16 Temmuz 2022 Cumartesi

Something went wrong with my heart transplant

Her zaman zayıf bir kalbim oldu.

Sadece fiziksel olarak değil, her zaman kendi gölgesinden bile korkan biriydim. Doktorların bana hastalığımın sadece kalp üfürümü olmadığını söylemesi şaşırtıcı değildi. Testlerle dolu bir yıl. Bir yıllık terapi, sürekli hastane gezileri ve en sonunda bana her şeyin boşuna olduğu söylendi. Zavallı zayıf kalbim Noel'e kadar dayanamazmış. Ölmekte olduğunuzun söylenmesi garip bir şey. İlk başta bunu kabullenemedim. İçtim ve paramı harcadım. Çok korktuğum için pervasız, aptalca şeyler yaptım.


Sonra haberi aldım. Laura adındaki genç bir kadının beyin ölümü gerçekleşmiş ve ben, seçilmiş şanslı kişi, bir hafta sonra yepyeni bir kalbe sahip olacağım. Yavaşça, dikkatli bir şekilde hastaneye gittim ve ameliyat için kendimi hazırladım. Yatakta uzanırken, Laura kafamda dönüp durdu. Sanki gözlerimi her kapattığımda adı beni çevreleyen karanlıkta yanıp sönüyordu.

Yanlıştı, biliyorum ama bana kalbini veren kadını görmem gerekiyordu. Hayatımı kurtaran kişinin yüzünü bile bilmemek doğru gelmiyordu. Adını biliyordum, hangi koğuşta kaldığını biliyordum - iki hemşirenin bu konuyu tartıştığını duymuştum. Aradığım şeyi bulana kadar dolambaçlı koridorlarda dolaştım, tüm dikkatimi vererek, hiçbir ismi kaçırmadığımdan emin oldum. Sondan ikinci odada, yatakta yatıyordu. Yatağın yanına bir kadın oturdu, elini tuttu ve benim zayıf kalbim tekledi.


"Affedersiniz." Ona ne diyeceğim hakkında hiçbir fikrim yoktu. "Ben Jenna. Ben kalbin verileceği kişiyim… Yarın ameliyat olacağım ve..” Laura'nın annesinin ayağa kalktığını varsaydım ve gözlerindeki ifadeden kim olduğumu bildiğini anlayabiliyordum.

"Ziyaret ettiğiniz için teşekkürler. Garip olduğunu biliyorum ama onun bir parçası sende yaşıyor olacak. Seninle tanışmak istedim." Orada durdum, çaresiz ve kelimeler için kayboldum. Laura'nın annesi beni yanına çağırdı.

"Lütfen." dedi. "Rahatsız olma. Bu onun isteyeceği şeydi.” Laura'nın yanındaki koltuğa oturdum.

"Nasıl-" sustum. Sormak çok korkunçtu. Laura'nın annesi bana hafifçe gülümsedi.


“O bir bakım görevlisiydi. Eşleri tarafından dayak yiyen kadınlara baktı, taciz edilen kadınları kolladı. Geçen ay bir adamla tanıştı ve... Şey. Sanırım, aşık olduğunda yıllarca aldığın eğitimi göz ardı edebiliyorsun. Tüm işaretleri görmezden geldi. Ve öldürüldü. Hayatını her zaman ona ihtiyacı olanlara adadı.” Laura'nın annesi yere baktı. Bunu neden yaptığımı bilmiyorum ama uzandım ve Laura'nın elini tuttum.

"Çok üzgünüm. Bir zamanlar öyle bir erkek arkadaşım vardı... Laura gibi biri beni ayrılmaya ikna etti.” Laura'nın annesi bana yarım bir gülümseme daha verdi. Gözlerindeki yaşları görebiliyordum.


Sonra Laura elimi sıktı. Sıkıca. Beni o kadar sıkı kavradı ki tırnakları tenime battı. Geri çekildim, yüzümde bir korku ifadesi vardı. Laura'nın annesi sakince bana baktı.


"Bazen elimi sıkıyor. Doktorlar buna kas spazmları dedi. Her neyse, artık orada Laura'ya dair bir şey kalmadı." Avucumun içinde kanamaya başlayan küçük hilallere baktım.


Ameliyat mükemmel geçti. Göğsümdeki kabarmış yarayı gazlı bezle kapatarak işim bittikten sonra tekerlekli sandalyeyle kurtarma odasına götürüldüm. Görmesem daha iyi, diye düşündüm. Daha fazla kalp sorununa ihtiyacım yoktu. İlk günü ağrı kesici ilaçlarla uyuşmuş, sadece biraz yemek yiyerek ve belki iki kez oturarak geçirdim. Uzun bir süreçti, bana güvence verdiler.

Ayrılmamdan bir gün önce Laura'nın annesi beni ziyarete geldi. Sakin tavrı değişmemişti ama acı çektiğini görebiliyordum. On yaş daha büyük görünüyordu ve bana sarıldığında elleri titriyordu.


"Ne zaman eve gidiyorsun?"

"Yarın." Ona söyledim. "Lütfen, ne zaman istersen ziyarete gel." Adresimi onun için bir kağıda yazdım, gözümün ucuyla kapıda bir parıltı sezdim fakat oraya baktığımda hiçbir şey göremedim.

"Ah!" birden bağırdım. Sanki biri elimi o kadar sert sıkmıştı ki neredeyse kemiklerimi kıracaktı. Laura'nın annesi, gözlerinde endişeli bir ifadeyle yanıma koştu.


"Sorun nedir? Kalbin mi?" Dediklerinin ağırlığını yüzünde bir an görebildim. Onu rahatlatmaya çalıştım ve doktorlara haber vereceğimi söyledim. Yüzünde endişeli bir ifadeyle ayrıldı.

Aşağıya baktığımda, Laura'nın yaptığının altında yeni bir dizi hilal tırnağı izi vardı.


Eve yolculuğum kısa sürdü ve farkına varmadan kendi daireme dönmüştüm. Kaldığım yerden yeniden başlayacak olmak garip hissettirdi, buraya son geldiğimde neredeyse bana biçilen ömür bitmişti. Ben öldüğümde ailemin yapması gerekmesin diye gözyaşları içinde eşyalarımı toplayıp saklamaya çalıştığım bir gecenin kalıntılarına, dağınıklığa ve karton kutulara baktım. Laura'nın kalbi o kadar hızlı atıyordu ki göğsümden çıkacakmış gibi hissettim. Bunu hep yaptı ve sağlıklı bir kalbin böyle hissetmesi gerektiğini anladım. Öyleyse neden huzursuzluğumu üzerimden atamıyordum?


O gece bir rüya gördüm.


Laura hastane yatağındaydı ama annesi gitmişti. Kalbimin, Laura'nın kalbinin, kulak zarlarımda çok yüksek sesle attığını duyabiliyordum, acı vericiydi. Üstlerini örtmeye çalıştım ama ellerim yanlarımdaydı. Açıklanamayan bir güç beni Laura'nın yataktaki hareketsiz figürüne doğru çekiyordu, dudakları maviydi ve pencere açılmıştı, sarı saçlarını yüzüne savurdu.

Gözlerini açtığında neredeyse üstündeydim.


"Kaç." Sesi hırıltılıydı. Daha fazla dayanamayacağımı düşünene kadar kalp atışlarını duymaya devam ettim.


Sonra uyandım. Ses gerçekti. Laura'nın kalbi o kadar gürültülüydü ki kulak zarlarım yırtılacakmış gibi hissettim ve acı içinde çığlık atarak kulaklarımı kapatmaya çalıştım. İşe yaramadı, içimde derin bir yerden geliyordu, göğsümün boşluklarında yankılandığını hissedebiliyordum. Nefes nefese yataktan kalktım ve telefonumu bulmaya çalıştım. Birini, herhangi birini, ambulansı veya annemi aramam gerekiyordu. Kim açarsa.


"Kaç." Bu, Laura'nın kalbinin güm güm atmaları arasında seçtiğim hafif bir fısıltıydı, sanki bir hayvan tarafından yapılmış gibi çıkan alçak bir gırtlak sesiydi ve kapıya, sürünerek ve çığlık çığlığa bağırarak gittim. Kapıyı komşum açtı, yerde göğsümü tutarak beni görünce gözleri irileşti.


Arabasının yolcu koltuğunda ağlarken beni hastaneye götürdü. Yaklaşık elli farklı muayeneden sonra doktorlar bana kesinlikle hiçbir sorun olmadığını söylediler. Kalbimin sorunsuz olduğunu, tansiyonumun normal olduğunu ve her şeyin yolunda gittiğini söylediler. Bekleme alanında durdum, utanç ve hayal kırıklığı içinde eve döndüm. Ama yine de düşünmekten kendimi alamadım.


O kalp bana ait değildi.


Telefonum tezgahta titredi, bilmediğim bir numara. Harika. Tek ihtiyacım olan buydu, telefonun ucundaki bir yabancı gibi daha açıklanamayan, korkutucu şeyler. 


"Merhaba?"


"Günaydın, ben Thames Valley polisi, bugün saat 1.30 sıralarında dairenizde meydana gelen bir olayı bildirmek için aradık." Bir utanç dalgası hissettim.


“Çok üzgünüm, yakın zamanda ameliyat oldum ve kendimi iyi hissetmiyordum. Komşumun beni hastaneye götürmesi gerekiyordu ve sanırım ayrılmadan önce koridorda biraz panikledim.” Telefonun diğer ucunda küçük bir sessizlik oldu.


“Korkarım bu, sizi arama sebebimiz değil.” Laura'nın kalbinin sakince attığını hissettim. "Bay Samuel Matthews'in evinize zorla girmeye çalıştığını tespit ettik, kayıtlarımıza göre o sizin eski sevgiliniz ve eylül 2017'de ona karşı bir yasaklama emri çıkardınız. Doğru mu?" Kanım dondu.


"Doğru."


"Şu an gözaltına alındı. Üzerinde otomatik bir silah bulduk ve size zarar verme niyetinde olduğunu düşünüyoruz. Şu anda dairenizde, hastanede kalış sürenize bağlı olarak evinizi koruyacak bir memurumuz var.”


Ona teşekkür ettim ve telefonu kapattım.

Bir an için duvara yaslandım, korku yavaşça yayıldı. O gece evden çıkmamış olsaydım beni bulurdu.

Laura'nın kalp atışları yine kulaklarımı doldurdu ama şimdi nazik ve sakinleştiriciydiler. Annesi, her parçasını ihtiyacı olanlara yardım etmeye adadığını söylemişti.

Minnettarlığımın altında ezilmiş bir halde ellerimi göğsüme koydum ve Laura'yı dinledim.




13 Temmuz 2022 Çarşamba

James Webb Teleskobu Derin Uzayda Korkunç Bir Şey Keşfetti

NASA için astronom olarak çalışıyorum ve halktan sakladığımız bazı şeyler var. Hayır, dünya düz değil ve uzaylılar hükümeti kontrol etmiyor. Kahretsin, keşke durum böyle olsaydı, çünkü gerçek çok, çok daha kötü.

1993 yılında Hubble Uzay Teleskobu bir yıldızın kaybolduğunu gördü. Süpernovaya dönüşmedi ya da doğal olarak ölmedi, sadece birkaç dakika içinde karardı. Bu yıldız zaten çıplak gözle görülemeyecek kadar sönüktü ve yer tabanlı teleskoplar onu çevreleyen yıldızların arasından seçmekte zorlanıyordu, bu yüzden olay halk tarafından yaygın olarak bilinmiyordu. O zamanlar, en olası açıklamanın, dünya ile yıldız arasında bir yıldızlararası toz bulutunun sürüklenmesi ve onu görüş alanını kapatması olduğunu düşündük. Not edildi ve uzun bir süre için unutuldu.

2007'de iki yıldız daha kayboldu. Olayın gelişimi nedeniyle, bu seferki çok daha endişe vericiydi. Söz konusu iki yıldız, oldukça yakın bir mesafede birbirlerinin yörüngesinde dönen ikili bir sistemin parçasıydı. Suçlu yine bir yıldızlararası toz bulutu olsaydı, ikisi de aynı anda veya ona çok yakın bir yerde ortadan kaybolmuş gibi görünürdü. Bunun yerine, her iki yıldız da birbirinden yaklaşık 8 saatlik bir süre ile ayrılarak dakikalar içinde ayrı ayrı karardk. Bu ikili sistem ayrıca, 1993'te daha önce kaybolan yıldıza nazaran Dünya'ya yaklaşık 15 ışık yılı daha yakındı.

Yüzlerce Hubble teleskop görüntüsünü dikkatlice inceledikten sonra, 1995 ve 2002 yıllarında 'sönmüş' iki yıldız daha tespit edildi. Bunların hepsi aynı yıldız bölgesindendi, birbirlerinden sadece bir avuç ışık yılı uzaklıktaydı. Çıkarabileceğimiz tek sonuç, ışık hızına yakın hareket eden bilinmeyen bir etkinin bu yıldızları örttüğü (veya yok ettiği) idi. Ne yazık ki, Hubble bize bundan daha fazlasını söyleyecek kadar hassas değildi.

James Webb Uzay Teleskobu ilk olarak birkaç ay önce çevrimiçi oldu. Resmi kanallar size hala testte olduğunu söylese de, şubat ayının başından beri aktif olarak veri topluyoruz. Yaptığımız ilk şeylerden biri, teleskobu uzayın kaybolan yıldızların kapladığı bölgelere yöneltmek oldu. Toz bulutları tarafından bloke edilmişlerse (bazılarımızın hala tutunduğu bir umut), JWUT'nin arttırılmış hassasiyeti onların içini görebilir ve yıldızların hala orada olduğunu doğrulayabilirdi. Maalesef böyle bir şansımız olmadı. Kaybolan ilk 3 yıldız hâlâ tamamen karanlıktı. Yine de yerçekimi dalgası dedektörleri kısa süre sonra garip bir şey buldu. Tüm durumlarda, yıldız kütleleri eskisi ile aynı değildi, azalmak yerine tam aksi şekilde artmıştı. Daha hassas gözlemler, şu anda kararmış olan bu yıldızları birbirine bağlayan ve uzayda uzanan bir tür 'dizi' veya 'ağ' tespit etmişti.

Teleskopu 2007'de ortadan kaybolan ikili sistem üzerine yönelttiğimizde, ki bu fenomenin şimdiye kadar gözlemlendiği en yakın noktaydı, sonunda bir kütle spektrometresi okumasını denemek için yeterli ortam elektromanyetik spektrum radyasyonu kaldı. Bilmiyorsanız, kütle spektrometrisi, bir nesne tarafından yayılan veya yansıtılan ışık dalga boylarının modellerini ölçerek, sıcaklığı, hızı ve hareket yönü gibi tonlarca yararlı bilgiyi öğrenebileceğimiz inanılmaz derecede faydalı bir süreçtir. Birtakım kimyasallar yöntemler, kısaca. Yine de ikili yıldızlardan aldığımız okumalar bir anlam ifade etmiyordu. Her şeyden önce, soğuktular - neredeyse etraflarındaki yıldızlararası ortam kadar soğuk. Bu yıldızlara her ne olduysa onları tamamen söndürmüş ya da bir şekilde ışıklarının yayılmasını engellemişti. Ancak gerçekten şaşırtıcı olan şey, kütle spektrometresi tarafından döndürülen emisyon çizgileriydi. Hidrojen, Karbon, Azot, Oksijen ve Magnezyum gibi birkaç tanıdık element tanımlanmıştı, ancak tanıdık elementlerin oranı çok azdı. Okumaların çoğu bilinen herhangi bir kimyasal elemente karşılık gelmiyordu ve hatta ışık, madde ve kimya fiziği hakkında bildiklerimize meydan okuyor gibiydi. Bu devasa, yıldızları kapsayan yapı, esasen adını bile bilmediğimiz ve anladığımız anlamda madde olmayabilecek malzemelerden oluşuyordu.

Spekülasyon yaygınlaştı. Açıkçası, böyle bir şey doğal bir fenomen olamazdı. Sonunda, dünya dışı yaşamın kanıtını bulduk. Ama keşfettiğimiz bu şey neydi ve hangi amaçla yapılıyordu? Önde gelen hipotez, enerji çıktılarının %100'ünü yakalamak için yıldızları tamamen sarmak üzere inşa edilmiş devasa güneş kollektörleri olan bir dizi Dyson küresine* bakıyor olmamızdı. Böyle bir kavram, 20. yüzyılın başlarında, yıldızlararası bir uygarlık için potansiyel bir enerji kaynağı olarak tasavvur edilmişti. O zamandan beri, fikir popüler bilimkurguda kendine yer buldu. Bu devasa yapıların inşası, bir gün tespit edebileceğimiz akıllı dünya dışı yaşamın ilk işaretlerinden biri olarak teorize edilmişti. Sanki o gün bugündü.

*Dyson Küresi: Muhtemel gelecekte var olduğu farz edilen, yıldızların enerjisini %100 kapasiteyle depolayabilen devasa, küresel, astro-mühendislik yapı. Sadece bir hipotezdir.



Teori yine de her şeyi açıklamadı. Her şeyden önce, yıldızların kaplandığı imkansız hız vardı. Birkaç dakika içinde sıfırdan bir Dyson küresi inşa etmek, bilim adamlarının ve bilim kurgu yazarlarının en çılgın spekülasyonlarının bile ötesindeydi. Sonra, ışık yılı uzaklıklarında bu soluk yıldızları birbirine bağlayan gizemli 'filamentler' vardı. Bunların hangi amaca hizmet edebileceği ve hatta nasıl inşa edilebileceği hakkında kimsenin bir fikri yoktu.

NASA'daki herkes bu gizemden etkilenmişti. Geriye dönüp baktığımızda, gerçeği hiç keşfetmemiş olsaydık daha iyi durumda olabilirdik diye düşünmeden edemiyorum.

Bir aydan kısa bir süre önce JWUT, yıldızlararası boşluktan yayılan bir dizi olağandışı enerji patlaması tespit etti. Bunlar, 2007'de ortadan kaybolan ikili sistemden yaklaşık 12 ışık yılı uzaklıktaki bir yıldız sisteminin en ucunda meydana geliyordu. Teleskobu bu sisteme odakladığımızda, bunların da doğal fenomenler olmadığını kısa sürede belirledik. Hâlâ aralıklı olarak yanıp sönen enerji imzaları, termonükleer ve antimadde tabanlı patlamalardan ve tanımlayamadığımız diğer birkaç enerji türünden beklenenlerle eşleşiyordu. Bu patlamalar, o mesafeden dünyada çıplak gözle hala görülemese de, büyüklük olarak kesinlikle muazzamdı - insanlığın makul bir şekilde inşa edebileceği herhangi bir nükleer bombadan kolayca milyarlarca kat daha güçlüydü.

Teleskopun ayarlarını yaptıktan sonra, neler olup bittiğine dair daha net bir resim elde edebildik: Dyson sistemini birbirine bağlayan yıldızlararası 'filamentlerden' birinin ucu, uzak yıldız sisteminin Oort Bulutu’ndan* geçiyor ve kendi güneş sistemini kaplamaya çalışıyordu. Ve orada yaşayan her kimse karşılık veriyordu. Silahları, nesnenin gezegen büyüklüğündeki parçalarını parçalayarak, koparak ve buharlaştırarak, nesnenin ilerlemesini yavaşlatmayı başardı, ancak neredeyse yok edildiği kadar hızlı bir şekilde kendini yeniden inşa ediyor gibiydi. Bir haftadan kısa bir süre sonra patlamalar durdu. Görünüşe göre cephaneleri bitmişti. Yıldızlar arasındaki boşlukta, bu şeylerin neredeyse ışık hızında hareket ettiğini biliyorduk, ancak iç yıldız sistemine yaklaştığını gördükçe, sistemin yıldızını yutmaya hazırlanarak boyut olarak şiştikçe hızı yavaşladı.

*Oort Bulutu: Bir yıldız sisteminin içerisindeki alt güneş sistemindeki, sistemin en dışarısını çevreleyen, buz kütleleri ve uzay atıklarından oluşan bulutsu. Güneş sisteminin en uç noktası. Alt güneş sisteminin güneşinden ortalama 5000 AB uzaklığındadır. (5000×150 milyon km)



Teleskopun merceklerini hızla kararan güneşe çevirdik. Bu şey her neyse, başka bir yıldızı silip atmak üzereydikl, hem de gerçek zamanlı olarak. Kendi güneşimizden biraz daha büyük olan bir anakol yıldızının yok oluşunun görüntüsünü izlerken hepimiz nefesimizi tuttuk. İlk başta hiçbir şey olmuyormuş gibi görünüyordu ama kısa süre sonra parlak kürenin kenarında küçük bir gölge belirdi, kısa süre sonra başka bir gölge ve ardından üçüncü bir gölge izledi. Gölgeler, yıldızın ışığını engellerken garip ama bir şekilde tanıdık bir desen oluşturarak bir araya gelmeye başladı.

"Onlar ne?" Meslektaşlarımdan biri nefesini tuttu. "Sanki şeye benziyorlar..." diye duraksadı, sanki alay edilmekten korktuğu için bir sonraki kelimeyi söylemekten korkuyordu. Ancak ben böyle bir tereddüt yaşamadım.

"Yapraklar," dedim, sesim monotondu. Durum, herhangi bir duygusal tepkiyi ifade edemeyecek kadar inanılmazdı, hatta saf şoku bile. "Yapraklara benziyorlar."

Birkaç dakika boyunca, dikdörtgen yaprakların ve ince asmaların tanıdık şekillerine uyan gölgeli bir ana hatlar ağının uzak yıldızdan kalan ışığı silmeye başladığını izledik.

O sırada odadaki herkes gerçeği anlamıştı. Bunca yıldır takip ettiğimiz fenomen hiper-gelişmiş uzaylı mega yapısı değildi. Hidrojen, Karbon, Azot, Oksijen ve Magnezyum, tespit ettiğimiz birkaç tanıdık element. Hepsi klorofilin bileşenleriydi. Bir bitkiydi. Işık yıllarını kapsayan devasa bir bitki. Ve dünyadaki karasal bitkiler gibi, kendini beslemek için ışık aramıştı. Yıldızları yıldızlararası uzayda birbirine bağlayan filamentler onun dallarıydı. Algıladığı en yakın yıldızlar yönünde büyüyecek, onları tamamen saracak ve sonra yoluna devam edecekti. Bu yıldızların yörüngesinde dönen gezegenlerde yaşayan herhangi bir yaşam donarak ölüme terk edilecekti veya daha da korkuncu, bitki o gezegenleri de kendine kütle katmak için yok edecekti.

Teleskop veri toplamaya devam ederken herkes sessizdi. Sonunda, sonsuz gibi gelen bir sürenin ardından, odanın uzak ucundan genç bir astronom amirimize seslenerek konuştu.

"Efendim, sistemden ayrılan başka bir dalın oluşumunu tespit ettik. Vektörü..." yutkundu. Daha fazlasını söylemesine gerek yoktu ama yine de söyledi. "Doğrudan güneşimize doğru gidiyor."

"Ne kadar zamanımız var?" müfettiş sert bir şekilde sordu.

"Bu şeyin zaman gecikmesine, uzaklığına, göreli özelliklerine ve daha önce gözlemlenen hızlarına bakılırsa... en fazla yirmi yedi yıl tahmin ediyorum efendim."

Yirmi yedi yıl. Bu galaksiler arası otun, teknolojik olarak en azından binlerce yıl önümüzde olan bir uygarlığı alt ettiğini izlemiştik ve otuz yıldan az zamanımız vardı.

Bunu yazdığım için muhtemelen bulunup susturulacağım. Ama umurumda değil. Birine söylemeliyim. Bunu daha fazla sır olarak tutamam. Güneş karardığında ve dünya donmaya başladığında, en azından neler olduğu hakkında bir fikriniz olacak.


Bu çeviri de Mantus tarafından yapılmıştır~