27 Mart 2015 Cuma

" Watching You "

Bir şey düşünün. Sürekli sizi takip edip izleyen.
Sizin onun hakkında hiçbir şey bilmemenize rağmen sizin hakkınızda herşeyi bilen. 
Yalnızken vücudunuza o tuhaf ürpertiyi veren. 
Sizin rezil olmanızı sağlayan, sizi tehlikelere sokan. 
Her gün farkında olmadan fazlasıyla tehlikeye giriyorsun, ben tehlikeye girmedim deme. 
Kısacası sizin hakkınızda herşeyi bilen, sizin tehlikeye girmenizi ve rezil olmanızı isteyen bir varlık. Zihninizde canlandırdınız mı?

Hah, o benim işte. Şu andaki ürpertiniz de benim eserim. Çok eğlenceli bence, ama beni tatmin etmiyor. Daha fazlasını istiyorum, daha kötüsünü...
Bir gün amacıma ulaşacağım, kurtulamayacaksın. Kaçış yok.

Ç.N:
Evet gençler bu CP Bahar, Nam-ı diğer Fişnesuyu arkadaşımız tarafından yazılmıştır ^_^ 
Bir de, CP yollarken başlık koymayı unutmazsanız sevinirim o_O

24 Mart 2015 Salı

"The Piano’s Song"

Önümüzdeki sıraya dik bir biçimde oturdu. İnce parmaklarını esnetti. Akciğerlerine havayı alıp yavaşça bıraktı, odanın sessizliğinden nefes alışı bile duyuluyordu. Ona kıyasla biz, güneşe uzak, soğuk, karanlık, küçük bir gezegen gibi kalıyorduk. Ardından piyanonun kapağını kaldırıp, yumuşak ve sakin bir melodi çalmaya başladı. Huzur verici bir sesti. Sanki ruhumuza işliyordu, hareket etmeyi bile unutmuştuk. Her şeyi unutturan sakinleştirici notaları vardı, nefes alışlarımız yavaşlamış, gözlerimiz ağırlaşmaya başlamıştı. Dünyayla ve ya başka bir yerle alakası yoktu bu ses gerçek olamayacak kadar güzeldi. Sonsuz bir mutluluk hissi veriyordu, hiç bitmeyecekmiş gibi. Sanki oda yavaşça eriyip yok oluyor, saat yavaşlıyordu. O sakin bir şekilde oturmaya devam ederken gözlerini kapatıp parmaklarını tuşlar üzerinde, gezdirmeye devam ediyordu. Acaba sahip olduğu gücü biliyor muydu? Acaba Siren*’in gücüne mi sahipti? Yoksa sadece parmakları mı sıra dışı bir yeteneğe sahipti? Bunun tek açıklaması tanrılardan hediye ve ya iblislerden güç almış olabileceğiydi.

Bizi tamamen etkisi altına almıştı. Hissettiğimiz şey her şeyi unutturmuştu, artık dış dünyayla ilişkimiz kopmuş gibiydi. Bir süre sonra ses yavaşça kaybolmaya başladı ve gözlerini açtı. Gözleri de çaldığı melodi kadar güzeldi, ruhumuzu esir aldığı gibi bedenimizi de esir almıştı. Odayı tarayıp kaç kişi olduğumuzu saydı ve yavaşça tebessüm etti. Sonra tekrar pianosuna döndü. Derin bir iç çekip tekrar, ellerini tuşlar üzerinde dolaştırmaya başladı.

Melodi sonbahar gibiydi, yaprakların sararmış görüntüsü hüzün veriyor, hışırtıları dinlendiriyor, yağmurlar gibi ruhumuzu serinletiyordu. Bir anda yaprakları hızla kaldıran bir rüzgar esintisi omzumuzun üzerinden geçti, hepimiz titremiş ve üşümüştük. Ses tüm gücüyle bizi esir almış olsa da bunu görmezden gelmemeliydik, bir şeyler ters gidiyordu.

Hayır, fark etmediğimiz bir tuzak vardı. Korkunçtu, büyük bir karanlık, kurtulamadığımız bir tümör gibiydi ama aynı zamanda yaşamak içinde ona ihtiyacımız vardı. Çok güçlenmişti. Bize bakarken yüzünde belli belirsiz bir tiksinti vardı, ama etkileyiciliği bunu maskeliyordu. Müzik artık damarlarımıza kadar sızmıştı, beynimize işliyordu. O andan itibaren ses, bizim için kan gibiydi, yaşamak için sese ihtiyacımız vardı. Ciğerlerimizdeki havaya yerine geçiyor, kalbimizi esir alıyordu. Vücudumuzun ağırlaştığını hissediyorduk. Artık dayanılmaz bir acı veriyordu. Tüm organlarımızı çürütüyor, derimizi parçalamaya başlıyordu. Son olarak kanımız akmıyordu, donmuştu.

Buradan kurtulmanın bir yolunu bulmalıydık ama hayır çok geç kalmıştık. Zihinlerimiz eriyip gidiyor, sonsuzluğun sesini duyuyor, buza dönen kalplerimize saplanan bıçağı her birimiz hissediyorduk. O’nun ruhlarımızı birer birer ele geçirdiğini hissediyorduk. Her birimizin cehenneme birkaç adımı kalmıştı… Karanlığa doğru giderken, o sesi halen duyuyorduk.

ÇN: Siren Yunan mitolojisinde deniz canlılarıdır. Kendilerinden etkilenen denizcileri yedikleri söylenir. Bu CP bana The Soloist filmini hatırlattı  :D

19 Mart 2015 Perşembe

‘’Nightmares’’

Rüyaların eğlenceli şeyler olduğunu düşünürdüm. Bu yüzden daha fazla görebilmeyi istiyordum. Çünkü onlar bitmek bilmeyen isteklerimi engelleyen tek sebepti. Hiç kabus görmezdim ve bundan memnundum. Aslında… Hayır kesinlikle değildim. Daha fazla adrenalin için yalvarıyor, gözlerimin yerinden çıkmasını ve kalbimin kontrolden çıkmış bir halde atmasını istiyordum. Ne derler bilirsiniz ‘’Ne dilediğine dikkat et!’’ Yalan söylemiyorlarmış.

Kabuslarım çoğaldıkça çoğaldı ve sıklaştı. Başta küçük şeyler olmaya başladı, yine de kimsenin istemeyeceği türden şeylerdi. Saldırgan köpekler tarafından parçalanmak, terkedilip yalnız kalmak, okulda utanç durumlara düşmek. Bunlardan sandığımdan çabuk yorulmuştum. Bu yorgunluk hem psikolojik hem de fizikseldi ve kendimi uyanık tutmak için hiçbir şey yapamıyordum. Zamanla kabuslar daha akıcı hale geldi. Beynim benimle savaş halindeymiş gibiydi, benimle oyun oynuyordu.

Artık boğazım düğümlenmeye başlıyordu, nefes alamıyordum, çığlık bile atamıyordum, ciğerlerimden içeri hava girmiyordu. Cildim yağ gibi eriyip gidiyordu, sürekli biraz daha yırtılıyor gibiydi. Ellerimden yukarı bağlanmış ve vücudumun kesildiğini hissediyordum. Artık cehennemi istiyordum. Sonra bir anda uyandım ve boş gözlerle odamı taramaya başladım.

Duvarlar morlaşmaya başlamış ve bir sis gibi duman halinde gibi görünüyordu. Köşede ki oyuncak filim kocaman olmuş ve bulanık görünüyordu. Artık hiç nefes alamıyordum. Boğazımda ki damarda nabız yoktu. Saatlerce nefes almaya çalıştım ama sonuçsuzdu, ciğerlerime biraz olsun hava girmedi. Kendimi kontrol etmek için defalarca çimdik attım ama oradaydım, yani uyumuyordum, bu sefer rüya değildi. Saatime baktım, saat her zaman ki gibiydi. Uyanma saatime yaklaşık üç saat kalmıştı.

Gözlerim kapanacak gibi oluyor ama açık tutmaya çalışıyordum. Gözlerim kapanmadan bir an önce kendimi uyanık tutacak bir şeyler yapmalıydım. Zar zor banyoya kadar gidebildim, ve uykunun lanetinden kaçabilmek için defalarca yüzüme soğuk su çarptım.

Okula bu halde, bir zombi gibi gidebilirdim, nasılsa kimse beni fark etmeyecek ve bir şey demeyeceklerdi. Sanırım paranoyak olmaya başlamıştım. İnsanlar yanımdan geçip giderken aklıma bir şeyler akın ediyor, beynime düşünceler yağıyordu. Şu kız iki gün önce kendini yaralmaış, şu oğlan arkadaşının boynunu kırmış, şunlar kavga ettikleri kişileri bıçaklamışlar… Hepsini beynimden söküp atmaya çalıştım ve korku içinde, dünyada ki cehennemi insanların yaratmış olabileceğini düşündüm. Bir yere oturup düşünmeye başladım, insanlar ne kadar saçma şeyler konuşuyordu.

Kabuslarım artık veba gibi bütün vücudumu esir almıştı. Bir tarihi makale yazmanın kolay olabileceğini düşündüm. Gece olunca bilgisayarın başına geçip bir tane yazmaya başladım. Tarihteki savaşlar insanları etkilemiş görünüyordu, ama nedense beni beklediğimden daha fazla üzdü. Resimdeyse, çizimlerim herkese iğrenç geliyordu ama bence fena sayılmazlardı. İnternette dolaşırken R. E. İsimli bir öğretmenin ‘Cehennemin Sırları’ isimli bir kitabını buldum, tüyler ürperticiydi… Tek istediğim Yeraltının Efendisi Hades’le ilgili bilgi toplamaktı. Topladığım bilgilerde ürkütücüydü… En sonunda insan fizyolojisiyle ilgili bir yazı okumaya başladım.

Burada yazana göre teoride bir insan uyumadan on dört gün boyunca uyumadan yaşayabilirdi. Ancak en çok uyumamayı başaran yedi günde kalmıştı, ve bu deney Amerika’da bir üniversitede yapılmıştı. Benim dayanabildiğim süre beş gündü. Ama artık yeterdi, daha fazla dayanamazdım. İlk önce kısık kısık fısıltılarla başladı. Sesler beni çileden çıkarıyordu. Çok tiz seslerdi ve ne dediklerini anlamaya çalıştıkça daha da acı veriyorlardı. Kendimi boşlukta gibi hissediyordum, hiçbir şey hissetmiyormuş gibi… Tek yapabildiğim korku içinde sonumu beklemekti. Sesler sanki çok uzaktan geliyormuş gibiydi, ama bir o kadar da korkutucu seslerdi ve sonsuza dek sürecek gibiydi. Sanki bir tahtaya sürtülen tebeşir ve ya, taşa sürtülen bıçak gibi tiz seslerdi. Bu imgeleri hayal ettikçe önümde belirmeye başladılar. İçeride ki her şey bir anda parlamaya başladı, resimlerdeki camdan yansıyan ışıklar gözümü alıyordu. Tüm bunların kendi hayallerim olduğunu umuyordum, değilse bile şizofreni halüsinasyonlarını durdurabilir miydim? Yine de kim çok uzun zaman uykusuz kalırsa böyle şeyler görebilirdi.

Bu durumumu kabullenip her gece kahrolası canavarlarla yüz yüze karşılaşmaya hazırlandım.

Uzun süre uyumuştum. Uzun derken altı saatlik bir uykudan söz ediyorum. İşte bu yüzden karanlıkta kaldığımda etrafta siyah noktalar ve ya olmayan nesneler görmüyorum, orada ne varsa doğrudan onu görüyorum. Odamın kapısının gıcırdayarak açıldığını duyarken de bunun gerçek olduğunu biliyordum. Biliyordum, işkence edilen ruhların kulaklarımı sağır eden, tiz seslerini duyarken. Fısıltısını duyduğumda benim için geldiğini anlamıştım, bunun da gerçek olduğunu biliyorum.

Ne derler bilirsiniz: ‘Ne dilediğine dikkat et!’ Ben Cehennemi diliyorum! İşte, sabaha neredeyse üç saat var, zamanım dolmak üzere. Onları duyabiliyorum…

ÇN: Ne dilediğinize dikkat edin, ağır bedeller ödeyebilirsiniz. Olsun macera iyidir :D 

15 Mart 2015 Pazar

" Bunk bed "

"Kimse senin için gelmeyecek."

Her gece korku içinde yatarken erkek kardeşimin bana işkence etmeyi sevdiği gerçeğine boyun eğmiştim. Her zaman ederdi. Benim korku ve çaresizliğimden her zaman zevk alırdı. Onun eğlence anlayışı işte.

Her geceyi çok net bir şekilde hatırlıyorum, ben 3 yaşındayken saat 9 civarlarında annem bana uyku vaktimin geldiğini söylerdi. Beni eski,demir bir ranzanın alt katına koyardı. İyi geceler demeden önce alnımdan öper, ışığı kapatır ve kapıyı çekip giderdi. Etraftaki eşyaların siluetlerini izleyerek odanın loş ışığında yatarken ranzanın üst katındaki yayların gıcırdayıp esnediğini duyardım. Erkek kardeşimin zalim oyununun başlayacağını bildiğimden gözlerimi kapayıp sessizce ağlardım.

Her gece aynıydı, kardeşim beni bekleyen acı ve ızdırabı kötü niyetli bir hırıldamayla anlatırdı.
"Kimse senin için gelmeyecek."
Diye başlardı.
"Seni diğer tarafa götürürken kimse senin için gelmeyecek."

Orda öyle yatardım. Hastalıklı bir korku ile sarmalanmış bir şekilde sadece ağlar ve erkek kardeşim benim için düşündüğü çeşitli işkenceleri sıralarken dinlerdim. Örneğin bütün kemiklerimi teker teker kırarken son kemiğe geldiğinde parmaklarımdaki kemikler hızlıca iyileşip baştan başlamasına yardımcı olacaktı. Tekrar,tekrar ve tekrar. Sonsuza dek.

Bir gün bütün o işkenceleri gerçekleştireceğini söylerdi ama şimdilik aklında biriktirdiklerini söylemeyi daha eğlenceli buluyordu.

Kardeşim bana işkence yapmayı seviyor.

Ve evet, bu anlattıklarım 7 yaşımdan öncesine aitti. Annem babama ikiz beklediklerini söylediğinde (erkek kardeşim ve ben) dediğine göre babam Noel gecesini bekleyen hiperaktif bir çocuk gibi neşeden deliye dönmüştü. O gün mobilyacıya gitmiş ve oda sayısının azlığı için mükemmel çözüm olarak sunduğu o lanet demir ranzayı almıştı. Ranzanın biz 1.5-2 yaşına gelinceye kadar kullanılmayacağını bilse de biz doğmadan 2 ay önce yatak odamızı eşyalarla donatmış, dekore etmişti.

Ben biz diyorum, ama ne yazık ki erkek kardeşim doğarken ölmüştü, o yüzden 'ben doğmadan önce' demeliyim. Gerçekte ne olduğunu bilmiyorum. Konuyu açmak bile o ikisini göz yaşları içinde bıraktığından sormakta tereddüt ediyorum ve... bu konu evimizde konuşulmaz.

O günleri nasıl bu kadar net hatırladığıma inanamıyorum. Şu an 27 yaşındayım. Kendi küçük klübeme, iyi bir işe ve güzel bir uyku hapı koleksiyonuna sahibim.

Bu gece bütün bir şişeyi içeceğim. Sonunda bu gece uyuyabileceğim. Bu gece beni uyanık tutamayacak. Ah Tanrım, o demir ranzayı özlüyorum.

En azından o üst kattayken yüzünü göremiyordum.

Kardeşim bana işkence yapmayı seviyor.

Ç.N:
Gençler kusura bakmayın paylaşımlar azalabilir, sınavlarım bu dönem biraz yoğun :/
Günlük 2 sınavımın olduğu günler falan var. 
Bu arada Masky ve Hoodie hayranlarımız varmış :3 
Benden onların CP'sini çevirmemi istediler ama bulamadım, ancak nedenini de öğrendim. Onlar aslında CP karakterleri değillermiş, o iki karakter kısa filmlerinde Slenderman'i konuk eden Youtube kanalı Marble Hornets'in uydurduğu iki kişiymiş. Merak edenler bakabilir, ben izlerken biraz sıkıldım o_O

11 Mart 2015 Çarşamba

" Gateway of the Mind "

1983 yılında aşırı derecede dindar olan bilim insanları gizli bir tesiste uçuk bir deney yaptılar. Teorilerine göre duyu organlarıyla ve uyaranlarla bağlantısı kesilen bir insan Tanrının varlığını algılayabilirdi.

5 duyu organının sonsuzluğun farkında olan kısmımızı perdelediğine inandılar, ve onlar olmadan insanın düşünce yoluyla Tanrı ile iletişim kurabileceğine. Uğruna yaşayacağı hiçbir şey kalmadığını söyleyen yaşlı bir adam onların tek gönüllü kobayıydı. Onu tüm hislerinden arındırmak için yaptıkları operasyonla bilim insanları, adamın beynine giden tüm sinirleri kestiler. Denek kaslarına olan bağlantısına hala sahip olsa da, göremiyor, duyamıyor, koklayamıyor, hissedemiyordu. Dış dünyayla iletişim kurmak, hatta dış dünyayı hissetmesi için bile hiçbir yol yoktu. Düşünceleri ile baş başaydı.

Denek kendisi bile duyamazken kafasının içindekileri karışık,peltek bir şekilde anlatırken bilim insanları onu gözlemledi. 4 günden sonra denek kafasının içinde sakin, anlaşılmaz sesler duyduğunu söyledi. Bunun psikozun* bir başlangıcı olduğunu varsayarak adamın dediklerine dikkat ettiler.

2 gün sonra denek ölü karısının onunla konuştuğunu söyleyerek ağlamaya başladı, ve üstelik o da onunla konuşabiliyordu. Bilim insanları şaşırmışlardı, ancak denek hepsinin ölü akrabalarının isimlerini sayıncaya kadar ikna olmamışlardı. Denek, sadece bilim insanlarının ölü eşlerinin ve ailelerinin bilebileceği özel bilgileri söyledi. Bu noktada, bilim insanlarının büyük bir kısmı deneyi terk etti.

Ölülerin söylediklerini ilettiği 1 haftadan sonra denek seslerin acı verici olduğunu söyleyerek sıkıntılı bir ruh haline girmeye başladı. Uyandığı her anda, bilinci onu rahat bırakmayı reddeden yüzlerce ses tarafından bombardımana tutuluyordu. Kendini sürekli duvarlara vurarak acıyı hissetmeye çalışıyordu. Bilim insanlarına sakinleştirici için yalvardı, böylece uyuyarak o seslerden kaçabilirdi. Bu yöntem 3 günlüğüne çalıştı, ardından kabuslar geldi. Denek rüyasında sürekli olarak ölüleri gördüğünü söylüyordu.

Sadece 1 gün sonra, denek çığlık atmaya ve artık işlevsiz olan gözlerini pençelemeye başladı, fiziksel dünyadan bir şey hissetmeyi umuyordu. Artık histerik bir hale gelmiş olan denek, ölülerin düşmanca bir şekilde cehennemden ve dünyanın sonundan bahsettiğini söyledi. Ardından 5 saat boyunca aralıksız bir şekilde "Cennet yok, bağışlanma yok."  diye bağırdı. Onu öldürmeleri için defalarca kez yalvardı, ama bilim insanları onun Tanrıyla iletişime çok yaklaştığına ikna olmuşlardı.

Başka bir gün daha geçtikten sonra, denek tutarlı cümleler kuramamaya başladı. Delirmiş görünüyordu, kolundaki etleri ısırarak koparmaya başladı. Bilim insanları test alanına koştular ve kendisini öldürmesini engellemek için onu masaya bağladılar. Bir kaç saat daha bağlı kaldıktan sonra, denek kıpırdanmayı ve çığlık atmayı kesti. Gözyaşları yüzünden akarken sessizce tavana baktı.

2 hafta boyunca ağladığı için su kaybına uğrayan deneğe takviye yaptılar. Bir süre sonra, denek kafasını çevirdi, kör olmasına rağmen bilim insanlarından biriyle doğrudan göz bağı kurdu. Ve:

"Tanrıyla konuştum, ve o bizi terk etti." diye fısıldadı, ardından hayati işlevleri durdu.

Ölüm nedeni bulunamadı.

Yukarıdaki çalışma; 2000: Dr G.F, Nöroloji Departmanı, [Hastane adı gizli tutuluyor] , San Francisco, CA. Ana beyni hedef alan dejeneratif hastalıklar ve bilişsel gerilik ölülerin "halüsinasyonlarına" neden olur. Hedef hücrelerin ölmesi ve hastalık yüzünde beyne yayılan kimyasallar koku duyusuun kaybolmasına yol açıyor. Hastalığın nedeni bilinmiyor. Halüsinasyonlar hastaların %39.8'inde görüldü, bu hastalar üç kategoriye ayrılıyor: Varlığı hissetme (bir insanın), yan geçit (genelde bir hayvanla ilgili) veya ilüzyonlar. Hastaların %25.5'inde (İzole olanların %14.3'ünde) görüntülü halüsinasyonlar gözlendi. Hastaların %22.2'sinde (İzole olanların %9.3'ünde) sesli halüsinasyonlar görüldü. Hastaların %9.7'sinde (İzole olanların %2.3'ünde) aynı halüsinasyonlar görüldü. Çalışmaya San Francisco,CA. 2003-şimdi devam ediliyor.


Ç.N:
Psikoz: Geçici olarak gerçeklerden kopmak.
Onu bunu bilmem de...hiçbir şey hissedememek korkunç olurdu. Ben kendi düşüncelerimle 5 dakika baş başa kalsam çıldırıyorum o_O 
Bunu çevirirken rahatsız oldum ama sanırım bir CP'nin yapması gereken de bu :D 

6 Mart 2015 Cuma

‘’Knock Knock’’

Odanın dışında ki merdivenlerden bir ses geldiğini duydum. Yatakta doğrulup sesin ne olduğunu anlamaya çalıştım. Havanın gayet sıcak olmasına rağmen üşümüştüm. Birkaç dakika sonra tekrar bir ses duydum; cama bir şeyler vuruyordu. Korkuyla ve bir şey görmeyi bekleyerek kafamı cama doğru çevirdim. Camın diğer tarafındaki her kimse, hiçbir şey yapmadan öylece duruyordu. Yavaşça kayarak yataktan indim ve beni göremeyeceğini düşündüğüm bir yere geçip sakinleşmeye çalıştım. 

‘’Orada bir şeyler var’’ diye kendi kendime söyleniyordum. Tekrar yatağa yattım. Genelde oyuncak zürafamla uyurdum ama onu kaybettiğimden şimdi gözlerimi bile kapayamıyordum. Aynı sesleri yine duymaya başladım ama bu sefer daha şiddetliydi. Terden saçlarım yüzüme yapışmıştı ve önümü göremiyordum. Tekrar cama baktım. Kimse yoktu. Gecenin karanlığında ayın ışığından başka hiçbir şey gözükmüyordu.

Bu kez ses çok daha şiddetliydi. Bir anda cam kırıldı ve bir el beni kendine çekmeye çalıştı, kurtulmayı başarıp banyoya doğru koştum. Kapıyı hızla kapatıp kilitledim. Banyoyu aydınlatan tek şey hafifçe süzülen ay ışığıydı. Artık hiçbir ses gelmiyordu, her kimdiyse gitmiş olmalıydı. Hiçbir şey duymadığımdan emin olduktan sonra ışığı açtım. Aynada kendi yansımamın arkasında doğrudan bana bakan biri vardı. Korkuyla elimden geldiğince hızlı kaçmaya çalıştım, ama bu sefer o el beni yakaladı. Onun gözlerinde kendi yansımamı görürken hissettiğim son şey karnımda ki sıvının sıcaklığıydı.

Ç.N:
Bir daha uzun bir pasta paylaşmayacağımı sanmayın :3 Sadece zaman bulamıyorum ama çevireceğim söz veriyorum. Eğer bir fikriniz varsa söyleyebilirsiniz. :D

Ç.N:
Bir bağlantıda iki çevirmenin notu garip gelebilir ama birine hitaben söylemem gereken bir şey var: Burda çevirilen pastaları çalan sayın Facebook sayfası çevirmeni, bir daha yapmanı tavsiye etmem. 

1 Mart 2015 Pazar

" Her Protection "

Her büyük kasaba ve şehirde hakkında resmi kayıtlar olmayan, kimsenin hatırlayamadığı kadar uzun bir süre önce pencereleri tahtayla kapatılmış bir ev vardır. Eskiden orda oturanlar, eğer varsa, izlerini kaybettirmişlerdir. Ve hiçbir birey ya da örgüt o evle ilgili doğru dürüst bir hikayeye sahip değildir.

Yine de, arka tarafta bulunan zemin kat penceresinden içeri girdiğinde -dışarıdaki kapılara dokunmamalısın- tozların arasında oraya çok önceden girmiş kişilerin izlerini göreceksin.Ezik bir karton kutu, rengi solmuş bir beşik, yamaları dökülen bir halı. Yatak odasında her zaman yetim kalmış bir yatak olacak. Göremeyeceğin şey ise, kemirgenler ve hamam böcekleri, ya da hayvan dışkıları. Haşaratlar buraya gelmemenin en iyisi olduğunu biliyorlar.

Buralar ONUN kutsal bölgeleri.

İlk ziyaretinde sadece eve girmek için gerekenleri getir. Sonra yatak odasının yerini bul, ortasında dur, ve ayaklarının etrafına,tozun içine tam bir daire çiz. Güvende olmak için dairenin çapını 1 metre yap.

Kapıya dön ve sesli bir şekilde şöyle de "Bir kurban sunuyorum. İsteğimi dinleyecek misin?"

Ardından mümkün olduğunca çabuk bir şekilde ordan çık. Bir sonraki dolunaya kadar oraya dönmemelisin.

Bir sonraki gidişinde yanında çekiç,çivi, 1 litrelik boş bir şişe, keskin bir bıçak ve el feneri getir. Daha önce içeri nasıl girdiysen aynı şekilde gir. Yatak odasındaki yatağı hatırlıyor musun? Orda biri uyuyor olacak. Onu uyandırmak konusunda endişelenmene gerek yok; "O" senin için çaresine baktı. Örtüyü aç ve o kişinin şah damarını kes, mümkün olduğunca fazla kanı topla.

Kanın birazını bütün katlardaki her odaya dökmen gerekecek, içinde bulunduğun oda da dahil, ama dibinde biraz kaldığına emin ol. İşin bittiğinde, girdiğin yerden çık, ve tahtalarla girişi kapa. (Çekiç ve çiviler burda  işine yarayacak) Eve git. Yolda kimseyle konuşma. Eve vardığında, kalan kanın birazını sağ eline sür ve eve girmeden önce kapı koluna sür. Sonra yatağa git.

Eğer kan bitmemişse, kalanını şehirdeki kaldırımlara dök, ama lağıma gitmesine izin verme. Şahdamarı kesmek için kullandığın bıçağı bir daha asla kullanmamalısın, onu gömmen gerek. İzlerini kapatmaya çalışmakla kendini meşgul etme. Evden bir sonraki çıkışında, kapı kolundaki kan gitmiş olacak, ve işlediğin cinayetin izleri yok olacak. ONUN kutsal bölgesinden çıktıktan sonra, DNA izleri sana bulaşmayacak; Polisler ayak izlerinin etrafında dolanacak ama onları bulamayacak. Kameralarda yüzün bulanık görünecek.

Artık ONUN koruması altındasın.

Sadece doğru eve girdiğinden emin ol.

Ç.N:
Lanetli bir ruhun koruması altında olmak pek de güven verici olmazdı :D
Bir de Masky ve Hoody'nin çevirisini isteyen biri vardı da, orijinal hikayesi nerde bilen var mı? 

Bir sürü farklı hikaye buldum da o_O