14 Aralık 2021 Salı

The Most Terrifying 911 Call I've Ever Received



"911. Acil durumunuz nedir?" dedim telefona yanıt verdiğimde.

"Evimde bir yarasa var," hoparlörden yüksek sesli bir çığlık duyuldu. "Gelip alması için birini gönderin."

"Tamam hanımefendi, mümkün olan en kısa sürede hayvan kontrolünü göndereceğim."

Arayan kişi bana teşekkür etti ve dışarıda bekleyeceğini söyledi. Ben de en yakın birimi göndermek için düğmeye bastım.

Boş bir kağıda karalamalar yaparak bölmemde oturdum. Memur olmak her zaman kolay bir şey değil, özellikle 500 nüfuslu Montana'nın ortasında. Vaşaklar, bizonlar ve ön bahçelere giren ayılar hakkında telefonlar alıyoruz, bazen de gençler sıkıldıkları için telefon şakası yapıyorlar ve tabii ki, sıklıkla olan avlanma acil durumları. Ama bunların hepsi nadiren oluyor, bazen bir arama gelmeden saatler geçirebiliyoruz. Bu da tek başına gece vardiyasındaysan, durumu zorlaştırıyor.

"Kara?"

Koridordan gelen patronumun sesini duydum.

"Buradayım!" cevap verdim, kağıda karalamalar yapmaya devam ederken yaklaşan ayak seslerini duyabiliyordum.

"Ah hey," dedi başını köşeden uzatıp. "Ben çıkıyorum. Bir şeye ihtiyacın var mı?"

Soğumuş kahvemi kavradım. "Yok sanırım."

"Pekala, ışıkları kapatacağım. İyi geceler."

Koridordaki ışıkların kapanma sesini duydum, vızıldamaya benzer bir ses çıkaran floresanlar. Kapatılmalarından nefret ediyordum, her şey sessizliğe bürünüyordu. Tüm gece bu binada tek başına olmak, insanın hayal gücünü ürpertici bir şekilde çalıştırıyordu.

Yedi tane bilgisayarın ekranına bakarak masamda oturuyordum. Ekranlardan birinde, herhangi bir acil durum için acil müdahale ekiplerinin tam olarak nerede olduklarını görebiliyordum.
Sorumlu olduğumuz bölgedeki sokakların isimlerini ezberlemeye başladım. Hiçbir şey olmuyordu, olaysız ve sessiz bir gece gibiydi.

Saat gece 1'di, hala uyanık olmamı sağlayan soğuk kahvemden bir yudum alıp ertesi gün için alışveriş listemi hazırlamaya başladım. "Neye ihtiyacım var?" dedim yüksek sesle. Yazmaya başladım, tavuk, şarap, tuvalet kağıdı, sebzeler... Listeyi yapmayı bitirdim, katlayıp kotumun cebine sıkıştırdım.

Kulaklığımdan, birinin aradığını haber veren bip sesi gelmeye başladı. Önümdeki ekranda bir isim ve numara yanıp sönerken başımı kaldırdım.

"911. Acil durumunuz nedir?" diğer hattaki kişiye sordum.

"Yardıma ihtiyacım var," dedi bir çocuk sesi.

"Adın ne? Ne için yardıma ihtiyacın var?" dedim korkmuş küçük kıza.

Tekrar, "Yardıma ihtiyacım var," dedi.

Cevapladım, "Bana sorunun ne olduğunu söylemezsen sana yardım edemem." ve telefon hattı gitti.

Aceleyle numarayı tekrar tuşladım ve çalmasını bekledim, ama ses yoktu ve tekrar bağlanmıyordu. Kontrol etmek için görevlilerden birini aramaya karar verdim.

"Jenkins, 5689 Hickory Vadi Yolu'na gidip bakmanı istiyorum. Olası bir VIC (çok önemli müşteri) durumu olabilir. Onu geri aramayı denedim ama yanıt alamadım." dedim kulaklığıma doğru.

"Teşekkürler, Kara. Umarım yalnızlığınla birlikte güzel bir gece geçiriyorsundur." gülmeye başladı. "Tek başına o küçük bölmende ne yapacaksın?"

"Sen bir pisliksin. Aslına bakarsan, tek başıma harika bir gece geçiriyorum. Dediğimi yap ve bana haber ver." dedim.

"Anlaşıldı!"

Sağ taraftaki ekrana bakarak sandalyeme geri oturdum. Kırmızı bir nokta, kızın aramayı yaptığı bölgeye doğru yavaşça hareket etmeye başladı. Yaklaştıkça kızın iyi olup olmadığına dair merakım daha da artıyordu. Sonra nokta durdu.
Bu genellikle, memurun konuma veya konumun yakınına ulaştığı anlamına gelir. Haritamız sokakları gösteriyor, ancak tam noktayı göstermiyor.

Jenkins'in beni aramasını beklerken kahvemden bir yudum daha aldım. Saniyeler, dakikalar yavaşça geçerken saati izliyordum. Bilgisayarlar aydınlandığında neredeyse onu tekrar aramak üzereydim.

"911 sevkıyatı, acil durumunuzun tam konumu nedir?" Ekranda isim ve telefon numarası çıktığında bu kez ismi sesli bir şekilde söyledim: Olivia Taylor.

"Seni tekrar aramayı denedim ama cevap alamadım. Görevlilerden biri birazdan orada olur," dedim aceleyle ama sert bir tavırla.

"Neden bana yardım etmiyorsun?" diye mırıldandı. Diğer hattan ağladığını duyabiliyordum.

"Sana yardım etmeye çalışıyoruz, Olivia. Görevliler her an orada olabilir. Benimle hatta kalabilir misin?" kafamı toplamaya çalışırken sordum.

"Dolap," dedi. "Bizi dolapta bulabilirsin."

Hattaki kızdan gelmeyen, başka bir ağlama sesi duydum.

"Olivia, orada seninle birlikte biri mi var?" kalbim göğsümden fırlayacak gibi atıyordu.

"Gitmeliyim! Beni duyacak!" diye bağırdı ağlayarak.

"Seni kim duyacak, Olivia?" sordum, telefon tekrar kapanmadan hemen önce.

Haritaya baktım ve Jenkins'i gösteren noktanın hala hareket etmediğini fark ettim. Endişeyle onu aradım, telefon çaldı ve çaldı. Sonunda cevap verdi.

"Ben Jenkins," dedi resmi bir sesle.

"Oh, Tanrıya şükür!" nefesimi düzene sokmak için bir saniye bekledim. Kalbim dakikada bir mil atıyordu.

"Ne var, Kara? Orada tek başına kalmaya dayanamıyor musun? Neden sürekli beni arıyorsun?" şaka yapmaya çalıştı ama birazdan benim ciddi olduğumu fark etti. "Ne oldu? İyi misin sen?"

"VIC'ten (çok önemli müşteri) bir arama daha aldım. ETA'n (tahmini varış süresi) nedir?" gözlerimi kapattım ve sakin kalmaya çalıştım. Bu işimin bir parçasıydı.

"Destek bekliyorum," dedi. "Burası hiçliğin ortasında. Tek yol, arabanın geçemeyeceği kadar dar bir orman yolu. Yürüyerek gitmemiz gerekecek. Sadece birkaç dakika daha sürer."

Ekrana göz attım. İki kırmızı nokta, Jenkins'e doğru ilerliyordu. Bunlar destek ekibi olmalıydı.

"Olay yerine varınca beni ara. Kız dolapta saklanıyor, sanırım onunla birlikte başka biri daha var," diye açıkladım.

"Bilgilendirme için teşekkürler. Vardığımda seni arayacağım." telefonu kapattı.

Stresimi azaltmak için biraz zamana ihtiyacım vardı. Uzun koridorda banyoya doğru yürüdüm
Işığı açtığımda, kalp atışlarım sesi duyulabilecek kadar hızlıydı. Floresanın tanıdık vızıltısı, yüzüme soğuk suyu çarptığımda beni sakinleştirdi. Aynada ten rengimin soluklaştığını görebiliyordum, gözbebeklerim de endişeyle irileşmişti. "Her şey yoluna girecek, her şey yoluna girecek..." dedim aynadaki yansımama.

Banyodan çıktığımda, yine kulaklıklarımdan gelen bip sesini duyabiliyordum. Jenkins'in bana bir güncelleme vermek istediğini düşünerek bölmeme gittim. Ama ekrandaki ismi gördüğümde midemde bir karıncalanma hissettim.

"Olivia, senin aradığını görebiliyorum. İyi misin?" harita ile ekrana baktım. "Görevliler yolda. Bir dakikadan daha az bir sürede orada olurlar."

Cevap gelmedi.

"Orada mısın? Beni duyabiliyor musun, Olivia?"

Diğer hattan bir sızlanma duyuldu. "Çok geç," dedi. "O odada. Beni duydu."

"Kim seninle birlikte odada?" sordum. "Lütfen bana söyle, ben de görevlilere bildireyim." derin bir nefes alarak sakin kalmaya çalıştım.

"Silahı var."

Kapının açılma sesinin gelmesiyle birlikte, hattan bir çığlık yükseldi. İki tane patlama sesi duydum. Sonra sessizlik.

"Lanet olsun!" bağırdım, göz yaşlarım yüzümden aşağı akmaya başladı. Neler olduğunu tahmin edebiliyordum.

Birazdan, ekran tekrar aydınlandı. Bu kez isim olarak 'Carlos Jenkins' yazıyordu. Yanıtlamadan önce derin bir nefes aldım.

"Beni tekrar aradı!" telefona doğru bağırdım. "DOA (olay yerine varıldığında kişinin ölmüş olması) olmuş olabilir, Jenkins. Çok geç kaldın!"

"Seni kim, nasıl arıyordu, Kara?" kafası karışmış bir sesle sordu.

"Şu an benimle oyun oynama. Olay yerine vardın mı varmadın mı?" önümdeki ekrana bakarak sordum.

"Kulübeye ulaştık, ana yolun yaklaşık 1 mil uzağında. Sana bunu söylemek istemezdim, ama herkes ölmüş."

"Lanet olsun." elimle yüzümü kapattım. Cildim öfkeyle ısınıyordu.

"Ama nasıl birinin seni bu gece aramış olabileceğini anlamıyorum," dedi Jenkins. Masamda şaşkınlıkla doğruldum.

"Ne demek istiyorsun?"

"3 tane iskelet kalıntısı bulduk. Biri baba olduğunu tahmin ettiğimiz yetişkin bir erkek ve iki tane kız. Bu kalıntılar en az bir yıllık."

Göğsüm sıkıştı ve oda dönmeye başladı. Bayılacak gibiydim.

"Tuhaf olan şu ki," diyerek Jenkins devam etti, "İki kızın iskeletlerini dolabın içinde bulduk. Ama birinin elinde telsiz bir telefon vardı. Sanırım yardım getirmeye çalışıyordu."