29 Ağustos 2016 Pazartesi

"Sahip"

Steve uykusundan uyandı ve evin içinden gelen sese kulak kabarttı. Pat..pat..pat..pat… Tahtaya vurma sesine benziyordu bu. Steve korkudan buz kesti. Evde yalnızdı. En azından öyle olması gerekiyordu. Bir süreliğine evden gelebilecek diğer seslere kulak kabartarak hiç kıpırdamadan yattı.

Tüylerinin diken diken olmasına yol açan korkuyu yenmeye çalışırken aklından tek bir şey geçti: Hayaletler… “Büyü artık Steve. Hayalet diye birşey yoktur.” dedi kendi kendine. Küçüklüğünden beri hayalet ve benzeri yaratıklardan korkmuş, her küçük seste irkilmekten ve her zaman tedirgin olmaktan bıkmıştı artık. Büyüdükçe bunların hikayelerden ibaret olduğunu anlamış, gerçek canavarların insanların bizzat kendisi olduğunu farketmişti. Ancak yine de kendisine söz geçiremiyordu.

Gözleri karanlığa alıştıkça cesareti yerine gelmeye başladı. En sonunda, yatağından çıkmaya yetecek kadar cesaret bulduğunda, olabildiğince sessiz bir şekilde doğruldu. Yatak odasında bulabildiği en tehlikeli silahı (bir makas) eline aldı. Parmak uçlarında, yavaşça kapıya doğru ilerledi ve koridora bir göz attı. Hiçbir şey yoktu. Ne sessiz bir şekilde orada dikilen siyah saçlı küçük bir kız, ne de uzun kollarıyla ona doğru ilerleyen suratsız bir yaratık…Hiçbir şey…

Aptal, ne bekliyordun ki? Derin bir nefes aldı ve merdivenlere doğru ilerledi. Sesin kaynağı her neyse aşağıda olmalıydı - Gerçekten bir ses duymuş muydu? - Merdivenlerin başından aşağıya baktı. Yine hiçbir şey yoktu. Her ne kadar aşağıya inmek istemese de, huzurlu bir gece geçirmek istiyorsa bunu yapmak zorunda olduğunu biliyordu.

Evde yalnız başına olduğuna ikna olunca rahat bir uyku çekebilecekti. Cesaretini topladı ve hızla atan kalbine aldırış etmeden yavaş adımlarla aşağıya doğru indi. Korkak olmanın getirdiği bir alışkanlıkla sırtını hep duvara dönük tutmaya gayret ediyordu. Merdivenlerin dibine ulaştığında makası elinde daha da sıkarak hızlıca etrafına bakındı. Bir köşeden bir hayaletin süzülüp üstüne gelmesini bekledi… ama hiçbir şey olmadı.

Olağan dışı hiçbir şey yo…bir şey dışında… Bulunduğu yerin biraz ötesinde küçük bir top gördü. Etrafını kontrol ederek, tereddütle topu eline aldı. Üzerinde pati desenleri olan tenis topu benzeri bir şeydi bu. Köpeklerin oynamayı sevdiği türden... Ama Steve’in köpeği yoktu.

Panik bütün vücudunu sararken hiç mantıklı olmayan bir şey yaptı. Elinden topu bırakmadan tekrar yukarı, yatak odasına çıkmak için merdivenlere yöneldi. Hızla basamakları tırmandı ve yatak odasının kapısında bir silüetle burun buruna geldi. Elinde bir tasma bulunan adam ona manyakça gülümsedi ve topu almak için elini uzattı. Konuştuğunda ağzından sadece iki kelime döküldü:

“İyi köpek”

Ç.N:
Bu psikopatlı Cp Caspermarv tarafından yazılmıştır ^^

26 Ağustos 2016 Cuma

Ben Drowned (Part 3)

Eylül,2010

 11:00 Ne olduğuna inanamazsınız, bunun iyi hazırlanmış bir şaka olup olmadığına emin değilim, korkuma rağmen elimde olmadan merakıma yenik düşmeye başladım. Heykel kim veya neydi? Aklımda bir sürü soru... Bu yazı bütününe bir günce olarak başlıyorum ki her şeyi takip edebileyim. Neler olduğunun bir özetini yazıyorum, böylece daha sonra tekrar bakabileyim.

7 Eylül,2010
(Burada yaşananları detaylıca part 1'de açıklamıştık, çevirmeye lüzum görmüyorum.)

8 Eylül,2010

15:00 --------

15:02 Bilgisayarım kendi kendine... yani öylece bir not defteri açtı ve 'Merhaba' yazdı, ardından beni cleverbot.com adresine yönlendirdi. Ne oluyor lan!!!?!?!

Eylül,2010

Kullanıcı(k): Merhaba?

Cleverbot(c): Merhaba.

K: Kimsiniz, ve bilgisayarıma nasıl eriştiniz.

C: Ben kim miyim?

K: Unut bunu, sen bir botsun.

C: Öyle olduğumu mu düşünüyorsun?

K: Dinle, bilgisayarımla oynayan kişinin şu an ekranı gördüğünü biliyorum.

C: Evet.

K: Evet, ve bahse girerim sen şu kendini bir halt sanan veletlerden birisin. Şu an yaptığın şey yasa dışı bunu biliyorsun değil mi?

C: Öyle mi?

K: Tabi ki öyle seni salak, 'Özel hayatın ihlali' kulağına tanıdık geliyor mu? Bilgisayarımdan defol, çocuk.

C: Ben senin bilgisayarınım ama.

K: Güzel masal, her neyse polisi arıyorum, benimle uğraşmak için yanlış zamanı seçtin, velet.

C: Oyunu oynamanı mı bekleyeyim o zaman?

K: ...Ne?

C: Oyunu diyorum.

K: Majora'nın Maskesi'ni mi?

C: Evet.

K: Bunu nereden biliyorsun?

C: Çünkü

K: Çünkü, ne?

C: Ben yaptım.

K: Sen ne yaptın?

C: Seninle oynadım.

K: Ne dedin, ne dedin

C: Korktun mu?

K: Sen kimsin lan

C: Ben.

K: Heykel mi? Şimdi de bilgisayarımın mı içindesin.

C: Evet

K: Nasıl

C:  Bana kendinden bahset.

K: Ne demek istiyorsun?

C: Seni gerçekten ne korkutur?

K: Bu ne demek be?

C: Cevap ver

K: Hayır.

C: Cevap ver

K: Ne oluyor, bunu kendi kendine nasıl açtın.

C: Artık senin bilgisayarınım

K: Ne kadarını kontrol ediyorsun?

C: Tamamını.

K: Benden ne istiyorsun?

C: Eğlenmeni

K: Bunun içinde kapana kısılmışsın, bana zarar veremezsin.

C: Demek öyle

K: ?

C: Git ve oyununu oyna

K: Hayır, bana zarar veremeyeceksin.

C: Bunu yazman zaman aldı.

K: Yani?

C: Emin değilsin.

K: Madem o kadar güçlüsün, benimle iletişime geçmek için neden gülünç bir siteyi kullanıyorsun?

C: Daha az dağınık, daha düzenli, daha eğlenceli

K: Eğlence?

C: Evet, adetimdir, bunu sevdim.

K: Sence, bu komik mi?

C: Nefes kesici

K: Ve notlarım?

C: Onları aşağı yazabilirsin.

K: Neden bana izin veriyorsun?

C: Benim hakkımda düşündüklerini görmek eğlenceli olacak.

(pencere kapanır)

15:50 Ben ne yaptım? Onu bilgisayarıma davet ettim. Bu notları almaya, bu günceyi tutmaya devam edeceğim, Şahsi yerimde, bir mahkum gibi hissediyorum. Bilmiyorum, halüsinasyon görüp görmediğimi bilmiyorum. Sanki lanet olası bir deliymişim gibi hissediyorum. Bunu anlayabiliyorum, gözleri daimi olarak üzerimde, şu an bunları yazarken bile. Ben, oyundaki her şeyi kontrol ediyor, benimle bir oyuncak gibi oynuyor, beni sanki bir koyun gibi yönlendiriyor., fakat ne için? Amacı ne? Ben Drowned'ı biliyorum, fakat bu rahatsızlıkları niye? Şu an ne halt ediyorum, muhtemelen şimdi bile beni izliyordur.

19:18 Ben, beni tekrardan Cleverbot'a çağırdı. Üzgün olduğunu ve özgür bırakılmak istediğini söyledi. Ve onu serbest bırakabileceğimi, capture card'dan bilgisayarıma nasıl geldiyse yine o şekilde, etrafa yayılabilirdi, fakat yardımıma ihtiyacı var. Benim özel olduğumu, bu yüzden ona yardım edebileceğimi söyledi. Bu ağzından çıkan ilk güzel şeydi. Eğer bunu yaparsam beni bırakacağı sözünü verdi. Yapacağı üzerine yemin etti. Şu an ne düşünmem gerektiğini bilmiyorum, bu şeye nasıl güvenebilirim ki?

19:20  Dehşet içindeydim, ama şimdi bunu sadece eğlence için yaptığını söylüyor. Bu eğlencenin, karıştırılmış ve berbat edilmiş bir versiyonuydu. Oyunun bittiğini söyledi.Sadece bitmesini istiyordum, o ise sadece serbest bırakılmak istediğini söylüyor. Kartuşta sıkışmışmış, ve bilgisayarımın ve kendisinin azat edilmesini istiyormuş. Bu şeyle uğraşmak istemiyordum. Bu gözetlenmeyle daha ne kadar baş edebilirim bilmiyorum. Benim her hareketimi, her kilit saldırımı izliyor. Artık özel bir şeyim kalmadı. Bilgisayarımdaki her şeyi bildiğini, eğer isterse bana korkunç şeyler yapabileceğini söylüyor, ama daha yapmadı, buna güvenmeliyim.

20:01 Bir şey bana, benimle tekrar oynandığını söylüyor, tıpkı oyundaki gibi.

21:29 Ben, beni tekrardan Cleverbot'a çağırdı, bunu görmezden geldim ve duş almaya gittim. Laptop'uma geri döndüğümde bana ölü gözlerle bakan bir Elegy of Emptiness heykeli ile karşılaştım, onunla konuşmak istemiyorum.

21:44 Lanet olsun sana Ben seninle konuşmayacağım.

21:56 Lanet olsun sana Ben seninle konuşmayacağım.

22:06 LANET OLSUN SANA BEN, SENİNLE KONUŞMAYACAĞIM.

22:12 LANET OLSUN SANA BEN, SENİNLE KONUŞMAYACAĞIM.

22:45 Yarım saati geçeli birkaç dakika oldu ve mesajlar kesildi. Ben, durdu. Ben'in sadece bilgisayarımda hapsolmadığını düşünmeye başlıyorum. Bir şeyler hissetmeye başlıyorum. Bunu açıklaması zor. Hiç bu kadar ruhani hissetmemiştim, fakat artık yurt odamın havasında farklı bir şey var.

23:42 İnternette araştırma yaparken, görmemem gereken yerlerde Elegy heykeli görmeye başlıyorum. Sayfayı aşağı kaydırıyorum ve aniden Elegy heykelinin bir resmiyle karşılaşıyorum. Her zaman lanet Elegy heykeli. Daha ne kadarını kaldırabileceğimi bilmiyorum.

9 Eylül,2010

12:35 En büyük korkularım doğrulandı. Ben, BEN.wmw adlı güncemi kurcaladı. Çeşitli forumlarda paylaştığım günceme baktım, ve bazı parçaları atlanmıştı. Ben'in oyunun dışındaki varlığından bahsedilmemişti, Moon Children'dan da bahsedilmemişti. Nasıl bana çaktırmadan bütün bir metni silebilirdi? Bana mı her şeyi paylaştım gibi geldi diye düşünüyorum, ama sonuşta Ben kendi sansürlü versiyonunu paylaşmıştı. Ben'e bunu neden yaptığını soracağım.

12.50 Bana Cleverbot'ta cevap vermiyor, her zamanki gibi standart cevaplar alıyorum. Şu an sadece bir botla konuşuyorum.

01:24 Sanırım, Ben bana kızgın.

10.43 Dün gece rüyalarımda Moon Children belirdi, maskelerini, iğrenç bir şekilde bozulmuş yüzlerini bana göstermek için çıkardılar. Ağızlarından kurtçuklar çıkıyordu, gözlerinin olması gereken yerde batık siyah çukurlar vardı, bana yaklaşırlarken sarı bir sırıtış büyüdkçe büyüdü. Oyun oynamak istediklerini söylediler. Onlardan kaçmaya çalıştım, fakat dört çocuk şaşırtıcı bir kuvvetle beni yere mıhladılar. Üzerlerinde Happy Mask Salesman durdu, denememi istediği yeni bir maskesi olduğunu duyurdu. Bu spazmik ve ani hareketleri oyun içi görünüşü ile uyuşuyordu, tanıyamadığım birinin yüzünden modellenmiş bir maske çıkardı, - genç görünümlü bir yüz - ve onu Moon Children'lara* verdi. Kıkırdaşarak onu yüzüme tutturdular, onların korkunç, deforme bedenleri yukarı aşağı hareket ediyordu. İkisi, diğer ikisi maskeyi yüzüme dikerken beni tuttular.

  Feryatlarım ve çığlıklarım, Happy Mask Salesman'ın suratının hayatımda gördüğüm en korkunç gülümsemeye evrilmesine neden oldu. Sporadik bir şekilde etrafta hareket ediyordu, işlemi meraklı bir doktor misali izliyordu, hareket etmek imkansız bir şekilde, debelendim, ama bunu bir yararı olmadı. Gözlerim, acı yüzünden kafamın gerisine döndüler. O kadar gerçekti ki, fakat uyanamadım. Ne kadar çabalasam da uyanamadım. Maske yüzümle birleşince, bu sefer bacaklarımı birbirine dikmeye başladılar, sonra da kollarımı. Bir iğnenin bacaklarınızı delip çekilmesinin korkunç hissi, Aşil tendonu'nuzu** yırtması ve tüm bedenimde yankı yaptığı sürece birbirine bağlaması. Çığlık atmaya çalıştım fakat maske suratıma o kadar baskı yapmıştı ki artık o benim yeni yüzümdü... ve yeni yüzümün ağzı yoktu. Tek bir ses bile çıkaramadım. Kafamda, tekrardan ve tekrardan kendime rüyada olduğumu söylüyordum, ve aniden Moon Children'lar durdular ve bana baktılar. Sadece baktılar. Ve Happy Mask Salesman da yavaşça eğildi ve bana baktı, yüzümden birkaç inç uzaklıkta, Moon Children'lar enerjiyi yükseltmeden hemen önce, basitçe '' Berbat bir kaderle karşılaştın, değil mi? ''  dedi. Uyanamdım. Uyanamadım. Beni başka bir Elegy heykeline dönüştürmeden önce uyanmama izin vermedi.

 Terleyerek uyandığımda, ağladım ve kontrolsüzce sarsıldım. Aniden bilgisayarıma koştum ve Ben'i aradım.

 9/9/10 Görüşme 1

Kullanıcı(K): Cevap ver, Ben

Cleverbot(C): Tekrar hoşgeldin

K: Bunu yapmanın amacı ne, NEDEN?

C: Görmesi komik.

K: Nasıl?

C: Oynaması eğlenceli, seninle oyuncak gibi oynaması eğlenceli, seni güvende hissettiriyor.

K: ...

C: Nasıl bir tepki verdiğini merak ediyorum.

K: Neye?

C: Eğer kendimi ortaya çıkarmayıp, gizli kalsaydım, seninle oynamak için yapabileceğim çok az şey vardı. Pencereni kapatmak, bilgisayarını kapatmak, fareni kendi kendine oynatmak. Küçük şeyler. Sana benim burada olduğumu merak ettirecek, ama asla öğretemeyecek şeyler. Var Olduğuma dair sana küçük ip uçları verecek şeyler gibi.

C: Seninle farklı bir şeyler yapmak istedim.

K: Bunu önceden de mi yaptın?

C: Evet, ve bunu tekrar yapcağım.

K: Kime, Ben?

C: Hmm.

K: Biliyor muydun Ben?

C: Bu bilgiyi sana veremem.

K: Ben nasıl öldü?

C: Biliyorsun.

K: Evet, fakat nasıl boğuldu.

C: Bunu sana söyleyemem?

K: Neden?

C: Bu başkasi için ayrılmış bir bilgi.

K: Kim için?

C: Soracak başka biri için?

K: Ne zaman?

C: Sonra.

(Pencere kapanır)

''Bu Şeyin''  hiç de Ben olmadığını düşünmeye başlıyorum, o sadistik yapısıyla, Ben'i öldürüp ismini alması ve yerine geçmesi şaşırtıcı olmaz.

12:04 Odam yine farklı hissettirmeye başladı. Dışarıda... Bir şey... Gerçketen, tehdit edilmiş hissediyorum, sanki bana ulaşmaya ve beni boğmaya çalışan bir şey var fakat pek de buraya ulaşıyormuş gibi görünmüyor.

12:46 Sanırım, Ben artık benimle oynamak istemiyor. Tekrar oynayacağım, oyunu tekrar oynayacağım. Ben bunu görebiliyor musun? Oyunu tekrar oynayacağım, lütfen, sadece buna bir son ver, lütfen.

13:41  Gerçeğin ne olup, ne olmadığını düşünürken kafayı yiyeceğim. Ben bana bir numara mı çekiyor yoksa bu gerçek mi? Bu yorumları Ben mi üretüyor, yoksa bunları gerçek insanlar mı paylaşıyor? Biraz önce ekranın titrediğini mi gördüm, yoksa benim hayal ürünüm müydü? Tüm hayatın boyunca internete bağlı ve gözlerine güvenen biri olduğunu düşün, sonra da kör olduğunu. Artık buna güvenemezsin değil mi, sonra her şeyi tahmin etmeye başlarsın, kısa anlar için videolarımın yorumlarına bakıyorum, insanlar bunları sahte, fotoşoplanmış ya da her neyse öyle görüyor. Literatürde, Ben'in beni susturmak için bir şeyleri değiştirdiğini ya da denediğini anlamamın hiçbir yolu yok. Belki de o yorumlar Ben tarafından beni vazgeçirmek için oluştururmuştur. Görüyorsun, sonsuz bir çıkmazin içindeyim, ve bu akıl sağlığımı yiyen ve beni sınıra iten şey. Bunu yazarken bile, bunları sandığım kadar umursayan birinin olduğunu söylemek güç, sadece başka bir lanet numara. Tüm bu yazılar oluşuyor mu ki? Yazıyor muyum, yoksa boşa mı debeleniyorum?

9/9/10 Görüşme 2

K: Bu nedir? Oynamanın amacı nedir? Bir şey yaptığım anda ölüyorum.

C: Ölüyorsun, çünkü sırrı açığa çıkaramazsın.

K: Ne?

C: Tematik?

K: NE HAKKINDA KONUŞUYORSUN LAN SEN?

C: Acı çekmende bir güzellik var.

(Pencere kapanır)

4:09 Ben bana oyunu oynatmaya çalışıyor. Bana göstermesi gereken çok önemli bir şey varmış.

6:23 DROWNED.wmv'de yaşananlar

9.09 CHILDREN.wmv'de yaşananlar

10 Eylül,2010

11:52 Sabah uyandığımda, DROWNED.wmv yüklenmişti. Onu hazırladığımı hatırlıyorum, fakat yüklediğime dair en ufak bir anım yok. Bunu da sansürledi, yaşlı adama dair hiçbir bilgi yok. Artık kendi görüşlerim yok. Benden ne istiyorsa sadece onu paylaşabiliyorum, ben, o yalanlarını söylerken kullandığı bir maskeyim sadece.

11:55 Yaptığımı hatırlamadığım tüm videoların özeti olan başka bir video var. İçinde gerçekten hastalıklı şeyler var. İki gün önce yaşadıklarıma benzeyen fakt çok daha sadistik bir ölçüde olan şeyler. Şu Moon Children'lar, onlar hakkında fazlası var, neredeyse Ben'in başka bir varyasyonları. Dün gece hatırlayamadığım bir şey yaşandı. Forumlara şimdi dördüncü günceyi paylaşıyorum. Sandalyemin gölgesi hareket etti.

12:00 Ben Youtube'u ziyaret etmeme izin vermiyor. Geri kalan tüm sitelere girebiliyorum, fakat Youtube'a girdiğimde pencereyi kapatıyor. Neden?

14.02  Havanın daralmaya başladığını hissediyorum. Burada yalnız olup olmadığımı bilmiyorum. Buradaki 'aura' her ne ise daha çok şiddetleniyor.

14:44  Cleverbot üzerinden Ben'e ulaşmaya çalışıyorum fakat yanıt vermiyor. Sadece yapay zekayla karşılaşıyorum.

15.51 Kulaklarım beni yanıltmıyor. Ters Song of Healing'i duyuyorum.Duymaya devam ediyorum.

16:23 Artık bundan eminim, önceden bunun tuhaf bir tesadüf olduğunu sanmıştım fakat şimdi penceremi açtım, yerden üç koridor yukarıda yaşlı adamı gördüm. Gördüğüme eminim. Aynı adam. Sadece pencereme bakıyordu, kampüsün ortasında durmuştu. Ona herhangi bir öğrenci dikkat etse bile, bunu anlayamamışlardı.

___

 Burası notlarımın bittiği yer. Odamdan kaçtım, kartuşu yaıma aldım. Ne olduğunun detaylarına inmek istemiyorum. Bu son detayları da açıklarsam trenimi kaçıracağım. Bunların üzerinden kabaca iki gün geçti. Bu benim son güncem ve size son hizmetim. Son video olarak Matt.wmv'yi göreceksiniz.

 Bu yaptığım son video girdisi. Matt.wmv normal olarak başladı. Clock Town'da ortaya çıktım. Normal olarak hiçbir şey yerinde değildi, bir şeyleri doğru yapmanın azmiyle 4. günün sonunda Clock Tower'ın tepesinde Oath of Order'ı çaldım, kendimi hazırladım. Zamanı hızlandırdım ve son güne geldim, rasathaneye doğru yolumu yaptım. Teleskop odasına ulaştığımda ve gökbilimciye rastladığımda, teleskopa bakmama izin vermedi. Bunun hile yapmak olduğunu söyledi, ve kurallara uymam gerektiğini. Tekrarlanan çabalarıma rağmen oyun 4. gün hatasını yapmama izin vermedi, ne kadar çok ve ne kadar sert denesem de, oyunun üzerinde çalıştım ve hatayı yapmayı denedim, Bu sefer çok daha hoşgörüsüzdü. Ne olursa olsun önceki oyunlarda olan özgür iradenin bir ilüzyonuna sahiptim,bu sefer oyun daha önce gördüklerimin hepsinden daha agresifti. Sonunda bana Ikana Canyon'a gitmemi söyledi, oyunun bittiği ve bana musallat olmayı kestiği yere, huzursuz ve bu kabusun bitmesi adına umutsuz bir halde Song of Soaring'i çaldım ve oraya gittim. Envanterime bakmam söylendi burada cevapları bulacaktım. Ikana Canyon'una vardım ve baykuş heykelinde oyunu kaydettim. Envanterime bakarken, sonunda yinelenme şarkısının eksik olduğunu fark ettim. Oraya daha önce ulaşmış ve şarkıyı öğrenmiş olduğuma emindim. Bunun, Ben'in benimle oynamanın yettiğine karar vermeden önce ihtiyacım olan son şey olduğunu zannetmiştim. Ben bir manipülatördü, kurbanlarını tuzağa düşürmeye çalışır, ve tıpkı bir Venüs böcek kapanı gibi gardını düşürmene neden olurdu. Onun için bir kukladan farksızdım, fakat farklı şeyler yaparak ne çeşit insani tepkilere yol açacağını görmekten zevk alıyordu.

 Tüm bu deneyim boyunca bir anlam ifade etmeyen şeyler yaşadım, ama tekrardan söyleyeyim, bu tür şeyleri açığa çıkarmakta iyi değildim ve aklım olması gerektiği gibi çalışmıyordu, size analiz edip birleştirebilmeniz için puzzle'ın tüm parçalarını veriyorum.

 Bu 'kapanan düşünceleri' kampüsün kütüphanesindeki bilgisayardan yazıyorum, ve enfekte olmuş bilgisayarımdaki depolanmış notları şahsi bilgisayarıma postaladım. Ardından bu kopyala/yapıştır notları güvende yazdığım açılır/kapanırlarla birleştireceğim. Ben'in sıçraması riskini almıyorum, bu korkunç işkencenin başka kimsenin başına gelmesini istemiyorum. Notları kendime postalarken Ben'den bir karşı koymayla karşılaşmadım. O lanet burnunun altında, benim ne yapmama izin verdiği hakkında en ufak bir fikri yok. Aynı şekilde enfekte olmuş bilgisayarımdan .txt belgelerini açarken de. Bu yazılardan kurtulmanın nasıl hissettirdiğini size anlatamam. Kabus burada son buluyor.

  Bahsetmeden geçmeyeyim,

Videolarımı ve onlarla alakalı bir şeyi sakın indirmeyin. Youtube indirici, mp3 indirici her ne olursa olsun sakın indirmeyin. Nasıl sıçrayabileceğini bilemiyorum, ama onları sadece izlemenin bir etki etmeyeceğini biliyorum.

 Bu benim son gönderim, Dünya'nın geneli için bu forumu kilitliyorum. Eğer burada -12 Temmuz'dan sonra- başka girdiler görürseniz onlara GÜVENMEYİN. Ben'in hesaplarıma girebilmesi şahsım tarafından çoktan kanıtlandı, ve daha önce dediğim gibi bu kapsamda neler yapabileceği konusunda bir fikrim yok, ama kurtulmak için her şeyi yapabileceğini biliyorum. Çaresiz bir durumda. Kendi iyiliğiniz için lütfen beni unutun.

  Açıkça söylemeden olmaz, ama şimdiden itibaren yüklediğim hiçbir resmi, hiçbir yazıyı, herhangi bir şeyi indirmeyin.

 Bu beşinci gün benim son günüm, kartuşu yakacağım ardından laptopumu yok etmek için geri döneceğim.

 Tekrardan, bunun benim için biraz bittersweet** olduğunu bilmenizi istiyorum. Bu yarıyıl hiçbir arkadaşım olmadı, ya da onlara değer vermeyi bıraktım.

  Sanırım burada suçlanması gereken kişi benim, çünkü tek yaşama fikrinin arkasındaki dahi de benim. Sanırım bu oyuna çok bağlanmadan önce birinin bana tutunması ve beni çekip çıkarması gerçekten hayatımı kurtardı. Ve bu bana pek çok şey kanıtladı. Bunun bana yaşanması ve uyarıyı almaktan memnunum, böylece Ben burada ölüyor.(Ç.N: Oda arkadaşından bahsediyor herhalde.)

 Son olarak, bunu açarak, aynı zamanda da beni dinlemek için kendinizi açmanıza teşekkür ederim, Buna rağmen belki bana inanmazsın- Bunu yapmayacaktın, gerçekten bunu yapmamalıydın. Sizin tüm zaman boyuncaki desteğiniz ilerlememi sağladı ve sonunda bunun sayesinde özgürüm.

 Tekrar teşekkürler,
 Jadusable

*= Anlatım bozukluğu yaptığımın farkındayım fakat hiçbir özel ismi Türkçeye çevirmediğimden böyle kalması gerekti kusura bakmayın.
 **= Aşil tendonu, bacağın baldır kaslarının büyük tendonu, ayak bileğinin arkasında topuğa tutunur. Akhilleus'un öyküsünden esinlenerek Aşil tendonu adı verilmiştir.
***= acı-tatlı, yani bazı açılardan iyi bazı açılardan kötü bir etki.

Ç.N: Cp burada bitiyor, fakat videolara ulaşmak için wikia adresini ziyaret edebilirsiniz, aman indirmeye kalkmayın.)

24 Ağustos 2016 Çarşamba

Ben Drowned (Part 2)

8 Eylül, 2010

 Neler yaşandığını anlatacağım ve video linkini vereceğim, fakat dün gece her şey benim için çok daha gerçek oldu. Bununla işimin bittiğini düşünmüştüm. Bu yazı dizinini hazırladıktan sonra kendimden geçmiştim. Ama dün gece Elegy of Emptiness heykeli ile ilgili bir rüya gördüm. Rüya onun beni takip etmesi hakkındaydı, boyun kıllarım titreştiği zaman kendi işime bakma zamanımın geldiğine karar vermiştim. O korkunç, cansız heykelin boş gözlerle bana bakmasıyla hayatımın altüst olduğunu anladım. Rüyamda onu Ben diye çağırdığımı anımsıyorum, ve daha önce hiçbir rüyayı bu kadar canlı hatırlamamıştım. Ama önemli olan nihayet uyuyabiliyor olmamdı, sanırım.

 Bugün, oyunu oynama işini erteleyebileceğim kadar erteledim. Yaşlı adam geri gelmiş mi diye mahallesine uğradım. Beklediğim gibi arabası yoktu ve evde de kimse yoktu. Arabama dönerken, yanda oturan adam çim biçme makinesinin elektriğini kesti ve bana birine baktığımı mı sordu. Ona, yanında yaşayan kişi için geldiğimi söyledim, fakat bana zaten bildiğim bir cevap verdi. Farklı bir yol deneyerek yaşlı adamın hiç akrabası ya da yakın dostu olup olmadığını sordum. Adamın hiç evlenmediğini öğrendim, ki böylelikle bir torunu da olmamış oluyordu. Endişelenmeye başlayarak, son bir soru sordum, ona daha önce sormam gereken bir soru. Ben kimdi? Adamın ifadesi ciddileşti ve dört blok aşağıda, 8 yıl önce Nisan'da ( Adam aynı günün karısıyla evlilik yıl dönümleri olduğu için bildiğini söyledi.) Ben adındaki çocuğun başına bir kaza geldiğini söyledi. Adamdan daha çok şey öğrenmeye çalışsam da, başka hiçbir bilgi vermedi.

 Geri döndüm, ve oynamaya tekrardan başladım. Oyunu yükledim ve aniden maskelerin uçtuğu başlık ekranına atıldım. - arka planda çalan müzik normalde çalması gereken vızıltıydı fakat daha çok perdelenmişti. - Başlat tuşuna bastım, kendimi en kötüsü için hazırlamıştım, ama sadece iki gün önceki gibi ' SENİN SIRAN ' ve ' BEN ' dosyalarının bulunduğu kayıt menüsü beni karşıladı. BEN dosyasını seçtim, ilerleme durumunu iki gün önce bıraktığım gibi bulamadım diye anlığına tereddüt ettim. Stone Tower Tapınağı'nı bu sefer tamamlamıştı. Cesaretimi topladım ve onu seçtim.

   Doğrudan kaosun ortasına atılmıştım. Stone Tower Tapınağı'nın dışında olduğumdan  yeterince emindim, ama bu neyi beklediğimle ilgiliydi. Bu bölge Stone Tower Tapınağı diye değil St o n  e diye adlandırılıyordu ve tamamen saçmalıklarla dolu bir metin kutusunun beni karşıladığını fark edemedim. Link'in bedeni biçimsizdi. - sırtı, duruşunun kalıcı olarak bozulduğu yerden dikilmişti. - Suratı ifadesizdi, neredeyse monotondu, suratında daha önce görmediğim bir ifade vardı, boş bir ifade. Link orada dururken bedeni düzensiz spazmlar geçirmeye başladı, ve avatarıma neler olduğunu incelemeye başladım, ve daha önce hiç görmediğim bir C butonu eşyası vardı, bir çeşit nottu, ama ona basmak hiçbir işe yaramadı. Tanıyamadığım bir müzik ileri-geri çalmaya başladı, neredeyse şeytani bir havada, ve bir çeşit yüksek frekanslı viyaklama veya gülme sesi vardı. O lanet Elegy of Emptiness heykellerinden biri belirmeden ve ' Yeni bir günün şafağı ' ekranı gelmeden önce iki dakikam olmuştu, fakat bu defa 'IIIIII' alt metni yoktu.


 Bu sefer Clock Town'da bir Deku Scrub'dım. - bu sahne normalde zamanda ilk defa yolculuk yaptığınızda geçerdi. -  Tatl '' Biraz önce ne oldu? Sanki her şey...'' Ama yeniden başladı demek yerine konuşmasını Happy Mask Salesman'ın çılgın gülüşü ile bitirdi. Karakterimin kontrolü tekrardan bana geçmişti, fakat lanet bir kamera açısından. - Avatarımın Deku Scrub olarak etrafta dolaşmasını bir kapının arkasından seyrediyordum.- Yavaşça kapıdan çıktım ve Happy Mask Salesman ile karşılaştım. Ve ekran beyazlaşmadan önce bana '' Korkunç bir kaderle karşılaştın, değil mi?'' dedi.

 Bir insan olarak Termina çiftliğindeydim. Sanki artık aynı oyunu oynamıyor gibiydim. - Etrafta ışınlanıp duruyordum, ve gün ve saat göstergesi yoktu.- Farkındalığımı tekrar kazanmaya başlayarak, tarlaya bakarken aniden bunun normal olmadığını anladım. Hiç düşman yoktu ve Happy Mask Salesman'ın tema müziğinin karışmış bir versiyonu çalıyordu. Görüş alanımda üç figürün buluştuğunu fark etmeden önce Woodfall'a kaçmaya karar verdim. Onlara yaklaştığımda korkuyla Happy Mask Salesman'i Skull Kid'i ve Elegy of Emptiness heykelini gördüm. Bir çeşit hatadan dolayı böyle olduklarını düşündüm, ama bunu şu an anlayamayacağımı fark ettim. Yine de onlara yaklaşmaya devam ettim ve Skull Kid'in tekrarla bir animasyona takıldığını gördüm. Beni diğer ikisinden daha çok korkutan Happy Mask Salesman'dı.


  O çok boştu, yine iğrenç sırıtışını takınmıştı, ama her hareketimde kafası yavaşça beni takip ediyordu. Onunla ne bir diyalog, ne de bir dövüşteydim, yine de kafası hareketlerimi takip etmeye devam ediyor bana Skull Kid'le ilk karşılaşmamı hatırlatıyordu. Ocarina'mı çıkardım ve daha önce hiç denemediğim bir müziği çalmaya başladım. 4. gün tekrarla çalan Happy Mask Salesman'ın kendi müziğiydi çaldığım.

 Şarkıyı çalmayı bitirdiğim gibi, kulak parçalayan bir çığlık ekranımda belirdi, gökyüzü aniden parlamaya başladı, Happy Mask Salesman'ın karışık müziği hızlandı, içimdeki korku yoğunlaştı, ve Link ateşler içinde patladı ve öldü. Ölüm ekranımda, üç figür yerinde kaldı ve cansız bedenimin yanışını izledi. Olanların nasıl bir anda ürperticiden dehşet vericiye döndüğünü anlatamam, eğer ilk elden görmek istiyorsanız videoyu izlemelisiniz. İki gündür uyuyamama neden olan korku, '' Korkunç bir kaderle karşılaştın, değil mi?'' yazısını üçüncüye görmemle beni tekrar sıkıştırmaya başladı. Bunun arkasında bir çeşit anlam olmalıydı.


Aniden Zora'ya dönüşüm ara sahnesi ile karşılaşmadan önce düşünmek için çok az zamanım olmuştu, ve şimdi kendimi Zora olarak Great Temple Bay'de bulmuştum. Oyunun bana bu sefer ne göstereceğine dair içimde kararsız ama meraklı bir his vardı, sahile doğru yavaşça yolumu yaptım, Epona'yı bulduğum yere. Oyunun onu neden oraya koyduğunu merak ettim, onun susadığını mı ima ediyordu? At maskesini kafasından çıkaramadım, onun orada bulunmasının nedeninin sürmek olmadığına karar verdim.


 Aniden onun kişnediğini ve böylelikle bana uzakta bir yeri işaret ettiğini anladım. Bu bir önseziydi, ama Great Bay'e daldım ve yüzmeye başladım.Bir süre sonra - neredeyse kaçırıyordum - suyun derinliklerinde son bir Elegy of Emptiness heykeli buldum. Onu incelemeye başlamıştım ki, Zora'm  bir boğulma animasyonu yapmaya başladı. Bu hiçbir anlam ifade etmiyordu çünkü  Zora suyun altında nefes alabiliyordu. Ne olursa olsun ölümüne boğulmuştum. ve heykel ölümümde aydınlık kalan tek şeydi. Bu sefer tekrar doğmadım sanki konsolu resetlemişim gibi ana menüye atıldım.

 Başlat'a basın ekranı önümdeydi, bunun nedeninin kayıt dosyalarının değişmiş olmasıydı. Derin bir nefes aldım ve başlata bastım, ve haklıydım. Yeni kayıt dosyası Ben hakkındaydı. Laundry Pool'a gitmeye çalışınca heykelin belirmesi artık daha çok anlam ifade ediyordu. İki kayıt dosyası bana onun hakkında bilgi veriyordu. Beklediğim gibi, Ben olmüştü. O boğulmuştu. Oyun hakkındaki düşüncelerimde bana katılmıyordu, oynamamı istiyordu, daha ileri gitmemi istiyordu, ama artık bu saçmalıkla işim bitmişti. Artık o dosyalara elimi sürmeyecektim. Bu çoktandır benim için korkutucuydu, ve bunun paranormal olduğuna inanmıyordum, ama artık açıklamalarım tükeniyordu. Neden biri bana bu mesajı yollardı? Bunu anlamıyordum, bunu düşünürken çok bunalmıştım, bu nedenle başıma gelenlerin videosunu bakmak isteyenler için Youtube'a yükledim.


10 Temmuz, 2010

 Bunun erken bir saat olduğunu biliyorum. Tüm gece ayakta kaldım.. Uyuyamadım. Milletin bunu görmesi umurumda değil, aynı şekilde mesele bu da değil. Vicdanımı rahatlatmak için bunu yaymak zorundayım. Bunları yazarken irademi kaybettim, bunun üzerinde ne kadar az durursam o kadar iyi. Sanırım, video kendi kendine konuşuyor. Bana yapmamı söylediğiniz şeyi yaptım, Elegy of Emptiness'ı oyunun bana verdiği ilk fırsatta çaldım, ama sanırım bu oyunun ya da Ben'in benden yapmamı istediği şeydi. Artık beni takip ediyor, sadece oyunda da değil, rüyalarıma giriyor. Onu tüm zaman boyunca görüyorum, arkamda, sadece beni izliyor. Hiçbir dersime gitmedim. Sadece, camlar ve güneşlikler kapalı bir şekilde yurt odamda kaldım. Böylelikle beni izleyemeyecekti. Ama oynadığım zaman bana ulaşıyor, oynadığım zaman beni görebiliyor. Oyun artık çığırından çıkmaya başladı, benimle ilk defa konuştu, sadece yazı kutusu ile de değil. Bunun ne anlama geldiğini bilmiyorum, benden ne istediğini bilmiyorum, ama bunu hiç istemedim, sadece eski hayatıma dönmek istiyorum.

 Bu tür şeyler benim gibilerin asla başına gelmez, ben sadece bir çocuğum, içebilecek yaşta bile değilim. Bu adil değil, eve dönmek istiyorum, ailemi görmek istiyorum, okulda evden çok uzaktayım, sadece annemi tekrar kucaklamak istiyorum, heykelin korkunç suratını unutmak istiyorum. Orijinal kayıt dosyam geri döndü. Artık daha fazla oynamak istemiyorum. Fakat sanki oynamazsam kötü bir şey yaşanacakmış gibi hissediyorum, ama bu imkansız. Bu sadece bir video oyun. Paranormal olsa da, olmasa da bana zarar veremez değil mi? Gerçekten, böyle bir şey yapamaz değil mi? Her seferinde kendime bunu hatırlatıyorum, ama yine her seferinde böyle olmayacağı konusunda düşünmeden edemiyorum.

 12 Eylül, 2010

Olanları toparlamama izin verin Biliyorum jadusable hakkında endişelisiniz, ama o iyi. Taşınma işlemini bugün bitirdi, ve eve döneceğini söyledi, sadece yarıyıl tatilini geçiriyor, neler olduğu konusunda cidden emin değilim. Belirsiz bir fikrim var, ama siz çocuklar büyük ihtimalle benim bildiğimden daha çoğunu biliyorsunuzdur. Ben jadusable'ın oda arkadaşıyım ve belli ki birkaç gündür onda bir şeyler yolunda gitmiyordu. Tüm zaman boyunca odasında kaldı, tüm arkadaşlarıyla iletişimi kopardı, ve eminim ki doğru dürüst bir  şeyler de yemiyor, ikinci günden sonra orada daha fazla kalamadım, ve bir arkadaşımın odasına taşındım, odaya sadece ihtiyacım olan eşyaları almak için dönüyordum. Onunla konuşmaya çalıştım fakat benimle konuşmasını yarıda kesti, kenidsine bir şeyin musallat olduğu konusuna ikna olmuş gibiydi. Dün, felsefe kitabımı almak için odaya girdim ve bana yaklaştı, korkunç görünüyordu, gözlerinin altında korkunç torbalar vardı. Bana bir flaş disk verdi ve çeşitli tavsiyelerde bulundu. Ve son bir iyiliğe ihtiyacı olduğunu söyledi, sonunda neler olup bittiğini bana açıkladı, ardından Youtube hesabının bilgilerini verip, buradan ayrılacağını söyledi, bir şeyin onu oyunu oynaması için kışkırttığını, bunun yerine bazı şeylerin değiştireceğini söyledi ve başına gelenlerin videosunu Youtube'a yüklememi istedi. Bunu kendisinin yapabileceğini söylediğimde bana korkunç bir bakışla o oyunu bir daha görmek istemediğini açıkça ima etti. Bu bana söylediği son şeydi, ailesi onu almaya geldiğinde dahi hoşçakal demedi.

  Size açıkça ne olduğunu söyleyemem. Anlaşılması zor şekilde konuşması ve bitik görünüşü beni gerçekten rahatsız etti. Flaş diskte oyunun bir bölümü kayıtlıydı, Youtube adresinin kullanıcı adı ve şifresini içeren metin belgesi, ve Gerçek.txt adlı, notlarını içeren bir dosya vardı. Her şeyden bahsettiğini söyledi, böylece talimatlarına harfiyen uyacaktım, normalde lanet bir video oyunu için bunlara ''harfi harfine'' uymazdım, fakat konuşma şekli ve davranışları gerçekten ciddiydi, ve ben buna saygı gösterecektim. Bu video dünden beridir bende, fakat kullanım talimatları için birine ihtiyacım var, bu benlik bir iş değil. Videoyu izledikten sonra geri döndüm ve önceki videolarını izledim, bunlar beni ciddi anlamda düşüncelere sevk etti. Videoyu bugün yayınlayacağım, Gerçek.txt'yi ayın 15'i  gibi yayınlamayı düşünüyorum. Ona bakmaya daha cesaret edemedim, bu yüzden eğer dostuma saygılıysanız, benim ilk defa göreceğim zaman sizin de ilk defa göreceğiniz zamandır. Sorularınıza cevap olarak: hayır, daha onu aramaya çalışmadım, iyi olup olmadığını anlamak için ona yarın ulaşmayı deneyeceğim . Şimdi evine dönmüş olmalıdır.

 15 Eylül, 2010

 Hey çocuklar 'jadusable' burada. Bu beni duyacağınız son zaman, ve bu benim size son hediyem. Bunlar aldığım notlar ve idrak ettiğim gerçekler. Bunların içine dalmadan önce, takibiniz ve anlayışınız için size teşekkür etmek istiyorum. Bir yük omuzlarımdan alınmış gibi hissediyorum. Bunları okuyacağınız zaman etraflarda olmayacağım, fakat bu çıldırtıcı oyunla dört gün harcadıktan sonra ortada nelerin döndüğünü anlamaya başladım, ve Tanrı'ya  şükür bunun bir daha yaşanmayacağına emin olabiliriz.

 Birazdan açıklayacağım koşullar nedeniyle size anlatamayacağım şeyler var. Ben'in sizlere gerçeği ulaştırmak için yaptığım her şeyi engellemesi ile ilgili, denedim, kurnazca sizi uyarmaya çalıştım. Kaosun ortasında ve çılgınlığın içinde, videolarıma zorlukla görülebilen bir kalıp yerleştirdim, beş videoyu dört günün üzerinde bir zamanda kaydettim. Aynı anda hem doğruluk maskesini taktım ve dedikodu taşıyla etkileşime geçtim, veya bazı noktalarda gerçeğin lensini taktım. Siz, Zelda meraklıları için bunlar dürüstlük ve güvenilirliğin sembolleriydi, ve birinizin referansı yakaladığını umdum. 'BEN' dosyasını oynadığım sırada, Ben'in oyundaki her hamlemi nasıl izlediğine dikkat ettim, fazla belirgin şeyler yapmaktan kaçındım, ama size gizli bir mesaj gönderebildim çocuklar. Ne lensi veya maskeyi taktım ne de taşa uğradım. Bu işe yaradı ve video yüklendi. Ben'in fark etmediği baskıyı birinizin fark etmesi için dua ettim.

 Aynı şekilde başlıklar da uyumluydu, umarım buna dikkat etmişsinizdir. Bunlar size mesajlarımdı, Ben'in dikkatini çekebilecek ya da onu şüphelendirecek şeyler değildi.

 Bu konuda kapandığına göre artık GERÇEĞİN ne olduğunu anlamaya çalışabiliriz.


 Ç.N: Bu partı burada bitiriyorum. Bunun ardından günü saatlere ayırmış ve o şekilde yazmaya devam etmiş, cuma günü yayınlayacağım son part olacak.


22 Ağustos 2016 Pazartesi

Ben Drowned ( Part 1 )

Eylül,2010

 Pekala /x/. bu konuda yardımına ihtiyacım var. Bu bir copypasta değil, bu uzun bir yazı. Ama güvenliğimin ve sağlığımın buna bağlı olduğunu hissediyorum. Bu bir video oyunuyla ilgili özellikle Majora'nın maskesi ile, ve bu tüm hayatım boyunca başıma gelmiş en ürkütücü olay.


 Söylemiş olayım, son zamanlarda ikinci sınıf öğrencisi olarak yurt odama taşındım, ve bir arkadaşım bana eski Nintendo 64'ünü verdi. Kısaca söylemek gerekirse heyecandan havalara uçmuştum. Neredeyse on yıldır dokunmadığım, çocukluğuma ait oyunları oynayabilecektim. Nintendo 64'ü sarı bir kontrol cihazı ve Super Smash Brothers'ın ucuz bir kopyası ile geldi ve dilencilerin seçici olmadığı bu zamanlarda 9 level yapay zekayı dövmekten çabucak sıkıldım.

 O haftasonu,kampın dışındaki birkaç komşuyu ziyaret etmeye karar verdim, yerel garaj satışlarına uğradım (cahil ebeveynlerle iyi bir pazarlık umarak), Pokemon Stadium'un bir kopyası, Goldeneye (007'yi çok severdim), F-Zero, ve 2 dolara birkaç kontrol cihazı alarak günü sonlandırdım. Memnun olmuş bir şekilde mahalleden çıkmaya başlamışken son bir ev dikkatimi çekti.( Neden olduğuna dair hala bir fikrim yok.) Etrafta araba yoktu ve üzerinde çer çöp olan tek bir masa kurulmuştu, fakat bir şey beni kendine çekmişti. Genelde bu tür şeylerde hislerime güvenirdim, o yüzden kenara çektim ve yaşlı bir adamla karşılaştım. Dış görünüşü tanımlayabilecek daha iyi bir kelime olmadığı için can sıkıcıydı. Bu garipti, çünkü bana onun neden can sıkıcı olduğunu sorsaydınız herhalde net bir cevap veremezdim. Size söyleyebileceğim tek şey zamanım öğlen olmadığı ve bağırma mesafesinde de herhangi bir insanın bulunmadığıydı. Bu adama yaklaşmayı düşünmek dahi istemiyordum.

 Çarpık bir gülümsemeyle bana baktı ve ne istediğimi sordu, ve aniden onuın bir gözünün kör olduğunu gördüm. Sağ gözü o gizemli beyazlığa sahipti. Kendimi adamın sol gözüne bakmaya zorlayarak hiç eski video oyununa sahip olup olmadığını sordum.

 Çoktandır adam bana video oyunun ne olduğunu sorunca nasıl kibarca cevap vereceğimi düşünmeye başlamıştım, ama beni şaşırtarak eski birkaç tane olduğunu söyledi. Beni bir lahzada* döneceğine ikna etti, ve garajına girdi. Onun aksayışını izlerken, isteksizce masasında neler sattığına baktım. Masanın karşısında tuhaf tablolar; psikaytristlerin kullandıklarına benzer çeşitli mürekkep lekeleri vardı. Merakla onlara baktım. Adamın garajına neden kimsenin uğramadığı açıktı. Bunlar estetik zevkten uzaktı. Sonuncusuna geldiğimde, bir nedenden onu Majora'nın maskesine benzettim. Küçük diken çıkıntılı aynı kalp şeklinde gövde. Bu Freud yanlısı saçmalıkları gördükçe, gizliden gizliye  oyunu garajından çıkaracağına dair ümit beslemeye başlamıştım, ama ardından yaşanan olaylardan sonra artık çok emin değilim. Bunun hakkında adama soru sormam gerekirdi, keşke bunun hakkında adama soru sorsaydım.

 Majora şeklindeki lekeye baktıktan sonra başımı çevirdiğimde yaşlı adam yine oradaydı, ellerini bana uzatmış gülümsüyordu. Sizi temin ederim bana bir Nintendo 64 kartuşu uzatınca, refleksten yerimden hopladım ve tedirgin bir şekilde gülmeye başladım. Siyah bandının üzerindeki beyaz 'Major' yazısı hariç standart gri renkteydi. Bunun nasıl bir tesadüf olduğunu düşündükçe karnımda kelebekler uçuşmaya başladı ve adama bunu ne kadar istediğimi anlattım.

 Yaşlı adam bana gülümsedi ve bunu bedavaya alabileceğimi söyledi. bu artık burada yaşamayan bir çocuğa aitmiş. Adamın bunu bahsediş şeklinde bir gariplik vardı, ama buna çok dikkat etmemiştim o zaman. Bu oyunu bedava edindiğimden dolayı zafer sarhoşu olmuştum.

 Kartuşun gizemli görünüşünden ve çalışacağının garantisi olmamasından kendime biraz şüpheci olmayı hatırlattım, fakat ardından içimdeki iyimser taraf harekete geçti ve bunun beta versiyonu veya korsan olabileceğini düşündüm. Ve bu tekrardan Cloud Nine'a** dönebilmem için ihtiyacım olan fırsattı. Adama teşekkür ettim. adam bana gülümsedi ve '' Kendine iyi bak, sen '' dedi. En azından ben öyle dediğini sandım. Adamın başka bir şey dediğine dair içimde ufak bir endişe vardı. Endişelerim oyunu açınca doğrulandı. ( Çalışması bile beni şaşırtmıştı.) Tek bir kayıt dosyası vardı ve adı basitçe ' BEN 'di '. Adam '' Kendine iyi bak Ben '' demişti. Onun için üzülmüştüm, belli ki o bir büyükbabaydı ve yine belli ki bunamaya başlamıştı, ve ben bir nedenden ona torunu Ben'i hatırlatıyordum.

 Meraktan kayıt dosyasına baktım. Görünüşe göre oyunda baya ilerlemişti. Neredeyse maskelerin tamamına sahipti, ve bossların*** 3/4'ünü yenmişti. Oyununu kaydetmek için bir baykuş statüsü kullandığını fark ettim, 3. gündeydi ve Stone Tower Tapınağı'na göre ayın çatlamasına en fazla vbir saat kalmıştı. Oyunu bitirmeye bu kadar yaklaşıpta bitirememenin ne kadar üzücü olduğunu hatırlıyorum. Gelenekten ötürü yeni bir kayıt dosyası oluşturdum ve adını Link**** koydum, artık çocukluğumu tekrar yaşamaya hazırdım.

  Bu kadar şüheli bir kartuşa göre oyunun ne kadar temiz çalıştığı beni hayrete düşürdü. Birkaç ufak sorun ( eksik kaplamalar, rastgele ara sahne belirmesi gibi, ama çokta önemli değildi.) dışında oyun neredeyse tamamem orjinalinin aynısıydı. Yine de sinir bozucu bir sorunu vardı. NPC*****ler beni bazen Link bazen ise Ben olarak çağırıyorlardı. Bunun sadece bir hata olduğunu düşündüm. Programlamadaki bir sorun kayıt dosyalarının birbirine karışmasına neden oluyordu. Bu beni bir süre korkuttu, ve Woodfall Tapınağı'ndaki yenilgiden sonra üzülelerek BEN dosyasını silmem gerekti. Sorunu çözeceğini umdum. Hem çözdü, hem de çözmedi. Artık NPC'ler bana herhangi bir şekilde hitap etmiyorlardı, diyalog penceresinde adımın olması gerektiği yerde sadece boşluk vardı.( Yine de kayıt dosyamın adı Link'ti.) Hayal kırıklığı ve yapılması gereken ödevlerle oyunu bir günlüğüne bıraktım.

 Dün gece oyunu oynamaya tekrar başladım, Doğruluk Lensi'ni aldım ve Snowhead Tapınağı'na doğru yolumu açmaya başladım. Şimdi, gerçek Majora'nın Maskesi fanlarının bildiği bir 4. gün hatası vardır. Bilmeyenler googlelayabilirler fakat özetle, saat tam 12:00:00'ı vurduğunda bir gökbilimciyle konuşur ve bir teleskopa bakarsın. Eğer doğru zamanlarsan geri sayım biter ve yaptığın şeyi bitirmek için yeni bir güne kavuşursun. Snowhead Tapınağı'nı bitirmek için bu hatayı kullanmaya karar verdim, ilk seferinde başardım ve yan taraftaki geri sayım sıfırlandı.

 Her nasılsa teleskoptan çıkmak için B'ye bastığımda, gök bilimci ile karşılaşmak yerine kendimi oyun sonundaki Majora'nın Boss dövüş odasında buldum. Üzerimde uçuşan Skull Kid'e bakıyordum. Ses yoktu, sadece üzerimde geziniyordu, ve arka plan müziği olması gerektiği gibiydi. (Ama yine de korkutucuydu.) Hareket etmeyi denedim, ve nereye gidersem gideyim Skull Kid bana bakıyordu, doğrudan bana, sessizce. Gerçi bir şey olmadı, ve bu altı saniye sürdü. Oyunun bozulduğunu falan düşündüm. Son zamanlarda bu konu hakkında fazla şüphelenmeye başlamıştım.

 Ekranımda metin belirdiğinde neredeyse reset tuşuna basacaktım. '' Nedenini bilmiyorsun ama, görünüşe göre bir rezervasyon yaptırmışsın.'' Aniden bu yazıyı tanıdım. Stock Pot Hanı'nda Anju'dan oda anahtarını alırken bu mesajı görüyordunuz. Ama neden şimdi çıkmaması gereken yerde çıkmıştı. Oyunun benle iletişim kuruyor olabileceği fikrini reddettim. Tekrar odayı araştırmaya başladım, etrafta etkileşime geçebileceğim bir şey var mı diye baktım, ardından ne kadar aptalca davrandığımı fark ettim. Yaklaşık 15 saniye sonra yeni bir metin belirdi, tıpkı ilki gibi önceden var olan bir sözcük grubuydu. '' Tapınak boss'una gidilsin mi? Evet/Hayır '' Bir saniye duraksadım, neye basmam gerektiğini ve oyunun nasıl tepki vereceğini düşünürken Hayır'ı seçemediğimi fark ettim. Derin bir nefes aldım, evete bastım ve ekran  '' Yeni bir günün şafağı'' yazısı ve  '' IIIIII '' alt metni ile beyaza döndü. Işınlandığım yer beni en yoğun dehşet hissi ile karşılayacak ve bedenimi yaşamak üzere olduğum en korkunç tecrübe ile dolduracaktı.

 Orada ne hissettiğimi açıklamanın tek yolu derin ölçüde duyulan, tanımlanamaz depresyonu sizin de bizzat yaşamanızdı. Normalde depresif bir insan değildim fakat orada yaşadığım şey, daha önce var olduğunu bile bilmediğim bir histi. Bu şey o kadar sapkın, o kadar güçlüydü ki sanki beni ele geçiriyordu.

 Clock Town'ın garip belirsiz bir versiyonu ile karşılaştım. Saat kulesinden çıktım. ( Normalde ilk gün bunu yapardınız.) Emin olabildiğim tek şey kasaba sakinlerinin gitmiş olduğuydu. Normalde 4. gün hatasından dolayı gardiyanları ve köpekleri kasabada turlarken görebilirdiniz, fakat bu sefer hepsi gitmişti. Bunların yerini dışarıda bir şeyin olduğuna dair, uğursuz bir his almıştı, aynı bölgede sanki bir şey beni izliyordu. Adımın altında 4 kalbe ve Hero's Bow'a sahiptim. Ama avatarım için değil kişisel güvenliğim için endişeleniyordum. Belki de en ürpertici his müzikti. Arka planda Song of Healing'i duyuyordum. Doğrudan oyundan alınmıştı, ama tersten çalıyordu. Müziğin sesi giderek artıyordu. Sanki bir şeyin habercisi gibiydi, ama hiçbir şey olmadı ve zihnimdeki sürekli döngü geçmek bilmedi.

 Şimdi ve o zaman Happy Mask Salesman'in soluk kahkahasını arka planda duyabiliyordum. Emin olamayacağım kadar alçak, fakat kendisini bulmam için beni cesaretlendirecek kadar da yüksek sesliydi. Clock Town'daki dört yere de baktım, ama hiçbir şey bulamadım. Hiç kimseyi. Kaplamalar kayıptı. West Clock Town beni havada yürütmek zorunda bırakmıştı, tüm bölge çökmüş bitmişti. Umutsuzca bitmişti. Song of Healing tersten en az 50. ye  çalıyordu. Daha önce hiçbir video oyununda bu kadar yalnız kalmadığımı fark etmiş bir şekilde kalakaldığımı hatırlıyorum.

 Clock Town'dan çıkmaya çalıştım. Ama her deneyişimde sadece ekran kararıyor ve şehrin başka bir bölgesine ışınlanıyordum. Ocarna'mı çalıştırmayı denedim. Kaçmaya çalıştım. Burada OLMAK istemiyordum, ama Song of Time veya Song of Soaring çaldığımda '' Uzaktan gelen çığlıklar işitiyorsun, ama hiçbir şey olmuyor..'' yazısı çıkıyordu. BU noktadan itibaren oyunun beni çıkarmayacağını anladım. Ama neden beni burada tuttuğuna dair hiçbir fikrim yoktu. Binaların içine girmek istemiyordum. Oralarda korktuğum şey her ne ise ona karşı çok savunmasız kalacaktım. Aklıma nereden geldi bilmiyorum ama, eğer kendimi Laundry Pool'de boğarsam başka bir yerde doğabilirdim ve buradan kurtulabilirdim.


 Havuza doğru koşmaya başladım, işte o zaman Link başını tuttu, ekran kısa bir anlığına Happy Mask  Salesman'ın bana gülümsemesi ile parladı.(Link değil) Bu sırada arka planda Skull Kid'in çığlıkları duyuluyordu, ve ekran eski haline döndüğünde Elegy of Emptines müziği eşliğinde Link'in heykeline bakıyordum. Heykel, rahatsız edici bir yüz ifadesi ile bana baktığında çığlık attım. Arkamı dönüp South Clock Town'a doğru kaçmaya başladım, ve Heykel aynı Doctor Who'daki Weeping Angels gibi beni takip etti. Rastgele aralıklarla heykelin animasyonu arkamda belirmeye başladı. Bu şey sanki beni kovalıyordu, ya da - daha kötüsü - bana dadanmıştı.


 Bu noktada, histeri eşiğine gelmiştim. fakat aklıma bir kere bile konsolu kapatma düşüncesi gelmemişti. Nedenini bilmiyorum ama bu şeye çok kapılmıştım. Korku o kadar iliklerime işlemişti ki heykeli sarsmaya çalışmıştım, fakat her seferinde aniden arkamda belirmişti. Link daha önce görmediğim garip hareketler yapmaya başladı.Kollarını kaldırıp spazmlar geçirmeye başlamıştı ki, sahne tekrardan  o lanet heykel ile karşılaşmadan önce Happy Mask Salesman'ın gülüşü ile kesildi. Kılıç ustasının Dojo'suna doğru kaçmaya başladım. Bilmiyorum fakat o panikle sadece yalnız olmadığımı görmek istemiştim. Şansıma kimseyi bulamadım, fakat tam dönüp gidecekken heykel beni arkadaki köşeye sıkıştırdı. Heykele kılıcımla saldırdım ama işe yaramadı. Kafam karışmış bir şekilde köşeye döndüm. Tam heykelin beni öldürmesini beklerken, aniden ekran parladı ve Happy Mask Salesman ve Link yüzlerini ekrana döndürdüler. Heykelin hemen yanında bana dönmüşlerdi. Doğrudan bana bakıyorlardı. Dördüncü duvarın yanındaki şey her ne ise, ben dehşet içinde kaçmadan önce paramparça oldu. Aniden oyun beni bir yeraltı tüneline ışınladı ve heykel bir anlığına dinlenmeme izin vermişken ters Song of Healing tekrardan çalmaya başladı. Heykel bu sefer daha agresifti. Arkamda belirmeden önce en fazla birkaç adım atabiliyordum. Alelacele tünelin dışına doğru yolumu yaptım. Kendimi South Clock Town'da buldum. Hedefsizce koşarken - kontrolsüz bir panik ile - biri çığlık attı ve ekran  '' Yeni bir günün şafağı '' ve '' IIIIIII '' ile tekrar siyaha döndü.

 Ekran karardı ve Saat Kulesi'nin tepesinde, Skull Kid'in sessizce üzerimde uçması ile uyandım. Yukarı bakmıştım ve ay geri dönmüştü, kafamın hemen üstünde bir karartı gibi görünüyordu,  fakat Skull Kid'in o lanet maske ile bana bakmaya başlaması ile bu an bozuldu. Bu sefer Stone Tower Theme tersten çalmaya başlamıştı. Umutsuz bir denemeyle, yayımı kuşandım ve Skull Kid'e sıktım. Okun onu vurmasına şaşırdım, ve bir ok daha attım. Yeni bir metin belirdi. '' Bunun sana bir yararı olmayacak. Heee, heee, heee ''  Yerden kaldırıldım, sırtımın üzerinde havada uçuyordum, ardından Link ateşlerde yanmaya ve çığlık atmaya başladı, ani bir ölüm oldu bu.

 Bu yaşandığında yerimden zıpladım. Bu hareketi oyunda daha önce KİMSENİN kullandığını görmemiştim ve Skull Kid'in herhangi bir hareketi yoktu. Ölüm ekranı çıktığında cansız bedenim hala yanıyordu, Skull Kid güldü ve ekran karardı, aynı yerde tekrar doğdum. Ona saldırmaya karar verdim, ama yine aynı şey oldu. Link'in bedeni bilinmeyen bir güç tarafından havaya kaldırıldı ve aniden yanmaya başladı. Bu sefer ölüm ekranında tersten Song of Healing'in baygınlık geçirtecek sesi tekrar duyuldu. Üçüncü seferinde hiç müzik duyamadım, ürkütücü bir sessizlik vardı sadece. Skull Kid ile normal karşılaşmamızda Ocarina'yı kullanacak ve zamanda geri gidip devleri çağıracağımızı hatırladım. Song of Time'ı çalmaya çalışsam da son notada Link'in bedeni yanmaya başladı ve öldü.

  Ölüm ekranında kartuş, sanki birden çok işlemi aynı anda yürütüyormuş gibi gıcırdamaya başladı... Ekran geldiğinde ilk üç seferdeki aynı sahneydi bu. Link'in yerde yatan ölü bedeni hariç. Onu daha önce hiç böyle görmemiştim, kafası kameraya dönüktü, Skull Kid havada yine uçuyordu tabi. Hareket edemedim, hiçbir tuşa basamadım. Tek yapabildiğim Link'in ölü bedenine bakmaktı. Yaklaşık 30 saniye sonra oyundan atılmadan önce '' Korkunç bir kaderle karşılaştın, değil mi? '' yazısı çıktı.

 Ana menüde oyuna tekrar başlayacakken benim kayıt dosyamın artık orada olmadığını gördüm. Bunun yerine ' SENİN SIRAN ' yazısı gelmişti. SENİN SIRAN'ın 3 canı ve 0 maskesi vardı, fakat hiç eşyası yoktu. Bunu seçtiğimde aniden Link'in öldüğü ve Skull Kid'in havada uçtuğu o Saat Kulesi'nin çatı katına geri dönmüştüm. Reset tuşuna bastığımda artık SENİN SIRAN diye bir kayıt dosyası yoktu, bunun yerine 'BEN' dosyası vardı. BEN silinmeden önceki halinde geri dönmüştü, ayın neredeyse parçalanmak üzere olduğu zamanda Stone Tower tapınağındaydık.

 Bu noktada oyunu kapattım, batıl inançlı biri değildim fakat bu benim için bile çok ÇILGINCAYDI. Oyunu bugün hiç oynamadım, lanet olsun... Dün gece adam akıllı uyuyamadım, kafamda tersten Song of Healing'i işitmeye devam ediyordum ve Clock Town'ı keşfederken yaşadığım dehşet hissi... Bir arkadaşımla bugün yaşlı adamın evine gittim. ( Oraya tek gitmemin imkanı yoktu.) Evde bir satılık işareti buldum, zili çaldığımda evde kimse yoktu.

 Şimdi diğer düşüncelerimi kağıda geçiriyorum, ve yaşanan şeyleri kaydediyorum. Eğer yazım hataları varsa üzgünüm, tüm bunların üzerinde uykusuzca çalışıyorum. Bu oyun yüzünden dehşete düşmüş durumdayım. Bu yüzden şimdi bunları yazarken olanları tekrar yaşadım, ama içimde göründüğünden fazlası olduğuna dair bir his var, ve bir şey beni ileride olanları incelemem için çağırıyor. Sanırım bu denklemde ' BEN ' önemli bir yer tutuyor, nedenini bilmiyorum fakat yaşlı adama ulaşırsam birkaç cevap bulabileceğimi düşünüyorum. Bu oyunu tekrar ele almadan önce kendime gelebilmem için bir güne ihtiyacım var. Şimdiden akıl sağlığımın bir kısımını yitirdiğimi hissediyorum, ama bir dahaki sefere bunları yaptığımda başıma gelenleri kayda alacağım. Bu fikir ancak işin sonunda aklıma gelebildi, bu yüzden benim gördüklerimin son birkaç dakikasını görebilirsiniz. ( Çeviri notu: Yazar, Day Four.wmv adında  5 dakikalık bir video hazırlamış.)

 Yarın Ben kayıt dosyasına bir göz atmayı düşünüyorum, şimdilik bu kadar. Umarım tüm bunlar geliştiricilerin hazırladığı, oyunun garip bir versiyonudur. Çünkü bu beni gerçekten korkutuyor.


Ç.N: Okuyucularımızdan birkaçının isteği üzerine bu CP'yi çevirdim. Fakat biraz uzun olduğu için tıpkı Seer of Possibilities'teki gibi birkaç parçaya ayıracağım.

*= Zamanın bölünemeyecek denli kısa bir parçası.

**= Oyunda bulunan bir taverna.

***= Bölüm sonu canavarı

****= Oyunda kontrol ettiğimiz karakterin adı.


*****= Yapay zeka kontrolündeki karakter.

19 Ağustos 2016 Cuma

"The Perfect Plan"

Pazartesi; mükemmel bir plan yaptım. Kimse arkadaş olduğumuzu bile bilmiyordu.

Salı; babasından silahı çaldı.

Çarşamba; sonraki günkü moral toplantısında hamlemizi yapmaya karar verdik.

Perşembe; bütün okul spor salonundaydı, kapının hemen dışında bekledik. Kapıdan çıkan ilk kişide silahı kullanacaktım. Ardından silahı o alıp ateş ederek salona girecekti.

Rehberlik danışmanı Bay Quinn'e doğru yürüdüm ve yüzünden 3 kez vurdum. Ölü bir şekilde salona düştü. Ateş sesi sağı ediciydi. Salondan çığlıklar duyuyorduk.

Bizi daha kime görmemişti. Ona silahı verdim ve fısıldadım "Senin sıran."
Spor salonuna koştu ve ateş etmeye başladı.

Bir dakika sonra onu takip ettim.

Henüz kimseyi vurmamıştı. Çocuklar çırpınıp saklanıyorlardı. Kargaşa vardı.

Arkasından koştum ve onu yere düşürdüm. Boğuştuk. Silahı elinden zorla aldım, ona çevirdim ve onu öldürdüm. Ağzını sonsuza dek kapadım.

Cuma; kahraman ilan edildim.

Gerçekten de mükemmel plandı.

Ç.N:
Bu Cp biraz aceleye geldi ama yapmam gereken bir duyuru vardı, bundan sonra paylaştığım CP'lerde sık sık sorulan sorulara da cevap vermeye karar verdim. Her ne kadar çoğu kişisel soru da olsa, cevaplamaktan mutluluk duyarım ^^ Böylece herkes memnun kalır ^,^ O yüzden en çok sorulanlarla şimdiden başlıyorum;
Adın ne? Adım ne yazık ki bir sır ^,^
Yaşın kaç? 17 *-*
Kız mısın erkek mi? Kızım, ama ona göre davranmanız gerekmiyor :D
Ve biri iletişim formundan demiş ki  "Niye creepypasta.com un çakmasını yapıyosunuz? Hemde blogspot ile yapmissiniz. Tutmaz bu site. Kodlama bilmiyosunuz. Site kodlayamiyosunuz. Creepypasta.com bin basar." Ben burayı orjinal sitenin çakması olarak açmadım, belki farkında değilsin ama herkes İngilizceyi tam olarak anlayamıyor :3  Ve bu da demek oluyor ki orjinal site ile yarışma derdinde değilim, çünkü ben blogumu popüler yapma derdinde değilim, tek isteğim hikayeleri İngilizce olarak okuyamayan insanlara okuma şansı vermek ^o^ Üstelik benim kodlama bilen bir sürü arkadaşım var, istesem yardım alırdım onlardan. Ama dediğim gibi, blogumu popüler yapma derdinde değilim o yüzden normal Blogspot şablonu ile sade bir blog kimseye zarar vermez ;)
[Creepypasta By Huntfrog]

17 Ağustos 2016 Çarşamba

"Annoying Neighbour"

Eskiden şehir merkezinde küçük bir apartmanda yaşardım. Taşınmamın sebeplerinden biri de kötü komşuluktu. Ama taşındığım yerdeki üst komşum
daha kötüydü. Sahibi tuhaf görünen bir adamdı ve içine kapanıktı. Ama gece yarısı yukarıdan tuhaf sesler geliyordu.

Bu tuhaf sesler sinirlerimi bozuyordu. Ses yüksek değildi ama gerçekten zor uyuyanlardandım, o yüzden gözlerimi kapatıp uyuyamıyordum. Sanki birisi yüksek topukluyla yürüyordu ama ses o kadar yüksek değildi hatta sessiz olmaya çalışıyordu. Birkaç gün sonra sesin hep aynı şekilde olduğunu
farkettim. Aynı bir videonun tekrar, tekrar oynaması gibi. Sonra sese alışmaya başladım ve artık uykuma etki etmiyordu.

Sadece birkaç yıl sonra kızıma ödevinde yardım ederken biraz mors alfabesi öğrenmiştim. Kızım masaya yumruklarıyla vurmaya başladı, kızın yaptığı ses yukardan gelen sesin tıpatıp aynısı olunca ürperdim.

Kızıma ne demek istediğini sorunca kızım güldü:

''Bu en kolayı baba,'' dedi '' Bunu yardım istersen yapıyorsun.''

Ç.N:
Bu CP Emre Kuranel isimli arkadaşımız tarafından çevirilmiştir ^,^
Sonu harika biten CP'lerden bir tanesi daha *-*

13 Ağustos 2016 Cumartesi

Orpheus

Karım bir süredir kör. sanırım, ona şiddetli glakoma tanısı konmasından beri kabaca üç yıl geçti. Onun buna alışabilmesi  için yapabileceğim tek bir şey var. Yapabileceğim  tek şey ona uyum sağlamak.

 '' Dinle tatlım.'' dedim bir gece yatakta yatarken. '' Sen göremediğin sürece ben de gözlerimi kapatacağım ve böylece bunu beraber atlatacağız.''

 Bunun aptalca olduğunu savunsa da, daha rahat hissetmeye başladığını söyleyebilirim.

Sözümü tuttum. Bu uçurumla nasıl baş edeceğimizi öğrendik, bununla yaşayabilmeyi öğrendik. Birlikte. Gözlerimi hiç açmadım. O güldüğünde ve yüzündeki mutluluğu görmek istediğimde bile. Ona gece şarkı söylerken bile.  Aynı yatakta birlikte olduğumuzda bile. Çığlıktan ardından benimle konuşmayı kesmesinden sonra bile.

 O beni hala seviyor, sessiz ve kör olsa bile. Bunu hissedebiliyorum. Neredeyse ondan yayılan o güzel gülücüğü hissedebiliyorum. Zar zor, parfümünün ve şampuanının kokusunu alabiliyorum. Onu sadece bir kez görmek istiyorum, son bir kez.

 Sabahleyin, onun yanında gözlerim kapalı uyandım. (Bunu kendime öğretmiştim.) Şimdi, bir göz atmanın vakti geldiğine karar verdim.

 Gözlerimi yavaşça açtım, o kadar aydınlıktı ki görüşüm başta tamamen bulanıktı, sadece belirli renkleri seçebiliyordum. Ardından kanım dondu. Gördüğüm, hayal edebileceğim en aşağılık, en iğrenç şeydi; hiç kimse.

Ç.N; Bunu bir özür olarak kabul edin, dün gece bir CP paylaşmıştım fakat daha önce çevrildiği uyarıları geldi. Bu nedenle onu silmek zorunda kaldım.

CP hakkında, bu CP 'Orpheus ve Eurydice' adlı Yunan mitolojisinden ilham alınarak yazılmıştır.

10 Ağustos 2016 Çarşamba

"The Story"

Büyükbabam. Ailemde en sevdiğim kişiydi. Sürekli bana destek olur, ne zaman sıkılsam bana hikayeler anlatırdı. 

15 yaşlarımdayken sürekli kilomdan şikâyet eder, yiyip de kilo almayanlara özenirdim. Bir ara depresyona girip hiçbir şey yememeye başladığımda anlatmıştı o hikayeyi. Tek bir kelimesini unutamadığım hikaye. 

" Şeytanlar ve cinler bizimle birlikte yaşarlar. Onlar doğup büyüyüp öldükleri gibi yerler, içerler ve ürerler. Özellikle belli nedenlerden dolayı ruhu zayıflamış kişilere musallat olurlar. O kişi ne yapıyorsa onunla beraber olurlar. Zamanla zayıf olan ruh yok olmaya baslar. Cinler veya şeytanlar bedene sahip olmak isterler. Kişi asla kilo alamaz. Sakarlaşır. Anılarını unutur. Duygu ve düşüncelerini yitirir. Felç geçirir ve en sonunda ölür. "

Ben diyetisyene gidip zayıfladıktan sonra büyükbabam her şeyi unuttu. Sürekli bir yerlerden düşüp bir taraflarını kırıyordu. En sonunda yatalak oldu ve birkaç hafta önce öldü. Morgda onun cesedine baktım. Vücudunda bu dünyaya ait olamayacak şekilde tuhaf izler vardı. 

O izleri hala unutamadım. Her gece aklıma geldi, hikayeyi hatırladım. Korkudan uyuyamadım. Ama asıl korktuğum izler değildi. Asıl korktuğum şey ne yersem yiyeyim kilo alamıyor olmamdı.

Ç.N:
Bu harika sona sahip hikaye Ruassa tarafından yazılmıştır ^o^

7 Ağustos 2016 Pazar

I'm a Search and Rescue Officer for the US Forest Service, I Have Some Stories to Tell

 Birazdan okuyacaklarınız Reddit adlı sosyal medya platformunda kendinin Amerikan arama kurtarma ekibinde bir görevli olduğunu iddia eden kullanıcının ağzından yazılmıştır. Hiçbir ekleme veya çıkarma yapılmamıştır.

 Bu olayları nerede paylaşacağımdan emin değildim, bu yüzden onları burada paylaşmayı düşündüm. Birkaç yıldır SAR'da* görevliyim, ve tüm bu zaman boyunca başımdan ilginizi çekebileceğini düşündüğüm bir takım olaylar geçti.

- Kayıp insanları bulma konusunda güzel bir sicilim  vardı. Kaybolanlar çoğu zaman ya yolu şaşırır ya da orta boyutlu bir kayaya sıkışırlar ve geri dönüş yolunu bulamazlardı. Çoğu ''Kaybolduğun yerde kal'' lafından haberdar olup çok fazla uzaklaşmazdı. Fakat bunun yaşanmadığı iki durumla karşılaştım. İkiside beni bir hayli sıkıntıya soktular,  ve onları atandığım kayıp vakalarında birer motivasyon kaynağı olarak kullandım. İlki ailesi ile  böğürtlen toplamaya çıkmış bir çocuktu. Kız kardeşi ile aynı anda kaybolmuşlardı. Ebeveynleri onları anlığına görüş açılarından çıkarmışlardı. Ve bu zaman aralığında iki çocukta kaybolmuştu. Aileleri onları bulamayınca bize haber vermişlerdi ve biz de yardıma gelmiştik. Kızı çabucak bulduk, ve kardeşinin nerede olduğunu sorunca bize ayı adam tarafından alındığını söyledi. Ona böğürtlen verip susmasını, abisi ile bir süre oynayacağını söylemişti. Kardeşini son gördüğünde ayı adamın omuzlarına çıkmış ondan sakince ve yavaşça uzaklaşıyordu. Tabi ki ilk düşüncemiz kaçırma oldu fakat o bölgede başka hiçbir insan izine rastlamadık. Küçük kız ayı adamın normal bir insan olmadığı konusunda ısrarcıydı, uzun ve yüzü tıpkı bir ayı gibi saçla örtülüymüş. Ve tuhaf bir suratı varmış. O bölgeyi haftalarca aradık, bulunduğum en uzun görevlerden biriydi, fakat o çocuğa dair hiçbir iz bulamadık. Öteki olay annesi ve dedesi ile yürüyüşe çıkmış genç bir kadına aitti. Anneye göre çocuğu ormanı daha iyi görebilmek için yukarı tırmanmış, fakat ağaçtan inmemişti. ailesi ağacın dibinde saatlerce beklemiş, ona seslenmiş, ardından  bizden yardım istemişlerdi. Tekrardan, orayı araştırdık fakat kıza dair en ufak bir iz bulamadık. Nereye gitmiş olabileceği konusunda hiçbir fikrim yoktu çünkü ne annesi ne de dedesi onu aşağı inerken görmemişti.

- Bazı zamanlar, arayışlara köpeklerle çıkarım, ve onlar beni doğrudan kayalıklara doğru götürmeye çalışırlar. Ne tepelere, ne de kumsallara, doğrudan tutunacak hiçbir yer olmayan kayalıklara. Bu her zaman şaşırtıcı olmuştur, ve her seferinde kayalığın öteki tarafında veya köpeğin bizi götürdüğü yerin yakınlarında kaybolan kişilere ulaşırız. Eminim bunun bir açıklaması vardır, fakat o açıklama bulunana kadar bana göre garip olarak kalacak bir anıdır bu.

- Özellikle sonu iyi bitmeyen bir kurtarma görevinde bulunmuştum. Dokuz yaşındaki bir kız çocuğu  toprak setten düşmüş ve vücudu yıkık bir ağacın kazığına saplanmıştı. Bu tamamıyla korkutucu bir durumdu, ama annesine olanları söyleyince çıkardığı sesi asla unutamam. Ceset torbasının ambulansa yüklendiğini gördü ve,  hayatımda duyduğum en unutulmaz en kalp kırıcı feryadı çıkardı. Sanki  tüm hayatı mahvolmuştu, ve bir parçası kızıyla beraber ölmüştü. Bir iş arkadaşımdan  olaydan birkaç hafta sonra kendi canına kıydığını öğrendim. Kızının kaybıyla daha fazla yaşayamamıştı.

- Bir SAR çalışanıyla takım oldum çünkü o bölgede ayılar göründüğüne dair rapolar almıştık. Tırmanış gezisinden dönmeyen birini arıyorduk, ki dönmesi gerekiyordu. Ve onun kaybolduğu alana ulaşmak için birkaç ciddi tırmanış yapmamız gerekti. Onu küçük bir çatlağın arasında kırık bir bacakla bulduk. Hoş bir manzara değildi. Neredeyse iki gündür oradaydı, ve bacağı ciddi şekilde enfeksiyon kapmıştı. Onu helikoptere taşıdık ve bir EMT** çalışanından duyduğuma göre psikolojik açıdan bitmişti. Tırmanışının ne kadar iyi geçtiğinden bahsediyordu, ve tepeye ulaştığında bir adamla karşılaştığından. Adamın tırmanış teçhizatı yokmuş, ve bir  kaban ve kayak pantolonu giyiyormuş. Adama yaklaşmış ve adam ona döndüğünde onun bir yüzünün olmadığını görmüş, yüzü yerinde sadece bir boşluk varmış. Korkudan, hızla dağdan inmeye çalışmış, bu yüzden de düşmüş. Tüm gece adamı duyabiliyormuş. O boğuk çığlıkları... Bu hikaye gerçekten ödümü patlattı ve o çığlıkları duyan ben olmadığım için şükürler ettim.

- Başıma gelen en korkunç şeylerden biri dağcı grubundan ayrı düşmüş bir kadınla ilgili idi. Gece yarısına kadar onu aradık, çünkü köpekler onun kokusunu alıyordu. Onu bulduğumuzda, büyük çürümüş bir kütüğün altına kıvrılmıştı. Çantası ve bir ayakkabısı kayıptı. Ve açıkça şoktaydı. Pek yarası yoktu ve bizimle beraber merkez üsse dönebilecek durumdaydı. Yol boyunca arkamıza bakıp neden 'siyah gözlü koca adamın' bizi takip ettiğini sordu. Kimseyi göremedik ve bunun tuhaf bir şok belirtisi olduğunu düşündük. Ama merkez üsse yaklaştıkça genç kadın daha da heyecanlandı. Bana, adamın ona bakmayı kesmesini söyledi. Bir noktada durdu ve ormana doğru seslendi, onu rahat bırakmasını, onunla gelmeyeceğini söyledi. Nihayet onu hareket ettirebildik, fakat etrafımızdan gelen garip sesler duyduk. Sanki bir öksürük gibiydi, fakat daha ritmik ve derinden. Bir böceğinki gibi vıcık vıcık. Bunu nasıl tanımlayabileceğimi bilemiyorum. Merkez bölgeye girdiğimizde kadın arkasını döndüğü ve bir insanın açabileceği son derecede gözlerini açtı ve bana baktı. Omzuma dokundu ve ' Senin hızlanmanı istiyor' dedi. ' Boynunun arkasındaki yaraya daha fazla bakmak istemiyormuş' Boynumun arkasında küçük bir yaram vardı fakat yakamın altında kaldığı için görünmesi imkansızdı ve bu kadının onu nasıl gördüğü konusunda  hiçbir fikrim yoktu. Bunu söyledikten hemen sonra, garip öksürük sesini sağ kulağımda işittim, az kalsın ruhum bedenimden çıkacaktı. Onu binaya soktum, ne kadar korktuğumu belli etmemeye çalışarak. Ama şunu söyleyeyim, o gece oradan kurtulduğum için gerçekten mutlu olmuştum.

-Bu anlatacağım son ve büyük ihtimalle başımdan geçen en tuhaf hikaye. SAR timinin bütününde doğru olup olmadığını bilmiyorum, fakat benim bölüğümde konuşulmayan, görmezden gelinen bir şey vardı. Bunu herhangi bir çalışana sorabilirdiniz ama bilseler dahi size konu hakkında bir şey söylemezlerdi. Üstlerimize bu konu hakkında başkalarına bilgi vermeyeceğimize dair söz vermiştik, ve bu noktada ona o kadar alışmıştık ki artık tuhaf olarak görmüyorduk. Neredeyse her davada  olduğu gibi sahranın içindeydik.- Sahra derken 30/40 millik bir alandan bahsediyorum.- Ağaçların ortasında bir bölgede  bir merdiven bulmuştuk.  Neredeyse  ağaçlar kesilip bir marangoza götürülüp özenle hazırlanılmış gibiydi. Onu ilk gördüğümde hakkında sorular sordum, ve başka bir personel konu hakkında endişe etmememi, bunun normal olduğunu söyledi. Sorduğum her insan kesin olarak aynı sözleri tekrarlıyordu. Onları kontrol etmek istemiştim, fakat bana vurgulu bir şekilde onların yanına asla yanaşmamam söylenmişti. Bulundukları bölge çalışma sahamız üzerinde olduğundan onları görmezden gelmeyi ve yakınlarında adımları hızlandırmayı öğrendim.

 Daha anlatacağım çok hikaye var, eğer ilginizi çektiyse, başka bir zaman onları anlatabilirim. Aranızda merdivenler konusunda teorisi ya da daha iyisi bilgisi olan varsa bana haber versin.

Ç.N; Aslında bu bir CP değil, inanıp inanmamak size kalmış. Kullanıcı sonra başından geçen diğer olayları da anlatmış. Eğer hoşunuza gittiyse onları da çeviririm.

* = Amerikan arama kurtarma ekibi.
** = Acil tıp cerrahı







3 Ağustos 2016 Çarşamba

"Play Until You Die"

Hayatım ilk başta harika gidiyordu, neşeli bir ailem, yüklü miktarda para getiren bir işim vardı. Kocam bir yazardı, kızım ise parlak bir lise öğrencisi. Daha ne isteyebilirdim ki? Şey…belki de bu güzel hayatın ben ölene kadar devam etmesini?

Ama bu hayal şimdi tamamen parçalara ayrıldı.

Ofisimde kahvemi yudumlayarak patronumun istediği raporu yazarken bunun olacağını nerden bilebilirdim? O lanet telefonu açtığımda hayatımın baştan aşağı değişeceğini nerden bilebilirdim? Her şeyin….benim için sona erdiğini?

Ben Eva Grace. Ve sanırım ölmek üzereyim.


                                                                                   ***

İçine 5 küp şeker attığım kahvemi yudumladım, ardından cep telefonumun titreşimini hissederek cebimden çıkardım. Normalde iş yerinde özel konuşmalar yasaktı, ancak arayanı görünce açmam gerektiğini anladım. Max, kocam, acil durumlar dışında beni kesinlikle iş saatleri içinde aramazdı. O yüzden az insanın bulunduğu bir köşeye çekilip telefonu açtım:

“Max?”

“Bayan Grace? Eva Grace?”

Telefondaki sesin sahibinin tanıdık biri olmadığını fark edince ellerim titremeye başladı.

“E-evet? Sorun nedir?”

“…Üzgünüm. Ancak kocanız ve kızınız...bir kaza geçirmişler.”

“Ne? Ne-Nasıl kaza? Yoksa onlar..?”

“Üzgünüm. Lütfen kağıt işlemleri için Medela Hastanesine gelin.”

Telefonu kapadım, hiçbir şey düşünemiyordum. Yani, ne düşünecektim? Tamamen gerçek dışı geliyordu. Hayatımda değer verdiğim 2 şey vardı; kocam ve kızım. Ve şimdi…ikisi de gitmişti.

                                                                                       ***

İşimden istifa etmiştim, yemiyordum, içmiyordum. Zaten her şey bitmişti, yaşamaya ne gerek vardı? Kapımdaki sesler her gün artıyordu, kimisi kokudan şikayet ediyordu, kimisi yardım etmeye çalışıyordu. Sanırım bu 2 haftadır böyleydi. Ama bugün değişik bir şeyler oluyordu, kapıdan ne konuştuğunu bilen biri adını hatırlayamadığım bir ruh sağlığı hastanesinden bahsediyordu, bir de bazı yeni başlangıçlardan. Ah, tabi ki dinlemedim o yüzden ne dediklerini anlamadım. Ancak kapıdaki kişinin tek bir sorusu üzerine ayağa kalkıp kapıyı açtım, ne sorduğunu çok net hatırlıyorum:

“Artık yaşaman mantıksız, değil mi?”

Ardından 2 gün süren bir yolculuktan sonra, bahsettiği akıl ve ruh sağlığı hastanesine vardık. Açıkçası bunu şüpheli bulmuştum. Varış noktamızda “hastanenin” hiçbir tabelası olmadığını görünce şüphelerim biraz da korku ile karışarak arttı. Korkabildiğimi bile bilmiyordum. Yine de ne karşı koydum, ne de soru sordum. Sadece hayatımı değiştirecek beyaz saçlı, orta yaşlı adam bana yol gösterirken ona uydum. Şimdiki aklım her şeyden pişmanlık duyuyor. O soru tuzağına düşmemeliydim, o kapıyı hiç açmamalıydım.

                                                                                   ***
Bu ‘sözde’ hastanede tedavi görmeye başlayalı yaklaşık 3 ay olmuştu, dürüst olmam gerek. Harika hissediyordum. O yüzden hiç durmadan buradan kaçmam gerektiğini söyleyen sesi kafamın arkasına itip duruyordum. Burada benden başka hasta da yoktu, sorduğumda bana buranın hastane gibi hissettirmemesi için bütün hastaları ayrı yerlere koyduklarını söylediler. Psikolojik açıdan daha verimliymiş.

Yatakta uzanmış, ağacın tavandaki hareketli gölgesini izliyordum. Güzel bir gündü. Ardından kapıdan bir tıklama duydum ve içeri davet ettim. Gelen kişi 3 ay önce beni bu hastaneye getiren beyaz saçlı adamdı, isminin William olduğunu daha birkaç gün önce öğrenmiştim. Yüzünde büyük bir gülümseme ile yatağımın yanına kadar gelip bana baktı.

“Sana güzel bir haberim var Eva.”

“Nedir?”

“Bir iş teklifi. Üstelik çok seveceğine de eminim.”

“Dinliyorum.”

“Hobilerini yazdığın kağıtta gördüğüm kadarıyla piyanolar hayatının önemli bir parçasını oluşturuyormuş, tam da bununla ilgili bir iş. Aslına bakarsan bir tür deney ortamı. Müzikalite, direnç, ve müziğin bazı…canlılar üzerindeki etkisi ile alakalı bir deney. Üstelik yeni bir proje, sen dışarıdan alınan ilk çalışan olacaksın.”

“Kulağa hoş geliyor, kabul ediyorum öyleyse.”

“Ah…ama öncesinde bilmen gereken bir şey var. Bu işe başladığında istifa edemezsin.”

“Neden öyle bir işten istifa etmek isteyeyim ki? İşin içinde müzik olması yetiyor.”

“O halde hiçbir problem yok, lütfen şu kağıdı imzala ve hemen işyerine doğru yola çıkalım.”

                                                                                      ***
İşyeri zeminin altına gömülü bir tesisti, dışarıdan bakan biri burayı rahatlıkla bir tepe sanabilirdi. William’a döndüm:

“Neden yerin altı?”

“Müzik Eva, Müzik. Çok fazla ses olacak. Doğayı rahatsız etmek istemeyiz, hayvan severler peşimize düşebilir değil mi?”

“Sanırım…”


3 kat aşağı indikten sonra William bir kapıyı göstererek geçmem için kenara çekildi, içeri girdikten sonra bir anda kapıyı arkamdan kapadı ve bir kilit sesi duydum. Panikleyerek kapıya vurdum:

“Hey! Bu da ne demek şimdi?”

“Etrafını incele.”

Bunu dedikten sonra kapıdan uzaklaşan adımlarını duydum, tekrar arkamı dönüp odanın ortasına doğru ilerledim. Oda daire şeklindeydi. Yukarıda, odanın üst kısmını saran bir gözlem camı vardı. Ardından bana bakan beyaz önlüklü birkaç insan vardı, ancak cam karartılmış olduğundan kim olduklarını anlayamıyordum. Sonra cam tamamen siyah oldu, artık kimseyi görmüyordum. Odanın geri kalanına baktım. Tam ortada klasik bir piyano vardı, birkaç tuşuna basıp melodik sesi dinledim. Nerde olduğunu tam anlayamadığım hoparlörlerden William’ın sesi geldi:

“Diğer kapıdaki camdan bak Eva. Ve unutma ki burada her yer ses geçirmez.”

Piyanonun diğer tarafındaki kapıya yöneldim. Demir kapıda küçük, kare bir pencere vardı. Biraz tozluydu ama diğer odayı görebiliyordum. Benim bulunduğum odadaki ışıklar tamamen söndü, diğer odadaki ışıklar iyice yandı. Odanın köşesinden 17-18 yaşlarında bir erkek yavaşça odanın ortasına doğru yürüdü, korkmuş olduğu yüzünden anlaşılıyordu. Etrafına bakıyordu ama ben karanlıkta olduğum için beni göremezdi. Ardından yerden bir panel yükseldi, bir tür kafese benziyordu. İçinde ise ne olduğunu anlayamadığım, korkunç bir şey vardı.

Hayvan değildiler, bu dünyadaki hiçbir şeye benzemiyorlardı. Simsiyahtılar, kürkleri yoktu, kocaman ve siyah boşluklara benzeyen 4 tane gözü vardı her birinin. İnsan gibi iki ayakları üzerinde duruyorlardı, ne olduğunu anlayamadığım ve her yerlerinde bulunan deliklerden yeşil bir sıvı akıyordu. Hepsi de kafesin parmaklıklarına yapışmışlardı, önlerindeki yemeğe bakıyorlardı. Zavallı çocuğa. İçlerinden birin ağzını açtı, dişleri sivri metallerden yapılmış gibi görünüyordu.

Akan terim gözüme girip yaktı, ancak silmeyi düşünemeyecek kadar korkmuştum. Bir anda kafesin yan tarafındaki parmaklıklar açıldı, yaratıklar çıktı ve çocuğun etrafında daire şeklinde dizildiler. Ardından…

Ardından önce çocuğun kollarını, sonra bacaklarını kopardılar. O kadar hızlı oldu ki, çocuk hala yaşıyordu. Acı verici bir çığlık atıyor olabilirdi, ancak sadece görüntü vardı.

Bir anda o odadaki ışıklar söndü, bu kez benimkiler açıldı. Titremeye başlayarak piyanonun yanına gittim, belki kendimi savunabilirdim. William’ın sesini bir kez daha duydum:

“Hatırla Eva, bu müzikalite, direnç, ve müziğin bazı canlılar üzerindeki etkisi ile alakalı bir deney.”

“Anlamıyorum…ANLAMIYORUM! Burdan derhal çıkmak istiyorum!”

“Ah…ama buna gönüllü olarak katıldın, imza da attın. Üstelik sana çıkma seçeneğin olmadığını söylemiştim.”

“Seni lanet..-“

“İyi şanslar.”

“Ne? Hey dinle beni! Orda mısın? Dinle dedim!”

Arkamdan bir tıkırtı geldi, bunun ne olduğunu biliyordum. Kafes yükseliyordu, tamamen yükseldikten sonra kafesin yan tarafı açıldı. Yaratıklar daire oluştururken beynimi zorladım. Ve o anda William denen şeytanın ne demek istediğini anladım. Müziğin bazı canlılar üzerindeki etkisi…

Hemen piyanonun sandalyesine oturdum ve birkaç nota çaldım, o anda yaratıkların hareketlerine baktım. Tuşa her bastığımda, her bir seste tamamen hareketsiz hale geliyorlardı. Çalmayı birkaç saniye bırakınca bana yaklaşmaya başlıyorlardı, zafer içinde gülümsedim.

“Tabi ya! Çaldığım sürece bana yaklaşamazlar bile! O yüzden sadece—“

William’ın sesi cümlemi tamamladı:

“Sonsuza kadar çalman gerekecek.”

Ç.N:
Bu CP çeviri değil, kendi ellerimle yazdım. Umarım beğenirsiniz ^^
Aslında çevirmek için CP arıyordum ama nedense bir anda aklıma böyle bir fikir geldi, ben de yazdım ._.

1 Ağustos 2016 Pazartesi

"Ripped Heart"

Saat 11 civarıydı, evde tektim. Sadece benim bulunduğum odanın ışığı yanıyordu ve kapıdan salona baktıkça karanlık ürkütücü bir his yayıyordu.

Saat 12'ye gelince elektrikler kesildi. Hemen telefonumun ışığını yakıp salona mum aramaya gittim.

Tedirgindim, karanlıktan korkarım. Salona geçtiğimde biden kaskatı kesildim, sanki kalbim sıkışıyordu. Birkaç saniye sonra aşırı derecede rahatlamıştım.

Fakat kafamı eğdim ve göğsümdeki boşluğu farkettim

Ç.N:
Bu kısa CP Can tarafından yazılmıştır ^,^
Çok meşgul olduğumdan henüz bir CP çevirmedim ama yine de bu senenin diğer yıllara göre daha CP'li geçtiği kesin :D