31 Ekim 2020 Cumartesi

It started as a leak

 Yağış sezonunun yazın erken vaktinde, Haziran'da başlaması sıra dışı bir durum bile değildi. Yemek odasının tavanından yağmur suyu damladığını görmek onu şaşırtmamıştı Omuz silkti, büyükçe bir vazo bulup sızıntının altına yerleştirdi ve kendi kendine durmasını umdu. Her nasılsa, yağmur yağmaya devam etmiş ve vazo, daha o fark etmeden taşmıştı. Sabah ilk iş olarak vazodaki suyu boşaltmıştı, tıpkı işten eve döndüğünde yaptığı gibi. En sonunda sızıntının kaynağındaki, tavandaki hasarı fark etmişti.

Bembeyaz tavanı renk değiştirmiş, kahverenginin donuk bir tonuna bürünmüştü. Hava durumunu kontrol edip bir sonraki 10 gün boyunca ara sıra yağmaya devam edeceğini öğrendi. Tavanının küf tutup pahalı bir tamir masrafı çıkarmasından endişelendi, bu yüzden bulunduğu yerin yakınlarından bir tamirci çağırmaya karar verdi.

Fakat maalesef tamir için gerekli evrakları imzalayamazdı, bunu yalnızca ev sahibi yapabilirdi, sinir bozucu bir kuraldı. Ev sahibini arasa da ona ulaşamadı, hasarın nasıl git gide daha kötü olabileceğine dair ayrıntılar veren  birkaç sesli mesaj da bıraktı. Adamın, ev sahibinin neden aramalarına dönmediğine dair hiçbir fikri yoktu; genellikle iletişim halindeydiler, ayda en az iki kere konuşurlardı. 

En sonunda devamlı hasarlardan sorumlu olamayacağına karar verdi.

Gecenin birinde, duyduğu büyük bir gürültü onu uyandırdı. Hızla doğrulup yatağının başucundaki lambayı açtı ve devrilen masasının üstünde yatan belli belirsiz, büyük figürü fark etti. Kokudan öğürürken ve apartmandan koşarak çıkarken polisi aradı. 

Adam polis istasyonunda omuzlarına sarılı bir battaniye, ve ellerinde sıcacık bir kupa kahveyle oturuyordu. Bildiği tek şey; tavanında bir ceset vardı ve tavanı sızıntı sebebiyle öylesine aşındırmıştı ki ağırlık altında çökmeye başlamıştı. Bunca zaman, nem yüzünden kimliği tanımlanamaz hale geldiği için cesede otopsi yapıldı. Adam beklerken, ev sahibini tekrar aradı ve artık nihayet ona ulaşmıştı. Panikle olayı açıkladı. Olanları duyan ev sahibinin de ses tonu endişeli geliyordu. Adam ifadesini verirken polis istasyonuna gelmesi için ona yalvardı Adam, bir dedektif yanına geçerken durdu ve cesedin teşhis edilip edilmediğini merak ederek telefonunu yavaşça indirdi.

Kanı donmuştu. Başını dehşetle sallıyordu. Otopsi sonuçlarına göre, ceset yaklaşık bir yıl önce ölen Richard Thompson'a, ev sahibine aitti. Fakat onu en çok rahatsız eden şey bu olmamıştı. 

Eğer ev sahibi öldüyse, o zaman onu taklit eden kimdi?

24 Ekim 2020 Cumartesi

Distorted Warning Signals

 "BİLİNMEYEN" beni ilk aradığında, tam olarak birkaç saniye sonra uçağa binecektim. Daha önce duymadığım bir zil sesiyle çalıyordu, telefonuma indirmediğime emindim.

Normalde açmak için durmazdım, ama önceki hafta iş görüşmesine gitmiştim ve aramalarını bekliyordum. Derin bir nefes aldım ve çağrıyı kabul ettim.

"Merhaba?"

"Uçağa binme." bu bir kadın sesiydi, ses telleri parçalanmış gibi bozuk ve tuhaftı ve umutsuzca kısık sesle konuşmaya çalışıyordu. Sesinin sinir bozucu, bozuk kalitesine rağmen, tonu ısrarcı ve ürkütücü bir şekilde sakindi. Sonra görüşme bitti.

Donup kaldım. Her zaman havada yolculuk etmeye karşı hafif bir fobim vardı ve bu arama hakkında bir şeyler sadece... Şu an yedi saatlik bir uçuşa başlamamın hiçbir yolu yoktu.

Geri döndüm ve yemek bölümüne yöneldim. Öğleden sonra başka bir uçağa binmeye karar verdim.

Üç saat sonra, havaalanının Starbucks'ında, oradaki her televizyonun olmam gereken uçağın yaptığı kaza görüntüleriyle aydınlandığını gördüm.

Hayatta kalan yoktu. Bir kişi bile.

Numarayı tekrar aramayı denedim, polis de denedi. Ama arayacak numara yoktu. Telefonumun o an bir çağrı aldığına dair hiçbir kanıt yoktu. Telefon kayıtlarını ve telefonuma giden ve gelen etkileşimleri analiz ettiler... hiçbir şey.

Uydurmuyordum. Mümkün değildi.

Sadece bir arama olmadı. Yıllar içinde uzun aralıklı birkaç arama daha oldu, ama her zaman haklıydı. Ve ben her zaman dinledim.

"Bu gece o ilk buluşmaya gitme." Beş ay sonra, benim "ilk buluşmam" dört kadını öldürmekten hüküm giydi, kadınların hepsi de benim saç rengimde ve vücut yapımdaydı. Beni götürmeyi teklif ettiği lokantadan 75 metre ötedeki ıssız bir mezarlıkta bulundular.

"Bu gece konsere arabayla gitme." Onsekiz tekerlekli araç kontrolünü kaybetti ve araba yoluna daldı. Tüm arabalarla çarpıştı. Sürücülerin hepsi öldü. Benim araba kullanacağım otoyolda.

Yeni bir telefon alsam da, taşınsam da bir şey fark etmedi. Aramalar gelmeye devam etti. Neredeyse beni izleyen şeyin, her neyse, varlığını hissedebiliyordum.

Dondurucu okyanusun dibinde, uçaktaki yolcu koltuğuma bağlı olmayı, lokantanın karşısındaki o mezarda olmayı ya da onsekiz tekerlekli bir traktör arabama doğru kayarken, ölümün yakın olduğunu bilerek, göğsümdeki korkuyla izlediğimi hayal ettim. Bu çizginin ne kadar ince olduğunu düşündüm. Ne kadar çok yaklaştığımı.

Eğer beni geri aramalarını beklediğim bir iş görüşmem olmasaydı ilk aramayı hiç dinlememiş olacaktım. Ve bu benim için son olacaktı.

Her zaman bir şeyin benim için geldiğini hissettim. Ama her zaman bu... Bu çatlak, bozuk ses vardı, onu dinledikten sonra hiç var olmamış gibi görünen aramalarla. Gözlerimin önünde kendini yok eden telefon sinyalleri. Ve böylece hayattaydım.

Bu gidişatla ilgili içimde kötü bir his vardı.

Üniversiteden birkaç eski arkadaşımla bir kız haftası planlamıştım, ve kış mevsiminin ortasında tropik bölgelerde bir tatili dört gözle bekliyordum, ama bir yanım aramanın yaklaştığını neredeyse hissedebiliyordu. Belki Titanik'i çok fazla izlemiştim, ama başından beri küçük, rahatsız edici bir korku vardı.

Sorun olmayacağını umdum, ama bir şey olacağını biliyordum. Aranacaktım. Biliyordum.

Şimdi, gemi yolculuğuna çıkmadan bir hafta önce, bir arkadaşla akşam yemeğinden sonra daireme girdiğimde, telefonumda "BİLİNMEYEN"den bir mesaj olduğunu fark ettim. Daha önce hiç mesaj bırakmamıştı. Telefonumu tüm gece kontrol etmemiştim.

Kahretsin, o gemiye binmeyi gerçekten istemiştim. Ah, pekala. O soğuk, karanlık okyanusta beni bekleyen korkunç kader her neyse, buna değmezdi.

"Mesajı oynat"a tıkladım ve sesi dinlememle birlikte midemde bir sancı hissettim, ses kokunç bir şekilde bozuktu, şerit şerit kesilmiş bir boğazdan çıkıyor gibiydi, her zamankinden daha fazla bir aciliyetle çatlıyordu. Telefondaki ses tekrar ve tekrar aynı şeyleri söylerken dairemde etrafıma baktım.

"Bu akşam yemekten sonra eve gelme. Bu akşam yemekten sonra eve gelme. BU AKŞAM YEMEKTEN SONRA EVE GELME."



Ç/N : creepypasta.com top ranked hikayelerinden biriyle herkese merhaba.

söylemek istediğim birkaç şey var. üniversitede okumama rağmen uzun zamandır burada olduğumu çoğunuz biliyordur. açıkçası bu blogtan popülerite gibi bir beklentim yok, sanırım amaç bu olsaydı her adminin günde bir paylaşım yapmasının zorunlu olduğu bir instagram sayfasında falan olurduk. buradaki okuyucular korku hikayeleri ve creepypasta ile ilgilenen kişiler ve bu bence gayet yeterli. günümüzde zaten her an popüler olan şeyler, herkesin takip edip aktif bir şekilde yorum yaptığı durumlar karşımıza çıkıyor. benim bu blog hakkında sevdiğim şeylerden biri de öyle olmaması. *-*



23 Ekim 2020 Cuma

No matter how long I dig, I can't find my kids

Çocuklarımın kaybolduğu günü hatırlıyorum. Karım Netflix'te yeni birşeylere göz atarken ben yemek pişiriyor ve onları mutfağın penceresinden izliyordum.

Bir anlığına oradaydılar, birbirlerini daireler çizerek takip ediyorlardı, sonrasında kaybolmuşlardı. Onlara arka bahçeden seslendim, ilk başta beni görmezden geldikleri için sinirlenmiştim.

Arka verandaya çıkıp boş araziyi tararken panik içime işlemişti. “John! Desiree!” diye bağırdığımda, gelen tek cevap bahçenin kenarındaki ağaçların arasından yankıyan sesimdi. Onları son gördüğüm noktaya koştum, delirmiş bir balerin gibi dönerek, evin kenarından gelmelerini ve endişelerimin boşa çıkmasını umdum.

Desiree bana koşacaktı, kardeşinin nasıl da saçını çektiğinden ya da onu çamura ittiğinden yakınacaktı. John da kısa süre sonra, dışarı çıkardığı alt dudağıyla, cezaya hazır bir şekilde ciddiyetle yere bakarak beni takip edecekti

 Hiçbiri olmadı. Boğazımın yandığını hissedene kadar isimlerini seslendim. Yeri pençelerken ve gezegen kontrolsüz bir şekilde dönerken, ses tellerim kanadı. Karım Tracy, başını veranda kapısından çıkarıp beni endişeli bir şekilde gözledi. Ona baktığımda; yüzünün düştüğünü gördüm. O da en az benim kadar iyi biliyordu ki çocuklarımız kayıptı.

Delicesine, ormanın etrafını güneş gölgelerin arkasında gözden kaybolana kadar aradık. Polisle birlikte ormanın derinliklerini bile aradık. Haberlerle beraber gelen röportajcılar vardı, fakat herhangibir soruyu cevaplamaktan çekindim. Onlarla konuşacak halde değildim. Bir ay sonra, olayın tazeliği halkın ilgi alanından düştü. Polis araştırmayı iptal etti.

İşimden istifa ettim. Tracy geri çekildi. Koltukta uyumaya, boş şişeleri kahve sehpama dizmeye başlamıştım. Stand-up komedyenleri sevmeye ve durmadan onları izlemeye başladım. Günlerimi kahverengi likörde, gecelerimi ise gözyaşlarında boğularak geçirdim.

Bir gece, çocuklarımın kaybolmasından aylar sonra, arka bahçeye üstümde bornozdan başka hiçbir şey olmadan sendeledim. Bacaklarıma serpmesini hissederek rüzgara doğru işedim. İçeri dönmeye karar verdiğimde, çimenin üstüne takılıp düştüm. Bayılmaya oldukça alışmıştım, ama beni derinden sarsan bu olmamıştı. Islak çimin üstünde yatarken, kafatasıma inen bir çekiç gibi duydum onu.

Dünyanın altından gelen bir ses. Bu bir sanrı değildi işte! Küçük yumrukların yer altından çarpma sesini duyabiliyordum. Kanayarak, yaralanan sarhoş vücudumu kulübeye sürükleyip bir kürek buldum. Onu çimenin altından gelen sesi duyduğum yere getirdim. Büyük bir aceleyle, toprağı kestim, çimenin köklerine kadar kestim. Gün ışığı sırtıma vurana kadar, en azından üç buçuk metre kazdım.

Alnımdaki teri silerek, kendimle beraber deliğe yerleştirdim merdiveni alarak kendimi bahçeye attım. Gözlerim sızlıyor ve ellerim kanıyordu. Devrildim, bornozum bana sarılırken derin nefesler alıyordum. Deliğe baktım. Kabaca bir mezar büyüklüğünde ama belki biraz daha geniş bir dikdörtgendi.

“Ne yapıyorsun sen?”

Tracy'in arkadan yaklaştığını görmek için başımı çevirdim. Deliğe geri baktım, “Kazıyorum.”

“Peki.” Uzaklaştı.

Eve geri koştum, Kendime bir kadeh doldurdum. Bir tane daha. Ve bir tane daha. Ellerimdeki batma hissini hissetmeyene kadar bir şişe Evan Williams içtim. Deliğe geri döndüm. Aşağı tırmandım ve kazmaya devam ettim.

5 Metre; Derme çatma bir makara sisteminden aşağı inmek zorunda kaldım. 

10 Metre; Deliğimin topraktan duvarlarını desteklemek için kulübeyi söktüm.

13 Metre; Kulağımı toprağa dayadığımda, Desiree'nin “Baba! John bana vurmayı bırakmayacak! " sözcüklerinin vücudumda yankılandığını hissederek, kendimi toparladım.

15 Metre; Oradaydılar. Yalnızca devam etmeliydim. 18. 20. 30? Yeraltındaki kayalarını parçalayabilmek için yanıma bir kazma aldım.

Oluşan toprak yığını evden daha büyümüştü. Yukarıdaki ışık bir iğne deliğine dönüşmüştü. Birisi deliğe eski boş şişelerini atmaya başladı,  benim de bu ölümcül kurşunlara göz kulak olmam gerekti.

Sesleri beni her bir yandan sarmaya başladı. Onları kurtarmam için bana bağırıyorlardı, bunu yapmak zorundaydım. “Baba! Lütfen yardım et! Boğuluyoruz! Baba!” 

Ağlayarak kazdım, küreğin sapındaki kıymıklar avuçlarımın içine geçerken, onu toprağa her saplayışımda ellerim titredi.

Karşılaştığım her devasa taş, kazmanın altında hızla parçalandı ve her bir kayanın üzerindeki metal halkayla birlikte, sesleri bir kakofoniye* dönüştü.

Sonunda dünyanın altında, yalnızca karanlığın olduğu bir yerle karşılaştım. Dinlenmek için oturdum, deliğimin duvarlarını bir ışıkla taradım.

Uzun soluk kollar her bir yanımdaki toprak duvarlardan fırladı, etimi tırmalayarak, onu ufak parçalara ayırdı. Acıyla haykırdım ve ışığı fırlattım.

“Baba!” diye bağırdılar. Onları tekmeleyip parmaklarımla yer yüzüne doğru kazarak, kendimi yukarıya fırlattım. 

Ellerim belimin etrafındaki makara kayışına bağlı halatın etrafında dolandı. Kanayan, şişik parmaklarım panikle kayış boyunca kaydı. 

Sert bir şekilde çektim ve kendime dolamaya başladım. Kollar beni sarıyordu. Deli gibi bağırırken, toprak duvarlardan düştü, bir gıcırtı duyuldu ve deliğin içine çöktüğünü hissettim. Daha fazla toprak düşmeye, beni kaplamaya başladı. Gözlerimi ve ağzımı kapattım, ipi çektim, çektim, çektim...

Yukarıda iğne deliğinin büyüdüğünü görebiliyordum. Delik beni yutmaya çalışırken tekmeledim ve çığlık attım. 30 Metre. 15 Metre. 12. 10...

Bahçede yatarken, hala tek parça olduğumdan emin olmak için kendimi yokladım. Öyleydim, yani- çoğunlukla.

Bacaklarımın arkasından deri şeritleri eksikti ve yeraltındaki ellerin yumruklarında şüphesiz hâlâ saç yumakları vardı.

“Sen n'apıyorsun?” diye sordu Tracy.

“Bilmiyorum” dedim bitkin solukların arasından.

Başını salladı ve beni bahçede bıraktı. Bir zamanlar deliğin olduğu çökmüş dünyaya baktım. Sonra atılan toprak yığınına baktım.

Tek bir şey düşünebiliyordum; çocuklarım gerçekten orada mıydı?

22 Ekim 2020 Perşembe

H.H. Holmes

Dr. Henry Howard Holmes lakabıyla tanınan Herman Webster Mudgett Zihninde kurduğu cinayetleri işlemek için özel bir otel inşa ettirmiştir. 

Kayıtlara geçen ilk Amerikalı seri katildir. Yaklaşık 200 insan öldürdüğü tahmin edilmektedir.

Holmes zor bir çocukluk geçirmiştir. Dindar Metodist annesi ve şiddete eğilimli alkolik babası bir yana, okulundaki zorba çocuklar, mahalle doktorundan korktuğunu öğrendiklerinde, onu insan iskeletine dokunmaya zorlamıştır. Zorbaların bu baskısı, onu ölüme meraklı bir çocuk haline getirmiştir. Mudgett Temmuz 1884'te sınavlarını geçerek Michigan Üniversitesi Tıp fakültesinden mezun olmuştur. Okula kayıtlı bir öğrenciyken laboratuvardan cesetler çalmış, çaldığı bu cesetlerin biçimlerini bozmuş ve bu cesetlerin kaza eseri öldüğünü söyleyerek sigorta paralarını toplamıştır. İlaç endüstrisinde kariyerini ilerletmek için Şikago'ya taşınır. Şikago'da iş bulduğu bir eczanenin kısa zamanda sahibi olmuştur. Eczanenin sahibi bir süre sonra esrarengiz bir şekilde ortadan kaybolduğunda Holmes, insanlara onun Kaliforniya'da yaşamaya gittiğini söylemiştir.

Sonrasında Holmes, eczanesinin karşısına, çevredekilerin ''Kale'' diyeceği üç katlı binayı inşa edeceği arsayı satın almıştır. Bu bina 1893 yılında Dünya Fuarı ziyaretçilerinin kullanması için bir otel olarak açılmıştır. Kalenin en alt katı Homles'ın eczane ve diğer mağazaları için kullanılmıştır. Diğer üst katlarda ise kişisel ofisinin yanı sıra, antreleri tuğla duvarlara açılan 100'den fazla penceresiz oda ile dolu bir labirent, tuhaf şekilli koridorlar, hiçbir yere çıkmayan merdivenler, sadece dışarıdan açılabilen kapılar ve diğer bir takım ilginç dolambaçlı yapılar vardır. Holmes inşa esnasında inşaat ustalarını değiştirmesi sebebiyle kalenin tasarımını yalnızca kendisi bilmektedir. Yapının inşası esnasında Holmes geçmişinde yasaları çiğnemiş Benjamin Pitezel isimli bir marangoz ile tanışır. Holmes bu marangozu daha sonra cinayetlerinde bir alet olarak kullanacaktır.


Otelin tamamlanmasından sonra, Holmes kurbanlarını daha çok kadın çalışanları, sevgilileri ve otel misafirleri arasından seçmiştir. Onlara işkence edip öldürmüştür.Bazılarını ses geçirmeyen ve gaz borularıyla donatılmış odalara kilitlemiş ve böylelikle onları istediği zaman oksijensiz bırakabilmiştir. Bazılarını ofisinin hemen yanındaki ses geçirmeyen devasa kasa odasına kilitlemiş ve orada havasızlıktan ölmelerini sağlamıştır. Kurbanların bedenleri gizli bir oluktan bodrum katına düşmüştür. Cesetler burada titizlikle parçalanmış, etleri kemikten ayrılmış, el yapımı iskeletler yapılmış ve daha sonra bu iskeletler tıp okullarına satılmıştır. Holmes ayrıca bazı cesetleri yakmış veya onları kireç kuyusuna dökerek yok etmiştir. Holmes burada iki büyük fırın ile birlikte, asit kuyuları, farklı zehir şişeleri ve esnetme raflarına sahiptir. Tıp okulunda edindiği bağlantılar sayesinde iskeletleri ve organları kolaylıkla satmıştır.


7 Mayıs 1896'da, Holmes Moyamensing hapishanesinde asılarak idam edilmiştir. Holmes ölünceye kadar sakin ve yumuşak başlı davranmış, çok az korku ve depresyon belirtisi göstermiştir. Holmes'in boynu hemen kırılmamış, aksine idam sehpası itildikten sonra çok yavaş bir şekilde 20 dakika içerisinde ölmüştür.





19 Ekim 2020 Pazartesi

Hoodie (The Hooded Man)


Hiç kıyafetinin seni etkilediği oldu mu? Dış görünüşünden dolayı özgüvenli hissetmekten bahsetmiyorum. Hiç bir eşyanın, ya da bir doğrunun, ya da sadece favori tişörtünün sana kontrolü verdiği oldu mu? Hiç en kötü şekilde etkilendin mi? Gerçeği göstererek?
Hikayenin devamı direkt olarak günlük kayıtlardan alındı. Ünlü ama kimliği belirsiz bir katil tarafından yazıldı. Ünlü çünkü yaptıklarını herkes gördü. Kimliği belirsiz çünkü kimse bunları yapanın o olduğunu bilmiyor.
Yaptıklarının başlangıç noktası olağandışı. Sorunlar yok, şeytani bir aile yok, sihir ya da paranomal güçler yok. O, sadece ve sadece kendisi tarafından seçilmiş. Kimliği bilinmiyor. Bundan sonra "Kapüşonlu Adam" olarak adlandırılacak.


3 Nisan, 2004
Son zamanlarda burası gerçekten soğuk. Bir sürü tişörtüm ve kot pantolonum var ama giyecek fazla kalın bir şeyim yok. Bu yüzden bugün bir ceket almaya karar verdim. Yerel bir mağazaya gittim, özel bir yere değil. 
Büyük, siyah bir kapüşonluydu, beyaz bir çizgisi vardı. Bence harika görünüyor. Denediğimde mağazadaki görevli bana yakıştığını söyledi. Kibar olmak için teşekkürler dedim. (karşılıklı nezaket, bulunması çok zor bir şeydir.)

Böylece onu satın aldım. Henüz üzerimden çıkarmadım. Sadece sıcak tuttuğu için değil, ama onun içinde inanılmaz şeyler yaptığımı hayal edebiliyorum. Aynaya baktığımda, sırıtıyorum. Harika hissediyorum. Açıklayamıyorum, ama bunu sevdim. Bunu gerçekten çok sevdim. Başlığımı geçirmek istiyorum. Başlık bir şekilde insanı maskelemeye yarıyor. Yüzü gösterse bile bir şey saklıyor... Bir yerde.
Gerçekten çok geç oldu. Bütün gün harika hissettim, zaman uçup gitti. Yarın daha fazla açıklayacağım.



10 Nisan
Cehennem gibi bir hafta geçirdim. Çok harika hissettim. Koridorlarda önemli biriymişim gibi yürüdüm. Kendini beğenmiş göründüğüme eminim. İşte bu yüzden, Jack bana meydan okudu. Çok sinirliydi. Bir hakareti görmezden gelmeyenler, birinin ailesi hakkında zekice yorumlarla yanıt vermekten daha aşağılayıcıydı. Beni kızdırdı.

Bunu o istedi. Sıkı bir yumruk attı, ve ben durdum. Onunla gerçekten tartıştığım zaman daha çok acı çekti.
Tüm hafta çok iyi hissettim. Özgüvenim modumu yüksek tuttu. Karnını sertçe yumrukladım ve düştüğü zaman tekrar kaldırdım. Çok iyi hissettirdi... Gerçekten çok iyi... Ebeveynleri arıyor.



14 Nisan
Jack hala hastaneden çıkmadı. Onun çok fazla canı yandığını söylediler. Çok kan kaybetmiş, ebeveynleri söyledi. Düşündüm. Her yumruğumun nasıl harika hissettirdiğini... Çatlayan sesiyle attığı her çığlığın...
"Bunu duymak güzel." dedim anlamsızca.

Jack'i umursamıyorum. Ben onun acısına gülümsedim.
Öylece bakıyorum. Aynaya bakıyorum. Her zaman favori kapüşonlumu giyiyorum. Bu... Güç veriyor gibi hissettiriyor. Eğer bunu arkadaşlarıma anlatsaydım bana gülerlerdi. Beni Spiderman ve onun siyah kostümüyle karşılaştırırlardı. Spiderman asıl gücü elinin tersiyle itmiş. Ben asla böyle bir şey yapmayı düşünmüyorum. O benim özgüven kaynağım.


22 Nisan
"Jack daha iyi bir yere  gitti." sözcükler kulaklarımda çınladı.

O öldü. Çok fazla kan kaybetmişti. Onu ziyaret ettiğim gün babası bana sağlık durumu nedeniyle bu kadar kan kaybettiğini söylemişti. Ama annesi bana baktı ve gerçek hikayeyi anlattı. Onu ben öldürmüştüm. Ona vurmanın verdiği rahatlamayı hala hatırlıyorum. Ama onu öldürmeyi hiç istemedim. Ne yaptığım hakkında düşünmeliyim... Değil mi? Böylece duygularım iyileşecek.
Ama düşünecek ne var? Pişmanlık aptalca bir duygu. Pişmanlığa ihtiyacım yok.


24 Nisan
Son günlerde babam benden kaçıyor, annemse beni sevdiğini söylüyor. İkisi de benim sonsuz bir suçluluk duymamı istiyorlar, ama yapmıyorum, daha doğrusu yapamıyorum. İnsanların arasında rol yapabiliyorum, ama gerçek şu ki, üzgün değilim. Spiderman'in hikayesi beni daha fazla düşündürtmeye başladı. Ama neden lanetli ya da ele geçirilmiş bir kapüşonlu benim olsundu ki?
Jack'i tanıyan herkes bana düşmanca bakıyor.

Konuştuğum herkes başka bir sınıfa geçti ya da okul değiştirdi. Öğretmenler bana pek bakmıyorlar, kuralları çiğnesem de üzerime gelmiyorlar.
Bugün tarih öğretmenime kalem fırlattım, omuzuna çarptı. Sadece bir saniye için dondu, ardından ders anlatmaya devam etti. Herkes ya benden nefret edip ölmemi istiyor, ya da benden korkuyor. Sadece buraya yazarken rahat hissediyorum. Yazarken huzur içinde kendim olabiliyorum.



25 Nisan
Beni kışkırttılar. Beni tehdit ettiler. Seçeneğim yoktu. Beni öldürebilirlerdi. Kapüşonum yüzümü korudu. Bıçak bir anda Rob'un elinden benim elime geçti. Bunu istememiştim (yazı burada kesiliyor.)


30 Nisan
5 gün. Sorgulandığım, bir hücrede uyuduğum 5 gün. Sadece kendimi koruyor olduğuma karar verdiler. Annem ve babamın konuştuklarını duyabiliyorum. Gitmemi istiyorlar. Korkuyorlar. Bu ceketin beni kontrol ettiğini veya karakterimi değiştirdiğini düşündüğüm için bir aptaldım. Bu sadece güzel bir ceket. Görünüşünü seviyorum. Havalı hissettiriyor.

Kapüşonu nasıl kaldırdığımı hatırlıyorum. Jack bana meydan okuduğunda. O çocuklar beni öldürmeye çalıştıklarında. Vicdan azabı hissetmiyorum. İlgisiz hissediyorum. Kontroldeyim. Nihayet deliliğin farkına vardım. Onları öldürmek istedim. Hepsini. Sadece küçük bir ittirmeye, dövüşmek için güvene ihtiyacım vardı. Artık buna sahibim. Annem ve babam beni sinirlendiriyor. Herkes beni sinirlendiriyor.







Ç/N : bu uzun ara için özür dilerim.*-* Hoodie reis ile başlamak istedim. aşırı iyi bir pasta olmasa da sonu gerçekçiydi sanırım.

16 Ekim 2020 Cuma

Duyuru

Selamlar!

Ben Rei Shizuka, blogun hayalet admini. Yeni olanlar ve beni hiç görmemiş olanlar için kendimi tanıtayım istedim.

Beni hatırlayanlara da el sallıyorum :3

Neyse, direk konuya geçeyim ben.

Sanırım anasayfada duyuru olarak paylaşmadığım sürece pek görünmüyor, o yüzden çevirmen alımı ile ilgili bir duyuru yapmak istedim.

Sanılanın aksine çevirmen alımı belli dönemlerde olmuyor, isteyen ve düzgün çeviriler yapabilen herkes istediği zaman ulaşıp bu isteğini bana bildirebilir ^_^

İster iletişim formu üzerinden, ister de aşağıda verdiğim mail adresimden bana ulaşabilirsiniz. Aynı zamanda chatango üzerinden özel mesaj da atabilirsiniz.

Sanırım daha fazla uzatmasam iyi olacak~ Kendinize dikkat edin ve maske takmayı unutmayın ^.^

Mail adresim: sorciere.rachel@gmail.com

Chatango kullanıcı adım: ShizukaRei