11 Eylül 2017 Pazartesi

Someone has been mailing me recordings of myself...

İlki bir kaç hafta önce gelmişti. Üstünde bir şey yazmayan DVD, kağıt bir şey içinde gelmişti ve geri gönderme seçeneği de kaldırılmıştı. Gereksiz bir posta olduğunu düşünerek attım. Kimsenin bu zırvalar için zamanı yok.

İkincisi de çöp kutusuyla aşk yaşamıştı, ama kullanılmış bir Xbox aldığım gün gelmişti. DVD oynatıcısını test etmek istemiştim ve başka işe yarar bir şey olmadığı için gelen DVD'yi oynatıcıya yerleştirip, oynatmaya başladım.

Görüntü belirsiz ve bulanıktı, sanki birisi yürürken kaydediyor gibi. Benim apartmanıma girişimi gösterdi, ben asansöre binene kadar takip etti. Hatta kameraya bir saniyeliğine bile baktım ama beynimi kırayım, hiç garip bir şey hatırlamıyordum.

Arkada bir de ses vardı ama Almanca olduğu için hiçbir şey anlamamıştım. Tekrardan başlattım ve tekrardan izledim. 15 saniye kadardı− o kadar da ürkütücü değildi. Daha çok birisi beni çekerken ki duruşumun ne kadar korkunç olduğu beni rahatsız etmişti. Muhtemelen bir çocuk yeni kamerasını falan gösteriyordur − dünya garip insanlarla dolu, değil mi?

Üçüncü video beni ürkütmüştü açıkçası. Videoda manavdaydım, etrafta aptal aptal gezinirken bir şeyler arıyordum. Bir 10 saniye sonra – yine Almanca konuşmalar. Artık lobide masumca oynayan birisi değildi bu. Aktif bir şekilde takip ediliyordum. DVD'yi hemen çöpe attım, bir kaç dakika sonra da pişman olup çöpten geri aldım. Bunu çevirmeliydim ki ne olduğunu anlayabileyim.

Diğer gün deliler gibi posta kutumu karıştırdım, DVD var mı diye. Hiçbir şey yoktu. Veya diğer gün, veya ondan sonraki gün. Kayıtları çevirtmek yapacaklar listemde gittikçe öne çıkıyordu, ta ki 1 hafta sonra unutana kadar.

En azından düne, bir kaç gereksiz postayla beraber kapımın altından içeri düşene kadar. Onu oynatmak için koştum, ilk kareden pişman oldum. Ekran odamda dönüyordu. Yatak odamda. Etraf karanlıktı ama kamerada gece görüş vardı. Kamera yatağa odaklandı ve yaklaşmaya başladı. Karanlıktaki şişliği görmem bir kaç saniyemi aldı, bu şey beni uykumdayken kaydediyordu.

Bir el kameranın arkasından uzandı – bembeyaz, ince, kılsız bir el, çok kemikliydi. Eli çok tuhaftı: 4 parmağı vardı, çift eklemliydi, o kadar akıcı hareket ediyordu ki; resmen dokunaç gibiydi. Uzun parmağını benim alnıma dayadı ve burnuma doğru kaydırdı, dudaklarımın üstünden geçirdi, o kadar yumuşaktı ki dokunup dokunmadığını bile söyleyemezdim. Tekrardan Almanca bir şeyler– şarkı tınısında, fısıltıdan biraz sesli. Bu sefer daha uzundu, ama durdura durdura ilerledim çünkü duyduğum her kelimeyi yazmaya çalışıyordum.

Her şeyi çevirmeden önce tüm videoyu izledim. Yanımda çok uzun süre kaldı, ama ileriye sarmak istemiyordum çünkü önemli bir sözü kaybedemezdim. Onun beni izlemesi gibi ben de videoyu bir yarım saat kadar izledim, ta ki dayanamayana kadar. Kamera çok uzun süre kalmıştı, ama onun gibi bir şeye dair herhangi bir şey duymamıştım, veya görmemiştim. Daha sonrasında bir şeyler oldu mu merak ettim ama sonra düşünmemeyi seçtim. Asansörlü ve manavlı olanı bulana kadar etrafı karıştırdım ve onları da bulduğumda, videolardaki Almanca şeyleri bir kenara yazdım. Yazımlar hakkında biraz oynadıktan sonra, Google Çeviri bana bunu verdi:

Tape 1 - ??? (Bilmiyorum, içine bakmadan atmıştım.)
  
Tape 2 - (Asansördeyken)
"Gidişine bak. Ona söylediğimiz son şeyden sonra yine buraya geldiğine inanamıyorum."

Tape 3 - (Manavdayken)
"Onu tekrardan buldum. Ne kadar sakin olduğuna bak, sadece hayatını yaşıyor. Gördüğünü düşünüyor musun?"

Tape 4 - (Ben uyurken bana fısıldıyor)
"Uyu, bebeğim, uyu,
Baban koyunu koruyor,
Annen ağacı sallıyor,
Aşağı bir rüya düşüyor.

Uyu, bebeğim, uyu!
Uyu, bebeğim, uyu,
Gökyüzü koyun çizer,
Yıldızlar kuzu olur,
Ay ise küçük çoban,
 
Uyu, bebeğim, uyu!
Uyu, bebeğim, uyu,
Koyununu getireceğim,
Altın bir topla beraber,
O senin yoldaşın olacak,
Cehenneme güvenle gitmen için."

Bu kadar. Beni tehdit mi ediyor yoksa beni koruyor mu, veya beni neden koruyacağını bilmiyorum. İki şekilde de, bu gece uyuyabileceğimi sanmıyorum. Uyandığımda onun beni videoya çektiğini veya bana baktığını görürsem ne yapacağımı bilmiyorum- hele o ayrık, uzun parmaklarıyla bana dokunursa. Bir dahaki DVD gelirse, eğer gelirse...

Belki sizlerden birisi onu izler ve bana ne olduğunu söyler? Midemin onları izlememi kaldıracağını sanmıyorum.

10 Eylül 2017 Pazar

If You Find A Book Called "The Tale of Roly Poly", Don't Open It, Don't Read It!

Kitap özel olarak garip gözükmüyordu. Kapakta uğursuz görünen fotoğraflar yoktu. Dikkat çekici bir yazı yoktu. Sadece kırmızı düz kapakta altın harflerle "Roly Poly'nin Hikayesi" yazıyordu.
Bu kitabı Ginny kitap rafından çekene kadar hiç görmemiştim. Muhtemelen önceki sahiplerden kalmıştı. Bu semte daha geçen ay taşınmıştık.
Beni kitabı açtığımda Ginny çoktan yorganın altına süzülmüştü. Saat altıda uyuması gerekiyordu ve ona bir hikaye okuma sözü verdiysem saatlerce dil dökmeme gerek kalmıyordu. Aslında, neredeyse hiç gerek kalmadı. Prensesler onun yeni takıntısıydı bu yüzden, "Uyuyan Güzel", "Cinderella" gibi klasikleri çoktan okumuştuk. "Roly Poly'nin Hikayesi" normal listeden tamamen ayrıydı.
"Bunu istediğinden emin misin balkabağım?"
Ginny esnedi:
"Evet babacığım."
Omuz silktim ve okumaya başladım:

İki tane çocuk vardı,
Senin gibi iki çocuk,
Birisine Jack denirdi,
Diğerine Hugh.

Çocuklar odalarında oturuyordu,
Yapacak bir şey yoktu,
Çok sıkılmışlardı,
Sıradan bir bugaboo.*

Kitap, beyzbol temasıyla düzenlenmiş bir odada oturan iki çocuğun basit bir resmini içeriyordu.

Düşündüler ve düşündüler,
Ufladılar pufladılar,
Ta ki Hugh "Üf!" diyene kadar,
"Yeter, yeter!"

"Haydi bir oyun oynayalım!"
"Bu saçma sonu alt üst edeceğiz",
"Biliyorum!" dedi Jack,
"Bir arkadaşımı arayacağım."

İçten içe sıkıntıyla inledim ve Ginny'nin çabucak uyuyakalmasını istedim. Hikaye kesinlikle bir Dr. Seuss değildi.

Jack kitabı aldı,
Aşağıda yazanları okudu,
"Çık dışarı, çık dışarı,"
"Seni aptal palyaço."

Bir vızıltı ve tıkırtıyla,
Fışırtı ve patlamayla,
Roly Poly geldi,
Büyük bir cupla.

Çocukları gölgede bırakan koskocaman bir adam vardı. Adam normal bir palyaço gibi giyinmişti. Fırfırlı yaka, cafcaflı kırmızı dudaklarla beyaz bir makyaj.

"Nasılsınız? dedi palyaço, "Oynamaya geldim.",
"Sen mi?" dedi Hugh, "Oh kutsal Moly!",
"Korkma," dedi Jack kesin bir sesle,
"O sadece Roly Poly."

"Ne yapacağız?" dedi Hugh, bütün bir heyecanla,
Oyuncaklarını odasının büyük dağınıklığından çıkartırken.

Çeşitli isimlerde bir sürü oyun vardı,
Tüm teller ve megawattlar,
Bir şarkı söyleme makinesi, bir trambolin,
Hatta iki tane robot.

"Olmaz!" dedi palyaço,
"Bunlar olmaz!"
"Haydi biraz gerçek oyun oynayalım."
"Şu teknolojik vodoo'yu ekelim."

"Benimle gelin ve göreceksiniz"
"Evim oldukça büyüktür",
"İstediğiniz her şey bulunur,
“Topsy-Turvy şehrinde.”

İki çocuk başlarını salladı,
Kalpleri neşeyle doldu,
Palyaçonun elini tuttular,
Ve üç Mississippi'ye kadar saydılar!

Hugh ve Jack gözlerini kapattı,
Dünya fıldır fıldır dönerken,
Onlar sevinçle haykırdılar,
Yeni bir yer gözler önüne serilirken.

Palyaçonun evi oldukça görkemliydi,
Şekerlerle ve o tür şeylerle doluydu, eğlence asla bitmezdi,
Ebeveynler yok, ev işleri yok, yatma zamanı ve kurallar yok,
Eski okullardan korkunç ödevler yok.

Çocuklar oynadı ve oynadı, hepsi mutlu oldu,
Ta ki palyaçonun üzüldüğü uğursuz güne kadar.

"Sorun ne Roly Poly?"
"Yapabileceğimiz bir şeyler var mı?"
Çocuklar sordu ve sordu,
Ama endişeleri gittikçe büyüdü.

"Oh, canım," mırıldandı palyaço,
"Çok özür dilerim",
"Sadece çok açım",
Ve onun büyük midesi gürledi.

"Cips mi istersin yoksa yapışkan kremalı pastayı mı, yoksa çikolatayı mı?"
"Tüm sosislilere, dondurmalara ve milkshakeler bizde var."

Ama palyaço kafasını salladı,
Midesi acıdığı için,
Sonra küçük Hugh'u tuttu,
"Sen çok iyi bir yemek olursun!

Bir dahaki sayfanın içindeki şeyleri görünce midem bulandı. Hemen kitabı kapattım.
"Haydi artık uyuyalım prenses."
Ginny bana karşı gelmeye çalıştı ama göz kapakları uykudan dolayı ağırlaşmıştı bile.
"Çocuğa ne oldu, babacığım?"
"Sana yarın söylerim."
Ginny'nin alnını öptüm ve ışıkları kapattım.
Aşağı gittim ve kitabı tekrardan açmadan önce kendime bir bardak şarap doldurdum. Kapattığım sayfada korkunç çizimler yer alıyordu. Palyaço çocuklardan birisinin kafasını üstten yakalamıştı ve solundan ısırmıştı. Yakuta boyanmış dudaklarından kanlar damlarken dişleriyle pembe insan etini parçalıyordu. Çocuğun gözleri kapalıydı, gözyaşlarının aktığı yüzü acı çeken bir ifadeyle donmuştu. Hastalıklı bir merakla, okumaya devam ettim:

Roly Poly çocuğu havada yakaladı,
Büyük bir ısırık aldı-- küçük Hugh çok yumuşaktı.

Gıcırdattı, kemirdi; çiğnedi, höpürdetti,
Ve geriye hiçbir şey kalmadığında, palyaço mutlulukla geğirdi.

Etrafa baktı, ama Jack'ten iz yoktu,
Çocuk kaçtı, takip başladı.

Etrafa çarptı, vurdu, koştu ve koştu,
Roly Poly sadece kıkırdadı: "Geri dön genç adam!"
"Bu yer çok büyük, doğrusu, tamamen dağılmış!"
"Çıkmanın bir yolu yok, hem de hiç."

Palyaço oldukça haklıydı, Jack elinden geldiğini denemek için,
Çıkışa doğru koştu, ama görünüşte hiçbir çıkış yoktu.

Çocuk yoruldu, nefesi tekledi,
Roly Poly onu yakaladı, sesi neşeliydi:

"Çoğundan daha sertsin- seni, pişireceğim",
Ve çocuğu eski bir et kancasına astı.

Çocuk çığlık attı ve bağırdı, "seni büyük, şişman yalancı!"
Palyaço dudaklarını yaladı ve büyük ateşi yaktı.

Son sayfaya çevirdim. Çocuk büyük ateşin üstünde sallanıyordu. Çocuğun bulunduğu kısmı alevler yalayıp geçerken vücudunun bazı parçaları kararmış, bazıları çatlamıştı. Palyaço ateşi elindeki çubukla dürtüyordu. Diğer eli ise, palyaço iki uzun sivri dişiyle manyakça gülümserken okuyucuya el sallıyordu.

Palyaço çok mutluydu, bu tatlı et bir ikramdı,
Çok yaşa şef—Afiyet olsun!

Kitap burada bitiyordu. Garip bir hissin boğazımdan yükseldiğini hissettim. Birisi nasıl böyle bir şey yazardı? Muhtemelen kötü şöhret arayan umutsuz bir yazarın tekidir. Ne olursa olsun, ağzımda iğrenç bir tat bırakmıştı. Şarabımı bitirdim ve kitabı çöpe attım.

Diğer sabah erken kalktım ve kapının önündeki gazeteyi aldım. Pazardı, ama hiçbir zaman uyumayı sevmemişimdir. Kendime bir bardak kahve doldurdum ve tezgahtaki gazetenin manşetine baktım. Kalbim dondu:
"Bölgedeki Çocukların Kayboluşunun Beşinci Yıldönümü"
"Yüzlerce kişi Hugh ve Jack Healy'nin kayboluşunu anmak için bir törene katıldılar."
"Altı ve sekiz yaşındaki kardeşler 7 Ocak, 2012'de evlerinden kaçırıldı. Polisler bu hafta sonu onlarla alakalı yeni bilgileri bildirdi [hikaye üçüncü sayfadan devam ediyor]."
Dışarıya koştum ve kitabın kapağını çöpten çıkarttım. Belki de bu kitabı yazan kişi çocukların kayboluşuyla alakalı bir şey biliyordur? En sonunda, bu hastalıklı şeyi polislere bildirmeliydim. Olanları gördüğümde midem altüst oldu. Kitap gitmişti.
Baş gösteren bir panik göğsümde gezinirken Ginny'nin odasına koştum. Boş yataktaki buruşuk örtülerin üstünde sadece bir sayfa vardı:

Ginny iyi bir kitap seçti,
Heyecanlandırmak için doğru bir hikaye,
Ama baba beğenmedi,
Onun eski olduğunu düşündü.

Tam da zafer anında okumayı bıraktı,
"Oh hayır, bu senin için uygunsuz!"
Palyaço bunu hiç beğenmedi,
Hem de hiç.

Böylece Roly Poly çok zayıf olan kıza,
Ginny'ye dedi ki:
"Haydi eğlenelim!"
"Şu yaşlı avanağa göstereceğiz!"

Ve şimdi Ginny oynuyor,
Topsy-Turvy şehrinde,
Her şey şeker ve baharatla dolu,
Ve her şey kız işi.

Ve prenses saltanatı tutarken,
Satenden elbiselerinden,
Palyaço basitçe gülümsedi,
"Şişmanlayacak, evet yapacak."

Ginny kaybolalı bir hafta oluyor. Sayfayı polislere verdim ama onlar da benim kadar şaşırdı. Kitabın her korkunç dizesi kafama kazındı. Uyuyamıyorum. Yemek yiyemiyorum. Bu yazıyı hem uyarı hem de derdimi paylaşmak için yazıyorum. Eğer kitabı bulursanız, açmayın, okumayın. Polisi arayın. Bir çocuğun hayatı buna bağlı olabilir.



*: Bugaboo, bir bebek arabası markası.

9 Eylül 2017 Cumartesi

I can see people's auras... and it's a curse.

Evet, insanların auralarını görebiliyorum.

Ve bunu açıkça söylemekten nefret ediyorum. Bu beni para sömürme aracı olarak bir yetenek uyduran birisi gibi gösteriyor. Bu yeteneğimden asla para kazanmadım. Hiçbir zaman bundan bir pay çıkarmadım. Ve, şu ana kadar bundan kimseye bahsetmedim.

Ama cidden onları görüyorum, ama bu yeteneği bir lanet olarak görmeye başladım. Bunu size yazmamın için bir sebebi var ve sizi temin ederim, mutlu bir sonu yok.

Benim için, bu basit bir şeydi. İnsanları çevreleyen zayıf bir ışık görüyordum. Herkeste. Ve bu ışıkta, onların ahlakını görebiliyordum. Daha renkli ve şeffaf ışık, daha iyi bir insan. Daha karanlık ve opak ışık, daha kötü insan. Bulanık ve kısmen şeffaf ışıklarda ise, kişinin ahlakı belirsiz. İşleri kolaylaştırmak için onları üç şekilde açıklayabilirim. Karanlık eşittir şeytan. Parlak eşittir iyi. Bulanık eşittir ortalarında bir şey. Bu garip, bulanık/gri auralı insanları daima şey olarak gördüm... hakimler. Arabulucular. Aradaki, birisi ya da diğeri olmayan, zor kararlar verecek insanlar.

Bu yeteneğe sahip olduğumun ilk farkına vardığımda daha çocuktum. Daha parlak auralı insanların bana karşı daha kibar ve özverili olduğunu anlamam pek de uzun sürmemişti. Ailem de iyi insanlardı ama babamın aurası anneminkinden birazcık daha parlaktı. Sonuçta, o bana karşı daha anlayışlı ve iyiydi. Daha parlak auralı öğretmenlerin ve dost canlısı öğrencilerin bana karşı sevecen ve iyi olduğu açıkça anlaşılıyordu. Karanlık auralar tipik dövüşçüler, zorbalar ve öğle yemeğinde para çalan tiplerdi. Sanırım 8 yaşlarındayken çoğu insanın sahip olmadığı bir hediyeye sahip olduğumu anlamıştım. Muhtemelen kimsede olmayan.

Biraz "New Age"* ile alakalı internet sitelerinde gezindim ve aura okuma konusunda olan bazı alternatif ilaçları araştırdım. Bu saçmalıkların büyük çoğunluğuna inandığım sıralar, en azından benim gibi yeteneğe sahip olan BİRAZ insan olmasını beklemiştim. Bu yüzden bu insanları tamamen sahte olarak görmek istemedim. Aura okumak bana göre böyleydi, ama sitelerde yazıldığının benimkiyle hiçbir alakası yoktu. Sayısız medyum ve falcı gezdim. Çoğunluğunun bulanık ve karanlık aurası vardı, onların bu güce sahip olmadığından emindim. Yine de tüm "medyumlar" berbat demiyorum. Az olsa da, aşırı parlak auralı insanlar da gördüm. Beni gerçekten güçleri olduğuna inandıramamışlardı ama en azından aldatmacayı deneyerek ve insanlara yardım etmeye çalışarak yapıyorlardı.

Anlamanız lazım… Bu yazıyı bana olan şeyi anlatarak bitireceğim. Ama ondan önce, açıklamam gereken bir kaç şey olduğunu düşünüyorum. Bir çoğunuzun en yaygın auranın ne olduğunu merak ettiğini hayal edebiliyorum. Size insanların çoğunluğunun bulanık ve parlak arasında olduğunu söylemekten mutluluk duyuyorum.  Az karanlık aura gördüm. Bu bilimsel değil ve ben de grafik çıkartacak kadar dünyayı falan gezmedim ama tahminen dünyanın %60'ı parlağımsıdır. %25 civarı da bulanığımsıdır. Geriye kalan %15 karanlığımsıdır.  Tekrardan, bunlar sadece tahminler. Parlak ve bulanık arasındaki fark ne diye soruyorsanız, hiçbir fikrim yok. Ama şundan emin olabilirsiniz, dünyada "karanlık"lardan çok "parlak"lar var.

Diğer tartışmak istediğim şey ise çocuklar. Bir insanın aurasını doğumundan itibaren görebiliyorum ama birisinin aurasının yaşına bağlı olarak değiştiğine hiç rastlamadım. Bunun tüm doğa için ne anlama geldiğini tam bilmiyorum. Ve tüm karanlık auralı insanların berbat davrandığını veya tam tersi olduğunu söylemiyorum. Parlak auralı birisi berbat koşullarda doğabilir ve bundan dolayı bir uyuşturucu batağına düşebilir, uyuşturucu almak için de soyguna başvurabilir. Sanırım buradaki fark şu… korkunç yetiştirilmiş parlak auralı bir hırsız birisini soyabilir, ama bu sırada kimseyi kasten öldürmez. Karanlık auralı bir hırsız ise kurtulmak için bir saniye bile düşünmeden birisini öldürebilir.

Başka ilginç bir not… Parlaklık/bulanıklık/karanlıklık oranını neredeyse tüm aktivitelerde yakın bir şekilde buluyorum. Kilisede de olsam, death metal konserinde de olsam, neredeyse hep %60/%25/%15 oranına yaklaşık bir şeyle karşı karşıya kalıyorum. Bir keresinde federal bir hapishaneyi ziyaret etmiştim ve oradaki insanlarının çoğunun aurasının parlak olduğunu görünce şoke olmuştum. Oradaki insanların auralarını görmek için direkt oraya gitmem gerekiyordu çünkü fotoğraflarda, televizyonlarda hatta aynalarda bile auraları göremiyorum. Sadece gerçek dünyada auraları görebiliyorum. Başka garip bir şey… Kendi auramı göremiyorum. Göz kamaştıran bir parlaklıkta olduğunu umuyorum ama… göremiyorum.

Gördüğüm en parlak insan bir sosyal hizmetler görevlisiydi. O kadar parlaktı ki, ona bakamıyordum bile. İnsanların onun varlığına tepkisine göre konuşacağım, sanırım neredeyse onun yanındaki herkes bilinçaltından onun parlaklığını hissedebiliyordu. Herkes onu severdi. Neredeyse tanımadığı birisine böbreğini bağışlamıştı. Özel ihtiyaçları olan, evlatlık bir çocuğu vardı. Kazandığı çoğu parayı çeşitli hayır kurumlarına bağışlardı. Ve bunlar onunla ilgili bildiğim ufak şeyler. O kadar parlaktı ki, beni korkutuyordu. Birisinin bu kadar iyi olması çok korkunçtu.

Ama bu gördüğüm en karanlık kişinin korkunçluğuyla kıyaslanamazdı. O zaman 20 yaşındaydım, saat gece 2'de şehir merkezindeki bardan çıkıyordum. Adam sessizce sokağın aşağısına doğru yürüyordu. İlk başta onu görmemiştim, ama sonra etrafımda karanlıklaşan ışığı gördüm. O kadar karanlıktı ki, etrafındaki ışığı kısmen emmişti. Ona uzunca ve güç bir şekilde baktım. Çok çaresiz, acımasız ve duygusuz gözüküyordu. Bana baktığında ve bakışlarını benim gözlerime kilitlediğinde, bu benim yere düşmeme sebep oldu. Sanki ne gördüğümü biliyormuş gibi sırıttı. Yüzünü yerdeyken yakın bir şekilde görmüştüm. Bunu asla unutamadım. Ve bunu iki hafta sonra gazetede fotoğrafını görünce tanıdım. Eski eşini ve iki çocuğunu soğuk kanlılıkla öldürmüştü.

Sanırım artık asıl konuya gelmeliyim. Bunu yazmamın sebebine.

Bir yıl önce aşık oldum. Önceden gördüğüme göre ışığı parlağa yakın bir yerlerde değildi, ama adım gibi emindim ki o karanlık veya bulanık değildi. O çok güzeldi. Mizahı.. Zekası.. Onun... her şeyi. O hayallerimin kadınıydı. Ve ona gördüğüm auralarla alakalı hiçbir şey anlamadım. Onunla alakalı daha bir çok şey anlatabilirdim ama bu bir aşk hikayesi değil. Bu konudaki önemli şey ise: Aşık olduk. Hamile kaldı. Evlendik. Mutluyduk. Çok mutluyduk.

İki sabah önce telefonumun titreyişini hatırlıyorum. Şu mesajı gördüğümdeki heyecanımı hatırlıyorum, "Sonunda doğuruyor. Hastaneye gel." Trafikte sıkıştığımdaki hayal kırıklığımı hatırlıyorum. Bir park yeri bulmanın ne kadar zor olduğunu hatırlıyorum. Hemşireye şöyle bağırdığımı hatırlıyorum, "Karımın bulunduğu oda hangisi!" Kapıya doğru depar atışımı ve içeri girdiğimde karımın yüzündeki gülümsemeyi hatırlıyorum. Doktoru, onun parlak ışığını ve bana şöyle deyişini hatırlıyorum, "Tebrikler. Bir oğlan."

Doktor onu bana uzattı.

Ve odadaki tüm ışıklar birden yok oldu.

"Hayır, bu olamaz." deyişimi hatırlıyorum. Doktorun onu benim kollarıma bırakışını.

Oğlumun etrafında olan karanlık çok aşırıydı. O, bir kara delikti. O kadar karanlıktı ki, etrafındaki dünya neredeyse var olmuyordu. Gördüğüm hiçbir şeye benzemiyordu. Ağlamaya başladım. Muhtemelen karım ve doktor bunların sevinç gözyaşı olduklarını düşünüyorlardı. Ama değillerdi. Tanrı bilirdi ki, değillerdi.

Tekrardan şu ailesini katleden adamı çevreleyen karanlık ışığı düşündüm. Bu noktaya kadar gördüğüm en karanlık ışık onunkiydi. Ama oğlumun etrafındaki karanlık ışık 100 kat daha kötüydü. Bin kat daha kötü. Kendi aileni öldürmekten bin kat daha kötü ne olabilirdi?

İki gün oldu. Şu an evdeyiz. Oğlumun aurası o kadar karanlıktı ki, odasına giden koridoru karartıyordu. Karım bir şeylerin garip olduğunu biliyordu. Sanırım benim çocuk yapma konusunda pişmanlıklar yaşadığımdan şüpheleniyor. Bir bilseydi…

Ne yapacağım? O benim oğlum. Yaklaşık 20 dakika önce onun yanında durdum ve yüzüne doğru bir yastık tuttum. Ama bunu yapamadım. Daha şimdi değil. İki günlük oğlunu öldüren bir adam; aurası ne renk olurdu?

Ve işte burada yalnız başıma otururken aklımda gezinip duran düşünce. En kötülerimizin babası. Adolf Hitler'in. Joseph Stalin’in. Timothy McVeigh’in. Ne olacaklarını bilseler, onları beşikte öldürürler miydi? Yastığı gerektiği kadar yüzlerinde tutacak gücü bulabilirler miydi?

Ofisimden oğlumun odasının kapısını görebiliyorum. Koridor gitgide daha da karanlığa gömülüyor. Bunları yazarken ellerime bakıyorum. Sanırım deliriyorum, ama ellerim ve kollarımda şu an bir aura gözüküyor. Gri. Bulanık. Belki de hep bulanıktı.

Yanımdaki yastığa bakıyorum. Ellerimin etrafındaki grilik daha da belli oluyor. Belki zamanıdır. Belki bu yeteneğe sahip olmamın sebebi budur. Her şey şu an bitiyor.

Belki de zamanıdır.

Sanırım zamanı.


*: New Age, ruhani aydınlanma olarak adlandırılan bir şey. Ruhlarla ve enerjilerle alakalı.

8 Eylül 2017 Cuma

annie96 is typing...

WhatsApp'ta gezinirken, tanımadığım iki insanın konuşmasına rast geldim. Bu beni aşırı korkutmuştu. Konuşmayı tekrar bulmaya çalıştığımda, uygulama hata verip kapandı ve kapanmaya devam etti.
Sonunda kopyalamayı başardım, işte konuşma:


annie96
uyuyor musun??    01.31

mcdavey
hayır.. sanırım sen de uyumuyorsun :p   01.31

annie96
uyuyamıyorum.. rüzgardan dolayı.. kediler dövüşüyor gibi geliyor. senin mazeretin ne? :p   01.32

mcdavey
ders çalışıyorum :(   01:32

annie96
demek artık pornoya böyle diyorlar? :p    01.32

mcdavey
annie!!!   01.32

annie96
inkar etmiyorsun yani? :p   01.34

mcdavey yazıyor...

mcdavey
johnny'nin bugün yaptığı şeye hala inanamıyorum!!   01.36

annie96
ben de.. bu çocuğun cidden sorunları var..   01.36

annie96
bu ne, rüzgar çok sesli.. normal değil sanki haha    01.36

mcdavey
Burada rüzgar yok. Sadece yağmur.    01.36

annie96
Seni şanslı. güzellik uykuma ihtiyacım var! :p    01.37

mcdavey
Kahretsin evet ihtiyacın var ;)  01.37

annie96 
ne? yani diyorsun ki    01.38

annie96
siktir sanırım dışarıdan ayak sesleri duydum   01.38

mcdavey
Çılgın babana kontrol ettir :p   01.39

annie96
evde yalnızım! ailem tatilde, hatırladın mı? sana bunu söylemiştim!   01.39

mcdavey
Cidden mi? Ne zamandan beri? Bir ara takılmalıyız :D    01.40

annie96
cidden ayak sesleri gibi duyuluyor ama onlarda garip bir şey var... pencereden bakmam lazım ama yatağım çok sıcak!!   01.40

mcdavey
Yalnızken pencereden dışarı bakmak istediğine emin misin? Ya gerçekten bahçede birisi varsa, sana bakarsa? :p    01.41

annie96
KOMİK DEĞİL DAVID     01.42

mcdavey
wow sakin ol... Eminim ki hiçbir şey yoktur    01.42

annie96
kontrol edeceğim hemen gelirim     01.42

mcdavey
If there's somethin' strange in your neighborhood*    01.43

mcdavey
Who ya gonna call?**    01.43

annie96
David bahçede birisi var!!!  01.45

mcdavey
Ne, cidden mi?  01.45

annie96
EVET. adamın sırtını görebiliyorum...  01.45

mcdavey

Ne yapıyor? 01.46

annie960
o... bir şey arıyor? elleri ve dizleri çalılarda...  01.46

mcdavey
haha kafası iyi olmalı.. muhtemelen uyuşturucularını arıyordur :p  01.46

annie960
david bu ciddi bir şey! ne yapmalıyım??  1.48

mcdavey

hiçbir şey? Muhtemelen kendi kendine gider :)  01.49

annie960

aman tanrım çıplak elleriyle toprağı kazıyor.. bahçeyi mahvediyor!  01.49

annie960

siktir dönüyor 1.50

mcdavey

Neye benziyor?   01.50

annie96

DAVID SİKTİR GİT BU KOMİK DEĞİL   01.51

mcdavey

Ne??   01.51

annie96

BUNU NASIL YAPIYORSUN?   01.51

mcdavey

Neden bahsediyorsun??   01.52

annie96

sen olduğunu görebiliyorum! bahçemde! telefonuna bakmadan nasıl mesaj atabiliyorsun? yukarı bak! pencerenin yanındayım, ona vurduğumu duyamıyor musun?   01.54

mcdavey

Siktir annie şu an beni de korkutuyorsun.. Kesinlikle bahçendeki değilim. O ben değilim.   01.54

annie96

OYUN OYNAMAYI KES. yüzünü görebiliyorum. ve şu gurur duyduğun aptal futbol ceketini giyiyorsun!   01.54

mcdavey

bana benzeyen birisi olmalı.. cidden annie ben evdeyim. ben böyle oyun oynamazdım.. :)   01.55

annie96
o zaman senin bir arkadaşın olmalı.. bir eşek şakası yapıyor.. öbür türlü nasıl senin ceketini giyebilir??   01.55

mcdavey

benim ceketime benzeyen bir sürü ceket var! arkadaşlarım da benim gibi gözükmüyor... sadece aklında ben varım ;) 01.55

annie96

tekrardan kazıyor   01.55

annie96

sikeyim çık git artık!!!   01.55

mcdavey

annie, evde silah var mı?   01.56

annie96
aptal olma david. birisini vurmam.   01.56

mcdavey
kullanmak zorunda değilsin. sadece taşıdığını göster.   01.57

annie96
ceketin arkasında ismin yazmıyor mu?    01.57

mcdavey
evet tüm takım isimleri yazılı bir şekilde aldı   01.58

annie96
senin sikik adını görebiliyorum!!!   02.00

mcdavey
ne   02.00

annie96
BU NE DAVID   02.01

mcdavey
Annie o ceket benim dolabımda..   02.04

annie96
SİKTİR BENİ GÖRDÜ   02.04

annie96
NEDEN BÖYLE GÜLÜMSÜYOR   02.04

annie96
BURAYA GELİYOR   02.04

mcdavey
POLİSLERİ ARA!!!   02.04

mcdavey
ANNIE?!   02.05

mcdavey
ANNIE TELEFONU AÇ   02.07

mcdavey
polisleri aradım, eve zorla girilmeye çalışıldığını söyledim. yolda olduklarını söylediler ama yarım saat alabilir   02.12

mcdavey
annie orada mısın?   02.15

annie96
evin içinde. konuşamam sessiz olmam lazım. ışıklar kapalı. bıçakla beraber dolabın içindeyim. zar zor mesaj yazıyorum çok titriyorum   02.17

mcdavey
siktir siktir, dayan, polisler 20 dakikaya orada olacaklar.. adamın nerede olduğunu biliyor musun?   02.17

annie96
YARATIK. adam değil. bana baktığındaki bakışı.. bir insan öyle bakamazdı david..   02.17

mcdavey
yüce isa, o nerede olduğunu biliyor mu?   02.17

annie96
hayır, onun eve doğru koştuğunu görünce hemen bıçak alıp dolaba koştum ve saklandığımda eve girdiğini duydum   02.17

mcdavey
tamam güzel, iyi olacaksın.. bir esrarkeş birisinin dolapta olup olmadığını görecek kadar beyne sahip değil.. polis yakında orada olacak!   02.17

annie96
oh tanrım beni çağırıyor   02.18

annie96
senin gibi duyulmuyor david   02.18

annie96
sesi çok derin   02.18

annie96
evi dolduruyor   02.18

annie96
kafamı dolduruyor   02.18

mcdavey
ne diyor   02.18

annie96
"dışarı çık annie."   02.19

annie96
"sadece sana bakmak istiyorum"   02.19

annie96
sürekli ama sürekli bunu tekrar ediyor   02.19

annie96 
delirdim mi david?   02.20

annie96
böyle mi hissettiriyormuş bu?   02.20

mcdavey
sadece 10 dakika annie! dayanmalısın! sen çok güçlüsün, bunu atlatacaksın!   02.21

annie96
merdivenlerden geliyor ama.. çok yavaşça.. normal olmayan adımlar   02.21

annie96
neden senin gibi gözüküyor david? neden sen??   02.21

mcdavey
bilmiyorum annie!! lütfen bana inan   02.21

annie96
durdurabilir misin?    02.21

annie96
lütfen durdur şunu?   02.22

mcdavey
yemin ederim yapabilseydim yapardım   02.22

annie96
koridorun sonunda   02.22

annie96
david aileme gittiklerinde bir şey söylemedim   02.22

annie96
müzik dinliyordum 02.22

annie96
bu onları gördüğüm son an mıydı?   02.22

mcdavey
annie   02.23

annie96
yapabileceğin bir şey olabilir david.. sadece sen durdurabilirsin.. hızlı düşün..   02.23

mcdavey
BİLMİYORUM ANNIE TANRIM LÜTFEN   02.25

annie96
lütfen...   02.25

mcdavey
belki de olabilir... çünkü senin hakkında çok düşünüyorum    02.27

mcdavey
her zaman senin hakkında düşünüyorum   02.27

annie96
öyleyse dur.   02.28

mcdavey
nasıl yaparım bilmiyorum    02.28

annie96
duvarlara bir şey kazıyarak yaklaşıyor.. lütfen david..   02.29

mcdavey
deniyorum. çok deniyorum   02.29

annie96
Yavaşlıyor. Daha çok dene.   02.31

annie96
Ne yapıyorsan, işe yarıyor.   02.32

annie96
Durdu. Hiçbir şey duyamıyorum.   02.34

mcdavey
cidden mi?? daha dışarı çıkma! polisler gelene kadar orada kal!   02.34

annie96
O gittiyse polislere ne demeliyim?   02.34

mcdavey
HER ŞEYİ annie bana söylediğin HER ŞEYİ   02.34

annie96
Bana karşı böyle hissettiğini bilmiyordum, David :)   02.34

mcdavey
durduğuna sevindim   02.35

annie96
Sabah buraya gelebilir misin David? Gerçekten seni görmek istiyorum :)   02.35

mcdavey
tabii annie sabah orada olurum   02.36

annie96

Harika! Bekleyemiyorum!   02.38

mcdavey

annie...   02.40

mcdavey

annie gerçekten sen olduğunu nereden bileceğim?   02.42

annie96 çevrimdışı oldu




*&**: Ghostbusters'ın şarkısından bir alıntı olduğu için "ambiyans" açısından çevirmedim.

Correspondence

15 Mart, 2011

Gönderen: shaun_donato@gmail.com

Alıcı: big_ross_meyer@gmail.com

Hey Ross! Nasılsın adamım?? Seni çok özledim dostum, sen yokken buralar aynı değil. Umarım okulun iyi gidiyordur. Beni daha sık aramalısın!

Shaun

....................................................

16 Mart, 2011

Gönderen: big_ross_meyer@gmail.com

Alıcı: shaun_donato@gmail.com

n'aber Shauny-boy!' Ben de seni özledim dostum! Özür dilerim adamım, okul şu an hayatımı elimden alıyor. Dün ilk ara sınavımı oldum ve sıçtığıma eminim. Neyse, okuldan bu kadar yeter haha. Millet nasıl?? Hala Amy'yle çakışıyor musun? haha. Senden duymak güzeldi dostum. İletişim kurmak için daha fazla çaba sarf edeceğim--burası çok yalnız!

Ross
....................................................

16 Mart, 2011

Gönderen: shaun_donato@gmail.com

Alıcı: big_ross_meyer@gmail.com

Şimdiden mi sıçıyorsun? Aha, demek hiçbir şey değişmedi! Amy ve ben ayrıldık ama tekrardan birleştik. Bu sefer yavaştan almayı kabul etti. İlişkimizi "yeni boyuta" geçirme konusunda konuşmaya başladı ama ben şu an bu saçmalığa pek hazır değilim. Senden ne haber?? Orada ateşli kızlarla tanıştın mı? Ateşli kızlardan konuşmuşken, Samantha bu haftasonu büyük bir parti verecek. Cidden hiç gitmek istemiyorum. Yeniden lise gibi olacak ama Amy beni zorluyor. Neyse, Harly'i beslemeli ve yatağa gitmeliyim. Yarın uzun bir gün. Beni şu an 11 saat çalışmaya zorluyorlar, siktiğimin kölesi oldum. Sonra görüşürüz,

Shaun
....................................................

17 Mart, 2011

Gönderen: big_ross_meyer@gmail.com

Alıcı: shaun_donato@gmail.com

Oh adamım, 11 saat? Neden istifa etmiyorsun dostum? Bu iş seni öldürüyor. Ateşli kızlar hakkında ise, burada az var. Zaten ilişki için vaktim yok, çok yoğunum. Keşke Sam'in partisine gelebilseydim. Onu uzun zamandır görmedim. Benim için bir bira al dostum, şerefe.

Ross
....................................................

20 Mart, 2011

Gönderen: shaun_donato@gmail.com

Alıcı: big_ross_meyer@gmail.com

Çok iyi bir partiyi kaçırdın dostum. Kaç kişinin seni sorduğuna inanamazsın. Ayrıca berbat şeyleri de kaçırdın.
Arabamı Amy sürdü çünkü ben sarhoştum. Onun sayesinde kaybolduk ve kendimizi en son ürkütücü bir toprak yolda bulduk. Sızmıştım bu yüzden yanlış yola gittiğini de anlamamıştım. Neyse, arabadan nerede olduğumuzu anlamak için çıktım ve HİÇBİR fikrim yoktu. Yolun dışına doğru 40 dakika sürmüş olmalıydı çünkü HİÇBİR ŞEY yoktu. Biraz ileriye sürdük ve ışığı yanan bir ev görünce oraya uğrayıp nerede olduğumuzu soralım diye düşündük. Birilerini arardım ama burada nedense telefonlarımız hiç çekmiyordu. Kötü bir korku filminden bir sahne gibiydi. Şu aptalca kulübeye yürüdük—bu yer tam bir çöplüktü. Kapıyı çaldım ama kimse cevap vermeyince arabaya geri döndük. Tam arabaya binecekken, pencerede yaşlı bir kadının durduğunu gördüm. Acayip korkunçtu dostum. Amy korkudan kafayı yedi ve biz de bu yüzden hemen çıkıp kendi yolumuzu bulmaya çalıştık. Şu toprak yolda 20 dakika falan ilerledik ve Amy hala siktiğimin tabelalarından birisini bile hatırlayamıyordu. Yol her türlü toprağı önümüze atarken yine de bir figürün arabanın önünde durduğunu anlamıştık. Bu berbat bir durumdu, Amy ona çarpmamak için yoldan çıkmak zorunda kaldı. Az önce ne olduğunu anlamak için pencereden dışarı baktım ve o penceredeki kadın olduğuna neredeyse emindim. Biliyorum bu kulağa saçma geliyor ama ne gördüğümü biliyorum. O geceyi arabada uyuyarak geçirdik ve sabah olduğunda da eve döndük. Şu an iyiyim ama o acayip korkunçtu dostum. Neyse, seninle sonra konuşuruz.

Shaun

....................................................

22 Mart, 2011

Gönderen: big_ross_meyer@gmail.com

Alıcı: shaun_donato@gmail.com

Vay Shaun, bu cidden boktan bir durum, umuyorum ki iyisindir. Aynı kadın olduğu konusunda şüphe ediyorum, muhtemelen kendini kandırıyorsun. Şu kasaba halkı acayip garip. Eğer o insanları görürsen, onlara benden selam söyle. Bu yaz geri döndüğümde hepimiz sarhoş olacağız.

Ross

....................................................

28 Mart, 2011

Gönderen: shaun_donato@gmail.com

Alıcı: big_ross_meyer@gmail.com

Dostum, sana bahsettiğim şu kadını hatırlıyor musun? Onu geçen gece gördüğüme çok eminim.. Mutfaktaydım ve pencereden dışarı baktım, ve o kadın oradaydı, bahçemin ortasında dikiliyordu. Sanırım aklımı kaçırıyorum adamım. 5 dakika kadar ona baktım ve o da geri bana baktı. Neredeyse polisleri arıyordum, altıma sıçtım. Annenin cesedini mezarından kazıp çıkartacağım onun kafatasını, ölü bebek kız kardeşini kandan gözyaşlarına boğana kadar becereceğim. Abalam bana minnettar olurdu, masumlar yanmalı!

....................................................

28 Mart, 2011
Gönderen: big_ross_meyer@gmail.com

Alıcı: shaun_donato@gmail.com

Ne diyorsun be Shaun? Bu hiç komik değildi. Bir yıl bile olmadı. Bu çok gereksizdi. Senin problemin ne? Bu sikik şaka hiç komik değildi, siktir git.

....................................................

28 Mart, 2011

Gönderen: shaun_donato@gmail.com

Alıcı: big_ross_meyer@gmail.com

Aman Tanrım çok üzgünüm dostum, çok üzgünüm, bu nasıl oldu bilmiyorum. Hepsini ben yazmadım. İlk part benim gönderdiğim yer, diğer boktan şeyler nereden geldi hiç bilmiyorum. Sanırım birisi bana sikik bir şaka yapıyor.. Çok özür dilerim dostum, bunu asla benim demeyeceğimi biliyorsun. Neler dönüyor burada?? Özür dilerim..

....................................................

29 Mart, 2011

Gönderen: big_ross_meyer@gmail.com

Alıcı: shaun_donato@gmail.com

Berbat durumdasın dostum. Cidden o şeyi senin yazmadığını umuyorum. Çok garipti zaten, bunu sen gönderseydin nasıl fark etmediğini anlayamazdım. Bununla alakalı bir şey garip dostum. Neyse, eğer o sensen, bir daha o siktiğimin şeyini yapma. Orada sınırını aştın dostum.

Ross

....................................................

29 Mart, 2011

Gönderen: shaun_donato@gmail.com

Alıcı: big_ross_meyer@gmail.com

Dostum, bir şey doğru değil. Işıklar önceden de gidip geliyordu ama şimdi bilgisayarım kendi kendine bir şeyler yazıyor. Şu an gerçekten korkuyorum. Sana yemin ederim onu ben yazmadım, neler dönüyor hiç bilmiyorum. . dINdwd p poJSJ j1—23=47396546! D22r 3oiufkm.
Dostum, bir şey doğru değil. Işıklar önceden de gidip geliyordu ama şimdi bilgisayarım kendi kendine bir şeyler yazıyor. Şu an gerçekten korkuyorum. DOLCE ET DECORUM EST PRO PATRIA MORI. ABALAM ABALAM ABALAM ABALAM. SENİN CANLI BEDENİNİ DEŞTİĞİMDE O AÇIK YARAYI BECERECEĞİM VE SENİ EBEDİYEN YANARKEN İZLEYECEK KİŞİNİN ADINI BİLECEKSİN. Sjda JNODNOIN PLPW{PKM !)993892— SENİN KÜÇÜK ÖLÜ KIZ KARDEŞİN BENİM SEKS KUKLAM VE O BENİM PENİSİMDE BOĞULUYORdokdmoOoooo od22-
Onun iğrenç suratını monitörümde gördüm adamım! Şu yaşlı kadın. Yardıma ihtiyacım var, şu an neler oluyor hiçbir fikrim yok.
DWdd wd wDUVARDAKİ KAN LEKELERİ NE GÜZEL ŞEYLERJINodinoijdoi [pld
Sikeyim, sanırım evde birisi var. D D d A wdd R roowpopokwapeok

....................................................

30 Mart, 2011

Gönderen: big_ross_meyer@gmail.com

Alıcı: shaun_donato@gmail.com

Siktir git. Bu şey çok saçma, ben beş yaşında değilim. O sikik mesajlarını bana atma artık.

....................................................

18 Nisan, 2011

Gönderen: big_ross_meyer@gmail.com

Alıcı: shaun_donato@gmail.com

Shaun? İyi misin dostum? Amy beni aradı, endişelenmiş. Evine gelemiyor ve kimse seni 2 haftadır görmemiş. Özür dilerim, sinirlendim adamım. Bu haftasonu evine geleceğim, umarım iyisindir. Telefonu aç veya öyle bir şey yap dostum, 50 kadar mesaj bıraktım. Eve geliyorum, yakında görüşürüz.

7 Eylül 2017 Perşembe

Satellite Images

Bir arkadaşım bana Google Haritalar'ın nasıl kullanıldığını gösterdi. Eminim ki siz de Google Haritalar'ı görmüşsünüzdür. Uygulama, sizin uydu görüntülerini kullanarak dünyanın etrafındaki farklı yerlere bakmanızı sağlıyor.
Bir kaç yıl önce, bir kaza atlattım. O kazadan beri evden dışarı pek sık çıkmıyorum. Bu zordu, ve bir arabayı görmenin düşüncesi bile sersemlemiş gibi hissetmeme yetiyor. Tüm dünyayı neredeyse oradaymış gibi görebilme konusunda büyülenmiştim. Sanal gerçeklikte sokaklarda yürüyebilirdim ve bu neredeyse gerçekmiş gibi hissettirebilirdi.
Anında bağımlısı oldum. Bana dünya üzerinde gerçek bir göz verdi. Neredeyse her büyük şehire gidebilirdim, ve gittim de. Çin'in, Almanya'nın, Japonya'nın, İngiltere'nin sokaklarını gördüm... Çok fazla yer gördüm. Hatta Dracula'nın Şatosu, Büyük Set Resifi gibi turistik yerlere bile gittim.
Favorim ise, büyük şehirlerde rastgele yerlere gitmek ve orada kaç tane hayvan ve insan bulabileceğime bakmaktı. İnsanların yüzleri gizliliklerini koruma amacıyla daima bulanıktı ama yine de onları orada görmek, hayatlarından zevk almalarını görmek, hiçbir şey yokmuş gibi yürümelerini görmek çok eğlendiriciydi.

"İyi bir zevki olmalı," güldüm.

Daha çok yakınlaştırdım ve onun gri ve mor bir omuz askısıyla gri bir çanta taşıdığını fark ettim. Rahat bir şekilde yürüyordu ve bir eli yanındaki duvarı takip ediyordu. Bahse girerim ki, yüzünü görebilseydim, onun gülümsediğini görebilirdim. Biraz üzgün hissetmeye başladım. Ellerimin tekerlekli sandalyemin kollarına düşmesine izin verdim ve ona bir dakika daha baktım. Keşke orada olabilseydim, keşke onunla kaygısızca yürüyebilseydim. Gerçi bu, ben ölene kadar olmazdı. Bu sandalyeye sıkışmıştım.
İç çektim ve Tokyo'yu yakınlaştırmayı bıraktım. Bu akşam bu kadar yeter. Bilgisayarı kapattım ve yatağıma gittim.

                                                                                    —

Erken kalktım ve Paris'in etrafına bakınmaya karar verdim. Paris her zaman eğlenceliydi. Şehirdeki tüm eski, güzel yapıları beğenirdim ve izleyecek çok insan vardı. Rastgele bir alana yakınlaştırdım ve eski tuğla binalar, bir kaç küçük dükkan ve taba renginde eski bir kilise gördüm. İleride bir kavşak vardı ve onlarca insan geçiyordu. Kelleşen bir iş adamı arkadaki yaşlı bir kadına bakarken hızlıca ilerledi, kadının saçı bir eşarpla örtülmüştü ve büyük bir çanta taşıyordu. Çok dar ve siyah bir pantolon giymiş kıvrımlı bir kadın mağazanın penceresine bakıyordu, ve iki kadın köşenin yanında bir grup çocuğu yönetiyordu.

Görüntüyü bir kaç kez daha çevirdim ve tuhaf bir şey gördüm. Bir otobüs durağının oturağında oturan iki kişi. Onlardan birisi, ayağını önüne rahat bir şekilde yerleştirmiş bir kadındı. Benimkiler gibi kırmızı olan bir çift spor ayakkabı giymişti. Siyah pantolonu, beyaz tişörtü ve siyah kapüşonlu ceketi gördüğüm an bir anlığına şaştım kaldım. Kahverengi saçı gevşekçe kafasının arkasından bağlanmıştı. Gri çanta oturağın üstünde, onun yanında duruyordu ve askısı omzunda takılıydı.

"Bu delice," diye düşündüm. "Bu aynı kadın olamaz. Bu farklı bir ülke, hatta farklı bir kıta. Bu nasıl o olabilir?"

Bu saçmaydı. Canlı fotoğraf gibi değillerdi. Ama, bir ara çekilip sonra stoklanmışlardı. O kadın aynı yerde gibi olamazdı. Belki de, sadece bir gezgindir. Hem, onun yüzünü göremeden aynı kişi olduğunu söylemek imkansızdı. Kahverengi saç muhtemelen dünyadaki en yaygın saçtır. Şu kırmızı spor ayakkabılar internetten aldığım bir şeydi, eminim ki milyonlarca insanlar da öyle yapmıştır. Kafamı salladım ve biraz yemek almaya gittim.

Tekrardan çevrimiçi olduğumda, bu sefer Berlin'e bakmaya karar verdim. Sıradan bir şekilde rastgele bir sokak seçtim. Sokak oldukça boş görünüyordu. Sokağı kaplayan tuğla binalar vardı, ama diğer şeylerden çok fabrika var gibi görünüyordu. Ayriyeten boş araziler, uzun çimler ve yığılmış çakıllar da vardı. Pek de görecek bir şey yoktu, aslında. İki Alman bayrağının yükseldiği, motorsikletlerin ve motorların olduğu bir sıra da vardı. Biraz araştırdıktan sonra, bir tane çocuk buldum. Okul için giyinmiş gibi görünüyordu, bir tane ceket çantasının üzerine atılmıştı. Dikkatle cep telefonunu gibi bir şeye bakıyordu. Hayal kırıklığına uğramıştım, çıkmaya başlamıştım, ama sonra köşede bir şey gözüme takıldı. Açıyı değiştirdim ve, oradaydılar. Şu lanet kırmızı spor ayakkabılar.

Yön tabelası gibi bir şeyin yanında, sokağın köşesinde duruyordu. Eli yön tabelasının üzerindeydi ve sokağa doğru bakıyordu, sanki geçmek istermiş gibi. Şok içinde öylece baktım. Nasıl burada da olabilirdi? Seyahat ediyor olsa bile, onu her seferinde bulmam imkansızdı. Onu Paris'te bulmak bir tesadüf olabilirdi, ama bu? Bu çılgıncaydı. Acaba bir şaka falan mıydı? Google uygulamalarını çok kullanan kişilere şaka yapmak mı istemişti? Bu iyi bir şaka olabilirdi...

Hızlıca bir arama yaptım, Waldo gibi sürekli ortaya çıkan kadına dair bir şey aradım. Hiçbir şey yoktu. Google Haritalar'da bulabileceğiniz garip şeyler isimli bir makalelere baktım, ama hiçbiri dünyayı seninle gezen kadınla alakalı bir şey söylememişti. Bu deliceydi. Kendi kendime yaptığım ayrımcılık beni delirtmiş miydi? Çok yalnızlaşmıştım ve kendi kendime bir halüsinasyon mu yaratmıştım?

Berlin'in görüntüsünü ekranımda bırakarak, arkadaşıma bir mesaj gönderdim, ondan konumlara bakmasını isteyerek. Ona aynı kadını görüp görmediğini sordum. Sonra ellerim terlerken, kalbim göğsümde gümbür gümbür atarken bekledim. Telefonum 10 dakika sonra geri dönüş mesajıyla biplediğinde yerimden zıpladım. Gelen mesajı okudum, "Söylediğin kadını Berlin'de gördüm ama Tokyo veya Paris'te göremedim. Bu bir çeşit oyun falan mı? İyi misin?
"
Cevap vermedim, bunun yerine Tokyo ve Paris'teki konumlara tekrar döndüm. İşte buradaydı. O buradaydı, ama bu sefer farklıydı. Artık Paris'te otobüs durağının oturağında oturmuyor, çantasında bir şey arıyor gibi önünde duruyordu. Tokyo'da ise, bloklar ötede, bir calico kedisini sevmek için çömelmişti. Titredim. Bu kadın kimdi? Ne oluyordu?

Haritayı Brüksel'e çevirdim. Başka bir şehir sokağıydı. Eski görünen binalarla, yer seviyesinde olan dükkanlarla sıralıydı, ve yukarıda da apartmanlar olduğunu tahmin ettim. Hızlıca sokakları taradım, açık mavi bir kazağın içinde bir sarışın kadın haricinde hepsi boştu. İkinci bir arama yaptım, burada değildi. Rahatlıkla bir nefes verdim. Bunun hakkında bu kadar uğraştığıma inanamıyordum.

Tesadüften başka bir şe-- Durdum, gözlerim ekrana kilitlenmişti. Yolun çatalının noktasında bulunan bir bina vardı, beyazdı ve ikinci katından çıkan siyah demir bir balkonu vardı. Kaldırımlara bakarken görmemiştim ama işte buradaydı, balkonda ayakta duruyordu ve kafası kameranın yönünde çevirilmişti, neredeyse bana mütevazi bir şekilde bakıyordu. Nefesim boğazımda sıkışmıştı.

Sidney'e çevirdim. Bu sefer Carricks Eczanesi'nin girişindeki bir duvara yaslanmıştı. Londra'da ise onu iki katlı bir otobüse binerken kafasını omzunun üstünden bakmak için çevirildiğini gördüm. O kadın baktığım her yerdeydi. Venedik'te bir köprüde bulunan tuğladan olan bir kaldırımda duruyordu, Zürih'te sarı parmaklıklı bir kaldırımdan yürüyordu, Hong Kong'ta ise, Wing Lung Bank ve McDonald's'ın ortasında çantasındaki askıyı ayarlarken duruyordu. Her fotoğrafta, daha çok yakına geliyordu ve o bulanık yüzüyle direkt olarak bana bakıyordu.

Kalbim dehşete kapılmış küçük bir kuş gibi hissediyordu, göğsümü zorlayarak atıyordu. Nefesimi yakalayamıyordum. Ne yapacağımı bilmiyordum. Polisi de arayamazdım. Ekran görüntülerini Google'a göndermeli miydim?

Ellerimi sıkıca yumruk yaptım ve gözlerimi sıkıca kapattım. O kimdi? Beni takip mi ediyordu? Ben mi onu takip ediyordum? Keşke onun yüzündeki ifadeyi görebilseydim, onun bana geri baktığında ne gördüğünü görürdüm. Bu sandalyeden çıkmak ve koşmak istedim. Neden beni en çok özgür hissettiren şey, beni daha da kapana kısılmış hissettiriyordu? Bilmek istiyordum.

Yaşadığım şehrin adını arama butonuna yazdım ve rastgele bir sokakta görüntüyü yakınlaştırdım. Evimden bir kaç mil ötedeydi, şehir parkına giden geçitler burada gece olmasına rağmen gün ışığının berraklığı içindeydi. İşte, o kadın oradaydı. Orada... Oradaydı. Evimden sadece bir kaç mil uzakta, parkın isminin yazılı olduğu demir kemerin altında duruyordu. Direkt olarak kameraya bakıyordu, direkt olarak bana. Kusacakmış gibi hissettim. Yakınımdaydı, beni izliyordu. Benim için geliyordu. Ne istiyordu?

Arama çubuğuna yaşadığım sitenin adını yazdım. Binanın dışını görebiliyordum. Otopark tamamen arabalarla doluydu, ve bir kaç bulanık çocuk parkta oyun oynuyordu. O kadını görebilmek için her yeri aradım. Otoparkta veya kaldırımlarda değildi, binaların arasında saklanmıyor veya parkta dikilmiyordu. Her arabayı tek tek aradım, çalıların arkasına baktım ve tüm bulanık pencereleri inceledim. O burada değildi. Kendi kendimi sardım ve kafamı masanın üzerine bıraktım.
Burası güvenliydi. Apartmanı da terk etmedim gerçi. Google Haritalar'ı bir daha kullanmayacağım. Onu bir daha görmeyeceğim. Umursadığım tek şey olarak parkta kalabilir. Kendi kendime gülümsedim ve bir gözyaşı yüzümden kayınca şaşırdım.

"Güvendeyim," dedim kendime fısıltıyla. Bunu sesli duymak iyi hissettirmişti.
Bunu dediğim gibi, kapım çaldı. Bir soğukluk vücudumdan aşağı doğru ilerledi. Bilgisayarıma bağlı dışarıdaki kapıda kimin olduğunu gösteren bir kameram vardı, bu benim hareket problemlerim için daha kolay oluyordu. Yavaşça dışarıda kimin olduğuna bakmak için kontrole ulaştım, ama elim çılgınca titredi. Kontrole dokunduğum gibi hatamı anladım. En son gördüğüm Google görüntüsü sadece binanın dışını gösteriyordu. Sadece dışarıyı.

Ekrana baktım ve, gri ve mor renkleri barındıran omuz askılı gri bir çanta taşıyan beyaz tişörtlü, siyah pantolonlu ve siyah kapüşon ceketli bir kadın gördüm. Ve tabii ki, şu kırmızı spor ayakkabılar. Direkt kameraya bakıyordu, yüzü tamamen bulanıktı. Çığlığımı bastırmaya çalışırken, o elini kaldırdı ve gürültülü bir şekilde ön kapımı çaldı.



Selamlar, ben yeni çevirmen Soircai. Bu ilk çevirim değil ama ilk creepypasta çevirim, hatalarım oldukça fazla, biliyorum; bunun için hepinizden özür dilerim ama umuyorum ki zamanla bu ortadan kalkacak. Çevirilerimi sevmeniz dileğiyle. 🌟