28 Nisan 2017 Cuma

The town I grew up in was torn apart by a serial killer

29 Şubat.O gün Middlefield sonsuza dek değişti.Büyük ihtimalle Oregon’daki Middlefield’ı duymamışsınızdır çünkü artık bu adda bir yer bulunmuyor.Onun yüzünden böyle bir yer bulunmuyor.Ve bunların hepsi 29 Şubat 1988 günü başladı,Carol Grott’un kaybolması ile.
Carol Grott’un kaybolduğu gün yağmur yağıyordu.On beş yaşındaydı,benden iki yaş küçüktü.Middlefield ufak bir kasabaydı.Ama o zaman,Carol kaybolmadan önce oldukça sakin ve küçük bir kasabaydı.Idaho ve Oregon sınırının hemen yakınında bulunuyordu,burası herkesin herkesi bildiği o küçük tarım kasabalarındandı,ve hiçbir şey olmazdı.
En azından 20 Şubat’a kadar hiçbir şey olmazdı,uzun zaman önce.O gün hepimiz okula yürüyorduk,tıpkı öteki günler gibi.Okul sade bir binaydı,altı sınıf ve bir yürüyüş ve bir futbol sahasından oluşuyordu.Bunun nedeni sportmen kişinin azlığından değil hepi topu 400 kişi olmamızdandı.Milletin birbirini tanımaması imkansızdı,daha da zoru kimsenin başkasının faaliyetlerini bilmemesiydi.
Carol hiç görünmedi.Öğretmenler ailesini aradı,ailesi endişelendi ama ortalığı velveleye vermedi.Öğrencilerin birbiriyle (Çoğunlukla karşı cinsten) okuldan sıvışması duyulmamış bir şey değildi ne de olsa.Elbette olay duyuldu.Hepimiz onun okulda olmadığını biliyorduk ve dönüş yolunda konuştuğumuz konu çoğunlukla bu oldu.
Birkaç güne ortaya çıkacağını düşünüyordum.Freddy,küçük kardeşim ailesinin yeni bir buzağısı olacağından onun yardımına ihtiyaç duyduğu konusunda bahse girebileceğini söylüyordu.
 Tüm bu yıllar sonra bile,bir buzağının doğumuna yardım etmenin iğrençliği hakkında düşünmek istemiyorum.
O gece yemek yedik,ödevlerimizi yaptık,ve uykuya gittik.Babamın hala oturma odasında olduğunu hatırlıyorum,televizyonun ışığı odama kadar geliyordu.Kapım az aralıktı,ve hareketlenen ışık hüzmeleri ile uykuya daldım.Titreşen ışık penceremizden dışarı uzağa kadar gidiyor gibi görünüyordu,tarlamızdan uzağa.
Sonraki sabah annemin beni ‘’Laura’’ diye sarsması ile uyandım.Sesi yumuşaktı,elini omuzuma koymuştu,’’Laura bebeğim uyan.’’
Kuşlar cıvıldıyor,güneş penceremden yansıyordu.Yağmur kesilmişti.İnleyip yatakta döndüğümü hatırlıyorum.
‘’Okula gitmek istemiyorum.’’’dedim her gün dediğim gibi.
‘’Bugün okul yok.’’diye cevapladı annem.’’Kalk Laura,polis burada.
Şimdi, düşündüğüm şey hakkında çok suçlu hissediyorum.Birkaç hafta önceki ineklerin devrilmesi olayında Jeremy ve benim izimizi buldular diye düşünmüştüm,veya Smith’lerin arka bahçelerine gömdüğümüz bira şişelerini bulmuşlardı,veya Charlotte McDonald’ın artık bir bakire olmadığını biliyorlardı,ve o hamileydi;kendini ahırdan aşağı atarak ilkel bir kürtaj yöntemi denemişti.
Yukarı çıktım ve geceliklerimi değiştim,dışarı çıkana kadar hala uyku semesindeydim.Annemin dediği gibi kanepede oturan üç polis vardı.Şerif Williams buradaydı,işte o an bu sefer faka bastığımın farkına vardım.
Ama tabi ki mesele Carol Grott hakkındaydı.Ve kendimi tekrar bunu duyunca rahatlamış hissettiğim için affedemiyorum.
‘’Laura,son zamanlarda Carol’dan haber aldın mı?Evinde mutlu olmadığıyla ilgili bir şey?’’
Bir velimden diğerine bakıyordum,karşılık olarak onların boş bakışlarını alıyordum.
‘’Carol’la çok yakın değildim,ama hayır.Hayır,böyle bir şey duymadım.’’
‘’Jenk’ler ile aranın iyi olduğunu biliyoruz.’’ ‘çıkma’ yerine bu tabiri kullanıyorlardı.’’Onun kız kardeşinin Carol’la arası iyiydi.Biz de düşündük ki sen Jenk’lerin mekanındayken bir şeyler duymuşsundur.İsteyerek veya istem dışı olması fark etmez.’’
‘’Şerif Williams,Carol’un başı dertte mi?’’
Şerif gözlerini sırayla benim ailemin ve iş arkadaşlarının üzerinde gezdirdi.
‘’Carol,dün gece eve dönmedi.’’
Hiç kanınızın buz kestiğini hissetmiş miydiniz?Çok büyük bir yalanınızın açığa çıkması gibi,suratınız kızarır ve karnınızı saf asit eritiyormuş gibi hissedersiniz.Titreme,sallanma ve sarsılmayla tezahür eden bir panik hissi.
Sanki tüm dünya suyla doldurulmuş gibiydi.Herkes masada oturuyordu,yine de ortam havasız ve kasvetliydi.Ve ben ise sadece hangi yolun çıkış olduğunu bulmaya çalışıyordum.
İşte o zaman hipervantilasyona(anormal derecede hızlı soluk almaya) başladım.Bunun beni neden bu kadar rahatsız ettiğini bilmiyorum.Şerife dediğim gibi Carol’ı çok iyi tanımıyordum.Evet,Jeremy’nin kız kardeşinin arkadaşıydı,ama bu benim için uzak bir bağdı.O benden iki yaş küçüktü.Okulda başka sınıftaydı.Onu sadece uzun kıvırcık sarı saçlı ve mavi gözlü kız olarak tanıyordum.Pamuklu kıyafetler de bunun bir parçasıydı bu arada.
O pamuklu kıyafetleri hatırlıyorum çünkü kayıp posterinde bunu giyiyordu.Mart’ın birinde tüm kasabaya asılmışlardı.Carol bize bakıyor,sanki hiç kaybolmamış gibi gülümsüyordu.
Bizim için okul bir süreliğine tatil edilmişti.Çünkü tüm öğretmenler arama ekiplerindeydiler,öğrencilerin de yarısı.Twin Cities’ten Salem’e kadar her yere baktık,beş eyaletteki karayolu devriyelerine haber verdik.
Hiçbiri fayda etmedi çünkü salı günü ortaya çıktı,en azından bedeni…
Şehir çıkışındaki karayolunun kenarında bulundu.Yolun hemen kıyısında alnının ortasında bir orkide ile bulundu.Söylentiler (Tek duyduğumuz şeyler söylentilerdi,çünkü yetişkinler en azından Carol için gerçeği kaldıramayacağımızı düşünüyorlardı,ta ki daha çokları kaybolmaya başlayana kadar.) bedeninin gözleri açık bulunduğu hakkındaydı.Mavi gökyüzünü seyrediyordu,orkide,kökünün uzun dalları kulaklarından,burnundan ve ağzından çıkacak şekilde yerleştirilmişti.Kökler bedeninden çıkıyordu,çiçekler gökyüzünü işaret ediyordu.
Söylentilere göre beyaz giyinmişti.Yolun kenarında yatan beyaz bir elbise.Cinsel saldırı ve tecavüz gibi söylentiler de bazen kulağıma çalınıyordu.Tıbbi otopsi memuru beyaz elbisenin altına bakınca kusmuştu. Çürükleri ve orada her ne yapıldıysa onu gördüğünü söyledi.
Aynı zamanda Carol’un bir ayağının eksik olduğu belirtildi.

Ana ölüm nedenine gelecek olursak kesin bir kanı yok.Tıbbi memurun bir fikrinin olmamasıyla beraber,boğma,bıçaklama veya oksijensiz bırakma gibi bir ize rastlamadığını söyledi.Bulduğu tek şey Carol’un,on beş yaşındaki Carol’un kalp krizi geçirdiğiydi.Ölümünden sonra orkide onun içine yerleştirilmişti.Hatta beyni oyulmuş,optik sinirlerinden kopartılmıştı.Kafatası bir saksıya çevrilmişti.Ama neden öldürülmüştü?Cinayetler nasıl işleniliyordu?
Bilmemiş olmayı isterdim.Gerçek şu ki biliyorum.Kurbanlarına ne yaptığını tam olarak biliyorum.Biliyorum,çünkü sonuncusu bendim.Ve Carol’ın nasıl öldüğünü biliyorum,çünkü Freddy ölürken oradaydım,bizi kaçırdı,bizi rehin aldı.
Canlı kurtulan tek kişi bendim.

---------------------------------------------------------------------------------------------------------------------------

Carol’ın bedeni bulunduktan sonra haberleri izlememize izin vermediler.Kafasına yapılanları gösteren fotoğraflar vardı.Ama söylentiler o zaman okulda coşmuştu,ve hepimiz orkidenin nasıl kafasında yer bulduğunu biliyorduk,Kafatasının temelinde uzun ince bir kesik,başka biri çenesinin altından.Derisi kaldırılmış,son olarak orkidenin dalları burnundan ve kulağından içeri sokulmuş.Bazı operasyonlar da bitki üzerinde yapılmış.Görünüşe göre bedenin bulunduğu günlerde ölmüş.
En kötü söylentiler orkidenin kafaya ölümden sonra yerleştirildiği yönündeydi.Nasıl öldüğü hakkında da söylentiler var tabi;kendiliğinden bir kalp krizi,tarayıcılarda görünmeyen bir şırıngayla verilmiş bir ilaç,psikolojik işkence,tecavüz.Liste böyle uzuyor.
 En kötü söylentiler orkidenin kafaya ölümden önce yerleştirildiği yönünde.Bu nasıl olabilirdi,bilmiyordum.Bunun hakkında düşünmek dahi midemi  bulunduruyordu.Karnım,kendimi bağışlayana kadar ters dönüyor,asit bedenimi içten içe dövüyordu.Son günlerde yaptığım şey buydu.Carol benim dostum değildi,ama onu hala daha görebiliyorum.Onu koridorlarda görüyorum,dolabını açarken gülümsüyor.Ve kustuğumda (Safra boğazımdan tırmanıyor ve neye ulaşabildiysem ona dökülüyordu.) onun görüntüsü ve çektikleri neredeyse bana aktarılıyordu.Ne hissettiğini biliyordum.
Bildiğimi zannediyordum.

Middlefield’da sokağa çıkma yasağı vardı.Karanlık çökmeden önce evde olmalıydık,ve evden de gün doğmadan önce çıkmamalıydık.Tabi ki pek çok çiftçi bunu dinlemiyordu,güneş doğmadan hemen önce dışarıda tarlalarının başında olmalıydılar.Ama sorun yoktu.Middlefield’da ufak bir polis kuvveti vardı,ama tüm gece devriyelerini geri çekiyorlardı.Daha çok gönüllü katıldı.Eugene’deki şehir polisi yardım için buraya geldi.Hatta etrafta fiyakalı dedektifler silahlarının yanında tuttukları pahalı deri çantalarıyla gezinmeye dahi başladılar.
 Bir gece,Carol’un bedeni bulunduktan yaklaşık üç hafta sonra evimin dışında bir ses duydum.Odam ikinci kattaydı.Kardeşimin ve benim odamı bir duvar ayırıyordu,ailemin yatak odasıyla da aramızda bir yatak odası vardı.Ve odalarımız sokak manzaralı pencerelere sahipti,gerçi görüş alanımız bölge sınırlarımız içinde kalan eski bir çam ile bir hayli kapanıyordu.
Başta sesin devriyeden geldiğini düşündüm,hışırtı gibiydi.Biri garajımıza giriyordu.Ardından yemek arayan rakunlar olduklarını düşündüm.Hışırtı arttı,zemin üzerine düşen cam ve ayak sesleri duvarlarda yankılanıyordu.Homurdanmalar duyduğuma yemin edebilirdim.Birinin efor sarf ettiğini hatta kendi sınırlarını aştığını söyleyebilirdim.
Kalbim çarpıyordu,sessiz olmaya çalışıyordum,el feneri için komidini taradım,yataktan kalktım ve pencereye gittim.Daha fazla homurtu ve kırılma sesi geldi,ardından sessiz bir sövme duydum.Kalbim hızlandı,yavaşça camı aralayıp dışarı ışık tuttukça damarlarımdaki kanın buz kestiğini hissettim.Aç onu,dedim kendi kendime.Sadece bir polis.Başka bir şey değil.Belki de babamın geceye sarkan bir işi vardır.İstemeden bir şeye çarpmıştır.
Derin bir nefes aldım ve feneri havada fakat açmadan tutarak ‘’Merhaba?’’dedim.
Hışırtı durdu.Bir dal kırılması sesi duydum,ardından ayak sesleri.
‘’Merhaba?’’dedim yine,bu sefer daha yüksek.’’Baba,Şerif Williams?’’
Öteki tarafta sessizlik vardı bu sefer.Bekledim,ışığı açmaya korkuyordum,açınca göreceğim şeyden korkuyordum.
Nefesimi tuttum ve ışığı açtım,bahçede gezdirdim.Neredeyse evin temeline yakın bir yerde hareketlilik vardı.Pencereyi biraz daha kaldırdım,öne eğildim ve ışığı önüme tuttum.Ama orada kimse yoktu.
Yavaşça ışığı ve pencereyi kapadım.Pencerenin sürgüsünü çektim,bir süre karşıdaki yolu izledim.Karanlıktan birinin çıkıp ‘’Böö!’’ diyerek bana koşturmasını bekledim,ama kimse yoktu.
Yatağa geri döndüm.Hışırtıların,orkidelerin,cırtlak kahkahaların rüyasını gördüm.

Sonraki sabah komşumuz,Mcdonald’lar sundurmalarında kesik bir ayak bulmuşlar.Çocukları Charlotte yatağında yoktu.Ama o tek değildi,erkek arkadaşım Jeremy’de kayıptı.

Ç.N: Yeni bir CP,büyük ihtimalle devamı gelecek,yeni kısımları da gelince çeviririm.

21 Nisan 2017 Cuma

The Growths

Çocukluğumdan beri onlara sahiptim.

Onlar hakkında aşırı derecede kendini bilen davranışlar sergilediğimi hatırlıyorum,onları ceplerimde,kitapların ve poşetlerin altında sakladığımı hatırlıyorum.Okuldaki çocukların yüzüme bir şey söylemeseler de arkamdan güldüklerini biliyordum.
Ailemden beni doktora götürmelerini istediğimi hatırlıyorum,onları kontrol ettirebilmek için.Ellerimdeki çıkıntılar odadaki fil* gibiydiler,sadece iyi olduğumu söyleyip konuyu değiştiriyorlardı.Ama biliyordum.
Onlardan çocukken kurtulmaya çalıştım,ama fayda etmedi.Makaslar,bıçaklar,patates soyma makineleri:onları kesmeye veya koparmaya çalışmak her seferinde nafile sonuç veriyordu,çünkü bir kere acıyı hissettiğimde devam edemiyordum.
Ama bugün farklıydı.Birkaç lastik ve bir şişe Jack Danniels ile ne kadar uyuşabileceğinizi bilseniz şaşardınız.Başta keskin bir bıçak kullanmayı planlıyordum,ama sarhoş halde çıkıntıları kesmeye çalışmak çok riskli olacaktı,bu nedenle görece daha teknolojik olan B planına geçtim.
Acele etmeliydim gerçi.Çoktan kafayı bulmuştum ve sersemlemiş hissediyordum.Ellerim ve bileklerim kanın gitmemesinden neredeyse morarmıştı,aynı şekilde daha da fazla bekleyemedim.Blender’ın pervanelerinin de etkisi ile bir şekilde trans hale geçtim ve deformitelerime baktığım andan beri yapmak istediğim şeyi yapmak konusunda sonunda cesaretimi topladım.
Önce sol elimi koydum.Keskin bıçakların derime temasının hissi sarsıcıydı,ve beklediğimden az canımın yanmasıyla alkolün etkisine bir kez daha hayran kaldım.Keskin metalden gelen kesme ve doğrama sesleri tıpkı planladığım gibiydi.Elimi daha sıkı bastırdım.Tüm kötü anılar,tüm utançlarım artık kalın birer et parçasından başka bir şey değildi.
Heyecan hissinden çıktım,bıçaklar eklemlere gelmeden elimi çektim.Gülümsedim ve yeni elime bir bakış attım.Çıkıntılara gelecek olursak beşinden kurtuldum,sadece beş tanecik daha kaldı.

Odadaki fil:Çoğunlukla ingilizcede kullanılan,bir şeyi görmezden gelme anlamı taşıyan bir benzetme.Kısaca hikaye şöyle:

Bir odaya girersiniz,içeride tanıdıklarınız vardır,bununla birlikte odanın ortasında kocaman bir fil size eşlik etmektedir,fakat odadakiler fili görmezden gelip işlerine devam ederler ve her şey normalmişçesine sizle de etkileşime geçerler.Sonunda siz de fili görmezden gelmeye başlarsınız.  

16 Nisan 2017 Pazar

Zalgo (döküman)




To i͞n͢v̢o̢k͞e t͜h͡e̶ h̵iv͟e-m͞in̵d rep͠re̷se̷nti͜n̛g cha͟o͏s͠. I͢n͜vok̨i͞ng̵ the̸ f͝e̵elinǵ o̸f̷ ch̛a͠o͡s҉. Ẃit̕h̀ out ǫrd̶e̕r͠. The̛ ͝Nezp̨e̵r̢d̨ian h̵ive-͜mind̨ o̵f̸ ̀c̡h̀ao͢s.͠ ̵Za̧lg͜o̡. ͞He ͏w̵h͠o W͝a͏ìts͝ ͠Be̕hinḑ T̕he ̀Wa̴l̛l.͟ ̶Z͘ÁL̨G̵Ó!
***
Kaosu temsil eden bir zihni çağırmak,
Kaos duygusunu çağırmak.
Siparişimiz ile.
Kaosun Nezperdian zihni; Zalgo.
Duvarın arkasında bekleyenler.
ZALGO!
***
Açıkçası bunun bir creepypastası yok, ancak istek 'creepypasta' olduğu için böyle bir şey yazıyorum. Bilmiyorum siteye uygun mu ama... Her neyse başlayalım.
***
Zalgo nedir? Zalgo'nun bir şeytan olduğu söyleniyor. Tabii ki ne kadar gerçek ise? Genelde "O gelir." denildiği zaman Zalgo'dan bahsedilmektedir. Tabii ki gerçek hayata bunu söylerseniz ne kadar gerçekçi olur bilemem. Kısaca Zalgo kaos/terör yaratan olarak anılır. Bazı yerlerde Nezperdian Hivemind olarak; Nezperdiyen Zihin Kovan, bazı yerlerde de duvarın arkasında bekleyenler olarak tanınır. Duvarın arkası sanırım bizim dilimizce 'öteki taraf'. Ve onun amacı dünyayı kaosla boğup yok etmek. Klasik bir 'şeytan' amacı. Yedi ağızlı, iğrenç gözlü bir yaratık kendisi. Ancak çizilen resim veya fotoğraflarda böyle değil. Klasik bir insan yüzü (hafif şeytan boynuzlarıyla) siyah göz ve ağız. bknz;

Sağ elinde ölü bir yıldız, sol elinde ise Am Dhaegar'ın kanıyla lekelenmiş bir mum vardır. Peki bu Dhaegar kim? Kendisi... Açıkçası onun hakkında pek bir şey yok. Onun hakkında tek bir şey var o ise bir ayet(?):
O sağ elinde büyük bir yıldız, sol elinde ise kanı vardır.
Şimdi asıl konumuza dönelim. Zalgo ve Dhaegar'ın bağlantısı ne? Biri melek (tanrının yardımcısı) diğeri şeytan. Her ikisinin hikayesinde de dünyanın olmadığı zamanlarda da olması. Yani bir melek-şeytan hikayesi gibi bir şey oldu bu konu. Bu konu hakkında teori var;
- Zalgo, dünyanın insan ırkını istememiş (ayrıca dünyayı da) ancak Dhaegar insan ırkı için savaşmıştır. Her ikiside karşılaşmak için dünyanın sonunu beklemektedirler.
Aslında buzdağının görünmeyen kısmını görmeye başladık bile. AH, bu arada Dhaegar'ın görüntüsü;

Bir de zalgo alfabesi var ;
Ekstra; zalgo'nun çağırma videousu:



Yani... Söyleyecek pek bir şey kalmadı bence. Umarım üşenmeyip okumuşsunuzdur; sizin düşüncelerinizi varsa teorilerini bekliyorum. Umarım sevmişsiniz çünkü bu bir cp sayılmazdı. Hoşçakalın :) Bu arada şu arka plan şşeysi hala düzelmedi. Çözümü olan var mı?

14 Nisan 2017 Cuma

Log of Captain Kyle Wright

Kaptan Wright’ın Günlüğü
15 Temmuz 2012
Banaba Adası yakınları,Kiribati,Güney Pasifik

Güney Pasifikteki tek kişilik gezimin 34. günü.Pony* iyi gidiyor;mesafeyi ve zamanı göz önünde bulundurduğumuzda beni nispeten yol üstünde tuttuğunu söyleyebiliriz.Dün gece zorlu zamanlar geçirdim,su beni hoş karşılamadı.Dalgaların sallantısı yüzünden iyi uyuduğum söylenemez.Buna rağmen tüm sistemler iyi durumda ve çalışıyor.Kıyıdayken yelkenimi düzelttim,yerel bir delikanlı tamir etti.İngilizce bilmemesine rağmen paranın dilinden iyi anladığı söylenebilir.Erzakları stoklamayı başardım,bazı taze meyveler bularak turnayı gözünden vurdum.Viyana sosisi ve bayat ekmekle öğünlerimi geçirsem de bir dahaki limana kadar idare edebileceğimi düşünüyorum.Nereye gideceğime daha karar vermiş değilim,kuzeye Tarawa’ya veya doğuya devam edip Christmas’a ulaşabilirim.Her halükarda yoldayım.Bu tek kişilik zahmetli bir iş.Ama sağlığım yerinde ve dürüst olmak gerekirse zor olan fiziksel kısım değil.Yalnızlık gerçekten canımı yakıyor.Televizyon izleyebilmeyi özledim,hamburger yiyebilmeyi özledim ve en çok da karımı özledim.

18 Temmuz,2012
Bilinmiyor

Gecenin biri ve bir gıdım bile uyuyamıyorum.Deniz sütliman ama birkaç gündür kalitesiz uyku çekiyorum.Büyük bir fırtına beni hazırlıksız yakalayınca telefon bağlantımı kaybettim.Bu evle son görüşmemdi ve puff,alet suyun derinliklerini boyladı.O zamandan beri Julia’yla konuşmadım.Ama en azından ilerleyişimi GPS cihazından takip edebilir.Keşke ben de aynısını onun için yapabilseydim,jimnastik salonuna gidişini izleyebilmek,Tayler’ı parkta gezmeye çıkarmasını görmek isterdim.Evi hatırlatan ufacık bir şey için neyimi vermezdim?Deniz güzel bir hanımefendi,ama sadece bir hanımefendi.Onunla evli değilim.Bana zevk veriyor ama yine de eve dönüp karımı ve çocuğumu görmek istiyorum.Ama tanrım,ay ışığı altında denizin şu ihtişamına bak,sanki balo için süslenmiş bir kontes!Bu kadar güzel bir şey gördüğümü hatırlayamıyorum.Yıldızlar onun incileri,ay onun beyaz elbisesi.Kaç adamın ona aşık olduğunu görebiliyorum.Ama onun düzenini biliyorum,güzelden çirkine ani değişimini biliyorum.Ah,dalgaların tatlı hareketleri...Bir kadını oyuncak gibi gösteriyor,karmakarışıklığı en eksantrik kadının bile üstesinden geliyor.Onun derinini görebilmek isterdim,nasıl hissettiğini,nasıl tık tık ettiğini,onu aynı zamanda neyin bu kadar güzel ve ölümcül kılabildiğini.O zevk ve acının kaynağını görebilmek ve ellerimin arasına alabilmek isterdim.Aman aman, seyir defterimi çılgınlıklarla doldurdum.İyi bir uykuya ve karımı görmeye ihtiyacım var.

20 Temmuz  2012
Christmas Adası açıkları,Kiribati

Ana tekneyi tamir ettim,ama motordaki bükülmüş şaftı tamir edebilecek bir adam bile bulamadım.Engele takıldığımda kıyıya yakın olduğum için şükrediyorum.Biri beni bulana kadar günlerce ve istem dışı yüzmek zorunda kaldım.Sonunda başka biriyle ingilizce konuşabilmenin zevkine vardım,yerel bir motelde Riley adında bir adamla tanıştım.İçki için içeri daldım ve misafirperver bir şekilde beni karşıladı.Bir saat konuştuk.Batıdaki küçük bir adaya gidiyormuş.Bana ‘kıyametten’kaçtığını söyledi.Biraz çatlak olduğunu söyleyebiliriz.Evi hakkında haberler duymuş,California’daki birkaç kötü orman yangını hakkında.Umarım kuzeye de sıçramazlar.Mayistra yelkeni iyi durumda,GPS çalışıyor ve sonunda rotamı eve çevirdim.Sistemlerde hiçbir sorun yok,iskele sapasağlam,su sakin.

22 Temmuz,2012
Bilinmiyor

Dışarıda bir şeyler oluyor.Christmas’tan ayrıldıktan sonra GPS cihazım çalışmayı kesti,bu nedenle geri döndüm.Ama hasar almış görünmüyordu;sadece uyduyla bağlantı kuramıyordu.Bir saat boyunca sadece ‘ARANIYOR’ yazısı verdi.Sinirlendim ve geri döndüm,yeni bir tane alma umudu ile Christmas’a yol almaya başladım.Ama ada göz önüne gelir gelmez askeri bir devriye teknesiyle karşılaştım.Bu bir Amerikan teknesiydi.Ama içinde Amerikanlar değil yerliler vardı,silah kuşanmışlardı.Bu silahlar haberlerde teröristlerde gördüklerinizden değil, orduda gördüklerinizdendi.Bir şey olmuştu.
Ve adiler gaz maskeleri takıyordu,koca gözlü maskelerle uzaylılara benziyorlardı.Silahlarını bana doğrulttular,lazer nişanlar alnımda geziniyordu.Hiçbiri bir kelime etmedi.Ellerimi yukarı kaldırıp silahsızlığımı ispatladım.Tek kişilik bir gezideydim,tanrı aşkına.Tahta bacaklı ve göz bantlı lanet bir korsan değildim.Bir süre sonra bir ses çatırdadı.’’Yaklaşma,geri dön.’’ dedi ağır bir aksanla.Bu kadardı,silahlar kıpırdamadı.Hala alnımı nişanlamışlardı.Bir GPS için canımdan olacak değildim,bu nedenle hızla geri döndüm.Arkama dahi bakmadım ve bir saat sonraya kadar olan şeyler hakkında düşünmedim.Neden bir Amerikan teknesindeydiler?Neden silahlıydılar?Ve neden gaz maskeleri takıyorlardı?
Ardından işler gerçekten tuhaflaştı.Sonraki sabah doğuya yöneldim,iyi zaman kazanmıştım.Gece-gündüz dinlemeden,o adilerle arama mesafe koymak için hareket ediyordum.Güneş hayret vericiydi.’’Bu çok güzel,aşırı güzel.Bir şeyler yanlış’’diye düşünmeden edemiyordum.Huzursuzluk üzerime çöktü ve bir pelerin gibi asılı kaldı.Christmas’taki olaylar hakkında düşünmemeye çalıştım.Sakinleştikçe bu karşılaşmanın detaylarının uyuşmadığını fark ettim.Bir şeyler oluyordu,ve bu kötüydü,bunu anlayabiliyordum.
 Ardından gemiyi gördüm,ve aklımı başka hiçbir şeye odaklayamadım.Bir duman bulutunun içindeydi,başta tüm görebildiğim buydu.Sadece ufuktaki bir leke.Keşke bunu ufak bir ada yangınına veya o tür bir şeye yorsaydım,ama bir şeyler beni çekiyordu.Başımın etrafında dönen soru işaretleri yerine odaklanacağım yeni bir şeyler vermişti bu bana.Bu nedenle yönümü değiştirdim ve leke büyüdükçe büyüdü.Dumanlar havaya kalkıyordu,ve o uğursuz his hiç eksik olmuyordu.Dehşet,evet bu dehşetti.Denizdeyken ironik bir şekilde en korktuğunuz şey ateş oluyordu.Her taraf suydu,ama susuzluktan ölebilirdiniz.Bu da öyleydi işte.Her taraf suydu ama hiçbiri ateşleri söndüremiyordu.Yıkılmakta olan iskeledeki kömürleşmiş bir dizi kemikseniz ateşler daha da artıyordu.Bu dehşet önceki olayları unutmama yetti.Karşılaşacağım ölüme kendimi hazırlamam gerekiyordu,sudaki bir ateş her zaman ölüm demekti çünkü.
Görüş mesafesine geldiğimde bunun bir balıkçı teknesi olduğunu gördüm.Ateş balık ağlarından başlamış tırmandıkça tırmanıyordu.Merkezi direk tamamen yıkılmıştı.Güverte adeta bir fırına dönmüştü.Dürbünümden baktım ve güvertede kıvranan bedenleri görünce dehşete düştüm,karanlık gölgeler büyümekte olan cehennemin arasında kayboluyordu.Ve sonunda radyomdan sesler duydum.Tekne pruvası bana dönmüş şekilde duruyordu ve kaptanın odasını görebiliyordum.Statik bir radyo dalgası telsizimden geldi,yerel bir balıkçı korkuyla bağırıyordu.Kelimeleri anlayamıyordum,fakat sesindeki umutsuzluğu hissedebiliyordum.Sözcükler olmasa da bıraktıkları izlenim evrenseldir.Bağıran her kimse onun korktuğunu anlayabiliyordum.
Kaptanın kamarasını taradım ve içeride bir adam gördüm.Radyodan bağırırken kollarını bana doğru sallıyordu.Cevap vermek için mikrofona uzanmıştım ki ikinci tuhaf şey yaşandı.
Güverteden iki adam koşarak geldi,ikisi de alevler içindeydi.Sırtlarından ve kollarından alevler parlıyordu,filmlerdeki dublörlere benziyorlardı.Öfkeyle kamaranın kapısına vurmaya başladılar.Radyodaki ses yeni bir tonda çığlık atmaya başladı.Vücudumu titreten anlaşılmaz bir çeşit laflar sıralıyordu.Dua ediyordu,evet dua ediyordu.Onu kurtarabilmem için dua ediyordu.
Ama ben sadece izledim.Ağzım açık bir şekilde yanan adamların kapıyı kırıp içeri dalmasını izledim.Radyo sustu ve artık tek duyabildiğim motorumun sesiydi.Korkuyla yanan adamların kaptanın üzerine çullanmasını ardından üçünün de görünüşten kaybolmasını izledim.Camlarımdan sadece büyüyen alevlerin dalgaları görülebiliyordu.
Dürbünü bıraktım ve şiddetle başımı salladım.Şimdi bir hayal gibi geliyor,tüm bu şeyler.Sanırım yüksek sesle küfür etmiştim,belki hiçbir şey dememiştim,belki de bunların hepsi kafamda olup bitiyordu.Ama hatırladığım şey dümeni döndürmem ve tekneme sıkıca tutunmam oldu.Sonunda arkaya bakma cesaretini gösterdim ve tekrardan bir duman sütunuyla karşılaştım.Bir saat sonra bu leke uçsuz bucaksız denizde kaybolmuştu.
Dışarıda bir şeyler oluyordu,kötü bir şeyler.Önce silahlar ve şimdi şu lanet tekne.Onlar yanıyordu! Şerefsizlerin ateşler içinde olduğunu kafamdan çıkaramıyordum.
Sadece eve dönmek istiyordum.Sadece karıma seslenip mutfaktan gelişini görmek ve kendimi onun kollarına bırakmak istiyorum.Onu görmek istiyorum,karımı istiyorum.
12 Temmuz,2012
Bilinmiyor

Tekneyi gördüğümden beri bildirebileceğim pek bir şey yok.Sadece açık deniz.Ama çok düşündüm.Geçen haftalarda silahlar ve tekneler aklımdan neredeyse tamamen silinmişti.Sanki birer hatıra gibiydiler,onları tekrar hatırlamak istediğimde sisin içinde kayboluyordular.Bunun için tıbbi bir terim olmalı değil mi?Belki şok belki başka bir şey.Belki de yeteri kadar akıllı olduğumdan zihnim bu hatıraları yapmam gereken göreve odaklanmam için itekliyordur.Görevim ise bu lanet okyanustan bir an önce kurtulmak. Başta bu yolculuğa çıkma nedenimi bilmiyordum.Aileme ve dostlarıma aklımı toparlamak için olduğunu söylemiştim.Fakat toparlanmak yerine kafam daha çok karıştı.Evin düşünceleri ile karıştı,karımın geceden geceye yatağımızda yalnız uyuması düşüncesi ile karıştı,kanat çıkarıp ona uçma hayallerim ile karıştı.
Neden onu cezalandırmıştım?Neden kendimi cezalandırmıştım?

Hala tam nerede olduğumu öğrenemiyorum.GPS onu her açtığımda ‘ARANIYOR’ diye yanmaya devam ediyor.Sekstanttan hiç anlamamıştım,buna rağmen teknede bir tane vardı.Bu lanet şeyi kullanacağım hiç aklıma gelmemişti,teknolojiye bu yüzden sahiptik.Bu nedenle orada duruyor ve bana nerede olduğumu bildiğini fısıldıyor,tek yapmam gereken ona doğru soruyu sormak.Ama yapamıyorum,denedim.Haritadaki kaba bir yolu takip etti.Yani nereye gittiğime dair son derece genel bir düşüncem var.Hawaii’yi geçtiğime eminim,ama ayın sonuna kadar Amerikan sahillerine varacağımı biliyorum.Su doğaüstü bir şekilde sakin.Ve gündoğumları da aynı şekilde enteresan.Bazı günler kan kırmızısı,suya yansıyor,gökyüzünü ve denizi boyuyor.Bu zamanlarda teknem sanki bir kan denizini arşınlıyormuş gibi duruyor.Başta rahatsız edici olsa da güzelliğini sonradan anladım.
Bu günceyi bir süreliğine ihmal ettim,ama bunu her kaydedişimde üzerimdeki yük hafifliyor.Denizi seyretmek veya rüzgarı okumaktan başka yapabilecek bir şeylerimin olması güzel.Erzaklarım şimdilik iyi durumda.Meyveler bozuldu fakat konserveler bir ay daha dayanabilir.Gövde iyi durumda,ana sancak ve donanımlarım dayanıyor,hala eve ilerliyorum.

29 Temmuz,2012
Oregon açıkları

Kara!Lanet olası kara! Aman tanrım,Oregon’un çam ağaçlarını göreceğime hiç bu kadar sevineceğimi düşünmemiştim!Nihayet be,nihayet yuvam.Tanrım sana şükürler olsun.
Önce dün gördüm,ufukta belli belirsizdi.Kıyıya ulaşmak için çok uzaktım,bu nedenle geceyi çapalayarak geçirdim.GPS’siz gecede ilerlemek demek kaza demekti.Bu noktada sağlıklı düşünebildiğim için çok mutluyum.
Yaklaştıkça tanıdığım birkaç yeri hemen fark ettim.Eve yarım günden az bir sürede varacağım.Bu gece son konserve bezelyemi yiyeceğim.Yiyecek sandığımdan az dayandı,ve içtiğim su ise damıtılmış deniz suyu.Ama bu karımı göreceğim anlamına geliyorsa varsın aç kalayım.
Eve gireceğim ve adını haykıracağım,onun mutfaktan gelişini göreceğim.Onu kollarımın arasına alacağım ve ayrılmasına izin vermeyeceğim ta ki o güzel kokusunu alana kadar.
Ellerim heyecandan titriyor.Sonunda karımı görebileceğim.Onu tekrar göreceğim.

30 Temmuz,2012
Oregon

Burada bir şey olmuş,kötü bir şey.

Burnt Hill’deki yat iskelesine çapaladım,üç ay önce ayrıldığım yere.Ama burası hatırladığım gibi değil.İskelenin çoğu aynı,hala tahtalar ve dubalar yerli yerinde.Ama liman ayrılışıma tezat çok daha sade.Elimde değil,fakat silahlı adamları ve yanan tekneyi düşünüyorum.Çoktan unuttuğum dehşet hissi geri döndü.Ben okyanustayken bir şey olmuştu,çok kötü bir şey.
Son girdimde o kadar heyecanlıydım,o kadar umutluydum ki.Ona şimdi bakmak bir rüyada olduğumu düşündürüyor.Dünkü duygularım gitti,yerini karnımdaki bir hisse bıraktı.
Gerginlik?Evet.Korku?Evet.Bulantı?Belki.Sanki yumruk büyüklüğünde bir taş battıkça batıyor.Aklım karışık,gördüklerimi hala silemiyorum.O bedenleri…
Limana girdiğimde derhal buruk bir duman ve başka bir şeyin kokusu ile karşılaştım,buna rağmen ne olduğuna parmak basamadım.Her tarafımı korku sardı.İlk düşüncelerim yangındı ve karımın yüzü bir anda kafamda belirdi.Paranoya,evim hala yanıyor muydu?Tüm şehir mi bu haldeydi?O iyi miydi?Limana çıktığımda bir balıkçı teknesinin sağlamasına gittiğini gördüm,yanan güverteden duman yükseliyordu.Daha önce karşılaştığım tekne gözlerimin önünde belirdi.Ana liman ve şehir çam ağaçları nedeniyle hala görülemiyordu.Ama yat limanına yanaştığımda kimsenin orada olmadığını gördüm,çoğunlukla dolu ve kalabalık liman boştu.Üç tekne vardı,ikisi yanıp sönüyordu.Aklım çalışmaya devam ediyordu,soru üzerine soru soruyordu ve hiçbirine cevap bulamıyordu.Yanık kokusu hala yerindeydi,ama tanımlayamadığım ikinci koku bunun yerini alıyordu.Tekneme bir şeyin çarptığını duydum.Yıkılmış teknelerin parçalarını görmeyi bekleyerek suya baktım.Ama çok daha kötüsüyle karşılaştım:cansız bir bedenin gözleri ile.Kalbim çarpmaya başladı ve ikinci kokunun ne olduğunu anladım,ölümdü.Çürümüş bedenlerin kokusuydu.Sağıma bakınca daha çoğunu gördüm,bazıları ters bazıları düz bazıları da parçalanmıştı.

Her yerdeydiler.

Kustum,tam dümene.Bacaklarım titrerken safra,göstergeleri örtüyordu.İşte o zaman aklımı hepten yitirdim.Limana yanaştığımı hatırlayamıyorum.Çapayı attığımı az biraz anımsıyorum.Hislerim benim tek izahım.Aklımı tekrar kontrole aldığımda oturuyordum.Terliydim ve midemdeki taş beni aşağı çekiyordu.Sorular sürü halindeydi.Neden herkes ölmüştü?Bunu kim,ne yapmıştı?Burada ne olmuştu?
Sonra karımı hatırladım.Çılgınca üste çıktım.Hissiyatım geri dönünce durdum.Ağır solumalarım ve suyun rıhtıma vuran sesi dışında bir ses duymadığımı fark ettim.Bir şey,bilmiyorum ama bir şey silahımı almama neden oldu.Ve onu aldığımda başka bir şey de durup bunları yazmamı söyledi.Eğer ayrılırsam buraya asla dönemeyeceğim hissi,azap belki de.Bir şeyler yazma hissi,sadece aklımda kararlaştırma için değil de bir elveda için.Ne olursa olsun karımı bulacağım.

31 Temmuz,2012
Oregon açıkları

Neden yeri ve tarihi yazdığımı bilmiyorum.Artık ne yapacağımı bilmiyorum,her şey birbirine girdi.
Bazı cevaplar buldum.
Hepsi ölmemişti,insanlar.Bir şekilde ölü değildiler.Ölü görünüyorlardı,ölü kokuyorlardı ama hareket ediyorlardı,beni kovalıyorlardı.Bazılarının organları yoktu bazılarının derileri ayrılmıştı.Konuşmuyorlardı,sadece kovalıyorlardı.
Karımı buldum.
Sanırım şimdi gerçekten de ölü.Yürüyenlerden değil.Onu vurdum,beş kere.Ve kafasından vurana kadar da durmadı.
Sonunda ağlamayı kestim,dün gece sanırım.Gerçekten kafam karışık.
Beni kovaladılar,beni yemeye çalıştılar.Eve geldiğimde suratımı ısırmaya çalıştı.
Eve geldim ve adını haykırdım,mutfaktan gelişin gördüm.Onu gördüm,suratının bir kısmı yoktu,bağırdı ve bana koştu.Suratımı ısırmaya çalıştı.
Sonra onu vurdum.Ama o,o değildi.Ölüydü,güzelim yüzünün parçaları eksikti.Onu vurdum,beş kere.Kafasından vurana kadar da durmadı.
Sonra kaçtım.Ve dahası geldi,gerçekten ölü olmayan ölüler beni kovaladılar,çığlık attılar.Bazılarının organları yoktu,bazılarının derileri ayrılmıştı.
Sonunda tekneme ulaştım.Tekrar açık denize yöneldim.Bu okyanusa açıldım.Her şey karışık.
Mermi kutusunu kaybettim.Ama silahta hala bir tane var. Bir saatimi şarjörü açıp çevirmekle geçirdim,sonra kapadım.Mermi hiç tepede durmuyordu.Onu oraya koyacak gücü kendimde  de bulamıyordum.Bu yüzden şarjörü çevirip durdum.Sonunda tepede durdu.Ben bunları yazarken silah masada bana bakıyor.
Güneş yükseliyor,yine kızıl.Önceki o gündoğumları gibi.İzlemek için güverteye çıkacağım.Okyanusu izleyeceğim,maviden kızıla dönüşünü izleyeceğim,sudan kana dönüşünü izleyeceğim.
Benimkini de eklemenin çok da bir şey değiştirmeyeceğini düşünüyorum.

Ç.N: Üzgünüm,iki haftadır siteyi ihmal ettim.Sınavlarım nedeniyle çeviri yapmaya vakit bulamadım,ama yakın zaman içinde birkaç CP daha paylaşmayı düşünüyorum.

13 Nisan 2017 Perşembe

Tadımlık Hikayeler

Bilmiyorum, kısa kısa hikayelerden oluşan bir bölüm olacak bu.

-Evde yalnızken hapşurdun. Telefon çaldı ve biri sana çok yaşa dedi.
***
-Dünyadaki son insan evinde otururken kapı çalındı
****
-Karanlıktı, sana neden bu kadar hızlı nefes alıyorsun diye sordu. Nefen alan sen değildin.
***
-Kızım her gece ağlayarak ve çığlık atarak beni uyandırıyor. Mezarlığa gidip susmasını söylemedim ama işe yaramadı.
***
-Telefonun şarjı bitti. Ve 5 dakika sonra sana bilinmeyen numaradan öldün adlı mesaj geldi.
***
-Gece uyurken biri cama vurdu. Tam kalkacakken bir daha ses geldi ve aynadan geldiği anladım.
***
-Amy,fazla aptaldı. beni dikkate almadı. Mike, şarkı dinliyordu beni duymadı ve öldü. Ve sen, hç bir şeydin ancak bu hikayeye odaklanmıştın.
***
-Karım dün gece yarısı beni hırsız var diye uyandırdı; sorun şu ki karım 4 sene önce bir hırsız tarafından öldürdüldü.
***
Ç.N: Biliyorum şu sıralar hiç hikaye gelmiyor. İnşallah bi' hikaye bulurum da çeviririm. Şimdilik yetinin diyeceğim ama yetinecek kadar da yok ki :( 

8 Nisan 2017 Cumartesi

Dead Documented

O akşam arkadaşım Ellen ve ben belgesel izlemeye karar verdik. Kuzenimin ölen büyük büyük babasından kalma koca bir eski belgesel kutusu vardı. Kutuyu didiklemeye başladık. Fakat ilgi çekici bir belgesel bulamamıştık. En son kutu boşaldığında elim karton kutunun sağ tarafındaki bir yüksekliğe değdi. Kutunun sağ tarafında iki karton arasına bir şey sıkışmış gibiydi. Kutuyu yırttım ve yüksekliğe baktım. Bir CD kutusuydu. Üzerinde "Ölülerin Yaşamı (Sıradan Bir Belgesel) yazıyordu. Arkadaşım şaşırmıştı. Çünkü söylediğine göre bu büyük arşivi adı gibi biliyordu ve daha önce böyle bir belgeseli hiç görmemişti. İkimiz de ilk defa bu garip belgeseli izleyecektik. Kutuyu açtım. İçinden ön yüzü siyah bir CD çıktı. Televizyonun karşısına geçtik. Ellen, CD player'ı açmıştı ve benden CD'yi takmamı istiyordu. Bense bu konuda kararsızdım çünkü korkmaktan korkuyordum. Korkmaktan korkmak çok garip bir histi. Anlatması dahi çok zor. O sırada Ellen, CD'yi elimden kaptı ve cihaza yerleştirdi.
"Bu aptal şeyden korkmuyorsun, öyle değil mi?" Cesur biriydi. Fakat fazla cesaretin iyi olmadığını iyi bilirim.Belgesel başladı. Süresine baktığımızda şaşırmıştık. 3 dakikalık kısacık bir belgeseldi. Belki de geri kalan kısmı bozulmuştu. Bunu öğrenmek için beklememiz gerekecekti. Ellen kumandadan oynatma tuşuna bastı ve belgesel başladı. Tahmin ettiğim gibi ürkütücü bir belgeseldi. Ellen'sa öylece gözlerini dikmiş ekrana bakıyordu. Ekranda fotoğraflar halinde mezarlar, cesetler geçiyordu. Kalbim yerinden çıkacaktı. Ellen'ın cesurluğu bile yetmedi. 30. saniyede Ellen tam kapatmak için kumandayı eline aldı ki, bir ses konuşmaya başladı. "Ölüler sandığınız gibi ölü değildirler. Onlar, ölünce yaşamın başka boyutlarında varlıklarını sürdürürler. Bir ölü eğer isterse sizinle konuşabilir." gerçekten çok saçmaydı. Ellen, bu saçmalığa dayananamış olacak ki kapattı. "İğrenç bir belgeseldi. Ben lavaboya gidiyorum." Ellen lavaboya gittiğinde odada tek başıma kalmıştım. Gözüm saate kaydı. Saat 8.20 geçiyordu. Dakikalar geçmesine rağmen Ellen lavabodan dönmedi. Meraklanıp arkasından gittim. Lavaboya girdiğimdeyse Ellen yerde öylece yatıyordu. Ne bir yara, ne de bir kan vardı. Şok olmuştum. Korkarak Ellen'a dokundum. Bir buz deposu kadar soğuktu. Nabzına baktım. Atmıyordu. Çok korkmuştum. Ambulansı aradım ve yardım istedim. Ellen'ı ambulansa ve beni de yanına bindirdiler. Kısa bir zaman sonra hastanede üstünde beyaz bir örtü olan Ellen'ın başında ağlıyordum. Bu sırada cesedi inceleyen uzman yanıma geldi ve konuşmaya başladı."Bu cesedi ne zaman buldunuz? Bu kişi öleli en az 3 gün olmuş." İşte o zaman beynimde o iğrenç ses yankılandı:"Bir ölü... eğer isterse... sizinle konuşabilir..."

Ç.N: ÇOK GÜZELDİ! Cidden çok sevdim. Bu cp'ye bol bol yorum isterim ;) 

Not: Son paragafta bir sorun oluşuyor, bunun için üzgünüm. Ne denesem olmadı :((( T^T