olmadan yattım. Çok fazla değildi. Tekrar ve tekrar pencereden ince sesler duyduğuma yemin edebilirdim. Bir dalın kırılması, çıtırdayan yapraklar, sürtünen kıyafetler.. Ve tüm bu süre boyunca alabildiğim hafif kan ve ter kokusuydu. Gecenin çoğunda gözlerimi açık tuttum.
Dışarıdaki sesler dindi ve burnumdaki koku gitti. İçim rahat hissetmeye başladım. Gözkapaklarım kapandı. Bunun üzerine çok geçmeden, evin diğer tarafından çok yüksek seste kopan bir gürültü duydum. Bir anlığına uyandım. "EVDE BİRİ VAR" diye içimden akan olağanüstü adrenalinle bağırdım. "UYAN!" diye cırtlak bir sesle Emily'ye yalvardım. Uyandı, yatakta doğrulduğunu görür görmez anne babamın odasına doğru koştum..
Babam ölmüştü. Boynu açıldı, kan yatağa ve yere döküldü. Banyonun kapısını kapattığını ve bundan önce -dışarıdayken- onun bir adam olduğunu gördüm.
Bir adam.. Ona böyle seslenirken rahat hissetmiyorum.
O büyük ve dayanıklıydı. Arkasını döndü ve beni gördü. Bu onu gördüğüm ilk zamandı. Bunu unutmayacağım. Gözleri büyük ve boncuk gibiydi. Ve şehvetle kapana kısılmış. Süzülerek akan kanla kötü ve dağınık bir şekil verdiği sakalı vardı. Kıyafetleri kirliydi ve yüzü donuktu. Tam o sırada daha önceden burnuma gelen o aynı berbat kan ve ter kokusunu fark ettim fakat bu sefer her yeri kaplıyordu.
Beni gördü. Beni gördü ve çarpık sarı dişleriyle pis pis sırıttı. Öleceğimi zannettim ama benim varlığımla istifini bozmadan banyo kapısına döndü. Korkmuştum ve ne yapacağımı bilmiyordum. Sadece bağırıp ağladım. Annemin tek korunması olan kapıya omuz atışını seyrettim. Taşıdığı büyük usturayı kaldırışını izledim. Görülen o ki doğru dürüst kullanmayı aldırmıyordu. Onu dilimleyişini ve lime lime edişini izledim...
Sonra bir şey duydum: duymak istediğim en son şey... Arkamdan gelen Emily'nin çığlığıydı. Büyük ucube doğranmış annemin üzerinden küçük kardeşime baktı. Aklım başımdan gitmişti. Ayağa kalktı ve hızlıca bize doğru yürümeye başladı. Kardeşim dönüp kaçtı. Beni es geçip doğruca kardeşimin peşinden gittiğinde ne yapacağımı bilmez haldeydim. Neden hâlâ evdeydi? Durumu değerlendirip kaçmamış mı? Görünüşe göre yanıt olumsuzdu. Şimdi o ölüydü ve ben yalnızdım.
İkisinin peşinden koştum. Ailemin geri kalanına yaptığı gibi onu da öldüreceğini sandım ama hatalıydım. Onu kolundan yakaladı ve kontrolün onun elinde olduğunu açıkça belirtmek için onu sarstı. Onu eve doğru sürükledi. Şu an çıkarabileceğim tüm sesi çıkarıyordum. Birinin yardımıma gelmesini umuyor ve dua ediyordum. Onu almamalıydı, o olmazdı.
Beni geçerken duvara yaslandım ve dehşet ile "Neden?" diye inledim. Emily bir yandan çığlık atarken, o boştaki elini başıma koyup "iyi çocuk" dışında bir şey demedi. Çarpık dişleriyle başka bir sırıtış, soğuk ve yapmacık bir kahkaha attı. Biçare kardeşimi sürüklediği kapıya kadar takip ettim onu. Kapıyı açtı onu çekip çıkardı ve ardından kapıyı çarparak kapattı.
Şu an beni evlat edinen ağır yaralanmış ailemle birlikte oturuyorum. Korku ile inildiyor ve titriyorum. Onunla birlikte dışarıda. Onunla tahmin etmece oynuyor ve ben hiçbir şey yapamıyorum. Yapabilseydim yapardım ama yapamıyorum. Burda oturuyorum ve kapıya bakıyorum.. Patilerime bakıyorum.. Keşke kapıları açabilseydim...
Not : Evlatlık dostumuz aslında bir köpekmiş..
30 Aralık 2018 Pazar
13 Aralık 2018 Perşembe
You Find Yourself in a Tunnel
Written by :Pointless Sentience
Kendini karanlığın içinde buluyorsun. Nerede olduğun ve buraya nasıl geldiğin hakkında hiçbir fikrin yok, yani hatırlamıyorsun. Aslında bu pek de umurunda değil. Asıl amacın buradan çıkmak.
İçinde bir şeylere tutunma isteği oluşmaya başlıyor. Karanlıkta kendini yönlendirmeni sağlayabilecek hiçbir duvar olmamasından kaynaklanan baş dönmesinin verdiği mide bulantısı gerçekten dayanılmaz olmaya başlıyor. Ellerin soğuk ve ıslak bir duvara değiyor, yukarı doğru kaydırdıkça kavisli olduğunu anlıyorsun. İstemsizce rahat bir nefes veriyorsun, sonunda yön hissiyatını, rehberini bulduğun için.
“Ne tarafa acaba?”
“Bir seçeneğin daha var; ilerle, ya da geri git.”
İlerliyorsun.
Bu ses hayatın boyunca seninleydi, ama sen genelde ona aldırış etmiyordun. Ama şimdi, daha önemli bir şeyin olmadığı için daha rahatsız edici, sinir bozucu bir hal aldı.
İki elin bu duvarda yürüdükçe, uzaktan damlama gibi gelen su sesi, şimdi hiddetli bir şelale gibi geliyor. Neredeyse devam etmek zorundaymış gibi hissediyorsun. Diğer yönden yaklaşan insansı şeytanlar olmasından korkuyorsun. Ayağının altına akan su çok ses çıkarmasına rağmen ne ayağına ne de topuklarına çarptığını hissediyorsun. Bir sebepten dolayı, ayağın suya uyuşmuş gibi.
“Yaşam bir gölge gibidir. Zavallı bir oyuncu, vakti dolana kadar sahnesini oynar, sonra unutulur gider. Bu bir aptal tarafından anlatılan bir hikayedir, ses ve öfkeyle dolu, anlamsız.”
“Kapa çeneni. Gölgeler ışık yokken görünmez bile.”
Birkaç saat olmuş olmalı. Belki de günler? Zaman kavramını tamamiyle kaybetmiş durumdasın. Aynı tünelde sınırlı hislerle yürümeye devam ediyorsun, ebediyen de edecekmiş gibi. Etrafta amaçsızca yürüyen biri gibisin. Tek amacın çıkışı bulmak, bu kısıtlı,çürüyen ve terk edilmiş tüneli terk etmek.
Aniden, kıvrımdan dönünce, umudun parlaklığını, tünelin sonundaki ışığı görüyorsun.
“Bunu gerçekten yapmak istiyor musun?”
“Bunca yolu yürüdüm, başka ne isteyeyim ki?”
“Soğukkanlı davranıyorsun.”
“Bunun kime zararı var?”
“Gerçekten o boşluğa adım atacak mısın?”
“Buradan çok parlak görünüyor.”
“Gerçekten umursamıyorsun,değil mi? Onlar ne olacak?”
“Kim? Arkamdaki şeyler mi?”
“Bilmiyormuş gibi davranma! Onların kim olduğunu ve ne kadar acı çekeceklerini herkesten iyi biliyorsun.”
“Bunun benim ışığım olduğunu biliyorum.”
“Gölgeler ışık yokken görünmez bile.”
Böylece son adımını, apartman binasının en üst katından boşluğa doğru atıyorsun.
Ç.N: Merhaba arkadaşlar ben Heisenberg. Bu benim ilk çevirim. Umarım beğenirsiniz.
Kendini karanlığın içinde buluyorsun. Nerede olduğun ve buraya nasıl geldiğin hakkında hiçbir fikrin yok, yani hatırlamıyorsun. Aslında bu pek de umurunda değil. Asıl amacın buradan çıkmak.
İçinde bir şeylere tutunma isteği oluşmaya başlıyor. Karanlıkta kendini yönlendirmeni sağlayabilecek hiçbir duvar olmamasından kaynaklanan baş dönmesinin verdiği mide bulantısı gerçekten dayanılmaz olmaya başlıyor. Ellerin soğuk ve ıslak bir duvara değiyor, yukarı doğru kaydırdıkça kavisli olduğunu anlıyorsun. İstemsizce rahat bir nefes veriyorsun, sonunda yön hissiyatını, rehberini bulduğun için.
“Ne tarafa acaba?”
“Bir seçeneğin daha var; ilerle, ya da geri git.”
İlerliyorsun.
Bu ses hayatın boyunca seninleydi, ama sen genelde ona aldırış etmiyordun. Ama şimdi, daha önemli bir şeyin olmadığı için daha rahatsız edici, sinir bozucu bir hal aldı.
İki elin bu duvarda yürüdükçe, uzaktan damlama gibi gelen su sesi, şimdi hiddetli bir şelale gibi geliyor. Neredeyse devam etmek zorundaymış gibi hissediyorsun. Diğer yönden yaklaşan insansı şeytanlar olmasından korkuyorsun. Ayağının altına akan su çok ses çıkarmasına rağmen ne ayağına ne de topuklarına çarptığını hissediyorsun. Bir sebepten dolayı, ayağın suya uyuşmuş gibi.
“Yaşam bir gölge gibidir. Zavallı bir oyuncu, vakti dolana kadar sahnesini oynar, sonra unutulur gider. Bu bir aptal tarafından anlatılan bir hikayedir, ses ve öfkeyle dolu, anlamsız.”
“Kapa çeneni. Gölgeler ışık yokken görünmez bile.”
Birkaç saat olmuş olmalı. Belki de günler? Zaman kavramını tamamiyle kaybetmiş durumdasın. Aynı tünelde sınırlı hislerle yürümeye devam ediyorsun, ebediyen de edecekmiş gibi. Etrafta amaçsızca yürüyen biri gibisin. Tek amacın çıkışı bulmak, bu kısıtlı,çürüyen ve terk edilmiş tüneli terk etmek.
Aniden, kıvrımdan dönünce, umudun parlaklığını, tünelin sonundaki ışığı görüyorsun.
“Bunu gerçekten yapmak istiyor musun?”
“Bunca yolu yürüdüm, başka ne isteyeyim ki?”
“Soğukkanlı davranıyorsun.”
“Bunun kime zararı var?”
“Gerçekten o boşluğa adım atacak mısın?”
“Buradan çok parlak görünüyor.”
“Gerçekten umursamıyorsun,değil mi? Onlar ne olacak?”
“Kim? Arkamdaki şeyler mi?”
“Bilmiyormuş gibi davranma! Onların kim olduğunu ve ne kadar acı çekeceklerini herkesten iyi biliyorsun.”
“Bunun benim ışığım olduğunu biliyorum.”
“Gölgeler ışık yokken görünmez bile.”
Böylece son adımını, apartman binasının en üst katından boşluğa doğru atıyorsun.
Ç.N: Merhaba arkadaşlar ben Heisenberg. Bu benim ilk çevirim. Umarım beğenirsiniz.
21 Eylül 2018 Cuma
My Neighbor's Dog Has a Zipper
Başta, bunu hiç düşünmemiştim.
Komşum elinde tasmayla yürürken, benimle sohbet etmek için dururdu; bense köpeğin karnında asılı, sallanan metal makaraya anlık bakışlar atardım. Bir tür evcil hayvan kıyafeti giydiğini var sayardım, ya da belki başarısız bir veteriner prosedürünün getirisiydi, ama biz daha çok sohbet ettikçe ve ben bu gizemli fermuarı daha sık gördükçe daha iyi anladım ki, o alışılmışın dışındaydı, köpeğin derisine iyice yerleştirilmişti.
Biz ne zaman küçük bir konuşma yapmak için dursak, o dikkatimi çekerdi. Ta ki bir gün ben bunu sormaya karar verene kadar.
"Söylesene, küçük dostumuzun karnının üstündeki fermuar ne?"
"Ah, o mu? Uzun hikaye, seni sıkmak istemem."
"Zamandan bol bir şeyim yok."
Alnımın üstünde oluşan boncuk boncuk terleri görüp göremediğini merak ettim.
"Gerçekten önemsiz bir şey, sadece bir güvenlik tedbiri."
Ve işte bu kadardı. Gülüp geçti, bana azıcık bir açıklama bahşederek. Şimdi düşününce anlıyorum ki, tepkileri büsbütün geçiştirici ve belirsizdi. Ne kadar merak ettiğimi görebiliyordu, öyleyse bana neden sadece anlatmıyordu? Ve güvenlik tedbiri derken tam olarak kast ettiği neydi? Konuşmamız her ne kadar verimsiz geçmiş olsa da sonradan bu konuyu üstelemedim. Günler, haftalar, aylar geçti. Ara sıra köpeğin garip kozmetik şeyini görüyordum, ama her seferinde kafamı dağıtıyordum; eğer bu konuya takılırsam kafamdan asla çıkmayacağını bilerek.
Yine de, aklımın bir köşesinde duran merak arttı, bir kaç ay içinde onu bastırabilecek sinirlere sahip olamayacaktım.
Çitin kenarındaki otları çekip komşumun evine baktığımda, arka verandada yatan köpeği fark ettim. Bizim mahallede sık sık gezen başı boş bir kedi, köpeğin yanına yaklaştı.Uyarıcı ya da kötü niyetli bir duruşu fazla yoktu, ama köpek kalktı ve kediye "çarptı" ve sivri dişlerini kemiğine geçirdi. Kedi, bir şey yapamayacak kadar acı çekiyordu. Bir dakikada tüm vücudunu yuttu.
Şoktaydım.
Kedinin ağlamaları komşum için bir uyarı olmuştu, dışarı çıktı, köpeği yakasından yakalayıp eve çekti. Sonra, yemin ederim ki onun zincirini açıp elini karnından içeri, organlarına soktu. Köpek kaçmadı, azıcık bile. Kolunu çıkarttıktan sonra köpek yere düştü, ölmüş gibi görünüyordu. Sonra komşum onu dışarı taşıdı ve verandadaki yerine geri koydu, vücudunu uyuyor pozisyonda ayarladı. Sonra arabasına bindi ve gitti.
Bu beş dakikalık gördüğüm şey, daha önce tanık olduğum hiçbir şeye benzemiyordu. "Korkunç", "tuhaf" ve "dehşet verici" gördüklerimi tarif etmek için uygun sözlerdi. Dehşete düşmüştüm.
Şok söndükten sonra, köpeğe yaklaştım. Boynuna dokundum; teni soğuk, nabzı yoktu. Karnına baktım ve oradaydı, tüm gizemli görüntüsüyle, tanrıyı terk etmiş fermuar. Köpek öldüğü için kendimi kötü hissettim ama o lanet şeyin amacını öğrenmek zorundaydım. Sadece köpeğin değil, komşumun bir kaç dakika öncesindeki tuhaf davranışlarının da bir açıklamasına ihtiyacım vardı.
Fermuarla köpeğin karnını yavaşça açtım, metalin şıngırdayan sesiyle merakımı artırdım. Karnının her iki tarafını da ellerimle açtım ve hayvanın içini açığa çıkardım. Gördüğüm şey kesinlikle aptalcaydı.
Komşumun köpeği... Animatronikti. Kablolar, dişliler, midesinin olması gereken yerde bir makine. Hiçbir anlamı yoktu ama oradaydı ve fermuarın arkasından bana bakıyordu.
Şok geçirdikten sonra, yapabileceğim en iyi hareketin eve gidip Hayvan Denetimi'ni aramak olduğuna karar verdim. Onlara, komşumun köpeğinin çimlerime izinsizce girip kedilere saldırdığını söyleyebilirdim. Böylece onlar gelecek, robotik varlığı inceleyecek ve sonra da gideceklerdi. Bu tür bir şey için bir protokol olmadığını biliyordum, ama bir şeyleri halledebileceklerini ve polis, hükümet ya da ulusal görevliler gibi uygun insanlarla iletişime geçebileceklerini düşündüm. Bu tuhaf durumun üstesinden gelinirse, komşumun garip köpeğinin hoşuna giden her şeyi yemediğini bilerek rahat uyuyabilirdim.
Basit, değil mi? Hayır! Ne münasebet.
Hayvan Denetimi'nin gelmesi biraz sürdü. Onlar gelene kadar komşum eve geldi ve kanıtları ortadan kaldırdı, köpeği de evinde bir yere sakladı. Hayvan Denetimi görevlisi yanlış anlaşılmadan dolayı özür diledi ve gitti, komşum ön verandada durmuş bana bakarken. Gizliliğin yerel kurumlarda hiçbir şey ifade etmediği ortaya çıktı, işte benim şansım (!)
Takip eden günler... Farklıydı. Komşumun köpeği efendisi tarafından yeniden aktif ederek hayata geri döndü. Her zamanki yollarını yürüdüler, ama benimle küçük konuşmalar için durmadılar. Sonuçta, onun kirli küçük sırrını biliyordum. Artık sohbet edilecek, dost bir komşu değildim, hayır. Bir düşmandım, bu kadının tuhaf hayatı için bir tehlikeydim. Ona ya da garip evcil hayvanına zarar vermeye çalışmış olmasam bile, o bunu bu şekilde görmüyordu.
Böylece, yine günlük yürüyüşlerinden birinde benimle tekrar konuşmadan önce, bir buçuk ay boyunca bana soğuk davrandı.
"Selam!"
"Merhaba. Her şey yolunda mı?"
"Her zamanki gibi. Cumartesi günü öğlen bir yemek veriyorum, sen de davetlisin tabiki."
Garip, bir aydan uzun bir süredir konuşmuyorduk ve şimdi aniden davet edilmiştim? Belki bu zeytin dalı uzatmanın bir yoluydu. Buzları eritmek içindi.
"Evet tabi, gelirim. Kulağa iyi zaman geçirecekmişiz gibi geliyor."
"Harika! Seni listeye ekleyeceğim."
Uzaklaşırken, köpeği kedi yiyen bir robot olduğu halde, özür dileme ihtiyacı hissettim.
"Hey, Hayvan Denetimi hakkında. Sadece söylemek istedim ki-"
"Bunun için endişelenme, önemi yok. Cumartesi görüşürüz!"
Aceleyle eve gitti, ve işte bu kadar. Sorun çözülmüştü.
Ya da ben öyle sandım.
Yemekten önceki gece uyuyamadım.
Evimin çevresinde sürünen ayak sesleri duyuyordum. Bakmak için her kalktığımda ise ses kesiliyor ve görünürde hiçbir şey olmuyordu. Belki bir şaka, bir hırsız ya da geceleri etrafta gezinen hayaletlerdi. Ne olursa olsun, beni gerdi ve uyumamı uzak bir hayal haline getirdi.
Bu ayak sesleri yine geldiğinde, merdivenlere yöneldim. Aşağıdaki oturma odasının kapısının önünde durdum. Ve işte, pencereden adeta odayı gözetleyen dört parlak ışık vardı, onu yakalamıştım. Ensemdeki tüyler diken diken olmuştu.
Her ne kadar dehşete kapılmış olsam da, beyzbol sopamı alıp davetsiz misafirleri selamlamak için ön kapılara yönelmem uzun sürmemişti. Yaşlı olabilirdim, ama gerektiğinde, özellikle de konu evim olduğunda onlara hadlerini bildirirdim.
Şaşırdım, bahçem boştu. Evin her köşesini aradım, kimseyi bulamadım, bir hayalet bile. Ne kadar hızlı koşarsa koşsun, kimse göze gözükmeden bu kadar hızlı hareket edemezdi, ışık zayıf olsa da. Korkmuş, az öncekinden bile gergin bir şekilde yatağıma dönüp korkmuş bir çocuk gibi örtünün altına saklanmadan önce her kapıyı kontrol ettim, gölgelerin arasındaki gizemli figürlerden korkarak.
Gecenin geri kalanında ayak sesleri kesildi, güneş doğarken de korkum. Uyanık kabusum bitmişti, ama giderken yerine yorgun ve uykusuz bir zihin yerleştirmişti.
Komşum öğleden sonra eve döndü, ben de biraz sonra bu komşu buluşması için yolumu tuttum. Garip bir şekilde otoparkta onunkinden başka araba yoktu. Tarihi mi yanlış anladım diye merak ettim, ama kapıyı çaldıktan sonra büyük bir gülümsemeyle açtı ve hemen içeri koşturdu. Beni mutfakta bir bar sandalyesine oturttu sohbet ederken. Ama sonra aniden bir sessizlik oldu. Bu tuhaf birkaç dakikadan sonra, mağlum soruyu sormak için cesaretimi topladım.
"Yani... Herkes nerede?"
"Sen zaten buradasın ya aptal."
Şaşkınlıkla kafamı eğdim.
"Peki ya diğer herkes?"
"Başka kimse yok. Davet ettiğim tek kişi sensin."
Böylece bir kerede parçalar yerine oturdu. Daha önce fark etmediğim için aptal hissettim. Aniden gösterdiği nezaket, dün geceki sesler. Davet yoktu, hiç olmamıştı. Kendi planımdan dolayı tuzağa düşmüştüm.
"Peki şimdi ne olacak?" Diye sordum
"Göreceksin, sıkı dur."
Hızla sandalyemden fırladım ve kapıya koştum. İnsan üstü bir hızla mutfaktan büyük bir bıçak alıp önümde durdu.
"O kadar da hızlı değil."
Taş gibi bekledim, hızlı hareketleri ve sert duruşu beni korkutuyordu.
"Konuşmamız gerek."
"Ne hakkında?" Sordum ama zaten biliyordum.
"Benimle aptalı oynama."
Ve tam o anda, göğsünde, bluzunun içinden dışarı kaymış metale güneş ışığı yansıdı. Bu... Bir fermuardı.
Korku dolu gözlerim fermuarda takılı kaldı, bakışlarımı bir el hareketiyle kesti.
"Gözlerim burada!" Ve sonrası karanlık.
Anılar biraz bulanık, bir sandalyeye bağlı şekilde uyandım. Merdivenlere bakınca bodrumda olduğumu tahmin ettim, ki bu maalesef duruyordu. İplerden kurtulmaya teşebbüs ettim ama hiçbir işe yaramadı. Beni serbest bırakmasaydı hayat boyu o sandalyede bağlı kalırdım.
Merdiven soldaydı, sağımda beton bir duvar vardı, ama doğrudan önümde bir düzine bilgisayarla birlikte adeta bir iş istasyonu vardı. Komşum göğsünden çıkan usb kablosunu bir bilgisayara takmış, kör edici bir hızla bir şeyler yazıyordu. Ne yazdığı görüş alanımda değildi.
Bir bakışla sınırlı olsa da, arkamda ne olduğunun kafamda bir resmini oluşturmak için boynumu sağa sola hareket ettirdim.
Köpeğin özdeş kopyaları bir sürü kafesteydi. Hareket bile etmiyorlardı, onlar da animatronikti, komşum gibi. Tanrı'nın yeşil dünyasında neler bulmuştum böyle?
Az sonra, komşum kabloyu göğsünden söktü ve bana doğru geldi.
"Ah iyi, uyanıksın. Şekerleme güzel miydi?"
Ona iğrenerek baktım ve cevaplamayı reddettim. Benimle konuşan bu şey neydi?
"Sorun ne? Köpek dilini mi yedi?"
Bu alaya da sessiz kaldım.
"İyi. Sadece beni dinlemelisin. Kımıldama, hemen dönerim."
İş istasyonuna dönmeden eline bir şey aldı, sonra önümdeki oturduğu yere geri döndü.
"Sen işleri benim için berbat edene kadar çok çalıştım. Ama yine de, bu benim suçum. Umursamazdım, sırrımı bu kadar belirgin bırakmamalıydım."
Köpeği hakkında konuştuğunu düşündüm.
"Buna bakmanı istiyorum." Nesneyi göz hizzama getirdi. "Syntheti-Tech" yazılı bir logosu olan bir çeşit rozetti.
"Ben bir androidim. Girişimler için önemli bilgiler toplayarak ilerleme sağlamaya çalışan büyük bir şirket için çalışıyorum. Bundan fazlasını bilemezsin. Lanet olsun, zaten çok fazla şey biliyorsun."
Başta fark etmemiştim ama elleriyle fermuarıyla oynuyordu.
"Tanrım, bu lanet olası et elbisesinden çok sıkıldım."
Gözlerimin önünde kıyafetlerini çıkardı. Mümkün olabilecek en normal şekilde. kendi cildinden çıkıp gerçek formunu gösterdi bana. İnsan biçiminde bir araya getirilmiş bir elektronik yığından başka bir şey değildi. Bu; kelimenin tam anlamıyla mide bulandırıcı bir manzaraydı. Hareketleri, konuşması... Rahatsız edici ve hastalıklıydı.
"Daha fazla bir şey anlatamam, ama bu işin gerekli olduğunu bilmeni istiyorum. Bu gerçekleri yukarıdaki dünyaya anlatırsan, başardığımız her şeyi tehlikeye atmış olacaksın. İsteklerimize boyun eğmek zorundasın."
Ne yapacağımı bilmiyordum. Gözlerimi uzağa çevirdim, onun garip, animatronik yüzünü daha fazla görmek istemedim. Maalesef, soğuk metal beni çenemden yakaladı ve gözlerimi ona bakmaya zorladı.
"Söz ver. Bunlardan herhangi birini kimseye söylemeyeceksin. Anlıyor musun?"
Onaylar gibi başımı salladım, ama sadece elini yüzümden çekmesini istediğim içindi. Neyse ki çekti.
"İyi. Bilirsin, tanıdığında o kadar da kötü değiliz. Biz sadece sizin gibiyiz."
Bunu düşündüm. Hiçbir şeyim onun gibi değildi, ve sadece görünüşü yüzünden de değil; asla komşularımı kandırıp bodrumumda bağlı tutmamıştım. Bu benlik değildi.
"Pekala, bu kadar. Buradan gitmen gerekiyor. Sakın benim yaptığım hatayı yapma, hayatının geri kalanı boyunca pişman olursun."
Bu bana söylediği son şeydi ve hiçbir şey anlamamıştım. Yine bayılmış olmalıyım, sonraki hatırladığım şey, onun bodrum zemininde yerden kalktığımdı. Artık bağlı değildim. Herhangi bir neden için beni öldürmemişti. Artık özgürdüm.
Aniden, bir grup personel bodrum kapısından içeri girdi ve bana yardım etmek için aşağı indi.
"İyi misin?"
"Evet, ben iyiyim. Neler oluyor?"
Kanıt toplamak için odanın karşı tarafında yürüyen bir kaç adam gördüm. Bir adam kafeslerden birini söktü, köpeklerden birini yakaladı ve içini açarak onun boş bir kalıptan başka hiçbir şey olmadığını ortaya çıkardı.
"Onlar boş, efendim. Kabuklarından oluşan bir koleksiyon."
"Şüphelendiğim gibi. Önemli değil, serbest sürücülerle birlikte kamyona yükleyin. Umarım gitmeden onları silmemiştir."
Tamamen şokta görünüyor olmalıydım, adam beni omuzlarımdan kavradı ve gözlerimin içine baktı.
"Artık her şey iyi. Uzun zamandır bu kadının peşindeydik. Onu kaçırmış olabiliriz, ama bu yine de büyük bir başarı ve tamamen senin sayende."
Kafam hala karışıktı ama her şey bittiği için rahatlamıştım.
"İyi olduğundan emin misin? Hastaneye gitmene gerek yok mu?"
Kafamı salladım, zaten doktorlara fazla güvenmezdim. Ben sadece evime gitmek istiyordum.
"Tamam, seni evine kadar götüreyim."
Kabul ettim ve çıktık. Sonra hemen içeri girdim ve tüm çirkinliği arkamda bırakarak kapımı kapattım. Planım hepsini unutmaktı.
Devlet memurları gibi duran bu ekip, mahallemi bir kaç saat içinde terk etti. O gece, bu durumu değerlendirmek için, aynı kurum beni aradı. Öğrenmek iyidir ama yine de bazı detayları verdikleri için onları suçladım. Bazı soruları kendime saklamayı yeğlerdim, huzurlu kalmak için. Sonuçta sadece geceleri rahat uyumak isteyen yaşlı bir adamdım.
Komşumun, çeşitli hükümet kurumlarına sızan bir android kültünün yüksek dereceli bir öğrencisi olduğu ortaya çıktı. Şu an ise davalarına yardım etmek için yeni üyeler alma sürecindeydiler. Söyledikleri merakımı giderip bu olayı kapatmam için oldukça yeterliydi, adama teşekkür ettim.
Konuşmamız bittiğinde, ön kapıda bir tıklama duydum.
Gece geç saatlerde misafire alışkın değildim, ama bu operasyonla ilgili soru sormak için gelen komşulardan biridir diye düşündüm. Kapıyı açtım, ama kimse yoktu. Hayır, bir insan yoktu. Onun yerine bir köpek vardı, komşumun köpeğinin aynısından. Ben bir şey yapmadan içeri girip yere oturdu. Tasmasından bir ses yükseldi.
"Kapıyı kapat."
Şaşkınlık ve korkuyla dediğini yaptım.
"Merhaba, ben SERİ #724234. Yolculuğunda senin arkadaşın olacağım. Gerçek macera başlamak üzere. İlk görevine başlamak ister misin?"
Ne yapacağım veya Tanrı aşkına, neler olduğu konusunda bir fikrim yoktu ama tam o sırada; gövdemde boylu boyunca bir kaşıntı hissettim. Başta küçüktü ama sonra büyüdü.
O an, parmaklarımda tanıdık metali hissettim. Anlamam zaman aldı, ama ne hissettiğimi tam olarak biliyordum.
Bu bir fermuardı.
Ç/N : Biraz garip bir pasta, umarım beğenirsiniz. ^^
Komşum elinde tasmayla yürürken, benimle sohbet etmek için dururdu; bense köpeğin karnında asılı, sallanan metal makaraya anlık bakışlar atardım. Bir tür evcil hayvan kıyafeti giydiğini var sayardım, ya da belki başarısız bir veteriner prosedürünün getirisiydi, ama biz daha çok sohbet ettikçe ve ben bu gizemli fermuarı daha sık gördükçe daha iyi anladım ki, o alışılmışın dışındaydı, köpeğin derisine iyice yerleştirilmişti.
Biz ne zaman küçük bir konuşma yapmak için dursak, o dikkatimi çekerdi. Ta ki bir gün ben bunu sormaya karar verene kadar.
"Söylesene, küçük dostumuzun karnının üstündeki fermuar ne?"
"Ah, o mu? Uzun hikaye, seni sıkmak istemem."
"Zamandan bol bir şeyim yok."
Alnımın üstünde oluşan boncuk boncuk terleri görüp göremediğini merak ettim.
"Gerçekten önemsiz bir şey, sadece bir güvenlik tedbiri."
Ve işte bu kadardı. Gülüp geçti, bana azıcık bir açıklama bahşederek. Şimdi düşününce anlıyorum ki, tepkileri büsbütün geçiştirici ve belirsizdi. Ne kadar merak ettiğimi görebiliyordu, öyleyse bana neden sadece anlatmıyordu? Ve güvenlik tedbiri derken tam olarak kast ettiği neydi? Konuşmamız her ne kadar verimsiz geçmiş olsa da sonradan bu konuyu üstelemedim. Günler, haftalar, aylar geçti. Ara sıra köpeğin garip kozmetik şeyini görüyordum, ama her seferinde kafamı dağıtıyordum; eğer bu konuya takılırsam kafamdan asla çıkmayacağını bilerek.
Yine de, aklımın bir köşesinde duran merak arttı, bir kaç ay içinde onu bastırabilecek sinirlere sahip olamayacaktım.
Çitin kenarındaki otları çekip komşumun evine baktığımda, arka verandada yatan köpeği fark ettim. Bizim mahallede sık sık gezen başı boş bir kedi, köpeğin yanına yaklaştı.Uyarıcı ya da kötü niyetli bir duruşu fazla yoktu, ama köpek kalktı ve kediye "çarptı" ve sivri dişlerini kemiğine geçirdi. Kedi, bir şey yapamayacak kadar acı çekiyordu. Bir dakikada tüm vücudunu yuttu.
Şoktaydım.
Kedinin ağlamaları komşum için bir uyarı olmuştu, dışarı çıktı, köpeği yakasından yakalayıp eve çekti. Sonra, yemin ederim ki onun zincirini açıp elini karnından içeri, organlarına soktu. Köpek kaçmadı, azıcık bile. Kolunu çıkarttıktan sonra köpek yere düştü, ölmüş gibi görünüyordu. Sonra komşum onu dışarı taşıdı ve verandadaki yerine geri koydu, vücudunu uyuyor pozisyonda ayarladı. Sonra arabasına bindi ve gitti.
Bu beş dakikalık gördüğüm şey, daha önce tanık olduğum hiçbir şeye benzemiyordu. "Korkunç", "tuhaf" ve "dehşet verici" gördüklerimi tarif etmek için uygun sözlerdi. Dehşete düşmüştüm.
Şok söndükten sonra, köpeğe yaklaştım. Boynuna dokundum; teni soğuk, nabzı yoktu. Karnına baktım ve oradaydı, tüm gizemli görüntüsüyle, tanrıyı terk etmiş fermuar. Köpek öldüğü için kendimi kötü hissettim ama o lanet şeyin amacını öğrenmek zorundaydım. Sadece köpeğin değil, komşumun bir kaç dakika öncesindeki tuhaf davranışlarının da bir açıklamasına ihtiyacım vardı.
Fermuarla köpeğin karnını yavaşça açtım, metalin şıngırdayan sesiyle merakımı artırdım. Karnının her iki tarafını da ellerimle açtım ve hayvanın içini açığa çıkardım. Gördüğüm şey kesinlikle aptalcaydı.
Komşumun köpeği... Animatronikti. Kablolar, dişliler, midesinin olması gereken yerde bir makine. Hiçbir anlamı yoktu ama oradaydı ve fermuarın arkasından bana bakıyordu.
Şok geçirdikten sonra, yapabileceğim en iyi hareketin eve gidip Hayvan Denetimi'ni aramak olduğuna karar verdim. Onlara, komşumun köpeğinin çimlerime izinsizce girip kedilere saldırdığını söyleyebilirdim. Böylece onlar gelecek, robotik varlığı inceleyecek ve sonra da gideceklerdi. Bu tür bir şey için bir protokol olmadığını biliyordum, ama bir şeyleri halledebileceklerini ve polis, hükümet ya da ulusal görevliler gibi uygun insanlarla iletişime geçebileceklerini düşündüm. Bu tuhaf durumun üstesinden gelinirse, komşumun garip köpeğinin hoşuna giden her şeyi yemediğini bilerek rahat uyuyabilirdim.
Basit, değil mi? Hayır! Ne münasebet.
Hayvan Denetimi'nin gelmesi biraz sürdü. Onlar gelene kadar komşum eve geldi ve kanıtları ortadan kaldırdı, köpeği de evinde bir yere sakladı. Hayvan Denetimi görevlisi yanlış anlaşılmadan dolayı özür diledi ve gitti, komşum ön verandada durmuş bana bakarken. Gizliliğin yerel kurumlarda hiçbir şey ifade etmediği ortaya çıktı, işte benim şansım (!)
Takip eden günler... Farklıydı. Komşumun köpeği efendisi tarafından yeniden aktif ederek hayata geri döndü. Her zamanki yollarını yürüdüler, ama benimle küçük konuşmalar için durmadılar. Sonuçta, onun kirli küçük sırrını biliyordum. Artık sohbet edilecek, dost bir komşu değildim, hayır. Bir düşmandım, bu kadının tuhaf hayatı için bir tehlikeydim. Ona ya da garip evcil hayvanına zarar vermeye çalışmış olmasam bile, o bunu bu şekilde görmüyordu.
Böylece, yine günlük yürüyüşlerinden birinde benimle tekrar konuşmadan önce, bir buçuk ay boyunca bana soğuk davrandı.
"Selam!"
"Merhaba. Her şey yolunda mı?"
"Her zamanki gibi. Cumartesi günü öğlen bir yemek veriyorum, sen de davetlisin tabiki."
Garip, bir aydan uzun bir süredir konuşmuyorduk ve şimdi aniden davet edilmiştim? Belki bu zeytin dalı uzatmanın bir yoluydu. Buzları eritmek içindi.
"Evet tabi, gelirim. Kulağa iyi zaman geçirecekmişiz gibi geliyor."
"Harika! Seni listeye ekleyeceğim."
Uzaklaşırken, köpeği kedi yiyen bir robot olduğu halde, özür dileme ihtiyacı hissettim.
"Hey, Hayvan Denetimi hakkında. Sadece söylemek istedim ki-"
"Bunun için endişelenme, önemi yok. Cumartesi görüşürüz!"
Aceleyle eve gitti, ve işte bu kadar. Sorun çözülmüştü.
Ya da ben öyle sandım.
Yemekten önceki gece uyuyamadım.
Evimin çevresinde sürünen ayak sesleri duyuyordum. Bakmak için her kalktığımda ise ses kesiliyor ve görünürde hiçbir şey olmuyordu. Belki bir şaka, bir hırsız ya da geceleri etrafta gezinen hayaletlerdi. Ne olursa olsun, beni gerdi ve uyumamı uzak bir hayal haline getirdi.
Bu ayak sesleri yine geldiğinde, merdivenlere yöneldim. Aşağıdaki oturma odasının kapısının önünde durdum. Ve işte, pencereden adeta odayı gözetleyen dört parlak ışık vardı, onu yakalamıştım. Ensemdeki tüyler diken diken olmuştu.
Her ne kadar dehşete kapılmış olsam da, beyzbol sopamı alıp davetsiz misafirleri selamlamak için ön kapılara yönelmem uzun sürmemişti. Yaşlı olabilirdim, ama gerektiğinde, özellikle de konu evim olduğunda onlara hadlerini bildirirdim.
Şaşırdım, bahçem boştu. Evin her köşesini aradım, kimseyi bulamadım, bir hayalet bile. Ne kadar hızlı koşarsa koşsun, kimse göze gözükmeden bu kadar hızlı hareket edemezdi, ışık zayıf olsa da. Korkmuş, az öncekinden bile gergin bir şekilde yatağıma dönüp korkmuş bir çocuk gibi örtünün altına saklanmadan önce her kapıyı kontrol ettim, gölgelerin arasındaki gizemli figürlerden korkarak.
Gecenin geri kalanında ayak sesleri kesildi, güneş doğarken de korkum. Uyanık kabusum bitmişti, ama giderken yerine yorgun ve uykusuz bir zihin yerleştirmişti.
Komşum öğleden sonra eve döndü, ben de biraz sonra bu komşu buluşması için yolumu tuttum. Garip bir şekilde otoparkta onunkinden başka araba yoktu. Tarihi mi yanlış anladım diye merak ettim, ama kapıyı çaldıktan sonra büyük bir gülümsemeyle açtı ve hemen içeri koşturdu. Beni mutfakta bir bar sandalyesine oturttu sohbet ederken. Ama sonra aniden bir sessizlik oldu. Bu tuhaf birkaç dakikadan sonra, mağlum soruyu sormak için cesaretimi topladım.
"Yani... Herkes nerede?"
"Sen zaten buradasın ya aptal."
Şaşkınlıkla kafamı eğdim.
"Peki ya diğer herkes?"
"Başka kimse yok. Davet ettiğim tek kişi sensin."
Böylece bir kerede parçalar yerine oturdu. Daha önce fark etmediğim için aptal hissettim. Aniden gösterdiği nezaket, dün geceki sesler. Davet yoktu, hiç olmamıştı. Kendi planımdan dolayı tuzağa düşmüştüm.
"Peki şimdi ne olacak?" Diye sordum
"Göreceksin, sıkı dur."
Hızla sandalyemden fırladım ve kapıya koştum. İnsan üstü bir hızla mutfaktan büyük bir bıçak alıp önümde durdu.
"O kadar da hızlı değil."
Taş gibi bekledim, hızlı hareketleri ve sert duruşu beni korkutuyordu.
"Konuşmamız gerek."
"Ne hakkında?" Sordum ama zaten biliyordum.
"Benimle aptalı oynama."
Ve tam o anda, göğsünde, bluzunun içinden dışarı kaymış metale güneş ışığı yansıdı. Bu... Bir fermuardı.
Korku dolu gözlerim fermuarda takılı kaldı, bakışlarımı bir el hareketiyle kesti.
"Gözlerim burada!" Ve sonrası karanlık.
Anılar biraz bulanık, bir sandalyeye bağlı şekilde uyandım. Merdivenlere bakınca bodrumda olduğumu tahmin ettim, ki bu maalesef duruyordu. İplerden kurtulmaya teşebbüs ettim ama hiçbir işe yaramadı. Beni serbest bırakmasaydı hayat boyu o sandalyede bağlı kalırdım.
Merdiven soldaydı, sağımda beton bir duvar vardı, ama doğrudan önümde bir düzine bilgisayarla birlikte adeta bir iş istasyonu vardı. Komşum göğsünden çıkan usb kablosunu bir bilgisayara takmış, kör edici bir hızla bir şeyler yazıyordu. Ne yazdığı görüş alanımda değildi.
Bir bakışla sınırlı olsa da, arkamda ne olduğunun kafamda bir resmini oluşturmak için boynumu sağa sola hareket ettirdim.
Köpeğin özdeş kopyaları bir sürü kafesteydi. Hareket bile etmiyorlardı, onlar da animatronikti, komşum gibi. Tanrı'nın yeşil dünyasında neler bulmuştum böyle?
Az sonra, komşum kabloyu göğsünden söktü ve bana doğru geldi.
"Ah iyi, uyanıksın. Şekerleme güzel miydi?"
Ona iğrenerek baktım ve cevaplamayı reddettim. Benimle konuşan bu şey neydi?
"Sorun ne? Köpek dilini mi yedi?"
Bu alaya da sessiz kaldım.
"İyi. Sadece beni dinlemelisin. Kımıldama, hemen dönerim."
İş istasyonuna dönmeden eline bir şey aldı, sonra önümdeki oturduğu yere geri döndü.
"Sen işleri benim için berbat edene kadar çok çalıştım. Ama yine de, bu benim suçum. Umursamazdım, sırrımı bu kadar belirgin bırakmamalıydım."
Köpeği hakkında konuştuğunu düşündüm.
"Buna bakmanı istiyorum." Nesneyi göz hizzama getirdi. "Syntheti-Tech" yazılı bir logosu olan bir çeşit rozetti.
"Ben bir androidim. Girişimler için önemli bilgiler toplayarak ilerleme sağlamaya çalışan büyük bir şirket için çalışıyorum. Bundan fazlasını bilemezsin. Lanet olsun, zaten çok fazla şey biliyorsun."
Başta fark etmemiştim ama elleriyle fermuarıyla oynuyordu.
"Tanrım, bu lanet olası et elbisesinden çok sıkıldım."
Gözlerimin önünde kıyafetlerini çıkardı. Mümkün olabilecek en normal şekilde. kendi cildinden çıkıp gerçek formunu gösterdi bana. İnsan biçiminde bir araya getirilmiş bir elektronik yığından başka bir şey değildi. Bu; kelimenin tam anlamıyla mide bulandırıcı bir manzaraydı. Hareketleri, konuşması... Rahatsız edici ve hastalıklıydı.
"Daha fazla bir şey anlatamam, ama bu işin gerekli olduğunu bilmeni istiyorum. Bu gerçekleri yukarıdaki dünyaya anlatırsan, başardığımız her şeyi tehlikeye atmış olacaksın. İsteklerimize boyun eğmek zorundasın."
Ne yapacağımı bilmiyordum. Gözlerimi uzağa çevirdim, onun garip, animatronik yüzünü daha fazla görmek istemedim. Maalesef, soğuk metal beni çenemden yakaladı ve gözlerimi ona bakmaya zorladı.
"Söz ver. Bunlardan herhangi birini kimseye söylemeyeceksin. Anlıyor musun?"
Onaylar gibi başımı salladım, ama sadece elini yüzümden çekmesini istediğim içindi. Neyse ki çekti.
"İyi. Bilirsin, tanıdığında o kadar da kötü değiliz. Biz sadece sizin gibiyiz."
Bunu düşündüm. Hiçbir şeyim onun gibi değildi, ve sadece görünüşü yüzünden de değil; asla komşularımı kandırıp bodrumumda bağlı tutmamıştım. Bu benlik değildi.
"Pekala, bu kadar. Buradan gitmen gerekiyor. Sakın benim yaptığım hatayı yapma, hayatının geri kalanı boyunca pişman olursun."
Bu bana söylediği son şeydi ve hiçbir şey anlamamıştım. Yine bayılmış olmalıyım, sonraki hatırladığım şey, onun bodrum zemininde yerden kalktığımdı. Artık bağlı değildim. Herhangi bir neden için beni öldürmemişti. Artık özgürdüm.
Aniden, bir grup personel bodrum kapısından içeri girdi ve bana yardım etmek için aşağı indi.
"İyi misin?"
"Evet, ben iyiyim. Neler oluyor?"
Kanıt toplamak için odanın karşı tarafında yürüyen bir kaç adam gördüm. Bir adam kafeslerden birini söktü, köpeklerden birini yakaladı ve içini açarak onun boş bir kalıptan başka hiçbir şey olmadığını ortaya çıkardı.
"Onlar boş, efendim. Kabuklarından oluşan bir koleksiyon."
"Şüphelendiğim gibi. Önemli değil, serbest sürücülerle birlikte kamyona yükleyin. Umarım gitmeden onları silmemiştir."
Tamamen şokta görünüyor olmalıydım, adam beni omuzlarımdan kavradı ve gözlerimin içine baktı.
"Artık her şey iyi. Uzun zamandır bu kadının peşindeydik. Onu kaçırmış olabiliriz, ama bu yine de büyük bir başarı ve tamamen senin sayende."
Kafam hala karışıktı ama her şey bittiği için rahatlamıştım.
"İyi olduğundan emin misin? Hastaneye gitmene gerek yok mu?"
Kafamı salladım, zaten doktorlara fazla güvenmezdim. Ben sadece evime gitmek istiyordum.
"Tamam, seni evine kadar götüreyim."
Kabul ettim ve çıktık. Sonra hemen içeri girdim ve tüm çirkinliği arkamda bırakarak kapımı kapattım. Planım hepsini unutmaktı.
Devlet memurları gibi duran bu ekip, mahallemi bir kaç saat içinde terk etti. O gece, bu durumu değerlendirmek için, aynı kurum beni aradı. Öğrenmek iyidir ama yine de bazı detayları verdikleri için onları suçladım. Bazı soruları kendime saklamayı yeğlerdim, huzurlu kalmak için. Sonuçta sadece geceleri rahat uyumak isteyen yaşlı bir adamdım.
Komşumun, çeşitli hükümet kurumlarına sızan bir android kültünün yüksek dereceli bir öğrencisi olduğu ortaya çıktı. Şu an ise davalarına yardım etmek için yeni üyeler alma sürecindeydiler. Söyledikleri merakımı giderip bu olayı kapatmam için oldukça yeterliydi, adama teşekkür ettim.
Konuşmamız bittiğinde, ön kapıda bir tıklama duydum.
Gece geç saatlerde misafire alışkın değildim, ama bu operasyonla ilgili soru sormak için gelen komşulardan biridir diye düşündüm. Kapıyı açtım, ama kimse yoktu. Hayır, bir insan yoktu. Onun yerine bir köpek vardı, komşumun köpeğinin aynısından. Ben bir şey yapmadan içeri girip yere oturdu. Tasmasından bir ses yükseldi.
"Kapıyı kapat."
Şaşkınlık ve korkuyla dediğini yaptım.
"Merhaba, ben SERİ #724234. Yolculuğunda senin arkadaşın olacağım. Gerçek macera başlamak üzere. İlk görevine başlamak ister misin?"
Ne yapacağım veya Tanrı aşkına, neler olduğu konusunda bir fikrim yoktu ama tam o sırada; gövdemde boylu boyunca bir kaşıntı hissettim. Başta küçüktü ama sonra büyüdü.
O an, parmaklarımda tanıdık metali hissettim. Anlamam zaman aldı, ama ne hissettiğimi tam olarak biliyordum.
Bu bir fermuardı.
Ç/N : Biraz garip bir pasta, umarım beğenirsiniz. ^^
13 Ağustos 2018 Pazartesi
Parti//
Dışarıda ses olmasını seviyorum. O saçma sapan kavgaları duymak elbette kötü, ya da gece gece köpeğin havlaması, belki de çöplükten gelen o tıkırtılar. Rahatsız ediciler; ama dışarıda benim haricimde biri olması sevindiriyor. Sırf bu yüzden bu sesleri seviyorum... Ve şuanda bu gürültü partinin müzik sesine dayanabilmemin sebebi bu.
Yaşlı komşu Bayan Bettie -neredeyse 100 yaşına girecekti- parti yapanların evine gidip onları uyarmıştı. Camdan görmüştüm. Ama gecenin on ikisi olmasına rağmen ses hala vardı, demek ki uyarısını işe yaramamıştı.
Kitap okudum, kahve içtim ve ailemi aradım. Annem sağ olsun sattığı arabadan nasıl kar alamadığını anlatıyordu ve son iki haftadır tek konuştuğu şey buydu. Artık telefonu yüzüne kapayıp "YETER ANNE!" Diye bağırmıştım. Umarım aramız düzelir.
Saat bir buçuk oldu ve ses hala var. Canım sıkılıyor. Acaba ben de mi gitsem? Hazırlanmaya başladım. Dışarıdan gelen ses rock/metal tarzda bir müzikti.Kırmızı koyu ruj sürdüm, eyeliner, rimel ve siyah far. Siyah simli ojeler, mini bir elbise, uzun topuklu ayakkabılar, el çantam, ve bir 'fıs' da parfüm. Harikayım.
Sokaktaki lamba cızırdayıp duruyor. Sinirimi bozdu. Işıklar yok ama sese doğru gidiyorum. Bir de topuklu ayakkabımın tıkırıtısı var. Sonunda.. sokağı döneceğim ve varmış olacağım.
Ses yok. Tüylerim diken diken. Yerde ölü, yarısı olmayan nasıl anlatabileceğimi bilmiyorum cesetler var. Bettie teyze de orada. Doğru. Evden çıkmıştı ama geri geldiğini görmedim. O şey orda. Bana bakıyor. Yerde yüzlerce insan var. Etraf kan gölü. Yaratık ağzındaki insanı bıraktı ve bana doğru yürüyor. Aslında koşuyor. Ses yok. Ses hiçbir zaman olmamıştı. Bunu yeni anlıyorum. Bu sadece davetti. İnsanlar kendilerini ölüme sürüklediler. Davetin çağrısına cevap verdiler. Hatırlıyorum.. ben metal müzikten nefret ederdim. Burada işim ne? Her şey bir oyun. Ve yaratık üzer-
Ç.N: Çok çok çok sevdiğim bir cp olur kendisi~
Yaşlı komşu Bayan Bettie -neredeyse 100 yaşına girecekti- parti yapanların evine gidip onları uyarmıştı. Camdan görmüştüm. Ama gecenin on ikisi olmasına rağmen ses hala vardı, demek ki uyarısını işe yaramamıştı.
Kitap okudum, kahve içtim ve ailemi aradım. Annem sağ olsun sattığı arabadan nasıl kar alamadığını anlatıyordu ve son iki haftadır tek konuştuğu şey buydu. Artık telefonu yüzüne kapayıp "YETER ANNE!" Diye bağırmıştım. Umarım aramız düzelir.
Saat bir buçuk oldu ve ses hala var. Canım sıkılıyor. Acaba ben de mi gitsem? Hazırlanmaya başladım. Dışarıdan gelen ses rock/metal tarzda bir müzikti.Kırmızı koyu ruj sürdüm, eyeliner, rimel ve siyah far. Siyah simli ojeler, mini bir elbise, uzun topuklu ayakkabılar, el çantam, ve bir 'fıs' da parfüm. Harikayım.
Sokaktaki lamba cızırdayıp duruyor. Sinirimi bozdu. Işıklar yok ama sese doğru gidiyorum. Bir de topuklu ayakkabımın tıkırıtısı var. Sonunda.. sokağı döneceğim ve varmış olacağım.
Ses yok. Tüylerim diken diken. Yerde ölü, yarısı olmayan nasıl anlatabileceğimi bilmiyorum cesetler var. Bettie teyze de orada. Doğru. Evden çıkmıştı ama geri geldiğini görmedim. O şey orda. Bana bakıyor. Yerde yüzlerce insan var. Etraf kan gölü. Yaratık ağzındaki insanı bıraktı ve bana doğru yürüyor. Aslında koşuyor. Ses yok. Ses hiçbir zaman olmamıştı. Bunu yeni anlıyorum. Bu sadece davetti. İnsanlar kendilerini ölüme sürüklediler. Davetin çağrısına cevap verdiler. Hatırlıyorum.. ben metal müzikten nefret ederdim. Burada işim ne? Her şey bir oyun. Ve yaratık üzer-
Ç.N: Çok çok çok sevdiğim bir cp olur kendisi~
17 Temmuz 2018 Salı
Chatroom A
2019'un yazıydı, 16 yaşındaki Thomas Mitchell ve ailesi Stillwater eyaletindeki Montana ormanında bulunan barakalarına gittiler.
İki küçük kardeşi vardı. 10 yaşındaki Felix ve daha yeni 14 yaşına giren Michael. Gündüzleri genellikle gün boyunca dağ yürüyüşü ve yakın yerlere uğrayarak, geceleri ise Nintendoları* ile oynayarak vakit geçirirler. Thomas'ın ailesi, iki hafta sosyal medyadan uzak olmak, aileye ve doğaya daha fazla odaklanmak istediği için barakada hiç wifi yoktu.
Yine de bunun anlamı, eski Nintendolarını akşam bir şeyler yapmak için yanında götüremeyecekleri değildi.
Barakaları oldukça eskiydi. 1960'lı yıllarda inşa edilmesi ve o zamandan beri herhangi bir yenilenme şekli olmamış olmasından dolayıdır.
Thomas'ın büyük büyükbabası onu kendi başına inşa etti. Ve ailesi bununla çok gurur duyuyor.
Thomas ve ailesi Seattle'da yaşıyordu bu yüzden barakalarına arabayla gitmek oldukça uzundu.
Sabah erkenden ayrıldılar ve birkaç saat sonra Thomas'ın kardeşi Felix'in tuvalete gitmesi gerekiyordu. Sakin bir benzin istasyonunda durdular.
Ailenin geri kalanı da bunun abur cubur almak ve yolun devamına hazır olmak için iyi bir fırsat olduğunu düşündü.
Vardıklarında saat çoktan 11 civarındaydı ve park yerleri oldukça yoğundu.
Tüm beşli arabadan indi.
Thomas'ın babası Scott Mitchell, arabayı benzinle doldururken Vivian Jones (Thomas'ın annesi) 3 çocuğu markete götürdü. Thomas ve Michael dosdoğru çerezliklere gitti ve Felix ise tuvaletlere doğru koştu. Vivian Felix'i abur cuburların yanına (abilerinin onu beklediği yere) götürmek için tuvalette bekliyordu. Tanımadığı bir adamın ona soru sorduğunu duyduğunda Vivian'ın nefesi kesildi.
"Felix, sen napıyorsun?" Yabancılarla konuşmayı kes!" diye bağırdı.
Felix, tanımadığı adamla hemen konuşmayı bıraktı ve annesine doğru yürüdü. Thomas'ın annesi sinirliydi ama rahatlamıştı da ve onu dışarı çıkardı.
Thomas ve Michael kıs kıs gülüyorlardı. İkisi de şok olmuştu ama eğlenmişlerdi de.
Dördü bunun üzerine fazla düşünmedi, çerezlerini aldılar, ödediler ve arabaya geri döndüler.
Vivian olanları Scott'a anlatırken o da şok olmuştu ama kötü bir şey olmadığını ve her şeyin iyi olduğunu vurgulamıştı.
Ve böylece hedef varış noktalarına geri döndüler.
Vardıkları an saat çoktan beş olmuştu ve Scott, gece soğuk olması durumunda yakacak odun toplaması gerektiğini sezmişti.
Tamı tamına 1 hafta geçmişti, aile gezi boyunca, yaşanan küçük tatsızlığı unutmuş ve herkes yerel bir vahşi yaşam parkındaki yorucu ve uzun bir doğa yürüyüşünden sonra evdeydi.
Diğerleri gibi bir geceydi. Akşam yemeği saat 7'de ardından 11'e kadar televizyon ve herkes yatağına gitti.
Ancak üçü, anne-babaları uyurken, birbirleriyle geç saatte bir sohbet düzenledi. Nasıl mı? Sorabilirsin.
Pekâlâ, Nintendo'nun eskimiş sohbet odalarından.
Hepsi gece saat 11:30 sularında sohbet odası D'de buluşmak için anlaştılar.
Ve yaptılar da.
Thomas, namıdiğer "Thoma2002", Felix, namıdiğer "FlyingBat" ve Michael, namıdiğer "M1C43L" tüm üçü de sohbet odasındaydı.
Söz konusu sohbet odalarının uzaklığı yaklaşık 20 metreydi ve bu barakanın yaklaşık yarısı kadar olduğu göz önüne alındığında bu üçü için yeterli bir aralıktı.
Herkesin ayrı bir odası vardı.
Hepsi, oturma odasına ve açık mutfağa bağlanan uzun bir koridordan birbirlerine bağlı olan odalarda uyudular.
Yalnızca tek bir kapı vardı; terastan oturma odasına bağlı ön kapı.
Baraka yaklaşık 16 metre uzunluğunda bir tepenin üstündeydi.
Koridor 5 kapıdan oluşuyordu.
Sağ tarafta ilk banyo gelir, sonra Thomas'ın odası sağ tarafta banyoya yakın.
Üçüncü olarak Scott ve Vivian'ın odası solda.
Ve son olarak sol tarafta olan Michael'in karşısındaki Felix'in odası.
Sohbetin üzerinden 1 saat geçerken, Thomas dışarıdan dal çıtırtısı duydu.
Eskimiş odasındaki pencereden kafasını kaldırıp baktı.
Muhtemelen rüzgâr veya bir hayvandı diye düşündü kendi kendine.
Michael yazarken, Thomas bugün yaptığı ve gördüğü şeyleri gözden geçiriyordu. Ailesiyle birlikte yediği dondurma, gördüğü ayı-
Başka bir dal çıtırdadı.
Kahretsin.
Thomas'ın penceresi ardına kadar açıktı. Onu ayıran tel sineklik ve dış dünya.
Muhtemelen onu duydu çünkü gece penceresini sürekli açık bırakan yalnız oydu.
Michael ileti gönderdi: "Beyler, sohbet odası A'da birini gördünüz mü ?"
Thomas kaşlarını çattı.
Bu mümkün değil, biz çok uzaktayız. Sokağın aşağısında sadece iki komşumuz var ve en azından 30 metre uzaktalar. Muhtemelen sadece bir hataydı, bu şeyler en az 6 yıllık. Bu düşünce hızlıca zihninden geçti. Bunu bir iletiye dönüştürdü ve kardeşlerine gönderdi.
"Evet Thomas'a katılıyorum bir hata ya da başka bir şey" dedi Felix.
Diğer ikinci şüpheyi duyan Michael kısa bir şekilde "Emin misin ?" diye cevapladı.
Thomas, sohbet odası A'da hâlâ biri olup olmadığını kontrol etmeye gitti.
Ve yeterince emindi, orada biri vardı. Gizli gizli dolaşıyordu.
"Kontrol etmeli miyiz ?" dedi Thomas.
"Başımı belaya sokmak istemiyorum" diye kısaca cevapladı Felix.
"Zaten yarın büyük bir gün. Bunu kısa keselim ve uyuyalım. Ne olursa olsun aptalca bir fikirdi." diye devam etti.
"İyi,git. Ama ben bunu çözmek istiyorum. İyi geceler" diye cevapladı Michael.
Felix, her iki abisine de iyi geceler deyip, Nintendosunu kapatıp uyumaya gitti.
"Şimdi ne yapacağız? diye cevapladı Thomas.
"Sohbet odası A'ya gidelim ve iletişim kurmaya çalışalım." dedi Michael hızlıca.
Birkaç dakika sonra "Bunun iyi bir fikir olduğuna emin misin ?" dedi Thomas.
Michael, gözleri devrik bir emoji resmi gönderdi. Bunu yapar yapmaz "korkak" deyip sohbetten ayrıldı.
Thomas'ın kalbi hızlı hızlı atıyordu. Tedirginleşiyordu.
Ya gerçek biriyse? Bunun anlamı bu kişi gerçekten, gerçekten yakın. 20 metreden daha yakın diye kendi kendine düşündü.
Anne babasının büyük olasılıkla uyuduğunu düşündü ve koridorda Michael'in odasına doğru yavaşça yürüdü.
Thomas kapıyı çaldı.
"Gel" dedi Michael.
"Ne halt ettiğini sanıyorsun?! Bu bir oyun değil! Bu kişi bize yakın olabilir. Çok yakın" diye bağırdı Thomas.
"Şşş, sessiz olur musun lütfen? Ya da anne babamızı uyandırmak mı istiyorsun?" diye karşı çıktı Michael.
"Eğer hemen durmazsan hepimizi tehlikeli bir duruma sokacaksın." diyerek gözlerini devirdi Thomas.
Ama Thomas çoktan geç kalmıştı. Michael, kullanıcı adı "HereNow" olan tanımadık yabancıyla zaten konuşuyordu.
Thomas Michael'in ekranını gördü. "Aklından zorun mu var ?" Abartısız, bizden 3 metre uzakta olabilir"
Yabancı yalnızca bunlar gibi birkaç esrarlı ileti bıraktı: "Gece vakti geliyor." ve "Ormanın gölgesi sizin için gittikçe kalınlaşıyor."
Aniden, oturma odasının camından gelen yüksek sesli bir çarpma sesi duydular. Her ikisi de korkudan donmuşlardı. Ardından olabileceklere korkmuşlardı.
"Seni bunun olacağı konusunda uyardım." dedi Thomas. Michael bir şey söylemedi tamamen şoktaydı.
Sohbeti kapattı ve Nintendosunun bağlantısını kesti.
"Hadi,ah,hadi sakin kalalım" dedi Michael.
Thomas öfkesini kardeşinden çıkartırken Michael'in gözleri yaş içindeydi. Ama ağlayamıyordu çünkü korku içinde donmuş ve şok olmuştu.
Thomas artık dayanamıyordu. Ses çıkarmadan oturma odasına gitti.
Perdelerin kapalı olduğu pencerelere ulaştığında durdu. Kalp atışlarını hissederken yavaşça bir perdeyi çekti. Pencere, karanlık bir cisimle kayboluyordu. İlk başta renkleri ve şekilleri anlamak zordu. Ama gözleri karanlık ve ay ışığı birleşimine uyum sağlarken, cismin ne olduğu hızlıca belli oldu... Kandı. Pencerenin her yerinde kanlı el izleri vardı...
Thomas tiksindi ve korktu ama her zamanki gibi bunu kimin ya da ne yaptığını merak ediyordu.
Yağmurluğunu giyip, mutfaktan keskin bir bıçak alıp, ayakkabılarını giydi ve yavaşça kapıyı açtı.
Kapı nihayet açıldığında hava yüzüne çarptı.
Duyabildiği tek şey, cırcır böcekleri ve çalılıkların içinde aşırı büyümüş tepenin hışırtı sesiydi.
Seyir platformu boştu. Kalp atışlarıyla başa çıkmaya çalışıyordu, onları yavaşlatmayı deniyordu.
Ama çit kapının açıldığını ve artık açık olduğunu gördüğünde yapamıyordu. El feneri almak için içeri döndü ve tekrar arkasından kapıyı kapatmak için dışarı çıktı.
Davetsiz misafire bağırarak gözünü korkutmaya çalıştı: "Çekil git! Polisi arayacağım. Burası bizim arazimiz." Ama güç bela bağırıyordu, o kadar korkmuştu ki sesinde duyabilirdiniz.
Bir şey olmadıktan birkaç dakika sonra, tepenin üstündeydi. Arabalarını park ettikleri yere doğru tüm yolu yürüdü.
Bağırmadan önce bile daha belirsizdi: "Merhaba ?"
Neredeyse anormal bir çığlık duymuştu ama ne çığlık ki senin bile hayal edemeyeceğin. Neredeyse çığlık gibi bir hırlamaydı.
Thomas şimdi tamamen çıldırmıştı. Geri döndü ve eve doğru gitti.
Arkasından hışırdama sesi duyuyordu ama muhtemelen çoktan geciktiğini biliyordu.
Neydi bu? Kaderimle böyle mi tanışıyorum?
Thomas, hayal edilemeyecek şekilde acılı ölüm yollarını düşünüyordu.
Sonra evin terasına doğru hızlıca koştu. Ve kendini güvende sandığı noktaya ulaşınca küçük, alçak kapıyı kapattı.
Kendisini sakinleştirmeye çalışırken, boynunun arkasında ani ve sert bir darbe hissetti.
BAM
Her şey yavaşladı ve karardı.
Karanlığa...
Ç.N: Nintendo bir video oyunu markasıdır.
12 Temmuz 2018 Perşembe
Dear Friend
Sevgili dostum,
Bu bir itiraf değil. Ortada kabullenecek bir durum yok. Bunun için kendimi suçlu hissetmeliyim. Açık olmak gerekirse, hiçbir şey için en ufak bir pişmanlık hissetmiyorum. Olanlar benim yaptığım şeyler değildi. Sanki sana yazıyormuşum gibi hissediyorum. Tüm bunları kağıda dökmek kafamı boşaltmama biraz yardımcı olacak.
Şu anda yatak odamdayım. Saat gecenin üçü. Gözlerim acıyor çünkü kapanmayacaklar. Düşüncelerim olduğunda neden bana tam olarak bunun olduğunu merak ediyor ve bunun üzerinde kafa yoruyordum. Eğer belki sana onun gözlerinden bahsedersem, benimkileri kapatabilirim. Kesinlikle öyle umuyorum. Çünkü eğer biraz dinlenmezsem sanırım aklımı kaçıracağım.
Onlar lanetli gözlerdi.
Kahverengiydiler. Güneş tam sağdan vurduğunda kehribar renginde parlayan koyu bir çikolata kahvesi. Asla önemli şeyleri hatırlamam. Doğum günleri,yıl dönümleri ya da en sevdiği renk veya şarkı neydi. Ama bunu hatırlıyorum. Uzun bir zaman önce durumlar iyiyken,kahverengi gözlerin sıkıcı olduğunu söylerdi. Gözlerinin sıkıcı olduğunu. Ona gözlerinin güzel olduğunu düşündüğümü söylerdim ve onları yapmacık bir sinirle devirirdi. Ona iltifat ettiğimde daima gözlerini devirirdi. Sanırım önünde sonunda durmamın sebebi bu. Ama parantez açıyorum; bu sana anlatmak istediğim şey değil.
Gözleri rengi yüzünden güzel değildi. Ya da kirpikleri gözlüklerinin camına değecek kadar uzun olduğu için.(onları takmayı hatırladığında,çoğunlukla yaptığı gibi onları yanı başında duran masanın üstünde bırakmazdı.) Hayır; onlar güzeldi çünkü dürüsttüler. Yalan söylemezlerdi, en azından bana karşı değil.
Ancak çoğu zaman güzel şeyler olduğu için bu bir sorundu. Onun mecburiyetten bir yalancı olduğunu söylemiyorum. Bu hiç de sorun değildi. Abartman gerektiğinde her ilişkide dönemlerin olduğunu itiraf eden ilk kişi ben olacağım. Ya tartışma ya da gereksiz acı veya hatta sadece zaman ve rahatlıktan kaçınmak için. Her ilişkinin belli bir aldatma seviyesinde ya da en azından mutluluktan bihaber bir şekilde kurulduğu görüşündeyim.
Sorun yalan söylemesi değildi. Ah, hayır. Dediğim gibi ordaki ya da burdaki küçük bir beyaz yalan canımı sıkmazdı. Sorun şuydu, ilişkimiz devam ederken daha da cesurlaştı. Eve gitgide geç gelmeye başladı. Nefesi gitgide alkol kokmaya başladı. Ve her zaman ona nerede olduğunu sorardım. Ve o da her zaman Anne ile birlikte olduğunu söylerdi.
İşte böyle. İki hece. Clip Clop*
"Emin misin?" derdim.
"Eminim." derdi.
Tik tak.
Sonra pes eder ve horlamaya başlardı. Her nefesiyle sadece sarhoşluktan meydana gelebilecek aralıksız önlenemez bir mırıltı. Ya da sanırım obeziteden. Ama o şişman değildi. O sadece br ayyaştı. Daima Anne ile birlikte takılan bir ayyaş.
Kısa bir süre içerisinde gece alışkanlığı haline geldi.
Bir bardak sıcak sütten sonra saat 10 sularında yatmaya giderdim. Bir büro işim var (yakında açıklanacak nedenlerden dolayı sana nerede olduğunu söylemeyeceğim.) ve saat sabah 6 da uyanık olmam gerekir. Ama gelgelelim o hayatında herhangi bir işi yürütemedi. Ona daima göz kulak olan yalnızca bendim.
Saat 3 sularında yanılarak karanlıkta çaresizce el yordamıyla beni uyandırırdı. Uyandığımda onun nerede olduğunu sorardım. Anne ile derdi.
Clip clop.
"Emin misin?" derdim
"Eminim?" derdi.
Tik tak.
Ve o lanetli gözler. O lanetli yalvaran gözler. Ona inanmam için yalvardılar. Onu gözetlememem için yalvardılar. Düşünmemem için yalvardılar. Ve ben orada uzanıp, yatak odasının camından ayın solgun ışığında parlayan kehribarlara bakardım. İnan bana dostum,biliyordum. Sadece biliyordum. Biliyordum çünkü onları gördüm. Onları görebiliyordum. Onları onun gözünde görebiliyordum. Beni yansıtıyorlardı. Aynı onunki gibi gözleri kahverengiydi.
Hatırlıyorum ki, önceleri mide boşluğumda erimiş lav gibi köpüren bir öfke hissederdim. Püsküren,çağlayan. Yavaşça beni içten dışa doğru yakıyor. Gel gör ki, hiçbir şey hissetmemek için adeta çokça çaba sarf edildi. Ne hissettiğimin bir önemi yok gerçi. Onun yalanlarını yüksek sesle söylemedim. Ben kötü bir sevgili değildim.
Bunu tekrarlayayım. Ben kötü bir sevgili değildim. Muhakkak sorunlarımız vardı. Her ilişkinin vardır. Ama ben kötü bir sevgili değildim. Bunu söylediğimde bana inanacağını biliyorum. Eğer beni tanıyor olsaydın tüm hatalarım için kötü olmadığımı bilirdin.
Sana yemin ederdim ki onlar lanetli gözlerdi.
Her şey iki gün önce oldu. Eve her zamanki gibi geç geldi. Saat tam olarak gece 3:34'tü. Bunu hatırlıyorum çünkü uyanıktım ve kapı kilidinde onun anahtarlarının sesini duyduğumda saate bakıyordum. Asla önemli şeyleri hatırlamam, arabamın petrolü değişmeye ihtiyacı olduğunda ya da yağmur beklendiğinde şemsiye almak gibi. Ama bunu hatırlıyorum.
Saat antikaydı, bir aile yadigârı. Direkt yatağımın karşısında asılı durur. Beyaz boya çatlamış ve etrafı soyulmuş. Çatlaklar damar gibi duruyor. Ay ışığında hayvan leşi üzerindeki kurtçuklar gibi nabızları ve kalpleri atıyordu.
Sarkaç eğrinin altından sarkar. Kötü olan at gibi şekillenmiş olması. Yıllardır kırık ve artık sallanmıyor. Sarkaç çalışmasa bile saatin kendisi hâlâ tik tak sesini çıkarıyor.
Clip clop.
Anahtarları kilitteydi. Yatakta oturdum ve saati izledim. Tam iki dakika boyunca kapı ile mücadele etti.
Gece 3:36
Sonra kapıyı açık bıraktığımu fark etti.
Onu açtı ve arkasından kendi kendine kapanmaya bıraktı.
Çok geçmeden anahtarlarını bıraktığını ve mutfak tezgahına koyduğunu duydum.
Bunun üzerine yürümeye başladı.
Gece 3:37
Adımları boğuktu. Mutfakta ayakkabılarını çıkarmıştı.
Tik tak.
Daha sonra yatak odasındaydı. Kapının altındaki küçük ışık aralığından ayağının gölgesini gördüm. Bir an için durdu.
Gece 3:38
Sonra, yatak odasının kapısını yavaşça itti. Onun silüetine baktım küçük ve narin. Siyah arkadan aydınlatmalı figür kapı çerçevesinde sarhoş ve belli belirsiz bir şekilde sallandı.
Gece 3:39
Ve bunun üzerine gece alışkanlığı başlayacaktı.
Sakince "Neredeydin?" diye sordum.
Clip clop.
Silüet kapı çerçevesine düştü. Yüzü gölgelerle örtülüydü. Gözlerini göremiyordum.
Sessizdi.
Belki beni duymadı. Eminim beni duymadı. Soruyu tekrar sordum.
"Neredeydin?" dedim.
O lanetli gözlerle bana bakmasını bekledim. İki hece için bekledim.
Tik tak.
Uzun bir süre daha sessizdi.
Gece 3:40
Sonra gülmeye başladı.
Yavaş,derin bir gürleme olarak göğsünde başladı.
Adeta duyulamazdı. Duymak için kendimi zorlamak zorundaydım. Figüre bakınca kapı çerçevesine yaslandı. Boğazından fokurdayışını, hız ve ses gücünün arttığını duydum. Sonra inanamayan bakışlarımın altında, kahkaları ağzından patlayıverdi. Uluyan başını geriye attı.
Yatakta doğruldum. Bu tamamen yanlıştı.
"Neredeydin?" diye üçüncü kez, kahkahasının üzerinden duyulmam için sesimi yükselterek tekrarladım.
Bu alışkanlık değildi. Olacağı varsayılmıyordu.
Kahkahalarının arasından, tek bir cümle çıkıverdi.
"Bu saatten nefret ediyorum"
Clip clop. Tik tak.
Sonra ansızın gülmeyi kesti. Bana baktı.
Benim en kıymetli dostum, onun gözlerini gördüm. Yatak odası penceresinden dalgalanan ayın ışığında parlayan o lanetli gözlerini gördüm. Onlar dürüst, içten gözlerdi. Onlar yalan söylemezdi, bana değil.
Saatimden nefret etti.
O gece neden farklıydı bilmiyorum. Eve geldiğinde neden uyanık olduğumu ya da dürüst olmak için neden o geceyi seçtiğini veya onun dürüst olma seçimi neden beni böylesi şiddetli bir öfkeyle doldurduğunu söyleyemem. Sana tüm anlatabileceğim hakikattir.
Bu bir itiraf değil.
Ona tekrar sordum "Neredeydin?"
O da tekrar "Bu saatten nefret ediyorum" dedi.
Clip clop. Tik tak.
Ardından ne olduğunu bilmiyorum. Nasıl olmuşsa onunla beraber kapı boşluğundaydım. Güçlükle soluyordu ve ellerimi tırmalıyordu. Boğazının etrafında türüyorlardı. Clip clop. Tik tak.
Tırnakları ellerimi kazıdı. Doğruyu söylemek gerekirse ellerim hâlâ acıyor. Bıraktığı yaralar oldukça derindi. Yazmayı olması gerekenden daha da zorlaştırıyor.
Gözlerimi onun gözlerinden koparamadım.
Bu içten, güzel gözler onun kafatasından pörtlüyordu. Kan damarlarının patlamasının ve süt beyazının içinde küçük kırmızı nehirlerin ortaya çıkmasını izledim. Ay ışığında, hayvan leşindeki kurtçuklar gibi nabızları ve kalpleri atıyordu.
Clip clop. Tik tak. Clip Clop. Tik tak. Clip clop. Tik tak.
Korkuyordu. Lanetlenmiş gözler bana öyle söylüyordu. O an sonsuza kadar sürdü. Sonra aniden başladığı gibi bitti. Dehşet gibi izledim. Gerçeklik ve hayat gözlerini terk etti.
Çabalamayı bıraktı.
Onu bıraktım. Ayaklarının yere düştüğünü fark etmedim. O, cansız bir şekilde, boğuk bir gümbürtüyle yere düştü.
Sonra her nasılsa, yerde onun yanındaydım.
Dostum,yerde onunla ne kadar zaman harcadım bilmiyorum. Sadece ne yapacağımı bilmiyordum. Gözleri hâlâ açıktı, bana bakıyorlardı,kırmızı,beyaz, kahverengiydiler. Ve artık içten değillerdi.
En sonunda onu yatağa koymaya karar verdim. Yanına uzandım. O uyanana kadar yanında beklemeye karar verdim.
İki gün oldu ve hâlâ uyanmadı. Hayatı tamamen sona ermiş görünüyor ama gözleri bana bakmayı kesmiyor. Kırmızı,beyaz,kahverengiydiler. Ve artık içten değillerdi. Kötü kokmaya başlamadan daha ne kadar dayanacağını bilemiyorum.
Ne yapacağımdan emin değilim. Tüm bildiğim bunun benim hatam olmadığı.
Onlar lanetli gözlerdi.
Clip Clop: Atın ayağından çıkan nal sesidir.
Bu bir itiraf değil. Ortada kabullenecek bir durum yok. Bunun için kendimi suçlu hissetmeliyim. Açık olmak gerekirse, hiçbir şey için en ufak bir pişmanlık hissetmiyorum. Olanlar benim yaptığım şeyler değildi. Sanki sana yazıyormuşum gibi hissediyorum. Tüm bunları kağıda dökmek kafamı boşaltmama biraz yardımcı olacak.
Şu anda yatak odamdayım. Saat gecenin üçü. Gözlerim acıyor çünkü kapanmayacaklar. Düşüncelerim olduğunda neden bana tam olarak bunun olduğunu merak ediyor ve bunun üzerinde kafa yoruyordum. Eğer belki sana onun gözlerinden bahsedersem, benimkileri kapatabilirim. Kesinlikle öyle umuyorum. Çünkü eğer biraz dinlenmezsem sanırım aklımı kaçıracağım.
Onlar lanetli gözlerdi.
Kahverengiydiler. Güneş tam sağdan vurduğunda kehribar renginde parlayan koyu bir çikolata kahvesi. Asla önemli şeyleri hatırlamam. Doğum günleri,yıl dönümleri ya da en sevdiği renk veya şarkı neydi. Ama bunu hatırlıyorum. Uzun bir zaman önce durumlar iyiyken,kahverengi gözlerin sıkıcı olduğunu söylerdi. Gözlerinin sıkıcı olduğunu. Ona gözlerinin güzel olduğunu düşündüğümü söylerdim ve onları yapmacık bir sinirle devirirdi. Ona iltifat ettiğimde daima gözlerini devirirdi. Sanırım önünde sonunda durmamın sebebi bu. Ama parantez açıyorum; bu sana anlatmak istediğim şey değil.
Gözleri rengi yüzünden güzel değildi. Ya da kirpikleri gözlüklerinin camına değecek kadar uzun olduğu için.(onları takmayı hatırladığında,çoğunlukla yaptığı gibi onları yanı başında duran masanın üstünde bırakmazdı.) Hayır; onlar güzeldi çünkü dürüsttüler. Yalan söylemezlerdi, en azından bana karşı değil.
Ancak çoğu zaman güzel şeyler olduğu için bu bir sorundu. Onun mecburiyetten bir yalancı olduğunu söylemiyorum. Bu hiç de sorun değildi. Abartman gerektiğinde her ilişkide dönemlerin olduğunu itiraf eden ilk kişi ben olacağım. Ya tartışma ya da gereksiz acı veya hatta sadece zaman ve rahatlıktan kaçınmak için. Her ilişkinin belli bir aldatma seviyesinde ya da en azından mutluluktan bihaber bir şekilde kurulduğu görüşündeyim.
Sorun yalan söylemesi değildi. Ah, hayır. Dediğim gibi ordaki ya da burdaki küçük bir beyaz yalan canımı sıkmazdı. Sorun şuydu, ilişkimiz devam ederken daha da cesurlaştı. Eve gitgide geç gelmeye başladı. Nefesi gitgide alkol kokmaya başladı. Ve her zaman ona nerede olduğunu sorardım. Ve o da her zaman Anne ile birlikte olduğunu söylerdi.
İşte böyle. İki hece. Clip Clop*
"Emin misin?" derdim.
"Eminim." derdi.
Tik tak.
Sonra pes eder ve horlamaya başlardı. Her nefesiyle sadece sarhoşluktan meydana gelebilecek aralıksız önlenemez bir mırıltı. Ya da sanırım obeziteden. Ama o şişman değildi. O sadece br ayyaştı. Daima Anne ile birlikte takılan bir ayyaş.
Kısa bir süre içerisinde gece alışkanlığı haline geldi.
Bir bardak sıcak sütten sonra saat 10 sularında yatmaya giderdim. Bir büro işim var (yakında açıklanacak nedenlerden dolayı sana nerede olduğunu söylemeyeceğim.) ve saat sabah 6 da uyanık olmam gerekir. Ama gelgelelim o hayatında herhangi bir işi yürütemedi. Ona daima göz kulak olan yalnızca bendim.
Saat 3 sularında yanılarak karanlıkta çaresizce el yordamıyla beni uyandırırdı. Uyandığımda onun nerede olduğunu sorardım. Anne ile derdi.
Clip clop.
"Emin misin?" derdim
"Eminim?" derdi.
Tik tak.
Ve o lanetli gözler. O lanetli yalvaran gözler. Ona inanmam için yalvardılar. Onu gözetlememem için yalvardılar. Düşünmemem için yalvardılar. Ve ben orada uzanıp, yatak odasının camından ayın solgun ışığında parlayan kehribarlara bakardım. İnan bana dostum,biliyordum. Sadece biliyordum. Biliyordum çünkü onları gördüm. Onları görebiliyordum. Onları onun gözünde görebiliyordum. Beni yansıtıyorlardı. Aynı onunki gibi gözleri kahverengiydi.
Hatırlıyorum ki, önceleri mide boşluğumda erimiş lav gibi köpüren bir öfke hissederdim. Püsküren,çağlayan. Yavaşça beni içten dışa doğru yakıyor. Gel gör ki, hiçbir şey hissetmemek için adeta çokça çaba sarf edildi. Ne hissettiğimin bir önemi yok gerçi. Onun yalanlarını yüksek sesle söylemedim. Ben kötü bir sevgili değildim.
Bunu tekrarlayayım. Ben kötü bir sevgili değildim. Muhakkak sorunlarımız vardı. Her ilişkinin vardır. Ama ben kötü bir sevgili değildim. Bunu söylediğimde bana inanacağını biliyorum. Eğer beni tanıyor olsaydın tüm hatalarım için kötü olmadığımı bilirdin.
Sana yemin ederdim ki onlar lanetli gözlerdi.
Her şey iki gün önce oldu. Eve her zamanki gibi geç geldi. Saat tam olarak gece 3:34'tü. Bunu hatırlıyorum çünkü uyanıktım ve kapı kilidinde onun anahtarlarının sesini duyduğumda saate bakıyordum. Asla önemli şeyleri hatırlamam, arabamın petrolü değişmeye ihtiyacı olduğunda ya da yağmur beklendiğinde şemsiye almak gibi. Ama bunu hatırlıyorum.
Saat antikaydı, bir aile yadigârı. Direkt yatağımın karşısında asılı durur. Beyaz boya çatlamış ve etrafı soyulmuş. Çatlaklar damar gibi duruyor. Ay ışığında hayvan leşi üzerindeki kurtçuklar gibi nabızları ve kalpleri atıyordu.
Sarkaç eğrinin altından sarkar. Kötü olan at gibi şekillenmiş olması. Yıllardır kırık ve artık sallanmıyor. Sarkaç çalışmasa bile saatin kendisi hâlâ tik tak sesini çıkarıyor.
Clip clop.
Anahtarları kilitteydi. Yatakta oturdum ve saati izledim. Tam iki dakika boyunca kapı ile mücadele etti.
Gece 3:36
Sonra kapıyı açık bıraktığımu fark etti.
Onu açtı ve arkasından kendi kendine kapanmaya bıraktı.
Çok geçmeden anahtarlarını bıraktığını ve mutfak tezgahına koyduğunu duydum.
Bunun üzerine yürümeye başladı.
Gece 3:37
Adımları boğuktu. Mutfakta ayakkabılarını çıkarmıştı.
Tik tak.
Daha sonra yatak odasındaydı. Kapının altındaki küçük ışık aralığından ayağının gölgesini gördüm. Bir an için durdu.
Gece 3:38
Sonra, yatak odasının kapısını yavaşça itti. Onun silüetine baktım küçük ve narin. Siyah arkadan aydınlatmalı figür kapı çerçevesinde sarhoş ve belli belirsiz bir şekilde sallandı.
Gece 3:39
Ve bunun üzerine gece alışkanlığı başlayacaktı.
Sakince "Neredeydin?" diye sordum.
Clip clop.
Silüet kapı çerçevesine düştü. Yüzü gölgelerle örtülüydü. Gözlerini göremiyordum.
Sessizdi.
Belki beni duymadı. Eminim beni duymadı. Soruyu tekrar sordum.
"Neredeydin?" dedim.
O lanetli gözlerle bana bakmasını bekledim. İki hece için bekledim.
Tik tak.
Uzun bir süre daha sessizdi.
Gece 3:40
Sonra gülmeye başladı.
Yavaş,derin bir gürleme olarak göğsünde başladı.
Adeta duyulamazdı. Duymak için kendimi zorlamak zorundaydım. Figüre bakınca kapı çerçevesine yaslandı. Boğazından fokurdayışını, hız ve ses gücünün arttığını duydum. Sonra inanamayan bakışlarımın altında, kahkaları ağzından patlayıverdi. Uluyan başını geriye attı.
Yatakta doğruldum. Bu tamamen yanlıştı.
"Neredeydin?" diye üçüncü kez, kahkahasının üzerinden duyulmam için sesimi yükselterek tekrarladım.
Bu alışkanlık değildi. Olacağı varsayılmıyordu.
Kahkahalarının arasından, tek bir cümle çıkıverdi.
"Bu saatten nefret ediyorum"
Clip clop. Tik tak.
Sonra ansızın gülmeyi kesti. Bana baktı.
Benim en kıymetli dostum, onun gözlerini gördüm. Yatak odası penceresinden dalgalanan ayın ışığında parlayan o lanetli gözlerini gördüm. Onlar dürüst, içten gözlerdi. Onlar yalan söylemezdi, bana değil.
Saatimden nefret etti.
O gece neden farklıydı bilmiyorum. Eve geldiğinde neden uyanık olduğumu ya da dürüst olmak için neden o geceyi seçtiğini veya onun dürüst olma seçimi neden beni böylesi şiddetli bir öfkeyle doldurduğunu söyleyemem. Sana tüm anlatabileceğim hakikattir.
Bu bir itiraf değil.
Ona tekrar sordum "Neredeydin?"
O da tekrar "Bu saatten nefret ediyorum" dedi.
Clip clop. Tik tak.
Ardından ne olduğunu bilmiyorum. Nasıl olmuşsa onunla beraber kapı boşluğundaydım. Güçlükle soluyordu ve ellerimi tırmalıyordu. Boğazının etrafında türüyorlardı. Clip clop. Tik tak.
Tırnakları ellerimi kazıdı. Doğruyu söylemek gerekirse ellerim hâlâ acıyor. Bıraktığı yaralar oldukça derindi. Yazmayı olması gerekenden daha da zorlaştırıyor.
Gözlerimi onun gözlerinden koparamadım.
Bu içten, güzel gözler onun kafatasından pörtlüyordu. Kan damarlarının patlamasının ve süt beyazının içinde küçük kırmızı nehirlerin ortaya çıkmasını izledim. Ay ışığında, hayvan leşindeki kurtçuklar gibi nabızları ve kalpleri atıyordu.
Clip clop. Tik tak. Clip Clop. Tik tak. Clip clop. Tik tak.
Korkuyordu. Lanetlenmiş gözler bana öyle söylüyordu. O an sonsuza kadar sürdü. Sonra aniden başladığı gibi bitti. Dehşet gibi izledim. Gerçeklik ve hayat gözlerini terk etti.
Çabalamayı bıraktı.
Onu bıraktım. Ayaklarının yere düştüğünü fark etmedim. O, cansız bir şekilde, boğuk bir gümbürtüyle yere düştü.
Sonra her nasılsa, yerde onun yanındaydım.
Dostum,yerde onunla ne kadar zaman harcadım bilmiyorum. Sadece ne yapacağımı bilmiyordum. Gözleri hâlâ açıktı, bana bakıyorlardı,kırmızı,beyaz, kahverengiydiler. Ve artık içten değillerdi.
En sonunda onu yatağa koymaya karar verdim. Yanına uzandım. O uyanana kadar yanında beklemeye karar verdim.
İki gün oldu ve hâlâ uyanmadı. Hayatı tamamen sona ermiş görünüyor ama gözleri bana bakmayı kesmiyor. Kırmızı,beyaz,kahverengiydiler. Ve artık içten değillerdi. Kötü kokmaya başlamadan daha ne kadar dayanacağını bilemiyorum.
Ne yapacağımdan emin değilim. Tüm bildiğim bunun benim hatam olmadığı.
Onlar lanetli gözlerdi.
Clip Clop: Atın ayağından çıkan nal sesidir.
11 Temmuz 2018 Çarşamba
Deadly Trick-or-Treating Part-III
Günümüz,2017
Çocukken yaşadığımız korkunç olaydan bu yana 18 yıl geçmişti. Şu an 28 yaşındayım ve NYC'de büyük şehir hayatı yaşıyorum. Allison ve Meredithle sosyal medya üzerinden hâlâ temas halindeyim. Ne yazık ki, geçen seneki Cadılar Bayramında Emma'yı kaybettik. Şiddetli depresyon ve bunalım ile mücadele ederken yıllar sonra intihar etti.
Allison ve ben, ziyaret etmek için New Hampshire'daki mahallemize dönmeye karar verdik. Orda, hâlâ mahallemizde oturan Meredithle buluştuk. Çocukluk anılarımızdan bahsetmeye başladık. 1999 ve 2000 yıllarında Cadılar Bayramı sırasında bulunduğumuz korkunç olaylar da konuşmaya dahil oldu. Şükürler olsun ki, o zamandan bu yana mahallemizde şiddet suçları bulunmamakta ve kasaba bir kez daha güvenli bir topluluk olarak görülmektedir. Ertesi gün New York City'deki evime geri döndüm. Allison bir kaç gün daha ailesinin yanında kalacak. 2 çocukluk arkadaşımla da vedalaştım ve evime geri döndüm.
Birkaç hafta sonra,Cadılar Bayramından sonraki gün, Allison beni aramıştı. Kötü haberleri vardı.
Meredith, New Hampshire şehrindeki evinde vahşice öldürülmüş olarak bulundu. Tam bir şok, güvensizlik ve korku içindeydim. Kolay kolay birisinin bunu Meredith'e yaptığına inanamadım. Ama ne yazık ki gerçekti. Şimdi, Meredith Emmayla birlikte gitmişti. Çocukluğumdaki en yakın 2 dostum da şimdi ölüydü. İkisinin de tamı tamına aynı gün,bir yıl arayla ölmesi tuhaftı. Emma'nın ölümünün bir intihar olduğuna hüküm sürülmüş olsa da hâlâ çok şüpheleniyordum ve bunu düşünmek tesadüf olmayabilirdi.
Şüphelerim o gün eve döndükten sonra doğrulandı. Evime doğru yürüdüm ve korkuyla geri çekildim. Duvarımda, "sıradaki sensin" diye yazan kanlı bir mesaj vardı. Oturma odasına gitmek için köşeyi döndüm ve ölen kedimin tavan fanında asılı kaldığını görünce bir kez daha dehşete kapıldım. Tatlı kedimin bağırsakları çıkarılmıştı ve duvardaki ürkütücü mesaj onun kanıyla yazılmıştı. Polisi aradım ancak daireme zorla girildiğini tespit etmekten başka yapacak bir şeyleri yoktu. Bunun arkasında kimin olabileceğini bulmaya çalışacaklarını söylediler,ama ben zaten onun kim olduğunu biliyordum.
Çocukken beni ve arkadaşlarımı dehşete düşüren,deli hastası şüpheli kişiyi biliyordum. Onun deli hastanesinden kaçtığını ve 18 yıl önce başladığı işi bitirmeye karar verdiğini düşünüyorum. Sanırım o gece biz 4 kızı da öldürmeyi planlıyordu. Şimdi o tımarhaneden uzakta ve arkadaşlarımı öldürüyor. Önce Emma'ydı, sonra Meredith ve görünen o ki sıradaki de benim. Muhtemelen Allisonla devam edecek. Onun ölümcül öfkesi tamamlanacak ve hepimiz ölmüş olacağız. Sadece Cadılar Bayramında insanları öldürüyor, yani beni öldürmek için bir sonraki Cadılar Bayramında geleceğini farzediyorum. Bu psikopatın, yaşadığım yeri nasıl bulduğuna dair hiçbir fikrim yok. Söylemeye gerek yok ama kesinlikle dehşete kapıldım ve şu an ne yapacağımı bilmiyorum. Ciddi bir şekilde kimliğimi değiştirmeyi hatta yaşadığım ülkeyi bile terketmeyi düşünüyorum sırf bu psikopattan uzaklaşmak için. Allison'ın da peşinde olduğu için ona da aynı şeyi yapmasını tavsiye ediyorum.
Şu an tüm yapabildiğim, beni bulmaması ve birisinin onu bulup ait olduğu yere götürmesi için dua etmek. Böylece bir daha kimseye saldıramayacak.
Çocukken yaşadığımız korkunç olaydan bu yana 18 yıl geçmişti. Şu an 28 yaşındayım ve NYC'de büyük şehir hayatı yaşıyorum. Allison ve Meredithle sosyal medya üzerinden hâlâ temas halindeyim. Ne yazık ki, geçen seneki Cadılar Bayramında Emma'yı kaybettik. Şiddetli depresyon ve bunalım ile mücadele ederken yıllar sonra intihar etti.
Allison ve ben, ziyaret etmek için New Hampshire'daki mahallemize dönmeye karar verdik. Orda, hâlâ mahallemizde oturan Meredithle buluştuk. Çocukluk anılarımızdan bahsetmeye başladık. 1999 ve 2000 yıllarında Cadılar Bayramı sırasında bulunduğumuz korkunç olaylar da konuşmaya dahil oldu. Şükürler olsun ki, o zamandan bu yana mahallemizde şiddet suçları bulunmamakta ve kasaba bir kez daha güvenli bir topluluk olarak görülmektedir. Ertesi gün New York City'deki evime geri döndüm. Allison bir kaç gün daha ailesinin yanında kalacak. 2 çocukluk arkadaşımla da vedalaştım ve evime geri döndüm.
Birkaç hafta sonra,Cadılar Bayramından sonraki gün, Allison beni aramıştı. Kötü haberleri vardı.
Meredith, New Hampshire şehrindeki evinde vahşice öldürülmüş olarak bulundu. Tam bir şok, güvensizlik ve korku içindeydim. Kolay kolay birisinin bunu Meredith'e yaptığına inanamadım. Ama ne yazık ki gerçekti. Şimdi, Meredith Emmayla birlikte gitmişti. Çocukluğumdaki en yakın 2 dostum da şimdi ölüydü. İkisinin de tamı tamına aynı gün,bir yıl arayla ölmesi tuhaftı. Emma'nın ölümünün bir intihar olduğuna hüküm sürülmüş olsa da hâlâ çok şüpheleniyordum ve bunu düşünmek tesadüf olmayabilirdi.
Şüphelerim o gün eve döndükten sonra doğrulandı. Evime doğru yürüdüm ve korkuyla geri çekildim. Duvarımda, "sıradaki sensin" diye yazan kanlı bir mesaj vardı. Oturma odasına gitmek için köşeyi döndüm ve ölen kedimin tavan fanında asılı kaldığını görünce bir kez daha dehşete kapıldım. Tatlı kedimin bağırsakları çıkarılmıştı ve duvardaki ürkütücü mesaj onun kanıyla yazılmıştı. Polisi aradım ancak daireme zorla girildiğini tespit etmekten başka yapacak bir şeyleri yoktu. Bunun arkasında kimin olabileceğini bulmaya çalışacaklarını söylediler,ama ben zaten onun kim olduğunu biliyordum.
Çocukken beni ve arkadaşlarımı dehşete düşüren,deli hastası şüpheli kişiyi biliyordum. Onun deli hastanesinden kaçtığını ve 18 yıl önce başladığı işi bitirmeye karar verdiğini düşünüyorum. Sanırım o gece biz 4 kızı da öldürmeyi planlıyordu. Şimdi o tımarhaneden uzakta ve arkadaşlarımı öldürüyor. Önce Emma'ydı, sonra Meredith ve görünen o ki sıradaki de benim. Muhtemelen Allisonla devam edecek. Onun ölümcül öfkesi tamamlanacak ve hepimiz ölmüş olacağız. Sadece Cadılar Bayramında insanları öldürüyor, yani beni öldürmek için bir sonraki Cadılar Bayramında geleceğini farzediyorum. Bu psikopatın, yaşadığım yeri nasıl bulduğuna dair hiçbir fikrim yok. Söylemeye gerek yok ama kesinlikle dehşete kapıldım ve şu an ne yapacağımı bilmiyorum. Ciddi bir şekilde kimliğimi değiştirmeyi hatta yaşadığım ülkeyi bile terketmeyi düşünüyorum sırf bu psikopattan uzaklaşmak için. Allison'ın da peşinde olduğu için ona da aynı şeyi yapmasını tavsiye ediyorum.
Şu an tüm yapabildiğim, beni bulmaması ve birisinin onu bulup ait olduğu yere götürmesi için dua etmek. Böylece bir daha kimseye saldıramayacak.
Deadly Trick-or-Treating Part-II
Cadılar Bayramı,2000
Geçen Cadılar Bayramı boyunca yaşadığımız korkunç olaydan beri tam bir yıl geçmişti. Alison ve Meredith ile hâlâ yakındım. Hâlâ Pensilvanya'da yaşayan Emma ile iletişimde kaldım. Şu an ortaokul 6. sınıftayız ve yine Cadılar Bayramı'nda şeker toplamak için hazırlanıyoruz. Bu yıl daaha tedbirliydik, mahallemizde şeker toplayan diğer çocuklar da vardı. Arkadaşlarım ve ben bu sene daha erkenden gidip şeker toplamaya ve bu sefer çok geç vakte kalmamaya karar verdik. Bu sene kötü bir şey olmadı. Bıçaklı tuhaf bir saldırgan bizi öldürmeye, ya da bunun gibi bir şey yapmaya çalışmadı.
Bu sabah, yerel haberlerde korkunç bir şry gördüm. Bir önceki gece şeker toplamak için dışarı çıkan 10 yaşındaki bir kızın kaybolmasıyla ilgili bir haberdi. Alison, Meredith ve ben korkmuştuk. Geçen Cadılar Bayramı boyunca yaşadığımız dehşet hatıralar bize bir ton tuğla gibi çarpmıştı.
Birkaç gün sonra, derede kafasız bir beden bulundu. Ceset kalıntıları tanımlanamadı ancak polis,kalıntıların 9-10 yaş arasındaki,Cadılar Bayramı gecesinde kaybolan kıza ait olduğunu öne sürdü. Emma'ya ne olduğu hakkında bir şey anlatmamaya karar verdik. Ona kötü hatıraları tetiklemek istemediğimiz gibi. Her nasılsa, o günden sonra Emma bizi aradı ve iyi olup olmadığımızı sordu. Kasabamızda yaşayan ailesinin bir arkadaşından ne olduğunu öğrenmişti.
Polis başka bir soruşturma yürüttü. Ama bu sefer katil bulundu. Birkaç gün sonra kızın kafası bulundu. Genç bir kız kasabanın karakoluna geldi. Memurlara sevgilisinin bodrumunda çürüyen, gerçek bir insan kafası bulunduğunu söyledi. Polis sevgilisinin evini araştırdı ve parçalanmış kafayı buldu. Diş kayıtlarından, Cadılar Bayramı gecesinde kaybolan kız olduğu kesin bir şekilde bulundu. Polis aynı zamanda, ölü kedi, köpek ve diğer hayvanların kan kalıntıları gibi rahatsız edici başka şeyler de bulmuştu. Polis şimdi şüphelinin kim olduğunu biliyordu. Kızın sevgilisi tutuklandı.
Katil 19 yaşında bir adamdı. Polis ona genç kızı neden öldürdüğünü sorduğunda,keyifle ve memnuniyetle öldürdüğünü söyledi. Ayrıca bir sesin kendisine, her Cadılar Bayramı, küçük bir çocuğu öldürmesi gerektiğini yoksa kendisine korkunç bir şey olacağını söyledi. Geçen sene nerdeyse küçük bir kızı öldürmek üzere olduğunu ama kızın ondan kaçtığını söyledi. Bu kız bizim arkadaşımız Emma'ydı. 1999 yılında Halloween'da bizi dehşete düşüren adamın kimliğini artık hepimiz biliyorduk. Emma yaşadığı için minnettarız,ancak hayatta kalamayan zavallı kız için kötü hissediyorduk.
Adam ikinci dereceden cinayet ve bir cinayete teşebbüsten suçlanacaktı, fakat deliliği sebebiyle beraat etti ve New Hampshire'ın bir yerinde bir akıl hastanesine yerleştirildi.
Geçen Cadılar Bayramı boyunca yaşadığımız korkunç olaydan beri tam bir yıl geçmişti. Alison ve Meredith ile hâlâ yakındım. Hâlâ Pensilvanya'da yaşayan Emma ile iletişimde kaldım. Şu an ortaokul 6. sınıftayız ve yine Cadılar Bayramı'nda şeker toplamak için hazırlanıyoruz. Bu yıl daaha tedbirliydik, mahallemizde şeker toplayan diğer çocuklar da vardı. Arkadaşlarım ve ben bu sene daha erkenden gidip şeker toplamaya ve bu sefer çok geç vakte kalmamaya karar verdik. Bu sene kötü bir şey olmadı. Bıçaklı tuhaf bir saldırgan bizi öldürmeye, ya da bunun gibi bir şey yapmaya çalışmadı.
Bu sabah, yerel haberlerde korkunç bir şry gördüm. Bir önceki gece şeker toplamak için dışarı çıkan 10 yaşındaki bir kızın kaybolmasıyla ilgili bir haberdi. Alison, Meredith ve ben korkmuştuk. Geçen Cadılar Bayramı boyunca yaşadığımız dehşet hatıralar bize bir ton tuğla gibi çarpmıştı.
Birkaç gün sonra, derede kafasız bir beden bulundu. Ceset kalıntıları tanımlanamadı ancak polis,kalıntıların 9-10 yaş arasındaki,Cadılar Bayramı gecesinde kaybolan kıza ait olduğunu öne sürdü. Emma'ya ne olduğu hakkında bir şey anlatmamaya karar verdik. Ona kötü hatıraları tetiklemek istemediğimiz gibi. Her nasılsa, o günden sonra Emma bizi aradı ve iyi olup olmadığımızı sordu. Kasabamızda yaşayan ailesinin bir arkadaşından ne olduğunu öğrenmişti.
Polis başka bir soruşturma yürüttü. Ama bu sefer katil bulundu. Birkaç gün sonra kızın kafası bulundu. Genç bir kız kasabanın karakoluna geldi. Memurlara sevgilisinin bodrumunda çürüyen, gerçek bir insan kafası bulunduğunu söyledi. Polis sevgilisinin evini araştırdı ve parçalanmış kafayı buldu. Diş kayıtlarından, Cadılar Bayramı gecesinde kaybolan kız olduğu kesin bir şekilde bulundu. Polis aynı zamanda, ölü kedi, köpek ve diğer hayvanların kan kalıntıları gibi rahatsız edici başka şeyler de bulmuştu. Polis şimdi şüphelinin kim olduğunu biliyordu. Kızın sevgilisi tutuklandı.
Katil 19 yaşında bir adamdı. Polis ona genç kızı neden öldürdüğünü sorduğunda,keyifle ve memnuniyetle öldürdüğünü söyledi. Ayrıca bir sesin kendisine, her Cadılar Bayramı, küçük bir çocuğu öldürmesi gerektiğini yoksa kendisine korkunç bir şey olacağını söyledi. Geçen sene nerdeyse küçük bir kızı öldürmek üzere olduğunu ama kızın ondan kaçtığını söyledi. Bu kız bizim arkadaşımız Emma'ydı. 1999 yılında Halloween'da bizi dehşete düşüren adamın kimliğini artık hepimiz biliyorduk. Emma yaşadığı için minnettarız,ancak hayatta kalamayan zavallı kız için kötü hissediyorduk.
Adam ikinci dereceden cinayet ve bir cinayete teşebbüsten suçlanacaktı, fakat deliliği sebebiyle beraat etti ve New Hampshire'ın bir yerinde bir akıl hastanesine yerleştirildi.
Deadly Trick-or-Treating Part-I
Cadılar Bayramı,1999
1999 yılında bir Cadılar Bayramı gecesiydi. 10 yaşındaydım ve 5. sınıfa gidiyordum. New Hampshire denilen bir kasabada yaşıyordum. Bu hikayede Alison,Emma ve Meredith olarak bahsedeceğim 3 yakın arkadaşım vardı. Cadılar Bayramı gecesinde hepimiz benim evime toplandık ve sonra mahallede kapı kapı dolaşıp şeker toplama macerası için yola koyulduk. Amacımız bir sürü eve gidip toplayabildiğimiz kadar çok şeker toplamaktı. Bu yıl ailelerimiz kendi başımıza dışarı çıkmamıza izin vermişti. Bu, dört kızın Cadılar Bayramı macerasıydı.
Her şey iyi gidiyordu. Çok fazla şeker toplamıştık, ve bizler gayet eğleniyorduk. Dördümüz saatin bir hayli geç olduğunu farkediyorduk ve şeker toplayanların çoğunluğu bu noktaya kadar çoktan eve gitmişti. Cadılar Bayramı bu yıl pazar gününe denk gelmişti, yani hepimizin ertesi gün okula hazır olmak için eve gidip uyuması gerekiyordu. Evimize doğru gitmeye başladık,hepimizin evi birbirine çok yakındı. Karanlık bir sokakta yürürken,ağacın arkasından çıkan birini gördük. Epey uzundu ve Çığlık filminden hayalet surat kostümü giyiyordu. Bizi korkutmaya çalışan küçük bir çocuk olduğunu zannettik. Onu başımızdan savdık ve yolumuza devam ettik. Arkama göz attım ve ağacın arkasında gördüğümüz aynı adamı farkettim. Bizi takip ediyordu. Arkadaşlarıma bu ürpertici adamın peşimizde olduğunu fısıldadım ve kurtulmak için onları daha hızlı yürümeyi denemeye zorladım. Grubumuzun belalı ve cesur kızı olan Emma geriye dönüp bu esrarengiz adamla yüzleşmeye karar verdi. Ona tuhaf insan diye seslendi ve ne halt ettiğini sordu. Adam, pelerinin altından bir şey çıkardı. Onun küçük bir çakı olduğunu farkettim. Aniden bize doğru koşmaya başladı. Dördümüz de bu deli insandan cehennem gibi kaçmaya başladık. Ciddi bir şekilde korku filmindeymişiz gibi hissettiriyordu.
Arkamıza bir saniye dahi bakmadan bacaklarımızın bizi taşıyacağı kadar hızlı koşmaya devam ettik. Nihayetinde onu kaybettik. Soluklanmak için oturduk ve bu tuhaf şeyden daha hızlı koşarak kurtulduğumuz için memnunduk. Sonra,bir şey farkettim. Şu an yalnızca 3 kişiydik. Ben, Alison, ve Meredith vardı ama Emma görünürde yoktu. Belki de,Emma bizden farklı bir yöne kaçtı diye düşünmüştük. Zihinlerimiz, bu tuhaf şeyin arkadaşımızı ele geçirip ona kötü bir şey yaptığı en kötü durum senaryosuna atlamamaya çalıştı. Tam o sırada bize doğru topallayan birini gördük. Bu Emma'ydı. Sağ bacağının kanadığını farkettik. Bize,adamın onu enselediğini ve ağaçların arkasına götürdüğünü söyledi. Emma'nın bacağını bıçaklamıştı ama Emma onun yüzüne yumruk atarak ondan kaçmıştı. Dediğim gibi Emma grubun belalı kızıydı ve o, onunla uğraşabilecek biri değildi.
Sonra,bir şey oldu. Emma o tuhaf,bıçaklı adamla,nasıl mücadele ettiğini anlatırken yere çöktü. Sırtında açık bir bıçak yarası olduğunu sonra farkettik. Anlaşılan, Emma onunla mücadele etmeye çalışırken,adam onu bıçaklamış olmalıydı. Emma baygındı ve önümüzde öldüğünü sandık. Ön sundurma ışıkları açık olan en yakın eve koştuk. Telaş içinde kapı zilini çaldık ve yaşça büyük bir adam çıktı. Ona bir arkadaşımızın yaralandığını ve ambulansa ihtiyacı olduğunu söyledik. Karısına polisi aramasını söylerken adam bizimle geldi. Adam Emma'yı eve taşımamıza yardım etti ve hepimiz ambulansın gelmesini bekledik. 5 dakika içinde ambulans geldi ve Emma'yı hastaneye götürdü. Aynı zamanda polis de çıkageldi. Memurlardan biri Alison,Meredith ve bana,arkadaşımıza ne olduğunu sordu. Hayalet surat kostümlü bir adamın bizi takip etmeye başladığını,sonra da bir bıçakla bizi peşimizden kovaladığını anlattık. Emma'nın ondan uzaklaşmak için mücadele ederken bıçaklandığını da söyledik. Memur ifademizi aldı. Çok geçmeden ailelerimiz olay yerine geldi. Birkaç saatliğine gitmiş olmamıza rağmen çok endişeliydiler. Yatma vaktimiz de iyice geçmişti. Hepimiz eve gittik ve Emma'nın iyi olması için dua ettik.
Yani...Bir iyi bir de kötü haberim var. İyi haber,Emma sağ kurtuldu. Kısa bir süre hastanede kalmak zorundaydı ama nihayetinde tam bir iyileşme gösterdi. Emma ve ailesi, çoğunlukla tek çocuğunun Cadılar Bayramı gecesinde çok güvenli olduğu düşünülen bir kasabada neredeyse öldürüldüğü ve neredeyse hiç şiddet suçları gerçekleşmediği gerçeğinden dolayı yıl sonuna doğru uzaklaştılar. Emma olay hakkında dışardan belalı ve cesur görünse de, içinden çok korkmuş ve sarsılmıştı. Kötü haber ise şu ki polis bizi kovalayan deli adamı bulamadı ve neredeyse arkadaşımızı öldürüyordu. Onlara ifademizi verdikten sonra sorumlu olan adamın izini sürmek için bir soruşturma yürüttüler. Bununla beraber, kimseyi suçlamak için yeterli kanıt yoktu. Polis, kasabamızdaki insanlara geceleri geç saatte sokaklarda yürüyüş yaparken tedbirli olmalarını tavsiye etti.
Ç.N.:Tüm makarna severlere selam olsun!! Ben yeni yazarınız Varoş Hanım. Elimden geldiğince sık bir şekilde makarna çevirmeye çalışacağım. İstek çeviriniz olursa da bakarım. Yeni çeviriler gelene dek kendinize iyi bakın.<3
1999 yılında bir Cadılar Bayramı gecesiydi. 10 yaşındaydım ve 5. sınıfa gidiyordum. New Hampshire denilen bir kasabada yaşıyordum. Bu hikayede Alison,Emma ve Meredith olarak bahsedeceğim 3 yakın arkadaşım vardı. Cadılar Bayramı gecesinde hepimiz benim evime toplandık ve sonra mahallede kapı kapı dolaşıp şeker toplama macerası için yola koyulduk. Amacımız bir sürü eve gidip toplayabildiğimiz kadar çok şeker toplamaktı. Bu yıl ailelerimiz kendi başımıza dışarı çıkmamıza izin vermişti. Bu, dört kızın Cadılar Bayramı macerasıydı.
Her şey iyi gidiyordu. Çok fazla şeker toplamıştık, ve bizler gayet eğleniyorduk. Dördümüz saatin bir hayli geç olduğunu farkediyorduk ve şeker toplayanların çoğunluğu bu noktaya kadar çoktan eve gitmişti. Cadılar Bayramı bu yıl pazar gününe denk gelmişti, yani hepimizin ertesi gün okula hazır olmak için eve gidip uyuması gerekiyordu. Evimize doğru gitmeye başladık,hepimizin evi birbirine çok yakındı. Karanlık bir sokakta yürürken,ağacın arkasından çıkan birini gördük. Epey uzundu ve Çığlık filminden hayalet surat kostümü giyiyordu. Bizi korkutmaya çalışan küçük bir çocuk olduğunu zannettik. Onu başımızdan savdık ve yolumuza devam ettik. Arkama göz attım ve ağacın arkasında gördüğümüz aynı adamı farkettim. Bizi takip ediyordu. Arkadaşlarıma bu ürpertici adamın peşimizde olduğunu fısıldadım ve kurtulmak için onları daha hızlı yürümeyi denemeye zorladım. Grubumuzun belalı ve cesur kızı olan Emma geriye dönüp bu esrarengiz adamla yüzleşmeye karar verdi. Ona tuhaf insan diye seslendi ve ne halt ettiğini sordu. Adam, pelerinin altından bir şey çıkardı. Onun küçük bir çakı olduğunu farkettim. Aniden bize doğru koşmaya başladı. Dördümüz de bu deli insandan cehennem gibi kaçmaya başladık. Ciddi bir şekilde korku filmindeymişiz gibi hissettiriyordu.
Arkamıza bir saniye dahi bakmadan bacaklarımızın bizi taşıyacağı kadar hızlı koşmaya devam ettik. Nihayetinde onu kaybettik. Soluklanmak için oturduk ve bu tuhaf şeyden daha hızlı koşarak kurtulduğumuz için memnunduk. Sonra,bir şey farkettim. Şu an yalnızca 3 kişiydik. Ben, Alison, ve Meredith vardı ama Emma görünürde yoktu. Belki de,Emma bizden farklı bir yöne kaçtı diye düşünmüştük. Zihinlerimiz, bu tuhaf şeyin arkadaşımızı ele geçirip ona kötü bir şey yaptığı en kötü durum senaryosuna atlamamaya çalıştı. Tam o sırada bize doğru topallayan birini gördük. Bu Emma'ydı. Sağ bacağının kanadığını farkettik. Bize,adamın onu enselediğini ve ağaçların arkasına götürdüğünü söyledi. Emma'nın bacağını bıçaklamıştı ama Emma onun yüzüne yumruk atarak ondan kaçmıştı. Dediğim gibi Emma grubun belalı kızıydı ve o, onunla uğraşabilecek biri değildi.
Sonra,bir şey oldu. Emma o tuhaf,bıçaklı adamla,nasıl mücadele ettiğini anlatırken yere çöktü. Sırtında açık bir bıçak yarası olduğunu sonra farkettik. Anlaşılan, Emma onunla mücadele etmeye çalışırken,adam onu bıçaklamış olmalıydı. Emma baygındı ve önümüzde öldüğünü sandık. Ön sundurma ışıkları açık olan en yakın eve koştuk. Telaş içinde kapı zilini çaldık ve yaşça büyük bir adam çıktı. Ona bir arkadaşımızın yaralandığını ve ambulansa ihtiyacı olduğunu söyledik. Karısına polisi aramasını söylerken adam bizimle geldi. Adam Emma'yı eve taşımamıza yardım etti ve hepimiz ambulansın gelmesini bekledik. 5 dakika içinde ambulans geldi ve Emma'yı hastaneye götürdü. Aynı zamanda polis de çıkageldi. Memurlardan biri Alison,Meredith ve bana,arkadaşımıza ne olduğunu sordu. Hayalet surat kostümlü bir adamın bizi takip etmeye başladığını,sonra da bir bıçakla bizi peşimizden kovaladığını anlattık. Emma'nın ondan uzaklaşmak için mücadele ederken bıçaklandığını da söyledik. Memur ifademizi aldı. Çok geçmeden ailelerimiz olay yerine geldi. Birkaç saatliğine gitmiş olmamıza rağmen çok endişeliydiler. Yatma vaktimiz de iyice geçmişti. Hepimiz eve gittik ve Emma'nın iyi olması için dua ettik.
Yani...Bir iyi bir de kötü haberim var. İyi haber,Emma sağ kurtuldu. Kısa bir süre hastanede kalmak zorundaydı ama nihayetinde tam bir iyileşme gösterdi. Emma ve ailesi, çoğunlukla tek çocuğunun Cadılar Bayramı gecesinde çok güvenli olduğu düşünülen bir kasabada neredeyse öldürüldüğü ve neredeyse hiç şiddet suçları gerçekleşmediği gerçeğinden dolayı yıl sonuna doğru uzaklaştılar. Emma olay hakkında dışardan belalı ve cesur görünse de, içinden çok korkmuş ve sarsılmıştı. Kötü haber ise şu ki polis bizi kovalayan deli adamı bulamadı ve neredeyse arkadaşımızı öldürüyordu. Onlara ifademizi verdikten sonra sorumlu olan adamın izini sürmek için bir soruşturma yürüttüler. Bununla beraber, kimseyi suçlamak için yeterli kanıt yoktu. Polis, kasabamızdaki insanlara geceleri geç saatte sokaklarda yürüyüş yaparken tedbirli olmalarını tavsiye etti.
Ç.N.:Tüm makarna severlere selam olsun!! Ben yeni yazarınız Varoş Hanım. Elimden geldiğince sık bir şekilde makarna çevirmeye çalışacağım. İstek çeviriniz olursa da bakarım. Yeni çeviriler gelene dek kendinize iyi bakın.<3
24 Nisan 2018 Salı
CORRECT CLASSROOM BEHAVIOR
Büyüme çağlarımdayken her zaman okuyabileceğim çok kitabım olurdu.Şimdi anlatıyorum:Ben ve ailem eskiden okul olarak kullanılmış ve sonradan yerini ev olmaya bırakmış dökük bir binada yaşardık.O yüzden eski evimin daima iğrenç ve tüyler ürpertici bir havası vardı.İki sınıfı ve biri aşağıya inen diğeri ise yukarı çıkmaya yarayan iki merdiveni vardı.Yukarı kat ilkokul katıydı ama su alıyordu ve dayanılmazdı bu yüzden en alt kat sonradan ilkokul kısmı olmuştu.Fakat yapılan yenilikler her iki tarafı da bir ev olmaya uygun hale getirmişti.Muhtemelen birçok çocuk bu yüzden gelmek istemedi.Tek çocuk olmak,nedenini tahmin ettiğiniz üzere,biraz sıkıcıydı.Benim gibi tek çocuk olanlar (kardeşi olmayanlar)muhakkak anlatmak istediğim şeyi bariz bir şekilde anlayacaklardır.Aslında dışarı çıkıp oynayabilir,arkadaş edinebilirdim lakin bu konuda pek iyi sayılmam; insanlarla konuşmak konusunda.Yani,ebeveynlerim kitapları zamanımı öldürmem için iyi bir fikir olarak görmüşlerdi. Bana bir ton şimdiki çocukluk kitaplarımı aldıkları zaman sadece 6 yaşındaydım.Tüm kitapçıların alt raflarında gördüğünüz ucuz,kağıt kapaklı hikaye kitaplarıydı aldıkları.Genelde parlak renkli resimlerle bezeli arkadaşlığı,maceralara atılmayı,korsanlar ve hazinelerini,ejderhalar ve prensesleri anlatan kitaplardı.
Çok fazlaydılar hepsini tabiki bitiremeyecektim. Bodrumumuzda,bir rafın altında bir dolu tahta ufak dolaplar vardı.Bu dolaplardan birinde ben bu okuyamadığım kitapları tutuyordum işte.Böylece okuldan sonra hergün onları alıp okuyabiliyordum.Hergün 6 yaşındaki aklımı başımdan alıyorlardı,ki hala da alır.
Herneyse,eninde sonunda zevkle okumuştum.
Zamanla ilgimi yitirdim kitaplara karşı. Ebeveynlerim bana bir oyun konsolu almışlardı,tabiki, parlak bir ekrana bakma arzusu sıkıcı bir kağıda bakma arzusundan ağır geliyordu.O küçük tahta dolap da aklımdan siliniverdi,tekrar açmadım.Günler haftalara,haftalar aylara,aylar da yıllara döndü.
Liseyi de bitirdikten sonra,artık koleje geçmenin vakti geldi çattı.
Yaz çok çabuk geçti ve ben ertesi gün koleje gitmek için evden ayrıIacaktım.Tüm çantalarımı toparlamıştım ve ailem de yatağa gitmişti.Arabam yarınki 8 saatlik bir sürüş için hazırdı ve böylece yatağa erkenden gitmek için vaktim vardı.Odama giden merdivenlere doğru yürürken annem bana mayhoş bir şekilde sarıldı ve babamda garip bir şekilde sarıldı.Sırt çantamı ağzı açık bir şekilde benimle birlikte yere sürterek taşıdım.
Neyse çok gereksiz detay verdim;Böyle taşırken bir su şişesi yere düşüp yuvarlanarak gitti.Peşinden giderken şişenin aşağıda çarpma sesini duydum.İndiğimde ışıkları açtım ve şişeyi duvarın dibinde gördüm.Gittim aldım fakat aniden bir saniyeliğine durdum.Aklım o gözümün takıldığı tahta kutucukta kaldı.Merak dürtüsüyle kolayca kapağını açtım.Ce içinde gördüğüm şeye inanamadım.Toz.Heryerde.Öksürüyorken elimle rüzgar yaparak tozları dağıttım.Kapağı her oynatışımda toz kalkıyordu.Elimle üstündeki tozu almak için parmağımla sildim ve ani bir ürperti ile baktım,renkli ve cıvıl cıvıl bir şey vardı.Aldım elime,bu bir çocuk kitabıydı.Tek kaşımı kaldırdım ve üstüne üfledim.Üzerinde çok genç bir kızın kurabiye yaparkenki resmi vardı,kitabın üzerinde “Cindy’nin Büyük Fırını!”yazıyordu.Köşesinde de siyah asetatlı kalemle ‘Jason Klein’yazıyordu.Benim adım.Aayfları çevirirken anıların bir bir canlandığını hissettim.Bunlar benim çok eski kitaplarımdı.
Çabucak okudum onları,tabiki 20 sayfa olduğunu göz önüne alırsak.Bir müddet sonra daha çok okudum okudum,ne kadar hatırlamıyorum.Tabiki de çok fazlaydı.Okumamın imkanı yok diyordum.Yarım saat sonra çoğu gitmişti bile ve rafya bir kitap kalmıştı.Kitabı alırken kapağına baktım:”Correct Classroom Behavior”.
Bunun üzerinde adım yazmıyordu.Ve sararmış yapraklarından bir kanıya varacaksak bu kitap ailem taşınmadan önce de buradaydı.Yavaşça açıp okurken,kapağın ardındaki ilk sayfada da “Correct Classrom Behavior”yazıyordu.Yazar adı verilmemişti.Tekrar sayfayı çevirdim ve bir resim karşıladı beni.Resimde bir dizi öğrenci koşuyor,bazıları sınıf duvarına tükürük topu yapıtıştırıyor,havada kağıtta uçaklat uçuyordu ce resmin hemen altında şöyle yazıyordu:’Çocuklar çok yaramaz olabiliyor,yeri geldiğinde çok yaramaz olabiliyor.Özellikle öğretmenleri,tatlı ve yaşlı Byn.Sneed’e karşı.’Öteki sayfada,çok yaşlı bir kadın vardı.Kalın çerçeveli gözlükler takıyordu.Saçları koyu griydi,kısa kesimliydi ve bukleliydi.Üzerinde pembe papatyalar olan sarı bir elbide giyiyordu.Fakat beni asal yakalayan yüz ifadesiydi,O… korkmuş gibiydi.Gözleri muntazam detaylıydı,Sanki bana bir şey anlatmak ister gibiydi,korkunç bir şey.Ama o sadece bir resimdi.
Sayfayı çevirip,devam ettim.Bir sonraki sayfada Byn.Sneed çocuklar koştururken masasında oturuyordu.’Hadi,Byn.Sneed utangaç olmayın.Bu çocuklara kimin patron olduğunu gösterin.’Byn.Sneed yere bakarken üzgün gözüküyordu,Kemikleşmiş ellerini masaya dayamış kabullenmeye çalışıyordu.Yüzündeki kendinden nefret etme hissi gittikçe artıyordu masasının karşısında durup ona dil çıkaran çocuğa bakarken.Sayfayı çevirdim tekrar neden bu kadar korktuğunu anlamak için.
Bu sefer paragrafı önce okudum ki iyi ki de öyle yaptım.”Şimdi,şimdi Byn.Sneed güvenlik makasını al.Bu çocuklar kesikler ve deşiklerden öğrenirler.’
Resimde Byn.Sneed deliye dönmüş bir şekilde elinde makasla çocuğun ellerinin bağlarını kesiyordu.Çocuk ağlıyor ve çığlık atıyordu. Byn.Sneed devam ettikçe kızıyordu.Dişleri sıkıca kenetleniyordu.Bu resme bakınca ağzım açık kaldı ve birkaç kez gözlerimi açıp kapadım.Rahatsız ediciydi,evet,ama hala sadece bir kitaptı.
Sayfayı tekrar çevirdim.’Harika iş Byn.Sneed!Eğitiminiz mucizevi,gelmedi mi şimdi de öğretmenin vakti biyolojiyi?’
Bir sonraki resim Byn.Sneed ce masaya yatırılmış çocuğu gösteriyordu.Çocuğun diz,dirsek ve ağız kenarındaki tendonları paramparça etti makasıyla.Şimdi de makasıyla karnını açıyor ve çocuklara iç organları öğretiyordu.
Sıralarında oturan çocuklar ağlıyor,kimisi elleriyle ağzını kapatıyor,kimisi ise saddce bakmamaya çalışıyordu.Hepsi soluk gözüküyordu.Artık kendi minicik canlarından korkuyorlardı.
Çocuğun organlarını açtığı ve çocukalara gösterdiği zamanki resimde kenardaki çocukların gözlerindeki dehşete dikkatlice baktım ve hemen sayfayı çevirdim.Sayfada’Ne harika bir sınıf!Harika bir sınıf işte!Bu ders senin son dersindi değil mi Byn.Sneed?’ yazıyordu.Resimdeki çocuklar okuldan çıkarken dizlerinde kan vardı kimisinin ve acayip solgun gözüküyorlardı.Kimileri yürürken birbirlerine sarılarak gidiyor,sakinleşmeye birbirlerinden destek alarak nefes almaya çalışıyorlardı.Kapı kirişinde Byn.Sneed duygudan yoksun bir şekilde onların gidişini seyrediyordu. Elbisesi kanlar içindeydi.
Sayfayı tekrar çevirdim,bir sayfa daha olacağını hissederek.Son bir sayfa değildi bir fotoğraftı.Bir sınıf resmi.sandalye ve sıralar devrilmiş çevirilmiş,duvarlarda küf,duvar kağıtları soyulmuştu tamamen duvardan.Ama beni yakalayan o değildi.Bir kadın vardı resmin tam ortasında;kartlaşmış koyu kahve bir deri kaplıydı cildi,çatlıyordu vücudu.
Saçları dağılmış asılmış bir kaç parçası yama gibi düşmüştü kafasından soyuluyordu.Dudakları kuru dişleri sapsarıydı.Direk dikkatimi çekmişti.O boş göz yuvaları sanki sonsuza dek bakıyordu,gözleri çürüyüp çoktan düşmüş olmasına rağmen.Parçalanmış bir sarı elbise giyiyordu üzerinde kurumuş kan olan,bir kaç pembe papatya şurada ve burada…Boynunun etrafında bir ip,tavana bağlı bir ip.Fotoğrafın köşesinde minik bir not vardı.’Teşekkürler Byn.Sneed,görevinizi tamamladınız.Çok öğrendik,tabiki de çok eğlendik.’
Kitabı kapatıp ayağa kalktım,etrafımda bir döndüm ve bodrumu fark ettim.Diyorum ki,biliyordum her zaman biliyordum.Ne olduğunu biliyordum,bizim bodrumdu.Gerçekten biliyordum artık.Kitaptaki sınıftı,ayaklanırkwn baktım sıralar gitmiş bir ton çöp gelmişti buraya.Ama bir kadın burada kendini asmış olamazdı değil mi ? Düşüncelere dalmışken dikkat edemedim,sendeledim.
Gözlüklerim düştü,eğildim ve aramaya başladım.Elim gözlüğe benzer bir nesneye gitti.Kalktım,gözlüğü aldım,taktım.Telefonumu alıp siyah ekrandan yansımama baktım.Bu benim gözlüğüm değildi.Kalın çerçeveli çatlak camlı gözlüklerdi.Kenarının sapında da ‘Byn.Sneed’ yazıyordu.
20 Nisan 2018 Cuma
THE ABANDONED CONVENIENCE STORE
UZUN MESAFE GİDEN HERHANGİ BİR YOLCU OTOBÜSÜNE BİNİN;GREYHOUND GÜZEL BİR SEÇİM OLURDU YA DA 24 SAATTEN UZUN HERHANGİ BİR ŞEY İŞTE.CAMKENARINDA DOĞUYA BAKAN BİR KOLTUK SEÇİN ARDINDAN PENCEREDEN DIŞARI GÜNEŞE BAKIN, TA Kİ GÜN BATIMI GELENE KADAR.KESKİN GÜNEŞ TAM OLARAK UFKA DOKUNDUĞUNDA GÖZLERİNİZİ KAPAYIN.SIKICA KAPAYIN.HERHANGİ BİR HAREKETTE BULUNMAYIN,BAŞKA YERE DÖNMEYİN VE SAKIN GÖZLERİNİZİ AÇMAYIN.EĞER ZORUNDA KALIRSANIZ KULAKLARINIZI TIKAYABİLİRSİNİZ.BİR MÜDDET GEÇTİKTEN SONRA OTOBÜSÜN HAREKET ETMEDİĞİNİ FARK EDECEKSİNİZ.BU ARTIK GÖZLERİNİZİ AÇABILECEĞİNİZİN İŞARETİDİR.GÖZLERİNİZİ AÇTIĞINIZDA SADECE BİR FLORESAN İLE AYDINLATILMIŞ BİR PETROL İSTASYONU GÖRECEKSİNİZ. GÖKYÜZÜNDE AY, YILDIZ YAHUT DA BİR GÜNEŞ OLMAYACAK.İSTASYONUN İÇİNDEKİ MİNİ MARKETİN KAPILARININ KAPALI OLDUĞUNU FARK EDECEKSİNİZ AMA KAPIDA ‘AÇIK’ YAZMAKTA.EĞER BUNU YAPAMAYACAĞINIZI HİSSEDERSENİZ O ANDA VAZGEÇİN .İNDİĞİNİZ OTOBÜSE DÖNÜN,KENDİ KOLTUĞUNUZA OTURUN VE UYUMAYI BEKLEYİN. ERTESİ GÜN GÜNEŞİN DOĞMASIYLA BİRLİKTE SİZDE UYANACAKSINIZ VE OTOBÜSÜN GÜZERGAHINDA NERESİ VARSA ORADA OLACAKSINIZ.
EĞER CESARET EDİP MARKETE GİRERSENİZ KAPI SİZİN ARDINIZDAN HEMEN KAPANACAK. ORADA NE KADAR OLDUĞU BELLİ OLMAYAN BİRSÜRE BOYUNCA EN KÖTÜ KABUSLARINIZIN GERÇEKLİĞİNİ HİSSEDECEK VE YAŞAYACAKSINIZ. EĞER DELİRMEDEN ORADAN KURTULABİLİRSENİZ.TEKRAR OTOBÜS VARIŞ NOKTASINA GELDİĞİ ZAMAN KOLTUĞUNUZDA UYANACAKSINIZ.ARTIK HİÇBİR ŞEYDEN KORKMUYOR OLACAKSINIZ.BAZILARI BUNUN BIR KARŞILAŞTIRMA OLDUĞUNU DÜŞÜNÜR INSANLAR ARASINDA,BAZILARI DA EN KÖTÜ KABUSLARININ OLMADIĞINI DÜŞÜNÜR.AMA ENİNDE SONUNDA ELDE ETTIĞİNİZ BU YETENEĞIN EKSİ YÖNLERİ DE VAR TABİİ...
10 Nisan 2018 Salı
Yine O Aynı Yaz
O yaz da aynı geçecekti. Biliyordum. İlla birisinin çıkıp babama "Hey adamım, orası gerçekten sıkıcı. Hadi ama! Bir aile-barbekü-partisi bile daha iyidir!" demesi mi gerek? Sanmıyorum.5 Yaşımdan beri babam ve kardeşim Mike ile balık tutmaya gidiyoruz; ilk başlarda eğlenceliydi ama... bilirsiniz. 18 yaşındaki bir erkek erkek kardeşi ve babasıyla kim alık tutmaya gitmek ister? Beyaz, üstünde balık sembolü olan bir şapka ile üstelik.
Mike'e seslendim. Evden çıktık, babam yine aynı şarkıyı söyleyip arabayı kullanıyordu. Mike benden dört yaş küçüktü ve ön koltukta, babamın şarkısına eşlik ediyordu.
"hey ho, biz korsanız,
balıklar korkun bizden,
eğlence bekler
altın kaplı pullar üstünde,
ye ye ye o altın balıkları
keyfimiz üstümüzde,
şarkı söyleriz yine -hhgh" O sırada babam öksürdü. Bu aralar çok olmaya başlamıştı, yakında doktora gidecekti zaten. Mike ve babam suspus oldu. Çünkü... öksürüğü kanlıydı.Yavaşça gözlerimi büyüttüm ve babama iyi olup olmadığını sordum. Gözlerime bakmadan 'iyiyim' dedi ve şarkısına devam etti.
****
Sonunda göle gelmiştik. Babam o sandalı yine kiraladı, yine o sandala bindik ve babamla yine balık yakalamaya başladık; ta ki öğle güneşi başımızı yakıncaya kadar. Şapkalarımızı kafamıza geçirdik. O sırada oltamın sallandığını fark ettim. Gerçekten güçlü bir balık olmalıydı. Babam sevinecekti. Yavaşça çekmeye başladım ancak gücüm yetmiyordu, Mike da yardım etti. Ve çektiğimiz şey... şok vericiydi. Her şey donmuştu sanki. Babam aniden geriye sendeledi, Mike oltadan aniden elini çekti, bense öylece donup kalmıştım. Sonra zaman akmaya devam etti. Babam göle düştü, Mike çığlık atarak babamı yakalamaya çalıştı. Bense karşımdaki şeye öylece bakıyordum. O bir... cesetti. Saçları seyrekti, ceset sudan dolayı şişmişti. Dudakları mosmor, teni mor ve beyaz arasında gidip geliyordu. Gözlerinin sadece akı vardı, irisi de yok olmuştu. Dudağının arasından bir balık fırladı. O an... kustum. Ve olan oldu.
***
Ceset çığlık atmaya başladı ve çırpınıyordu. Deli gibi çırpınıyordu. Bir balığın sudan çıktığında yaptığı gibi bir çırpınmaydı. Ama daha fazlasıydı, onu gördükçe kusuyordum, kusmuğumu gördükçe daha da kusuyordum. TA ki o yaratık bana bakana kadar. O an bir şey hissettim. Çaresizlik gibi... sanki ceset huzursuzdu. Ama vücudu ele geçirilmişti. Sadece saliselik bir bakışmaydı. Ardından babamı hedef aldı. Mike ve ben donmuştuk. Kusmaktan ve aklımızı yitirmemeye çalışmaktan başka hiçbir şey yapmıyorduk. Babam korkuyla yardım istiyordu, gölün ortasında olan bizi kimse görmüyordu. Sanki görünmezdik. O an buna değil de sadece babamın bana bakışını hatırlıyorum. Sevgi dolu. Çaresiz. Her şeyden pes etmiş gibi...
Ceset babamın ağzını açtı, oraya kendi kan dolu öksürüğünü damlattı. Babam kendinden geçmişti. Mike suda kalamıyordu artık, göle doğru batıyordu. Ona yardım edemezdim. Cesedin diğer tarafındaydı. Sonunda sadece su yüzeyinin üstünde kalan hava kabarcıkları vardı görünen. Mahvolmuştum. Duygularım yok olmuştu. Deli gibi karaya çıkmaya çalıştım. Ses tellerim kopana kadar çığlık attım. Ve... bunları size tam 37 yıl sonra anlatıyorum. Tanrı aşkına balık tutmaya gitmeyin. Onca sene deli hastahanesinde yattım... anneme ne olduğumnu veya polislere hiçbir halt anlatmadım. Anlatamadım.Ve ben hastahaneden ayrılırken genç bir çocuk geldi. Balık tutuyorlarken kahverengi saçlı, beyaz, üstünde balık sembolü olan şapkalı bir adamı ve yanında ortaokula giden bir erkeğin olduğunu, ailesin, öksürükleri ile öldürdüğünü söyledi.
Ve katlanamıyorum. Her şeyi uyduruğuma inanmıştım. Ama bu çok fazlaydı. Ben Alexandra ve bu benim intihar notum.
Mike'e seslendim. Evden çıktık, babam yine aynı şarkıyı söyleyip arabayı kullanıyordu. Mike benden dört yaş küçüktü ve ön koltukta, babamın şarkısına eşlik ediyordu.
"hey ho, biz korsanız,
balıklar korkun bizden,
eğlence bekler
altın kaplı pullar üstünde,
ye ye ye o altın balıkları
keyfimiz üstümüzde,
şarkı söyleriz yine -hhgh" O sırada babam öksürdü. Bu aralar çok olmaya başlamıştı, yakında doktora gidecekti zaten. Mike ve babam suspus oldu. Çünkü... öksürüğü kanlıydı.Yavaşça gözlerimi büyüttüm ve babama iyi olup olmadığını sordum. Gözlerime bakmadan 'iyiyim' dedi ve şarkısına devam etti.
****
Sonunda göle gelmiştik. Babam o sandalı yine kiraladı, yine o sandala bindik ve babamla yine balık yakalamaya başladık; ta ki öğle güneşi başımızı yakıncaya kadar. Şapkalarımızı kafamıza geçirdik. O sırada oltamın sallandığını fark ettim. Gerçekten güçlü bir balık olmalıydı. Babam sevinecekti. Yavaşça çekmeye başladım ancak gücüm yetmiyordu, Mike da yardım etti. Ve çektiğimiz şey... şok vericiydi. Her şey donmuştu sanki. Babam aniden geriye sendeledi, Mike oltadan aniden elini çekti, bense öylece donup kalmıştım. Sonra zaman akmaya devam etti. Babam göle düştü, Mike çığlık atarak babamı yakalamaya çalıştı. Bense karşımdaki şeye öylece bakıyordum. O bir... cesetti. Saçları seyrekti, ceset sudan dolayı şişmişti. Dudakları mosmor, teni mor ve beyaz arasında gidip geliyordu. Gözlerinin sadece akı vardı, irisi de yok olmuştu. Dudağının arasından bir balık fırladı. O an... kustum. Ve olan oldu.
***
Ceset çığlık atmaya başladı ve çırpınıyordu. Deli gibi çırpınıyordu. Bir balığın sudan çıktığında yaptığı gibi bir çırpınmaydı. Ama daha fazlasıydı, onu gördükçe kusuyordum, kusmuğumu gördükçe daha da kusuyordum. TA ki o yaratık bana bakana kadar. O an bir şey hissettim. Çaresizlik gibi... sanki ceset huzursuzdu. Ama vücudu ele geçirilmişti. Sadece saliselik bir bakışmaydı. Ardından babamı hedef aldı. Mike ve ben donmuştuk. Kusmaktan ve aklımızı yitirmemeye çalışmaktan başka hiçbir şey yapmıyorduk. Babam korkuyla yardım istiyordu, gölün ortasında olan bizi kimse görmüyordu. Sanki görünmezdik. O an buna değil de sadece babamın bana bakışını hatırlıyorum. Sevgi dolu. Çaresiz. Her şeyden pes etmiş gibi...
Ceset babamın ağzını açtı, oraya kendi kan dolu öksürüğünü damlattı. Babam kendinden geçmişti. Mike suda kalamıyordu artık, göle doğru batıyordu. Ona yardım edemezdim. Cesedin diğer tarafındaydı. Sonunda sadece su yüzeyinin üstünde kalan hava kabarcıkları vardı görünen. Mahvolmuştum. Duygularım yok olmuştu. Deli gibi karaya çıkmaya çalıştım. Ses tellerim kopana kadar çığlık attım. Ve... bunları size tam 37 yıl sonra anlatıyorum. Tanrı aşkına balık tutmaya gitmeyin. Onca sene deli hastahanesinde yattım... anneme ne olduğumnu veya polislere hiçbir halt anlatmadım. Anlatamadım.Ve ben hastahaneden ayrılırken genç bir çocuk geldi. Balık tutuyorlarken kahverengi saçlı, beyaz, üstünde balık sembolü olan şapkalı bir adamı ve yanında ortaokula giden bir erkeğin olduğunu, ailesin, öksürükleri ile öldürdüğünü söyledi.
Ve katlanamıyorum. Her şeyi uyduruğuma inanmıştım. Ama bu çok fazlaydı. Ben Alexandra ve bu benim intihar notum.
Mini Ülke
Bayan Rockella, evcil hayvanına tecavüzden dolayı hapishaneye gitmişti.
Bay Max ise onların derisini zevkle yüzmüştü. Her bir bıçak darbesiyle kanlar fışkırıyordu. Max ise her bir kan damlasıyla zevkten dört köşe oluyordu.
Bayan Lili, evcil hayvanına binmişti. Ona kırbacıyla vuruyor, daha hızlı gitmesi için daha sert darbeler indiriyordu. Yazık ona ki hayvanın üzerindeki morarmalar ve cılız bedeni... Yolda bayılıverdi.
Bay Hoppy hayvanının etini canlı canlı yüzdü ve afiyetle yedi. Enfesti.
Bayan Flowerspot günlerdir alışveriş yapıyordu. Hayvanına bir yem bile almadı. Yazık. Hayvan açlıktan öldü.
Ve bir süs köpeği olan Bay Rockka hayvanına fısıldadı, "Sen Ademoğlu... Bunları hak ettin. Dünya tersine döndü ve adalet yerini buldu. Siz bizlere acımasız davrandınız, biz de size!"
Not: Hayvanlara farkındalık içindir.
Bay Max ise onların derisini zevkle yüzmüştü. Her bir bıçak darbesiyle kanlar fışkırıyordu. Max ise her bir kan damlasıyla zevkten dört köşe oluyordu.
Bayan Lili, evcil hayvanına binmişti. Ona kırbacıyla vuruyor, daha hızlı gitmesi için daha sert darbeler indiriyordu. Yazık ona ki hayvanın üzerindeki morarmalar ve cılız bedeni... Yolda bayılıverdi.
Bay Hoppy hayvanının etini canlı canlı yüzdü ve afiyetle yedi. Enfesti.
Bayan Flowerspot günlerdir alışveriş yapıyordu. Hayvanına bir yem bile almadı. Yazık. Hayvan açlıktan öldü.
Ve bir süs köpeği olan Bay Rockka hayvanına fısıldadı, "Sen Ademoğlu... Bunları hak ettin. Dünya tersine döndü ve adalet yerini buldu. Siz bizlere acımasız davrandınız, biz de size!"
Not: Hayvanlara farkındalık içindir.
6 Nisan 2018 Cuma
Karadul Mona Lisa
Gece olmuştu ve evde hiçbir ışık yanmıyordu. Bu yüzden olsa gerek telefonum çaldığında korkmuştum. Yatağımdan doğruldum ve kimin aradığına baktım. Telefonun ışığı gözlerimi almıştı, onu kısmaya çalışırken arama durmuştu. Tam telefonu yerine geri koyacakken bildirim sesi geldi. Bir mesajdı.
@lissa: Hey! Uyanık mısın?
@4tomm5: Sen kimsin?
@lissa: hmm.. Bir kız. Yalnız ve sadece birazcık sohbet isteyen.
@4tomm5: Ama beni uykumdan uyandırdın ;(
@lissa: Üzgünüm.. Adın ne? Tom mu?
@lissa: bu arada ben Lisa, ama bana Liss derler.
@4tomm5: Anladım, ben de Tom ama Tommy derler, Mona Lisacığım.
@lissa: Ah... Tanrım, sen de mi? :((
@4tomm5: Ben de.
@4tomm5: aynı
@4tomm5: o aptallar gibi
@4tomm5: senin için ölen erkeklerdenim
@4tomm5: Bunu biliyorsun
@4tomm5: bana işkence ediyorsun
yazmakla, lütfen dur.
@lissa: Ah Tommy... Ne güzel rol yapıyorduk şurada. Neden bozdun ki!? ŞIMDI LANET OLASI MEZARINA DÖN VE BEN ÇAĞIRANA KADAR UYU.
***
Lisa gülümsedi. Ama sinirden. Ne güzel rol yapıyorlardı işte. Sonuçta Lisa güzeldi, kırmızı dolgun dudakları, mavi gözleri, sarı uzun saçları vardı ve her liseli erkek Lisa ile birlikte olmak isterdi. Ama bilmedikleri bir şey vardı, Lisa bir lanetle kutsanmış bir nevi Karaduldu. Erkekler ile flörtleşir, sonra onla birlikte olan erkekler kendiliğinden ölürdü ve Lisa öldürdüğü erkekleri istediği gibi kullanabilirdi. Tabii bunu kimse bilmiyordu. Bilmeyecekti de.. Tabii aynı şekilde Lisa da bir erkekle flörtleşmişti ve bilin bakalım kim Lisa'nın sahip olduğu güçlere sahipti? Mogan; Lisa'nın flörtleştiği çocuk. Sonuç olarak ikisi de ölüydü ve ikisi de birbirini kontrol ediyordu. Bu nereye kadar sürebilirdi ki? Ancak şimdi Lisa'nın gitmesi gerek. Mogan'ın Lisa'ya verdiği süre bitti. Bir de... Bunu bana yazdıran da ikisi. Ikisi de sizleri seviyor. Lütfen etlerinizin soyulup jöle gibi yere düşmesini istemiyorsanız esmer, kıvırcık, yeşil gözlü erkeklerden ve sarışın kızlardan uzak durun..
Not: Ben Nursena, sadece hesabımın ismini değiştirdim :3
@4tomm5: o aptallar gibi
@4tomm5: senin için ölen erkeklerdenim
@4tomm5: Bunu biliyorsun
@4tomm5: bana işkence ediyorsun
yazmakla, lütfen dur.
@lissa: Ah Tommy... Ne güzel rol yapıyorduk şurada. Neden bozdun ki!? ŞIMDI LANET OLASI MEZARINA DÖN VE BEN ÇAĞIRANA KADAR UYU.
***
Lisa gülümsedi. Ama sinirden. Ne güzel rol yapıyorlardı işte. Sonuçta Lisa güzeldi, kırmızı dolgun dudakları, mavi gözleri, sarı uzun saçları vardı ve her liseli erkek Lisa ile birlikte olmak isterdi. Ama bilmedikleri bir şey vardı, Lisa bir lanetle kutsanmış bir nevi Karaduldu. Erkekler ile flörtleşir, sonra onla birlikte olan erkekler kendiliğinden ölürdü ve Lisa öldürdüğü erkekleri istediği gibi kullanabilirdi. Tabii bunu kimse bilmiyordu. Bilmeyecekti de.. Tabii aynı şekilde Lisa da bir erkekle flörtleşmişti ve bilin bakalım kim Lisa'nın sahip olduğu güçlere sahipti? Mogan; Lisa'nın flörtleştiği çocuk. Sonuç olarak ikisi de ölüydü ve ikisi de birbirini kontrol ediyordu. Bu nereye kadar sürebilirdi ki? Ancak şimdi Lisa'nın gitmesi gerek. Mogan'ın Lisa'ya verdiği süre bitti. Bir de... Bunu bana yazdıran da ikisi. Ikisi de sizleri seviyor. Lütfen etlerinizin soyulup jöle gibi yere düşmesini istemiyorsanız esmer, kıvırcık, yeşil gözlü erkeklerden ve sarışın kızlardan uzak durun..
Not: Ben Nursena, sadece hesabımın ismini değiştirdim :3
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)