31 Mart 2021 Çarşamba

The M Show Fan Club

 9 yaşındayken çok sevdiğim bir televizyon programı vardı. Hayvan kıyafetleri giyen insan oyuncularının rol aldığı; eğlenceli-eğitici kesitleri vardı. Adını vermek istemiyorum, çünkü gerçekten çok iyi bir programdı ve bu hikayede, suç programa ait değil. Sadece ''M Show'' olarak bahsedeceğim.

M Show yıllardır devam ediyordu ve kendimi bildim bileli izliyordum.

Okuldan hemen sonra ablam Scarlett ve hemen yanımızda yaşayan en yakın arkadaşım Brandi ile daima otururduk. Bu bizim ayinimizdi, her gün üçümüz birlikte -tatlılarla, eğer annelerimiz izin veriyorsa. Yoksa elma veya üzümle- oturur, ve reklam aralarındayken; hayatımızla ilgili önemli sorunlar hakkında konuşup, dedikodu yapardık.

Sonra - sıcak bir yaz günü olduğunu hatırlıyorum - Scarlett gençlik dergilerinin birinde ödüllü bir yarışma buldu. Programımız hakkında sorular soruyordu, ve ilk ödül evebeynlerinizle birlikte Disney World'e bir yolculuktu. Daha da iyisi, doğru cevapları gönderen kişi ''M Show Club''ın bir üyesi olmaya hak kazanıyordu, programımız için bir hayran kulübüydü bu. 

Aynı gün, M Show'u izledikten sonra, üçümüz koltukta testi cevaplamak için bir araya gelmiştik. Sorular gerçekten çok zordu. Programın eski bölümleri hakkında detaylar soruluyordu. Scarlett, Brandi ve ben olmadan asla bütün soruları cevaplayamazdık. Scarlett zarflar ve pullar için annelerimize yalvardı ve üç zarfın her birini de içinde adımızın, iletişim bilgilerimizin ve soruların cevaplarının yazdığı kağıtlarla doldurdu. Hatta bizi cevaplarımızı biraz değiştirmemiz konusunda uyardı, böylece hile yaptığımız anlaşılmayacaktı. 

Mektuplarımızı göndermiştik, ve her gün posta kutusuna koşup M Show Kulübü rozetlerimizi kontrol etmeye giderdik. İlk kar düşmeye başladığında, kutuyu kontrol etmeyi bırakmıştık.

Brandi program hakkında hala tutku doluydu ve her gün izliyordu. Fakat Scarlett ve ben ilgimizi yitirmiştik. Scarlett izlemeyi bıraktığında, ben de bırakmaya başladım. Brandi hala bize geliyordu, fakat tek izleyen oydu. Scarlett'in eski gençlik dergilerini okurken, ben de yanına oturuyordum.

İlk baharın başlarıydı. Bahçemizde laleler olduğunu ve annemin; mutfak masasını süslemek için kopardığım iki tanesi yüzünden beni azarladığını hatırlıyorum. Fakat nutuktan hemen sonra; bana üzerinde adım yazan, küçük, kare bir mektup uzattı. Arkasında ''M Show Hayran Kulübüne Hoşgeldiniz.'' yazıyordu.

Zarfın içinde pek bir şey yoktu – sadece beni kulübe karşılayan kısa bir broşür vardı. Ayrıca üzerinde ismim, programın büyük bir logosu ve siyah harflerle ''The M Show Hayran Kulübü,'' ve aşağısında, büyük siyah harflerle ''Üye'' yazan bir kimlik kartı.

Brandi de kendi zarfını aynı gün almıştı. Mutlulukla parıldıyordu. Scarlett başta biraz kıskandı, fakat iki gün sonra o da kendi zarfını almıştı. O günden sonra, her cuma, her birimiz programla ilgili fotoğraflar, kısa hikayeler ve karakterlerin hikayeleriyle ilgili bilgi veren broşürler alırdık. Bazen de broşürler kulüp üyelerine programı tanıtır ve üyelere ''M Show Turu''nu beklemeleri gerektiğini söylerdi.

Her şekilde, işe yaramıştı: Programa yeniden bağlanmıştık. Sanırım o günden sonra her zaman üyelik kartımı çantamda gururla taşıdım, tek bir bölümü bile kaçırmadım. Sonrasında, Temmuzun ortalarında, hepimiz iki broşür aldık. İlki içinde bilgiler ve fotoğraflar olan, her zamankindendi. İkincisiyse bir reklamdı.

''Tur otobüsü kasabanızda – 'Elit Üye'ye dönüşme şansını yakalayın!''

Otobüs şehre bir sonraki pazar günü geliyordu. Hepimizin gitmek için izni vardı. Heyecanlı olmanın da ötesindeydik.

Broşürde pek bilgi verilmiyordu ve bu evde bilgisayarımız olmadan önceydi. Tur otobüsü 13:00 civarında şehre varıyordu ve şovun ana karakterleri de herkesi karşılamak ve bizimle oyunlar oynamak için orada olacaktı. En az dört oyuna katılanlar "Elit Üye" durumuna yükseltilecek ve yeni, altın bir üyelik kartı alacaktı.

''The M Show Turu''nu beklediğim o 9 gün, hayatımın en uzun geçen zamanlarından biriydi. Brandi, Scarlett ve ben her günümüzü nasıl karakterlerin her biriyle fotoğraf çektireceğimizi ve oyun oynayacağımızı planlayarak geçiriyorduk. Hatta gizliden gizliye, Scarlett'i program hakkındaki bilgimizi test edecek olan ''bilgelik oyunu''nda yenmeyi bile hayal ediyordum.

Cumartesi günü, Scarlett arkadaşlarının birinin evindeki bir doğum günü-pijama partisine gitmişti. Ailesinin de Scarlett'i Pazar günü saat 12'de getirmesi gerekiyordu. Saat 12:30 civarında, Brandi koşarak bize geldi. Arka kapıyı çaldı, her zaman yaptığı gibi, ben de onu içeri aldım. Brandi çok heyecanlıydı; annesi hiçbir şeyi kaçırmamamız için üçümüzü de erkenden bırakmaya gönüllü olmuştu bile.

Annem Scarlett'in arkadaşının evini aradı. Fakat telefonu açmadılar. Scarlett'in yakında evde olacağını söyledi – zamanında gitmek için yeterince erken bir zamanda.

Saat 12:45'de Brandi'nin annesi bizi almaya geldi. Gitmemiz gerektiğini, böylece sıranın çok uzun olmayacağını söyledi. Annem Scarlett'i beklememiz gerektiğini söyledi, fakat Brandi kıyameti koparmıştı; eğer geç gidersek bütün karakterlere sarılamayacağımızdan korkuyordu.

Brandi'nin annesi ayrılmaya karar verdi. Ben de onlara katılmak istedim – ama annem Scarlett ve beni birlikte bırakacağını söyledi. Scarlett'in geç kalması yüzünden cezalandırılıyormuş gibi hissettim. Yalvardım. Ağladım.

Hiçbiri işe yaramadı; Brandi tek başına gitmişti.

Arkadaşının evebeynleri Scarlett'i 13:40'ta bıraktı. Ona çok sinirlenmiştim, fakat annem olay çıkarırsam hiçbir şekilde gitmeyeceğimizi söyledi. Onu affetmek zorunda kaldım.

Yirmi dakika kadar sonrasında, tarif edilene göre otobüsün park edilmiş olması gereken yer olan, büyük park alanına ulaşmıştık. Kalabalığı uzak bir mesafeden gördük, arabayı park ettik ve yürüdük.

Anneme programın karakterlerinin nerede olduğunu sordum; kalabalığın arkasında olduklarını söyledi. Herkes ''The M Show Turu'' broşürlerini tutuyordu, fakat görünüşe göre kalabalığın çoğu ailelerden oluşuyordu. Otoparkın kenarında yarım daire şeklinde duruyorlardı. Bazıları endişeli görünüyordu, ama bir çoğu gülüyor ve sohbet ediyordu.

Annem, yarım dairenin diğer ucunda Brandi'nin annesini gördü; ona doğru yürüdük. Brandi'nin annesi endişeli olanlardan biriydi. 

"The M Show" daki hayvan figürleriyle birlikte otobüsün de orada olduğunu söyledi. “The M Show” logolu büyük bir otobüs gelmiş ve şeker dağıtmıştı. Hayvan figürlerinden biri; ebeveynlere, şehrin dışında, dizinin karakterleriyle kendi kısa filmimizi yapabileceğimiz bir set inşa ettiklerini açıklamıştı. Herkesi oraya götüreceklerini söylemişlerdi.

Önce çocukları almışlardı. Hepsi o kadar heyecanlıydı ki çok az ebeveyn itiraz etmişti. Yine de, üç veya dört ebeveyn endişeli olanları sakinleştirmişti. Bir sonraki otobüsün herkesi sete götürebilmek için birkaç dakika içinde orada olması gerekiyodu.

Bunu duyduğumda, daha önce hiç olmadığım kadar heyecanlanmıştım. Otobüse ilk ben binebilmek için, etrafa bakmak adına sokağa koştum. Scarlett beni takip etti.

Brandi'nin annesi benimkiyle konuşurken endişeli ifadeyi görmedim.

Polisin neden bir saat bile geçmeden geldiğini anlamadım.

Pazartesi günki ''The M Show'' bölümünde karakterlerden biri sahneye çıktı ve bize evebeynlerimizi programı izlemeleri için çağırmamızı söyledi. Annemiz çoktan ben ve Scarlett ile oturmaktaydı.

Karakter; ''The M Show''un bir hayran kulübü olmadığını açıkladı.

O hafta Brandi'nin ailesi çok ağladı. Brandi'nin iyi olduğundan hala emindim, çok eğlendiği için geri dönmek istemediğini düşünüyordum.

Çok eğlenmiş olmalıydı ki; asla geri dönmedi.

O cuma, küçük paket ulaştığında, Brandi'nin annesi çok daha fazla ağladı. İçinde Brandi için yeni bir “The M Show Fan Club” üyelik kartı vardı. Altın rengindeydi ve büyük, kalın harflerle “Elit Üye” yazıyordu.

Pakedin içinde ayrıca bir video kasedi de vardı. Yalnızca bir dakika uzunluğundaydı; Brandi'nin ''The M Show'' setinde olduğu bir dakika.

O pazar sabahı bize geldiğinde giydiği elbiseyi giyiyordu. 

Kayıtta, Brandi gülümsüyordu; Büyük bir hayvan kostümü giyen bir oyuncu, sessizce yanında duruyordu.

''Merhaba anne, burayı gerçekten çok sevdim,'' dedi Brandi. ''Burada olmanı gerçekten çok isterdim.''

Sonra güldü. ''Diğerleri geç kaldığı için üzgünüm. Eminim onlar da severdi.''


26 Mart 2021 Cuma

My Experience Using Slasher

 Korkuyu kesinlikle çok severim. Küçüklükten itibaren; tek isteği korku filmi izlemek olan, tuhaf bir çocuk oldum.

Bana göre adrenalinin kanımda dolaşması heyecan vericiydi. 

Ve bu filmleri kaçar kez izlersem izleyeyim; yine de, ne zaman bir canavar belirse veya beklenmedik bir şey olsa yerimden zıplardım.

Ergenlik yıllarımda ise biraz daha takıntılıydım. Cadılar Bayramı'nda ikonik film canavarları gibi giyinir, aşırıya kaçan lanetli evlerde gezerdim. 

Gerçekten çok tuhaf davranışlara meyilli olduğumu farkeden arkadaşlarımsa benden uzaklaşırdı. Fazla kan ve vahşet beni etkilemezdi. Nasılsa kurguydu.

Büyüdükçe, çocukluğumun bu olayını daha çok özledim. Benimle aynı zevklere sahip insanlarla iletişim kurabildiğimi hissetmiyordum. 

Ve dürüst olmak gerekirse uzun bir süre böyle devam etti.

Sonrasında, bir gün Reddit'te dolaşırken -her gün yatağa gitmeden önce yaptığım gibi- Slasher denilen bir sosyal ağ sitesi reklamına denk geldim.

Korkutucu tahtalarla karıştırılmış ismin koyu kan kırmızısı rengi; ve tipik korku hissiyatı veren diğer unsurlar bana bunun neyle ilgili olduğunu kesin bir şekilde belirtiyordu.

Topluluğun bir üyesi gibi hissetmek isteyen, korku hayranları için bir yer.

Anında katıldım. Profilimi oluşturdum, etraftaki insanları bulmaya çalışmak; aynı zamanda bu uygulamanın özelliklerinden biriydi. Şaşırtmayıcı bir şekilde, etrafta pek kimse yoktu.

Daha sonrasında önerilenlerimi kontrol ettim. Uygulamanın insanları nasıl seçtiğinden pek emin değildim, büyük ihtimalle karmaşık bir algoritması vardı.

Ama bir çoğu yaptığım şeylerden hoşlanıyor gibi görünüyordu. Korku filmleri, Dean Koontz romanları ve elbette ''The Walking Dead''. 

Birkaç kişiye arkadaşlık isteği gönderip uyumaya karar verdim.

Bir sonraki gün, diğer korku hayranları tarafından arkadaşlık isteğimin kabul edilmesi beni şaşırtmıştı. Üstelik birkaç mesaj da gelmişti. 

''Hey, benim gibi başka korku bağımlılarıyla tanışmak güzel! Görüşmek üzere''

''En sevdiğin korku filmi nedir? Bana bir link atıver!''

Sonrasında kaçınılmaz olarak; bazılarının sadece reklam, veya yaklaşan küçük, bağımsız bir film için zavallı bir etkinlik pazarlaması olduğunu farketmeye başladım.

Beni yanlış anlamayın, Yaratıcı satış fikirlerini sonuna kadar destekliyorum. İstekleri aldığımda takip edebildiğim kadarını takip ettim. Fakat, nakit sıkıntısı da çekiyordum.

Yeni kitaplar, filmler, ve diğer hatıralık korku eşyaları bütçeme pek de uygun değildi.

Bu yüzden genel olarak, kullanıcıya kibarca mesaj gönderir ve ne üzerinde çalıştıklarını görmeyi ne kadar istediğimi, ve gelecekte satın almak için kaydedebileceğimi söylerdim.

Kibar bir hareketti ve hatta fazladan bir adım atıp, eğer yapabiliyorsam farklı bir medyada yaptıkları şeyi desteklemeyi önerirdim.

Bir çoğu bu fikire oldukça sıcak baktı. Bu günlerde sınırlı bir bütçeye sahip olmanın nasıl olduğunu hepimizin anladığını farkettim, bu da uygulamanın başka bir güzel tarafıydı.

Yeni insanlarla tanışmak, korku eşyaları almak için uzun, ve asla bitmek bilmeyen istek listeme yeni ürünler eklemek... Bunda kötü bir şey görmüyordum.

Sonrasında; Emerald olarak tanıtacağım kişiden bir arkadaşlık isteği aldım. Bir çok farklı sebepten dolayı gerçek kullanıcı isimlerini vermek istemiyorum fakat 

inanın eğer verseydim güvenliğinizi tehlikeye atıyor olurdum.

Emerald'ın bir profil fotoğrafı yoktu. Bana bir mesaj gönderdi ve yazdıkları, kısa zamanda yayınlamayı düşündükleri kısa bir hikayeyi okumakla ilgilenip ilgilenmediğimi sordu.

Anında cevap vermedim fakat hikayelerini istek listeme kaydettim, kulağa sanki sokağımın biraz ötesindelermiş gibi geldiğini düşünerek

Sonrasında web sitelerini ziyaret edip etmediğimi sordukları bir mesaj daha aldım.

''Üzgünüm dostum, henüz bakamadım'' diye cevapladım.

Sonrasında olan şey ise; kendilerinden biraz korkmama sebep olan; öfkeyle dolu, aşırı tepkili mesajlar almak oldu. İşte birkaç tanesi:

''Korkuyu desteklemekle çok mu meşgulsün? Neden bu uygulamayı kullanıyorsun ki bile??''

''Neyin var lan senin?! Al gitsin işte. Kanla yazıldı bu!''

''Aynı diğerleri gibisin. Kendini beğenmiş bir şekilde sana herhangibir şey için güvendiğimizi sanıyorsun. Bunu hiçbir yardıma ihtiyacım olmadan yazdım.''

''Bak aşırı tepki verdiğim için üzgünüm. Ama sadece beni dinleyecek ve hikayeyi okuyacak birine ihtiyacım var. Tek sahip olduğum şey bu...''

''Şu lanet mesajlarını cevapla artık!!!''

Tahmin edebileceğiniz gibi, böyle bir davranış biçimiyle başa çıkmaktansa onları engellemeye karar verdim.

Bunun son olduğunu sanıyordum; oysa ki ertesi gün, komik bir karşılaşma daha yaşadık.

Fakat sonraki gün yeni bir hesaptan başka bir istek aldım. Aynı kişi, farklı bir isimle. Mesajlar bu sefer çok daha nefret doluydu.

''Yani sen de mi beni herkes gibi kendinden uzaklaştıracaksın? Seni zavallı şunun bunun evladı, umarım cehennemde çürürsün.''

''Kiminle uğraştığın hakkında hiçbir fikrin yok dostum. Beni görmezden geldiğin için hayatığını sefalete çevireceğim''

''Sadece anlamıyorsun. Bunun korku mu olduğunu sanıyorsun? Sana gerçek korkunun ne olduğunu göstereceğim. Çok yakında kendi hikayene bakıyor olacaksın. Kurgu gerçeğe dönüşecek.''

''Nereye gidersen git, ne yaparsan yap. Seni bulacağım.''

Sonra bir fotoğraf gönderdiler.

Evimin fotoğrafıydı.

Bu sefer onları şikayet edip engelledim. Huzursuz ve paranoyak hissettim, kafam karışmıştı. Nerde yaşadığımı nerden bilebilirlerdi ki bile? Nasıl bulabilirlerdi beni?

Uygulamaya; bana yardım etmesi için ve bu kullanıcının beni asla bulamaması için bir talep gönderdim. Belki hesabımı gizliye almak, onlardan mesaj almamı arkadaşım olmadıkları sürece engelleyebilirdi?

Ama sonrasındaysa aldığım her mesaj, her arkadaşlık isteği benim için sınırdı. Takipçi bu muydu? Sinir bozucu bir durumdu.

En sonunda sadece uygulamayı silmem gerekti. Bu; eminim ki, durumun sonuydu. Artık bana zarar veremezlerdi.

Ama sonraki gün bir paket aldım. Üstünde geri dönüş adresi yazmıyordu ama medyanın kendisiyle ünlü olduğu şu tanıdık, kan kırmızısı rengi vardı.

Beni takip eden bu kişi geliştiriciler için mi çalışıyordu? Ne tür hastalıklı bir oyundu bu?

Oturma odamda açtım; içindeki DVD gibi görünen kapalı bir kutuyu, ve üstünde ''Aptalca bir şey yapmadan önce beni izle'' yazan notu gördüğümde ellerim titriyordu.

Oynatıcıya koydum; ve kameranın, günden güne yaptığım her şeyi çekmiş olduğunu görmek içime oturdu. Kayıttaki nefes sesini, cızırtılı bir sesin takip edişi duyuldu.

''Herhangibir yetkiliyle irtibata geçersen, bu gece ölürsün. Gün batımına kadar, kan ayinini yatıştırmazsan, kurbanım sen olacaksın.''

Bu bir tür şaka olmalıydı değil mi? Gerçek olamazdı.

Sonra bana ne kadar ciddi olduklarını göstermek için, evimin etrafında bir saatten önce çekilmiş bir video gönderdiler. Beni izliyorlardı.

Kendi evimde; bu manyak takipçiden dolayı bir mahkum haline gelmiştim. Issızlığın ortasında hissettim, ne yapacağımdan emin değildim. 911'i aramayı birkaç kez düşündüm.

Sonrasında bir umutsuz, ve belki biraz da karanlık bir düşünce aklıma geldi.

Odama gidip telefonumu kaptım, Slasher'ı yeniden indiriyordum.

Sonrasında, konumları sitede kayıtlı olan bazı ölümcül derecede korku hayranlarına bir mesaj gönderdim.

Sonrasında takipçinin ta kendisine mesaj attım.

''Beni mi istiyorsun? Öyleyse gel de al, s*rtük.''

Mutfak çekmecelerimin birinden bir bıçak kaptım ve kapının ötesini herhangibir zorla giriş belirtisi olup olmadığını görmek için izledim. Kalbim gümbür gümbür atıyordu.

Eğer zamanlamayı yeterince iyi ayarlayabilmişsem, işe yarardı. Bütün ışıkları kapattım ve tamamen hareketsiz kaldım.

Sonraysa, çimlerin üzerinde bir gölge gördüm. Garip, siyah bir kostüm giyen bir adamınkine benziyordu. Bu, saldırgan olmalıydı.

Sonrasında ön bahçemdeki bütün ışıkları açtım, tiz bir çığlık attım.

Tıpkı bir saat gibi, mesaj attığım bütün hayranların zıplayıp korku içinde koştuğunu duydum.

Takipçiyi ezmişlerdi.

Hemen sonrasında polisi aradım ve birkaç detayı açıkladım. Hayranlara Slasher'dan ne gönderdiğime emin olmuştum.

Bildikleri tek şey, o yalnızca yanlış zamanda, yanlış yerde bulunan bir hırsızdı.

Gerçek şuydu ki; adresimi siteye koymuş ve o gece yapılacak olan bir hayalet araştırması için paranormal araştırmacıları davet etmiştim.

Dürüst olması gerekirse, durumun ilerleyişini engelleyebilmek için aklımda bir anda beliren bir dürtüydü bu. İşe yarayacağından bile emin değildim.

Ama işe yaradığı için memnunum. Biliyorum yaptığım şey çılgıncaydı, ve büyük ihtimalle de bir çok yönden yanlıştı ama başka şansım yoktu ki!

Şimdi, çektiğim çileden birkaç gün sonra, uygulamayı nihayet geri yükleyebilir ve geriye bakmak zorunda olmadan hayatıma kaldığı yerden devam edebilirdim.

Ama şaşırtıcı bir sonunun olacağını tahmin etmem gerekirdi. Ne de olsa, korku bu.

Başka bir istek daha aldım. Emerald'dan. Bu sefer; ne yapacağım veya bunu nasıl durduracağım hakkında hiçbir fikrim yok.

''Ölüm kadar sıradan bir şeyin beni durdurabileceğini mi düşündün? Yeniden düşün.''

Uygulamayı siliyorum ve dualara sığınıyorum. Umuyorum ki yeterlidir.


Ç.N.: Uzun ve uğraştırıcıydı, eğer çeviride tamamlanmamış bir kısım görürseniz veya anlamsız bir cümleyle karşılaşırsanız, şimdiden özür dilerim.

20 Mart 2021 Cumartesi

Every Year on My Birthday, I Have to Die

İlk kez 18 Ağustos 2006’da öldüm. Ne hoş bir ölümdü, ne de beklediğim bir şeydi. Hayatımı mahveden şey rastgele gerçekleşen bir şiddet eylemiydi ve ansızın gerçekleşti.

Sadece bir barda, yoğun geçen bir iş gününden sonra birkaç kadeh içip kafa dağıtıyorduk. İçkileri alma sırası bendeydi, bu yüzden barmenin dikkatini çekmeye çalışıyordum.

Birinin bana bir yumruk attığını hissettim. İlk başta, birinin sadece bana vurduğunu sandım; ama daha sonra bir sıcaklık ve gömleğimden aşağıya doğru hızlıca akan kanı hissettim. O zaman bıçaklandığımı anladım.

Hatırladığım kadarıyla öyle pek de acı verici bir şey değildi. Yine de bacaklarım daha fazla direnemedi ve yere yığıldım. Belki de ölüyordum ancak o an pahalı takım elbiselerimi mahvetmiş olmak daha endişe vericiydi.

İşte yaklaşmakta olan ölüm bu kadar komik bir şey. Herkes evrenin kendilerine dayattığı o korkunç sondan kaçabilecek bir istisna olduğunu düşünür.

En azından kan bedenimden çekilirken ben böyle düşünüyordum. Dünyam kararmıştı, ne olduğunu bile anlayamadan ölmüştüm.

Sonrası bir boşluktu. İlk başta karanlıktan biraz daha fazlasıydı; karanlığı uzaktaki tuhaf şekiller ve renkler bozuyordu. Çevreyi yeniden hissetmeye başladıkça acının, kederin ya da ölümün olmadığı bir dünyaya doğru sürükleniyordum. Burada olan tek şey, başka başka yerlere seyahat eden insanlardı. Hepsi benim gibi ölmüş müydü, yoksa daha hiç doğmamışlar mıydı bilmiyordum. Bildiğim tek şey artık korkmadığımdı. Tüm endişelerim, kuruntularım ve korkularım gitmişti.

Uzakta, neredeyse sonsuzlukta bir ışık belirdi. Bu benim gideceğim son istikametti, yaşadığım kısa hayattaki son amacım. Ne yazık ki, pek de uzağa gidemedim.

Kendi yatağımda şaşkına dönmüş bir şekilde uyandım, terden sırılsıklam olmuştum ve deli gibi titriyordum. Elimle refleks olarak bıçaklandığım yerdeki yarayı kapattım; ancak, artık orada bir yara yoktu. Aslına bakarsanız, tek bir çizik bile yoktu.

Hepsi bir rüya olabilir miydi?

Komodinin üzerindeki telefonumun ışığı yandı. ,

Düzinelerce kısa mesaj ve cevapsız çağrı vardı.

Okuduğum ilk mesaj “Dostum, bardayız. Gelmiyor musun?” oldu ve saat 21.43’te gönderilmişti.

İkinci mesaj “Hey, Rick, hangi cehennemdesin?"di. 22.23’te gönderilmişti.

Birkaç çağrı ve bir mesaj daha vardı.

“Sanırım uyuyakaldın, ya da belki de şansın iyiye gidiyordur? Neyse, senin şerefine bir kadeh daha içiyorum. İyi ki doğdun Rick.”

Sonra yirmiden fazla çağrı ve tüylerimi diken diken eden tek bir mesaj aldım.

“Tanrı aşkına, şu lanet telefonunu aç! Danny’e bir şey oldu.”

Hemen geri aradım. Parmaklarım hem beklediğim şeyden dolayı hem de dün geceki anılarımdan dolayı tir tir titriyordu. Ölümüm bir kabustan biraz daha fazlası olsa bile bu gece arkadaşlarımla barda buluşacağımdan emindim.

Telefon üç kez çaldı ve telefonu Jake açtı.

Jack telefonu yorgun ve paniklemiş bir sesle “Rick, sen misin? Hangi cehennemdesin?” diye cevapladı.

Yarı soru sorar yarı da cevap verir şekilde “Ne oldu bilmiyorum. Sanırım uyuyakaldım.” diye cevapladım.

Jake açıklamamı dinlemeden “Danny dün gece bıçaklandı.” diye cevapladı.

“Bıçaklandı mı? Nasıl?”

“Bilmiyorum. Kaçığın biri üzerine yürüyüp onu bıçakladı.”

Şoka girmiştim, neredeyse telefonumu düşürüyordum. Danny aynı yerde, tıpkı benim uğradığım gibi saldırıya uğramıştı. Binlerce düşünce zihnime hücum etti; ancak korku hızlıca asıl sorunum haline geldi.

“O iyi mi?”

“Hala ameliyatta. Eşine haber veriyorlar. İşte eşi geliyor.”

Jake telefonu aşağıya indirdi; ancak tartıştıkları için o boğuk seslerini hala duyabiliyordum. Danny’nin eşinin sesi üzgün geliyordu; ancak ne dediğini tam anlayamadım.

“Jake ?” diye seslendim.

“O, o öldü… Danny öldü.”

Sonraki birkaç dakika zihnim iyice bulanıklaştı. Hepimiz Danny’i çocukluktan beri tanırdık ve şimdi o gitmişti. Katil de bardan çıkamadı. Görünüşe göre başka birine de dalaşınca müşterilerden biri onu vurmuş.

Hala, o gece ölmesi gereken kişinin ben olmam gerektiği hissinden kurtulamamıştım.

Her şeye rağmen zaman ilerlemeye devam etti. Çalışanlarımızdan bazıları Danny’nin ölümünden sonra işten ayrıldılar, umutsuzca hayatlarına devam etmeyi deneyeceklerdi. Onları asla suçlamadım, hem benim de biraz zamana ihtiyacım vardı. Onlara o gece ne yaşadığımı asla anlatmadım, zaten bunun bir faydası da olmazdı.

Bir yıl geçmişti ve ben arkadaşlarımla çok çok nadir konuşmuştum. Danny’nin ölümünden sonra biraz normale dönmeye başlamıştım; ancak bu durum 18 Ağustos 2007’de sona erdi.

Doğum günüm yine geldi çattı ve ben kesinlikle kutlamayı düşünmüyordum. Bunun yerine hastayım deyip işe gitmedim, bir şişe viski aldım ve bütün günü video oyunu oynayarak geçirdim.

Akşama neredeyse şişeyi bitirmiştim. Her ne kadar iri yarı bir adam olsam da alkol beni baya bir etkilemişti. Saat 9 civarı, yatağa doğru gittim, sabaha akşamdan kalma olacağım kesindi.

Gece yarısı kapının zorla açılışını takip eden ayak sesleri ve fısıltıları duyunca uyandım. Alkolden dolayı ayakta duramaz halde ayağa kalkmaya çalıştım. Yataktan kalkınca bir adım atmama kalmadan ayağım kaydı ve yere yapıştım. Evime giren davetsiz misafirlerimin de duyacağı kadar yüksek bir ses çıkmıştı.

Birisi öfkeyle “Evde kimse olmayacak dememiş miydin sen?” dedi.

“Endişelenme, onlarla ben ilgileneceğim.”

Ayak sesleri bana doğru yaklaşıyordu. Kapıyı kilitlemeye çalıştım ancak kapıyı tekmeleyerek açıp beni yere düşürdüler.

İçeri giren maskeli adam elinde bir silah tutuyordu. Silahı bana doğrultup tetiği çekmeden önce sadece tek bir cümle söyledi.

“Sessiz kalmalıydın.”

Ne yazık ki, herif korkunç bir atış yaptı. Başıma nişan almasına rağmen boynumdan vurdu. Orada öylece uzanıp nefes almaya çalışırken çaresizce kendi kanımda boğuluyordum. Uzaklaşamadım, yardım çağıramadım.

Kendi odamda tıpkı geçen seneki gibi kendi doğum günümde ölmüştüm.

Kan bedenimden çekilip o korkunç acı dinince yine öteki dünyaya döndüm. Yine aynı şekilde, karanlığı bozan o tuhaf renkli şekillere doğru yürüdüm. Oradan geçerken o şekillere ve renklere hayran kaldım.

Uzakta, gövdesinden sonsuzluğa doğru uzanan dallar olan bir ağaç gördüm. Her daldan bir insan sarkıyordu, gerçeklerdi; ancak henüz bizim dünyamızda var olmamışlardı. Onları ziyaret etmek istedim, ancak benim gitmem gereken yer başkaydı. Çünkü tıpkı bir önceki seferki gibi, kendi yatağımda hiçbir zarar görmeden uyanmalıydım.

Telefonum çaldığında derin bir korku hissediyordum. Hala tam olarak inanamıyordum; ancak benim yerine bir başkasının öleceğini anlamaya başlamıştım.

“Alo?”

“Rick, ben baban. Annen… Onu… Onu dün gece kaybettik.”

Boğazımda bir yumru oluştu. Bana ne cevap vereceğini biliyordum ama yine de sordum.

“Nasıl oldu?”

“Polis işlerin yolunda gitmediği bir hırsızlık girişimi olduğunu söyledi. Tam olarak bilmiyorum, ben işteydim… Onun yanında olmalıydım.”

Artık konuşmamız canlılığını yitirmişti. Babam aklını yitirmişti ve çok zor anlamlı cümleler kurabiliyordu. Orada olmadığı için kendisini suçluyordu; ama ben gerçeği biliyordum. Suç benimdi.

Önümüzdeki iki ay boyunca babam fena bir depresyona girdi. Onu suçlamıyordum, o sadece hayatının aşkını kaybetmişti. Sırf kendisini toparlamasına yardım etmek için yanına taşındım. Güçlü gözükmeye, ayakta kalmaya çalışıyordu; ancak yıkılmak üzere olduğunu söyleyebilirdim.

"Orada olsaydım.."

"Senin hatan değil baba. Orada olsaydın sen de ölebilirdin."

"Bunu bilemezsin."

Ama biliyordum, çünkü hırsızların ailemin evine gelmemesi gerekiyordu. Onların öldürmesi gereken kişi bendim. Kafamı toplamalıydım, babama gerçeği anlatmalıydım. Ama bunu nasıl yapabilirdim ki?

6 ay geçti, ve bu sır beni yiyip bitirdi. Tüm olanlardan sonra, hala nasıl açıklayacağımı bilmiyordum. Yine de bir gün, bu lanetimi paylaşma zamanının geldiğine karar verdim.

"Baba, konuşabilir miyiz?"

"Tabii. sorun ne?" yüzünde endişeli bir ifadeyle sordu. Beni iyi tanıyordu ve şu an ağır bir yükün altında ezildiğimi anlayabiliyordu.

Ona ilk ölümü anlatarak başladım, en ince detayına kadar. Anlattıklarım tabii ki o gece barda olaya tanık olan insanların anlattığı her şeye uyuyordu, bıçak yarasına kadar. Ona Danny'nin benim yerime öldüğünü, bu yüzden suçlu hissettiğimi söyledim.

Doğal olarak, başta şüpheci yaklaştı. Ama sonra ona anneme olanları anlattım. Detay vermedim, sadece vurulduğum anı anlattım. Kapının kırıldığını ve iki adamın orada olduğunu. Her şey tamamen mektupta yazanlara uyuyordu.

"Özür dilerim baba. Benim hatam. Onu ben öldürdüm."

Sadece sessiz bir şekilde oturdu, ona anlattıklarımı sindirmeye çalışıyordu.

"Senin hatan değildi."

Aklım karışmıştı. Sesinde azıcık bile öfke yoktu, sadece fazlasıyla empati vardı.

"Bunu nasıl söylersin? Ölmek zorunda değildi."

Bu kez konuşmadan önce sözleri hakkında düşündü. "Yanlış bir şey yapmadın Rick. Bu şey sana oldu. Neden geri getirildin, ya da nasıl, bilmiyorum, ama sana yapılan bu şey için suçlu sen değilsin."

"Yani bana inanıyorsun?" sordum.

Başıyla onayladı, sonra bana sarıldı. Aniden, artık dünyada yalnız değildim, olanları bilen biri vardı.

"Ya yine olursa?"

"O zaman beraber üstesinden geliriz."

Sözlerinin arkasında durdu, sıradaki doğum günüm yaklaştığında bile. Bu kez ölüm daha yumuşaktı, sadece duşta kaydım ve düşüp boynumu kırdım. Üçüncü kez dünyadan ayrılmadan önce, aklımdaki son düşünce şuydu, "Ne klişe ama."

Bir kez daha, yatağımda uyandım, Hemen babamı seslendim, hayatta olduğundan emin olmak istemiştim, benim yerimi almasından çok korkmuştum. Koşarak benim yanıma gelerek ne olduğunu sorana kadar nefes bile alamadım.

"Boynumu kırdım... Ama iyiyim, sanırım."

Yerimi kimin aldığını bulmak biraz zamanımı aldı. Ama patronumun öldüğünü duyduğumda, içimde bir şeyler kırıldı, Tanıdığım en nazik adamdı, tam da benim gibi, düşüp boynunu kırmıştı.

Bu bardağı taşıran son damlaydı. Bu boşverebileceğim, öylesine bir tesadüf değildi, bir çeşit önsezi de değildi. Bu sorumlulukla yaşayamayacağıma karar vermiştim. Bunu durdurmalıydım, bu hayatımdan vazgeçmek demek olsa bile.

Eğer kendi kaderimi kontrol altına alabilirsem, ve kendimi doğum günümden önce öldürürsem, belki daha fazla insanı ölmekten kurtarabileceğimi düşündüm.

Öncelikle, babama neden gitmeyi seçtiğimle ilgili uzun bir mektup bıraktım. Onunla karşılıklı yüzleşemezdim, beni ikna etmeye çalışacağını biliyordum, bunu yapmak zorundaydım. Daha fazla insanın benim adıma ölmesine izin veremezdim.

Ne yazık ki, kader dönek bir pislik. Ne kadar denersem deneyeyim, hayatıma son veremedim.

Kendimi asmayı denedim, ama ip koptu. Sonra kendimi vurmayı denedim, ama kurşun sıkıştı. Bu da işe yaramadığında, arabamı bir ağaca doğru sürdüm, ama oradan da bir şekilde sağ çıktım... Her girişimim başarısızlıkla sonuçlanıyordu. Tek yapabildiğim doğum günümü, ve birinin benim yerime ölmesini beklemekti. Ne kadar uğraştıysam da ölemedim. Kadere karşı gelemiyordum, ve bu beni mahvediyordu.

2009'da, sarhoş bir sürücü bana çarptı... Ve yerimi kız arkadaşım aldı.

2010'da, boğuldum... Ve kibar komşum o şekilde öldü.

2011'de, beynimde damar genişlemesinden öldüm.... Halam böyle öldü.

Böyle devam etti... Her yıl öldüm, ve bana yakın biri benim yerime öldü. Bir yolunu bulmak için çok uğraştım, ama kadere karşı başarılı olamadım.

Yıllar geçti, ve 18 Ağustos 2019'da, 14. kez öldüm. Bir hafta öncesinden hastalanmaya başlamıştım, ki bu doktorları çok şaşırtmıştı. Tüm laboratuvar değerlerime göre gayet iyiydim, ama gittikçe daha çok hastalanıyordum. Babam da ben de zamanımın geldiğini biliyorduk, ama zorla geri döndürüleceğimi de biliyorduk.

Sonra, doğum günümün gece yarısı, kalbim durdu. Yatağımda sarsılarak uyandım, artık hasta değildim.

"Baba?" seslendim.

Cevap gelmedi.

Yataktan kalktım, yine seslendim. Tek karşılaştığım sessizlikti. Üçüncü kez seslenmeme gerek yoktu, ne olduğunu biliyordum. Dikkatle odasına girdim, düşündüğüm şeyin olmuş olmasından korkarak...

Ölmüştü... Kalp krizinden. Benim yerimi almıştı, ve ben onu kurtarmak için hiçbir şey yapamamıştım.

Cenaze benim için bulanıktı. Tek fark edebildiğim boş sandalyelerdi, ondan önce ölmüş insanların sandalyeleri. Kimileri kendi hayatlarını yaşamış ve doğal yollarla ölmüşlerdi, ama çoğunun aslında hayatta olmaları gerekiyordu... Ama benim yerime ölmüşlerdi.

Babamdan birkaç şey miras kalmıştı. Bunlardan biri, bana yazılmış bir mektuptu. Oldukça eskimiş görünüyordu, bunu bana çok uzun zaman önce yazmış olmalıydı.

"Sevgili Richard,

Bugün senin doğum günün, annen öleli tam bir yıl oldu. Onu fazlasıyla özlemiş olsam da, sen hala burada olduğun için şükrediyorum. Biliyorum ki annenin bir seçim şansı olsaydı senin yaşamanı isterdi, ben de öyle.

Bir gün senin yerini alacağımı sen de ben de biliyorduk. Hiç şüphesiz, senin yaşaman için canımı veririm. Bu laneti sen seçmedin, bu yüzden asla kendini suçlama, sadece yapman gerekeni yap; çevrendeki insanlara değer ver, çünkü onların son günlerinin ne zaman olduğunu bilemezsin.

Seni seviyorum,

Baban"

O mektubu okuduğumdan beri, bir çıkış yolu arıyorum. Babam bir şey yapamayacağımı söylemişti, ama nasıl bu şekilde yaşayabilirdim, başkası yerine hayatta olduğumu bilerek?

Şehirden ayrıldım, bir kulübede, insanlardan uzakta bir yerde yaşamaya başladım. Beni önemseyen birileri olmazsa, kimsenin ölmeyeceğini umuyordum. Bir çözüm yolu bulana kadar, kimseyle iletişim kurmamaya karar vermiştim.

Taa ki karımla tanışana dek.

Katy anlayışlıydı, ona başımdan geçenleri anlattığımda dehşete düşse de her zaman bana destek oldu. Şimdi çocuklarımız var, neyse ki ikisi de hala hayatta ve iyi.

Ama beni bir şekilde tanıyan, iletişim kurduğum insanlardan biri her yıl öleceğine göre, eğer bu insanları çoğaltırsam, ailemden birinin ölmesinin olasılığını azaltmış olacağımı düşündüm. Basit matematik, seçenekler arttıkça ailemin seçilme olasılığı azalıyor.


Ben Richard Mcqueen,

Özür dilerim.