31 Aralık 2020 Perşembe

KRAMPUS (A CHRISTMAS STORY)



Her yıl Aralık'ın 5'inde, oturduğum şehirden biri acımasızca öldürülüyor. Polisler ne yapacaklarını bilmiyorlar. Her kurbanın arkasında şiirsel bir hikaye var. Aşağıda son 3 yıldan bazı hikayeler bulunuyor.


*****


Fredrik gülümsemeyi severdi, her zaman sevinçliydi. Mutlu, sıcak, nazik- asla üzgün değildi. Ama Fredrik'in bir sırrı vardı, sadece kendisinin bildiği. Bu adam çocukları boğmayı çok severdi, onları soğutur ve mavileştirirdi.

O çok zekiydi, yerel halk çocukları asla bulamazdı. Fredrik cesetleri alırdı ve hepsini birbirinden ayırırdı. "Genç Fredrik olamaz," derdi herkes. "O Tanrının gönderdiği bir adam- onu her zaman dua ederken görüyoruz."

Soğuk gece geldi, Fredrik gözlerini dinlendiriyordu. Ama birazdan yatağının altından, kaşımaya benzer bir ses duydu. Yatak odasının zemininde, iblisin bir planı bulunuyordu.

"Defol yaratık, gece karanlık ve uzun. Burada işin yok, ben yanlış bir şey yapmadım." Krampus sadece güldü, sallarken paslı zincirini. Ardından acı içinde kıvranana kadar  Fredrik'in boynuna doladı soğuk demiri. Zincir daraldı, derisini kazıdı. Fredrik ağladı, günahının affedilmesi için dualar fısıldadı. Son nefesine dek yalvardı ve yalvardı. Fredrik son bir çırpınışla, kan kaybederken ruhu vücudundan çıktı.

Krampus onu dışarıya astı. Ve yerel halk ağlamaya başladı. Ama çocuklar ağlamadı, şimdi özgürdü ruhları. Ve Fredrik'in ölü bedeninin altında, hayaletleri neşeyle dans etti.


****


Greta kendisini çok severdi, herhangi birini sevebileceğinden daha fazla severdi. Ona para hiçbir zaman yeterli gelmezdi, ve asla ama asla paylaşamazdı. Onun için istemek değil, ihtiyaç duymak vardı. Kıskançlığı büyüdü ve büyüdü, hırsa dönüştü.

Greta daha çok para istiyordu, ama para sifondan akmıyordu. Ailesinden çaldı, bu onu oldukça telaşlandırdı ve hırslandırdı. "Yeterli değil." derdi kendi kendine. "Hepsini almalıyım, başka yolu yok."

Dedesinin ve büyük annesinin evinde, Greta süzüldü içeriye. Hazineleri, mücevherleri ve değerli taşları vardı. Ama etrafına baktığında hiçbir antika bulamadı. Eski olan tek şey Krampus'tu, aklında bir planla Krampus.

Greta çığlık attı ve titredi onun pençelerine bakarken. Biliyordu, şeytani Noel Baba'da hiç merhamet yoktu.

"Bütün zenginliklere sahip olacaksın," dedi Krampus alaylı bir gülümsemeyle. Ve tüm zenginlikleri ona verdi, derisini yüzmeden önce.


****


Herman bir doktordu, öyle söylüyordu. Ve her bir hastanın ödeme yapması gerekiyordu. Keserdi, asardı, yakardı. İşi bittiğinde, tekrar bunları yapmak için özlem duyardı.

Cerrah bir kasaptı, etten iyi anlardı. Kanlı etlerle beraber, içerdi iki kadeh kaliteli kırmızı şarabı. Açlık bedenini, zihnini ve ruhunu aldı. Yine de bu kötülük, asla durmadı.

Herman yalnızdı, sandalyede oturuyordu. Tüm bu insan etleri oldukça şişmanlatmıştı onu. Uykuya daldı ve horlamaya başladı, taa ki sinirli bir Krampus belirene kadar kapının yanında.

Herman kımıldayamadı, korkudan altına kaçırdı. Krampus dudaklarını yaladı ve keyifle mırıldandı. Önce gözlerini çıkardı, Herman artık göremiyordu. Sonra dilini çekip aldı, yumuşaktı.


Yılbaşı keyiflidir, sevgi ve neşe dolu. Ama hepimizin korktuğu kişiyi hatırlaman gerek, kibar olman, sevgi göstermen ve bu yazıyı önemsemen. Yoksa Krampus seni bulur ve sıradaki sen olursun.


****


Polis katili adalete teslim edebilecek herhangi bir kanıt arıyor. Bu sabah yakınlardaki bir kasabada 3 ceset daha bulundu.

28 Aralık 2020 Pazartesi

Everything will be okay

Normal şeylerle başladı. Daha küçük ölçekli yerlerde uyanmak. Kanepede uyuya kalıp yatağımda uyanmak.

Annem yüzünü çevirip tartışmanın sonunu işaret eden bir gülümsemeyle bana her zaman “Oh Randy, senin yaşındayken ben de öyleydim.” derdi.

Bazen bunu yapanların ebeveynlerim olduğunu düşündüm; ancak bunu hangi dürtü ile yapacaklardı? Ben yatağımda mışıl mışıl uyurken beni alıp nazikçe mutfağın zeminine mi yatıracaklardı? Hayır. Bunu yapan bendim. Aşağı yukarı on altı yaşımdayken bunu anlamaya başladılar.

O zamanlar 18 yaşında olan büyük ablam Anne, onun etrafında aylak aylak gezinip inadına onun yanına oturduğumda televizyonun başında uyukluyordu. Bazen uyanık olduğumu düşünürdü; ama ben ertesi gün hiçbir şey hatırlamazdım.

Sonra konuşmalar başladı. Bir yaz gecesi bilgisayarının başındayken odasına girip boş boş bakmışım. Bana sorular sorardı ve her sorusuna evet derdim. Sorduğu her soruya.

“Ran, iyi misin?"

“Evet”

“Neler oluyor?”

“Evet”

Bazen beni bir yerlerde, genellikle uyurken bulurdu. Birkaç kez elbise dolabının içinde buldu. Bana bağırıp dışarı atarken “Lanet uyku hastalığın ya da her neyin varsa, burası özel!” derdi. Çok çekingen biriydi ve uyanıkken, o taşındıktan sonra bile, buna hep saygı duydum. Ama uyurken her şey çok farklıydı. Hiçbir şey belirgin değildi ve hiçbir şeyin önemi yoktu.

Her şeyi denedim. Bir süreliğine uyku tulumunun içinde, fermuarını boynuma kadar çekip, parmakları birleşik eldivenlerle uyudum. Asla işe yaramadı ve daha yabancı yerlerde uyanmaya başlıyordum. Kabul etmeliyim ki, asla evden çok uzaklara gitmedim; ancak evin dışında uyanmak iyice sıradanlaşmaya başlıyordu. Ormanlar, sokaklar. Bir keresinde günlerce uykusuz kaldım ve hayaller görmeye başladım; ama umursamadım. Sadece normal olmak istiyordum.

En iyi arkadaşım Daryn bana çok destek oluyordu, uykusuzluktan beynim patlayacakmış gibi hissettiğim zamanlarda beni hep sakinleştirirdi. Uyumam için ikna ederdi ve beni gözetleyeceğine söz verirdi, çoğunlukla da yapardı. Bazen onun küçük notlarıyla uyanırdım. Şöyle küçük teşvik edici şeyler,

“Her şey düzelecek. -Daryn”

Bu notları evimdeki çatlaklarda ya da yarıklarda düzgünce katlanmış veya iyice buruşmuş şekilde bulurum. Herhangi bir sorunun olmadığını söyleyen notları.

Yine de Daryn ve ben her zaman iyi geçinemiyorduk. Bazen kavga ederdik ve o giderdi. Bu çocuğın bir sürü problemi vardı, belki bir çeşit manik depresif bozukluğu. İşte o zaman kötü niyetli notlar buldum. Bu notlar bana “Defol!” ve “Kendine gel!” gibi şeyler söylüyordu. Sonunda daha da kötüye gitmeye başladı. Onları etrafta buluyordum ve sanki benimle etkileşime geçiyorlardı.

“Seni kimse sevmiyor, her şeyi mahvediyorsun. -Daryn”

Kendi kendime “Ama iyi olmak için çok çabalıyorum.” diye düşünürdüm.

“Ve her denemende başarısız oluyorsun. -Daryn”

“Çok üzgünüm.” diye hafifçe fısıldadım.

“Öldür kendini. -Daryn”

Onunla takılmaya bir son vermeliydim ama sahip olduğum tek şey oydu; daha sonra beni yalnız bıraktı. Sonra soğuk terler dökerek elimdeki uykumda kendimden çaldığım kanla uyandım.

“Bu yüzden değersizsin. -Daryn”

Annie yakında üniversiteye gidecekti. Bir hafta boyunca odasındaki her şeyi yurda götürdüğü için odası gittikçe boşaldı ve en son sadece Annie kaldı. Bir hafta içinde gideceğini söyledi. Aylardır Daryn’den notlar almıyordum. Ama henüz yazacağı notlar bitmemişti.

Mutluydum, yalnızdım ama mutluydum. Artık beni rahatsız edemezdi.

Annie’nin gideceği günden önceki gece, mutlu mutlu yatağa gittim. Güzel şeylerin hayalini kurdum. Şelaleler ve yeşillikler; her şeyin güzel olduğu yerler.

Öğle vakti uyandım. Caddede hiç araba yoktu, bu pek de alışılmadık bir şey değildi; ama odam rezil haldeydi. Gardırobumda göçükler vardı ve kapılarından biri menteşesinden çıkmıştı. Çılgın bir gece geçirmiş olmalıyım; ancak en azından hala yatağımdaydım.

Annie’nin gidip gitmediğini kontrol etmek için hole indim, giderken hiçbir şey söylememişti. Odası doğal olarak boştu; ancak bu sefer bir şeyler farklıydı. Dolabı aralıktı. Dolabını hiçbir zaman açık bırakmazdı, minicik bir aralık bile bırakmazdı. Orası özel bölgesi, sığınağıydı.

İşte o zaman yerdeki küçük damlaları gördüm. Sanki birisi onları özenle yaymış gibi kıpkırmızı pastel lekeler. Bütün yolu aşağı bakarak lekeleri dolaba kadar takip ettim. Kapısına kadar geldim ve parmaklarımı kapının kenarına sardım. Yavaşça ileriye doğru ittim.

Annie oradaydı. Ezilmiş ve dövülmüş, boynundaki damarları patlamıştı. Halı artık kuru ve kırık beyaz değildi; nemli ve kıpkırmızıydı. Bir hayvan tarafından parçalanmış gibiydi.

Ve onu gördüm. Göğsündeki, Daryn’in her zaman gurur duyduğu dikkatli ve özenli katlanmış notu gördüm; ama imza farklıydı.

Ve sonra her şey gün gibi ortaya çıktı. Her şey apaçıktı ama hala bir şekilde inanamıyordum.

Daryn değildi. Hiçbir zaman Daryn olmadı.

Kendime gerçekleri açıklarken gözlerimi sıkıca yumdum. Donuk gözler ve titreyen parmaklarla notu son bir kez daha okumak için göz kapaklarımı açtım.

“Her şey düzelecek. -Randy




Ç/N : anlamayanlar için, Daryn, Randy'nin harflerinin yerinin değiştirilmiş hali. yani Daryn aslında Randy.

son iki çeviri için yardımcım Cornelia'ya teşekkürler.^^

21 Aralık 2020 Pazartesi

The Visitor

Size çocukluğumla ilgili bir hikâye anlatacağım; ancak olayların yaşanıp yaşanmadığından tam olarak emin olmadığımı kabul etmeliyim. Günümüz insan anlayışının ötesinde şeyler olmayabileceğini kabul etmeme rağmen her ihtimale karşı bu hesaba bu yazıyı yazmak zorundayım.

Bu hikâyede olabildiğince nesnel kalmak için elimden geleni yapacağım.

Anlatacağım ilk olay Ocak ayında yaşanmış olmalı, hatırladığım kadarıyla kış tatilinden hemen sonraydı. O zamanlar dokuz yaşında olmalıyım; çünkü o olayı dördüncü sınıftaki öğretmenim Bayan Jay’e anlattığımı hatırlıyorum.

Uyuyor muydum yoksa uyanık mıydım, tam emin değilim. Neyse, bir ses duydum, tırmalama sesi. Neredeyse belli belirsizdi; ancak ses gittikçe yükseliyordu. Ses yeterince yükseldiğinde holden annemin odasına doğru kaçtım ve onu gördüm. Onun ne olduğunu tam olarak açıklayabilir miyim emin değilim. Sürekli değişen bir balçık yüzeyi kadar bile bir formu yoktu. Tek özelliği mat balçığın üzerindeki ahtapotun vantuzları gibi görünen şeylerdi.

Çığlık atmadım. Nedenini açıklayamam; ancak gerçekten korkmamıştım bile. Yüzeyinin formu ta ki bir ağız belirip benimle konuşana dek sürekli olarak değişti. Sesi insan sesi gibi olmamasına rağmen benimle İngilizce konuştu. Daha önce duyduğum tırmalama sesi ile aynı sesle hırladı. “Kaç yaşındasın” diye sordu. Ona yaşımı söyledim ve bana verdiği cevap “Henüz değil.” oldu. Bundan sonrasına ilişkin hiçbir şey hatırlamıyorum. Uykuya dalmış olmalıyım; çünkü bu olaya ilişkin bir sonraki hatırladığım şey ertesi gün olanları anneme anlatıyor oluşum. Birkaç yetişkine ziyaretçimden bahsettim; hepsi de, her ebeveynin, öğretmenin ya da büyükbabanın yapacağı gibi, bana bunun bir rüya olduğu yönünde güven verdiler, ve evet öyleydi.

Yıllar sonra benzer bir deneyim yaşamamış olsaydım bu hikâyenin sonu olabilirdi. Bu olayın Ocak’ta yaşandığına eminim. Yine bir tırmalama sesiyle uyandırıldım. Bir önceki karşılaşmamız hakkında pek de düşünmemiştim; ama bu sesi duyar duymaz, o gece yaşananlar zihnime hücum etti. Yatakta doğruldum ve yaratık oradaydı. Aynı hatırladığım gibiydi; ama bu sefer ilk karşılaştığımız zamanki sakinliğimi hissetmedim. Her ne kadar korkmasam da, kendimi rahat da hissetmedim. Yine o boşluktan bir ağız belirdi ve “Kaç yaşındasın?” diye sordu. Yaşımı söyledim ve “henüz değil” diye cevapladı. Daha önceki sefer gibi, yine daha fazlasını hatırlamıyorum.

Anneme anlattığımı hatırlıyorum. Daha önce anlattıklarımı hatırlamadı; ancak kaygılı gözüküyordu. O kadar endişeliydi ki, beni karabasanlarla ilgili birisiyle konuşturdu. Onunla konuştuğumuz birkaç seanstan sonra, psikolog bu karabasanlarımın muhtemelen seneye liseye başlayacak olmamdan dolayı duyduğum endişeden kaynaklandığını söyledi. Her zaman utangaç, yapayalnız birisi olduğum ve liseye başlama olasılığının canımı sıkıyor oluşundan dolayı bu açıklama makul görünüyordu. Buna dayanarak, bu olayın olduğu zaman on üç yaşında olmalıyım.

Son karşılaşmamız, açık ara en rahatsız edici olanıydı, hatırladığım kadarıyla en iyisiydi. On yedi yaşındaydım ve korkunç bir tırmalama sesiyle uyandım (En azından ben uyandığıma inanıyorum). Bir önceki karşılaşmamızı zaman zaman düşünmüştüm ve bir kez daha bu sesi anında tanıdım. Bu sefer canavarı gördüğümde farklı hissettim, çok büyük bir korku. Bu derin korkuyu daha önce hiç hissetmemiştim, umarım bir daha da hissetmem. Yaratık bir saniye bekledi ve o soruyu sordu. “Kaç yaşındasın?” Dona kalmıştım, nefesim kesilmişti. Birkaç dakika geçmiş ve yaratık sessizce cevabımı bekliyormuş gibi hissettim. Sonunda cevap verecek cesareti toplayıp cevapladım ve “Bir sonraki sefere” diye cevapladı. Her zamanki gibi ertesi gün uyanışımdan başka hiçbir şey hatırlamıyorum.

Bu sefer o gece yaşanan olaylardan birini bildiğimi söyledim. Yine de, sürekli olarak o geceyi düşündüm. Paranoyakça o cevabın ne anlama geldiğini sorguladım. Bunu çözdüğüme inandığım için şu an bunları yazıyorum ve çıkarımlarım korkunç. Hala yapabiliyorken bunları paylaşmalıyım.

Umarım yanılıyorumdur. İlk karşılaşmamızın bir çocuğun hayal ürünü olduğunu, ikincisinin ergen anksiyetesi olduğunu düşünmek isterim; ancak üçüncüsü neydi? Belki de bu olaylar sadece herkesin bir zamanlar başına gelen tekrar eden rüya fenomenidir. Ya da, belki de bu olaylar hiç yaşanmadı. Ne de olsa, akademik eğitimim bana insan zihninin anılarına dair parçalardan bir şeyleri silmeye, eklemeye ya da değiştirmeye oldukça yatkın olduğunu öğretti. Umarım bu açıklamalardan birisi benim önermeme göre daha doğrudur.

Olaylar dokuz yaşımdan beri dört yılda bir gerçekleşti. Şimdi düşünüyorum da, yaratık beni beş yaşındayken hatta bir yaşındayken bile ziyaret etmiş ve ben bunları hatırlamıyor olabilirim. Sonuncu sefere kadar her karşılaşmamızda bana “Henüz değil” dedi. Eğer doğruysam bir sonraki karşılaşmamız yakında. Şu an 21 yaşındayım ve Ocak ayındayız. Her seferinde aynı gün gerçekleştiğini varsayarsak keşke ziyaretlerin gerçekleştiği günü tam olarak hatırlayabilseydim. Şimdiye kadar her gece daha da paranoyaklaştım. “Bir sonraki sefer”in ne anlama geldiğini bildiğimden çok korkuyorum.  



16 Aralık 2020 Çarşamba

The Last Tale of a Grandmother

 

Ben yaşlıyım.

Şuan, 81 yaşındayım. Ve şuan bunu yasmak için torunumdan yardım alıyorum.

Gördüğün üzere, göçmeden önce itirafım var.

Benim adım Emma, Elisabeth adında kız kardeşim vardı, yada kısaca Lisa. 

Sadece bir yıl arayla doğmuştuk. Onunla çok yakındık ve çok benziyorduk. dışarıdan biri görse tek yumurta ikizi derdi.

Lisa ve ben her zaman çok iyi arkadaş olmuştuk. Her şeyi paylaşırdık, beraber uyurduk aynı odada hatta aynı yatakta. Ta ki ergenliğimize kadar. Her gece birbirimize neşeyle günümüzü anlatırdık. 

Hayatımın ilk 20 yılı Lisa benim bütün dünyam, her şeyimdi. 21 yaşındayken evden ayrıldı, evlendi. Bende birinci sınıf öğretmenliğine başladım, ikimizin de dünyaları ayrıldı. 

Ama arkadaşlığımız bundan etkilenmedi. ebeveyn evine yakın bir yerde ev tuttular. Böylece her gün konuşmaya devam ettik. Her şeyimizi paylaşırdık. 

Bu yüzden Lisa ve kocası Dylan'ın birbirlerini ne kadar sevdiğini biliyorum. Onlar ruh eşleriydi, cennetten gelmiş gibiydiler. O zamanlar erkekler bugün olduklarından çok daha şiddetli ve cinsiyetçiydiler, ama Dylan değil. Dylan duygusal biriydi. Kardeşime karşı nazik, saygılı ve çok iyi.

Biri onları kıskanacağımı düşünebilirdi, ama onun adına çok mutluydum. Ben de kendi hayatım hakkında çok iyi hissediyordum, mutluydum. Öğretmen olmayı sevdim, birçok arkadaşım ve ilgi alanım vardı. Ayrıca, bir kocaya bağımlı olmadan para biriktirmek ve kendi evimi satın almak için hala annem ve babamla yaşıyordum, eski bir hayalimdi. 

Lisa ve Dylan iki yıl boyunca kesinlikle mükemmel bir evlilik hayatı yaşadılar. Eve geldiğinde onunla mutfakta vals yapar ve onu seçtiği ve böyle bir melek olduğu için Lisa'ya teşekkür ederdi. 

Lisa 23 yaşındayken hamile kaldı. Kusursuz mutluluklarının meyvesiydi. Lisa her zaman anne olmayı dilemişti ve bu ona çok yakışmıştı. Çok sabırlı ve nazikti. Çocuklarının ebeveynleri kadar iyi olacağından emindim. 

30 yaşına geldiğinde, zaten üç güzel tombul çocuğun annesiydi. Yine de mutlu olamadı, o mutlu olamayınca bende mutlu olamadım. Ayrıca bende hayatımda olmak istediğim yerdeydim. 

Ayrıldık demek istemem ama ikimizde hayatlarımızla çok meşguldük. Dünyayı gezdim, altı dil öğrendim, enteldim. 

Her yıl aynı elbiseleri kullanarak elma toplamaya gitme geleneği başlattık. Komik ve aptalcaydı, çünkü iki yetişkin bayandık, ama umursamadık. Eğleniyorduk. 

Yıl 1966. Lisa 30 ben 29 yaşındaydım ve Dylan her zamanki gibi üç çocukla evde kalmıştı. Hala bize eğlenmemizi söylediğini hatırlıyorum. Biri 6 biri 3 yaşında çocukla ve bir bebekle annemizin yardımını almıştı. 

O gün elma ağaçlarının tarlasında kalan tek bizdik. Bana tuhaf geldi, ama kız kardeşime yetişemeyecek kadar heyecanlıydım. 20 dakika kadar sonra Lisa titremeye ve terlemeye başladı.

'' Lisa, iyi misin?''

'' Şimdi birkaç haftadır oluyor. Belki de son hamileliğimden sonra bir komplikasyondur. ''

'' Geri döndüğümüzde doktorla görüşelim. '' 

Ama sadece birkaç dakika sonra, her yerden ve her şeyden daha kara bir karanlık çöktü. Onu sardı. Çığlık attı ama o kadar hızlıydı ki sesi boğuk ve mesafeli geliyordu. Karanlık, ağaçların doğal gölgelerine çekildi ve ne kadar bütün tarlayı arasam da, artık bulamıyordum onu. 

Bunu müstehcen, ıslak bir çiğneme sesi takip etti. Karanlık olan şey kız kardeşimi diri diri yiyordu. Bir dakikadan az bir sürede, bu dünyada sevdiğim insandan hiçbir şey kalmadı. Sepette topladığı değerli elmalardan başka hiçbir şey...

Travma geçirdim, harap oldum. Hissettiklerime uygun cümle bulamıyordum. Ama ne yapmam gerektiğini biliyordum. Ben de elmaları topladım, ağlayarak eve gittim ve saçımı kestim. O andan itibaren ben artık ben Elisabeth'im. 

*     *     *     *     *

Benim için sonuçlarının ne olduğunu biliyordum.

Kariyerim ve kişisel hedeflerim boşa gitmişti.

Artık üç çocuk annesiydim.

Ve saygı duyduğum ama aşık olmadığım iyi bir adamla evli.

Ama bunu onlar için yapmak zorundaydım. Çocuklar anneleri olmadan büyüyemezler. Dylan, Lisa olmadan çürüyecekti. Onun bütün dünyasıydı. O, çocukların bütün dünyasıydı. Cehennem... O hala benim dünyam gibiydi. 

Lisa sadece daha parlak parladı. Kıskançlık bile edemezdin, çünkü herkesi ışığında karşılar, onları neşelendirirdi. Hayatımın her dakikasında ona baktım. 

Ben daha az özlenirdim. İnsanlar daha az acı çekerdi. Hayatımdan vazgeçmek, ödemek istediğim bir bedeldi, bu yüzden insanlar Lisa'nın korkunç kaybını yaşamak zorunda kalmayacaktı.

Zaten kendi evimi satın almış olmama rağmen içgüdüsel olarak aileme gittim. Eski yatak odamızda, hıçkırıklar arasında saçımı keserken babam kapıya geldi. 

'' Emma, bir şey mi oldu? ''

gözlerimdeki bakış beni anlamasına yetmişti..

'' Lisa gitti mi? ''

Başımı hafifçe salladım.

'' Onun yerini alıyorum. Lütfen kimseye söyleme, insanlar beni fazla özlemez ama o.. ''

Bana sıkıca sarıldı.

'' Tatlım, bu yaptığın çok güzel. Ben ikinizi de eşit seviyorum. Keşke bunu size daha önce söyleseydim. Ailemiz ne olduğu anlaşılmaz bir şey tarafından avlanıyordu. Ne olduğunu ben bile anlamıyordum. Karanlık duman, gölge gibi bir şeydi. Birisi için geldiğinde onu alırdı, korumak imkansızdı. '' O da ağlıyordu. '' Keşke sizi koruyabilseydim kızım. Gerçekten yapardım.''

'' Sorun yok, sakin ol baba. Sorun yok..''

Bundan sonra hayat devam etti. Polise kız kardeşimi alan bir 'gölge' gördüğümü söyledim ve bunu açıkça birinin onu gizlice kaçırdığı şeklinde yorumladılar. Arama aylarca devam etti ama hiçbir ipucu olmayınca durduruldu. Kayıp kişi posterleri sokaklardan kaybolmaya başladı, yerini yeni kayıplar veya bir tür reklam aldı. 

'Emma' hiç olmamış gibiydi.

Bir yıl sonra ailem sembolik bir cenaze yaptı. Boş tabutu toprağa verdiler. Uzun süre yas tuttum. Bu adamı sevmeyi öğrenmek için çaba sarf ettim. Yeğenlerimi çok sevmiştim ama kendimi asla anne tipi olarak görmedim. Bunu çok iyi öğremeliydim. 

Sanırım Elisabeth olmakta çok iyiydim. Dylan'ı sevmeye bile başlamıştım. İki çocuk doğurdum. kardeşimin çocuklarını ne kadar sevdiysem onlarıda o kadar sevdim. Evimi ve işimi kaybettim ama bir ailem ve yeni hayatım oldu.

Babam sırrımızı mezara götürdü. Annem ölüm yatağındayken ne olduğunu itiraf ettim. Ama bunun dışında kimse gerçekte kim olduğumu bilmiyordu. 

Beş çocuk yetiştirdim. Beş çocuğumdan tam on iki torunum oldu. Hatta 2 tane de torun çocuğunu gördüm. Dylan 5 yıl önce öldü. Ona hiç söylemedim. Kurduğum yalan sayesinde çok iyi bir hayat yaşadı. 

Şimdi bunu aileme ve dünyaya söylüyorum çünkü Dylan da gittikten sonra hiçbir anlamı kalmadı. 

Son zamanlarda, her gün terliyorum ve titriyorum. Bir kıyamet ve ağırlık hissi beni ele geçirmeye başladı. Yaşlılıktan olabilir, ama durumun bu olduğunu sanmıyorum.


1rm1k 

15 Aralık 2020 Salı

The Blind Man’s Favor

 Berlin'de II. Dünya Savaşından sonra, para bulunması zordu, erzaklar yetersizdi, ve herkes açmış gibi görünüyordu.O sırada insanlar, kör bir adamın kalabalığın arasından kendi kendine yolunu seçebildiğini gören genç bir kadının masalını anlatıyordu; İkili konuşmaya başlamışlar.Adam kadından bir iyilik istemiş:

"Mektubu zarfın üzerindeki adrese teslim edebilir misin?", kadının eve dönüş yolunun üstündeymiş, bu yüzden kabul etmiş.

Mektubu teslim etmeye giderken kör adamın ihtiyaç duyduğu başka bir şey olup olmadığını görmek için arkasını dönmüş.Ama buğulu gözlükleri ve beyaz bastonu olmadan kalabalığın arasından aceleyle uzaklaştığını fark etmiş.Kadın polise gitmiş, ve poliste adrese bir baskın düzenlemiş, orada bir yığın satılık insan eti bulmuşlar.

Peki ya zarfın içinde ne vardı ki?

"Bugün size göndereceğim sonuncuydu."

11 Aralık 2020 Cuma

Tyconderoga

    Terimin son makalesi, sadece 500 kelimelik kağıt. Kolay diye düşündü. Sadece birkaç saat. Tyconderoga #2 kalemini aldı. Sadece kalem derdi yada #2 ama Tyconderoga aklına takılmıştı işte.

Tyconderoga, Tyconderoga, Tyconderoga, durmadan kafasında döndü.

''Tyconderoga'' hakkında düşünerek yeterince zaman harcadı. Denemeyi yazmaya başlamanın zamanı gelmişti. Kolay beş paragraflık kağıt. Bir veya iki saat içinde çıkar.

   Kağıt çok güzel ilerliyordu. Kelimeler, Tyconderoga’nın grafitinden sanki çok dolu bir dolmakalemden akıyor gibiydi. Üniversitenin yönettiği defter kağıdına doğru aktılar. Zahmetsiz olduğunu düşündü ve yazmaya devam etti. Kırk beş dakika boyunca sözcükler akmaya devam etti. Beş paragraf, sekiz, sonra on iki, sonra yirmi  paragraf devam etti. Tyconderoga'yı iki saat üç kez biledikten sonra, şahsen kalemi keskinleştirirken acı hissettiğini düşünmeye başladı. Parmaklarıyla başladı ve elinden ve bilek kemiklerinden yukarı doğru ilerledi. Ağrı kolundan yukarıya doğru ilerledi, dirseğini uyuşturdu ve omzuna kadar uzandı. Sanki sirkeye batırılmış yaban arısı yuvasını yutmuş gibi, ağrılı bir ekstazi klavikulasından  boğazına doğru ilerledi. Daha sonra Tyconderoga # 2 Kalemini her keskinleştirmesinde acı bir zevk haline geldi. 

   Kelimeler aklına gelmeye devam etti o kadar çok ki  ne yazdığını bile bilmiyordu. Yazmak sadece kelimelerin karalamalarına dönüşmüştü. Başladığı ödevi yazdığından bile emin değildi. Zaman artık sorun değildi. Yazmaya devam etti.

   Altı saat sonra bir miktar yorgunluk hissetti. Grafit ucu kırıldığında yorgunluk durdu. Tyconderoga'sını keskinleştirirse, bundan aldığı zevkin yazmaya devam etme ihtiyacı uyandıracağını biliyordu. Tyconderoga'yı elektrikli bileyiciye  yerleştirdi. Coşku kolundan ve midesine sıçradı ve karalama kâğıt üzerinde patladı. İlk iki saatten daha hararetle yazıyordu. O kadar sert bastırdı ki, kağıt Tyconderoga'sının altında yırtıldı.

   Tyconderoga'sının sonuna çok yaklaşmıştı. Tutmak neredeyse imkansız hale gelmişti. Karalanmış yazıları çözülemezdi. kağıdı ovuşturdu, kazıdı. Alttaki masayı oydu. Karaladığı her kelimeyi kağıdın altındaki sert yüzeye kazıdı. 

   Tyconderoga artık bilenemezdi. Silgiyi tutan metal yüksükten daha küçük hale gelen tahta çıkıntısını zar zor tutabiliyordu. Kısa tahta ve metal parçasını masaya ezerek bir oyma aleti haline geldi. Olabildiğince hızlı kaşıdı. Karakterler, noktalar ve çizgiler hiçbir şey ifade etmiyordu. Tyconderoga # 2 kalem ile birlikte parçalanmıştı. 

   Tyconderoga kelimesi ona sahipti. Tyconderoga beynine vurdu, yazması gerekiyordu, kafasındaki tek şey bu oldu.  Artık Tyconderoga olmadan, harap perişan olmuştu. Yazma dürtüsü onu geride bıraktı. Tyconderoga'yı keskinleştirmekten artık coşku hissetmiyordu. Yazmaya devam etme kelimelerin akmasını sağlama kararlılığındaydı. Tırnaklarını masayı kaşımaya başladı. Tırnağından parçalar ve tahta parçaları masadan düştü. Daha sert bastı, tahta masaya daha sert vurdu. Etini yaktı ve kabarttı. Yazmak önemli olan tek şeydi. Tyconderoga'yı düşündü. Duramadı. Tırnağının geri kalan kısmı tamamen düştüğünde eli kısa bir an için zıpladı. Tırnağından kan sızmaya başladı. parmağını bileyicinin içine soktu, makina çalışmaya başlayana kadar parmağını deliğe bastırmaya devam etti. bileyicinin içine kanlar sıçramaya başladı, deri hızla parçalanıyordu. Motor kana bulandı. Arkasına yaslanıp bundan zevk alırcasına çığlık attı. Koltuğuna geri düştü. Etsiz, bilenmiş, kanayan kemiğiyle masaya bastırmaya başladı. Yazarken kemik ezilip ufalanarak düşmeye başladı, derilerde ona eşlik etti.

   Yaranın devamlı hareket ermesi, etin kemikten ayrılıp durmasından dolayı kemikten kanlar süzülmeye devam etti. Kısa süre sonra masa ve altındaki zemin kanıyla kırmızı ve ıslaktı. Masanın etrafına deri ve kemik parçaları dağılmıştı. Kan gölünün içinde masanın altında, yerde yatıyordu. 

   Yazının teslim tarihini kaçırdı. Etrafındaki kan kurumuştu. Sinekler ve kurtçuklar, yaraları ve deliklerini kapattı. Bulunmadan beş gün ölü yattı. Bir kolu sağlam ve bir kolu dirseğin yaklaşık üç inç yukarısında çürümüş olarak bulundu. 


Merhaba~

nick. 1rm1k :D

Ben yeni başladım burada hikaye çevirmeye :3 Bu ilk hikayem umarım beğenmişsinizdir  ;-;

10 Aralık 2020 Perşembe

My Fear of Water

Hep suya tamamen batmaktan korkmak gibi korkunç bir fobim oldu.Yüzemediğimden veya başka bir şeyden dolayı değil.Babam bunu öğrenmemi sağladı; Çok küçükken neredeyse boğulduğumu söyledi.

Bundan korkuyordum çünkü, hatırlayabildiğim kadarıyla, ne zaman su altında olsam ve yüzeye baksam elini aşağıya uzatıp bana ulaşmaya çalışan samimi gülümsemeye sahip, parlayan altın saçları ve koyu mavi gözleri olan bir kadın görüyorum.Yalnızca küvetten ibaret olsa bile her daim oldu, benim için normaldi, ama hiçbir zaman alışamadım.

Sinir bozucuydu, ama ayrıca aynı anda huzur vericiydi.Beni hep bir sorun yokmuş gibi hissettirirdi.Gerçi yine de bundan kaçındım, çünkü daha sadece bir çocuktum ve bu gerçekten de ürkütücüydü.

Babama bundan hiç bahsetmedim, ama ona annemi sordum.Onun hakkında hiçbir zaman konuşmak istemedi.Bazen çok ısrar etmeme sinirlendiği zamanlar bile oluyordu.

Bu hayaleti ona daha yeni anlattım.Arabayı az kalsın bir telefon direğine çarpıyordu; kesinlikle bir şeyler biliyordu.Ona tekrar sordum, annemi.Annemin beni çok sevmesi ve ben çok küçükken ölmesinden fazlasını söyleyebilirdi.Ayrıca annemin saçlarının ve gözlerinin renklerinin benimkilerle aynı olduğunu da kabul etti.

O yüzden kendi başıma biraz araştırma yaptım, doğum belgemde onun adını aradım ve bulabileceğim herhangi bir referans bulmaya çalıştım, belki bir çocuğun boğulmak üzere olması hakkında bir gazete, herhangi bir şey.En çok istediğim şey bir resimdi, koruyucu meleğimle eşleştirebileceğim bir şey.

Bugün, kasabamızdaki kütüphanenin bahçesinde gömülü olarak şunu buldum.

WINCHESTER:
Marie Withie, 28 yaşında, dün akşam tel örgü bir tele tırmandıktan ve yakındaki bir baraj gölüne atladıktan sonra boğularak hayatını kaybetti.Ayın 25'inde ailesi tarafından bir cenaze töreni planlanıyor.Marie 6 ay önce akıl sağlığı gerekçesiyle cinayete teşebbüs etme suçundan suçsuz bulunduktan sonra akıl hastanesine kaldırılmıştı.Kocası Daniel Withie, karısını küvette küçük çocuğunu boğmaya çalışırken bulduğunda tam zamanında müdahale etmişti.

8 Aralık 2020 Salı

The Crawling Woman


Midwest'te bir üniversite öğrencisiydim. Son senemi Japonya' da okumaya karar verdim. Farklı bir yerde yaşamak belki de daha iyi bir üniversite tecrübesi sağlardı. Biletimi alıp eşyalarımı topladıktan sonra, yaklaşık 4 ay başka bir yerde olacaktım.  Uçuş sorunsuzdu, dünyanın her yerinden arkadaşlarım olmuştu ve şaşırtıcı bir şekilde kendimi evde hissediyordum. İlk birkaç hafta herşey sorunsuzdu. Ama bu durum bir gece değişti. 

Uyandığımda gecenin ikisiydi. Odam buz gibi soğuktu,25 dereceye ayarladigim halde. Boğazım kurumuştu ve su içmem için yalvarıyordu. Odamdaki buzdolabina yöneldiğimde dışarıdaki bir figür ilgimi çekti. Sokak lambasının altında yırtık paçavralı ve uzun siyah saçları yüzünü örten bir kadın vardı. Şok içindeydim, acaba kayıp mı olmuştu? Pencereyi açıp yardıma ihtiyacı olup olmadığını sordum. Bana cevap vermedi, aksine, hiç hareket etmeden durdu. Sesimi biraz artırdım, yurttaki arkadaşlarımı uyandırmamaya dikkat ederek. Ama yine de cevap vermedi. Bu noktada, ne yapacağımı bilmiyordum, polisi aramalı mıydım? Belki de o iyiydi. Tümüyle şaşkın bir halde  uyumaya döndüm, beynimden bu anı yavaşça uzaklaşarak..




Sonraki gün, Japonca dersime gitmek için uyandım. Dün yaşadığım şeyleri unutmuş gibiydim, dışarıdaki o sokak lambasını görene kadar. Kahvaltıda, arkadaşlarımdan birine garip bir kadını görüp görmediğini sordum. Hayır deyince ürperdim. Dün gece olanları anlattım, omuzlarını silkti ve halüsinasyon falan görmüş olabileceğimi söyledi. Başka bir açıklaması yoktu, ona inanmaktan başka seçeneğim yoktu. Ama olanlar çok gerçek hissettirmişti. Günün geri kalanında, derslerime pek de odaklanamadım, aklım hep o kadındaydı. Acaba neden oradaydı? Yardıma mı ihtiyacı vardı? Yurda geri dönünce perdeleri sıkıca kapatıp dış dünyayla ilişkimi kestim. Gecenin ilerleyen saatlerinde, aynı olay tekrar oldu..


O gece bir kabus gördüm: Tek başıma yurda doğru yürüyordum.Yurda iyice yaklaşınca onu tekrar gördüm. Sokak lambasının altında duruyordu. Sırtımdan aşağıya doğru bir üşüme hissettim. Ağzım kurumuştu. Aramızda bir adım kalana kadar yanıma geldi. Ağzını bir insanın açabileceğinin iki katı kadar açtı ve gırtlaktan gelen kan dondurucu bir çığlıkla bütün hücrelerimi zangır zangır titretti. Soğuk terler dökerek uyandım ve saatime baktım. 1:30 A.M. Derin bir nefes alıp rahatladım ve su dökmeye gittim. Banyodan döndüğümde kapalı perdenin arasından sızan ışığı gördüm. Görmezden gelmek istedim ama bir dürtü gidip perdeyi açmama sebep oldu.


Perdeyi açınca o kadını yine gördüm. Bu defa daha da yakınlaşmıştı, sokak lambasının altında değildi artık. Ama hala hareketsiz duruyor ve saçı yüzünü kapatıyordu. Biraz sinirlenerek eğer 5 dakika boyunca gitmezse polisi aramaya karar verdim.. Hareket bile etmedi. Ben de polisi aradım, tuhaf bir kadının odamın dışında durduğunu söyledim. Telefondaki bayan bana yakında bir polis memurunun buraya geleceğini söyledi. Telefonu kapattıktan sonra göz ucuyla sokağa baktım ve kadın gitmişti. 20 dakika sonra bir polis memuru geldi ve soruşturma başlattı. Bütün kampüs uyandı, polisler bir şey bulamadı. Yurttaki herkes bana kızgındı, haklıydılar. Tuhaf bir kadından korktuğum için gecenin bir yarısı herkesi uyandırmıştım. Bunca çileden sonra herkes uyumaya devam etti, ben de bu düşünceyi unutmaya çalıştım..

Ertesi gün bitkin bir halde uyandım. Gecenin uykusuzluğundan başım çatlıyordu. Telefonuma uzandım ve uyuyakaldığımı farkettim. Alelacele sınıfıma gittim, o an farkettim ki quiz vardı ve ben hiç çalışmamıştım. Quiz e hiç odaklanamadım ve başarısız oldum. Günün geri kalanını kafa karışıklığı ve korku içinde geçirdim. O kadın bir an dışarıda olup nasıl aniden kaybolabiliyordu? Hiç mantıklı gelmiyordu ve ben de boşver gitsin dedim.


O gece odam yine buz gibi soğudu. Nefesim buharlanıyordu. Bir şey beni dışarı bakmaya zorluyordu, direnmeye çalıştım. Ve boruların tıkırtı ve sallanma seslerini duydum. Perdeyi aralayıp aşağıya baktığımda korktuğum başıma gelmişti. Dışarıdaki kadın, şimdi hızla odama doğru tırmanıyordu..