11 Nisan 2020 Cumartesi

Robert The Doll

1800’lerin sonunda, Thomas Otto ve ailesi şimdilerde “Sanatçı Yurdu” olarak bilinen Florida Key West’teki Eaton ve Simenton sokaklarının kesiştiği köşedeki konağa taşındılar. Ottoların hizmetçilerine karşı sert oldukları, hatta onlara kötü davrandıkları biliniyordu. Bu hikâyede Haitili bir hizmetçinin tedavisini göreceksiniz.

Bu Haitili hizmetçi kadın, oğulları Robert’a bakması için işe alındı. Bir gün Bayan Otto, bu kadının arka bahçelerinde kara büyü ile uğraştığına tanık oldu ve onu kovdu.

Hizmetçi kadın ayrılmadan önce Robert’a 1 metre uzunluğunda, düğmeden gözleri, insan saçları (ki bu saçların Robert’a ait olduğuna inanılıyor) olan ve samanla dolu gerçekçi bir bebek verdi.

İnsanlara benzeyen bebekler bu zamana kadar hiç duyulmamıştı; ancak verilen bu bebek özel bir bebek olduğunu kanıtladı. Robert bebeğe kendi adını verdi ve ona kendi kıyafetlerinden giydirdi. Bebek Robert onun en güvenilir arkadaşı haline geldi. Kasabaya alışverişe gittiğinde onu da yanına aldı. Bebek yemek masasında bir yer bile kaptı; hatta Robert ebeveynleri bakmadığı zamanlarda onun için yemek aşırdı. Geceleri yatağa bile birlikte girdiler. Bu masum ilişki yakın zamanda tuhaf bir hal aldı.

Kısa bir süre sonra, annesi Robert’ı azarlayınca, Robert artık ikinci adı olan Gene’i kullanmayı seçti. Robert annesine Robert’ın onun adı değil bebeğin adı olduğunu söyledi. Gene’in oyun odasında sürekli Robert ile konuştuğu duyulurdu. Gene çocukça bir sesle bir şeyler söyler ve daha çocukça seslerle cevaplar verirdi. Bazen Gene çok kaygılı olurdu; annesi ve hizmetçileri için endişelenirdi. Annesi bazen Robert’ı sandalyeye ya da yatağa oturmuş bir halde boşluğa bakarken bulurdu. Bu sadece bir başlangıçtı.

Eve ait eşyalar odanın karşısına atılmış halde bulundu; Gene’in oyuncakları parçalandı ve bazı kıkırdamalar duyuldu. Ne zaman böyle tuhaf şeyler olsa Gene bunları Robert’ın yaptığını söyledi ve her seferinde ceza aldı; ancak o bunları Robert’ın yaptığı konusunda ısrar etti. Olaylar büyüdükçe hizmetçiler evden ayrıldı ve her seferinde yenileri geldi. Ottoların akrabaları artık bir şey yapmaları gerektiğini hissetti. Büyük teyzelerinin tavsiyesi üzerinde Robert’ı Gene’in elinden aldılar ve tavan arasındaki bir kutunun içine koydular. Yıllarca orada kaldı.

Babası öldükten sonra Gene, çocukluğunun geçtiği evde yaşamak konusunda çok istekliydi. Yeni eşiyle birlikte konakta yaşamaya karar verdi. Gene bir sanatçı oldu ve konak ferah olduğu için resim yapabileceği bir yer açabileceğini düşündü. Tavan arasına gidip çocukluk oyuncağının tozunu aldı. Eşi bu durumdan hoşnut olmamasına rağmen bebeğe tekrar bağlandı. Gene bebeği gittikleri her yerde yanına aldı. Gene ve eşi yan yana uyurken bile o küçük gözde sandalyesinde oturuyordu. Çatı katı, Bayan Otto Robert’ı çatı katına geri kaldırınca, Robert’ın malikânesi haline geldi. Evlilikleri yavaşça yara almaya başladı ve Bayan Otto söylendiğine göre bilinmeyen bir sebepten delirip öldü. Yakın zamanda Gene de onu takip etti. Robert’ın insanlara saldırdığı, onları tavan arasına kilitlediği söylenirdi. İnsanlar tavan arasından şeytani kahkahaların geldiğini iddia ettiler. Bazı zamanlar Robert, bomboş evde, ta ki yeni bir aile gelip evi satın alana kadar, tek başına kaldı. Bebek tekrar tekrar çatı katına kaldırıldı. Her seferinde de kaldırılması daha iyi sonuçlar verdi. Bebek sürekli evin farklı yerlerinde bulunurdu. Bir gece yarısı, Robert ev sahibinin ayağının dibinde elinde bir mutfak bıçağı ile bulundu. Bu onları evden kaçırmak için yeterli bir sebepti. Robert, daha sonra, Key West’teki Doğu Martello Müzesinde, bir cam fanusa yerleştirildi. Yeni bir yere taşınmasına rağmen bebeğin kötü alışkanlıklarından vazgeçmediğine inanılıyor. Ziyaretçiler ve çalışanlar bebeği hareket ederken gördüklerini iddia ediyorlar. Bir seferinde bir çalışan, bir gece Robert’ı temizleyip ışığı söndürüp gitti. Ertesi gün, çalışan geri döndüğünde ışıkları açık, Robert’ı farklı bir pozisyonda oturur biçimde ve ayaklarında eskiden bulunmayan bir toz tabakası buldu. Bazıları Robert’ın insanları lanetleyebildiğini bile söylüyorlar. Eğer onun fotoğrafını çekmek istiyorsanız öncelikle ondan nazikçe izin almanız gerekiyor. Kafasını eğerse bu izin verdiği anlamına gelir. Eğer kafasına eğmez ve siz fotoğraf çekerseniz lanet sizin ve sizinle birlikte müzeyi gezen herkesin peşine düşer. Aynısı onunla dalga geçerseniz de olacaktır. Bu günlerde, Robert, Doğu Martello Müzesinde, denizci kıyafeti giymiş bir şekilde, elinde doldurulmuş aslanıyla tehditler savurmaya devam ediyor.


9 Nisan 2020 Perşembe

POLYBIUS

Polybius 1981'de piyasaya sürülen nadir bir atari oyunu hakkındaki şehir efsanesidir. Oyun, Sinneslöchen(almanca'da hislerini sil) diye adlandırılan gizemli bir şirket tarafından oluşturuldu. Tempest'e benzeyen yapboz ve shoot'em up tarzında bir oyundu. Sadece Portland Oregon'un birkaç kenar mahallesinde yayımlandı. İddia edildiğine göre çok popülerdi insanlar onu oynamak için sıraya giriyordu.Ancak insanlar, bir kadının ağlamasını duyduklarını ve göz ucuyla garip yüzler gördüklerine dair oyun hakkında tuhaf şeyler olduğunu rapor etti. Oyuncuların aynı zamanda kabuslar, mide bulantıları, baş ağrıları, baygınlıklar ve hatta hafıza kaybı geçirdikleri oluyordu. Bazıları intihar bile etti. Diğerleri video oyunları oynamayı tamamen bıraktı ve en az biri video oyunu karşıtı eylemci oldu.

Bir atari salonunun sahibine göre siyah takım elbise giyen adamlar oyundan kayıtları toplamaya sık sık gelirdi.

Hiç para almadılar, sadece oyun hakkında bilgiler aldılar. Bu yüzden,  en başta gelen teori bilinç altı mesajları kullanan bir tür hükümet deneyiydi. Oyun, piyasaya sürüldükten yaklaşık bir ay sonra belirsizliğini koruyor. Tüm bakanlar kurulu aniden gözden kayboldu. Bir bakan 1998'de bir atari salonunda tekrar görüldü ama sonra hızlıca tekrar gözden kayboldu. Bazıları oyunu tekrar oluşturmaya çalışsa da kimse orijinal ROM'u* bulamadı.

SİNNESLÖCHEN
İndirmek için oyuna buradan erişilebilir : Sinneslöschen website

MEDYADA
Şehir efsanesi şu anda olan olağanüstü bir olay haline geldiğinden beri Polybius oyunuyla ilgili birçok görüş iddia edildiği gibi, bununla ilgili birkaç kısa video da var.

EKRAN GÖRÜNTÜSÜ
Sadece ekran görüntüsünde görüldüğü gibi "Sinneslöchen" yazıyor. Google çeviri sağolsun, "hislerini sil" anlamına geliyormuş. Bi ihtimal, hafıza kaybını açıklayabilir.


Ç.N: ROM (Read Only Memory) sadece okunabilen verilerin taşındığı hafıza çipine verilen isimdir.





1 Nisan 2020 Çarşamba

KageKao (Part2)

Mark bulunduğu barı terk etti. Beatrice ile yüzleşmeden önce biraz içmek için buraya gelmek zorundaydı ama canı hiç de içki içmek istemiyordu ve satın aldığı şeye zar zor dokunabildi. Mark kendisine, gidip adam gibi özür dileyebileceğini ve kızın evine doğru yola koyulabileceğini söylüyordu. Mark yumruğunu uzattı ve kapıyı gürültülü bir şekilde çaldı. Bekledi. Kimse cevap vermedi. Birçok kez kapı zilini çaldı ve evden zilin çaldığını duyabiliyordu. Yine kimse cevap vermedi. Endişelenerek kapıya vurdu ve kızın ismini haykırdı. Yine kimse cevap vermemişti. Kapı tokmağını denedi ve açıldı. Bu garipti; o daima kapıyı kilitli tutardı. Girdiğinde fark ettiği ilk şey açık pencerenin ahşap kenarlarında,  sanki daha önce orda bir kedi varmışçasına, birçok pençe izinin olmasıydı. Kızın ismini haykırarak yemek odasına yürüdü. Masada şampanya şişesini gördüğünde durdu. Dolabında bulundurduğu şişeydi. Açıktı. Onu aldı ve inceledi. Yanına bantlanmış bir not vardı. Notta yazan:

"Beatrice, kavga ettiğimiz için üzgünüm! Gerçekten  gönlünü almak istiyorum çünkü seni tüm kalbimle ve ruhumla seviyorum." - Mark

"Seviyorum" kelimesinin ardından gelen küçük kalbe bakarak nota bakakaldı. Bunu ona gönderdiğini hatırlamıyordu. "Beatrice?!" diye bağırdı. Masanın etrafında yürüdü ve tüyleri ürperdi. Onu, sevgilisi Beatrice'i, yerde gördü. Hareket etmiyordu ve kırık cam parçaları etrafını çevreliyordu.

"Beatrice!" diye bağırdı ve cam kırıklarının onu kesmesine aldırış etmeden kızı almak için yere düştü. Şekillerinden  şarap bardağı olduğunu anladı. Gözyaşları gözlerinden sel gibi aktı ve ona sarıldı. Öldüğünü biliyordu.

"Ne kadar da tatlı!"

Mark durdu ve baktı. Canavar ordaydı. Onun sesini taklit ederek pencere pervazında oturuyordu. "Her şeyden önce tartıştığımız için bile üzgünüm!" Mark ona baktı, kan beynine sıçramıştı.

それがのんだ。死んだ!ケケケ! 毒だよ!ケケケ!”  (Sonra onu içti ve öldü!) -Kahkaha- (O bir zehirdi) -Kahkaha-

Çok gülüyordu ve durmaya çalışmak için elini yüzüne götürdü.
"Komik olduğunu mu sanıyorsun? Sen onu öldürdün! Seni öldüreceğim!" Mark ayağa kalktı ve şişeyi kaptı.

"おまえ 怒ってるかい~?" (Sinirlendin mi?)

Mark şişeyi fırlattı ama şişe canavara ulaşmadan canavar pencereden aşağı atladı. Onu öldürecekti. Ona yaptıklarını ödetecekti. Beatrice'in şifonyerine doğru yürüdü. Kendisini korumak için tabanca sakladığı yeri biliyordu. Çekip çıkardı ve şarjörü açtı. Sadece 4 kurşun kalmıştı. Sorun değildi sadece bir tanesini istiyordu. Mark kapıya koştu, hiçbir yerde canavardan bir iz yoktu. Gerçi dairesine geri döneceğini biliyordu. Mark, diğer insanlara ve yaya geçidi işaretlerine aldırmadan koşabildiği kadar hızlı koşuyordu, sadece koşuyordu. Apartman binasına ulaştı ve dairesine koştu. Kapıyı açtı. Haklıydı, canavar oradaydı. Bir elinde şarap bardağı diğer elinde şarap şişesi tutarak kitaplığın üstünde uzanıyordu. 


“ワイン がもない!” (Tüm şaraplar bitti!)


Mark çileden çıkmıştı. Üzerine silahı doğrulttu ve bir kurşun ateşledi. Çarptı ve duvara sıçradı. Şarap bardağını bırakarak pençeleriyle duvara tırmandı böylece sırtı Mark'a dönüktü. İkinci kez ateşledi ve ters döndü. Şimdi Mark'la yüzyüzeydi. Sol bacağı ve kolu normal bir insanınkinden daha fazla bükülüyordu. Tekrar ateşledi ve dört ayak üzerine yere düştü. Mark bir kez daha ateşledi ve kaçmak için yuvarlandı. Sonra tekrar duvara sıçradı ve orda kalıp ona baktı. Mark ona doğru sinirli bir şekilde yürüdü ve silahı alnına doğrulttu. Tetiği çekti ama daha fazla kurşun kalmadığını gösteren bir klik sesi vardı. Canavar delicesine gülmeye başladı. 


“フェイル!” (Fiyasko!)


Mark hiddetlenip yakın dövüş saldırısı için silahı ona savurmuştu ancak canavar yana doğru sürünerek kitaplıkta bıraktığı şarap bardağını aldı. Şarap bardağını Mark'a fırlattı ama Mark yana kaçıp kurtuldu. Sonra şarap şişesini fırlattı ve gözlerine çarptı. Mark bayılmıştı.


Mark'ın bilinci tekrar yerine geldi. Canavarla yüz yüzeydi. Tavana tırmanıyordu. Kolları ve bacakları 90 derecelik açıyla bükülüyordu böylece ona bakıyordu. Maskesi yine değişti. Maskesinin siyah tarafındaki parlak gülüş kayboldu; maskesinin beyaz tarafında suratı çatılmış sinirli ifade tekrar ortaya çıktı. Önceki mutlu oyunculuktan yoksun bir halde karanlık bir sesle ona "おまえは面白くない。” (Sıkıcısın) dedi. 


Alçak bir hırıltılı tıslama sesi çıkardı ve üzerine atıldı.


O gün daha sonra Mark'ın evine polis geldi. Komşuları polisi aramıştı çünkü silah sesleri duymuşlardı. Mark'ın vücudunun her tarafında pençe izleri ve boğazı tırmalanmış bir halde ölü bulundu. Öldürme hayvan gibiydi, duvarlar ve tavan boyunca pençe izleri bulundu. Kanlı ayak izleri pencereye doğru giderken bulundu. Bunun üzerine bir insan tarafından yapıldığına karar verildi. Cesedin incelenmesinin üzerine alnına bir şeyin kazınmış olduğunu buldular.


“退屈な。” (Sıkıcı)...