29 Aralık 2015 Salı

"Digital Camera"

Akrabalarımdan biri aniden öldü. Kadınla daha önce hiç karşılaşmamıştım. 4 yaşında bir kızı vardı. Kızın ismi Yuki'ydi. Babası onu kendi başına büyütemezdi, o yüzden halamdan kıza bakmasını istemişti.

Küçük kız yalnız bırakılmayı reddediyor, ve halamın yanından hiçbir zaman ayrılmıyordu. Bu bir problem olmaya başlamıştı. Halam Yuki olmadan hiçbir yere gidemiyordu. Sürekli ilgiye ihtiyaç duyuyordu. Halamın kendi öz kızı bile kıskanmaya başlamıştı.

Bir gün, halam bir kaç günlüğüne şehir dışına çıkması gerektiğini söyledi ve küçük kıza onun için bakıcılık yapıp yapamayacağımı sordu. Bunun benim için bir zevk olacağını söyledim. Yalnız yaşıyordum ve bir arkadaş iyi olabilirdi.

Bir kaç gün sonra halam Yuki'yi getirdi. Giderken küçük kızı kenara çekti ve "Yuki, lütfen iyi bir kız ol. Uslu dur." dedi.

Halam gittikten sonra Yuki'yle konuşmayı ve oyun oynamayı denedim, ancak küçük kızın davranışları çok garipti. Kolunun altında sıkıca tuttuğu ve hiç bırakmadığı bir oyuncak ayı vardı. Asla gülmüyordu. Asla konuşmuyordu. Yaptığı tek şey sessizce bir köşede oturup duvara bakmaktı. Bu beni biraz huzursuz ediyordu.

Onu neşelenedirecek bir şeyler bulmaya çalışıyordum. Yeni bir dijital kamera almıştım, o yüzden Yuki'nin eski olanla oynamasına izin verdim. Kamera'yı gördüğünde gözleri parıldadı. Ona kamerayı nasıl kullanacağını gösterdim, apartmanda gezerek her şeyin fotoğrafını çekmeye başladı. Yüzünde parlak bir gülümseme vardı.

O akşam Yuki'yle uğraşmanın ne kadar zor olduğunu keşfettim. Ne zaman odadan çıkmaya çalışsam ağlamaya başlayıp bana sesleniyordu. Onu yalnız bırakamadım, yoksa büyük bir gürültü çıkarıyordu. Banyoya bile benle gitmekte ısrarcıydı, oldukça utanç verici.

Yatma zamanı geldiğinde ayrı odada kalmayı reddetti ve benim yatağımda uyumak için ısrar etti. Ona bir masal okudum ve bir süre sonunda onu uyutmayı başardım. Ayıcığını o anda fark ettim. Ayaklarından biri kömürleşip kararmıştı, sanki yanmış gibi. Merakımı uyandırdı.

Gecenin bir yarısı garip bir sesle uyandım. Diğer tarafa döndüğümde Yuki'de ters giden bir şeyler olduğunu gördüm. küçük kızın bedeni titriyor, sarsılıyordu.Gözleri iyice açılmıştı, dişleri takırdıyordu ve gözyaşları akıyordu. Onu kendime yaklaştırdım ve ne olduğunu sordum.

"Yine bana bakıyor," diye mırıldandı.

Şaşkınlıkla "Kim?" diye sordum.

"Karanlık Kadın." diye cevap verdi.

Daha fazla şey söylemedi. Ona gördüğü şeyin hayal gücü olduğunu söylemeye çalıştım ama kafasını sallayıp ağlamaya devam etti. Onu tekrar uyutmak çok uzun zamanımı aldı.

Sonraki gün Yuki yine iyiydi. Dijital kameramla oynamayı seviyordu. Eve gitme zamanı geldiğinde ona kamerayı alabileceğini söyledim. Yuki bana sarıldı. Hiçbir şey dememiş olmasına rağmen çok mutlu olduğunu söyleyebilirim.

Küçük kızı halamın evine bıraktım ve bir bardak çay içmek için kaldım. Halam Yuki'ye baktığım için teşekkür etti ve mutfakta bir süre sohbet ettik.

"Zavallı küçük şey," dedi "Annesi öldüğünden beri hiçbir şey söylemedi."

Merakıma hakim olamadım. "Yuki'nin annesi nasıl öldü?" diye sordum.

Halamın yüzüne garip bir ifade yerleşti. "Yangında öldü..."

"Yangın nasıl başladı?"

"Şey..." Halam tereddüt etti, konuşmak konusunda isteksizdi "Çok üzücü bir hikaye. İntihar etti. Yuki'nin annesi çok sorunlu bir kadındı. Kendi üstüne benzin döktü ve bir kibrit yaktı. Kendini canlı canlı yaktı."

"Tanrım! Ne kadar korkunç!"

"Evet," dedi halam "Ailesi şok olmuştu, olayı unutturdular ve bir kazaymış gibi davrandılar. Küçük bir cenaze yaptık ama sadece yakın akrabalar davetliydi. Yuki orda değildi. Annesinin öldüğünü bile bilmiyor. Sadece uzun bir tatilde olduğunu düşünüyor. Ona söyleyecek cesareti bulamadık."

"Zavallı Yuki," diye mırıldandım.

Halam üzgün bir şekilde onayladı "Zavallı Yuki."



Birkaç gün sonra Yuki öldü.

Halam Yuki'nin davranışlarını değiştirmeye çalışıyordu. Gece onu kendi başına yatması için zorlamıştı. Yuki çığlık atıp ağlamasına rağmen halam orda onu yalnız bırakıp kapıyı kilitlemişti. Sabah Yuki'yi hareketsiz bir şekilde yatakta yatarken bulmuştu. Zavallı küçük kız ölmüştü.

Kimse ne olduğunu anlayamadı. Doktor bir ölüm sebebi bulamamıştı. Vücudunda iz yoktu. Mükemmel bir şekilde sağlıklıydı. Gece yarısı esrarengiz bir şekilde ölmüştü. Açıklama yoktu.

Cenazeden sonra halamın evine döndüm. Herkes çok üzgündü. Halam Yuki'ye verdiğim dijital kamerayı iade etti. Kamerayı eve götürdüm. Onu hatırlamam için bir hatıraydı.

Hafıza kartı Yuki'nin rastgele çektiği fotoğraflarla doluydu. Gözlerimden yaşları silerek hepsine teker teker baktım. Evimin fotoğrafları, halamın evinin fotoğrafları, çiçeklerin, köpeklerin, oyuncakların, şekerlerin... bir çocuğun çekebileceği şapşalca fotoğraflar.

Sonra, en sondaki resme geldim. Ve kanım buz kesti.

Ellerim titriyordu.

Çığlık atmak istedim ama sesim çıkmıyordu.

Fotoğraftaki tarih Yuki'nin öldüğü geceyi gösteriyordu.

İşte küçük kızın kameramla çektiği son fotoğraf...

23 Aralık 2015 Çarşamba

"Jane the Killer"

Dinle, sana bunları anlatmamın tek sebebi şu "Jane the Killer" hikayesinin beni sinir etmeye başlaması.

Gerçek adım Jane Arkensaw, başka bir deyişle "Jane the Killer". Anlatacaklarım Jeff'le nasıl tanıştığım, böyle görünmemin nedeni ve Jeff'i öldürmek isteme sebebim.

Sokağın karşısına yeni bir ailenin taşındığını duyduğumda o kadar da şaşırmadım. İyi bir mahalleydi ve nerede olduğu düşünülürse ev oldukça ucuzdu. Sanırım her şey cehenneme döndüğünde 13-14 yaşımdaydım.

Taşındığı zaman Jeff'le hiç gerçekten konuşmamıştım. Açık olmak gerekirse onunla hiç konuşmamıştım ta ki... o geceye kadar. Ama bunun hakkında konuşmak için daha çok erken. Jeff hakkındaki ilk izlenimim iyi bir çocuk olduğu yönündeydi. Muhtemelen iyi notları vardı, kavga gürültüden uzak dururdu, hatta belki birine açılsa havalı bir çocuktu.

Kardeşi Liu, ailesini hep birinci planda tutuyor gibi görünüyordu. Kardeşiyle birlikte (Jeff) kaldırımda oturuyorlardı. Tabii ki sadece tahmin yürütüyordum ve incelemeyi çok takmadım çünkü camdan onlara bakarken okula hazırlanıyordum ve geç kalmak üzereydim. Geç kalmak benim için sıradışı bir durumdu çünkü herhangi bir şeye geç kalmam çok zordu. Özellikle okula.

Randy'yi ve yardakçılarını o aptal kaykayıyla Jeff ve Liu'ya diklenirken gördüğümde hiç şaşırmadım. Randy zorbadan başka bir şey değildi. Her zaman kendinden küçüklere bulaşırdı.

Hatta Randy ailemin diğerleri gibi otobüse binmeme izin vermeyip beni okula kendilerinin bırakmak istemelerinin sebebiydi. Herkes yemek parasını ya da nakit parasını zorla topladıkları sözde bir "yol parası" yüzünden Randy'ye ve yardakçılarına vermek zorundaydı

Hepimiz Randy'nin tayfasının bıçak taşıdığını biliyorduk ve aldıkları paradan bloktaki başka çocuklara bahsedersek bıçaklarıyla bizi tehdit edeceklerini de biliyorduk. Hepimiz, ancak geri kalanlarımız gibi gözlerini korkutmaya çalıştıkları yeni çocuklar hariç.

Randy'nin onlarla konuştuğunu pencereden gördüğümde başımı başka yöne çevirdim. Pısırıkça bir hareketti ama başka bir çocuğun parasını Randy'ye verişini izlemekten daha önemli işlerim vardı. Ancak merakım baskın geldi ve birkaç saniye sonra dönüp baktım. Gördüğüm şey karşısında nutkum tutuldu. Şimdi Jeff dikleniyordu ve görünüşe göre Randy istediğini elde etmişti.

"Otur oturduğun yerde. Aptallaşma." diye düşündüm.

Ardından Jeff'in Randy'nin suratına yumruğu geçirdiğini ve bileğini kırdığını gördüm.

"Aman Tanrım." diye fısıldadım. Sonra "Seni aptal!" diye bağırdım.

Ailem alt kata koştu ve ne olduğunu sordular. Dışarı bakıp neler olduğunu gördüler. Jeff çoktan sıska olan çocuğu çizmişti, galiba adı Keith idi, ve çocuk kendini yere atıp bağırmaya başladı. Troy sadece tek yumrukla yere yığıldı. Evim Jeff ve kardeşinin oturduğu yerin karşısında olmasından ve ön taraftaki camların büyük olmasından bütün olayı gördük. Ya da en azından ben gördüm. Ailem kardeşlerin cüzdanları Randy tarafından gasp edildikten sonra geldi. Yani bütün gerçeği bilmiyorlar.

Jeff'in kavga edişini izlemek rahatsız ediciydi. Bundan fazla zevk alıyordu. Birden boğazım düğümlendi, sanki olmaması gereken bir şeyler oluyormuş gibi. Liu'nun yüzündeki bakıştan anlaşıldığı kadarıyla Jeff'in bu taraklarda bezi yoktu. Sonraki bildiğim şey siren sesleri duyduğum ve yeni çocukların tabanları yağladığıydı. Polisler otobüs şoförüyle beraber "mağdurları" soruşturmak için geldiler. İyi olacaklar gibi görünüyordu. Bilirsiniz, onların başının altından çıkan bunca pisliğe rağmen.

Babama bir narkotik polisi tarafından çamur atıldığından beri ailemin politikası "polislerden uzak dur" olduğundan siren sesi duyduğumuzda arka bahçeye indik ve arabaya binip oradan ayrıldık.

Ailem beni okula bırakırken Jeff'le asla konuşmamamı istediklerini açıkça belirttiler. Onlara karşı gelmedim.

 İlk derslerim resimdi yani Jeff'i son derslere kadar görmedim. Resmimdeki renkleri hala görebiliyordum ama yeterince uğraşırsam. Geriye kalan her şey, baktığım her şey griydi. Sanırım bu birinin masumiyetini kaybettiğinde ödediği bedel.

Jeff'i son teneffüse kadar görmedim. Gördüğümde ise..hiçbir şey olmamış gibiydi. Başta neşeli taklidi yapıyor sandım, bu sayede insanlar işlediği suç hakkında şüphe duymayacaklardı. Ama o gerçekten neşeliydi.Açıkça söyleyebilirim ki, yeni okulun verdiği heyecan değildi bu.Takındığı gülücük bana sadistçe geliyordu. Deli bir adamın gülüşüydü. Öğretmenler zili çaldı ve zille beraber olabildiğim kadar hızlıca kapılardan fırladım. Ben hariç kimse Jeff'in gerçekte ne olduğunu bilmiyordu. Bir ucube olduğunu.

Sonraki gün mevzu çıkmadan geçecek gibi görünüyordu. Sonra Jeff'in evinin önündeki polis arabasını gördüm.

"Demek seni yakaladılar." dedim içimden.

Kimse böyle bir şeyden paçayı sıyıramazdı (bilirsin, bütün mahallenin gözü önünde). Ancak kimi yakaladıkları konusunda yanılmışım.Beklediğim gibi Jeff'le dışarı çıkacakları yerde polisler kardeşi Liu'yla çıktılar.

Jeff'in suçu kardeşine yıktığı düşüncesi tam beynimde beliriyordu ki Jeff  "Onlara benim yaptığımı söyle, Liu!" diye bağırarak evden fırladı (duyabiliyordum çünkü evin kapısı açıktı.).

Liu'nun, Jeff'in bu taşkınlığına verdiği cevabı duymadım ama kesinlikle Jeff'in duymak istediği şey değildi. Birkaç saniye sonra polis Liu'yu götürdü ve Jeff annesiyle dışarıda kaldı.Birkaç dakika sonra ise annesi içeri girdi ve Jeff'i dışarıda bıraktı. Sokağın karşısından duyamasam da, söyleyebilirim ki ağlıyordu.

Kim ağlamazdı ki?

Ertesi gün Liu hakkında dedikodular yangın gibi yayıldı. Dedikoduların başlaması uzun sürmüştü halbuki. Çünkü Randy'nin eline verdiklerini konuşmaktan çekiniyorlardı. Birkaç gün okula gelmeyeceğini öğrendiklerinde, herkes bu fırsattan faydalanıp mümkün olduğunca tadını çıkarmaya karar verdi. Ve böylece birsürü rastgele saçmalık ortaya çıkmış oldu.

"Liu'nun, Keith'in kolunu kesip attığını duydum!"

"Öyle mi? Ben de duydum ki Liu, Troy'un karnına öyle sert vurmuş ki herif kan kusmuş."

"O da bir şey mi? Benim duyduğuma göre, Randy'yi öyle bir yumruklamış ki, Randy'nin burnu kafasının arkasından çıkmış."

Vesaire, vesaire...

Şahsen, Jeff'le veya kardeşiyle alakalı herhangi bir şeye karışmak istemedim. Ama... o kadar yalnız ve üzgün görünüyordu ki bu beni bir şeyler yapmaya zorluyordu. Böylece ona burada bir arkadaşı olduğunu  ve Liu'nun duruşmasında gerçekte olanlar hakkında ifade vereceğimi söyleyen bir not yazdım. Notu ders başlamadan önce "J" harfiyle imzaladığım zarfın içine koyup sırasına bıraktım ve sınıftan ayrıldım. Geri geldiğimde Jeff sırasındaydı ve not gitmişti.

Günlerden cumartesiydi. Ben evde yalnızdım ve ailem işteydi. Yan komşunun çocuğu doğum günü partisi veriyordu. Odamın camını açtım ki ödevimi yaparken odama tatlı bir yel dolsun istiyordum. Ama çocuklar o kadar gürültü çıkarmaya başlamıştı ki camı kapatmaya karar verdim. Camı kapatmak üzereyken Jeff'in diğer çocuklarla oynadığını gördüm. Etrafta koşuşturuyor, çakma kovboy şapkalarından giyiyor ve oyuncak bir silahla ateş ediyordu. O kadar gülünç görünüyordu ki kahkahamı tutamadım.

"Belki de o düşündüğüm gibi bir canavar değildir." diye düşündüm. Düşüncemden dolayı kendimden utandım.

Tam camı kapatacakken Randy ve yardakçılarının geldiğini gördüm. Jeff'in olduğu yere, kaykaylarıyla çitlerin üstünden atladılar.

"Yine mi?!" diye bağırdım cam açıkken.

Randy ve Jeff'in küçük bir konuşma yaptıklarını gördüm ama çocukların bağrışlarından çığlıklarından hiçbir şey duyamıyordum. Randy, Jeff'in üstüne atıldı ve boğuşmaya başladılar. Telefonu alıp 911'i aramak üzereydim ki, Troy ve Keith'in bağrışını duydum:

"Kimse karışmasın yoksa silahlar patlar."

Pencereden tekrar baktığımda ikisinin de ellerinde silah olduğunu gördüm. Başkalarının hayatını riske atmadan polisi çağıramazdım. Zaten istesem de çağıramazdım çünkü telefonumun şarjı bitmişti. Jeff yerde tekmelenirken Randy'nin ayağını tuttu ve büktü. Randy yere düştü Jeff fırsattan istifade, eve gitmeye çalıştı. Ama Troy, Jeff'i yakasından tutup eve fırlattı. Cam kırılması duydum ve onu öldüreceklerini biliyordum.

"Randy, seni götlek!" diye bağırdım ama diğer çocukların bağrışları, sesimi bastırdı.

Daha fazla bekleyemezdim, ebeveynlerimin yatak odasına gidip babamın telefonunu aramaya başladım. Bir umut evde bırakmıştır diye. Kalbim küt küt atıyordu. Yardım çağırmam ne kadar uzun sürerse birinin öldürülme ihtimalinin o kadar arttığını biliyordum. Sonunda yatağın altında telefonu buldum. Numaraları tuşlamak için hiç zaman kaybetmedim.

"Alo Polis İmdat, buyrun?"

"Yardım etmeniz gerek, yanımdaki evde acil bir durum var! Birkaç kişi çitten atladı ve birini dövüyorlar! Silahları var ve acele etmeniz gerek, lütfen!"

"Pekala hanımefendi, şimdi bana adresinizi söyleyin ve yardım göndereceğim."

Çabucak kendi adresimi ve yan evin adresini verdim.

"Lütfen acele edin!" diye ekledim.

"Her şey yoluna girecek, lütfen hattan-"  PAT PAT PAT!!

Yan evden gelen silah sesleri duydum. ciyakladım ve telefonu düşürdum. Yere çarptı ve kırıldı. Hemen cama koşup neler olduğunu öğrenmeye çalıştım. Camdan kafamı çıkarır çıkarmaz alevlerin harlanışını ve çığlık seslerini duydum. Jeff'i bir daha gördüğümde öyle çığlık atmasını sağlayacağım. O çığlığı benzetebildiğim tek şey bir hayvanın canhıraş çığlığıydı. O zamanlar o ses beni dehşete sürüklemişti. Ama şimdilerde ise kulağıma müzik gibi geliyor ve o çığlık sesinden daha çok duymak istediğim bir şey yok.

Alevlerin sanki kızgın bir ejderha varmış gibi evden dışarı püskürdüğünü gördüm. Aşağı koştum ve mutfaktan yangın söndürme tüpünü kapıp dışarı fırladım. Koşarken söndürücünün acil durum pimini çektim. Şansıma içeri daldığımda kapı kilitli değildi. Ama Jeff'i gördüğüm anda donakaldım.

Merdivenlerin dibinde neredeyse tamamen yanarak yatıyordu ve yetişkinler onu söndürmeye çalışıyordu. Bütün kargaşada teninin parçalarını görebiliyordum. Bazı kısımlar pembe, bazı kısımlar tamamen kavrulmuş, ama tamamen kırmızıyla kaplanmış. Gördüklerim karşısında çığlık attım ve bayıldım. Son hatırladığım şey bazı yetişkinlerin bana doğru koştuğuydu. Bana yardım etmek için miydi yoksa yangın söndürücüyü almak için miydi bilmiyorum.

Kendime geldiğimde bir hastane odasında hasta kıyafetleri içinde yatıyordum. Birkaç dakika sonra içeri bir hemşire girdi. Uzun kahverengi saçlarını topuz yapıp şapkasının altına gizlemişti. Burada olmak istemiyor gibi görünüyordu. Ona ne olduğunu sordum.

"Bütün bildiğim seni buraya birkaç çocukla beraber getirdiler. düşüp kafanı yangın söndürücüsüne vurmuşsun." dedi sinir sinir.

"Yangın söndürücüsü mü?" elimi kaldırıp başıma dokundum. Portakal büyüklüğünde kocaman bir şişliğin etrafına sarılmış bandajlar hissettim. Ardından Jeff'i hatırladım.

"Benimle gelen bir çocuk vardı, yanıkları olan hani, o iyi olacak mı?"

İç geçirdi, "Bak, seninle beraber buraya yanıkları olan iki çocuk daha geldi. Sırf erkek arkadaşın diye onu görmene izin vermeyeceğim."

Isının yüzüme çıktığını hissettim. "O benim erkek arkadaşım değil! Ben sadece onun için endişelendim! Sen de gözünün önünde diri diri yanan biri için endişelenmez miydin?!" sesimi sabit tutmaya çalıştım ama yalan söylüyormuşum gibi titredi.

"Her neyse, bu arada ailen geldi. Onları görmek ister misin?"

"Evet, elbette!" beni bu hemşireden kurtaracak her şeye varım.

Ailem içeri girdi ve sonunda hemşire gitti. Ne olduğunu sordular. Her şeyi anlattım. Kavgayı, bıraktığım notu, her şeyi.

"Randy'nin sağlam pabuç olmadığını biliyordum!" dedi annem.

"Jeff'in durumu hakkında bir şey duydunuz mu?" diye sordum.

"Hayır, hiçbir şey duymadık," dedi babam, "sana olanları duyar duymaz hemen buraya geldik."

"Peki size kim söyledi?" Partide ailemin tanıdığı birini gördüğümü sanmıyordum.

"Bizi hastane aradı." dedi annem.

"Mantıklı." tabii ki bana göre mantıksızdı. Herhangi bir kimlik kartım olmadan beni nasıl tanıyabilirlerdi ki?

Kapının önünde orada dikilen bir adam ve bir kadın gördüm. Ailem bakışımı takip etti ve onlar da gördü.

"Pardon, acaba burası Jane Arkensaw'un odası mı?" diye sordu kadın.

"Evet," dedi annem, "siz kimsiniz?"

"Ben Margret ve bu da Peter, kocam." yanındaki adamı gösterdi. "Biz Jeff'in ailesiyiz."

Yatağımda doğruldum.

"Ben Isabelle, bu da benim kocam Greg ve kızımız Jane." diye tanıttı annem.

"Demek sen yangın söndürücüyle içeri dalan kızsın." dedi Margret

Hemencecik "Evet," diye yanıtladım. Aslında biraz utanmıştım. "oğlunuz iyi mi?"

"Birkaç saat önce ameliyattan çıktı. Doktorlar iyi olacağını söylüyor."

Bunu duymak beni rahatlatmıştı. "Bu iyi bir haber." dedim. "Bakın, Jeff ve Liu'ya okulun ilk günü neler olduğunu biliyorum..." ve Jeff'in ailesine gerçekte olanları anlattım.

"Jeff'in böyle bir şey yapabileceği aklımızın ucundan dahi geçmezdi." dedi babası.

"Liu'nun kimseyi dövmediği hakkında ve Jeff'in, Randy ve çetesini, sadece meşru müdafaa* olarak dövdüğü hakkında ifade vermeye niyetliyim."

"Gerek yok," dedi Margret. "Liu çocuklara olanlardan sonra tahliye edilecek."

"Güzel."

"Sana oğlumuzu kurtarmaya çalıştığın için teşekkür etmeye gelmiştik, Jane. Sizin neslinizde Sadece kendini düşünmeyen insanların olduğunu görmek yüreğimi ısıtıyor."

Kızardım, "Benim yerimde kim olsa aynısını yapardı." yere baktım, "Ben kahraman değilim."

"Saçmalık!" dedi Margret. "En azından Jeff hastaneden taburcu olunca bize yemeğe gelin!"

Anneme ve babama baktım. "Bizim için bir onurdur," dedi annem.

"Anlaştık o zaman! Jeff taburcu olur olmaz sizi arayacağız." vedalaştık ve gittiler.

Yaklaşık 2 gün geçtikten sonra beni taburcu etmişlerdi. Bu süre zarfında ailesiyle veya Jeff'le hiçbir şekilde iletişim kurmamıştım ama kardeşi Liu'nun salındığını ve Jeff'in yaralarının iyileşmekte olduğunu öğrendim.

Okula döndüğümde bütün ilginin merkezindeydim. Aşağı yukarı o evde olanları gören tek kişi ben olduğum içindi. Ama olayı sadece arkadaşlarım Dani, Marcy ve Erica'ya anlattım. Onlara ne diyeceğimi bilmiyordum ben de bu yüzden olayı anlattım.

"Görünüşe göre Jeff'in eline vermişler," dedi Dani. Simsiyah saçları safir mavisi gözleri vardı. Genelde aramızdaki en aklı havada kişi oydu.

"Şey, en azından dövüşerek dayak yedi. O aptalları kendisiyle beraber hastanelik ettiğini duydum." Erica kıkırdadı. Hep 80'lerden fırlamışcasına giyinirdi. Uzun diz üstü gökkuşağı renklerindeki çorapları, onlara uygun saçı ve hep sırt çantası taşıması...

"Aynı zamanda Jane'in de hastanelik olmasına sebep oldu. Belki Jane de Jeff'i dövmeye çalışıyordu ha," Marcy kahkahayı patlattı. O küçük gurubumuzun hanım hanımcık kızıydı. Sarışın, kahverengi gözlüydü ve ne zaman görsek üzerinde pembe bir şeyler vardı. Bazen tişörtünde bazen takılarında illa ki pembe vardı. Tanıdığım en büyük drama kraliçelerinden biriydi. Her zaman gerçekleri çarpıtırdı ya da yalanları gerçek gibi gösterirdi.

"Sana söyledim,oraya Jeff'e yardım etmeye gittim çünkü yanlış olan bir şeyler vardı." diye homurdandım. Ben "sade-Jane"dim, kahverengi saçlar, yeşil gözler ve tamamen alışılmış bir çehre.

Marcy dramatik sesiyle, "Ya da belki... sevdiceğini gidip kendisine yardım bulmadan önce son bir defa görmek istedin."

Ona yemek tabağı büyüklüğünde gözlerle baktım.

"N..Ne??"

"İnkar edemezsin, Jane Arkensaw! Sen Jeff'ten hoşlanıyorsun!"

Marcy bunu der demez vücudumdaki her bir kan damlası yüzüme hücum etti.

"Ne?! Hayır! Ben sadece ona yardım etmek istemiştim hepsi bu!"

"Yalancı! Seni masasına not bırakırken gördüm! Neydi o? İlan-ı aşk mektubu muydu yoksa?"

"Hayır! Öyle bir şey değildi! Ben sadece-"

"Yani ona bir not bıraktığını itiraf ediyorsun?"

"Neyi ima ediyorsun?"

"Sadece tahmin yürütüyordum," bana alaycı ufak bir gülücük attı ve cevabımı beklemeye başladı.

Diğer kızlar bana gülmeye başladı.

"Jane, bu sadece bir şakaydı, seninle kafa buluyordum!" dedi gülerek.

"Yüzün bir domatesten daha kırmızı!" diye kahkaha attı Erica.

"Hepinizden nefret ediyorum." diye homurdandım.

"Bu kadar ciddi olmasana!" Dani elini omzuma koydu. "Hadi, sınıfa gidelim."

Haftalar geçti ancak her şey normal görünüyordu. Hatta Liu birkaç arkadaş edinmiş bile. Her şey normaldi ve sıra dışı hiçbir şey olmadı. Ardından Liu yanıma gelip benimle Jeff hakkında konuştu.

"Pardon, adın Jane'di değil mi?"

Arkamı döndüm ve baktım,

"Evet. Sen Liu olmalısın, Jeff'in kardeşi."

"Aynen." biraz rahatsız görünüyordu. Ben de öyleydim.

"Şey, ailem Jeff'in bandajlarının birkaç güne açılacağını söylememi istedi. Yani yakında sizi akşam yemeğine davet eden bir telefon bekleyin."

"Şey, tamam teşekkür ederim," dedim.

Arkasını dönüp gitmek üzereydi ki,

"Hey, bak Jeff için yaptığın şey... gerçekten saygı duyulacak bir şey." dedim.

"Sağol. Duyduğuma göre sen de kardeşime yangın söndürücüyle yardım etmeye çalışmışsın. İyiymiş."

"Ya? Şey, sağol. Görüşürüz, sanırım."

"Evet, hoşçakal."

Yanımda küçük bir ses duyduğumda Liu'nun gidişini izliyordum,

"Erkek arkadaşını aldatıyorsun ha?"

"Neyy??" Arkamı döndüm, şaşırmıştım. Bu Marcy'ydi.

"Hem de kardeşiyle!" soluğu kesilmiş gibi yaptı.

"Kes sesini!" diye bağırdım. Emin olmak için hemen başımı çevirip Liu'nun duyup duymadığına baktım. Duymamıştı.

"Sınıfa gidelim artık." yine homurdandım.

Telefon gelene kadar aradan iki gün geçmişti. Annem açtı. Birkaç dakika sonra kapattı ve bana dedi ki;

"Jane, Jeff bugün hastaneden taburcu oluyormuş."

Baktım ve "Bu harika!" dedim.

"Görünüşe göre birkaç gün bedava akşam yemeği yiyeceğiz!" diye kıkırdadı.

Birkaç saat geçti ve sokağa bir arabanın yanaştığını duydum. Camdan dışarı baktım ve Jeff'in arabasının, evinin önünde olduğunu gördüm.

"Jeff eve döndü," diye düşündüm. Meraktan nasıl göründüğüne bakmaya karar verdim.Yüce Tanrı'm ne kadar da yanlış bir karar vermişim!

Önce babası çıktı, sonra annesi, ardından Liu. Ama Jeff'in bundan bundan daha farklı görüneceğini beklemiyordum. Omuzlarına düşen uzun siyah saçları vardı, beyaz kayış gibi ten, ve o sırıtma... O sırıtışı Randy, Keith ve Troy'u dövdükten sonra okulda yüzünde gördüğüm sırıtıştı.

Jeff tam bana baktı. Tam gözlerimin içine. O ruhsuz, sadist gözlerin ruhumu yaktığını hissedebiliyordum. Hala yazarken bile bu anıdan dolayı ürperiyorum. Bana bakmayı kestiğinde o sırıtışla bana tam 4 saat bakmış gibiydi. Ailesiyle eve yürüdüler. Kapılarını kapatana kadar nefes bile almamıştım. Ailem salona geldi ve ne olduğunu sordu.

Cevabım uzun, gürültülü bir çığlıktı. Ardından bayıldım.

Ayıldığımda hava kararmıştı. Ailem yatak odasında değillerdi. Evde ölüm sessizliği vardı. Kalktım ve aşağı kata indim. Bayılmadan önce üzerimde olmayan bir gecelik giyiyordum. Aşağı inip, mutfağa girdim. Işıklar, alışılmışın dışında, açıktı. Ailem her zaman odadan çıkarken ışığı kapatmamı söyler.

Masada bir not vardı.

Aldım.

Kağıda şu iki cümle karalanmıştı:

"Yemeğe gelmiyor musun? Arkadaşların da burada."

Şiddetlice titremeye başladım. Not elimden düştü. Salonun penceresine gidip baktım. Jeff'in evinde ışıklar açıktı. Oraya gitmem gerektiğini biliyordum ama az daha aklımı kaçıracaktım. Silkelenip tekrar baktım. Jeff cama yaslanmış elindeki bıçağı cama tıklatarak bana bakıyordu.

Tık. Tık. Tık.

Hala sırıtıyordu.

Tık. Tık. Tık.

Pencereden uzaklaşmaya başladım, gözlerimi ondan hiç ayırmadım. Biraz uzaklaşınca arkamı dönüp mutfağa doğru koşmaya başladım. Camdan bakmak için mutfağa girdiğimde, bütün gördüğüm cama yayılmış kırmızı lekeydi.

Dönüp mutfağa baktım. Her şey yerli yerinde görünüyordu. Bıçaklar bile. Birini aldım ve sıkı sıkı tuttum. Telefonu buldum ve 911'i aramaya çalıştım. Ama hat kesilmişti. Babamın telefonunun nerede olduğu hatta tamir edilip edilmediği hakkında hiçbir fikrim yoktu. Bulmak için yukarı çıkmak istemedim. Onu ararken arkamdan bıçaklanmak istemiyordum; ve komşulardan birinden yardım isteyecek olursam Jeff kimi rehin tutuyorsa öldürebilir veya zarar verebilirdi. Tek bir seçenek vardı: Jeff'le tek başıma dövüşmek.

Bıçağı daha sıkı kavradım ve kapıya gittim, ayakkabılarımı giydim ve dışarı çıktım. Dışarı adımımı attığım anda elim kapının kolundan ayrılmadı. Ama yapmam gerekeni biliyordum. Kapı kolunu bıraktım ve Jeff'in evine yürümeye başladım.

Evin kapısına yaklaşmaya başladığım zaman yavaşladım. Dizlerim titremeye başlamıştı, avuçlarım terliyordu ve nefeslerim sıklaşmaya başladı. Fark edene kadar kapının önünde köpek gibi sabit durmuş soluyordum. Cesaretimi toplayıp kapı kolunu tuttum, gözlerimi sımsıkı kapadım ve kapıyı ittim.

Sağ elimde bıçak, sol elimde kapı kolu, gözlerimi açamayacak kadar kormuş biçimde kapının ağzında bekliyordum. Taa ki, "Görünüşe göre başardın, arkadaşım. Başarmana sevindim." diyen bir ses duyana kadar gözlerim kapalıydı. Gözlerimi açmamla çığlık atmam bir oldu.

Uyandığımda yemek masasındaydım. Bıçağım gitmişti ve masaya baktığımda etrafta oturan insanlar gördüm. Ailem, Jeff'in ailesi, Liu ve arkadaşlarım. Hepsi ölmüştü. Yüzlerine birer gülücük kazınmıştı ve karınlarında kocaman kırmızı yarıklar vardı. Koku tarif edemeyeceğim derecede dayanılmazdı. Daha aldığım hiçbir kokuya benzemiyordu. Bu ölümün kokusuydu.

Çığlık atmaya çalıştım ama ağzım tıkanmıştı ve sandalyeye bağlanmıştım.İnanamayarak odaya baktım. Gözlerim, cesetlerin kokusundan ve görüntüsünden yaşlarla doldu.

"Bakın kim uyanmış."

Kafamı çevirdim ve yanıma baktım. Jeff oradaydı. Tekrar bağırmaya çalıştım ama ağzıma tıkadığı şey engel oldu. Birden yanıma geldi ve bıçağı boğazıma dayadı.

"Şşşşşş, arkadaşlarının yanında bağırman hiç kibar değil." bıçağı yüzümde gezdirmeye başladı. Bıçakla sürekli ağzımın kenarlarından yanaklarımın üstüne kadar görünmez çizgilerden bir sırıtış çiziyordu. O bunu yaptıkça ürperiyordum. Kafamı başka yöne çevirdiğimde beni masadaki manzaraya bakmaya zorladı.

"Bak bak bak, kabalık etme. Herkesi güzel yüzlerine bakmayarak aşağılıyorsun."

Masaya geri döndüm. Herkesin gülücük kazınmış suratına bakıyordum. Bazılarının karnındaki yarıktan hala taze kanlar akıyordu. Gözümden yaşlar akıverdi ve hıçkırmaya başladım.

"Yaa, n'oldu?" diye mırıldandı, "Onlar gibi güzel görünmediğin için üzüldün mü yoksa?"

Ona baktım. Ne demek istediğini anlamaya çalışıyordum. Ama yüzünü görür görmez başımı masaya tekrar çevirdim.

"Merak etme, seni de onlar gibi güzel yapacağım. Ne dersin?" bıçağı ağzımı bağladığı şeyle yüzüm arasına geçirdi ve bağı kesti.

Bağı ağzımdan tükürdüm ve bakışlarını yakalamak için direk gözlerinin içine baktım. Bana baktığında başını yana eğdi. Gözlerimi kapadım ve başka yere baktım.

"Git kendini becer," diye homurdandım. "Seni Joker çakması!"

Suratıma karşı kahkaha attı. Kahkaha atmasındansa sadece sırıtmasını tercih ederdim.

"Düşündüğümden daha komikmişsin."

Bana iyice yaklaştı. Tekrar başka yöne baktım. Nefesini tenimde hissediyordum.

"Arkadaş arkadaşa iyilik yapar değil mi? Ben de sana bir tane yapacağım."

Başımın arkasını bıraktığını hissettim. Arkama dönüp baktım ve odadan çıkmıştı. Masaya bir kez daha baktım, hepsini hafızama kaydettim. Daha birkaç dakika önce hayatta olan ailemi ve arkadaşlarımı hatırladım. Taze gözyaşları yüzümden akmaya başladı. Jeff döndüğünde hala ağlıyordum.

"Ağlama," dedi. "yakında bitecek."

Elindekilere baktım. Bir kase çamaşır suyu ve bir teneke dolusu benzin. Gözlerim faltaşı gibi açıldı ve yüzüne tekrar baktım.

"Elimde hiç votka yoktu. Sanırım bu da iş görür."

Beni çamaşır suyu ve benzinle ıslatmaya başladı.

"Acele etsek iyi olur. İtfaiyeyi çoktan aradım bile."

Ardından bir tane kibrit çıkardı.

Kibriti yaktı.

Ve bana doğru fırlattı.

Kibrit bana değer değmez alevler püskürmeye başladı. Mümkün olduğu kadar sesli çığlık atmaya başladım. Acı dayanılmazdı. Etimin eridiğini hissedebiliyordum. Ateş vücudumdaki her bir dokuya hücum ediyordu. Kan, damarlarımda buharlaşıyordu ve kemiklerim kömürleşiyordu.

Kendimden geçmeden önce Jeff'in kahkaha attığını ve, "Sonra görüşürüz arkadaşım! Umarım benim kadar güzel olursun!" dediğini duydum.

Her şey karardı.

Uyandığımda bir sedyedeydim. Baştan aşağı sargılarla sarılmıştım. Her şey dönüyordu. Nefes almak ve gözlerimi kırpmak canımı yakıyordu.

Etrafa bakındım ve boş bir oda gördüm. Yüksek sesle inledim çünkü ağzım da bandajlarla sarılıydı. Her şey acıtıyordu. Birkaç dakika sonra hemşire geldi.

"Jane? Beni duyabiliyor musun?"

Ona doğru baktım. Her şey daha da dönmeye başladı.

"Jane, ben senin hemşiren Jackie. Nasıl söyleyeceğimi bilmiyorum ama aileni yangında kaybettik. Üzgünüm."

Gözyaşları yüzümden tekrar akmaya başladı. Hıçkırdım.

"Hayır tatlım, ağlama. Eğer ağlarsan nefes alamazsın."

Durduramıyordum.

"Jane, şimdi sana sakinleşmene yardımcı olacak bir şeyler vereceğim tamam mı?"

Dolaşım sistemime bir şeyin girdiğini hissettim ve tekrar uyuyakaldım.

Uyandığımda daha çok hareket edebiliyordum ve vücudum ilk uyandığım kadar çok sargılarla kaplı değildi. Etrafa baktım ve odamda çiçekler olduğunu gördüm. Bazıları tazeydi, bazıları ise kurumak üzereydi. Kalkmaya çalıştım ama hemşire gelip beni geri yatırdı.

"Yavaş ol, Jane. Bir süredir kendinde değilsin. Ağırdan al."

Konuşmaya çalıştım. Sesim zımpara gibi pürüzlü çıktı.

"Ne kadardır baygınım?"

"Yaklaşık iki haftadır. Acı çekmemen ve iyileşmen için seni tıbbi komaya yatırdık. Ben ilk uyandığın zaman gördüğün hemşireyim."

"Bana ayna ver." dedim.

"Jane, bunun akıllıca bir karar olduğ-"

"BANA BİR AYNA VER!"

Elime bir ayna sapının iliştiğini hissettim. Aynaya baktığımda yere düşürdüm. Aynanın parçalanması bilincimin parçalanışı yanında bir hiçti. Tenim kayış gibi ve kahverengiydi, kafamda bir tel bile saç yoktu ve gözlerimin altı sarkmıştı. Jeff kadar kötü görünüyordum.

Hafızam yerine gelmeye başladı. Şimdiye kadar hiç ağlamadığım kadar beter ağlamaya başladım. Hemşire bana sarılıyordu ancak pek faydası dokunmuyordu. Ağlamamın şiddetine rağmen kimsenin kontrol etmek için gelmemesi beni şaşırtmıştı. Bu arada iyice tükenmiştim. Zar zor konuşuyordum.

Birisi kapıya geldi.

"Pardon, Jane Arkensaw adına bir teslimatım var."

Jackie, "Onları ben alırım." dedi. Kuryenin bana bakmasını istemiyordum. Ben de karşıdaki duvara baktım.

"Birileri seni gerçekten önemsiyor, Jane. Görünüşe göre bütün bu çiçekleri sana aynı kişi yollamış ve bu sefer bir de paket yollamış."

Ona baktım. Kahverengi kurdeleyle bağlanmış pembe kağıtla kaplı bir kutu tutuyordu. Uzandım ve paketi aldım. Bir şeylerin yanlış olduğunu hissediyordum.

"Pardon, yiyecek bir şeyler verebilir misiniz?" diye sordum nazikçe.

"Tabii, sana hemen bir şeyler getireyim." dedi Jackie gülümseyerek ve odadan ayrıldı.

Ellerim titriyordu. Kurdeleyi tutum ve çektim. Kurdele çözülünce kağıt yavaşça açıldı ve kağıdın altından kanımı donduran bir şey çıktı. Ağız kısmında kapkara bir gülücük olan ve gözlerinin etrafı da simsiyah beyaz bir maskeydi. Ayrıca maskenin gözlerini kapatan siyah dantelleri vardı. Yani başka biri gözlerimi göremezdi, ama ben onları görebilirdim. Kutuda bir de siyah balıkçı yaka bir elbise, siyah eldivenler ve güzel bukleleri olan bir peruk vardı. Bunların yanısıra en altta siyah güllerden bir buket ve keskin bir mutfak bıçağı vardı.

Maskeye iliştirilmiş bir not farkettim.

"Jane, üzgünüm seni güzel yapmaya çalışırken biraz saçmaladım. Bu yüzden sana iyileşip güzel görünene kadar idare etmesi için bir maske yolladım. Ayrıca, bıçağını bizde unutmuşsun. Geri istersin diye düşünmüştüm.

-Jeff"

Hemşire geri döndüğünde kutuyu yatağımın altına saklamıştım. Kutudan sadece çiçek çıktığını söyledim. Artık çiçeklerden bıkmış olmalıydı ki, hepsini atmıştı. Bu yüzden ona teşekkür ettim.

O gece, herkes uyumuş ya da eve gitmişken, gizlice çıktım. Giyecek tek şeyim o elbiseydi. Bu yüzden onu giydim ve koridorda sorumsuz bir hemşire tarafından unutulmuş bir çift ayakkabı buldum. Daha az şüphe çekici görünmek için peruğu da takmıştım.

Nereye gittiğimi bilmiyordum ve umursamıyordum. Sonunda yürümeyi bıraktığımda bir mezarlığın önündeydim. İçeri girdim ve iki tane mezar taşı buldum. Isabelle Arkensaw ve Gregory Arkensaw. Mezar taşlarının önüne oturdum ve bir kez daha ağladım. Kalktığımda güneş hayatımın yeni başlangıcıyla beraber doğmaya başlamıştı. Maskeyi taktım. Bıçağı elime aldım ve önceden tuttuğum gibi sıkıca tuttum. Arkamı dönüp doğan güneşe baktım, Jeff'ten öcümü alacağıma yemin ettim ve adımı Jane Everlasting* olarak değiştirdim. Çünkü Jeff'in ölümü olmak için deliliğinden bile ebedi olmak istediğim tek şeydi.

O günden beri Jeff'i bulmaya ve öldürmeye çalışıyorum.

Onun izini sürüyorum.

Onu avlıyorum.

Vahşi bir hayvanı avlar gibi peşindeyim.

Seni bulacağım Jeff, ve seni öldüreceğim.

Önüme çıkan fotoğrafta "Sakın uyuma, geri uyanamayacaksın." yazıyordu. Bu aşağı yukarı Jeff'in kurbanlarıyla ne yapacağımı açıklıyordu. En başta onları kurban olmaktan kurtaracaktım. Her kim onları Jeff öldürmesin diye öldürdüğümü söylüyorsa abartmış.

Eh, işte bu da benim hikayem. Gerçekliğini kabul edip etmemeniz bana kalmış bir şey değil. Eğer müsaade edersen, güneş batıyor. Yani av, bir kez daha başlıyor.


Ç.N: Uzun zamandır bu hikayenin beklendiğini biliyorum :3
Meşru müdafaa: Reflekse bağlı kendini savunma
Everlasting: Ebedi, sonsuz.

20 Aralık 2015 Pazar

"Mother's Love"

Gece yarısı uyanıyorsun. Kedin bacaklarının arasında keyiflice uyuyor ve yorganının ağırlığı yorgun bedenini güzelce ısıtıyor. Mutluca iç çekiyorsun. Tam tekrardan tatlı bir uykuya sürüklenmek üzereyken kedin bir anda tıslıyor ve telaş içinde yataktan fırlayıp perdelerin arkasına saklanıyor.

Daha önce hiç böyle garip davranmamıştı ve bu davranışı seni tedirgin ediyor. Onu ürkütebilecek herhangi bir şey var mı diye odana bakıyorsun ama her şey normal görünüyor. Sıradışı bir ses var mı diye sessizce dinliyorsun. Koridordan kedinin kasesinden su içişini duyuyorsun. Bu iğrenç şapırdatma sesini yapması seni her zaman rahatsız etmişti. Hiçbir sorun yok diye rahatlıyorsun, yatağa tekrar uzanıp yorganı gırtlağına kadar çekiyorsun.

Ama gözlerini kapamadan önce masanın altına sinmiş kedinin gölgeli siluetini görüyorsun. Tüyleri dikleşmiş. Nefes nefese kalıyorsun. Eğer suyu içen kedi değilse ses nereden geliyor?

Mümkün olduğunca yavaş ve sessizce yatağından kalkıyorsun. Ama bütün çabalarına rağmen eski tahta karyola gıcırdıyor. Gıcırdama sesiyle birden donakalıyorsun. Şapırdatma sesi bir saniyeliğine kesiliyor ama yine devam ediyor. Bütün "Hayal gücümün eseri mi acaba?" şüpheleri kaçıp gidiyor.

Kalbin göğsüne iyice vurmaya başlıyor, kapıya doğru parmak ucunda yürüyorsun. Odandan dışarı adım atıyorsun ve koridora doğru, kedinin kasesine doğru bakıyorsun. Ve işte orada.

Annen, ellerinin ve dizlerinin üzerine çömelmiş. Kolları bacakları uzun ve sıska, parmaklarıysa kuru ve kemikli. Darmadağınık saçları solgun ve eciş bücüş yüzünü kapatıyor. Derisi gerilmiş ve elmacık kemikleri fırlamış. Kedinin kasesinden suyu kömür karası ve normalden iki kat uzun diliyle lopur lopur yalıyor.

Birdenbire duruyor. Yavaşça kafasını sana çeviriyor. Gözlerine öylece bakıyor. Göz bebekleri sanki karanlıktan oluşan hareket etmeyen iki nokta gibi.

Panik içinde sıçrayıp odana koşuyorsun ama annen dört ayak üstünde peşinden fırlıyor. Kapıyı arkandan kapatıyorsun, saniyeler sonra kapı şiddetlice sarsılmaya başlıyor. Gürültülü vurmalar evin içinde yankı yapıyor. Hiç düşünmeden vücudunu kapıya siper ediyorsun. Bütün kapı iskeleti vahşice sarsılıyor ama sen sabit kalıyorsun.

Birden vurmalar kesiliyor. Dünya dışı bir durgunluk havaya hakim. Sessizlikten birkaç saniye sonra kapı kolu dönmeye başlıyor.

"Tatlım, bir şey mi oldu?"

Annenin yatıştırıcı sesi.

"Kapıyı neden kapattın? Endişeleniyorum, aç kapıyı da gireyim."

Ç.N: Merhaba arkadaşlar bendeniz, Akira Ashi (Mert) çevirmen olarak CreepyPasta Türkçe ailesine katılmış bulunmaktayım ve bu da ilk çevirim. Umarım beğenirsiniz ve yorumlarınızı esirgemezsiniz :D

13 Aralık 2015 Pazar

"Please Come"

15 yaşındaki bir çocuk küçük bir kasaba olan Marryland'deki okulundan döndükten sonra bilgisayar başına geçti. Bilgisayarı açtı ve sohbet programına giriş yaptı. O gün okula gelmeyen sınıf arkadaşlarından birinden gelen mesajı görünce şaşırdı.

İki kelimeden oluşuyordu; "Lütfen gel."

Şaşırmış bir şekilde çocuk cevap attı, neden okula gelmediğini sordu. İki mesajdan ve 15 dakikalık boşluktan sonra, bisikletine binip sınıf arkadaşının evine gitmeye karar verdi. Kısa bir mesafeydi, 5 dk kadar.

Eve vardığında, kapının kilidinin açık olduğunu fark etti. İçeride yere ve duvara sıçramış,yarı yarıya kurumuş kan izleri vardı, tanınmaz hale gelmiş bir figür duvara yaslanmıştı. Bir kolu ve bir bacağı yerinde değildi, yerdeki kan izi tanınmaz haldeki cesetten mutfağa doğru ilerliyordu. Çocuk kapıyı kapadı ve hemen 911'i aradı.

Polis oraya vardığında, cesetleri buldular, ve aynı zamanda evin arka kapısına doğrru giden ipuçlarını.

Olay yeri inceleme ekipleri ise bütün ailenin geçen gün veya daha önce öldürüldüğünü söylüyordu.

11 Aralık 2015 Cuma

"Spoilsport"

Basit bir oyun sanmıştım, böyle sonuçlar doğuracağını bilemezdim. Arkadaşımın evindeydik bize bir oyundan bahsetti. "Sadece basit bir oyun,kartında ne yazıyorsa yap sadece." Demişti. Oyuna başladık,ilk başlarda basit şeyler çıkıyordu. Sıra bana geldi,zarı attım ve sayıya göre alttaki kartı çektim. Kartta "Önüne çıkan ilk hayvanı öldür." Yazıyordu. Bu canice bir istekti. Ama nedense karşı koymadan dışarıya çıktım. Sanki kontrol bende değildi, kendi içimde çığlıklar atıyordum.

Arkadaşlarım ne yaptığımı anlamaya çalışırcasına bana bakıyorlardı, birden karşıma bir yavru kedi çıktı. Yapmak istemedim yemin ederim. Ama usulca yaklaştım ve sevmeye başladım yerde kırık bir cam parçası vardı, yavaşça elime aldım ve kedinin boğazına sapladım, yavaşça kesilen soluğunu dinledim ama ölmemişti. Defalarca sapladım, devam ettim.

Arkadaşlarım bana hayret ve iğrenirmişcesine bakıyordu. Neden öyle bakıyorlar? Yavaşça geri eve döndüm ve odada eski yerime oturdum, kartı elime aldım. Tam diğerlerinin arasına karıştıracakken kartta farklı bir şey yazıyordu "Yakınındaki kişiye habersiz vur." ama bir hayvanı öldür yazdığına yemin edebilirim "Neden yaptın bunu Mike?" Diye sordu Joy. Hepsine üzgün gözlerle baktım. İstemiyordum ama ağzım benden bağımsız, hiç istemeyeceğim sözleri söyledim.

"Canım istedi yaptım." Dedim. Sanırım artık ben, ben değildim.

"Bu olay burda kapanacak ve bir daha görürsek Mike şikayet ederim seni. Şimdi sadece arkadaşlığımızın hatrına susuyorum." dedi "Tamam." Dedim.

Cevabım kısa ve özdü. Oyuna devam ettik. O arsız oyuna.

Garip bir şeydi ama elimdeki kartta yazılı olanlar kendimi öldürmem için bir sebepti "Onları öldür." Yazıyordu.

Birden tüm kapılar kapandı ve kilit sesi duyuldu, odada bulunan beyzbol sopasını aldım ve ilk olarak Joy'a yaklaştım. "Seni sevmedim ufaklık. "

O demişti, ben değil.

"Ben oyunbozan tanıştığıma memnun oldum, oyun oynayalım mı? " Demişti. İstemiyordum ama nedense ona ayak uyduruyordum .

Joy'a yaklaştı ve defalarca kafasına vurduk. Ta ki beyni kalmayana dek.

Diğer arkadaşlarıma da aynısını yaptı…

"Oyunbozaaan!! Benden ne istiyorsun?!"

Birazcık oyun oynamak." dedi ve birden bedenimin kontrolü bana geçti, sesler duyan komşular polisi aramış ve burdayım.

***********

Bu kadar hatırlıyorum." yavaşça iğne adamın koluna girdi.

"Oyun bozan sizi de bulacak, o her zaman bulur ve oynar."

"Bu adam tam bir deli, konuşmasına bakılırsa öyle. Acaba neden üç arkadaşını ve bir kediyi öldürdü?"

"Bilinmez John, zaten buraya hiç akıllı gelmez.”

Ç.N:
Bu CP Angel of Death isimli arkadaşımız tarafından yazıldı ^^

Hala Facebook grubuna eklenmeyen varsa bana istek atsın, sonra da mesaj ^^

--->  REİ SHİZUKA

5 Aralık 2015 Cumartesi

"The Intruder"

Saat gece 01:45'i gösterirken karım tarafından uyandırıldım. Yüzüne bakmadan uyandığımı belirtircesine mırıldandım "Hmm?"

Kulağıma hızlıca fısıldadı "Çabuk kalk, eve biri girdi."

Bunları duyduktan sonra yataktan fırladım, yatağın altında duran silahımı aldım ve parmak uçlarımda alt kata indim. Hızlı ama dikkatliydim, salondan gelen tıkırtıları duydunca o tarafa yöneldim. Kapıdan başımı uzatıp baktım.

Siyah bir figür orda duruyordu, derin bir nefes aldım ve bağırdım "Çabuk evimden çık! Yoksa seni vururum!"
Figür kafasını bana çevirdi ve sonra aniden camdan dışarı atladı.

Dizlerimin bağı çözüldü, yere çöktüm. Ağlıyordum, titriyordum ve nefes alamıyordum. Bir el saçlarımı okşadı, ardından yok oldu.

Daha da şiddetli bir şekilde titremeye başladım.

Sorun evime bir hırsızın girmiş olması değildi, sorun evime daha önce de defalarca kez hırsız girmiş olması değildi.

Sorun, evime her hırsız girişinde beni uyandıran karımdı.

Çünkü o, 7 yıl önce evimize giren bir hırsız tarafından öldürülmüştü.

Ç.N:
Sayfa biraz başı boş kaldı kusura bakmayın :3
Kısa da olsa şimdilik bunu paylaşıyorum ^^ Kendi ellerimle yazdığım bir Cp, umarım seversiniz.