30 Aralık 2018 Pazar

Doors

Evlat edildim. Gerçek annemi hiçbir zaman bilemedim. Daha doğrusu bir zamanlar biliyordum ama hatırlamayacak kadar küçükken yanından ayrıldım. Beni evlat edinen ailemi de sevdim gerçi. Bana karşı çok kibardılar. Beni doyurdular, sıcak ve komforlu bir evde yaşadım.
Sana ailemden hızlıca bahsedeyim: Önce annem. Ona ne anne ne de benzer bir şey dedim. Ona sadece ilk ismiyle seslendim. Janice. Gerçi hiçte umursamıyordu. Ona uzun süre böyle seslendim. Fark ettiğini dahi zannetmiyorum. Her neyse, o kibar biriydi. Ben evlat edilirken tavsiye edilen kişilerden ilkiydi sanırım. Bazen, televizyonun karşısında, başımı ona dayardım. O da tırnaklarıyla sırtımı gıdıklardı. O şu Hollywood annelerinden.

İkincisi babam. Gerçek adı Richard'dı.  Ama o beni hiç sevmezdi. Bu yüzden ilgisini çekmek için, çaresiz bir girişimle ona baba demeye başladım. İşe yaramadı. Bence ona ne dediğimin bir önemi yoktu. Beni hiç kendi çocuğu kadar sevmezdi. Bu anlaşılmazdı bu yüzden fazla zorlamadım. Babamın en göze çarpan özelliği sertliğiydi. Çocukları yanlış bir şey yaptığında pat diye sormaktan yılmazdı. Lavaboyu düzgünce kullanmadan önce anladım. Bana şaplak atmaktan çekinmezdi. İşte onun yöntemleri yüzünden sınırdayım.

Son olarak kız kardeşim. Küçük Emily, ben evlat edilirken çok küçüktü. Yaklaşık olarak aynı yaştaydık. Ama o nispeten daha büyüktü. Gerçi onu hep benim küçük kardeşim olarak görürdüm. Herhangi bir kardeşin anlaşabilmesinden daha iyi anlaştık. Biz daima geç saatlere kadar uyanık kalırdık ve sadece konuşurduk. O çok konuşurdu ben çoğunlukla dinlerdim çünkü onu seviyordum. Sahip olduğumuz güzel bir düzendi. Yataklara kıyasla küçüktük bu yüzden küçükken oturma odasında tek başıma uyumak istemezdim. Onun yatağının yanına yere minder yaptım. Bura uyuduğum yerdi. Ama bana göre hava hoştu çünkü onunla beraber olmaktan haz alırdım ve küçük kardeşimi korur gibi hissederdim.

Her şey korkunç bir çarşamba gününde değişti. Emily ön kapıyı açtığında ben evde kestiriyordum. Kapının açılma sesi bilincimi yerine getirdi ve salondan oturma odasına doğru yürüdüm. Bu çarşamba günü olduğunu hatırladığım ilk zamandı. Asla günleri aklımda tutmakta iyi değildim. Aslında demem o ki zaman algım berbattı! Ama yine de çarşamba olduğunu biliyordum çünkü Emily kilisenin genç grup toplantısından yeni gelmişti. Kapının önüne yürüdü ve bana sarıldı. Ardından babam ve Janice geldi.

Saçımı dağıtırken "İyi uyudun mu?" dedi sataşarak. Sadece kafamı bir yana salladım ve kendisiyle alay ettiğimi açıkça belli eden bir şekilde homurdandım.

"Annenle  bu şekilde alay etme!" dedi babam o sert otoritesiyle. Kapıyı ardından kapattı ve ceketini astı. "Ben şaka ediyordum.." diye homurdandım nefesimin altından. Beni duymamış olmalıydı çünkü bana şaplak attığını hissetmedim. Sonra Emily odamıza gitti ve ben de takip ettim. Bana gününü nasıl geçirdiğinden bahsetmeye başladı. Bilirsin klasik kız şeyleri işte. Ama iyi hissetsin diye dinledim. Gününü anlattıktan sonra televizyon izlemeyi önerdi ve mecbur kaldım. Kanepeye sıçradım o kumandaya uzanırken. Televizyon açıldı ve güneş batana kadar izledik. Emily, çizgi film veya pembe dizi yerine Discovery, Animal Planet ve Natural Geographic izlemeyi tercih eden türden bir kızdı. Onları ben de seviyordum bu yüzden umursamadım. Aslında onlar ilgimi çeken tek kanallardı.
Saat geç oldu ve Janice kanepenin arkasından yaklaştı. "Emily uyku vaktin geçti, kapat televizyonu ve odana git" "Sen de" dedi beni işaret ederek. Emily programı kapattı istemeye istemeye izliyorduk ve kalktık.

Koridordan aşağıya odamıza doğru indi. Onu takip ederken bir şeylerin doğru gitmediği hissini atlatamadım.

Odamıza girdik ve Emily ışığı kapattı. Tam bunu yaparken gözümün kenarından dışarıdan ani bir hareketin parıltısını yakaladım. Pencerenin dışındaydı ama görüş alanımı pencerenin olmadığı bir yere çevirdiğimde gördüğüm şeyin gittiğini sandım. Yine de tetikte kaldım. Kardeşimin hatrına.
Orada, karanlıkta, odayı aydınlatan dışardaki sokak lambasının ışığının ince zerresi dışında hiçbir şey olmadan yattım. Çok fazla değildi. Tekrar ve tekrar pencereden ince sesler duyduğuma yemin edebilirdim. Bir dalın kırılması, çıtırdayan yapraklar, sürtünen kıyafetler.. Ve tüm bu süre boyunca alabildiğim hafif kan ve ter kokusuydu. Gecenin çoğunda gözlerimi açık tuttum.
Dışarıdaki sesler dindi ve burnumdaki koku gitti. İçim rahat hissetmeye başladım. Gözkapaklarım kapandı. Bunun üzerine çok geçmeden, evin diğer tarafından çok yüksek seste kopan bir gürültü duydum. Bir anlığına uyandım. "EVDE BİRİ VAR" diye içimden akan olağanüstü adrenalinle bağırdım. "UYAN!" diye cırtlak bir sesle Emily'ye yalvardım. Uyandı, yatakta doğrulduğunu görür görmez anne babamın odasına doğru koştum..

Babam ölmüştü. Boynu açıldı, kan yatağa ve yere döküldü. Banyonun kapısını kapattığını  ve bundan önce -dışarıdayken- onun bir adam olduğunu gördüm.

Bir adam.. Ona böyle seslenirken rahat hissetmiyorum.

O büyük ve dayanıklıydı. Arkasını döndü ve beni gördü. Bu onu gördüğüm ilk zamandı. Bunu unutmayacağım. Gözleri büyük ve boncuk gibiydi. Ve şehvetle kapana kısılmış. Süzülerek akan kanla kötü ve dağınık bir şekil verdiği sakalı vardı. Kıyafetleri kirliydi ve yüzü donuktu. Tam o sırada daha önceden burnuma gelen  o aynı berbat kan ve ter kokusunu fark ettim fakat bu sefer her yeri kaplıyordu.

Beni gördü. Beni gördü ve çarpık sarı dişleriyle pis pis sırıttı. Öleceğimi zannettim ama benim varlığımla istifini bozmadan banyo kapısına döndü. Korkmuştum ve ne yapacağımı bilmiyordum. Sadece bağırıp ağladım. Annemin tek korunması olan kapıya omuz atışını seyrettim. Taşıdığı büyük usturayı kaldırışını izledim. Görülen o ki doğru dürüst kullanmayı aldırmıyordu. Onu dilimleyişini ve lime lime edişini izledim...

Sonra bir şey duydum: duymak istediğim en son şey... Arkamdan gelen Emily'nin çığlığıydı. Büyük ucube doğranmış annemin üzerinden küçük kardeşime baktı. Aklım başımdan gitmişti. Ayağa kalktı ve hızlıca bize doğru yürümeye başladı. Kardeşim dönüp kaçtı. Beni es geçip doğruca kardeşimin peşinden gittiğinde ne yapacağımı bilmez haldeydim. Neden hâlâ evdeydi? Durumu değerlendirip kaçmamış mı? Görünüşe göre yanıt olumsuzdu. Şimdi o ölüydü ve ben yalnızdım.

İkisinin peşinden koştum. Ailemin geri kalanına yaptığı gibi onu da öldüreceğini sandım ama hatalıydım. Onu kolundan yakaladı ve kontrolün onun elinde olduğunu açıkça belirtmek için onu sarstı. Onu eve doğru sürükledi. Şu an çıkarabileceğim tüm sesi çıkarıyordum. Birinin yardımıma gelmesini umuyor ve dua ediyordum. Onu almamalıydı, o olmazdı.

Beni geçerken duvara yaslandım ve dehşet ile "Neden?" diye inledim. Emily bir yandan çığlık atarken, o boştaki elini başıma koyup "iyi çocuk" dışında bir şey demedi. Çarpık dişleriyle başka bir sırıtış, soğuk ve yapmacık bir kahkaha attı. Biçare kardeşimi sürüklediği kapıya kadar takip ettim onu. Kapıyı açtı onu çekip çıkardı ve ardından kapıyı çarparak kapattı.

Şu an beni evlat edinen ağır yaralanmış ailemle birlikte oturuyorum. Korku ile inildiyor ve titriyorum. Onunla birlikte dışarıda. Onunla tahmin etmece oynuyor ve ben hiçbir şey yapamıyorum. Yapabilseydim yapardım ama yapamıyorum. Burda oturuyorum ve kapıya bakıyorum.. Patilerime bakıyorum.. Keşke kapıları açabilseydim...

Not : Evlatlık dostumuz aslında bir köpekmiş.. 

13 Aralık 2018 Perşembe

You Find Yourself in a Tunnel

Written by :Pointless Sentience

Kendini karanlığın içinde buluyorsun. Nerede olduğun ve buraya nasıl geldiğin hakkında hiçbir fikrin yok, yani hatırlamıyorsun. Aslında bu pek de umurunda değil. Asıl amacın buradan çıkmak.

İçinde bir şeylere tutunma isteği oluşmaya başlıyor. Karanlıkta kendini yönlendirmeni sağlayabilecek hiçbir duvar olmamasından kaynaklanan baş dönmesinin verdiği mide bulantısı gerçekten dayanılmaz olmaya başlıyor. Ellerin soğuk ve ıslak bir duvara değiyor, yukarı doğru kaydırdıkça kavisli olduğunu anlıyorsun. İstemsizce rahat bir nefes veriyorsun, sonunda yön hissiyatını, rehberini bulduğun için.

“Ne tarafa acaba?”

“Bir seçeneğin daha var; ilerle, ya da geri git.”

İlerliyorsun.

Bu ses hayatın boyunca seninleydi, ama sen genelde ona aldırış etmiyordun. Ama şimdi, daha önemli bir şeyin olmadığı için daha rahatsız edici, sinir bozucu bir hal aldı.

İki elin bu duvarda yürüdükçe, uzaktan damlama gibi gelen su sesi, şimdi hiddetli bir şelale gibi geliyor. Neredeyse devam etmek zorundaymış gibi hissediyorsun. Diğer yönden yaklaşan insansı şeytanlar olmasından korkuyorsun. Ayağının altına akan su çok ses çıkarmasına rağmen ne ayağına ne de topuklarına çarptığını hissediyorsun. Bir sebepten dolayı, ayağın suya uyuşmuş gibi.

“Yaşam bir gölge gibidir. Zavallı bir oyuncu, vakti dolana kadar sahnesini oynar, sonra unutulur gider. Bu bir aptal tarafından anlatılan bir hikayedir, ses ve öfkeyle dolu, anlamsız.”

“Kapa çeneni. Gölgeler ışık yokken görünmez bile.”

Birkaç saat olmuş olmalı. Belki de günler? Zaman kavramını tamamiyle kaybetmiş durumdasın. Aynı tünelde sınırlı hislerle yürümeye devam ediyorsun, ebediyen de edecekmiş gibi. Etrafta amaçsızca yürüyen biri gibisin. Tek amacın çıkışı bulmak, bu kısıtlı,çürüyen ve terk edilmiş tüneli terk etmek.

Aniden, kıvrımdan dönünce, umudun parlaklığını, tünelin sonundaki ışığı görüyorsun.

“Bunu gerçekten yapmak istiyor musun?”

“Bunca yolu yürüdüm, başka ne isteyeyim ki?”

“Soğukkanlı davranıyorsun.”

“Bunun kime zararı var?”

“Gerçekten o boşluğa adım atacak mısın?”

“Buradan çok parlak görünüyor.”

“Gerçekten umursamıyorsun,değil mi? Onlar ne olacak?”

“Kim? Arkamdaki şeyler mi?”

“Bilmiyormuş gibi davranma! Onların kim olduğunu ve ne kadar acı çekeceklerini herkesten iyi biliyorsun.”

“Bunun benim ışığım olduğunu biliyorum.”

“Gölgeler ışık yokken görünmez bile.”

Böylece son adımını, apartman binasının en üst katından boşluğa doğru atıyorsun.


Ç.N: Merhaba arkadaşlar ben Heisenberg. Bu benim ilk çevirim. Umarım beğenirsiniz.