7 Mart 2019 Perşembe

Message From A Friend

  Selam.

Bu kadar zamandan sonra ismini hala bilmiyor oluşum komik, ama seni tanıdığım kadarıyla bunun pek bir önemi yok.Evet şuan kafanın karıştığını biliyorum, bu mesajın sana öyle bir tepki verdirteceğini bilecek kadar da seni tanıyorum, ama kafan karışmamalı.Pekala, en azından uzun bir süreliğine karışmamalı.Görüyorsun, bunca zamandır seninleydim.Son birkaç yıldır yanındaydım ve o yüzden.Seni uykunda izliyordum, arkadaşlarınla konuşmalarını duyuyordum ve her gün öğlen ne yediğini biliyordum.

Seni izlediğim kadarıyla, aslında iyi bir kişi olduğunun farkına vardım,  ve son birkaç gündür seninle konuşmak için bir yol bulmaya çalışıyordum, ama sesimi duyduğunda korkacağını biliyordum, tıpkı geçen seferki gibi.Onun yerine, daha iyi bir fikir buldum.

Bu cihazı pek çok defa kullandığını gördüm.Ve böyle web sitelerini ziyaret etmeyi sevdiğinide gördüm.Bu yüzden bu mesajı senin için yazdım, umarım bunu bir gün okursun.İşte şimdi okuyorsun, sana söylemek istediklerimi söyledim.Sanırım şimdi beni görecek kadar hazırsın.Nihayet arkadaş olabiliriz.

Bu gece sana yüzümü göstereceğim.
Ve bununla birlikte, seni kendi yoluna uğurluyorum.



Ç.N = Çevrilmesini istediğiniz pastalar varsa yorumda belirtebilir ya da  "hern.priority02@gmail.com" e-mail adresime mail şeklinde atabilirsiniz.

6 Mart 2019 Çarşamba

Gunpowder Hill

1946-1952 yılları arasında, Almanya'nın batısındaki küçük bir kasabada, kasaba sakinleri her yıl Mart'ın on beşinde, bir altıpatlar'ın ateşlenmesiyle bir selamı andıran şeyi duymuşlardır.Bazı sakinler, gürültünün kaynağını bulma ümidiyle çevre tepelere sık sık yolculuklar yaptılar; Kasaba halkı nihayetinde bölgeyi "Gunpowder Hill" olarak adlandırdı.Kasabanın çocukları, o zamanlar kaybolan ancak öldüğü sanılan, infaz tarzı bir katliamda öldürülen askerler olduğunu belirten bir efsane bile uydurdu.Tepede bir yere gömülüymüş.Altıpatlar selamının amacı, insanları cesetlerin bulunduğu yere yönlendirmekmiş.Her yıl Mart'ın on beşinde, çocuklar kasabanın kenarında toplanır ve duyulacak altıpatlar atışını hevesle beklerlerdi.


1951'in sonlarında, küçük bir Alman kasabasının dağlarının eteklerinde gelecekte kurulacak olan bir NATO askeri üssünün inşası için araştırıldı.Askeri üs, Sovyet istilasının gerçekleşmesi durumuna karşın bir dizi yeraltı sığınağı ve silah tedarikinden oluşacaktı.1952 yılının Şubat ayında inşası başladı.Sadece dört hafta sonra işçiler, gelecekte kullanılacak olan yeraltı depolama sığınakları için iki yüz metre derinliğinde büyük bir çukur kazdılar.Bu sırada hayra alamet olmayan bir keşif yaptılar.Kazma işleminin sonuna yaklaştıkça, deliğin dibinden dışarı çıkan bir insan eli görüldü.Yapılan incelemeler üzerine, Nazi savaş kamplarındaki müttefikler tarafından giyilen savaş esiri üniforması giymiş iki yüz metre derinlikte deliğin dibinde duran yirmi yedi adet ceset bulundu.


Bir NATO subayı, cesetlerin derhal çıkarılmasını emretti.Tıbbi ekip cesetleri yavaşça çıkarırken, şaşkınlık içinde kaldılar.Cesetler oldukça iyi korunmuştu.Dahası, POW üniformaları daha önce görülen savaş esirlerinin amblemlerine benzemeyen bir amblemi taşıyordu; ortasında tek bir siyah çizgi bulunan turuncu bir daire.Ancak, en rahatsız edici özelliği, çıkarılan adamların yüzleriydi.Gözleri tamamen açıktı, ve ağızları bilinmeyen bir yapıştırıcı ile yapıştırılmıştı.Cesetler daha sonra adli teşhis ve otopsi için yerel morga gönderildi.


O gece, yerel mortisör çalışmaya başladı.Bununla birlikte, görevine konsantre olmakta zorlanıyordu.Çalışmaya başladığı ilk erkeğin gözleri, otopsi masasından mortisöre bakıyor gibi görünüyordu.Başını iki yana salladı ve aşırı faal zihninin aksine akla yatkın bir şekilde yaklaştı.Mortisör neşterini eline aldı ve cesedin göğsünde ilk kesimine başladı.Kan kesikten şaşırtıcı bir kuvvetle aktı.Masör, masadan şokla uzaklaştı.Kırmızı sıvı zeminde toplanarak masanın altına akmaya başladı.Cesedin gözleri sulanmaya, gözyaşları bir çizgi şeklinde akmaya başladı.Kısa süre sonra gözleri yana devrildi ve kanama durdu.Mortisör dehşet içinde, mide bulantısı ve kusmanın eşiğinde kapıya doğru gitmeden önce diğer masalarda yatan diğer yirmi altı cesede göz atmıştı.Gözler mortisörün arkasından hissedilir bir korkuyla bakıyordu.Adamlar, hala hayattaydı..



Ç.N = POW (Prisoner of War) savaş esiri anlamında kullanılmış.

Küçük bir not = Gençler hikayeleri okuduktan sonra görüşlerinizi yorumda belirtirseniz sevinirim, okuyan sayısına oranla yorum yapan çok az sayılı insan var, yorumları gördüğüm zaman mutlaka cevaplıyorum sohbetimde fena değildir, aklınızın bir köşesinde bulunsun.Ayrıca cuma günü saat 22:00'da art arda pastalar paylaşacağım kontrol etmeyi unutmayın esenlikle kalın ;)


5 Mart 2019 Salı

I Saw It Coming

Bu bir itiraf değil.Bunu ispatlayamazsın, o yüzden deneme bile.Bunu mezara kadar götüreceğim.Her halükarda bu akşam üçüncü içkimi kafama dikiyorum.Sarhoş bir adamın sözüne güvenemezsin.

Bu bugünlerde bir şey hissetmeye başladığımda ki, içtiğim üçüncü içki.Bazen dört saat alsa da, genellikle üç saat sürüyor.Şimdi haftalarca her gece aynı döngü içindeyim, içiyorum, o zamanda hissetmeye başlıyorum, sonra bir korku üzerime çöküyor, sonra kendimden geçene kadar biraz daha içiyorum.

Uyan, gün boyunca sıkıcı bir iş yap.Dikkat çekecek davranışlardan uzak dur, başını dik tut, kimsenin dikkatini çekme.Evine dön, tekrar et.

Birkaç hafta önce bir gece, kapımı bir adam çaldı.Gecenin bu saatinde orada ne yaptığını merak ederek, kapıyı açtım.Sokağın sonunda yaşıyordum ve etrafta kimseler yoktu, komşular bile karşıma nadiren çıkıyordu.

"Bana yardım et," ağzından soluyordu, kan lekeli dudakları yağmurda titriyordu.Ön kolunun kötü bir şekilde kırıldığı ve kemik parçalarının deriden dışarıya çıktığı görülüyordu.Solgun ve sırılsıklam olmuş, yağmur ve kan üstünden durmadan akıyordu ve verandanın altında toplanıyordu."Bir kaza geçirdim, yardıma ihtiyacım var." ürkmüştü. "Bana yardımcı olabilir misiniz??"

Başımı salladım, dilimi yutmuş bir şekilde, onun durumuna şok olmuştum, sonra cep telefonumu bulmak için içeriye koştum.Ama kapıya geri döndüğümde, geriye kalan tek şey ön bahçeye giden kırmızı kan izleriydi.

Orada durdum, bir an şok oldum.Sonra telefonu kenara koydum, kapıyı çarptım ve kilitledim.Neden böyle bir şey yaptığımı bilemiyorum, sadece korkmuştum, bütün bu olanlardan korkmuştum.Ve bir parçam, içimdeki bencil bir kısım, bunun bir sorun olmadığını söylemeye devam etti.Bu başkasının problemiydi.O gitmişti, unut gitsin.

Ben de gevşemek adına kendimi bir şişe içkiye verdim.Ve sonra bir şişe daha.Birkaç şişe diktikten sonra onu tamamen unutmuştum.Ondan sonra da kendimi sarhoş edene kadar içmeye devam ettim.

Kafamın zonklamasıyla uyandım.Ben alkolik biri değildim.Pekala, zaten öyle biri olmaya da alışık değildim.Dışarı adımımı attım ve verandamda kan olmadığını fark ettim.Rahat bir nefes aldım.Belki de yağmur her şeyi yıkamıştı, diye düşündüm.Ya da belki hiçbir şey yaşanmamıştı.Akşamdan kalmalığımı atmak için işe gittim, gün boyu çalıştım.Eve geldim, rahatlamayı denedim.

Dün gece kötü uyumuştum ve günün kalanı geriye kalan tüm enerjimi almıştı, bu yüzden akşamın erken saatlerini gece olarak adlandırmayı yeğledim.Tam yatmak üzereydim ki, kapı tekrar çaldı.

Donakaldım, diken üstündeydim.Kalbim küt küt atıyordu.Artan korkumu gülerek üstümden atmaya çalıştım.Sadece kapıdaki biriydi, korkacak hiçbir şey yoktu.Ama aynı anda elim topuza uzanırken, sesini duydum, daha önceki geceyle aynı titreklikteydi. "Yardım et! Yardıma ihtiyacım var!"

Kapıya vururken olduğum yerde durdum. "Tanrım, canım yanıyor!" diye bağırdı. "Lütfen! Neden bana yardım etmiyorsun??"

Kapıyı arkama alıp yaslandım, gözlerimi yumdum.Bu gerçek değil, diye düşündüm.Bu gerçek olamazdı.Birkaç saniye sonra vuruş sesi durdu ve ortalık sessizliğe büründü.

Kapıyı açmak için atıldım, ama orada kimseler yoktu, kan izi ya da ona benzer bir şeyden eser yoktu.

Tedirgin olmuştum, kapıyı kapadım, kilitledim, ve bir şişe daha açtım.

Böylece, dört gün daha, her gece aynı şekilde, aynı korkunç adam , yardım için ağlıyordu.Ve her gece, kapıyı kilitledim, o gidinceye kadar bekledim, sonra her şeyi unutmak için yine sarhoş oldum.

Yedinci gece canıma tak etti.Eve gelir gelmez sert bir içki içtim ve ondan sonra bir tane daha.O gün önceki hafta olanlar dışında başka hiçbir şey düşünmemiştim.Bu yüzden doğal olarak, o gece tekrar geldiğinde, paranoyakça korkularımı doğruluyordum.Onu bekliyordum.

Kapıyı tıklattığı anda yerimden fırladım, adam oradaydı, yaralı kolunu tutuyordu, soluk soluğa yüzünü buruşturdu.Ama daha bir şey söyleyemeden, av tüfeğimi suratına doğrulttum ve tetiği çektim.Kafası bir kabarcığın patlaması gibi dağıldı, bir el daha ateş ettim, kolumu temizledim, ikinci atışımda gövdesinde bir delik bırakmıştım.

Adamın ıslak iç organlarına bakmaksızın, kapıyı kapadım.Bir trans halimde olduğumu, kafamın otomatik pilotta, ve uçmuş olduğunu söylemek istiyordum, ama bu doğru değildi.Tam olarak ne yaptığımı çok iyi biliyordum.Sadece taşı gediğine koymaya çalışıyordum.

Gördüğün gibi, ben aklı başında bir adamım.Hayaletlere, doğaüstü olaylara ya da o tarz şeylere inanmıyorum.Akılcı bir dünyada yaşıyoruz.Ve kahretsin, arkama yaslanıp zihnimin benle oyun oynamasına izin vermeyecektim.

Kanın yıkanmasının zor olduğunu söylüyorlar, ancak bu doğru değil.Kanı üzerimden kolayca geçirdim.Bir duştan sonra, yeni biri gibiydim.Bu yüzden temizlemeyi ve sakinleşmeyi bitirip ön kapıya geri döndüğümde, önceki gecelerden hiçbir iz bırakmadığı için orada da bir şey olmasını beklemiyordum.

Kapıyı açtığımda ve kalıntılarını bir çuval dolusu et gibi oraya yığıldığını görünce gözlerime inanamadım.Yere çömeldim ve cesedi dürttüm.Sertleşmişti.Verandanın üstünden kanlar akıyordu.Bir kez daha panikledim ve bu sefer gerçekten bir tür transa geçtim.Cesedi evin arkasına götürürken, sığ bir mezar kazdıktan, verandayı elimden geldiğince temizledikten ve başka bir duş aldıktan sonra ne kadar vakit geçtiğini dahi bilmiyordum.

Sonra bir içki daha içtim.Yarın, kapımı çalmaya tekrar gelecekti, bundan emindim.Ben bir adamı öldürmedim ve onu arka bahçeme gömmedim.

Ertesi akşam eve geldiğimde oturdum ve endişe içinde beklemeye başladım.Her an kapı çalabilirdi, adam yine kapımda olacaktı.Benim için bekleyecek ve benden yardım isteyecekti.Belki bu gece gülüp onu içeri davet eder, bir şeyler içmek isteyip istemediğini sorardım, diye düşünüyordum, içkimden bir yudum alarak.Dakikalar uzadıkça uzadı ve nihayet sonsuzluk bekleyişi sona ermişti.Birisi kapıyı çalıyordu.

Kapıya koştuğum sıra rahat bir nefes aldım, ama bu önceki gecelerde gelen adam değildi.Polisti.Bir gece önce bir arabanın yoldan çıktığını, birini görüp görmediğimi bilmek istediler.Belki de sarhoşluğumdandı ama çok inandırıcı bir şekilde yalan söylememi sağladı.Onlara hiçbir şey bilmediğimi söyledikten sonra bana çekici bir akşam yemeği teklif ettiler ve ayrıldılar.

Nabzım hızlanmıştı.Bu olamazdı, diye düşündüm.Gerçek değildi.Düşünceler zihnimde üst üste biniyordu, ve tüm yapabildiğim bilincimi kaybedene kadar içmekti.Ertesi gün hastalandım.Arka bahçemi kontrol ettim ve kazdığım mezar hala oradaydı, sanki yeni kazılmış gibi.Mezarı kazdım, cesedi çıkarıp külden başka bir şey kalmayıncaya dek yaktım.İşim bittiğinde evin içine geri döndüm ve oturdum.

O zamandan beri hiçbir şey hissedemiyordum.En azından içene kadar.Genellikle üç, yada dört şişe.Ve o zaman hissetmeye başlıyordum - içimdeki korkuyu.

Görüyorsun hayaletlerden korkmadım.Onlara inanmıyorum.Onlara asla inanmadım.Muhtemelen kısmen, aşırı batıl inançlı bir anne tarafından büyütüldüğüm için.Psişik işler yaptığını söyleyerek bir servet kazandı.Olay yaşanmadan önce bir kişinin kaderini "gördüğünü" iddia etti ve başımızın üstünde yeri, masamızdaki yemeklerinde tüketicisi olan sağlam bir müşteri akışı yaşandı.Bu yüzden çok fazla bir katkım olmadı, ama her çocuğun yapacağı gibi bende ona ve onun yaptığı şeylere karşı geldim.Evden ayrıldığımda da, bu isyanı çok haklı buldum.

Medyumlar gerçek değil, değil mi? Hiç kimse geleceği göremez. Değil mi ?

Şimdi, korkarım ki annem rol yapmıyordu, kendisine gelen tüm insanların geleceğini gerçekten görebiliyordu.Ve korkuyorum, çok korkuyorum, çünkü şuan onu bende görebiliyorum..

4 Mart 2019 Pazartesi

Quiet Room

Film izlemeye her daim bayılırdım.Bir film fanı olarak, dikkatim aniden TV'de çıkan yakında gelecek olan bir filmin reklamına takıldı. Hollywood'un ortaya çıkardığı mantıksız, çöp filmlerin çoğunu unutmak mümkün değildi, bu yüzden nispeten orijinal konsepte sahip bağımsız yapım bir film keşfettiğimde, farklı bir şey görmüş olmak beni heyecanlandırdı.

Geçenlerde, "Quiet Room" adında çıkacak olan oldukça ilgi çekici bir gerilim filmi dikkatimi çekti.Hikaye, kurbanlarını topluma kattıkları ya da verdikleri zararlara dayandırarak seçen ve öldürme yöntemlerinin etraflarında ki başka insanlara nasıl zarar verdiğini yansıtan, etik bir öldürme duygusuna sahip olan bir seri katili konu alıyor.

Bununla birlikte, yine bir gece SportsCenter'i izlerken daha önce hiç görmediğim "Quiet Room" adında kısa bir reklam gördüm ve kesinlikle tüyler ürpertici buldum.Siyah bir arka planın üstünde 5 saniye gibi görünen beyaz bir başlıkla başladı.Ondan sonraki ekranın ortasında buna benzer bir yazıyla, basitçe "Geliyorum" yazıyordu.Yazıyla beraber arkada birçok insanın hıçkırarak ağlama sesi geliyordu, Arkadaki altı insanın silüetlerini güçlükle seçebildim.Reklamda ne filme dair kesitler vardı, ne de ‘yakında tiyatrolarda’ gibi bir mesaj vardı.Bunu oldukça rahatsız edici buldum, ama muhtemelen bir pazarlama taktiğinden fazlası değildi, o yüzden zihnimi rahatlatmak ve rahatça uyuyabilmek için biraz çizgi film izledim.

Ertesi gün arkadaşım Jeff'e rastladım ve birlikte öğle yemeği yemeye karar verdik.Konuşmanın gidişatı SportsCenter'da yayınlanırken gördüğüm o tuhaf ve tüyler ürpertici reklama kaydı.Jeff'in de dün gece SportsCenter'ı izlediğini duyduğumda şok oldum ama benim gördüğüm reklamı görmemişti.Buna karşı çıkıp ona ayrıntılı bir şekilde tarif ettim, fakat neden bahsettiğim hakkında hiçbir fikri yoktu.Doğal olarak, bu beni gördüklerim konusunda bir hayli şaşırttı, ancak birkaç gün geçti ve kendimi SportsCenter'i izlemekte dahil normal rutinime dönmüş bir şekilde buldum.

Rahatsız edici o reklam, onu tekrar görmeden önce neredeyse aklımdan çıkmıştı.Öncekinin aynısı gibi görünüyordu, bununla birlikte sanki her şey daha şiddetliydi.Ağlama sesleri daha sesliydi ve karanlık figürler bu sefer kolayca fark edilebiliyordu.Birkaç dakika boyunca kafamı topladıktan sonra, hızlıca Jeff'i arayıp bu kez reklamı görüp görmediğini sordum, ama yine de cevap vermedi ve telefonu kapattı, muhtemelen bunun bir şaka olduğunu sanıyordu.

Aklımı kaybettiğimi düşünmeye başlıyordum, gördüklerim ve duyduklarımdan şüphe etmeye başladım.Mutfağa gittim ve bir şeyler atıştırdım, kafamı boşaltmak için salonda biraz çizgi film izledim (bu sefer gerçekten yardımcı olmadı) ve biraz uyumayı denemenin zamanının geldiğine karar verdim.Yatak odama gittim, garip bir şekilde uyumakta zorluk çekmedim.

Gecenin yarısında uykumdan uyandım.Acayip bir şey duyduğuma yemin edebilirim, ama nedenini kestiremedim."Quiet Room" reklamının sarsıcı düşünceleri aklıma yine hücum ediyordu, beni anında boşluğa sürükledi.Doğruldum ve sanki tüm bu sesler kafamın içinden geliyormuş gibi düşünüyordum.Tıpkı TV'de duyduğum gibi, hıçkıra hıçkıra ağlama sesleriydi.

Panikleyerek, gürültüyü engellemek adına battaniyemi başımın üstüne kadar çektim, ancak ses gitgide daha da yükseldi.Bu varlıkların hüznü aklımı dolduruyordu.Bu korkunç sesleri görmezden gelmeye çalıştım, battaniyemin arasından bakarken bir gölgenin hareketlenmesini fark ettim, ancak penceremden uçan bir kuş ya da odamın içinde gizlenen kötü bir şey olup olmadığını görmek için yorganı indirip bakmaktan korkuyordum.Aniden, yorganın altından parmaklarımda soğuk bir dokunuş hissettim ve yatağımda cenin pozisyonunda kıvrılıp korkudan titremeye başladım.Yorganım çekip atılmadan birkaç dakika geçmişti ki, o an odama neyin girdiğini görmüş oldum.Kalın siyah bir figürün görüntüsü yatağımın yanı başında duruyordu.Kafasında kulak, burun veya göz yoktu; sırıtan kocaman ağzı tek tanımlanabilir özelliğiydi.Bağırıp çığrınma isteğiyle dolup taşıyordum, ama ağzımdan hiçbir şey çıkmadı.Figür, içinde bulunduğum dehşeti umursamaksızın göğsüme delici, keskin bir pençe sokuyor gibiydi.

Her şey sessizleşmeden ve siyaha bürünmeden önce tamamen tatmin olmuş gibi üzerimde duran figürün son bir bakışını yakalamıştım.

Uyandığımda yerde yatıyordum.Ne kadar zaman geçtiğini bilmiyordum, ama yine de açıkça etraf kapkaranlıktı.Figürün saldırdığı göğsümü kavradım fakat kandan eser yoktu.Normalde, bunların hepsinin bir kabus olduğunu fark edip yataktan düşmüş olsaydım rahat bir nefes alabilirdim, ama tek hissettiğim dehşet ve yoğun bir üzüntüydü; sevdiğiniz biri vefat ettiğinde hissettiğimiz gönül yarası gibiydi.Ayağa kalktım ve ışıkları açmak için anahtarı aramaya başladım, ama bulamıyordum.Yüzüme vuran tek ışık pencereden gelen ışık hüzmesiydi.Gördüğüm kadarıyla, normal bir ışık hüzmesinden çok daha büyüktü ve anormal görünüyordu.Yaklaştığımda, üzerinde tersten yazılmış kelimeyi görebiliyordum."muroyileg" yazıyordu..

Ne olduğunu anladığımda dehşete kapıldım.Gözlerim karanlığa uyum sağladında, etrafımda daire çizen altı karanlık figürün hıçkıra hıçkıra ağlamalarını gördüm.Hissettiğim hüzün katlanarak artmaya devam etti ve bende kontrolümü kaybedip ağlamaya başladım.

Pencereden çıkan ışık hüzmesi bu korkunç yerdeki tek rahatlama kaynağımdı, ben de pencereye doğru ilerledim, böylece dışarıya bakabildim.Görebildiğim tek şey dostum Jeff'ti, koltuğunda oturuyor, bizi izliyordu..

3 Mart 2019 Pazar

Home Alone

Evde yalnızsın, ve serbest kalan bir katilin profili hakkında olan haberleri görüyorsun.Arka bahçende olan sürgülü cam kapılarına göz atıyorsun, ve orada karda bir adamın durduğunu fark ediyorsun.Katilin profiline tam olarak uyuyor, ve sana gülümsüyor.

Yutkunuyorsun, sağındaki telefonu alıp 911'i arıyorsun.Telefonu kulağına bastırırken camın arkasına bakıyorsun, şimdi sana daha da yakın olduğunu fark ediyorsun.


Telefonu ani bir şokla düşürüyorsun.Karda ayak izleri yok.


Bu onun yansıması.

"Come Closer"

Aslında o adamı okuldan eve dönüş yolumda gördüm.Kirli ve rahatsız edici görünüyordu, otobüs geçerken doğruca bize baktı.Belki de korkmamış gibi davrandığımızdan dolayı olsa gerek, onun hakkında şakalar bile yapmıştık.Orta halli varoşumuzda bulunması akıl almaz derecede yersizdi, yani varlığı sadece tehditkar hissettiriyordu...Dolayısıyla otobüsten indiğimiz vakit onu köşede yolumuzun üstünde gördüğümüzde paniğe kapıldık.

Evlerimizle bizim aramızda duruyordu, ve otobüs çoktan uzaklaşmıştı, o yüzden bahçenin çalılıklarının arasına gizlendik.Bizi görüp görmediği konusunda emin değildik, ama yaprakların arasından baktık ve karışık şeyler mırıldanarak, yolumuzu takip ediyordu.Tim, yan komşum, adamın yırtık pırtık giysisinde büyük bir bıçak gördüğü konusunda ısrar etti - Tim'in gözlükleri güneşi yansıtmış ya da öyle bir şey olmalıydı.Yine de, dehşete düşmüştük, kaldırım onu doğruca bize getiriyordu.

Gizliliği ilk bozup çalılıklardan çıkarak düşük bir tempoyla koşmaya başlayan Tim'di, ben de onu takip ettim, kalbim küt küt atıyordu, tanımadığımız evin verandasının altındaki karanlığa girdiğimiz gibi birbirimize yakın durarak saklanıyorduk.Kirli ahşap vücudumuzu sıkıştırırken, zar zor nefes alıyorduk.Saklanma yerimizden, orada rahatsız olmuş adamın bahçede dört döndüğünü, etrafa bakıp, çalılıklara çarpmaya ve öfkeyle mırıldanmaya başladığını görebiliyorduk.

Danny'nin bizimle olmadığını fark ettim, ama nereye gittiğini de görmedim.Tim gözlüğünü çalılıklarda düşürmüştü ve yakını göremediğinden telaşa kapılarak gizlice yanımdaki gölgelere girmişti.Sessizce orada durmuş, bekliyorduk.Arada sırada, ortaya çıkmanın güvenli olduğunu düşündüğümde üstümüzdeki ahşaptan gelen ayak seslerini duyabiliyordum.Tim neredeyse hapşırıyordu ama ağzını ve burnunu büyük bir korkuyla kapattım.

Orada o kadar uzun bekledik ki güneş ışığının tonu değişmeye başlamıştı.Bir süredir adamın sesini duymamıştık, ve ahşaba basan ayak seslerini duyduğum anda, dikizlemek için hazırlanıyordum.Bir saniye sonra, Danny'nin yüzü önümüzde baş aşağı belirdi, bize bir kafesin içinden bakıyordu.Bakışlarında şok olmuşluk ve şaşırmışlık olsa da nihayet bizi bulmuştu.Bir şey fısıldadı, ama herhangi bir şey duyamıyordum.Sanki "biraz daha yaklaş" diyor gibiydi, o korkunç adam hala etrafta olabilirdi bu nedenle sessiz olmak zorundaydım, ve bir adım öne çıktım.

Danny'nin görünüşü korkutucu bir hal almaya başladı, ve üstümüzde bir şey olduğunu işaret ediyordu.Garipti, onu hala duyamıyordum... gözleri o zaman donuk görünüyordu, bir adım daha öne çıktım.O anda korku içinde donakaldım, geriye fırladım.Tim ağzını aralayarak: "Ne dedi?" diye sordu ve ben sadece şok içinde başımı sallayabildim, büsbütün şok olmuştum.Danny "biraz daha yaklaş" demek istememişti, demek istediği "o tam üstünüzde." idi.Adam bizden habersizce üstümüzde oturuyordu, bekliyordu, çünkü bahçede bir yerde olmamız gerektiğini biliyordu.

Çığlık atmamaya çalışarak sessizce beklemekten başka yapılacak bir şey yoktu.Tim gözlüklerini kaybettiğine sevindim.Orada karanlığın çöktüğü yerde uzanmış, tereddütsüzce dehşet içinde bekliyor ve bir adım ötemde duran Danny'nin kopmuş kafasını hissetmemeye çalışıyordum..



Ç.N = Arada sırada art arda pastalar gelecek diye belirtmiştim, ayrıca gececi dostlarım içinde bir sürpriz olsun :)

Hollow

Daha kötü ne olabilirdi bilemiyorum, çığlıkların birkaç hafta önce sona ermesi mi, ya da o zamandan beri hakim olan sessizlik mi.Daha önce, başkalarına yardım etmek için her şeyin yapılması gerektiğini hissederdim.Şimdi ise, yalnızca kendimi düşünüyorum, artık bilemiyorum.

Şehirdeki herhangi bir gün gibiydi.Güneşli, kalabalık, ve meşgul.Son zamanlarda staj yaptığım büyük bir ulusal bankada çalışmak için yürüyordum.O günü gayet net hatırlıyorum çünkü, dünyanın bugün sona ermiş olduğu gerçeğinin yanı sıra, kendimi sonunda salonun karşısındaki hoş sekreterle konuşmak için ikna etmiştim.İşler gayet yolunda gidiyor gibi görünüyordu.Her günkü gibi çalışmak işe gitmiştim, ve trafik akışı doğrudan yolumun üstündeydi.Tam da alarmların sesinin çaldığı zamandı.

Kitlesel bir panik hakimdi, tıpkı beklediğim gibi.Binlerce insanın histeriye kapılmış bir şekilde koşuşunu izledim, kesinlikle hiçbir yere gitmiyorlardı.Bazıları alt geçitlere doğru koştular, ya da yerin altında olan herhangi bir şeye.Gidilebilecek çok sayıda mekan vardı, ve daha önce belirttiğim gibi, insanlar çok uzağa gitmiyorlardı.Tek seçeneğim alt geçide giden insanları takip etmekti.Orada tünelin aşağısına doğru koridorda bize talimatlar veren bazı askeri personeller vardı, sanki biyolojik bir hava saldırısına istinaden tam yüz gaz maskeleri ve kıyafetler giymişlerdi.Yüzlerinin tamamı görünmüyordu, ve kötülük habercisi gibi görünüyorlardı.Bazı insanlar ağlıyordu ve çocuklar ebeveynleri onları karanlık tünele sürüklerken çığlık atıyorlardı.

Bizden daha fazla askeri personel gelmeden önce karanlığa kalabalıkla beraber yürüdüğümden beri birkaç saat geçmiş olmalıydı, daha önce açıkladığıma benzer donatılmışlardı, bize sola dönüp sığınağa girmemizi işaret ettiler.Sığınağın bazı çelik yapılarında N77R2D80F karakterleri yazılmıştı, içeri girebildiğim için şanslıydım çünkü metal çerçevelerden geçtikten sonra silah sesleri duydum ve arkamızda bulunan büyük bronz görünümlü kapılar kapandı.Dışarıda daha fazla çığlık ve ondanda fazla silah sesi duydum.Birkaç dakika sonra etraf sessizliğe büründü.

15 dakika sonra etrafta patlamalar yaşanmaya başladı.Sesler sağır ediciydi ve yer sanki Tanrılar bizi öldürmeye çalışıyor gibi sallanıyordu.Çocuklar çığlık atmaya devam etti ve bu uzun bir süre sürdü.Beni en çok rahatsız eden şey dışarıdaki gürültünün kesilmiş olmasıydı.

Sığınağa son birkaç gün boyunca bir sessizlik hakimdi.İnsanlar dışarıda neler olabileceğinden bahsediyordu ve genel fikir birliği nükleer bir patlamanın yüzeyde patladığıydı.Dürüst olmak gerekirse hepimizin hayatta olması bir mucizeydi.Bizim için küçük bir kafeterya vardı, ama buradaki sığınmacıların sayısından mahvolmuştu.Yiyecek payları oldukça küçüktü ve insanlık dışı görünüyordu, ancak hepimiz her birimize yetmeyeceğini biliyorduk.

Üçüncü ya da dördüncü gün civarında sığınağın dışından yalvarma sesleri gelmeye başladı.Askerlere üstleri tarafından nedeni her ne olursa olsun kapıyı açmama talimatı verilmişti ve sanırsam hepimiz bunun için minnetarız.Hiçbirimiz diğer tarafta ne olduğu görmek istemedik; özellikle şimdi onların yalvarmalarını duyduğumuz zaman.

"Orada olduğunuzu biliyoruz! - Bizi içeriye almak zorundasınız. - Bize yardım edin. - Burada ölüyoruz, bir şeyler yapın! - Tanrı aşkına, yardım edin!"

Yakarışları silah sesleri duyulmadan 3 saat boyunca devam etti.O silahları kimin ateşlediğini bilmek dahi istemiyordum, burada sessiz kalmaktan dolayı hepimiz memnunduk.

Bir hafta sonra, sesler geri geldi.Bu sefer içerideki herkese lanet okuyup tehditler savurdular.İçeriye girdikleri anda etimizi yiyeceklerini ve kemiğimizdeki ilikleri bir pipet gibi emeceklerini söylemeye devam ettiler.Beni etkilemesine izin vermemeye çalıştım ama işe yaramıyordu.Sesler rüyalarıma kadar girdi, ve korkunç kabuslar görmeme neden oldu.Rüyalarımda dışarıda şehrin yüzeyindeydim, insan olmayan şeylerin beni yemeye çalıştıklarını görüyordum.Sadece rüyalardan ibaret olduklarını biliyorum, ama gerçeklikten o kadar da uzak olmadığını kim bilebilir ki.

Son zamanlarda sığınağın liderleri içerideki kitleyi ikiye bölme kararı aldılar.İnsanlar bunu protesto ediyordu ve küçük bir kesim zorla kafeteryayı ele geçirmeye çalıştı, hepsi vurularak katledildi.İşe giderken çantama koyduğum yemeğe bakmaya başladım.Söylediğim gibi, yemek namına bir şey kalmadı, ama istifleyebildiğim her şeyi istifliyordum.

Onların hepsi sığınağın içindeydi, ve onlar insan değildi.Onlardan birinin anlık bakışıyla karşılaştığım anda koridor boyunca koştum, bu şeyler her ne ise insan olmadıkları kesindi.Korkunç yeşil parlayan gözlere sahiplerdi.Gözlerim onlardan birine kenetlendi, ve o an onun içindeki nefreti hissettim, bana ya da bir şeye duyduğu nefreti.Adım adım ilerliyordu ve nihayet o anda kafasının sol tarafında  büyük bir delik açıldı.Kurtarıcımı karşılamak için beklemedim.Koştum.Koşabildiğim kadar hızlı, tüm gücümle koşabildiğim kadar koştum.Şimdi diyeceğim için beni muhtemelen bir korkak olarak düşüneceksin ama umrumda değil.

Kafeteryaya vardım ve dosdoğru mutfağa gittim.Kahvaltı servis edilmek için orada duruyordu, bu yüzden kilerlerden biri kilitlenmemişti ve etrafta kimseler yoktu.Arkamdaki büyük kapıyı kilitledim ve kapının dışındaki katliamı dinledim.Silah sesleri önümdeki birkaç saat boyunca kesilmedi, ve o an etraf sessizliğe büründü.Zamanımı bulabildiğim kadar yiyecek istiflemekle geçirdim ve hayatta kalmak için gayette yeterliydi, hadi söyleyelim, çok fazla bir süre.Bir asker içeride kapıya yakın bir şekilde tüfeğiyle birlikte yatıyordu, ve sol kolu hala tüfeğin kılıfını tutmuş bir vaziyetteydi.Kolunu tuttum ve cebine soktum.

Bildiğimden daha uzun bir süredir bu odadayım.Duvara yığılmış teneke kutularıyla, yalnızca bir ay geçtiğini tahmin edebiliyorum.Odada bulunan askerin cesedi çürümeye başlayalı uzun bir süre oldu ve yaydığı koku çok iğrenç.Burun deliklerimi gece gündüz dolduran bir koku.

İşin en kötüsü burada olduğumu biliyorlar.Kendimi bu odaya kilitlediğimi biliyorlar ve bana burada ölüp gideceğimi söyleyip duruyorlar.Bu odada ölüp gideceğim.Bu mekanda.Bana uykumda gözlerimi çıkarıp kafa derimi soyacaklarını, parmaklarımı tek tek koparacaklarını fısıldıyorlar.

Günlerimi köşede kıvrılarak geçiriyorum, çürüyen adamı izliyor, bu cehennemin sona ermesini umuyorum.Kendi kendime defalarca düşündüm, kendimi şakağımdan vursaydım tüm bu kabus sona erebilirdi.Yiyecekler hızla azalıyor ve bu fikir gittikçe daha da cazip geliyor.

Bu içi boş şeyler ismimi sesleniyorlar.Yalnızlığımda onlara kim olduğumu söylemiştim.Bana kapıyı açarsam her şeyin sona ereceğini söylüyorlar.Bu içi boş, insanlık dışı şeyler bana son vermemi söylüyorlar.Bu işkenceyi kendi tarzımla sona erdirmeyi.

Bir şeyi doğru anlamışlar.Yarın, uyandığım vakit, bunu kendi tarzımla sona erdireceğim.



Ç.N = Aklımda olan bir süredir çevirmek istediğim bir pastaydı, ve gerçekten de değdi ;)

2 Mart 2019 Cumartesi

"Tag"

Onu etiketlediğimde komik bir şekilde sızlandı.Nasıl eğleneceğini bildiği kesindi, gülmekten gözyaşlarına boğulmuştu."Babacığım, dur artık, yüzümün yanları acıtıyor!" Gülmeye devam etti.Mutluluğu bulaşıcıydı, Gülümsedim, yıl boyunca ilk kez, gülümsedim.O gün hayatım boyunca olduğundan daha fazla gülümsediğimi söyleyebilirim.Yazık, her iyi şeyin bir sonu vardır, yorulmuştu, ve kısa bir süre sonra uykuya daldı.

Karım kısa bir süre sonra eve geldi.Beni gördüğüne çok memnundu, ismimi seslendi, tekrar ve tekrar, gülmekten gözyaşlarına boğulmuştu.Bana sarıldı, hala gülüyordu.Gülümsemeye devam ettim.Aşağı baktı ve elimde tuttuğum etiketleme aletini gördü, hızla gözlerime baktı.Gülümsemeye devam ettim. "Michael..." Gözyaşları heyecan içinde yüzünden akıyordu."Bunu küçük meleğimize nasıl yapabildin?" Koşmayı denedi, ama çok yavaştı."Etiket..." Daha da geniş gülümsedim. "Sen o'sun."



Ç.N = Gençler anlamayanlar için açıklayayım, gözyaşlarına boğuldu dediği zaman gerçekte ağlıyorlardı ve anne ona sarıldığında aslında onu üstünden itmeye çalışıyordu, kız da sızlanmadı, aslında çığlık attı ek olarak annesi adamın ismini durmasını istediği için bağırıyordu etiketleme aleti ise bıçaktan başka bir şey değil :)

Red Water

Bir yıl önce bir iş seyahati için yollara düşmüştüm ve Denver'den Los Angelos'a gidiyordum.Uzun bir sürüştü ve üstüme yol yorgunluğu çökmüştü, o yüzden gözüme kestirdiğim en yakındaki bir otelde durdum.Resepsiyona gittim ve orada duran zili çaldım.Birkaç saniye sonra, arkamdaki odadan bir adam çıkageldi."Merhabalar efendim, ismim John Shelby" dedi adam,
"Size nasıl yardımcı olabilirim?"

"Ben kalacak bir yer bakıyorum" diye yanıtladım, "Müsait bir odanız var mı?"

Bilgisayarından müsait boş bir oda aradı.Şansım varmış ki, orada tek bir oda kalmıştı.Bana odanın anahtarını verdi ve rahat bir gece geçirmemi diledi.Adama beni bir otomat makinesine götürmesini rica ettim o da öyle yaptı.Otomat makinesine ulaştığımda bir paket cips almak üzereydim ki, o anda koridorun sonundaki havuzu farkettim.Birçok otelin havuzu vardır, bunda sıradışı bir şey yok.Ama kafamı karıştıran şey suyun kırmızı olmasıydı, kan kırmızısı.Bir paket cipsimi aldım ve geri resepsiyona adama döndüm.

"Orada bulunan havuzun nesi var?" diye sordum.

"Ne demek istiyorsunuz, efendim ?" diye sordu adam, yüzünde şaşkın bir ifadeyle.

"Su kırmızıydı" dedim, "Neden kırmızıydı?"

Adam gözlüğünü çıkarttı ve derin bir nefes aldı."Pekala bu biraz sıradışı bir hikaye." diye söyledi, "Yıllar önce, o havuzda acımasızca bir cinayete kurban giden bir kadın bulundu ve su onun kanına bulandı."

"Bana onun kanının hala orada olduğunu mu söylüyorsun?"

"Hayır, hayır, tabi ki öyle değil" dedi, "Oradaki su boşaltıldı ve havuz kullanıma kapatıldı.Ama birçok insan havuzun içinin kan kırmızısı bir suyla doldurulduğunu söylemeye devam ediyor." Gözlüklerini yavaşça geri takarak, "Kendim için konuşacak olursam, öyle bir şeyi asla görmedim,ama sanırsam bu otel aklınızla oynamayı seviyor ne diyebilirim ki."

"Yani o zaman bu otel lanetli mi?" diye sordum, adam başını onaylar bir şekilde salladı.Şok olmuştum, aslında o kadar korkmamıştım, ama sadece biraz şaşırmıştım çünkü daha önce hiç böyle bir deneyimim olmamıştı.

Bana ayrılmış odama gittim, ve çok ihtiyacım olan sıcak bir duş alıp yatağıma uzandım.Bir nedenden dolayı uyuyamıyordum, aklım hala bazı şeylere takılmıştı ve yanıtlanmamış bir sürü sorum vardı.Yatağımdan kalktım, üstüme bir tişört giydim ve koridora çıktım.Koridor boyunca yürüdüm ve havuza doğru yöneldim.Etraf çok sessizdi, sanırım başka kimse uyku sorunu çekmiyordu.Altıma bakıp iç çamaşırıyla gezdiğimi farkettiğimde kendi kendime gülmeye başladım, şuan etrafta kimsenin olmaması iyi bir şeydi.Sanki bir odadan diğerine geçen bir kadın görmüştüm.O zaman onun için pek kafa yormadım, benim gibi başka bir konuk olduğunu düşündüm.

Zemin kata ulaştığımda, koridorun aşağısında bile o kan kırmızısı suyu net bir şekilde görebildim.Resepsiyonun önünden geçtim, orada kimse yoktu.Oradan otomata gittim ve aniden havuza açılan kapının önünde durdum.Kapıyı açmayı denedim ama kilitliydi.Kilitli olmasaydı bile içeri gireceğimi sanmıyordum.Kan dolu havuzu gösteren büyük camdan baktım.Havuz uzun bir süre kapalı kalmış gibi görünüyordu.Arkamı döndüm, koridorun aşağısında ki asansöre baktım."The Shining" filmindeki asansörün içinden kanlar geldiği bölümünü hayal ediyordum.Buna benzer bir şey göreceğimi hissettim, ama görmedim.Bunun yerine, havuzun kenarında duran ve sanki atlamaya hazırmış gibi görünen bir kadın gördüm.Vücudu tamamen çıplaktı üzerinde giysi adına hiçbir şey yoktu.Kafasını bana doğru çevirdiğinde korku içinde geriye fırladım ve asansör yerine odama merdivenden gidebildiğim kadar hızlı bir şekilde geri döndüm.

Saatler sonra, alarmin çalmasıyla uyandım.Duş aldım, ardından üstüme bir şeyler giyinip kahvaltı için ilk kata indim.Kahvaltıdan sonra, yola koyulmak için son hazırlıklarımı yaptım.Gitmeden önce havuza son bir kez göz atmaya karar verdim.Yavaşça resepsiyonun önünden geçerek, otomata ulaştım ve havuza göz attım.Dün pencereden baktığım havuza ne olduğunu görünce kontrolümü kaybetmiştim.Havuz boştu.Ne kan kırmızısı sudan ne de kadından eser kalmıştı.

Geri resepsiyonda çalışan kadına gittim."John Shelby müsait mi?" diye sordum.

Kadın bana şaşkına dönmüş bir şekilde bakarak "Afedersiniz?"

"John Shelby." Diye tekrar ettim. "Dün gece burada çalışıyordu."

"John Shelby 1982 yılında öldü." dedi, "Bir kadını öldürdükten sonra kendi canına kıydı, tam olarak orada havuzun yanında." Güldü. "Bu bir şaka mı, efendim?"

"Evet" dedim, kendimi gülmeye zorlayarak. "Yalnızca bir şakaydı."Anahtarımı aldım ve binayı terk ettim.Yola koyuldum, o gece otelde olanları bir daha asla aklımdan çıkaramadım..



Ç.N = Bende bir süre aklımdan çıkaracağımı sanmıyorum o.O

1 Mart 2019 Cuma

The Girl In The Night

Hatırlayabildiğim kadarını söyleyerek başlayayım, bunların hepsi doğru, bu bir "creepypasta" ya da önceki gönderilerime benzer bir şey değil, tatmin edici bir netice veya açıklama yok, o yüzden öyle bir şey olmasını umuyorsan, üzgünüm ama bulamayacaksın, fakat şu şekilde hatırlıyorum.Bu annemin evinde meydana gelen sıradanlıktan uzak yıllarca süren iki olayın hikayesi.Bunların sonuncusu 26 Aralık 2011 tarihinde sabahın erken saatlerinde gerçekleşiyor.

İki olayın üzerinden yıllar geçmesine rağmen, ilki ben daha çocukken oluyor, çok küçük değilim, ama karanlıktan çok korkabilecek kadar gencim.Atlattım demiyorum, sadece biraz daha düzeldi.Neyse, bu kısmı es geçiyorum, yıllar geçmesine karşın bu hissi hala atlatamadım, konuyu uzatmamak için, hadi 8 ya da 10 yıl diyelim, o 2 olay birbiriyle bir şekilde bağlantılıydı.Uyumak için uzandığımda yeniden ortaya çıkan hiç geçmeyen bir his gibi, beni hala rahatsız eden bir his.Asla bitmeyen bir his.Başka bir 10 yıl daha olabilirdi, bu akşam olabilirdi, ama her ne olduysa, o çok zayıftı, çok uysallaşmıştı, daha yeni sona ermişti.Buraya söylemek için geldiğim şeye geri dönelim, ilk olay, veyahut ilk karşılaşma.Yıllar önce, o çocukluk anılarımdan bir tanesi maalesef, aklımdan bir  türlü çıkmıyor.Çatı katında televizyon izliyordum.Şimdi, bizim çatı katımız normal bir çatı katı değil, annemin yatak odasına dönüştürmüş olduğu bir çatı katı.Ürkütücü filan değil veya sıradışı bir şey yok, eski siyah beyaz bir televizyonda değil, nispeten yeni bir tüplü televizyon, ve burası benim odamdan daha iyi mobilyalarla döşenmiş.Üzgünüm, yine konu dışında çıktım, ben sadece onun hakkında düşünmek istemiyorum.Çatı katında televizyon izliyordum, hikayemizin tam olarak başladığı yerde.

Saat geç oluyordu, kendi odama gitme ve uyuma vaktim gelmişti, ama çatı katında olduğumdan dolayı, alt katın ışığı kapalıydı, ve orası kapkaranlıktı.Gerçekten karanlık.1 inç ilerisini bile göremiyordum, o yüzden doğal olarak oraya gitmekten ürkmüştüm.Tabi ki şimdi gerektiğinde ışık sağlayacak telefonum yanımdaydı.Bununla beraber, hala koridor boyunca hızla hareket ediyordum.Annem kıkırdayarak söylemişti "İyi olacaksın sadece odana git ve ışıkları aç, eğer sana bir şey dokunursa beni çağır" beni başından öyle bir saçmalıkla savmaya alışıktı, kız kardeşimde annemde, ama ona sonra değineceğiz.Bana söylediklerine harfiyen uydum ve merdivenlerden aşağı adım adım inerek kapının çerçevesi gördüğümde durdum.Yoldaydım.Merdivene doğru geriye döndüm, aşağı gelmiştim, omzumda sertçe olmayan iki hafif dokunuş hissettiğim an ani bir şok ve korkuya kapıldım, sadece bir kas spazmı değildi o his daha çok bir şeyin bana dokunuyor olması gibiydi, ama şüphesiz 2 kere sağ omzuma dokunulmuştu.Aceleyle geri merdivenlerden çıktım, ve ayrılmaktan vazgeçtim, annem, ona bundan hiç bahsetmedim, aptalca görünme korkusundan ona hiç söylemedim bile.

Şimdi, ben aklı başında bir kişiyim.Paranoyak, ama aklı başında, aradaki bağlantıyı gördüğümde son birkaç aydır kendimi bu düşünceye verdim.Geçte olsa ilk düşüncem duvara dosdoğru yürümüş olabilirdim ya da ona benzer bir şey, yine de bu düşünce üzerinde biraz daha kafa yorduktan sonra, bunun mümkün olmayacağının kanısına vardım, koridor o kadar dar değildi, ve çatı katının kapısının hizasına oldukça yakın durdum.Ayrıca eğer duvara dosdoğru yürümüş olsaydım, duvara çarptığım gibi düşmemi hissetmiş olmam gerekirdi, omzuma iki hafif dokunuşu değil.Başka bir düşüncem ise kız kardeşim benden gizlenmiş bir şekilde benim için bekliyordu, ima ettiği ise besbelliydi "Birisi sana dokunursa beni çağır".Olası bir ihtimal olmazdı, o akşam bir arkadaşıyla kaldığını açıkça hatırlıyorum.Bu yüzden, henüz mantıklı kılamadım, ama gerçeğin düşüncesi beni çok huzursuz ediyor.

İkinci olay ise söylediğim gibi 26 Aralık 2011 saat 03:00 sularında gerçekleşti.Şimdi, Noel günü yorgundum, yani uyumakta zorlanmadım, aceleyle dışarı çıkmamı gerektiren kahrolası çok fazla gece vardı.Ayrıca benim için saat 03:30 civarında uyanmak oldukça sıradandı tıpkı genellikle yatağımın yanında duran çalar saatin alışıldık kırmızı ışığı gibi.Bu sabah daha farklıydı, daha önce saati yatağın daha yakınına taşımıştım, önceden odanın diğer tarafındaydı.Bu noktada kolejdeydim ve bu kendimi sabah yataktan çıkarmak için bir taktik oldu.Etajerin yanında hala okuldayken temiz tutmak için yatağıma paralel bir şekilde duran kendi yapımım küçük bir kitaplığa sahiptim.Çok ilerlemeden önce bu noktada bahsetmem gereken bir diğer şey, bir süre önce söylediklerimle bağlantılı, büyük ve tek kız kardeşimin Noel'de bizimle kalmasıydı.Neyse, sabahın erken saatlerinde uyandım, her zamanki gibi uyumaya ne kadar zaman kaldığını görmek için saati kontrol ettim ve o kulaktan kulağa sırıtışla karşılaştığımda neredeyse yataktan düşüyordum, orada kitaplığımın arkasında bir kız yüzü vardı.İlk başta kız kardeşimin odama gizlice sokulduğunu düşünsemde, kesinlikle o değildi.

Demek istediğim, karabasan olaylarına yabancı değildim, çok yanlış giden lucid rüya görme girişimlerim oldu.Ama şimdi, hareket edebiliyorum, demek istediğim, kapıya doğru hızla koştum.O kız kesinlikle oradaydı, tam anlamıyla uyanıktım, orada olan şeyin başka ne açıklaması olabilirdi, ve biliyorum ki bu sandalyenin üzerinde bıraktığım bir eşya ya da ona benzer bir şey değildi, hafifçe hareket ettiği belli oluyordu, az daha onu gördüğümü fark ettiğinde aşağı doğru eğildi.Özür diliyorum, ileri dakikalar tamamen bulanık, tüm hatırladığım uyumaya gitmeden önce kızın gitmiş olduğuydu.Ondan emin olmuştum.O zamandan beri, evimde izleniyor olduğum hissini asla es geçemedim.Şimdi bile, bunu yazarken, faydası yok ama sanırım orada birisi var.Çocukluğumdan beri koridordan tuvalete sırtım dönük arkama bakmadan yürüdüm, bir kere omzumun üstünden arkama bakmak için kendime direnmedim.Bu artık olup olmadığı beklenilecek bir durum değil.Bu sadece olacak zaman için hazırlanmak.

Ama kız, benden çok büyük görünmüyordu, eğer her zaman benim yaşımdaysa çocuk olduğumuzdan dolayı yalnızca omzuma kadar dokunabilirdi.Daima buradaydı.Bilemiyorum, kafam şuan karmakarışık.Sanırım bunun üzerine uyumaya gidiyorum.Onu tekrar görürsem öğreneceğinizden emin olabilirsiniz.Sabahın erken saatlerinde saati kontrol etmekten ve tekrar onun simsiyah dişleriyle sırıtışını görmekten korktum.Köşedeyim, ve onu bulmak için bu yeri altını üstüne getirmeden ne kadar dayanabilirim bilmiyorum.Bildiğim kadarıyla bu evde kimse ölmedi.Ama sık sık, bir kazıma sesi duyuyorum...bir şey duvarların içini kazıyor.

Ve beni şu an olduğum yere yönlendirdi.Yalnız.Karanlıkta.Odanın etrafında duran figürlerin yalnızca etrafa saçtığın eşyaların olduğunu birkaç saniye içinde farketmeni sağlayacak türde bir karanlık, gardırobumu açık bıraktım.Kulağa aptalca gelecek bir şekilde karanlıktan bir şey çıkmasını bekleyerek bakıyorum.Onun yüzünü tekrar görmekten korktuğum için, uyuyakalmak konusunda çok tedirginim.Ya bu sefer bana daha yakın olursa? Ya her uykuya daldığımda yatağıma doğru giriyorsa? Şimdiden 3 gün oldu, ve ben bunu daha ne kadar sürdürebilirim emin değilim.Çok yorgunum..



Ç.N = Selamlar ben yeni çevirmeniniz Hern Priority aranıza hoşbuldum ^^ hoş bir pasta ve yenileride en kısa sürede gelecek emin olabilirsiniz :)