26 Haziran 2016 Pazar

"Listen Up"

Dinleyin. Söylemem gereken şeyi çok iyi dinleyin. Size söylemem gereken çok önemli bir şey var.

Doğaüstü şeylere pek inanmam, ama son zamanlarda bana çok garip şeyler oluyor.

Hepsi birkaç hafta önce başladı. Market kuyruğunda duruyordum ve kasadaki kadının bana baktığını fark ettim. Ağzı tüyler ürpertici bir gülümseme ile kıvrılmıştı. Onu görmezden gelmeye çalışıp aldıklarımın parasını ödedim, ama tam o anda bir şey oldu.

Gitmek üzereyken dedi ki; "İyi günler..."

Bir anlığına büyük bir şok içinde durakladım. Az önce olan şeye inanamıyordum.

2. kez fark ettiğim zamanda sokakta yürüyordum. Bana doğru gelen bir adam vardı. Doğrudan bana bakıyordu ve ağzı kulaklarında gülümsüyordu. Yine aynı tüyler ürpertici gülümsemeydi.

Yanımdan geçerken konuştu; "Günaydın..."

Durdum, olan şeye inanamayarak titriyordum.

O zamandan beri başka insanlar benimle konuştu. Aklımı kaybetmeye başladığımı düşünüyordum. Doktora bile gittim. Bunun mümkün olmadığını söyledi, ama oluyordu işte.

Neden bu kadar korkmuş olduğumu merak ediyor olmalısınız. Aşırı tepki gösterdiğimi düşünüyor olabilirsiniz, ama problem şu ki; benim aslında hiçbir şey duyamıyor olmam gerekiyor.

Çünkü ben doğduğum andan beri tamamen sağırım.

21 Haziran 2016 Salı

"The Psychiatrist"

Ben profesyonel bir psikiyatristim, kariyerim boyunca garip ve alışılmadık olan bir çok insanla ilgilendim. Ancak onlardan bir tanesi beni diğerlerinden daha çok rahatsız etti.

Evimin yan tarafında yaşayan 3 kişilik bir aile vardı. 60'larında, evli bir çift ve 30 yaşında olan oğulları. Bu çiftin oğlu Japonların "Hikikomori" dedikleri şeydi. İçine kapanık, insanlardan uzak, izole olmuş biriydi. Sosyal ilişkilerden uzak duran biri.

Çiftin oğlunu hiç görmüyorduk. Çünkü Hikikomori olan insanlar genelde kendilerini odalarına kapatıp diğerlerinden kaçınırlar. Bu durumu direkt olarak ailesinden duymadım. Bunu tartışmak istemeyeceklerini düşündüm. Japonyada insanlar bıraktıkları izlenimler konusunda çok titizdirler ve hikikomori olan bir evlada sahip olmak utanç vericidir.

Günler geçti, adam gittikçe daha az dışarı çıkıyordu. En sonunda evden hiç çıkmamaya başladı. Her gece yatakodası camından annesinin öfke dolu bir şekilde bağıran sesi duyulabiliyordu. Ne zaman zavallı kadınla karşılaşsam gülümseyip selam veriyordu, ama yorgunluk yüzünden okunuyordu. Solgun ve bitkin görünüyordu.

Adam en son 6 yıl önce görülmüştü. Bir gün babası kapımı çaldı ve evlerine gelmemi söyledi. Komşu olduğumuz için psikiyartist olduğumu biliyordu, aileye yardım edebilmek için elimden geleni yapmaya karar verdim.

Ön kapıya vardığımızda anne bizi kapıda bekliyordu. Beni üst kata, oğlunun odasına çıkardı.

Kapıyı yumrukladı ve bağırdı "İçeri geliyoruz!"

Ardından odaya daldı ve avazı çıktığı kadar bağırdı "Sonsuza dek uyuyacak mısın? Kalk artık seni işe yaramaz tembel!"

Daha ne olduğunu anlayamadan kadın bir golf sopası aldı ve örtünün altındaki uyuyan kişiye vurmaya başladı. Bir anlığına şaşkına dönmüştüm, darbe üstüne darbe indiriyordu. Ardından harekete geçtim, golf sopasını aldım ve onu odadan çıkardım.

Oğlunun yaralarını kontrol etmek için içeri girdim, ama örtüyü çektiğimde gözlerime inanamadım. Örtünün altında yatan mumyalaşmış bir cesetti.

Deri ve kemik yığınına bakarak şaşkınlık içinde durdum.

Babası bana yaklaştı, kafasını utanç içinde eğdi.

"Görmeni istediğim kişi karımdı..." dedi,

"Bu yıllardır böyle. Artık buna katlanamıyorum..."

19 Haziran 2016 Pazar

"The Thin Man"

İyi bir arkadaşım vardı. İsmi Billy'ydi. Okula birlikte gider ve hep birlikte takılırdık. Sonra bir gün Billy okula gelmeyi bıraktı. Onu haftalarca görmedim. Sinir krizi geçirdiğine dair dedikodular vardı.

Bir akşam, ailem yokken kapıda bir tıklama duydum. Açtığımda Billy kapı önünde duruyordu. Çok garip davranıyordu. Gözleri yorgun ve kanlıydı, oldukça gergin görünüyordu. Sürekli etrafını gözetleyip, arkasına bakıp duruyordu.

"Seninle konuşmam gerek." dedi.

Onu içeri davet ettim ve kapıyı kapadım. Koltuğa oturdu, ancak rahatlayamadı. Bir şey gerçekten canını sıkıyordu. Seğiriyordu ve bacakları titriyordu.

"İyi misin?" diye sordum.

"Ailem deli olduğumu düşünüyor," dedi "Herkes deli olduğumu düşünüyor. Bir süreliğine deli olmuş olsam da..."

"Ve...deli misin?" diye sordum.

Billy keyifsiz bir şekilde güldü.

"Pencereden dışarı bak," dedi.

"Neden?"

"Bana bir iyilik yap ve şu pencereden bakıp ne gördüğünü söyle."

Suyuna gitmeye karar verdim, bu yüzden perdeleri açtım ve dışarı baktım.

"Ne görüyorsun?" diye sordu.

"Birkaç ev görüyorum...birkaç araba...birkaç sokak lambası..."

"Kesinlikle!" dedi, "Peki garip bir şey fark ettin mi?"

"Uh...Hayır." diye cevapladım.

"Şu sokak lambalarını görüyor musun? Açık olmaları gerekiyordu, ama değiller. Hepsi kapalı. Sokaktaki tüm lambalar nasıl kapalı olabilir? Sence bunu kim yaptı?"

"Bilmem. Kim?"

Billy sesini alçalttı ve fısıldadı "İnce Adam."

Şaşkınlık içinde "Neyden bahsediyorsun?" diye sordum.

"Daha önce onun hakkında söylentiler duymuştum," dedi Billy "Ama sadece bir şehir efsanesi olduğunu düşündüm. Değil. İnce Adam gerçek. Sokak lambalarından nefret ediyor. İlk başta normal bir adam gibi görünüyor, ama....katlanmış giysi gibi kendini açtığında.... gerçekten uzun ve ince. Tıpkı sokak lambası gibi. Ve tamamen gri renkte giyiniyor. Tıpkı sokak lambası gibi. Onların arkasına saklanıyor. Hava kararmaya başladığında ve sokak lambaları açık olmadığında, onun orda olduğunu bilemezsin bile..."

"Bütün bunları nasıl biliyorsun?" diye sordum.

Billy "Çünkü onu gördüm." diye cevap verdi.

"Ne zaman?"

"Bir kaç hafta önce. Parkta futbol topuna tekme atıp duruyordum ve yanlışlıkla çalılıkların içine attım. Almak için gittim, işte o anda onu gördüm. Normal bir adam gibi görünüyordu, sokakta öylece duruyordu. Aşağı ve yukarı bakıyordu, ardından hiçkimsenin izlemediğini düşündüğünde...kendini açtı.

Uzun, zayıf bir şeye dönüştü ve sokak lambasının arkasına saklandı. Bir anda bir Klik! sesi duydum ve lamba söndü. Ondan sonra diğer sokak lambasına geçti ve başka bir Klik! sesi duydum, o lamba da söndü. Bütün sokak boyunca aynısını yaptı. Klik! Sonraki Lamba! Klik! Sonraki Lamba! Klik! . Bütün lambalar sönene kadar yaptı.

Tam da o anda beni fark etti. Aniden göz göze geldik. Beni gördüğünü biliyordum, benim de onu gördüğümü biliyordu. Koşmaya başladım ve arkama bakmadım. Eve vardığımda bütün kapıları kilitledim.

Ondan sonra uzun bir süre evden çıkmaya korktum. Ardından sadece gece vakti tehlikeli olduğunu fark ettim. Gün içinde genellikle güvenli. Sadece karanlıkta çıkıyor. Görülmekten nefret ediyor.

Hiçkimse bana inanmıyor. Ailem beni psikiyatriste götürdü ve o da bana inanmadı. Sen bana inanıyor musun?"

Onu ikna etmeye çalışarak "Elbette Billy." dedim "Sana inanıyorum."

Hayal kırıklığı içinde "Hayır inanmıyorsun." dedi "Neyse, bana inanmasan da seni uyarmamın iyi olacağını düşündüm. Ne de olsa...sen benim en iyi arkadaşımsın."

Bundan sonra Billy kalktı ve hoşçakal deyip gitti. Kapıdayken güvenli olduğuna emin olmak için etrafa baktı ve sonra koşmaya başladı. Görüş alanımın dışına çıkana kadar onu izledim, ardından içeri girdim.

Gerçekten çok üzgün hissediyordum. En iyi arkadaşımın aklını kaybettiğini düşünüyordum. Bu ertesi gün polis Billy'yi bulana kadardı.

Katlanmıştı. Kan yoktu, iç organlar yoktu, ama vücudundaki her bir kemik kırılmıştı. Minik bir kütle olacak şekilde katlanmıştı. Polis onu ilk bulduklarında ne olduğunu bile anlayamamıştı, ellerine alıp düzleşmiş yüzünü görene kadar.

Annesinin polis merkezine gidip kimliğini saptaması gerekti. Kalıntılarını göstermek için onu içeri aldıklarında bayıldı. Küçük bir et, kemik, giysi ve saç kütlesiydi. O...katlanmıştı.

Haberleri duyduğum andan beri tetikteyim. Billy'nin bana söylediği çılgın şeyler hakkında düşünmeyi kesemiyorum. Bir anda o kadar da çılgın gelmemeye başladılar.

Uyuyamıyorum. Yorgunum ve gözlerim kan çanağına döndü. Sürekli gerginim ve kendimi omzumun üstünden arkaya bakarken bulup duruyorum.

Bu sabah okula gittiğimde yol üzerindeki sokak lambalarını saydım. Akşam eve döndüğümde tekrar saydım.

Bir tane fazladan vardı.

16 Haziran 2016 Perşembe

"God of Judgements 'Janus' "

Merhaba benim adım Percy ve size başımdan geçen bir olayı anlatacağım. Gece yarısı bilgisayarımda, internette dolaşıyordum genelde sıkılmazdım ama sıkılmıştım sanki birden biri beni bıçağından geçirecek gibi geliyordu.

Sonra karşıma birden garip kırmızı renkli kocaman bir yazı çıktı disleksim sağolsun biraz zorlandım ama okumayı başardım. Açık ve net bir şekilde aynen şöyle yazıyordu: 

''Bir karar ver''

Anlamamıştım çünkü verebileceğim bir karar yoktu. Ardından bir yazı daha çıktı:

''Sağ kolun mu? Sol kolun mu?''

Korkmaya başlamıştım. Düşünsenize internette gezinirken karşınıza bir yazı çıkıyor ve sağ kolun mu sol kolun mu diyor. Karşıma çıkan yazının bir kapatma butonu yoktu. Gerçek değildir diye düşünüp herhangi bir seçeneğe tıkladım. Sol kol demiştim.

Ardından ne oldu bilmiyorum ama galiba bayılmıştım ayıldığımda ise sol kolumun yerinde olmadığını farkettim. Korkudan ağlamaya başladım, sonra ay ışığının karanlığında kafamda bir şimşek çaktı ve ağlamam manyakça bir gülmeye döndü, kahkaha atıyor ve kendimi kontrol edemiyordum. Birden kopuk kolumla birlikte bilgisayarın başına geçip başka bir yazının geldiğini gördüm:

''Bana katılmak ister misin?''

Karnımda garip bir his vardı, tarif etmek çok zor, sanki birşey içten dışa doğru çıkmaya çalışıyordu. Aldırış etmeden soruya evet cevabını verdim. Gözlerimi kapattım açtığımda sanki kocaman bir ambardaydım. Kopan kolum yerindeydi, ilginçti çünkü birilerini öldürmek istiyordum. Karşımda ise ikibaşlı, etrafa garip bi ışık yayan, sadece üstünde kamuflajlı pantolon olan bir şahsiyet vardı.

''Ben kararların tanrısı Janus'um. Ve sen artık benim yardımcımsın."

Sanki eski ben gitmiş, yerine manyak Percy gelmiş gibi hissediyordum. Bana bir kaç kamuflaj kıyafeti ve keskin bir bıçak verdi ve birde saat verdi. Ama saatte garip bişey vardı, saati sorunca dediki:

''O saat insanların bilgisayarlarına gönderilen soruların adresleri''

Artık yeni bir yasa vardı tek karar. ''Ölüm'' . Görevim basit ve çok zevkliydi. Sadece saatimde beliren adreslere gidip, beyin ameliyatı yapmaktı. Saatime baktığımda harita gibi bir düzlemde turuncu bir nokta belirdi, aslında normal bir gözle bakılırsa adresin bulunması çok zordu fakat ben çok kolay anlamıştım. Sanki beynim bana komut veriyordu, bu adres May halamın eviydi. Yüzümde manyak bir gülümsemeyle adrese gittim.

Eve girmek kolaydı, şimdi sıra en zevkli yere geldi. Arkasına geçtim ve beklemeye başladım. Halam sayfayı kapatmaya çalışıyor ama başaramıyordu. Sonunda gerçek değildir diye bastı (zaten herkes o yüzden bastı, bende dahil) şimdi sıra bende. Bıçağımı öncelikle omzuna batırdım, beni gördü ama bağıramazdı. Çünkü cebimden çıkardığım bir bez parçasını ağzına sokmuştum. Alet odasına girip, bir çekiç alıp dizlerini kırdım. Gözlerinden yaşlar boşalıyordu, ağlamak istiyordu haykıra haykıra, fakat izin vermiyordum. Karnına bıçağı tam 14 kere soktuktan sonra gözlerine batırdım, bezi çıkardığım kan kustu. En sonunda boğazını kesip ameliyata son verdim. Bilgisayarında gezinirken belki bu yazı karşına çıkar ve bastığında seninle biraz vakit geçiririz, ne dersin? 

Ahh...yeni avlarım var harekete geçmeliyim.

Ç.N:
Bu Cp ise yine bir üyemiz olan Mr.SuicideSheep tarafından yazılmıştır ^^

12 Haziran 2016 Pazar

"Dark Goddes Christa"

Öncelikle...Bu hikayeyi okumamalısın...

Ben bir tanrıçayım. Karanlık Tanrıçası Christa...Kurbanlarımın en büyük hatası Yüce Karanlık'tan korkması. Özellikle de çocuklar korkuyor Yüce Karanlık'tan. Bu beni eğlendiriyor.Korkmaya başladıkları anda kahkaha atmaya başlıyorum. Beni duyuyorlar. Annelerinin yanına gitmek istiyorlar ama gel gör ki kapıları kilitli oluyor. Bu sefer annelerini çağırıyorlar "Anne kapım kilitli korkuyorum!" diye. Anneleri geldiğinde kapıları kilitli olmuyor. Anneleri onların tam bir ahmak olduğunu düşünüyor sonra da "Seni ahmak!Gecenin bu saatinde bize şaka yapıp uyandırmakta nedir!"diye bağırıp tokat atıyor. Bense kahkahalarla gülüyorum ve beni sadece çocuklar duyabiliriyor. Sonra yine konuşuyorlar "Duymuyor musun senin bana gülmene kahkaha atıyor!"diyerek ağlıyor. Sonra anneleri zavallı kurbanlarıma bir daha tokat atıyor ve yataklarına gidiyor.Tabi yine kapı kilitleniyor. Sonra çocuklar "Yalvarırım bırak beni"diyor. Şapşallar. Bunun bana zevk vereceğini hiç düşünmüyorlar...

Sonra onlara kendimi gösteriyorum. Karanlıkta sadece sarı gözbebeklerim ve morcivert saçlarım görünüyor. Sonra yatağın altına saklanıyorlar. Bense onlara yine bakıyorum. "Üzgünüm tatlım,benden korktun mu kaçamazsın"deyip onları o sarı gözlerimle büyüleyip karanlık tarafa çekiyorum. Yavaş yavaş siyahlaşıyorlar ve bir hortlağa benziyorlar. Bu benim için yeterli. Önümde eğilip bana taparcasına "Ne istiyorsun Dark Goddes Christa.Söyle de yapalım." diyorlar. Onlardan başkalarını korkutmasını istiyorum. Sonra geliyorum ve onları yine büyülüyorum. Ve biliyorum,sende hikayemden korkup yatağının altına saklanıp o hatayı yapacaksın ve sarı gözlerimin büyüsüne kapılıp bir hortlağa benzediğinde sana aynen şunları söyleyeceğim;

"Sana okuma demiştim minik yaratık"



Ç.N:
Yeni bir Türk CP'si daha ^,^
Bu CP'nin yazarı Ceyda Arslan isimli arkadaşımız, çizim de bizzat ona ait *-*

10 Haziran 2016 Cuma

"Rainy girl"

Ben mükemmeldim. Aynı yağmur gibi. Herkes benim gibi mükemmel olmak istiyordu. Mükemmel olmaya çalışıyorlardı. Ama asla böyle bir şey olmayacak. Kimse bana benzeyemeyecek. Ne kadar isterlerse istesinler. Ben ünlü sayılan bir estetik cerrahıyım. Kliniğimde yalnızca ben çalışırım. Kimseye ihtiyacım yok. 

Gelen hastalarım genellikle uğraşılmak istenmeyen çaresiz insanlardan oluşuyor. Bana diğer doktorlar son çare olarak gönderiyorlar. İster sağlık ister keyif için olan estetiklerde bana gönderildikleri için onlara okuyamayacakları küçüklükte yazılar yazan 4 sayfalık bir anlaşma imzalatmama ve prosedür gereği adı altında yaptıklarıma karşı çıkamıyorlar.

Tanışmamız kliniğe ilk geldikleri zaman başlıyor. Benim yüzümü maske ve gözlük yüzünden göremedikleri için tedirginler. Onları boş klinikteki lobiye götürüyorum. Oturmaları için işaret veriyorum. Genelde aileleriyle geliyorlar. Ben ise hasta ve ailesiyle farklı olarak görüşüyorum. Onların beraber oldukları zaman başarılı geçen operasyonlardan örnekler gösteriyorum. Büyük değişmeler onları resmen büyülüyor. Onlar örneklere bakarken ben onlar için bir şeyler hazırlıyorum. Bu hazırladıklarım ev yapımı kurabiye ve kahve oluyor. Kimse bu ikiliye hayır diyemiyor. İçine küçük bir doz esrar(zeka zehri olarak da bilinir) kattığımı hastaya veriyorum. Ailesini ofisime götürüp bütün ayrıntıları anlatıyor, paramı alıyorum.

Ameliyat için yağmurlu bir günü beklemeye başlıyorlar. Belki de bu yüzden bana Rain diyorlar. Ben memnunum. Yağmuru severim. Ve kanı, yağmurdan daha çok. Yağmurlu günü bekleyen hastam esrarın etkisini gösterir. Kendisi dışında bunu pek kimse anlamaz. Bu sayede de yapacaklarımın etkisinden kolay çıkar. En az birkaç hafta süren bu bekleyişten sonra tekrar kliniğime gelirler. Bu süre içinde başka hastalara randevu vermem. Hastalarıma değer veririm.

Geldikleri zaman onları her zamanki gibi boş olan lobiye oturtup, yine ikramları hazırlamaya gittim. Bu aralar talep azdı. Canım sıkkındı. Ayrıca üstüne üstlük akşamdan aldığım kokainin etkisi tam geçmemişti. Ameliyatta iken duygularım dengeli olmalıydı.

Dolaptaki uyuşturuculara göz gezdirdim. LSD çok az kalmıştı. 3 kişiye yapacaklarımı unutturabilecek derecede halüsinasyon gördürebilecek dozdaydı. Bu sefer sadece hastamın değil, ailesinin ikramlarına da küçük miktarda doz kattım. Hastaya normalde kattığımdan daha fazlasını katmıştım. Yaptığım şeyin sonunu düşünemeyecek kadar dengesizdim bugün. İkramları verdim. Bu arada ameliyatta ne yapacağımı ayarladılar. Kız çok güzel olmak istiyordu. Çok sahte. Onları kendi hallerine bırakıp yağmura baktım.

Ameliyathaneye girdim. Tüm dezenfekte edilmiş aletleri bir kez daha gözden geçirdim. Hepsi olması gereken yerdeydi. Hepsi kusursuz bir düzen içinde olmalıydı. Her şeyin bir yeri ve ölçüsü olmalıydı. Ameliyathanenin bir bölmesindeki odayı kontrol ettim. Su, yavaş yavaş doluyordu. Lobiye geri girdim. Hepsi çoktan sızmıştı. Bir şeyler sayıklıyorlardı. Kızın annesini ve babasını ameliyathanedeki dişçi koltuklarına oturtup hortumla bağladım. Lobiye tekrar döndüm. Kız, elinde olmak istediği kişinin fotoğrafını tutarak anlamsız kelimeler söylüyordu. Onu ameliyathanedeki sulu odanın içerisinde bulunan elektrik sandalyesine oturttum. Su yeterli seviyeye kadar geldiğinde bölümün cam kapılarını kapattım. Orada bulunan butona basıp birikmiş olan yağmur suyunun kızın üstüne boşalmasını sağladım. Su seviyesi kızın boynuna kadar geliyordu. Yavaş yavaş elektrik akımı vermeye başladım.

Akım küçük olsa da suyla birlikte gücü artıyordu. Elektrik akımı kızı hoplatıyordu. Onu yerine bağlamamıştım. Kız sonunda uyanmayı başardı. Olduğu ortamı görünce çırpınmaya başladı. Ayağa kalksa, su belini geçmeyecekti. Onun bu salak durumuna güldüğüm zaman bana baktı. Sonunda ayağa kalkmayı akıl edebilmişti. "Ne yaptığını sanıyorsun?!" Kızın sesi kısık çıkmasına rağmen duyabilmiştim. Soğuk bir ses tonunda söylemekten zevk aldığım sözcükleri ağzımdan çıkardım. "Prosedür gereği…" Kız başını eğdi. LSD'nin etkisi kendini gösteriyordu. Bilinci yerinde olmasına rağmen vücudunu yönetemezdi. Ona, yerine oturmasını işaret ettim. İtaat etti. Etmeliydi de. Etmek zorundaydı.

Başka bir düğmeye bastığımda suyun yavaşça kaynamasını sağladım. "Neden buradasın?" Her hastama sorduğum klasik soruları sıralayacaktım. Ancak bu sefer aklımda başka şeyler de geliyordu. Bugün dengesiz ve yaratıcıydım. "Aptal mısın sen? Tabii ki mükemmel olmak için. Tüm aptalları ezebilmek için. Herhalde bu salakların başında da sen geleceksin." LSD'nin dozunu kaçırdığım, kızın tavırlarından anlaşılıyordu. Kızın kahkahası sinirlerimi daha da bozuyordu.

Normalde soğukkanlı biriyim. Aklıma çok eğlenebileceğim yollar geliyordu. "Ben zaten mükemmelim. Senin yardımına ihtiyacım yok ama.. Şu gerzek doktorlar-" Saçmalamaya başlamıştı. Ne dediğinin farkında mıydı?

Sinirleniyorum. Nefes alış verişim, kalp atışım hızlanıyor. Gözüm seğiriyor. Mükemmel kelimesini bu kadar çok ağzında gevdirmesine dayanamıyorum. Mükemmelmiş! Asıl mükemmel olan benim! Benden başka hiç kimse mükemmel olamaz! Mükemmel olmaya layık tek kişi benim! Onu mükemmelliğe uygun bir şekilde öldüreceğim. Suyun kaynamasına az kalmıştı. Kız bağırıyordu. Ayağa kalkmış, cam duvarlara vuruyordu. Vücudu suyun etkisiyle buruşmaya devam ediyordu. Yeterince buruştuğunda suyu boşalttım. Kızın yere çökmesinden faydalanarak kapıyı açtım, ensesine ağır bir darbe indirip bayılmasını sağladım. Kıyafetlerini çıkardım.

Tamamen çıplak ve kirliydi. Bu halinin mükemmel olduğu düşüncesi beni daha da sinirlendiriyordu. Onu doğum sandalyesine oturtup misina ile sıkıca yerine sabitledim. Normal bir cımbızdan 2 kat daha büyük olan aleti alıp buruşan yerlerin kıvrımlarından kesmeye başladım. Çok ince bir işti bu. Acısının fazla olacağını düşünmediğim için bu yöntemi terk ettim.

Kız uyanmıştı ve çığlık atıyordu. Eninde sonunda sesi kısılacaktı. Ben de bu anın tadını çıkaracaktım. Penseyi alıp kızın bir parmağını kıstırdım. Ben bastırdıkça et yavaşça bedenden ayrılıyordu. Kız çığlıklarını durdurmuştu. Kızın yüzüne baktığımda acıdan bayıldığını anladım. Diğer parmaklara da aynı işlemi yaptım.

Gözüm, kızın ebeveynlerine kaydı. Onlar da tıpkı diğerleri gibi değersizdi ama onlar umurumda değildi. Sıkılmıştım. Üstüme çok fazla kan bulaşmamıştı. Kan istiyorum. Amacıma uygun bir alet arıyorum. Cam dolapta sakladığım 15 cm uzunlukta 4 cm çapı olan tahta kazıkları aldım. Aralarında 5 cm boşluklar bırakarak ebeveynlerin boğazına sapladım. Bir çiçek gibi görünüyorlardı. Kız uyanmış ve tekrar çığlık atıyordu. Sinirimi bozmakla beraber sesinin kısıldığını duymak da beni mutlu ediyordu.

Etrafa bakınıyorum. Başka bir alet arıyorum. Köşede duran şemsiyeye gözüm takılıyor. Şemsiyeyi alıyorum. Eski tip bir şemsiye. Uzun ve ucu sivri. Kızın yanına geliyorum. Ağzını açtırıyorum. Şemsiyeyi boğazına sokuyorum. Hareket etmeye, kurtulmaya çalışıyor. Bu halleri beni daha da şehvetlendiriyor. Şemsiyeyi daha da ittiriyorum. Daha fazla girmeyeceğini anlayıp şemsiyeyi yavaşça çıkarıyorum. Şu an bilinci tam yerinde değil. Hala ölmedi. "Burun deliklerimiz neden aşağı doğrudur, biliyor musun?" Tepki vermiyordu. Ama beni anlayabiliyordu. "Eğer burun deliklerimiz yukarı doğru olsaydı yağmur yağdığında boğulurduk…" Kerpeteni aldım. Adem elmasını kıstırıp boğazını parçaladım.

Tamamen ölmüş olmalıydı. Neşteri aldım. Göğüs bitiminden itibaren göbek deliğine kadar olan kısma güzel el yazımla YOU ARE NOT PERFECT yazdım. Son bir kez cansız bedene baktım. Şemsiyeyi tekrar elime alıp göbek deliğine soktum. Daha derine ittirdim. Kan dolmuş yere oturup derin bir nefes verdim. Rahatlamıştım. Mutluydum. Mükemmel olan tek kişi bendim. Kimse mükemmel olamazdı.

Kliniğin her yerine benzin döktüm. Ameliyathaneye girip ateşi yere attım. Burada yansa mıydım? Klinikten çıktım. Yapının tamamen yanmasını bekledim. En azından tüm kanıtlar yok olana kadar.

Olaydan birkaç yalan söyleyip kurtulmuştum. Ünüm artmıştı. Yeni bir klinik açmıştım. Yanımda ameliyat yapabilecek ve etrafı temizleyecek elemanlar bulunduruyordum. Yüzümü herkese gösteriyordum. Yüzeysel olan yüzümü. Bir görüşmeden daha çıkmış, onlara yağmurlu bir günü beklemelerini söylemiştim. Hastamı kapıdan uğurlarken arkasından seslendim. 

"Yanında şemsiyeni getir."


Ç.N:
Bu CP Ruassa tarafından yazılmıştır *-*
Kendisinin 3. CP'si, ayrıca sağ alttaki çizim de kendisine ait ^^
Katkıları için teşekkür ediyorum :3

8 Haziran 2016 Çarşamba

"They Are Just So Darn Cute"

2. sınıfların öğretmeni olmayı seviyorum. Sınıfımdaki öğrenciler çok şirin ve masumlar. Mükemmel yaştalar. Eskiden 6. sınıfların derslerine giriyordum, ama hemen bunun bir hata olduğunu fark etmiştim. 6. sınıf gruplaşmanın başladığı, zorbalığın  geliştiği ve çocukların birbirlerine kötü davranmayı gerçekten öğrendiği zamandır. O yaşta internetteki dehşet verici videolar ile kirlenirler ve yaşıtlarıyla iğrenç konuşmalar yaparlar. Büyükleri için saygıları, öğrenmek için istekleri olmaz.

Hayır. 2. sınıftaki çocuklar onlardan daha iyi. Aileleri onları dünyanın kötülüğünden korumak için hala uğraşıyor. Çocuklar bana büyük gözlerle bakıyorlar, öğrenmeye hevesli, onlara verdiğim her bilgiyi içmeye hazır bir şekilde.

En sevdiğim gün sevgililer günü. Çocuklar o günde minik, kağıttan poşetler yapıp, şeker ve kartlarla dolması için sıralarının kenarlarına bantlıyorlar. Bu sene evde lezzetli kurabiyeler pişirdim ve her öğrenciye bir tane vermek için okula erken geldim. Tepkilerini görmek için çok heyecanlıyım.

Bütün sabah gülümsedim. Çocuklar pembe ve kırmızı renkte giyinip sınıfa vardıkları anda gülümsedim. Mutlu bir şekilde içindeki şeyi görmek için kağıt poşetleri yırtarlarken gülümsedim. Kurabiyeleri gördükten sonra bana tapılası derecede şirin bir şekilde "Teşekkürler Bayan Collins!"  derlerken gülümsedim. Kurabiyeyi ısırırlarken gülümsedim. Ve hepsi teker teker maviye dönüp, kusup, boğulurken gülümsedim.

Ne de olsa çok şirin bir yaştalar. Büyümelerine izin vermek utanç verici olur...

Ç.N:
Bunu okurkenki tepkim aynen şuydu: (o_O)???
Ah bu arada bir şey söylemek istiyorum; bazılarınız iletişim formundan bana kendi ellerinizle yazdığınız CP'leri atıyorsunuz ya da soru soruyorsunuz. Onlara cevap vermeye çalışıyorum ama gerçekten çok fazla mesaj var ve Google'ın sistemi yüzünden hepsine bakmak çok zor oluyor, yine de bakıyorum. Ama sorun şu ki, daha sonra cevap vermek için kapatıp unutuyorum. Çok yoğun olduğu için de görüp hatırlayamıyorum, o yüzden eğer cevap atmayı unutursam beni uyarmaktan çekinmeyin lütfen. Aynı şey yorumlar için de geçerli, sayfaya yazdığınız bir yoruma cevap vermemişsem beni uyarabilirsiniz. Gerçekten memnun olurum :3
[By reddit user: sp00kyscary]

6 Haziran 2016 Pazartesi

"23:59"

Hafta sonuydu. Güzel bir geceydi. Hava bulutsuzdu ve yıldızlar parlaklıklarının yerini ay almıştı.Ailem beni tatil olduğundan dolayı evde büyükannem ile bırakmıştı. Bilgisayardaki oyundan sıkılmıştım. Resim çizmeyi çok severdim. Bu yüzden sıkıntımın yerine rengarenk resimlerin alması için,üyelerin yaptığı resimlerin yayınlandığı siteye girmeye karar verdim. Google'ye sitenin ismini yazdım ve giriş yaptım. Herzamanki gibi güzel resimlerle dolu tablolar çıktı karşıma. Resimlerin arasında biraz dolandıktan sonra aynı bana benzeyen birinin olduğu bir resim gördüm.

Resmi açtım ve bu kişinin tamı tamına ben olduğuma emindim. "Sonraki resim" butonuna bastım. Bu seferse büyükanneme çok benzeyen bir kadın vardı. Elinde bir tabak kurabiye vardı ve mor harflerle "Lucia'nın odası " yazılı kapının önündeydi. Bu sadece altı üstü bir resimdi.
Ardından odamın kapısının tıklandığını duydum. "Gir!" dedim ve içeriye büyükannem bir tabak kurabiye ile yanıma geldi. "Sana biraz kurabiye yaptım,acıkmış olduğunu düşündüm." diyerek bana sıcak bir gülümseme attı. "Teşekkürler büyükanne. Bende biraz internette geziniyordum." dedim ve büyükannem onaylayıp odamdan çıktı.

Kafamı,resmin olduğu bilgisayara çevirdim ve "sonraki resim" butonuna bastım. Bu seferse büyükannemin benle konuşup odamdan çıktığı an vardı. Artık bu iş tuhaflaşmaya başlamıştı. Bu resimler adeta benim geleceğimin ne olduğunu söylüyordu!

Meraklanıp "sonraki resim" butonuna bastım. Fakat resimde hiçbirşey yoktu. Kapkaranlıktı ve ve sadece neon sarısıyla bir saatte "23.56" yazısı vardı. Bu saat duvarımdaki saatime çok benziyordu. "Sonraki resim" butonuna bastım. Bu sefer karşıma "son 4 dakika" yazılı bir resim çıktı. Yaklaşık bir saat kadar bilgisayarda gelecekte olacakları gördüm.

Gözlerim ağrımaya başlamıştı bile. Bilgisayarın başından kalktım ve duvardaki neon sarısı saate baktım. Saat "23:53" idi. Gece yarısına "7" dakika vardı. Büyükannem uyumuş olmalıydı ki evden hiçbir ses yoktu. Fakat evdeki tüm ışıklar açıktı. Biraz tuhaftı.

Dışarıdan bir şimşek sesi geldi ve evdeki tüm elektrikler kesildi. Tuhaf olan o gece bulutsuz olmasıydı. Artık hiçbirşey göremiyordum. Bilgisayar açıktı fakat onunda ışığını göremiyordum. Sadece saatimin neon ışığıyla yanan "23:56" yazısını görüyordum. Bu kapkaranlık manzara aklıma resimde gördüğüm "23.56" ve "son 4 dakika" yazısı aklıma geldi. Karanlıkta etrafa bakınmaya başladım ve sonunda ışığın yanıp sönen bilgisayarımı gördüm. Işığı sayesinde etrafı az-çok görebilmiştim.

Bilgisayarın açılması ile karanlık odam biraz aydınlanmıştı ve ben etrafı görebilmiştim. Ama keşke görmeseydim. Tavandaki avizeden deri ve bağırsaklar sarkıyordu. Hemen gardırobumun yanında büyükannemin delik deşik ve dikişlerle dolu ceseti duruyordu. Bana dikişli ağzı ile gülümseyerek bakıyordu. Karşımdaki duvarda ise kanlarla " son 2 dakika" yazıyordu.Saate tekrar baktım,saat "23:58" idi. Korkmuştum...

Tedirginlikle fareyi elime aldım ve "sonraki resim" butonuna bastım. Artık resimde ne çıkacağından korkuyordum. Heyecanlanmıştım da.
Saat "23:59" olmuştu. Butona basmamla beraber karşıma kemiği derisinden yarı ayrılmış bir ceset çıktı. Bu manzaradan korkmamıştım. O cesetin arkasında duran siyah kapşonlu sarı gözlü kızdan da korkmamıştım.
Benim korktuğum şey o cesetin bana çok benziyor olmasıydı..

Ç.N:
Bu CP Sena Demirbas arkadaşmız tarafından yazılmıştır :3


4 Haziran 2016 Cumartesi

"Huggers"

Acelen var. Koştura koştura evi topluyor, giyiniyor, ocağı söndürüyor, pencereleri kapıyor ve bir şey unutmamak için eve tekrar tekrar bakıyorsun. Her şey tamam.

Eline poşetleri, sırtına çantanı, eline anahtarı alıp apartman boşluğuna çıkıyorsun. Ayakkabılarının bilek kısmına basarak dairenin dış kapısını kapatıyorsun. Anahtarla kapıyı kilitlemen gerekiyor. Ancak karanlık yüzünden hiçbir şey yapamıyorsun. Otomatik lamba yanmıyor. Kolunu havaya savuruyorsun. Hala yanmıyor. Bu hareketi birkaç kez daha tekrarlıyorsun. Hala yanmıyor. İçinden sövüyorsun. Lambanın altına doğru yürüyüşe geçtiğinde lamba yanıyor ve sen tekrar sinirlenip kapıyı kilitlemeye başlıyorsun. 

Bu olay neredeyse çoğu zaman yaşanıyor. Acelen olup olmaması önemli değil. Bu sadece bir örnekti. Tıpkı sizin de örnek olarak kullanıldığınız gibi. Peki bu lambaların sizi neden algılayamadığını, size tuhaf hareketler yaptırdığını hiç düşündünüz mü? Normalde bu lambalar canlı bir varlığı hareketiyle ışık saçabilirler. 

Sizi niye algılamıyor olabilir? Sizi canlı saymadığından olabilir mi? Yeterince hareket etmediğinizden? Ya da belki sadece bozuk olduğundan?.. İşte ben bunu açıklamak için buradayım. Onlar var sayılan ama olmayanlar. Tek istedikleri sarılmak ve biraz yemek. Onlar sizinle besleniyorlar. Evden çıkarken yaşadığınız duygular ne olursa olsun o duygularla doyuyorlar. Daha kapının önüne gitmeden sizin için toplanıyorlar. Sizi bekliyorlar. Siz kapıdan geçtiğinizde bu amansız bekleyişleri sona eriyor ve size sımsıkı sarılıyorlar. İşte belki de bu yüzden sizdeki yaşamı algılayamayan lambalar sizin de o anda olduğunuz gibi karanlık kalıyorlar. 

Ayrıca hareketsiz kalmamaya da çalışın. Hareketsiz kaldığın zaman da o lambaların söndüğünü hatırlıyorsun, değil mi? Unutmayın. Sizi bekleyenler var. Sizi soyutlaması sadece lambalarda etki etmiyor. Ve dikkat edin ki evinizin içindeki kapılara geçip sizi tamamen karanlığa çekmesinler.

Ç.N:
Bu CP Ruassa arkadaşımız tarafından yazıldı *-* 
Kendisi daha önce de CP göndermişti, bu yüzden ona teşekkür ediyorum :3 
Son zamanlarda CP gönderimi de baya arttı ^o^ Göndermek isteyen olursa iletişim formundan bana ulaştırabilir, CP'nin ismini ve kendi isminizi yazmayı unutmayın! :3 

2 Haziran 2016 Perşembe

"True Colors"

Bugün günlerden Salı. Saat 13:30 .Yarın tarih sınavımız var. Sınıftaki kimse tarih öğretmenimizi sevmez çünkü sınavları çok zor. Ama ben diğer arkadaşlarım gibi sınava çalışmak yerine yaptığım resimleri boyuyorum, fakat bir sorun var. Aradığım kırmızıyı bir türlü bulamıyorum.Kırmızı ile boyanacak çok fazla resmim var ve yanlış kırmızı tonunu kullandığımdan 4 resmim mahvoldu..

Saat 14:24. Resimlerim gitgide azalıyor. Annem ve babam iş seyahatinde olduğundan bir kaza çıkarıp tekrar burada onların azarını dinlemek istemiyorum ama çok sinirliyim. Sinirlerimi biraz hafifletmek için abur-cubur almaya gidiyorum. Yolda alt komşumuzun oğlunu gördüm. Çocukluğumdan beri ondan ve ailesinden nefret ediyorum.

Saat 14:35. Eve geldim ve kırmızı tonunu aramaya devam ediyorum. Delirmek üzereyim. Masanın üzerindeki bıçağı alarak geriye doğru rastgele fırlattım. Ama yere düşme sesini garip bir şekilde duymadım. Arkamdan gelen çığlıklardan dolayı arkama baktım, ve bana korku dolu gözlerle bakan alt komşumuzu gördüm. Kasıtlı yaptığımı düşünecek olsa gerek çünkü üzerime doğru yürüdü. Benden yaşça büyük ve doğal olarak daha güçlü olduğunu bildiğim için kendimi savunma isteği duydum. Başıma aldığım darbeden sonra tek hatırladığım şey bıçağı omzundan alıp kalbine sapladığım oldu. Kısa bir süreliğine bayılmış olmam gerek ki uyandığımda yerdeki kanlar kurumamış. Yerdeki komşumu ortadan kaldırmam gerektiğini biliyorum bu yüzden komşumu güçlükle kaldırıp şömineye doğru yürüdüm.

Hapse girmek istemediğimden bütün gücümle komşumu yanan şömineye fırlattım. Yanarken yukarıya doğru süzülen dumanlar çok hoş görünüyor. Belki bir ara bunu çizebilirim. Ancak kanların kurumaması için hızlı olmalıyım.

Temizlemek için odaya girdiğimde boyamaya çalıştığım resmi kanlar içinde buldum. Aradığım tonu buldum sanırım. Yerdeki kanı kullanamayacağımdan başka bir kan bulmalıyım. Kanların gökten zembille düşmediğini bildiğim için birini yada bir şeyi daha öldürmeliyim.

Akşam nasıl kan bulacağımı bulmaya çalıştım ve 2. kişiyi öldürürsem de çok bir şey değişmeyeceğini düşündüm. Aslında bu çok keyifli bir şey.

Bu noktada hayatın da pek bir anlamının olmadığını anladım. Artık kararımı verdim.

Bu gün çarşamba. Tarih dersimiz boş. Arkadaşlarım tarih sınavının olmayacağını anladıklarında sevinçten etrafta koşmaya başladılar. Bense onları izlerken yeni kırmızımın tadını çıkarıyordum...

Ç.N:
Bu Cp Alper Sarıbal ve Derya Balatacı tarafından yazılmıştır, katkıları için teşekkür ediyorum *-*
Bence bu CP'nin ana karakterinin çizimi olsa güzel olurdu, elinde kanlı fırçalarla *-*

1 Haziran 2016 Çarşamba

“Video Nasty”

Bir akşam Betty isminde bir kadın kapısında tıklama duyduğunda evde yalnızdı. Kapıyı açtı ve genç bir adamın kapıda durduğunu gördü. Ona arabasının bozulduğunu söyledi ve telefonunu kullanıp kullanamayacağını sordu, çünkü cep telefonunun şarjı bitmişti.

Betty arkadaş canlısı bir kadındı ve ona yardım etmeyi hemen kabul etti. Adam telefon aramasını yaptıktan sonra ona içecek bir şeyler teklif etti. Salonda oturdular ve sohbet etmeye başladılar. Sohbetleri gecenin bir yarısına kadar devam etti.

Saat ilerledikçe Betty esnedi ve genç adama eve gitme vaktinin geldiğini söyledi. Ancak adam onu umursamadı ve filmlere olan tutkusu hakkında konuşmaya devam etti. Son olarak izlediği tüm filmleri saydı ve kadına fikrini sordu.

Konuşma ilerledi ve adam ‘kötü video’ ile ilgili bir konu açtı. Betty bunun ne anlama geldiğini bilmiyordu. Adam ona kötü videoda işlenen cinayetlerin gerçekten işlendiğini açıkladı. Özel efekt yoktu. Kamera oyunu yoktu. Her şey gerçekti. Betty biraz ürkmeye başladı ve korku filmlerinden birini izlerken ödünün koptuğunu söyledi.

Film 3 psikopat tarafından tuzağa düşürülen kadının parçalara ayrılarak öldürülürken açık kalan kamera tarafından çekilmesini konu alıyordu. Adam ‘kötü videolar’ hakkında daha da çok konuşmaya başladı. Ve konuştukça, kadın daha huzursuz oldu.

Adam konuşmaya devam ederken, Betty’nin dikkati aniden misafirinin ceketinin altındaki kırmızı ışığa kaydı. Işığın kayıt yapan bir kameraya ait olduğunu anlayınca rengi attı…

Ç.N:
Dün Cp paylaşmayı unutmuşum niye hatırlatmıyorsunuz -,-