9 Aralık 2017 Cumartesi

AMY (Part-ll)

Fakat merak sadece bir sürelikti,tekrar hayali süpürgesinin üstünde uçmaya başladı.
Birkaç gün sonra tekrar kendini odada buldu.Bağdaş kurmuş,dizinin üstünde laptop,ödevini yapıyor;yatakta oturuyordu.Annesinin takviminde
 işaretlenmiş boş günleri vardı.Amy okuldan sonra Byn.Sterling’in evine gitmek zorunda kalmıyordu,bu bir nimetti.
Byn.Sterling düzelmiyordu.Gün geçtikçe Amy’e daha zalimce davranıyordu.Şu ana kadar bakıcılardan korkmayan Amy,Byn.Sterling’den biraz korkuyordu.
Byn.Sterling kesinlikle iyi değildi.Yüzünde kırışıklıklar artmaya başlamıştı.Gözleri taşlaşmış,saçları tutam tutam dökülmeye başlamıştı;evde bile bandana veya şapka kullanıyordu.Dişleri uzamış ve sararmıştı.Amy onunla ilgilenmek istiyor üzülüyordu lakin içten içe onunla burada olduğu sürece başka bir yerde olmayı diliyordu.
Ayrıca evdeki o koku ağırlaşmıştı.Byn.Sterling’e bunu belirttiği zaman,güvelerin kıyafetleri yememesi  ve koridordaki halılara zarar vermemesi için yeni güve ilaçları aldığını söyledi.Amy bunun bir yalan olduğunu düşündü.Ama daha o sekiz yaşındaydı,büyüklerin işlerine karışılmazdı.Bunu ona annesi söylemişti.
İşte bu düşünceler onu bu odada oturdukça,meşgul ediyordu.Ödevini unuttu,odaklanamıyordu.Odasında tuhaf sesler duydu,daha önce hiç duymadığı bir sesti il başta çıkaramadı ama sonra tanıdık geldi birden;kuzenin köpeği tahta zeminlerde kaydığı zamanki tırnak sesini andırıyordu.Onun gibi ama daha ufak,o kadar sesli değil.
Amy dikkatini sese verdi,yerini belirlemeye çalıştı.Fakat yapamıyordu,ses sürekli hareket ediyordu sanki.Sonunda,sesi dinlemesi için annesini çağırdı.
“Ben bir şey duymuyorum tatlım,ne duyduğunu tekrar anlatır mısın ?”
“Anne,Bev Hala’nın Alex ve Tippy’i getirdiği zamanı hatırlıyor musun ? Hani Tippy’nin yerde kayıp da nasıl tırnaklarından takırtı sesleri çıkardığını hatırlıyor musun ?”
“Evet,hatırlıyorum.”
Şaşırmıştı annesi,Amy o zamanlar sadece üç yaşındaydı.
“Hıh,işte o ses,ama o kadar yüksek değil.”dedi Amy.
“Dikkatli dinle,anne.”
İkisi de bir süre sessiz durdular ama odada hiçbir ses işitilmedi.Amy hayal kırıklığına uğramıştı.
“Belki de dışarıdaki ağaçlardan birinin dalı cama vuruyordur?”diye fikir öne sürdü annesi.
“Hayır,hareket ediyordu.Bazen buradaydı.”
Odanın bir tarafını işaret etti.Orada hiç ağaç yoktu.
“Orada ağaç yok anne,sadece banyo işte.”
“Haklısın,pekala eğer bir daha duyarsan bana söyle.Şimdi yatağa girmelisin evladım.Yarın okul var.”
“Yarın da bir ara veremez miyim ?”Amy neredeyse yalvarıyordu.
“Hayır tatlım,veremezsin.Okul önemli ve senin de gitmen gerekli.”
Bu annesinin her Amy evde kalmak istediğinde verdiği cevaptı.Annesi işe çok sık gidiyordu ve o annesiyle vakit geçirmeyi çok seviyordu.
“Anne-kız” zamanı oluyordu;en azından annesi öyle diyordu.Bu Amy’nin Harry Potter dışında en sevdiği şeylerden biriydi.
Annesi onu yatırdıktan sonra,Amy yatağında karanlığı dinlerken ve neredeyse uyumuşken o sesi tekrar duydu.O küçük ciyaklamalar ve tıp tıp sesi dolabın köşesinden geliyordu.
Amy korkusuzca ışığı açıp,yataktan çıktı ve sesin kaynağını bulmak amacıyla dolaba yaklaştı.Sesin dolabın köşesinden geldiğini düşündüğünde,ses bu sefer odanın öbür ucumdan geldi !
Şaşırmıştı,tekrar annesine seslendi.
“Anne” diye merdivenlerin başından biraz seslice fısıldadı.
“Anne o sesi tekrar duydum.Gelebilir misin ?”
Annesi yukarı geldi.İkisi de bir müddet sessizce Amy odasının ortasında durup sesi dinlediler.
Ses yoktu.
“Amy biliyorum,yarın okula gitmek istemiyorsun.Ben de seninle evde kalıp vakit geçirmek isterdim.Ama gitmelisin,önemli.”dedi.
“İyi bir eğitim almanı istiyorum.Üçüncü sınıf her ne kadar eğlenceli olmasa da dördüncü sınıfa geçmek için gitmelisin.Beşinci sınıfa geçmek için de dördü geçmelisin.Düzeni böyle,anladın mı?”
“Biliyorum anne.”dedi.Gerçekten şaşkına uğramış bir şekilde:”Okuldan kaçmaya çalışmıyorum,burada gerçekten bir şey var.”
“Pekala,belki de sadece minicik bir faredir.Eğer öyleyse senin canını yakmaz.Yarın sen okuldayken birkaç fare kapanı alayım,ne yakaladığımıza o zaman bakarız,tamam mı ?Şimdi yatağa geç bakalım.”
Bu kadardı anneyle tartışma olmayacağını biliyordu.Yatağa yattı ve sesi düşünmeye başladı.Byn.Sterling’in neyi olduğunu,Mary Kate’i ve neden bu kadar zalim olduğunu,Joey ve tayfalarını düşündü.Onlarıntek yaptığı takılmak ve aptal gaz çıkarma seslerine gülmekten ibaretti.Oğlanlar bu şakaları severdi.
Amy bunları düşünürken çekmeceyi görmedi.
“iyk-iyk”
(pıt pıt pıt pıt)
Ses Amy’nin yatağının altından geliyordu bu sefer kesindi.Başucundaki küçük yeşil el fenerini kaptı ve yataktan kalktı.Ayaklarını yataktan indirip,çıplak ayağını yere basar basmaz,bir şey onu ayak bileğinden yakalayıp çok sert bir şekilde çekti.O kadar hızlı olmuştu Amy neredeyse nefes bile alamamıştı.Asla bir çığlık atamamıştı.

Ertesi sabah olduğunda annesi seslendi.”Amy,kalk evladım.Kaldır o poponu yataktan ve kahvaltıya gel.”
On dakika sonra,Amy’nin annesi yukarıdan ses gelmeyince,onu uyandırmak için yukarıya çıktı.Okula geç kalmasa iyi olacaktı.Annesi Amy’nin odasını boş bulduğunda ve banyonun kullanılmadığını ,Amy’nin tüm okuş eşyalarını dünkü yerlerinde gördüğünde.Sadece kızmakla kalmadı resmen dehşete düştü.
İlk iş Byn.Sterling’e telefon etti.
“Ah,Byn.Sterling ben Amy’nin annesiyim.Bu kadar erken aradığım için üzgünüm,Amy evde değil.Sizinle orada mı acaba ?Ya da nerede olduğunu size söyledi mi?Biliyor musunuz nerede olabileceğini?-“
“Yok canım ya bilmiyom.”diye yanıtladı Byn.Sterling.
“Üzgünüm,bana uğramadı veya bişi demedi.Ama görürsem eve yollıcama emin olun.”
“Teşekkürler,bana hep yardımcı oluyorsunuz.İyi ki varsı-“

Telefon kapanır.

Amy uzun süre sonra da bulunamayınca polisler dahil olur ve tam bir soruşturma gerçekleştirilir.Amy’nin odası incelenir ama Amy ve annesinin izleri hariç başka hiçbir ize rastlanmaz.Amy’nin annesi de sorguya alınır,ama bir müddet sonra şüpheliler arasından çıkıp sadece sorumsuz bir ebeveyn olduğuna karar kılınır.
Soruşturmacılar Byn.Sterling’in kapısını da çaldıklarında Byn.Sterling bir papatya kadar taze ve beyaz bir gülümsemeyle,masmavi gözleriyle karşılar memurları.Daha genç görünüyordu,saçları sıkı topuzdu.Lakin soruşturmacılar ne onun 48 saat önce nasıl göründüğünü,ne de masasındaki dantelin üstünde yeni bir porselen fare figürü olduğunu biliyorlardı.

Onlar gittikten sonra Byn.Sterling en yeni ödülünü eline alıp,parmaklarını üzerinde gezdirdi.Son olarak hassas bir şekilde porselen kulaklarının arasını parmağının ucuyla okşadı ve ona fısıldadı:”Sanırım ,sana Amy diyeceğim.”


24 Ekim 2017 Salı

AMY (Part-I)

"Amy kalkma zamanı evlat! Hadi gidelim kahvaltı neredeyse hazır."

Amy darmadağın olmuş sarı saçlarıyla uyandı ve yatağa oturup mavi gözlerini ovuşturmaya başladı.Amy on dakika içerisinde aşağıda olması gerektiğini biliyordu bu yüzden annesini ikinci kere seslenmek zorunda bırakmak istemedi.Battaniyeyi üzerinden attı.Ayaklarını yatağın öbür ucundan sallandırıp,çıplak ayaklarını soğuk tahta zemine bastı.Titredi.Bugün kesinlikle süveter ve çorap giyiyordu.
Merdivenlerden aşağı,kahvaltıda annesi dedi ki:"Bugün geç vakte kadar çalışacağım.Yani Byn.Sterling senin ödevini yaptığından ve akşam yemeği yediğinden emin olacak, tamam mı ?Eve giderken seni alırım."
Omletiyle oynarken bir yandan da gözleriyle hindi pastırmasını süzdü ve dedi ki:"Tabi ki."
Hindi pastırması iğrençti ama annesi her zaman normal pastırmadan daha iyi olduğunu düşünürdü.

"Dün gece yarısı tüm ödevlerini mi yaptın ?"
"Anne üçüncü sınıfa gidiyorum,hepsini bir dakikada yapabilirim."dedi Amy biraz ciddi bir ifade takınarak.
"Pekala."dedi annesi Amy'nin arkasından gülümserken."Pastırmanı bitir otobüs birkaç dakika içerisinde burada olur be sen daha dişlerini fırçalayıp ayakkabını giyeceksin."
"Tamam,Anne"dedi Amy bıkkınca,her sabah aynı şeydi.Kalk.Giyin.Yumurta ve pastırma ye.Ev ödevi ve Byn.Sterling hakkında konuş.'Daima  Byn.Sterling'.Diş fırçala ve ayakkabılarını giy.Ama Amy bunu anlayabiliyordu,annesi geç saatlere kadar çalışıyordu ve en azından bu sabah diyaloğu,hiç diyalog olmamasından daha iyiydi.Artı annesi bir rutine daima bağlı kalırdı,bunun işleri kolaylaştırdığını söylerdi.

Okul normaldi,sıkıcı.Mary Kate zalimdi.Janie ağladı.Joey ve tayfası aptaldı.Yaşlı Byn.Hill ara vermemek için çok çabaladı,her zamanki gibi.Amy her dakika kütüphaneye gitmek için fırsat kolladı.Orası sessizdi ve Amy'e göre kitap kokusu çok güzeldi.
'Byn.Hill emekli olmalıydı,yaklaşık 20 yıl önce falan' diye düşündü.'Yani kastım şu üçüncü sınıflara eğitim veren bir kişi,yürüteç kullanmalı mıydı?En azından bastonlu olsaydı,Joey'e vurmak için kullanabilirdi.Joey bunu hak ederdi.

Otobüs onu evin orda bıraktığında,yan taraftaki ağaçların arasından geçerek Byn.Sterling'in evine vardı.Kapıyı tıklattı.Byn.Sterling Byn.Hill kadar yaşlı değildi yine de arada çok yaş farkı yoktu.Sürekli sıkı topuz yaptığı gri saçları vardı.Mavimsi gri gözleri,uzun ince bir burnu vardı ve daima ekşi birşey koklamış gibi bir surat ifadesi vardı.

Kapı açıldıpında Amy şeye benzer bir koku aldı.Şey…aslında,ne olduğunu bilmiyordu ama her zaman ona yaşlı insanları ve çatı katını anımsatan bir kokuydu.İçerisi karanlıktu ve her duvarda ahşap plaka vardı.Yerde halıları girişten ta mutfağa kadar kaplayan plastik bir şey vardı.Amy daima ayakkabılarını çıkarıp kapının önünde bırakmak zorundaydı.
Byn.Sterling'in her sandayesinin arkasında kar tanesi görünümlü desenlerden vardı,bazıları da masanın üzerlerindeydi.Onlara 'dantel'diyordu,her ne demekse.Sadece kar tanesine benzedikleri için ilginçtiler.
Amy onların gerçek bir amacı olduğunu düşünmüyordu.Byn.Hill onları koleksiyonu şapşal küçük farecik figürlerini sergilemek için kullanıyordu.

Byn.Hill onları çok severdi,yarısının kuyruğu kırılmış olmasına rağmen.Onların tatlı olduğunu,sanki çocuğuymuşcasına sevdiğini söylerdi.Amy'e göre tatlı görünmüyorlardı.Hepsi-birbirinden farklı şekilde-korkmuş fareciklerdi.
Amy onlardan hoşlanmıyordu.Çabucak Amy bir sayfalık gerçekten gereksiz  matematik ödevinin başına oturdu.Amy cevapları zaten biliyordu.Fakat yaşlı Byn.Hill,Amy ödevini tamamlayıp ödev sepetine yerleştirmezse mosmor olacaktı.

Byn.Sterling ona bayat kurabiye ve soğuk süt -her zamanki atıştırmalık-ikram etti ve karanlıkta o eşyalarla dolu odada,aptal fareciklerle televizyon seyrettiler.Bir müddet sonra Byn.Sterlin sabırsızca:"Amy şu bacağını oynatıyon,tüm kanepeyi sallıyon tüm şu hareketlen izleyemiyom."
"Neden bir kitap alıp şurada oturmuyosun ?"dedi parmağıyla üzerinde kar tanesinden olan çirkin pembe kadife sandalyeyi gösterirken.
Amy yüzlerce kalın kapaklı kitaplardan ve "Readers Digest" dergilerinden oluşan duvara gömülü sarkmış raflara doğru yaklaştı.Byn.Sterling o dergileri topluyordu ve kimi zaman okuması keyifli oluyordu.Rastgele sarı kapaklı bir kitap seçti.O iki sarı kapağın arasında birşey olup olamdığını anlamak için sandalyeye yerleşti.
Bir zaman sonra,Amy kendisini,oğlanın kendini tekrar ve tekrar çağıran sesler duyduğu bir hikayenin içinde kaybetti.
Her gece ses daha da yükseliyordu ta ki oğlan dayanamayana kadar.Oğlan sesin nereden geldiğini bulmaya karar verir.Sesi takip eder,evin yanındaki ormanın içindeki kuyuy…
Aniden "Amy,Allah'ın baş belası,kulaanı mı kaybettin?Anneciğin geldi."dedi Byn.Sterling
"Aa,üzgünüm,tamam,bu kitabı alabilir miyim acaba Byn.Sterling?"dedi Amy kibarca.
"Hayır,tatlım.Burada koleksiyonumda duracak,yarın geldiğinde tekrar okuyabilirsin."dedi.
Amy'nin annesi geldiğinde daima daha kibar davranırdı.Amy'e karşı.Zalim değildi,ama iyi biri de değildi.En azından Amy'e gündelik işler yaptırmıyordu.Amy temizlik yapmaktan nefret ederdi.
"Hadi gel evladım,"dedi annesi kapı kirişinden"Hadi gidelim,vakit geç geç geç ve yarın okul var."
"Geliyorum anne,"dedi Amy çantasını alıp,Byn.Sterlinge çabucak bir veda ettikten sonra.
Dışarı çıktıklarında annesi,Amy omzundan kavrayarak"İyi bir gün müydü ?"
"Tabi,eğer Mary Kate'la geçen bir günü iyi bir gün olarak nitelendiriyorsan,keşke beni yalnız bıraksa."diye yanıtladı Amy.
"Sence,ebevynlerini aramalı mıyım?"diye sordu Amy'nin annesi.
"HAYIR,An-ne,bu sadece herşeyi daha da berbat eder.Ben iyiyim,gerçekten."
"Eğer öyleyse-"dedi Annesi
"Öyle." diye yanıtladı Amy.
"Tamam şimdilik karışmayacağım,ama devam ederse ya da daha da kötüleşirse bana söylemeni istiyorum.Anlaştık mı?"
"Evet,hanımefendi."
Ertesi gün de az çok aynıydı.
Uyan,aptal hindi pastırmasını yumurtasıyla ye,okula git,Janie'nin ağlamısını dinle,Mary Kate ve Joey'den uzak dur,artı bir de Byn.Hill'in gözünde iyi bir yerde ol.
Byn.Sterling tamamen aynıydı.Amy başladığı hikayeyi öğrenmeye gitti.Bu ürpertici bir hikayeydi,Amy bu tarz hikayelerden hoşlanırdı.Kitabın sonunda oğlan ses tarafından çekildiği o kuyuda ölüyordu.

O gece Amy'nin annesi eve biraz erken geldi.Annesi uzun ve alışılmadık saatlerde çalıştığından beri beraber zaman geçirebilmek güzeldi.Kızarmış peynirli sandviçlerin ve domatesli çorbanın tadına vardıktan sonra birçok şey konuştular.
Annesine okuduğu kitaptan bahsetti ve kabus görmeyeceğine dair güvence verdi.Byn.Sterling ve bayat kurabiyelerden bahsetti.Bunu daha önce de söyleyebilirdi.Annesi,Mary Kate'i ve Amy'e nasıl davrandığını sordu.
Ardından annesi Amy'i banyo yapıp hazırlanması için yukarı yolladı.Böylece annesi onu yatırmaya gelmeden önce biraz kitap okuyabileceği vakti kalmıştı.Ayaklarını yatağın kenarından sallandırarak,başka bir kitap okuyordu.Bu daha önce birçok kez okuduğu bir kitaptı ama Amy bu kitabın kafasında oluşturduğu dünyadan o kadar etkilenmişti ki düzenli olarak tekrar tekrar okuyordu:Harry Potter ve Felsefe taşı.
Kesinlike favorisiydi.Kendini en sevdiği karakter yerine koyuyordu:Hermione.

Başta annesi Amy'nin kitabı okumasının uygun olup olmayacağı hakkında kararsızdı çünkü kitap cadılar ve büyücüler için bir okulu anlatıyordu.İçinde kötü şeyler olabileceği duygusuna kapıldı.Çocukların hazır olmadığı şeyler…Fakat Amy yaşıtlarından daha akıllı olduğu için kitaba deneme süresi verdi ve okuyabileceğine karar verdi.
Bu gece Amy-bu dünyada en çok sevdiği spor-Quidditch geçen bir bölümü okuyordu ve ayaklarını sallarken bir süpürgenin üstünde gidebileceği kadar hızlı gitmeyi hayal ediyordu.
Tamamen hayallerinde kaybolmuşken ayağının altında bir gıdıklanma hissetti.Neredeyse fark etmemişti.İlk hissettikten birkaç saniye sonra,ikinci kez hissetti.
Kitabı bir yana bıraktı,kafasını bulutlardan ayırıp yatağın öbür tarafına doğru ne olabileceğini görmek için yöneldi.Hiçbir şey.Orada hiçbir şey yoktu.
"Amy,yatma vakti!Bir dakika içerisinde seni yatağa yatırmka için orada olacağım.O kitabı bırak artık!"
Annesi hep bilirsi,artık ayağındaki o gıdıklamayı düşünmüyordu.

Ertesi gün de aynıydı.Ama Byn.Sterling bir takım olaylardan ötürü üzgün gibi görünüyordu.Amy durumunu sordu,Byn.Sterling "Endişelenilecek bir şey değil."dedi ve televizyon izlemeye devam etti.Byn.Sterling neredeyse sadece iki kelime etmişti.Amy zaman zaman gizlice ona göz ucuyla bakıyordu.O her nasılsa…daha zayıf gözüküyordu.Hasta gibiydi,belki de öyleydi?Ama dürüst olmak gerekirse,Amy onu üzen birşey yapıp yapmadığını düşündü.Annesi onu beş gibi almaya geldiğinde de daha mutlu oldu.
O akşam banyo vaktinin ardından Amy okumak içim tekrar yatağa girdi.Bir Quidditch oyuncusu olduğunu ve Hermione'nin pek de kötü uçmadığını düşünüp hayal kurarken o gıdıklanmayı tekrar hissetti.
Bu sefer yataktan kalkıp altına baktı.Hiçbir şey yoktu ya da olabilirdi.
Ne olabilirdi ki ?…


11 Eylül 2017 Pazartesi

Someone has been mailing me recordings of myself...

İlki bir kaç hafta önce gelmişti. Üstünde bir şey yazmayan DVD, kağıt bir şey içinde gelmişti ve geri gönderme seçeneği de kaldırılmıştı. Gereksiz bir posta olduğunu düşünerek attım. Kimsenin bu zırvalar için zamanı yok.

İkincisi de çöp kutusuyla aşk yaşamıştı, ama kullanılmış bir Xbox aldığım gün gelmişti. DVD oynatıcısını test etmek istemiştim ve başka işe yarar bir şey olmadığı için gelen DVD'yi oynatıcıya yerleştirip, oynatmaya başladım.

Görüntü belirsiz ve bulanıktı, sanki birisi yürürken kaydediyor gibi. Benim apartmanıma girişimi gösterdi, ben asansöre binene kadar takip etti. Hatta kameraya bir saniyeliğine bile baktım ama beynimi kırayım, hiç garip bir şey hatırlamıyordum.

Arkada bir de ses vardı ama Almanca olduğu için hiçbir şey anlamamıştım. Tekrardan başlattım ve tekrardan izledim. 15 saniye kadardı− o kadar da ürkütücü değildi. Daha çok birisi beni çekerken ki duruşumun ne kadar korkunç olduğu beni rahatsız etmişti. Muhtemelen bir çocuk yeni kamerasını falan gösteriyordur − dünya garip insanlarla dolu, değil mi?

Üçüncü video beni ürkütmüştü açıkçası. Videoda manavdaydım, etrafta aptal aptal gezinirken bir şeyler arıyordum. Bir 10 saniye sonra – yine Almanca konuşmalar. Artık lobide masumca oynayan birisi değildi bu. Aktif bir şekilde takip ediliyordum. DVD'yi hemen çöpe attım, bir kaç dakika sonra da pişman olup çöpten geri aldım. Bunu çevirmeliydim ki ne olduğunu anlayabileyim.

Diğer gün deliler gibi posta kutumu karıştırdım, DVD var mı diye. Hiçbir şey yoktu. Veya diğer gün, veya ondan sonraki gün. Kayıtları çevirtmek yapacaklar listemde gittikçe öne çıkıyordu, ta ki 1 hafta sonra unutana kadar.

En azından düne, bir kaç gereksiz postayla beraber kapımın altından içeri düşene kadar. Onu oynatmak için koştum, ilk kareden pişman oldum. Ekran odamda dönüyordu. Yatak odamda. Etraf karanlıktı ama kamerada gece görüş vardı. Kamera yatağa odaklandı ve yaklaşmaya başladı. Karanlıktaki şişliği görmem bir kaç saniyemi aldı, bu şey beni uykumdayken kaydediyordu.

Bir el kameranın arkasından uzandı – bembeyaz, ince, kılsız bir el, çok kemikliydi. Eli çok tuhaftı: 4 parmağı vardı, çift eklemliydi, o kadar akıcı hareket ediyordu ki; resmen dokunaç gibiydi. Uzun parmağını benim alnıma dayadı ve burnuma doğru kaydırdı, dudaklarımın üstünden geçirdi, o kadar yumuşaktı ki dokunup dokunmadığını bile söyleyemezdim. Tekrardan Almanca bir şeyler– şarkı tınısında, fısıltıdan biraz sesli. Bu sefer daha uzundu, ama durdura durdura ilerledim çünkü duyduğum her kelimeyi yazmaya çalışıyordum.

Her şeyi çevirmeden önce tüm videoyu izledim. Yanımda çok uzun süre kaldı, ama ileriye sarmak istemiyordum çünkü önemli bir sözü kaybedemezdim. Onun beni izlemesi gibi ben de videoyu bir yarım saat kadar izledim, ta ki dayanamayana kadar. Kamera çok uzun süre kalmıştı, ama onun gibi bir şeye dair herhangi bir şey duymamıştım, veya görmemiştim. Daha sonrasında bir şeyler oldu mu merak ettim ama sonra düşünmemeyi seçtim. Asansörlü ve manavlı olanı bulana kadar etrafı karıştırdım ve onları da bulduğumda, videolardaki Almanca şeyleri bir kenara yazdım. Yazımlar hakkında biraz oynadıktan sonra, Google Çeviri bana bunu verdi:

Tape 1 - ??? (Bilmiyorum, içine bakmadan atmıştım.)
  
Tape 2 - (Asansördeyken)
"Gidişine bak. Ona söylediğimiz son şeyden sonra yine buraya geldiğine inanamıyorum."

Tape 3 - (Manavdayken)
"Onu tekrardan buldum. Ne kadar sakin olduğuna bak, sadece hayatını yaşıyor. Gördüğünü düşünüyor musun?"

Tape 4 - (Ben uyurken bana fısıldıyor)
"Uyu, bebeğim, uyu,
Baban koyunu koruyor,
Annen ağacı sallıyor,
Aşağı bir rüya düşüyor.

Uyu, bebeğim, uyu!
Uyu, bebeğim, uyu,
Gökyüzü koyun çizer,
Yıldızlar kuzu olur,
Ay ise küçük çoban,
 
Uyu, bebeğim, uyu!
Uyu, bebeğim, uyu,
Koyununu getireceğim,
Altın bir topla beraber,
O senin yoldaşın olacak,
Cehenneme güvenle gitmen için."

Bu kadar. Beni tehdit mi ediyor yoksa beni koruyor mu, veya beni neden koruyacağını bilmiyorum. İki şekilde de, bu gece uyuyabileceğimi sanmıyorum. Uyandığımda onun beni videoya çektiğini veya bana baktığını görürsem ne yapacağımı bilmiyorum- hele o ayrık, uzun parmaklarıyla bana dokunursa. Bir dahaki DVD gelirse, eğer gelirse...

Belki sizlerden birisi onu izler ve bana ne olduğunu söyler? Midemin onları izlememi kaldıracağını sanmıyorum.

10 Eylül 2017 Pazar

If You Find A Book Called "The Tale of Roly Poly", Don't Open It, Don't Read It!

Kitap özel olarak garip gözükmüyordu. Kapakta uğursuz görünen fotoğraflar yoktu. Dikkat çekici bir yazı yoktu. Sadece kırmızı düz kapakta altın harflerle "Roly Poly'nin Hikayesi" yazıyordu.
Bu kitabı Ginny kitap rafından çekene kadar hiç görmemiştim. Muhtemelen önceki sahiplerden kalmıştı. Bu semte daha geçen ay taşınmıştık.
Beni kitabı açtığımda Ginny çoktan yorganın altına süzülmüştü. Saat altıda uyuması gerekiyordu ve ona bir hikaye okuma sözü verdiysem saatlerce dil dökmeme gerek kalmıyordu. Aslında, neredeyse hiç gerek kalmadı. Prensesler onun yeni takıntısıydı bu yüzden, "Uyuyan Güzel", "Cinderella" gibi klasikleri çoktan okumuştuk. "Roly Poly'nin Hikayesi" normal listeden tamamen ayrıydı.
"Bunu istediğinden emin misin balkabağım?"
Ginny esnedi:
"Evet babacığım."
Omuz silktim ve okumaya başladım:

İki tane çocuk vardı,
Senin gibi iki çocuk,
Birisine Jack denirdi,
Diğerine Hugh.

Çocuklar odalarında oturuyordu,
Yapacak bir şey yoktu,
Çok sıkılmışlardı,
Sıradan bir bugaboo.*

Kitap, beyzbol temasıyla düzenlenmiş bir odada oturan iki çocuğun basit bir resmini içeriyordu.

Düşündüler ve düşündüler,
Ufladılar pufladılar,
Ta ki Hugh "Üf!" diyene kadar,
"Yeter, yeter!"

"Haydi bir oyun oynayalım!"
"Bu saçma sonu alt üst edeceğiz",
"Biliyorum!" dedi Jack,
"Bir arkadaşımı arayacağım."

İçten içe sıkıntıyla inledim ve Ginny'nin çabucak uyuyakalmasını istedim. Hikaye kesinlikle bir Dr. Seuss değildi.

Jack kitabı aldı,
Aşağıda yazanları okudu,
"Çık dışarı, çık dışarı,"
"Seni aptal palyaço."

Bir vızıltı ve tıkırtıyla,
Fışırtı ve patlamayla,
Roly Poly geldi,
Büyük bir cupla.

Çocukları gölgede bırakan koskocaman bir adam vardı. Adam normal bir palyaço gibi giyinmişti. Fırfırlı yaka, cafcaflı kırmızı dudaklarla beyaz bir makyaj.

"Nasılsınız? dedi palyaço, "Oynamaya geldim.",
"Sen mi?" dedi Hugh, "Oh kutsal Moly!",
"Korkma," dedi Jack kesin bir sesle,
"O sadece Roly Poly."

"Ne yapacağız?" dedi Hugh, bütün bir heyecanla,
Oyuncaklarını odasının büyük dağınıklığından çıkartırken.

Çeşitli isimlerde bir sürü oyun vardı,
Tüm teller ve megawattlar,
Bir şarkı söyleme makinesi, bir trambolin,
Hatta iki tane robot.

"Olmaz!" dedi palyaço,
"Bunlar olmaz!"
"Haydi biraz gerçek oyun oynayalım."
"Şu teknolojik vodoo'yu ekelim."

"Benimle gelin ve göreceksiniz"
"Evim oldukça büyüktür",
"İstediğiniz her şey bulunur,
“Topsy-Turvy şehrinde.”

İki çocuk başlarını salladı,
Kalpleri neşeyle doldu,
Palyaçonun elini tuttular,
Ve üç Mississippi'ye kadar saydılar!

Hugh ve Jack gözlerini kapattı,
Dünya fıldır fıldır dönerken,
Onlar sevinçle haykırdılar,
Yeni bir yer gözler önüne serilirken.

Palyaçonun evi oldukça görkemliydi,
Şekerlerle ve o tür şeylerle doluydu, eğlence asla bitmezdi,
Ebeveynler yok, ev işleri yok, yatma zamanı ve kurallar yok,
Eski okullardan korkunç ödevler yok.

Çocuklar oynadı ve oynadı, hepsi mutlu oldu,
Ta ki palyaçonun üzüldüğü uğursuz güne kadar.

"Sorun ne Roly Poly?"
"Yapabileceğimiz bir şeyler var mı?"
Çocuklar sordu ve sordu,
Ama endişeleri gittikçe büyüdü.

"Oh, canım," mırıldandı palyaço,
"Çok özür dilerim",
"Sadece çok açım",
Ve onun büyük midesi gürledi.

"Cips mi istersin yoksa yapışkan kremalı pastayı mı, yoksa çikolatayı mı?"
"Tüm sosislilere, dondurmalara ve milkshakeler bizde var."

Ama palyaço kafasını salladı,
Midesi acıdığı için,
Sonra küçük Hugh'u tuttu,
"Sen çok iyi bir yemek olursun!

Bir dahaki sayfanın içindeki şeyleri görünce midem bulandı. Hemen kitabı kapattım.
"Haydi artık uyuyalım prenses."
Ginny bana karşı gelmeye çalıştı ama göz kapakları uykudan dolayı ağırlaşmıştı bile.
"Çocuğa ne oldu, babacığım?"
"Sana yarın söylerim."
Ginny'nin alnını öptüm ve ışıkları kapattım.
Aşağı gittim ve kitabı tekrardan açmadan önce kendime bir bardak şarap doldurdum. Kapattığım sayfada korkunç çizimler yer alıyordu. Palyaço çocuklardan birisinin kafasını üstten yakalamıştı ve solundan ısırmıştı. Yakuta boyanmış dudaklarından kanlar damlarken dişleriyle pembe insan etini parçalıyordu. Çocuğun gözleri kapalıydı, gözyaşlarının aktığı yüzü acı çeken bir ifadeyle donmuştu. Hastalıklı bir merakla, okumaya devam ettim:

Roly Poly çocuğu havada yakaladı,
Büyük bir ısırık aldı-- küçük Hugh çok yumuşaktı.

Gıcırdattı, kemirdi; çiğnedi, höpürdetti,
Ve geriye hiçbir şey kalmadığında, palyaço mutlulukla geğirdi.

Etrafa baktı, ama Jack'ten iz yoktu,
Çocuk kaçtı, takip başladı.

Etrafa çarptı, vurdu, koştu ve koştu,
Roly Poly sadece kıkırdadı: "Geri dön genç adam!"
"Bu yer çok büyük, doğrusu, tamamen dağılmış!"
"Çıkmanın bir yolu yok, hem de hiç."

Palyaço oldukça haklıydı, Jack elinden geldiğini denemek için,
Çıkışa doğru koştu, ama görünüşte hiçbir çıkış yoktu.

Çocuk yoruldu, nefesi tekledi,
Roly Poly onu yakaladı, sesi neşeliydi:

"Çoğundan daha sertsin- seni, pişireceğim",
Ve çocuğu eski bir et kancasına astı.

Çocuk çığlık attı ve bağırdı, "seni büyük, şişman yalancı!"
Palyaço dudaklarını yaladı ve büyük ateşi yaktı.

Son sayfaya çevirdim. Çocuk büyük ateşin üstünde sallanıyordu. Çocuğun bulunduğu kısmı alevler yalayıp geçerken vücudunun bazı parçaları kararmış, bazıları çatlamıştı. Palyaço ateşi elindeki çubukla dürtüyordu. Diğer eli ise, palyaço iki uzun sivri dişiyle manyakça gülümserken okuyucuya el sallıyordu.

Palyaço çok mutluydu, bu tatlı et bir ikramdı,
Çok yaşa şef—Afiyet olsun!

Kitap burada bitiyordu. Garip bir hissin boğazımdan yükseldiğini hissettim. Birisi nasıl böyle bir şey yazardı? Muhtemelen kötü şöhret arayan umutsuz bir yazarın tekidir. Ne olursa olsun, ağzımda iğrenç bir tat bırakmıştı. Şarabımı bitirdim ve kitabı çöpe attım.

Diğer sabah erken kalktım ve kapının önündeki gazeteyi aldım. Pazardı, ama hiçbir zaman uyumayı sevmemişimdir. Kendime bir bardak kahve doldurdum ve tezgahtaki gazetenin manşetine baktım. Kalbim dondu:
"Bölgedeki Çocukların Kayboluşunun Beşinci Yıldönümü"
"Yüzlerce kişi Hugh ve Jack Healy'nin kayboluşunu anmak için bir törene katıldılar."
"Altı ve sekiz yaşındaki kardeşler 7 Ocak, 2012'de evlerinden kaçırıldı. Polisler bu hafta sonu onlarla alakalı yeni bilgileri bildirdi [hikaye üçüncü sayfadan devam ediyor]."
Dışarıya koştum ve kitabın kapağını çöpten çıkarttım. Belki de bu kitabı yazan kişi çocukların kayboluşuyla alakalı bir şey biliyordur? En sonunda, bu hastalıklı şeyi polislere bildirmeliydim. Olanları gördüğümde midem altüst oldu. Kitap gitmişti.
Baş gösteren bir panik göğsümde gezinirken Ginny'nin odasına koştum. Boş yataktaki buruşuk örtülerin üstünde sadece bir sayfa vardı:

Ginny iyi bir kitap seçti,
Heyecanlandırmak için doğru bir hikaye,
Ama baba beğenmedi,
Onun eski olduğunu düşündü.

Tam da zafer anında okumayı bıraktı,
"Oh hayır, bu senin için uygunsuz!"
Palyaço bunu hiç beğenmedi,
Hem de hiç.

Böylece Roly Poly çok zayıf olan kıza,
Ginny'ye dedi ki:
"Haydi eğlenelim!"
"Şu yaşlı avanağa göstereceğiz!"

Ve şimdi Ginny oynuyor,
Topsy-Turvy şehrinde,
Her şey şeker ve baharatla dolu,
Ve her şey kız işi.

Ve prenses saltanatı tutarken,
Satenden elbiselerinden,
Palyaço basitçe gülümsedi,
"Şişmanlayacak, evet yapacak."

Ginny kaybolalı bir hafta oluyor. Sayfayı polislere verdim ama onlar da benim kadar şaşırdı. Kitabın her korkunç dizesi kafama kazındı. Uyuyamıyorum. Yemek yiyemiyorum. Bu yazıyı hem uyarı hem de derdimi paylaşmak için yazıyorum. Eğer kitabı bulursanız, açmayın, okumayın. Polisi arayın. Bir çocuğun hayatı buna bağlı olabilir.



*: Bugaboo, bir bebek arabası markası.

9 Eylül 2017 Cumartesi

I can see people's auras... and it's a curse.

Evet, insanların auralarını görebiliyorum.

Ve bunu açıkça söylemekten nefret ediyorum. Bu beni para sömürme aracı olarak bir yetenek uyduran birisi gibi gösteriyor. Bu yeteneğimden asla para kazanmadım. Hiçbir zaman bundan bir pay çıkarmadım. Ve, şu ana kadar bundan kimseye bahsetmedim.

Ama cidden onları görüyorum, ama bu yeteneği bir lanet olarak görmeye başladım. Bunu size yazmamın için bir sebebi var ve sizi temin ederim, mutlu bir sonu yok.

Benim için, bu basit bir şeydi. İnsanları çevreleyen zayıf bir ışık görüyordum. Herkeste. Ve bu ışıkta, onların ahlakını görebiliyordum. Daha renkli ve şeffaf ışık, daha iyi bir insan. Daha karanlık ve opak ışık, daha kötü insan. Bulanık ve kısmen şeffaf ışıklarda ise, kişinin ahlakı belirsiz. İşleri kolaylaştırmak için onları üç şekilde açıklayabilirim. Karanlık eşittir şeytan. Parlak eşittir iyi. Bulanık eşittir ortalarında bir şey. Bu garip, bulanık/gri auralı insanları daima şey olarak gördüm... hakimler. Arabulucular. Aradaki, birisi ya da diğeri olmayan, zor kararlar verecek insanlar.

Bu yeteneğe sahip olduğumun ilk farkına vardığımda daha çocuktum. Daha parlak auralı insanların bana karşı daha kibar ve özverili olduğunu anlamam pek de uzun sürmemişti. Ailem de iyi insanlardı ama babamın aurası anneminkinden birazcık daha parlaktı. Sonuçta, o bana karşı daha anlayışlı ve iyiydi. Daha parlak auralı öğretmenlerin ve dost canlısı öğrencilerin bana karşı sevecen ve iyi olduğu açıkça anlaşılıyordu. Karanlık auralar tipik dövüşçüler, zorbalar ve öğle yemeğinde para çalan tiplerdi. Sanırım 8 yaşlarındayken çoğu insanın sahip olmadığı bir hediyeye sahip olduğumu anlamıştım. Muhtemelen kimsede olmayan.

Biraz "New Age"* ile alakalı internet sitelerinde gezindim ve aura okuma konusunda olan bazı alternatif ilaçları araştırdım. Bu saçmalıkların büyük çoğunluğuna inandığım sıralar, en azından benim gibi yeteneğe sahip olan BİRAZ insan olmasını beklemiştim. Bu yüzden bu insanları tamamen sahte olarak görmek istemedim. Aura okumak bana göre böyleydi, ama sitelerde yazıldığının benimkiyle hiçbir alakası yoktu. Sayısız medyum ve falcı gezdim. Çoğunluğunun bulanık ve karanlık aurası vardı, onların bu güce sahip olmadığından emindim. Yine de tüm "medyumlar" berbat demiyorum. Az olsa da, aşırı parlak auralı insanlar da gördüm. Beni gerçekten güçleri olduğuna inandıramamışlardı ama en azından aldatmacayı deneyerek ve insanlara yardım etmeye çalışarak yapıyorlardı.

Anlamanız lazım… Bu yazıyı bana olan şeyi anlatarak bitireceğim. Ama ondan önce, açıklamam gereken bir kaç şey olduğunu düşünüyorum. Bir çoğunuzun en yaygın auranın ne olduğunu merak ettiğini hayal edebiliyorum. Size insanların çoğunluğunun bulanık ve parlak arasında olduğunu söylemekten mutluluk duyuyorum.  Az karanlık aura gördüm. Bu bilimsel değil ve ben de grafik çıkartacak kadar dünyayı falan gezmedim ama tahminen dünyanın %60'ı parlağımsıdır. %25 civarı da bulanığımsıdır. Geriye kalan %15 karanlığımsıdır.  Tekrardan, bunlar sadece tahminler. Parlak ve bulanık arasındaki fark ne diye soruyorsanız, hiçbir fikrim yok. Ama şundan emin olabilirsiniz, dünyada "karanlık"lardan çok "parlak"lar var.

Diğer tartışmak istediğim şey ise çocuklar. Bir insanın aurasını doğumundan itibaren görebiliyorum ama birisinin aurasının yaşına bağlı olarak değiştiğine hiç rastlamadım. Bunun tüm doğa için ne anlama geldiğini tam bilmiyorum. Ve tüm karanlık auralı insanların berbat davrandığını veya tam tersi olduğunu söylemiyorum. Parlak auralı birisi berbat koşullarda doğabilir ve bundan dolayı bir uyuşturucu batağına düşebilir, uyuşturucu almak için de soyguna başvurabilir. Sanırım buradaki fark şu… korkunç yetiştirilmiş parlak auralı bir hırsız birisini soyabilir, ama bu sırada kimseyi kasten öldürmez. Karanlık auralı bir hırsız ise kurtulmak için bir saniye bile düşünmeden birisini öldürebilir.

Başka ilginç bir not… Parlaklık/bulanıklık/karanlıklık oranını neredeyse tüm aktivitelerde yakın bir şekilde buluyorum. Kilisede de olsam, death metal konserinde de olsam, neredeyse hep %60/%25/%15 oranına yaklaşık bir şeyle karşı karşıya kalıyorum. Bir keresinde federal bir hapishaneyi ziyaret etmiştim ve oradaki insanlarının çoğunun aurasının parlak olduğunu görünce şoke olmuştum. Oradaki insanların auralarını görmek için direkt oraya gitmem gerekiyordu çünkü fotoğraflarda, televizyonlarda hatta aynalarda bile auraları göremiyorum. Sadece gerçek dünyada auraları görebiliyorum. Başka garip bir şey… Kendi auramı göremiyorum. Göz kamaştıran bir parlaklıkta olduğunu umuyorum ama… göremiyorum.

Gördüğüm en parlak insan bir sosyal hizmetler görevlisiydi. O kadar parlaktı ki, ona bakamıyordum bile. İnsanların onun varlığına tepkisine göre konuşacağım, sanırım neredeyse onun yanındaki herkes bilinçaltından onun parlaklığını hissedebiliyordu. Herkes onu severdi. Neredeyse tanımadığı birisine böbreğini bağışlamıştı. Özel ihtiyaçları olan, evlatlık bir çocuğu vardı. Kazandığı çoğu parayı çeşitli hayır kurumlarına bağışlardı. Ve bunlar onunla ilgili bildiğim ufak şeyler. O kadar parlaktı ki, beni korkutuyordu. Birisinin bu kadar iyi olması çok korkunçtu.

Ama bu gördüğüm en karanlık kişinin korkunçluğuyla kıyaslanamazdı. O zaman 20 yaşındaydım, saat gece 2'de şehir merkezindeki bardan çıkıyordum. Adam sessizce sokağın aşağısına doğru yürüyordu. İlk başta onu görmemiştim, ama sonra etrafımda karanlıklaşan ışığı gördüm. O kadar karanlıktı ki, etrafındaki ışığı kısmen emmişti. Ona uzunca ve güç bir şekilde baktım. Çok çaresiz, acımasız ve duygusuz gözüküyordu. Bana baktığında ve bakışlarını benim gözlerime kilitlediğinde, bu benim yere düşmeme sebep oldu. Sanki ne gördüğümü biliyormuş gibi sırıttı. Yüzünü yerdeyken yakın bir şekilde görmüştüm. Bunu asla unutamadım. Ve bunu iki hafta sonra gazetede fotoğrafını görünce tanıdım. Eski eşini ve iki çocuğunu soğuk kanlılıkla öldürmüştü.

Sanırım artık asıl konuya gelmeliyim. Bunu yazmamın sebebine.

Bir yıl önce aşık oldum. Önceden gördüğüme göre ışığı parlağa yakın bir yerlerde değildi, ama adım gibi emindim ki o karanlık veya bulanık değildi. O çok güzeldi. Mizahı.. Zekası.. Onun... her şeyi. O hayallerimin kadınıydı. Ve ona gördüğüm auralarla alakalı hiçbir şey anlamadım. Onunla alakalı daha bir çok şey anlatabilirdim ama bu bir aşk hikayesi değil. Bu konudaki önemli şey ise: Aşık olduk. Hamile kaldı. Evlendik. Mutluyduk. Çok mutluyduk.

İki sabah önce telefonumun titreyişini hatırlıyorum. Şu mesajı gördüğümdeki heyecanımı hatırlıyorum, "Sonunda doğuruyor. Hastaneye gel." Trafikte sıkıştığımdaki hayal kırıklığımı hatırlıyorum. Bir park yeri bulmanın ne kadar zor olduğunu hatırlıyorum. Hemşireye şöyle bağırdığımı hatırlıyorum, "Karımın bulunduğu oda hangisi!" Kapıya doğru depar atışımı ve içeri girdiğimde karımın yüzündeki gülümsemeyi hatırlıyorum. Doktoru, onun parlak ışığını ve bana şöyle deyişini hatırlıyorum, "Tebrikler. Bir oğlan."

Doktor onu bana uzattı.

Ve odadaki tüm ışıklar birden yok oldu.

"Hayır, bu olamaz." deyişimi hatırlıyorum. Doktorun onu benim kollarıma bırakışını.

Oğlumun etrafında olan karanlık çok aşırıydı. O, bir kara delikti. O kadar karanlıktı ki, etrafındaki dünya neredeyse var olmuyordu. Gördüğüm hiçbir şeye benzemiyordu. Ağlamaya başladım. Muhtemelen karım ve doktor bunların sevinç gözyaşı olduklarını düşünüyorlardı. Ama değillerdi. Tanrı bilirdi ki, değillerdi.

Tekrardan şu ailesini katleden adamı çevreleyen karanlık ışığı düşündüm. Bu noktaya kadar gördüğüm en karanlık ışık onunkiydi. Ama oğlumun etrafındaki karanlık ışık 100 kat daha kötüydü. Bin kat daha kötü. Kendi aileni öldürmekten bin kat daha kötü ne olabilirdi?

İki gün oldu. Şu an evdeyiz. Oğlumun aurası o kadar karanlıktı ki, odasına giden koridoru karartıyordu. Karım bir şeylerin garip olduğunu biliyordu. Sanırım benim çocuk yapma konusunda pişmanlıklar yaşadığımdan şüpheleniyor. Bir bilseydi…

Ne yapacağım? O benim oğlum. Yaklaşık 20 dakika önce onun yanında durdum ve yüzüne doğru bir yastık tuttum. Ama bunu yapamadım. Daha şimdi değil. İki günlük oğlunu öldüren bir adam; aurası ne renk olurdu?

Ve işte burada yalnız başıma otururken aklımda gezinip duran düşünce. En kötülerimizin babası. Adolf Hitler'in. Joseph Stalin’in. Timothy McVeigh’in. Ne olacaklarını bilseler, onları beşikte öldürürler miydi? Yastığı gerektiği kadar yüzlerinde tutacak gücü bulabilirler miydi?

Ofisimden oğlumun odasının kapısını görebiliyorum. Koridor gitgide daha da karanlığa gömülüyor. Bunları yazarken ellerime bakıyorum. Sanırım deliriyorum, ama ellerim ve kollarımda şu an bir aura gözüküyor. Gri. Bulanık. Belki de hep bulanıktı.

Yanımdaki yastığa bakıyorum. Ellerimin etrafındaki grilik daha da belli oluyor. Belki zamanıdır. Belki bu yeteneğe sahip olmamın sebebi budur. Her şey şu an bitiyor.

Belki de zamanıdır.

Sanırım zamanı.


*: New Age, ruhani aydınlanma olarak adlandırılan bir şey. Ruhlarla ve enerjilerle alakalı.

8 Eylül 2017 Cuma

annie96 is typing...

WhatsApp'ta gezinirken, tanımadığım iki insanın konuşmasına rast geldim. Bu beni aşırı korkutmuştu. Konuşmayı tekrar bulmaya çalıştığımda, uygulama hata verip kapandı ve kapanmaya devam etti.
Sonunda kopyalamayı başardım, işte konuşma:


annie96
uyuyor musun??    01.31

mcdavey
hayır.. sanırım sen de uyumuyorsun :p   01.31

annie96
uyuyamıyorum.. rüzgardan dolayı.. kediler dövüşüyor gibi geliyor. senin mazeretin ne? :p   01.32

mcdavey
ders çalışıyorum :(   01:32

annie96
demek artık pornoya böyle diyorlar? :p    01.32

mcdavey
annie!!!   01.32

annie96
inkar etmiyorsun yani? :p   01.34

mcdavey yazıyor...

mcdavey
johnny'nin bugün yaptığı şeye hala inanamıyorum!!   01.36

annie96
ben de.. bu çocuğun cidden sorunları var..   01.36

annie96
bu ne, rüzgar çok sesli.. normal değil sanki haha    01.36

mcdavey
Burada rüzgar yok. Sadece yağmur.    01.36

annie96
Seni şanslı. güzellik uykuma ihtiyacım var! :p    01.37

mcdavey
Kahretsin evet ihtiyacın var ;)  01.37

annie96 
ne? yani diyorsun ki    01.38

annie96
siktir sanırım dışarıdan ayak sesleri duydum   01.38

mcdavey
Çılgın babana kontrol ettir :p   01.39

annie96
evde yalnızım! ailem tatilde, hatırladın mı? sana bunu söylemiştim!   01.39

mcdavey
Cidden mi? Ne zamandan beri? Bir ara takılmalıyız :D    01.40

annie96
cidden ayak sesleri gibi duyuluyor ama onlarda garip bir şey var... pencereden bakmam lazım ama yatağım çok sıcak!!   01.40

mcdavey
Yalnızken pencereden dışarı bakmak istediğine emin misin? Ya gerçekten bahçede birisi varsa, sana bakarsa? :p    01.41

annie96
KOMİK DEĞİL DAVID     01.42

mcdavey
wow sakin ol... Eminim ki hiçbir şey yoktur    01.42

annie96
kontrol edeceğim hemen gelirim     01.42

mcdavey
If there's somethin' strange in your neighborhood*    01.43

mcdavey
Who ya gonna call?**    01.43

annie96
David bahçede birisi var!!!  01.45

mcdavey
Ne, cidden mi?  01.45

annie96
EVET. adamın sırtını görebiliyorum...  01.45

mcdavey

Ne yapıyor? 01.46

annie960
o... bir şey arıyor? elleri ve dizleri çalılarda...  01.46

mcdavey
haha kafası iyi olmalı.. muhtemelen uyuşturucularını arıyordur :p  01.46

annie960
david bu ciddi bir şey! ne yapmalıyım??  1.48

mcdavey

hiçbir şey? Muhtemelen kendi kendine gider :)  01.49

annie960

aman tanrım çıplak elleriyle toprağı kazıyor.. bahçeyi mahvediyor!  01.49

annie960

siktir dönüyor 1.50

mcdavey

Neye benziyor?   01.50

annie96

DAVID SİKTİR GİT BU KOMİK DEĞİL   01.51

mcdavey

Ne??   01.51

annie96

BUNU NASIL YAPIYORSUN?   01.51

mcdavey

Neden bahsediyorsun??   01.52

annie96

sen olduğunu görebiliyorum! bahçemde! telefonuna bakmadan nasıl mesaj atabiliyorsun? yukarı bak! pencerenin yanındayım, ona vurduğumu duyamıyor musun?   01.54

mcdavey

Siktir annie şu an beni de korkutuyorsun.. Kesinlikle bahçendeki değilim. O ben değilim.   01.54

annie96

OYUN OYNAMAYI KES. yüzünü görebiliyorum. ve şu gurur duyduğun aptal futbol ceketini giyiyorsun!   01.54

mcdavey

bana benzeyen birisi olmalı.. cidden annie ben evdeyim. ben böyle oyun oynamazdım.. :)   01.55

annie96
o zaman senin bir arkadaşın olmalı.. bir eşek şakası yapıyor.. öbür türlü nasıl senin ceketini giyebilir??   01.55

mcdavey

benim ceketime benzeyen bir sürü ceket var! arkadaşlarım da benim gibi gözükmüyor... sadece aklında ben varım ;) 01.55

annie96

tekrardan kazıyor   01.55

annie96

sikeyim çık git artık!!!   01.55

mcdavey

annie, evde silah var mı?   01.56

annie96
aptal olma david. birisini vurmam.   01.56

mcdavey
kullanmak zorunda değilsin. sadece taşıdığını göster.   01.57

annie96
ceketin arkasında ismin yazmıyor mu?    01.57

mcdavey
evet tüm takım isimleri yazılı bir şekilde aldı   01.58

annie96
senin sikik adını görebiliyorum!!!   02.00

mcdavey
ne   02.00

annie96
BU NE DAVID   02.01

mcdavey
Annie o ceket benim dolabımda..   02.04

annie96
SİKTİR BENİ GÖRDÜ   02.04

annie96
NEDEN BÖYLE GÜLÜMSÜYOR   02.04

annie96
BURAYA GELİYOR   02.04

mcdavey
POLİSLERİ ARA!!!   02.04

mcdavey
ANNIE?!   02.05

mcdavey
ANNIE TELEFONU AÇ   02.07

mcdavey
polisleri aradım, eve zorla girilmeye çalışıldığını söyledim. yolda olduklarını söylediler ama yarım saat alabilir   02.12

mcdavey
annie orada mısın?   02.15

annie96
evin içinde. konuşamam sessiz olmam lazım. ışıklar kapalı. bıçakla beraber dolabın içindeyim. zar zor mesaj yazıyorum çok titriyorum   02.17

mcdavey
siktir siktir, dayan, polisler 20 dakikaya orada olacaklar.. adamın nerede olduğunu biliyor musun?   02.17

annie96
YARATIK. adam değil. bana baktığındaki bakışı.. bir insan öyle bakamazdı david..   02.17

mcdavey
yüce isa, o nerede olduğunu biliyor mu?   02.17

annie96
hayır, onun eve doğru koştuğunu görünce hemen bıçak alıp dolaba koştum ve saklandığımda eve girdiğini duydum   02.17

mcdavey
tamam güzel, iyi olacaksın.. bir esrarkeş birisinin dolapta olup olmadığını görecek kadar beyne sahip değil.. polis yakında orada olacak!   02.17

annie96
oh tanrım beni çağırıyor   02.18

annie96
senin gibi duyulmuyor david   02.18

annie96
sesi çok derin   02.18

annie96
evi dolduruyor   02.18

annie96
kafamı dolduruyor   02.18

mcdavey
ne diyor   02.18

annie96
"dışarı çık annie."   02.19

annie96
"sadece sana bakmak istiyorum"   02.19

annie96
sürekli ama sürekli bunu tekrar ediyor   02.19

annie96 
delirdim mi david?   02.20

annie96
böyle mi hissettiriyormuş bu?   02.20

mcdavey
sadece 10 dakika annie! dayanmalısın! sen çok güçlüsün, bunu atlatacaksın!   02.21

annie96
merdivenlerden geliyor ama.. çok yavaşça.. normal olmayan adımlar   02.21

annie96
neden senin gibi gözüküyor david? neden sen??   02.21

mcdavey
bilmiyorum annie!! lütfen bana inan   02.21

annie96
durdurabilir misin?    02.21

annie96
lütfen durdur şunu?   02.22

mcdavey
yemin ederim yapabilseydim yapardım   02.22

annie96
koridorun sonunda   02.22

annie96
david aileme gittiklerinde bir şey söylemedim   02.22

annie96
müzik dinliyordum 02.22

annie96
bu onları gördüğüm son an mıydı?   02.22

mcdavey
annie   02.23

annie96
yapabileceğin bir şey olabilir david.. sadece sen durdurabilirsin.. hızlı düşün..   02.23

mcdavey
BİLMİYORUM ANNIE TANRIM LÜTFEN   02.25

annie96
lütfen...   02.25

mcdavey
belki de olabilir... çünkü senin hakkında çok düşünüyorum    02.27

mcdavey
her zaman senin hakkında düşünüyorum   02.27

annie96
öyleyse dur.   02.28

mcdavey
nasıl yaparım bilmiyorum    02.28

annie96
duvarlara bir şey kazıyarak yaklaşıyor.. lütfen david..   02.29

mcdavey
deniyorum. çok deniyorum   02.29

annie96
Yavaşlıyor. Daha çok dene.   02.31

annie96
Ne yapıyorsan, işe yarıyor.   02.32

annie96
Durdu. Hiçbir şey duyamıyorum.   02.34

mcdavey
cidden mi?? daha dışarı çıkma! polisler gelene kadar orada kal!   02.34

annie96
O gittiyse polislere ne demeliyim?   02.34

mcdavey
HER ŞEYİ annie bana söylediğin HER ŞEYİ   02.34

annie96
Bana karşı böyle hissettiğini bilmiyordum, David :)   02.34

mcdavey
durduğuna sevindim   02.35

annie96
Sabah buraya gelebilir misin David? Gerçekten seni görmek istiyorum :)   02.35

mcdavey
tabii annie sabah orada olurum   02.36

annie96

Harika! Bekleyemiyorum!   02.38

mcdavey

annie...   02.40

mcdavey

annie gerçekten sen olduğunu nereden bileceğim?   02.42

annie96 çevrimdışı oldu




*&**: Ghostbusters'ın şarkısından bir alıntı olduğu için "ambiyans" açısından çevirmedim.

Correspondence

15 Mart, 2011

Gönderen: shaun_donato@gmail.com

Alıcı: big_ross_meyer@gmail.com

Hey Ross! Nasılsın adamım?? Seni çok özledim dostum, sen yokken buralar aynı değil. Umarım okulun iyi gidiyordur. Beni daha sık aramalısın!

Shaun

....................................................

16 Mart, 2011

Gönderen: big_ross_meyer@gmail.com

Alıcı: shaun_donato@gmail.com

n'aber Shauny-boy!' Ben de seni özledim dostum! Özür dilerim adamım, okul şu an hayatımı elimden alıyor. Dün ilk ara sınavımı oldum ve sıçtığıma eminim. Neyse, okuldan bu kadar yeter haha. Millet nasıl?? Hala Amy'yle çakışıyor musun? haha. Senden duymak güzeldi dostum. İletişim kurmak için daha fazla çaba sarf edeceğim--burası çok yalnız!

Ross
....................................................

16 Mart, 2011

Gönderen: shaun_donato@gmail.com

Alıcı: big_ross_meyer@gmail.com

Şimdiden mi sıçıyorsun? Aha, demek hiçbir şey değişmedi! Amy ve ben ayrıldık ama tekrardan birleştik. Bu sefer yavaştan almayı kabul etti. İlişkimizi "yeni boyuta" geçirme konusunda konuşmaya başladı ama ben şu an bu saçmalığa pek hazır değilim. Senden ne haber?? Orada ateşli kızlarla tanıştın mı? Ateşli kızlardan konuşmuşken, Samantha bu haftasonu büyük bir parti verecek. Cidden hiç gitmek istemiyorum. Yeniden lise gibi olacak ama Amy beni zorluyor. Neyse, Harly'i beslemeli ve yatağa gitmeliyim. Yarın uzun bir gün. Beni şu an 11 saat çalışmaya zorluyorlar, siktiğimin kölesi oldum. Sonra görüşürüz,

Shaun
....................................................

17 Mart, 2011

Gönderen: big_ross_meyer@gmail.com

Alıcı: shaun_donato@gmail.com

Oh adamım, 11 saat? Neden istifa etmiyorsun dostum? Bu iş seni öldürüyor. Ateşli kızlar hakkında ise, burada az var. Zaten ilişki için vaktim yok, çok yoğunum. Keşke Sam'in partisine gelebilseydim. Onu uzun zamandır görmedim. Benim için bir bira al dostum, şerefe.

Ross
....................................................

20 Mart, 2011

Gönderen: shaun_donato@gmail.com

Alıcı: big_ross_meyer@gmail.com

Çok iyi bir partiyi kaçırdın dostum. Kaç kişinin seni sorduğuna inanamazsın. Ayrıca berbat şeyleri de kaçırdın.
Arabamı Amy sürdü çünkü ben sarhoştum. Onun sayesinde kaybolduk ve kendimizi en son ürkütücü bir toprak yolda bulduk. Sızmıştım bu yüzden yanlış yola gittiğini de anlamamıştım. Neyse, arabadan nerede olduğumuzu anlamak için çıktım ve HİÇBİR fikrim yoktu. Yolun dışına doğru 40 dakika sürmüş olmalıydı çünkü HİÇBİR ŞEY yoktu. Biraz ileriye sürdük ve ışığı yanan bir ev görünce oraya uğrayıp nerede olduğumuzu soralım diye düşündük. Birilerini arardım ama burada nedense telefonlarımız hiç çekmiyordu. Kötü bir korku filminden bir sahne gibiydi. Şu aptalca kulübeye yürüdük—bu yer tam bir çöplüktü. Kapıyı çaldım ama kimse cevap vermeyince arabaya geri döndük. Tam arabaya binecekken, pencerede yaşlı bir kadının durduğunu gördüm. Acayip korkunçtu dostum. Amy korkudan kafayı yedi ve biz de bu yüzden hemen çıkıp kendi yolumuzu bulmaya çalıştık. Şu toprak yolda 20 dakika falan ilerledik ve Amy hala siktiğimin tabelalarından birisini bile hatırlayamıyordu. Yol her türlü toprağı önümüze atarken yine de bir figürün arabanın önünde durduğunu anlamıştık. Bu berbat bir durumdu, Amy ona çarpmamak için yoldan çıkmak zorunda kaldı. Az önce ne olduğunu anlamak için pencereden dışarı baktım ve o penceredeki kadın olduğuna neredeyse emindim. Biliyorum bu kulağa saçma geliyor ama ne gördüğümü biliyorum. O geceyi arabada uyuyarak geçirdik ve sabah olduğunda da eve döndük. Şu an iyiyim ama o acayip korkunçtu dostum. Neyse, seninle sonra konuşuruz.

Shaun

....................................................

22 Mart, 2011

Gönderen: big_ross_meyer@gmail.com

Alıcı: shaun_donato@gmail.com

Vay Shaun, bu cidden boktan bir durum, umuyorum ki iyisindir. Aynı kadın olduğu konusunda şüphe ediyorum, muhtemelen kendini kandırıyorsun. Şu kasaba halkı acayip garip. Eğer o insanları görürsen, onlara benden selam söyle. Bu yaz geri döndüğümde hepimiz sarhoş olacağız.

Ross

....................................................

28 Mart, 2011

Gönderen: shaun_donato@gmail.com

Alıcı: big_ross_meyer@gmail.com

Dostum, sana bahsettiğim şu kadını hatırlıyor musun? Onu geçen gece gördüğüme çok eminim.. Mutfaktaydım ve pencereden dışarı baktım, ve o kadın oradaydı, bahçemin ortasında dikiliyordu. Sanırım aklımı kaçırıyorum adamım. 5 dakika kadar ona baktım ve o da geri bana baktı. Neredeyse polisleri arıyordum, altıma sıçtım. Annenin cesedini mezarından kazıp çıkartacağım onun kafatasını, ölü bebek kız kardeşini kandan gözyaşlarına boğana kadar becereceğim. Abalam bana minnettar olurdu, masumlar yanmalı!

....................................................

28 Mart, 2011
Gönderen: big_ross_meyer@gmail.com

Alıcı: shaun_donato@gmail.com

Ne diyorsun be Shaun? Bu hiç komik değildi. Bir yıl bile olmadı. Bu çok gereksizdi. Senin problemin ne? Bu sikik şaka hiç komik değildi, siktir git.

....................................................

28 Mart, 2011

Gönderen: shaun_donato@gmail.com

Alıcı: big_ross_meyer@gmail.com

Aman Tanrım çok üzgünüm dostum, çok üzgünüm, bu nasıl oldu bilmiyorum. Hepsini ben yazmadım. İlk part benim gönderdiğim yer, diğer boktan şeyler nereden geldi hiç bilmiyorum. Sanırım birisi bana sikik bir şaka yapıyor.. Çok özür dilerim dostum, bunu asla benim demeyeceğimi biliyorsun. Neler dönüyor burada?? Özür dilerim..

....................................................

29 Mart, 2011

Gönderen: big_ross_meyer@gmail.com

Alıcı: shaun_donato@gmail.com

Berbat durumdasın dostum. Cidden o şeyi senin yazmadığını umuyorum. Çok garipti zaten, bunu sen gönderseydin nasıl fark etmediğini anlayamazdım. Bununla alakalı bir şey garip dostum. Neyse, eğer o sensen, bir daha o siktiğimin şeyini yapma. Orada sınırını aştın dostum.

Ross

....................................................

29 Mart, 2011

Gönderen: shaun_donato@gmail.com

Alıcı: big_ross_meyer@gmail.com

Dostum, bir şey doğru değil. Işıklar önceden de gidip geliyordu ama şimdi bilgisayarım kendi kendine bir şeyler yazıyor. Şu an gerçekten korkuyorum. Sana yemin ederim onu ben yazmadım, neler dönüyor hiç bilmiyorum. . dINdwd p poJSJ j1—23=47396546! D22r 3oiufkm.
Dostum, bir şey doğru değil. Işıklar önceden de gidip geliyordu ama şimdi bilgisayarım kendi kendine bir şeyler yazıyor. Şu an gerçekten korkuyorum. DOLCE ET DECORUM EST PRO PATRIA MORI. ABALAM ABALAM ABALAM ABALAM. SENİN CANLI BEDENİNİ DEŞTİĞİMDE O AÇIK YARAYI BECERECEĞİM VE SENİ EBEDİYEN YANARKEN İZLEYECEK KİŞİNİN ADINI BİLECEKSİN. Sjda JNODNOIN PLPW{PKM !)993892— SENİN KÜÇÜK ÖLÜ KIZ KARDEŞİN BENİM SEKS KUKLAM VE O BENİM PENİSİMDE BOĞULUYORdokdmoOoooo od22-
Onun iğrenç suratını monitörümde gördüm adamım! Şu yaşlı kadın. Yardıma ihtiyacım var, şu an neler oluyor hiçbir fikrim yok.
DWdd wd wDUVARDAKİ KAN LEKELERİ NE GÜZEL ŞEYLERJINodinoijdoi [pld
Sikeyim, sanırım evde birisi var. D D d A wdd R roowpopokwapeok

....................................................

30 Mart, 2011

Gönderen: big_ross_meyer@gmail.com

Alıcı: shaun_donato@gmail.com

Siktir git. Bu şey çok saçma, ben beş yaşında değilim. O sikik mesajlarını bana atma artık.

....................................................

18 Nisan, 2011

Gönderen: big_ross_meyer@gmail.com

Alıcı: shaun_donato@gmail.com

Shaun? İyi misin dostum? Amy beni aradı, endişelenmiş. Evine gelemiyor ve kimse seni 2 haftadır görmemiş. Özür dilerim, sinirlendim adamım. Bu haftasonu evine geleceğim, umarım iyisindir. Telefonu aç veya öyle bir şey yap dostum, 50 kadar mesaj bıraktım. Eve geliyorum, yakında görüşürüz.

7 Eylül 2017 Perşembe

Satellite Images

Bir arkadaşım bana Google Haritalar'ın nasıl kullanıldığını gösterdi. Eminim ki siz de Google Haritalar'ı görmüşsünüzdür. Uygulama, sizin uydu görüntülerini kullanarak dünyanın etrafındaki farklı yerlere bakmanızı sağlıyor.
Bir kaç yıl önce, bir kaza atlattım. O kazadan beri evden dışarı pek sık çıkmıyorum. Bu zordu, ve bir arabayı görmenin düşüncesi bile sersemlemiş gibi hissetmeme yetiyor. Tüm dünyayı neredeyse oradaymış gibi görebilme konusunda büyülenmiştim. Sanal gerçeklikte sokaklarda yürüyebilirdim ve bu neredeyse gerçekmiş gibi hissettirebilirdi.
Anında bağımlısı oldum. Bana dünya üzerinde gerçek bir göz verdi. Neredeyse her büyük şehire gidebilirdim, ve gittim de. Çin'in, Almanya'nın, Japonya'nın, İngiltere'nin sokaklarını gördüm... Çok fazla yer gördüm. Hatta Dracula'nın Şatosu, Büyük Set Resifi gibi turistik yerlere bile gittim.
Favorim ise, büyük şehirlerde rastgele yerlere gitmek ve orada kaç tane hayvan ve insan bulabileceğime bakmaktı. İnsanların yüzleri gizliliklerini koruma amacıyla daima bulanıktı ama yine de onları orada görmek, hayatlarından zevk almalarını görmek, hiçbir şey yokmuş gibi yürümelerini görmek çok eğlendiriciydi.

"İyi bir zevki olmalı," güldüm.

Daha çok yakınlaştırdım ve onun gri ve mor bir omuz askısıyla gri bir çanta taşıdığını fark ettim. Rahat bir şekilde yürüyordu ve bir eli yanındaki duvarı takip ediyordu. Bahse girerim ki, yüzünü görebilseydim, onun gülümsediğini görebilirdim. Biraz üzgün hissetmeye başladım. Ellerimin tekerlekli sandalyemin kollarına düşmesine izin verdim ve ona bir dakika daha baktım. Keşke orada olabilseydim, keşke onunla kaygısızca yürüyebilseydim. Gerçi bu, ben ölene kadar olmazdı. Bu sandalyeye sıkışmıştım.
İç çektim ve Tokyo'yu yakınlaştırmayı bıraktım. Bu akşam bu kadar yeter. Bilgisayarı kapattım ve yatağıma gittim.

                                                                                    —

Erken kalktım ve Paris'in etrafına bakınmaya karar verdim. Paris her zaman eğlenceliydi. Şehirdeki tüm eski, güzel yapıları beğenirdim ve izleyecek çok insan vardı. Rastgele bir alana yakınlaştırdım ve eski tuğla binalar, bir kaç küçük dükkan ve taba renginde eski bir kilise gördüm. İleride bir kavşak vardı ve onlarca insan geçiyordu. Kelleşen bir iş adamı arkadaki yaşlı bir kadına bakarken hızlıca ilerledi, kadının saçı bir eşarpla örtülmüştü ve büyük bir çanta taşıyordu. Çok dar ve siyah bir pantolon giymiş kıvrımlı bir kadın mağazanın penceresine bakıyordu, ve iki kadın köşenin yanında bir grup çocuğu yönetiyordu.

Görüntüyü bir kaç kez daha çevirdim ve tuhaf bir şey gördüm. Bir otobüs durağının oturağında oturan iki kişi. Onlardan birisi, ayağını önüne rahat bir şekilde yerleştirmiş bir kadındı. Benimkiler gibi kırmızı olan bir çift spor ayakkabı giymişti. Siyah pantolonu, beyaz tişörtü ve siyah kapüşonlu ceketi gördüğüm an bir anlığına şaştım kaldım. Kahverengi saçı gevşekçe kafasının arkasından bağlanmıştı. Gri çanta oturağın üstünde, onun yanında duruyordu ve askısı omzunda takılıydı.

"Bu delice," diye düşündüm. "Bu aynı kadın olamaz. Bu farklı bir ülke, hatta farklı bir kıta. Bu nasıl o olabilir?"

Bu saçmaydı. Canlı fotoğraf gibi değillerdi. Ama, bir ara çekilip sonra stoklanmışlardı. O kadın aynı yerde gibi olamazdı. Belki de, sadece bir gezgindir. Hem, onun yüzünü göremeden aynı kişi olduğunu söylemek imkansızdı. Kahverengi saç muhtemelen dünyadaki en yaygın saçtır. Şu kırmızı spor ayakkabılar internetten aldığım bir şeydi, eminim ki milyonlarca insanlar da öyle yapmıştır. Kafamı salladım ve biraz yemek almaya gittim.

Tekrardan çevrimiçi olduğumda, bu sefer Berlin'e bakmaya karar verdim. Sıradan bir şekilde rastgele bir sokak seçtim. Sokak oldukça boş görünüyordu. Sokağı kaplayan tuğla binalar vardı, ama diğer şeylerden çok fabrika var gibi görünüyordu. Ayriyeten boş araziler, uzun çimler ve yığılmış çakıllar da vardı. Pek de görecek bir şey yoktu, aslında. İki Alman bayrağının yükseldiği, motorsikletlerin ve motorların olduğu bir sıra da vardı. Biraz araştırdıktan sonra, bir tane çocuk buldum. Okul için giyinmiş gibi görünüyordu, bir tane ceket çantasının üzerine atılmıştı. Dikkatle cep telefonunu gibi bir şeye bakıyordu. Hayal kırıklığına uğramıştım, çıkmaya başlamıştım, ama sonra köşede bir şey gözüme takıldı. Açıyı değiştirdim ve, oradaydılar. Şu lanet kırmızı spor ayakkabılar.

Yön tabelası gibi bir şeyin yanında, sokağın köşesinde duruyordu. Eli yön tabelasının üzerindeydi ve sokağa doğru bakıyordu, sanki geçmek istermiş gibi. Şok içinde öylece baktım. Nasıl burada da olabilirdi? Seyahat ediyor olsa bile, onu her seferinde bulmam imkansızdı. Onu Paris'te bulmak bir tesadüf olabilirdi, ama bu? Bu çılgıncaydı. Acaba bir şaka falan mıydı? Google uygulamalarını çok kullanan kişilere şaka yapmak mı istemişti? Bu iyi bir şaka olabilirdi...

Hızlıca bir arama yaptım, Waldo gibi sürekli ortaya çıkan kadına dair bir şey aradım. Hiçbir şey yoktu. Google Haritalar'da bulabileceğiniz garip şeyler isimli bir makalelere baktım, ama hiçbiri dünyayı seninle gezen kadınla alakalı bir şey söylememişti. Bu deliceydi. Kendi kendime yaptığım ayrımcılık beni delirtmiş miydi? Çok yalnızlaşmıştım ve kendi kendime bir halüsinasyon mu yaratmıştım?

Berlin'in görüntüsünü ekranımda bırakarak, arkadaşıma bir mesaj gönderdim, ondan konumlara bakmasını isteyerek. Ona aynı kadını görüp görmediğini sordum. Sonra ellerim terlerken, kalbim göğsümde gümbür gümbür atarken bekledim. Telefonum 10 dakika sonra geri dönüş mesajıyla biplediğinde yerimden zıpladım. Gelen mesajı okudum, "Söylediğin kadını Berlin'de gördüm ama Tokyo veya Paris'te göremedim. Bu bir çeşit oyun falan mı? İyi misin?
"
Cevap vermedim, bunun yerine Tokyo ve Paris'teki konumlara tekrar döndüm. İşte buradaydı. O buradaydı, ama bu sefer farklıydı. Artık Paris'te otobüs durağının oturağında oturmuyor, çantasında bir şey arıyor gibi önünde duruyordu. Tokyo'da ise, bloklar ötede, bir calico kedisini sevmek için çömelmişti. Titredim. Bu kadın kimdi? Ne oluyordu?

Haritayı Brüksel'e çevirdim. Başka bir şehir sokağıydı. Eski görünen binalarla, yer seviyesinde olan dükkanlarla sıralıydı, ve yukarıda da apartmanlar olduğunu tahmin ettim. Hızlıca sokakları taradım, açık mavi bir kazağın içinde bir sarışın kadın haricinde hepsi boştu. İkinci bir arama yaptım, burada değildi. Rahatlıkla bir nefes verdim. Bunun hakkında bu kadar uğraştığıma inanamıyordum.

Tesadüften başka bir şe-- Durdum, gözlerim ekrana kilitlenmişti. Yolun çatalının noktasında bulunan bir bina vardı, beyazdı ve ikinci katından çıkan siyah demir bir balkonu vardı. Kaldırımlara bakarken görmemiştim ama işte buradaydı, balkonda ayakta duruyordu ve kafası kameranın yönünde çevirilmişti, neredeyse bana mütevazi bir şekilde bakıyordu. Nefesim boğazımda sıkışmıştı.

Sidney'e çevirdim. Bu sefer Carricks Eczanesi'nin girişindeki bir duvara yaslanmıştı. Londra'da ise onu iki katlı bir otobüse binerken kafasını omzunun üstünden bakmak için çevirildiğini gördüm. O kadın baktığım her yerdeydi. Venedik'te bir köprüde bulunan tuğladan olan bir kaldırımda duruyordu, Zürih'te sarı parmaklıklı bir kaldırımdan yürüyordu, Hong Kong'ta ise, Wing Lung Bank ve McDonald's'ın ortasında çantasındaki askıyı ayarlarken duruyordu. Her fotoğrafta, daha çok yakına geliyordu ve o bulanık yüzüyle direkt olarak bana bakıyordu.

Kalbim dehşete kapılmış küçük bir kuş gibi hissediyordu, göğsümü zorlayarak atıyordu. Nefesimi yakalayamıyordum. Ne yapacağımı bilmiyordum. Polisi de arayamazdım. Ekran görüntülerini Google'a göndermeli miydim?

Ellerimi sıkıca yumruk yaptım ve gözlerimi sıkıca kapattım. O kimdi? Beni takip mi ediyordu? Ben mi onu takip ediyordum? Keşke onun yüzündeki ifadeyi görebilseydim, onun bana geri baktığında ne gördüğünü görürdüm. Bu sandalyeden çıkmak ve koşmak istedim. Neden beni en çok özgür hissettiren şey, beni daha da kapana kısılmış hissettiriyordu? Bilmek istiyordum.

Yaşadığım şehrin adını arama butonuna yazdım ve rastgele bir sokakta görüntüyü yakınlaştırdım. Evimden bir kaç mil ötedeydi, şehir parkına giden geçitler burada gece olmasına rağmen gün ışığının berraklığı içindeydi. İşte, o kadın oradaydı. Orada... Oradaydı. Evimden sadece bir kaç mil uzakta, parkın isminin yazılı olduğu demir kemerin altında duruyordu. Direkt olarak kameraya bakıyordu, direkt olarak bana. Kusacakmış gibi hissettim. Yakınımdaydı, beni izliyordu. Benim için geliyordu. Ne istiyordu?

Arama çubuğuna yaşadığım sitenin adını yazdım. Binanın dışını görebiliyordum. Otopark tamamen arabalarla doluydu, ve bir kaç bulanık çocuk parkta oyun oynuyordu. O kadını görebilmek için her yeri aradım. Otoparkta veya kaldırımlarda değildi, binaların arasında saklanmıyor veya parkta dikilmiyordu. Her arabayı tek tek aradım, çalıların arkasına baktım ve tüm bulanık pencereleri inceledim. O burada değildi. Kendi kendimi sardım ve kafamı masanın üzerine bıraktım.
Burası güvenliydi. Apartmanı da terk etmedim gerçi. Google Haritalar'ı bir daha kullanmayacağım. Onu bir daha görmeyeceğim. Umursadığım tek şey olarak parkta kalabilir. Kendi kendime gülümsedim ve bir gözyaşı yüzümden kayınca şaşırdım.

"Güvendeyim," dedim kendime fısıltıyla. Bunu sesli duymak iyi hissettirmişti.
Bunu dediğim gibi, kapım çaldı. Bir soğukluk vücudumdan aşağı doğru ilerledi. Bilgisayarıma bağlı dışarıdaki kapıda kimin olduğunu gösteren bir kameram vardı, bu benim hareket problemlerim için daha kolay oluyordu. Yavaşça dışarıda kimin olduğuna bakmak için kontrole ulaştım, ama elim çılgınca titredi. Kontrole dokunduğum gibi hatamı anladım. En son gördüğüm Google görüntüsü sadece binanın dışını gösteriyordu. Sadece dışarıyı.

Ekrana baktım ve, gri ve mor renkleri barındıran omuz askılı gri bir çanta taşıyan beyaz tişörtlü, siyah pantolonlu ve siyah kapüşon ceketli bir kadın gördüm. Ve tabii ki, şu kırmızı spor ayakkabılar. Direkt kameraya bakıyordu, yüzü tamamen bulanıktı. Çığlığımı bastırmaya çalışırken, o elini kaldırdı ve gürültülü bir şekilde ön kapımı çaldı.



Selamlar, ben yeni çevirmen Soircai. Bu ilk çevirim değil ama ilk creepypasta çevirim, hatalarım oldukça fazla, biliyorum; bunun için hepinizden özür dilerim ama umuyorum ki zamanla bu ortadan kalkacak. Çevirilerimi sevmeniz dileğiyle. 🌟

19 Ağustos 2017 Cumartesi

Super Mario: The Haunted Save

Sıkılmıştım. Süper sıkılmıştım.
Ocak'ın 4'üydü ve yeni yıl ile ilgili planım, bütün video oyunlarımı bugün bitirmekti. Ve işte bitirmiştim, şimdi oynayacak yeni oyunlara ihtiyacım vardı. Ve aniden, telefonuma bir mail aldığıma dair bildirim geldi.
Mailde "gönderen" kısmında hiçbir şey yazmıyordu. Konu "eski SNES video oyunlarını kendinize alın! Sadece bugünün açık arttırmasında!" video oyunları ilgimi çekmişti. Açık arttırmaya tıkladım.
Ekranda çıkan ilk video oyunları hakkında en küçük bir fikrim bile yoktu, bu yüzden başlarda biraz sıkıldım. Tam siteyi kapatacaktım ki, Super Mario oyunları reklamı yazısı ekranda belirdi. Onu almaya karar verdim, ve kazandım.
2 hafta sonra, oyunun bulunduğu posta geldi. Oyunun başlığındaki ismin harfleri eksikti, sadece "N E Y A C T İ" harfleri kalmıştı. O an harfleri zihnimde bir araya getirdim ve bir kelime ortaya çıktı, "CİNAYET."
Yine de, oyunu açtım, ki bu hala pişman olduğum bir şey. Sadece bu depresyonum yüzünden değil, sadece, başlık her şeyi anlatıyordu ve bunu o an anlamam gerekirdi. Burada durmam gerekiyordu ama durmadım, bu yüzden size devamında ne olduğunu anlatacağım.
Kaseti koyunca oyun başladı. Her şey normal görünüyordu, tepelerin ve bulutların hafif kızılımsı renklendirilmiş olmaları dışında. Dosyalara girdim, oyunda çoktan kaydedilmiş bir dosya vardı. Dosyanın ismi...

"KAYDEDİLMİŞ DOSYA 1" Dİ!
Bunu beklemediğinize eminim. (yazar burada fake attı dostlar.)

Her neyse, dosyaya tıkladım ve ilk seviye açıldı. Yürüyordum, ve bunu zaten tahmin etmişsinizdir ki önceden de Super Mario'nun bir versiyonunu oynamıştım. Ve emindim, bu şey burada değildi.
Küçük kırmızı bir tepe vardı, en üstünde de koyu kırmızı lavlar vardı.
Biliyorum, bu noktada bazı kişiler, "video oyunundaki bir şey bana zarar veremez, bu sadece bir video oyunu," diye düşünecektir. Böyle düşünmeye devam edebilirler.
O zaman ben de öyle düşünmüştüm, bu yüzden lavların geldiği yerden aşağı indim. Bunun bir tür oyun hilesi olabileceğini düşünmüştüm. Ama yanlış giden bir şeyler vardı, yaklaşık 30 saniyedir düşüyordum.

Yere çarptığımda, Bowser oradaydı ve beni izliyordu. Gerçekten korkmuştum, hemen güç düğmesine vurdum. Aniden, ekranda bir yazı belirdi. "Bunu yapmak istememiştin, değil mi?" ve güç düğmesi inaktif oldu.

Mario ve Bowser ekrandalardı, tam karşımda bana ters ters bakıyorlardı. Bir yazı daha belirdi. "Bir sürpriz ister misin? İşte!" Ve Bowser portal bir silah çıkardı. (portal silah: video oyunlarında kullanılan, zemin delme gibi işlemler için kullanılan son teknoloji bir silah) önce benim üzerinde durduğum yere, sonra da lavlara ateş etti. Daha sonra ne olduğunu az çok tahmin edebiliyorsunuzdur.

O zamandan bugüne, Bowser Kale'sini koruyorum. Evim dokuzuncu oda. Eğer herhangi biri bu günlüğümü bulursa; lütfen hikayemi dünyayla paylaş.

Ç\N : Bunu istek üzerine çevirdim. Dürüst olmak gerekirse bunun gibi bilgisayar oyunu pastaları bana ürkütücü gelmiyor. Umarım beğenirsiniz :3

"4"

Kızımızı Sally'in partisinden aldık ve yatağına yatırdık. Eşim ve ben Braves'i izlerken kızımız yanımıza geldi.

Ve bana doğru fısıldadı, " babacığım, tahmin et gelecek ay kaç yaşına gireceğim?"

"Bilmiyorum tatlım." Diye cevap verdim uykulu bir şekilde. Saat 11.50'ydi. "Kaç yaşına gireceksin?"

Gülümsedi ve dört parmağını gösterdi.

Şuan saat 7.30, eşim ve ben yaklaşık 8 saattir uyanığız. Çünkü kızımız o parmakları nereden aldığını hala söylemedi.

Ç.N: Bu ve bir önceki paylaştığım cp çok kısa olduğu için iki adet paylaştım. 
Ç.N: Çevirirken hiç bir şey anlamamıştım, sizin de anlamadığınızı düşünerek bunu yazıyorum; kızlarının parmakları doğuştan yokmuş.

Eski Olan Aldığımız Yeni Ev

Bir arkadaşımla bir ev almıştık. Duvar kağıdını çıkarmakla başladık, çok kötü duruyorlardı. Ancak çok çılgınca olan bir şey vardı, evin "HER YERİNDE" bu duvar kağıdını kullanmışlardı. Hatta tavan da bile! Ve işin sıkıcı olan kısımları aynı rengin farklı tonlarını kullanmış olmasıydı. Kesinlikle berbat bir zevke sahipti.

Yine de kendimde tuhaf bir mutluluk hissediyordum, hani güneşte deriniz yanar, daha sonra kurur ve siz o deriyi oradan kaldırırsınız. Aynı onun gibi bir histi bu.

Duvar kağıtlarını soyunca bir şey fark ettim, her bir odanın köşesinde bir isim ve tarih yazılıydı. Diğer odalarda da bunu görünce merak ettim ve bir ismi Google'de aradım. Ve bulduğum sonuç o kişinin kaybolma ilanıydı!

Ertesi gün o isimlerin ve tarihlerin bir listesini yaptım. Elbette polisi de aradım. Polisler geldi ve evi inceledi ve içlerinden biri,

"Evet, bu insan." Cevap verdim,  "Anlamadım, insan mı?"

"Bayan, duvardan soyduğunuz metaryeli ne sanıyordunuz? Bu duvar kağıdı değil, insan derisi."

Ç.N: Sonunu yanlış mı çevirdim derken insan derisi olayını anladığımda şok geçirdim fdhdfhdg 





16 Ağustos 2017 Çarşamba

Sezgisel Reklamcılık

O reklamları her yerde görüyorsun. Senin girdiğin sitelerle alakalı reklamlar koyuyor. Senin geçmişine bakıyor, girdiğin sitelerin adlarını alıyor.

Bilirsin, Amazon'da* kitap bakmışsanız size reklam olarak kitap önerisi gelir. Veya Facebook'ta ilişki durumunu nişanlı yaptıysan reklamlar evlilik ürünleriyle alakalı olur.

Mesele şu ki, biz bu reklamlara alışığız. Ve görmezden geliyoruz.

Ama son zamanlarda... Bu belirli reklamlar.. sinir bozucu bir gelişme gösterdi.

"Plastik kaplamayı toplu olarak al!"**

"Elektrikli testereler uygun fiyatta!"***

"Toprağı güzel örtmek için kireç alın!"****

Bunu nasıl yaptıklarını anlayamıyorum... Nasıl bu derece teknolojik olarak ileride olabilirler ki? fakat bir şekilde İnternet aklımı okuyor.. ve beynimdekilerin reklamını gösteriyor. Yemin ederim, bu konu ile ilgili hiç bir araştırma yapmamıştım, bu konuyla alakalı bir harfe bile dokunmadım, tüm planlarımı internetsiz yaptım.

Ama nerden biliyor?
Bir insan öldürdüğümü nerden biliyor?

---
*: Amazon yabancıların kullandığı bir alış-veriş sitesi.
**: Plastik kaplamalar burada cesetleri kaplamak için olanlar. 
***: Bu hikakyeyi anlatan kişi testere ile o x kişisini öldürmüş.
****: Ve öldürdüğü kişiyi toprağın altına koymuş, kireçleri toprağın üstüne koyarsa orada birinin olduğu anlaşılmaz.

Ç.N 1: Birileri öldü demiş, ama buradayım~~: D
Ç.N 2: Bugün 2 adet cp paylaştım çünkü bir 4 ay boyunca yoktum....



Dead End

Arkadaşlarınla konuşuyorsun ve birden telefonundan 'Bip' sesi geliyor. Konuşma en heyecanlı yerde, o yüzden mesaja bakmıyorsun.
Bu sefer telefonun çalıyor, yine açmadın. Neden açmadın ki? Arkadaşların bu önemli aramadan daha mı önemliydi?
Arkadaşlarınla vedalaştın, ve 'aramalar' bölümüne girdin. Seni arayan bir bilinmeyen numaraydı ve o seni aramalıydı. Sen onu arayamazdın. 
"Her neyse." Diye düşündün ve yoluna devam ettin. Aklına mesajlarına bakmak geldi ama orada da hiç bir ileti yoktu. Herhalde fazla düşünüyorum diye geçiştirdin konuyu...
Ve sen gece yarısı sokakta yürürken bir 'biip' sesi duydun; yine. Bu sefer kaçırmayacaktın, hemen iletilerine girdin. 

"00.15: Acayip birisin,-Z" 

Bu cümleye anlam veremiyorsun ve siliyorsun. Tam da bu sırada şarjın bitiyor. Tam da önüne bir köpek çıkıyor ve sana vahşice havlıyor. Bir ağacın yanından geçerken rüzgar esiyor ve ağacın dalları senin yüzüne geliyor. 

Hafiften tırsıyorsun ama umursamıyorsun. Bu sırada telefonun çalıyor. "Tanrım.." diye nefesini veriyorsun ve telefonunu açıyorsun.

"Telefonun şarjı bitmişti." Diyor boğazın derinliklerinden gelen bir ses ve asıl korkunç olanı da, aynı zamanda sesin senin arkandan gelmesi.

Ç.N: Ya bunun sonu çok güzel değil mi :D

10 Ağustos 2017 Perşembe

Holiday Forever

Hafıza ve beyni güçlendirmenin yolları arasında; daha çok tatmak, koklamak ve dokunmak varmış. Anıları güçlendirmenin bir yolu da buymuş.

Bu yüzden, o tatil kasabasına giden yolda bile gördüğüm her şeyin anısını güçlendirmeye çalıştım. Her zaman yaptığımın aksine, bu kez annemin istediği gibi -hanımefendi gibi- giyindim ve fotoğraflarda gülümsedim.
Orası... Orası beni değiştirmişti.

Havasında mıydı sihir, suyunda mı, bilmiyordum. İlk kez gecelerim yatağımda oturup sırtımı soğuk duvara yaslayarak "neden bu hayatı yaşadığımı" sorgulamakla geçmiyordu. Gün içinde yüzüyor, kirletilmemiş yeşilliklerde yürüyor ve gece huzurlu bir uykuya dalıyordum. Bu uyku en fazla 9'a kadar sürüyordu; sonrasında ise hiç olmadığım kadar dinç bir şekilde uyanıyordum ve daha önce asla yiyemeyeceğim kadar büyük bir kahvaltı ediyordum.
Buranın, bu küçük kasabanın insanları da metropol insanı gibi değillerdi. Suratsız ve ruhsuz değillerdi, çevrelerindekilere buz gibi bakmıyorlardı. Turistler de vardı ve onlar da en az yerli halk kadar arkadaşça yaklaşıyorlardı. Tanımadığım insanlardan "günaydın, iyi akşamlar ve iyi günler" gibi kelimeleri ilk kez duyuyordum.

Antidepresanlarımı her sabah kullanmayı neredeyse unutuyordum, eskiden üç kez almak bile bana yeterli gelmezdi.
Arabaya binip camı açıyordum, saçlarımın uçuşmasına izin veriyordum. Bu tertemiz hava önceden nefret ettiğim saçlarımı okşuyordu, onları açıp savuruyordum ve yüzüme bir gülümseme yerleştiriyordum; ilk kez saçlarımı kontrol altında tutmak için spreylere ya da şekillendirici makinelere ihtiyacım yoktu. Her ince bukle kendi yoluna savruluyordu ve bence, sorun yoktu. Eskiden dinlediğim, her sözünde ayrı bir nefret barındıran şarkılar yerine mavi-yeşil denizin akıntısını dinliyordum, yemyeşil yaprakların hışırtısını.

Ve o gün geldi. Eve döneceğimiz gün, paha biçilmez bir haftanın sonunda kapıya dayandı.
Anneme nasıl açıklayabilirdim bu durumu? "Burası tam da yaşanılacak yer," kelimeleri ağzımın içinde geveliyor ve bana bir umut vermesi umuduyla ona bakıyordum, ama o gülümseyerek belki okulu bitirince yani yakında, burada bir kariyer kurabileceğimi söylüyordu. Anlamıyordu.
Ben oraya dönmek istemiyordum.

Durum ciddiydi, annem otobüste dönüş biletlerimizi çoktan almıştı, gülümsüyor ve seneye buraya tekrar gelmemiz gerektiğinden, hem buranın bana çok iyi geldiğinden bahsediyordu. Zamanın çoğunda ağlamaklıydım ve bu güzel topraklarda gözlerimi son kez gezdiriyordum. Yola çıktığımızda ellerim refleks olarak iyice kontrolden çıkmış saçlarıma gitti ve onları sımsıkı bir topuz yaptım.
Sonra kulaklıklarımı taktım ve başımı cama dayadım.

İşte yine başlıyordu. Uykusuz geceler, sürekli zayıflamak, sabaha karşı öğürmeler ve dersler. Anneme bu konuyu ne zaman açmaya çalışsam onlardan hayatın gerçekleri diye bahsediyordu, ama değildi, en azından benim hayatımın gerçeği bu değildi.

Hava kararmıştı ve yanımdaki koltukta oturan annem tatlı bir uykuya dalmıştı. Başımı camdan çevirip ona bakarken zihnimi olumlu şeylere yönlendirmeye çalıştım. En azından artık ne istediğimi biliyordum, biraz geç de olsa bir amaç edinmiştim; burada yaşamak.

Sonra tam olarak gece oldu ve otobüsteki ışıklar söndü, bir kaç telefon ışığından başka ışık görülmez oldu. Mesajlara karşılık vermek yerine telefonumu müzik dinleme aracı olarak kullanıyordum. Hâlâ görevlinin saatler önce getirdiği bisküviyi kemiriyordum; yine oluyordu, midem fazla bir şey almıyordu.
İşte tam da o sırada, çok garip bir şey oldu. Karanlık yolda bir ışık parladı, yayıldı ve yayıldı. Gözlerimi kamaştıran bu ışık karşısında gözlerimi ovuşturdum, ışık artık tüm yolu kaplamıştı. Bunun ne olduğu ile ilgili bir fikir üretemedim bile, ağır bir uyku tüm bedenimi sardı. Ama bu kasabadaki gibi tatlı bir uyku değildi. Bu karşı konulmaz, kapkaranlık bir uykuydu.

Yeniden kendime geldiğimde anlık bir korku hissettim, o ışık ile ilgili. Ancak bu duygu kısa sürdü; çünkü her şey normaldi, yine geceydi ve yolda gidiyorduk, tek garip şey ise otobüste The Gibson Brothers- Bye Bye Love şarkısının çalmasaydı. Bunun gibi bir uzun yol otobüsünde ilk kez neredeyse yüksek sayılabilecek sesle bir şarkının çaldığını duyuyordum.
Karanlık yollarda gittik, saatler boyunca. Mola vermiyorduk ve durum garipleşmeye başlıyordu, kimse mola ile ilgili bir şey sormuyordu ve ben de garip bir şekilde mola ihtiyacı hissetmiyordum, çok uzun süredir.

Ne kadar daha gittik bilmiyorum, ama yol bitmek bilmedi. Bu sırada bir kez anneme döndüm ve onunla konuşmaya çalıştım fakat uyuyordu. Arkama yaslandım ve gecenin karanlığı içinde iki tarafı ağaçlık olan yola baktım.

Otobüs güneş doğarken durdu. Gökyüzü kızıla boyanmıştı ve hafif serin bir rüzgar esiyordu. Çevre ıssız gibi görünüyordu. Annemin hâlâ uyuduğunu fark ettiğimde oldukça şaşırdım, o bu kadar uzun uyumazdı.
Çevreye baktım ve gördüğüm herkes uyuyordu.
Hafif bir korkuyla ayağa kalktım ve gözlerimle benden başka uyanık birini aradım. Tam arkamda oturan küçük kızın koltuğu boştu.
Annemin koktuğunun önünden geçerek otobüsteki boş alana çıktım ve şoföre doğru yürüdüm.
Uyuyordu. O da.

Dehşetle arkama döndüm ve kızı gördüm. Dudaklarımın arasından istemsiz bir çığlık kaçtı. Şimdi o da korkmuş gözlerle bana bakıyordu. Konuşmam gerektiğini hissettim.
"Merhaba, nerede olduğumuz hakkında bir fikrin var mı? Ya da herkesin neden uyuduğu hakkında?"
Başını iki yana salladı, teni esmerdi ve kahverengi saçları tepeden toplanmıştı. Çok korkmuş görünüyordu.

"Dışarı... Dışarı çıkıp baksak mı?" Titrek bir sesle sordu. Tereddütle dışarı baktım. Görünürde kimse yoktu.
"Pekala..." adımlarımı otobüsün açık kapısından dışarı attım. Beni takip etti ve bir koruma iç güdüsüyle, ormanlık yolda yürürken onun elini tuttum.
Tek bir yol vardı ağaçların arasında ve oradan yürüyorduk, ikimiz de neler olup bittiğinin merakından tek kelime etmiyorduk.
Yolun sonunda bir anayola çıkmıştık, burayı hatırlamam uzun sürmedi. Burası o kasabaydı, saatler önce ayrılmış olmamız gereken kasaba.
Üstünde kasabanın adının yazdığı tabelayı geçip içeri doğru yürüdük, etraf adeta ışıldıyordu. Arkaya dönüp baktığımda ise geldiğimiz yolun yerinde sık ağaçlar olduğunu fark ettim. Ve bir şeyler bana o otobüse geri dönemeyeceğimi hissettirdi.

"Burayı biliyor musun?" Küçük kız sorduğunda gülümsedim.
"Biliyorum. Aslına bakarsan burası..."
Hızlı bir hareketle saçlarımı serbest bıraktım ve yasemin çiçeği kokan havayı içime çektim.
"Benim evim."

***


"... adında şehirler arası yol otobüsü, dün gece saat 11 sularında kaza yaptı. Kazada bir genç kız (D.F.) ve onun hizzasında arkasında oturan küçük bir kız (J.P.) hayatını kaybetti. Otobüs şoförü konuşmasında tüm otobüsü kaybedebilecek bir kaza yaşandığını, yine de ucuz atlatıldığını belirtti. Hayatını kaybedenlerin aileleri bu davanın peşini bırakmamakta kararlı."
- 10/07 Gazetesi, 2017

Ç/N : Bunu ben yazdım, umarım beğenirsiniz *-*