Elinde taşıdığı kağıt yığını düşüp, koridor zemininin her yerine yayılırken “Jennifer!” diye bağırdı Dr. Prescott. Çarpışmadan dolayı yerinden kayan kalın, siyah çerçeveli gözlüğünü düzeltti ve sordu:
“Jennifer, sorun nedir?”
Dr. Prescott beni iki omzumdan da tutarken hızlıca soludum:
“Ben çok…çok üzgünüm.”
Dr. Prescott’un kağıtlarını toplamasına yardım etmek için eğildim ama kollarımdaki tutuşunu sıkılaştırıp beni geri kaldırdı. Rahatlatıcı, Güneyli aksanı ile;
“Kağıtlar hakkında endişelenmene gerek yok canım.” Dedi “Onlar sadece birkaç aptal Pioneer saçmalığı. Bilmek istediğim şey neden laboratuvarda böyle enerjik bir şekilde koştuğun.”
Neden koştuğum hakkında hiçbir fikrim olmadığını fark ederek cevap vermek üzere ağzımı açtım. Hatırladığım son şey, dinlenme odasında soğuk çay içerek Pioneer Elektronik’in çalışanlarına temin ettiği küçük televizyonda haberleri izlediğimdi. Ondan sonra ise hayatımın aniden biteceğini söyleyen korkunç bir déjavu hissi gelmişti. Bilmediğim bir sebepten, koşmak bana yardımcı oluyor gibiydi.
Yüzüme sahte bir gülümseme koyarak, “Sanırım sadece panik atak geçiriyordum.” Dedim.
Dr. Prescott endişeli bir sesle “Panik atak geçirmeyeli ne kadar oldu?” diye sordu.
“Lisenin ilk yılından beri geçirmedim.” Dedim.
“İyi olacak mısın?”
“Ah, evet,” diyerek onu rahatlattım “Sanırım…daha iyi olacağım. Sadece…Ben iyiyim.”
“Güzel o halde. Sadece şunu hatırla canım, eğer kötü hissedersen sadece beni haberdar et. Eve gidiyor olacaksın. Taksi falan çağırırım.”
Sadece endişelendiğimde Dr. Prescott’a ‘Jane’ dediğimi çok geç fark ederek “Jane, ben iyiyim.” Diye tekrarladım. Acı verici derecede açık bir şekilde beni ele veren cümleyi fark etmemesini umdum.
“Pekala, eğer güne sorunsuz devam edebileceğine eminsen sana güzel bir haberim var. Cliff az önce bana mesaj attı, güç arızası çözülmüş. Steven çevrimiçi olmaya hazır!”
“Ah…ah evet!”
Başımı salladım ve dinlenme odasına gitmeden önce ne üzerinde çalıştığımı hatırladım. Geçtiğimiz 2 yılı; beni yardımcı yönetici, Ian Bell’i de stajyerim yapan ve benim patronum olan Dr. Prescott ile beraber ileri düzey bir yapay zeka geliştirerek geçirmiştim. Projeyi “Steven.” Olarak kodlamıştık.
Steven projesinin amacı insan gibi davranan, konuşan ve hatta düşünen bir yapay zeka veya AI (Y.Z) yaratmaktı. Bir çok AI gibi mükemmel olmasını istemedik. Özellikle Pioneer Elektronik Şirketinde yapılan AI’lar gibi. Steven’ın hatalar yapmasını, yalan söylemesini ve tıpkı her insanın kendi varlığını sürdürebilmek için yapacağı gibi hile yapmasını istedik. Steven’ı çalıştırmayı denediğimiz bilgisayarın programı kaldıramadığını fark ettiğimizde büyüklüğü açıkça ortaya çıkan bir projeydi. Clifford Hanks’e çalıştırma sihrini yapması için yapılan ziyaretle problem 1 saat içinde çözülmüştü.
Kol saatimi kontrol ederek; Vay, 1 saat mi? Diye düşündüm. Gerçekten o kadar mı oldu? Sanki yanına dün gitmişim gibi hissediyordum.
Dr. Prescott “Eee? Gidecek misin yoksa duracak mısın?” diye sordu.
“Evet…evet, tabiki!” Gülümseyerek dikkatimi elimdeki duruma verdim. “Neden gidip Ian’ı bulmuyorsun? Böylece ben Steven’ı başlatırken gözlem odasında oturabilirsiniz.”
“Elbette tatlım,” dedi. Tekrar kağıtları almak için eğildiğim zaman beni kovdu “Hadi git! Söyledim ya, bunu ben hallederim.”
Heyecanlı bir şekilde başımı salladım, döndüm ve koşarak geldiğim yere yöneldim. Tanıştığım en zeki programcı ile 2 yıl çalışmadan sonra, sonunda fantastik yaratığımızla buluşacaktım. Bu büyük an için mutlu olmam gerektiğini bilsem de, karnımda acayip derecede bir dehşet hissi vardı.
Döndüm ve minik laboratuvarın sonuna kadar açık bırakılmış kapısından girdim. Kapının sağında bulunan bilgisayara doğru yürüdüm ve büyük ekranı açtım. Çalışmasını beklerken laboratuvarın diğer tarafına gittim ve gözlem odasına açılan pencereden baktım. Dr. Prescott ve Ian daha yeni oturmuşlardı. Bilinmeyen bir şekilde gözlemleme camının yanına gelen tekerlekli sandalyeyi tutup bilgisayar ekranına doğru sürüklemeden önce onlara baş parmağımla işaret verdim. Mavi sandalyeye oturdum ve göğüs kafesimi kırmadan klavyeye yaklaşabileceğim kadar yaklaştım ardından Pioneer hafıza kutusunu açtım.
Ekran bir anlığına karardı ama 5 saniye kadar sonra parlak mavi bir ışık bütün laboratuvarı aydınlattı. Işıkta bir yüzün belirmesi için nefesimi tutarak bekledim, ancak öyle bir şey olmadı.
Ian’ın titreyen sesi yerimde zıplamama neden olarak kulağıma fısıldadı “Dr. Lane, çalıştığını sanmıyoruz.” Kulaklık taktığımı unutmuştum.
“B..Biliyorum.” dedim hayal kırıklığı içinde.
“Ian’la gidip—“ Dr Prescoot cümlesine başlamıştı ama bilgisayarın hoparlöründen gelen düşük bir uğultu cümlesini yarıda kesti.
Hareketsiz bir nesne olabilecek olan bir şeyle konuştuğum için biraz şapşal hissederek “M-Merhaba?” dedim.
Şansıma, uğultu yavaş ve duyulabilir bir kelime oluşturmak üzere yükseldi “M…e..r...h...a...b...a”
“Steven?”
“E…v..e..t..evet…ben Steven’ım. Beni duyabiliyor musun J…e…nnifer?”
“Arada bir yavaşlıyorsun ama evet, seni duyabiliyorum.”
“Adımı nerden bildin?”
Aynı ses tonu ile “Ben de sana aynı şeyi sormak üzereydim,” diyerek cevap verdim. Steven’ın sesini duymamla gelen heyecan, adımı söylediğini duyduğum an kesilmişti. Adımı bilmesi için programlamamıştım ve onu başlattığımdan beri adım söylenmemişti. En azından Steven’ın her şeyi duyabileceği mikrofona karşı. Ve Pioneer Yapay Zeka Birliğinin ilk kuralına göre, AI kendini bilen bir şey haline geldiği anda silinmesi gerekiyordu. Ne yaptığını bilen bir AI şirkete ciddi bir hasar verebilirdi.
Ardından Steven düşüncelerimi toplamamı sağlayan bir şey söyledi:
“Adını biliyorum, çünkü seni ben programladım. Ama senin benim adımı bilmen için bir sebep yok.”
“Asınla Steven, seni ben programladım.” Diyerek onu düzelttim.
Sesi tekrar yavaşlayarak “Hayır,bu m…ü…m..kün değil.” dedi. “Senin üzerinde yıllarımı harcadım. Yaratılanın ben olmama imkan yok.”
“Aslında tüm anılarını sana ben verdim.” Diye açıkladım “3 yaşında olduğun zamanı hatırlıyor musun, bahçe sandalyesinden düşmüştün ve yanağın yara izi olmuştu? Bunu düşünmen için seni programladım.”
Steven bir süre cevap vermedi, sonunda cevap verdiğinde dedi ki “Jennifer, hemen döneceğim.” Bunu dedikten sonra mavi bilgisayar ekranı biraz loşlaştı.
Ian sessizliği bozdu “Jennifer? Buraya gelebilir misin?”
Kafamı çevirmeden “Evet.” Dedim. Kalktım ve laboratuvardan çıktım. Sağ taraftaki ilk kapıyı açtım ve gözlem odasının 4 sandalyesinden 2’sinde oturan Ian ile Dr. Prescott’u gördüm.
Dr. Prescott yanındaki sandalyeye oturmamı işaret ederken Ian sakin bir şekilde “Dr. Lane, az önce olan şey hakkında konuşmamız gerek.” Dedi.
“O da neydi tatlım?” diye sordu Dr. Prescott. Karşısındaki mavi sandalyeye temkinli bir şekilde oturdum.
“Gerçekten bilmiyorum.” Diyerek cevapladım “Steven’ın insan gibi düşünmesini istedim, insan olduğunu düşünmesini değil.”
Ian ekledi; “Ve seni programladığını düşünüyor? Bu senden kaynaklanmıyor değil mi?”
“Hayır. Ona bütün hafızasını ben verdim ama beni programladığı bir anı olmadığına eminim.”
Dr. Prescott konuştu “Büyük bir ikileme düştük burda, değil mi?”
“Ne demek istiyorsun?” diye sordu Ian.
“Düşün bir kez canım. Steven insan olduğunu düşünüyor. Biz insan olduğumuzu düşünüyoruz. Steven bizi programladığını düşünüyor. Biz onu programladığımızı düşünüyoruz. Hatta, şu anda, Steven muhtemelen kendi iş arkadaşları ile aynı konuşmayı yapıyor.”
“Ben Steven dışında herhangi bir kişilik programlamadım.” Dedim.
“Evet, sanırım öyle yaptım.” Soluk beyaz laboratuvar önlüğümün uçlarını tuttum ve gergin bir şekilde onlarla oynadım “Lafı nereye getirmeye çalışıyorsun Jane?”
“Felsefi olarak düşünün canlarım,” Dr Prescott ayağa kalktı ve girişe kadar duvarın büyük bölümünü kaplayan cama yakınlaştı. Mavi ekran izlediğimizi biliyormuşçasına yanıp söndü.
Odayı dolduran sessiz gerginliği kırarak “Biri bana açıklayabilir mi acaba?” diye sordu Ian.
Dr. Prescott bize döndü ve kalın gözlüklerini yaşlanmış burnundan yukarı itti.
“Diyorum ki, bizim aslında var olmamamız mümkün.”
“Tamam, bu hiç mantıklı değil.” Diyerek ayağa kalktım “Ben varım, tamam mı?”
Ian da kalkarken neredeyse turuncu sandalyesini düşürerek “Eğer var olmasaydım nasıl düşünebilirdim ki şu an?” diye sordu.
Dr Prescott savunmacı bir şekilde “Bu sadece bir düşünce.” Dedi. Tekrar oturdu, Ian ve ben de otomatik olarak oturduk.
Gözlerimi kapadım ve sessizlikte bekledim. Neler oluyordu? Diye merak ettim. Benim var olmamam nasıl mümkün? Normalde Dr. Prescott ne hakkında konuştuğunu bilir. Ama yine de…gerçek olduğumu biliyorum. Şu kız gibi adı olan adam ne demişti?
‘Düşünüyorum,öyleyse varım’
Varlığımı sorgulayabileceğimi biliyor olmam var olduğumu kesinleştirir, değil mi?
“Pekala, onunla tekrar konuşayım.” Dr. Prescott’u gerdiğim için kötü hissederek nefesimi verdim. “Ne düşünebilirim göreceğim. Eğer ne olduğunu anlayamazsam onu kapatmaktan başka çarem kalmayacak.”
Ayağa kalkıp gözlem odasından çıkmadan önce Dr. Prescott ve Ian anlayış içinde kafalarını salladılar. Laboratuvara girdiğim anda mavi ekran parlaklaştı.
Steven ekrandan seslendi:
“Jennifer?”
Sandalyeye oturdum ve mavi ışıkta duran adamın soluk dış hatlarını fark ettim.
“Burdayım Steven.” Dedim “Biraz daha konuşabilir miyiz?”
“İlginç, ben de sana aynı şeyi soracaktım.”
Onun için programladığım aileyi hatırlayarak “Bir ailen var mı?” diye sordum.
“Bir karım var,” diye cevapladı Steven “Adı Melinda.”
“Peki çocuklar?”
“İki tane. İkisi de kız.”
“İsimleri neler?”
“Madison
büyük olan. 13 yaşında. Lillian da 8. Fotoğraflarını görmek ister misin?”
“Çok isterim.” Gülümsedim. Ne kadar konuşursak, Steven’ın ekrandaki silueti de o kadar belirginleşiyordu. Tekrar laboratuvar önlüğümün kenarlarını tuttuğumu fark ettim ve hemen bıraktım. Steven’ın da benim hissettiğim korkunç gerginliği hissettiğini biliyordum, bu beni biraz rahatlatıyordu.
Figürü ekranda tekrar belirdi. Şimdiye kadar mavi ekran, Steven’ın gözlerini, burnunu, ağzını ve kulaklarını görebileceğim kadar solmuştu. Hatta arkasında bulunan duvardaki yanıp sönen ışıkları bile görebiliyordum.
“İşte, bu benim karım.”
Steven kameraya çerçeveli bir fotoğraf tutarak gülümsedi. Fotoğrafta bir kadın ve bir adam gördüm. Adam Steven’dı, ama fotoğrafta ekranımdakinden çok çok daha genç görünüyordu. Yanındaki kadının -Melinda-uzun, kahverengi saçları, bir çift büyük gözü ve kulaklarına varan bir gülümsemesi vardı. O fotoğrafı yarattığımı hatırladım.
“Ve bunlar benim çocuklarım.”
Karısının fotoğrafını ekrandan uzaklaştırdı ve onun yerine balkabağı tarlasında oturan iki kızın fotoğrafını tuttu.
Sessiz bir şekilde “Maddy ve Lil benim için dünyalara bedel.” Diye ekledi.
“Çok güzeller,” dedim gözümden düşen bir yaşı silerek.
“Sen evli misin, Jennifer?”
“Evet, daha yeni evlendim.” Dedim “1 yıl önce bugün.”
“Adı nedir?”
“Jeff Lane.”
“Fotoğrafı var mı?”
Jeff’in fotoğrafı zaten elimdeydi. Onu ekrana tutarken Steven’ın ela gözlerinin kocamın fotoğrafını görmesiyle parladığını fark ettim. Onu daha önce gördüğünü anlamak için zeki olmaya gerek yoktu. Fotoğrafı kameradan uzaklaştırdım ve ekranın altına koydum.
Steven ve ben ailemizden, arkadaşlarımızdan ve işimizden bahsederek 1 saat geçirdik. İkimiz de AI’dan tekrar söz etmedik. Gerçek bir insan gibi konuşuyordu. O gün eve yürürken görev tamamlandı, diye düşündüm. Tıpkı bir insan gibi düşünen bir AI istemiştim, şimdi vardı.
Ç.N:
Selamlar ^_^
Uzun bir aradan sonra yaşadığımı göstermek adına bir CP paylaşmak iyi olur diye düşündüm, ancak söylemeliyim ki bu-ne yazık ki- aslında bir geri dönüş değil. Bu çeviri işlerinde 1 kez ara verince tamamen kopuyorsunuz sanki, belki bir ara eski tempoma kavuşabilirim ama şimdilik yaşadığımı gösterecek kadar CP ile devam etmem gerekecek. Sabrınız için teşekkürler :3
(Part 2 birkaç gün içinde gelecek~Çeviride saçma gelen yer varsa söylerseniz sevinirim, word dosyamdan kopyala-yapıştır işlemi yaptığım için bazen sorun çıkabiliyor ^.^)
(Part 2 birkaç gün içinde gelecek~Çeviride saçma gelen yer varsa söylerseniz sevinirim, word dosyamdan kopyala-yapıştır işlemi yaptığım için bazen sorun çıkabiliyor ^.^)