Polis memurlarını düşününce, nasıl göründüğümüz ve gerçekte kim olduğumuz arasında bir uyumsuzluk olduğunu düşünüyorum. Birçok insan bizi iyi olarak görüyor. “Kötü adamların” istediklerini yapmalarını engellemek için son anda parlayan altın rozetleriyle çıkagelen gerçek hayat kahramanları olarak görüyorlar.
Ama gerçek bu değil. Bizim süper güçlerimiz yok. Belirli bir alandaki bütün suçları göremeyiz. Ve her şeye istediğimiz hızda cevap veremeyiz. Günün sonunda biz sadece içinde bulunmamız gereken durumları kanunların bize söylediği gibi değerlendirip harekete geçen insanlarız. Biraz derine indiğinizde çirkinliği görebiliyorsunuz. Irkçılık, gücün kötüye kullanılması, şiddet. Bir çok insan bunları her gün görüyor. Diğerleri de çok farkında değil.
Bu ne anlama geliyor? İyi insanlar olarak gizlenmiş canavarlar mıyız? Bazı insanlara göre evet ve belki de makuldür. Ben başka bir anlama geldiğini düşünüyorum. Bana göre, bizim toplumun iyi ve kötü yansıması olduğumuz anlamına geliyor. Ve toplumun çoğunluğu gibi karmaşık ve detaylıyız. Bizi nasıl görmek istiyorsanız ya da görüşünüzün sınırı ne kadarsa o olabiliriz. Polis olarak bu konuda sıkıntı yaşıyorsunuz. Çünkü günün sonunda sizi birisinin nasıl gördüğünün aslında gerçek olduğunu asla bilemiyorsunuz.
Şef beni ofisine çağırdığında vardiyamın erken zamanlarıydı. Gelişigüzel bir şekilde birkaç dokümana bakarken ağzındaki kürdanı çiğniyordu. Birkaç belgeye göz gezdirip onları bir köşeye atmadan önce orada sessizce tam tamına otuz saniye oturduktan sonra bana şüpheli bir ifadeyle baktı. “Smith…” her zamanki emir veren sesiyle gürledi. “Bir durum hakkında tavsiyene ihtiyacım vardı.”
“Tabii ki,” diye cevapladım. “İlişki tavsiyesi olmadığı sürece, seni kesinlikle boşanma yoluna sokacağım… Aşağı yukarı iki ay içinde.”
Günün geçmiş olaylarını sıralamadan önce onda bir gülümseme kırıntısı yakaladım. “Bekâr bir anne, galiba adı Bayan Wilson’du. Dün buraya geldi ve yüksek rütbeli memurlarımızdan biriyle konuşmak için yalvardı. Bu kâğıtların birazını almak için idareye inmiştim ki isteğine kulak misafiri oldum. Gidip kendimi şef olarak tanıttım ve konuşmaya başladık. Bana en kısa zamanda polis korumasına ihtiyacı olduğunu söyledi ve bunu yüksek yetkiye sahip birine direkt olarak yalvararak yapmak istedi.”
“Polis koruması mı?” dedim yüksek sesle düşünerek. “Ciddi bir şey olmalı.”
“Ben de öyle düşündüm.” diye onayladı. “Ama Bayan Wilson bana nasıl küçük oğlunun penceresinin dışında bir adamın onu her lanet gece izlediği hakkındaki hikâyeyi anlatmaya başladı. Ne yaparsa yapsın adam gitmiyormuş. İyi bir anne olduğu için tabi ki hep ona bakmak için gidiyor. Ama her seferinde orada hiç kimse olmuyor. Ama oğlunun gözlerindeki korku gerçek. Gözlerindeki ifade çok kötü bir şey gördüğünü söylüyor ve o da oğluna inanıyor. Bu durumu düzeltmek için, o pisliği yakalayana kadar birini dışarıda tutmamızı istiyor. Nasıl hareket etmemiz gerektiğini düşünüyorsun?”
Yüzümü kafam karışmış bir şekilde buruşturdum. “Ben… Anlayamıyorum. Demek istediğim, gerçekten bu konuda fikrime ihtiyacın var mı? Oldukça açık değil mi? Onun bu gizemli adam hakkındaki korkusunun gerçek olduğunu anlıyorum ama memurları istendiğinde koruma olarak veremeyiz. Yardım etmemizi isterim ama eğer bu adamın var olduğuna dair bir kanıtı yoksa bizim yapabileceğimiz çok bir şey olmuyor değil mi? Güvenlik kamerası taktırmasını ya da bir silah almasını önerebilirim. Eğer bu adamı kameraya alırsa düzgünce bir soruşturma yapıp onu bulabilmeyi umabiliriz.”
Şef kahkaha attı. Bu beni şaşırttı. Çünkü bu adam %99 ciddi bir ifade takınır. “Düşünce tarzını beğeniyorum Dedektif Smith. Her durumda açık ve mantıklısın. Ya seni kurtaracak ya da öldürecek bir özellik. Öyle ya da böyle hayatındaki bütün farkı oluşturacak. Ama… Büyük bir şeyi atlıyorsun.”
Beni bir yere yönlendirmek istiyordu ama bununla nereye varmam gerektiğini tam olarak bilemiyordum. Tek yapabildiğim cevap olarak kaşlarımı kaldırmaktı.
Kafamın karıştığının farkına varınca ağzından kürdanı çıkardı ve sanki sigara dumanı çıkarır gibi nefes verdi. “Sence oğlu geceleri penceresinin dışında bir adam olduğunu söyleyen bekâr bir anne hali hazırda kameralar almamış mıdır? Birkaç gece sonra bulabildiği en pahalı kameraları alıp penceresinin dışına yerleştirdi.”
“Ve?”
“Ve tabi ki de orada bir adam olduğuna dair bir kanıtımız bile olmadan hâlâ burada oturuyoruz. Hâlbuki buraya çocuğunun onu daha dün gece gördüğünü söylemek için geldi.”
Zihnimde parçaları birleştirmek biraz vaktimi aldı. Bunun nasıl mümkün olabileceğini anlayamıyordum. “Bilmiyorum. Bulacağın şey de bu zaten. Sana zaten adresini ve bilgilerini içeren bir e-posta gönderdim.”
Düşmemesini umduğum talihsiz bomba buydu. Bu davaya atanmamla alakalı ne kadar tartışmak istesem de bundan sıyrılamayacağımı biliyordum. Ve o uzun kadınla olan son karşılaşmamdan beri, şef ve ben bir şeyi anlamıştık. Onun çok kimsenin farkında olmasını istemediği bir şey görmüştüm. Ama sadece o da değildi. Eğer bir şeyin “sıra dışı” sınıfında olduğunun birazcık bile şüphelense onun buradaki adamı olurum.
Yine de ikimiz de varsayımlarla hareket edemezdik. Her davada nasıl yapıyorsam, buna da öyle yaklaşmam gerekiyordu. Ve bu yaklaşım gerçeklerle başladı. Davaya atanıp şefin ofisinden çıktığım anda zihnim çalışmaya başladı.
Hemen masamda biraz geçmiş araştırması yapmak için hızlıca masama yöneldim. Çocuğunun penceresinde bir adam gördüğünü iddia eden bir anne var, ama o adamın var olduğuna dair bir delil yok. En azından kayıt altında. Bunu açıklığa kavuşturabilmek için yeterli bilgilerin yanına bile yaklaşamadım. En azından şimdilik.
Bir yıldan biraz fazla bir süredir bizimle beraber olan Memur Ryan, beni masamda düşüncelere dalmışken hazırlıksız yakaladı. Gamsız bir çocuktu. Yirmili yaşlarının sonundaydı ve yüzünde her zaman kocaman gir gülümseme olurdu.
“Merhaba dedektif!” dedi diyet sodasından bir yudum aldıktan sonra. “Şefin ofisinden çıktığını gördüm ve şeyde çalışıp çalışmadığını merak ettim…” Etrafa hızlı bir göz gezdirdikten sonra yaklaşıp fısıldadı. “…Gizli bir projede.”
Ona boş bir bakış attım ve o da bana göz kırpınca kafam daha çok karıştı.
“Hiç gizli bir şey bilmiyorum Memur Ryan. Sadece olası bir izinsiz giriş ve taciz vakası. Büyük bir şey değil.”
Duydukları onu hayal kırıklığına uğratmış gibiydi. “Ah adamım. Sıkıcı görünüyor… Yardıma ihtiyacın var mı?”
“Az önce bunun sıkıcı olduğunu söyledin. Ama şimdi yardım mı etmek istiyorsun? Neden…?”
“Aynen öyle!” diye heyecanlı bir şekilde cevapladı. “Çalışmalarını görüyorum adamım ve herkes senin yıllar boyunca nasıl bazı çılgınca davaları çözdüğünden bahsediyor. Ben de her zaman senden neler öğrenebileceğimi görmenin eğlenceli olabileceğini düşünmüştüm.”
Kabul etmeliyim ki şevki gerip bir şekilde büyüleyiciydi. Ama bunu dışında biliyordum ki, eğer bunu çözmek istiyorsam, aileyle konuşmakla kalmayıp kanıt toplama da yapmalıydım. Ve günü sonunda iki çift göz ve kulak tekten iyiydi.
Aşırı sersemce tepkisi için kendimi hazırlarken o not aldığı ve ben de konuşmayı yaptığım sürece benimle takılmasına izi verdim. Yarım saat içinde merkezden çıkmıştık ve mütevazı görünen bir evin kapısını çalıyorduk.
Birinin cevap vermesi biraz sürdü. Sonunda birisi açtığında durumun ne kadar ciddi olduğunun ilk işaretlerini görmüş olduk. Orta yaşlı kadın tümüyle tükenmiş görünüyordu. Gözlerinin altındaki derin torbalar ve dağınık ağaran saçları hiçbir şeye enerji harcamayı umursamayan birininki gibiydi.
“Bayan Wilson.” Diye rozetimi çıkararak konuşmaya başladım. “Adım Dedektif Smith ve bu da Memur Ryan. Sizinle ve oğlunuzla evinizin etrafında gördüğünüz adam hakkında konuşmak için geldik. İçeri girebilir miyiz?”
Rozetlerimizi boş bakışlarla süzdü. Kim olduğumuz anlaşılınca keyfi gözle görülür bir şekilde yerine geldi.
“Ah! Gelin! Evin dağınıklığı için kusura bakmayın.” Bizi oturma odasına alırken oğlu Lucas’ı gelip bizimle tanışması için çağırdı.
Her şey o kadar hızlı hareket ediyormuş gibi görünüyordu ki, uykulu gözlü genç bir çocuğun önümde belirmesi beni hazırlıksız yakaladı. Bana göre 12 yaşında gibi görünüyordu ve annesine benziyordu. Sürekli gözlerini ovalaması ve esnemesinden ne kadar yorgun olduğu belli oluyordu.
Lucas ve Bayan Wilson koltuğa otururken, Memur Ryan ve ben de mutfaktan alınan sandalyelerde karşılarına oturduk.
“İkinizle de tanıştığıma memnun olduğumu söylemek istedim. En iyi zamanlar olmadığının farkındayım ama elimden gelen her şekilde yardımcı olabilmek için buradayım.” Dedim gülümseyerek. “Bayan Wilson, ifade vermek için merkeze geldiğinizden haberim oldu. Ama eğer bir sakıncası yoksa eğer bana tekrar kısaca neler olduğunu anlatabilirseniz sevinirim.”
Konuşmaya başlamadan önce başını sallayıp derin bir nefes aldı. “Her şey bir hafta önce başladı. Lucas pencerede bir şey gördüğünü söyleyerek odama koştu. Kontrol etmeye gittiğim ama olağandışı hiçbir şey göremedim. Dolayısıyla kötü bir rüya gördüğünü düşündüm. Ama aynı şey bir sonraki gece de oldu. Ve bir sonraki gece de oldu.” Yanında uzanan Lucas’ın saçlarını okşamak için biraz durdu. “Ama ben hiçbir şey görmedim… Üçüncü geceden sonra hemen gidip güvenlik kameraları yerleştirdim. İki gün boyunca hiçbir şey olmadı. Artık bittiğini düşünürken bir anda yine başladı. Aynı gece kameraları kontrol etmeye gittim ama hiçbir şey görmedim. Ama ben oğlumu tanıyorum. O bunu uydurmaz. Uyuyabildiği gecelerde korkunç kabuslar görüyor. Uyuyamadığında ise ikimiz de cin gibi ayakta oluyoruz. Polise daha önce de ihbarda bulundum ama hiçbir şey olmadı ve ne yapacağımı da bilmiyorum."
"Sizi anlıyorum." dedim yumuşakça. "Ve bunun ikiniz için ne kadar zor olduğunu ancak tahmin edebilirim. Sadece bir kaç sorum olacak." Başını salladı ve ben de davam ettim, "Yaşadıklarınızı küçümsemek istemem. Ama oğlunuzun olmayan şeyler görüyor olması mümkün mü? Ailenizde hiç psikolojik rahatsızlıklar görüldü mü?"
O kadar zorla cevap verdi ki sanki saldırıya uğramış gibiydi. "Ne? hayır! Oğlum... o olmayan şeyler görmüyor!"
Memur Ryan, "Onun öyle olduğunu söylemiyoruz bayan. Sadece yaklaşımımızı belirlemek için her şeyi açıklığa kavuşturmamız gerek. İşlerin aslında göründüğü gibi olmadığı durumlar oldu ve birisini küçük bir hatadan dolayı tutuklamak istemeyiz."
Bayan Wilson derin bir nefes alıp olumlu anlamda başını salladı. "Hiç böyle sorunları olmamıştı. Lucas'ın babası ve benim onun dikkat dağınıklığı bozukluğu olabileceğini düşündüğümüz bir zaman olmuştu. Biz de onu bir kaç hafta bir uzmana götürdük. Bildiğin kadarıyla her şey gayet yolunda."
"Ve babası hakkında..." diye araya girdim. "İyi bir ilişkiniz var mı?"
"Evet var." diye cevapladı. "Lucas yaz boyunca onunla kalıyor ve onun dışında her gece telefonda konuşuyorlar. Onun ve benim boşandığımız zaman beraber olduğumuzdan bile daha iyi bir ilişkimiz var."
"Ama yine de eğer eşinizin bilgilerini bana gönderebilirseniz sevinirim. Geçmiş araştırması yapıp yer şeyin yolunda olduğunu teyit edeceğiz. Oğlunuzun odanızda uyumaya izin vermeyi hiç düşündünüz mü? belki onu bu durumdan çıkarmanın yardımı olabilir."
"Elbette, her zaman. Ama bu kalıcı bir çözüm değil. Lucas'ı odama aldım ama ben uyuyuncaya kadar o bir yolunu bulup yatağına dönüyor."
Kesin olarak emin olmasam da doğruyu söylüyor gibiydi. Her ne kadar garezi olan bir psikopatın bir çocuğu sinsice izlemesini istemesem de aday olarak öne çıkan hiç kimse de yok gibi görünüyordu. Ama bu davaların çoğunda, çocukların ebeveynlerinin bilmedikleri şeyleri bildiğini bilebilecek kadar uzun süre bu işi yaptım.
Lucas ile yalnız konuşabilip konuşamayacağımı Bayan Wilson'a sorduğumda biraz tereddüt etti. Genç oğlunun bir polis memuru tarafından sorguya çekilmesine izin vermek konusunda anlaşılır bir şekilde isteksizdi.
Memur Ryan sürpriz bir şekilde etkili bir aracı gibi davranan kişi oldu. Bana polis memuru olmadan önce çocuk terapisti olarak çalıştığı gibi bir şeyden bahsetmişti. Ona göre çocuklar, travmatik olayları aileleri dinlemiyorken anlatınca daha mutlu oluyorlar. İlk başta mantıksız geldiyse de üzerine düşündükçe daha mantıklı gelmeye başladı.
"Sizinle bu konuyu başka bir odada konuşmaktan mutluluk duyarım." derken annesi biraz çırpınıyor gibiydi. Düşündü ve sonunda kabul etti. İkisi gitmek için yerlerinden kalktığında Memur Ryan bana göz kırptı ve ben de o kurnaz pisliğe cevap olarak gözlerimi devirdim.
Şimdi sadece çocuk ve ben vardım. Gergin görünüyordu. Ona gülümsemeye ve her şeyin iyi olacağını söylemeye çalıştım ama henüz bana güvenmediğini kolayca görebiliyordum. Ya da en azından ona yardım edebileceğime inanmıyordu.
"Hey Lucas, başlamadan önce senin yaşadığın deneyimin çok korkunç olduğunu bildiğimi söylemek istiyorum. Ama annenin ve senin güvende olduğundan emin olmak benim işim. Ama işimi yapabilmem için elinden geldiğince dürüst cevap vermelisin. Hiç bir ayrıntı çok küçük değildir." İsteğime başını salladı ve başladık. "Harika. Camındaki kişiyi tanıdın mı? Ya da tanımlayabilir misin?"
Gözlerini tavana dikmiş, ne gördüğünü hatırlamaya çalışırken biraz düşündü. "Onu tanımadım. Ama oldukça büyük bir kafası vardı. E, büyük gözler. Ağzı kafasının bir kenarından diğerine kadar uzanıyordu ve sanırım yüzü de kırışıktı. Ah! Ve o keldi."
İlk başta tanımlama çok anlamlı değildi. İlk düşüncem bir tür maske takan biri olduğu yönündeydi. Mantıken eğer tanınmak istemiyorsa uygun olur. Bu da o kişinin Lucas'ın tanıdığı biri olabileceği ihtimalini aklıma getirdi. Belki de onu tanıyacağını düşündü. "Bu kişi konuştu mu? Tanıyor olabileceğin bir sestir belki?"
Başını iki yana salladı.
"Hım, anladım. Bu kişiyi çoğunlukla ne zaman görüyorsun? Her gece aşağı yukarı aynı saatte mi?"
Başını salladı. "Neredeyse. Sadece gece baya geç saatte oluyor."
"Ne kadar geç?"
Cevap vermek için gergin görünüyordu. "Anneme söylemeyin ama...Gece 2 ya da 3. O saatte uyanık olmamam gerek. Eğer hali hazırda ayakta değilsem bazen rastgele uyanıyorum ve o... Orada."
Gülerek, "Hiç merak etme Lucas, hiç bir şey demeyeceğim. Bana güvenebilirsin. Ama yataya daha erken gitmelisin." dedim göz kırparak. "Annen bazen onun odasında uyuduğunu söyledi ama yatağına geri gidiyormuşsun. Eğer pencerende bu korkunç kişiyi görüyorsan neden geri dönüyorsun?"
Omuz silkti. "Bilmiyorum. Fark etmiyorum bile. Yatağımda geri uyanıyorum."
"Olası uyurgezerlik?" diye düşündüm. Peşine standart sorular sorduktan sonra görüşmeyi tamamlamak için annesini getirdim. Not gibi bir şey bulabilmek için odasına baktım ama her şey yolunda görünüyordu. İlgimi çeken tek şey Lucas'ın panjurlarının kapalı olduğuydu. Onlar kapalı iken onun nasıl penceresinin dışını görebildiğini sordum.
Bu, annesinin oğluyla çoktan konuştuğu bir şeydi. Onları gece yatağa giderken kapandığını bilmesine rağmen, gecenin bir vakti çoktan kendiliğinden açılmış olduklarına emindi. Garip ama önemli olma ihtimali vardı.
Sorularımız bitince Memur Ryan ve ben onlara iletişim bilgilerimizi verdik ve dışarı çıktık. Bayan Wilson'a memur gözetimi isteğinde bulunduğu taktirde döneceğimi söyledim. Ama önce buna başka yollarla bakmayı tercih ederim. Bunların ne kadar manasız olduğunu hala hazmedemiyordum. Hiçbir şey uygun görünmüyordu ve bir ipucunu takip etmek için iyi bir yer yoktu. Bildiğim bütün doğrular boşa çıkmıştı. Sabah 2'de maskeli bir adam çıkıp çocukları mı korkutuyor? Eğer çocuk kaçıransa niye sadece odasının içine baksın? Belki de küçük çocukları uyurken izlemekten hoşlanan hastalıklı bir röntgenciydi. Eğer durum böyle olsaydı onu boğmaktan kendim hapse girebilirdim.
Ne yazık ki bu olayda yolumu bulmama yardım edebilecek sadece bir yer vardı. İsteksizce cebime davrandım ve telefonumdaki en çok çekindiğim isim için rehberimi taradım.
"Alo? Smith, ne istiyorsun?" diye diğer taraftan güçlü bir ses geldi.
"Merhaba Memur Joss. Seninle de konuşmak güzel." diye onu durum hakkında bilgilendirmeden önce biraz rahatsız olmuş bir tonda söyledim. "Her neyse... Burada Wilson'ların evindeyim. Aileyi çoktan sorguladım ama bununla nereye varacağım konusunda biraz kayboldum. Bana doğru yolu gösterebilme şansın var mı?"
Çok duyulur bir şekilde iç çekti. "Okulunda da işlerini yaptırmak için birilerini arar mıydın? Yoksa bu iş hayatında mı başladı?"
"Ah evet, pisliğin teki olmak! İşleri halletmenin klasik yolu. Eğer bunu yapmaya devam edersen belki bu çocuğu izleyen eden adam bana acıdığı için teslim olur."
Göremesem de onun gözlerini devirdiğini biliyordum. "Ha-ha. Çok komik."
"Komedyenlikte iyiyimdir. Eğer bu polis şeyi yolunda gitmezse ikinci kariyer seçeneğim."
"Peki komik adam. Eğer tavsiyemi istiyorsan, önemli herhangi bir şey için çocuğun penceresini gözden geçirmeni öneririm-ayak izleri, pencerede parmak izleri vb. Ayrıca kimse bir şey görmüş mü diye komşularla konuşabilirsin. Belki şansın yaver gider ve kamera kayıtları bulursun. Ofise geri döndüğünde ise maske ile röntgenleme alışkanlığı olan kimse var mı diye bak. Eğer bunu düzenli düzenli olarak yapıyorsa çok uzak bir yerde yaşamıyordur."
Hakkını vermeliyim ki çok iyiydi. "Eğer hiç bir şey çıkmazsa?"
"O zaman zamanımızı bile neden harcadığımızı cidden sorgulamaya başlarım. Eğer teoride onun geri geleceğini düşünüyorsan, onu yakalayıp yakalayamayacağını bakabilirsin ve anneye gözetim verebilirsin."
Tavsiyelerini düşünüp taşındım ve kapatmadan ona teşekkür ettim.
Tıpatıp aynı evlerin sıralandığı sokağa baktım. Yapacak biraz işimiz olduğunu biliyordum ama Memur Ryan ve ben koşturmaktan yere yığılmak üzereydik.
Günün sonunda, makul miktarda fazla mesai yaptık ve tüm olası yolları denedik. Bittiğinde ise bir arpa boyu yol alamamıştık. İmkansız gibi görünüyordu. Eğer etrafta çocukları gözetleyerek gezinen bir adam olsaydı, nasıl kimse hiçbir şey görmezdi?
Günün raporunu yazdım ve sabah olaylara daha taze bakabilmeyi planladım. Ancak telefonum gece 2'de çalınca ve ve Bayan Wilson'un çıldırmış sesini duyunca o rahatı bulamadım. Tekrar olmuştu.
İçgüdü ile hareket ederek bulabildiğim ilk kıyafetleri üstüme geçirerek eve doğru hızla gittim. Yamuk bir şekilde park ettikten sonra arabadan fırladım ve adamı aramak için etrafı gezindim.
Hiçbir şey görmeyince, uygun bütün polislere önceki gün Lucas'ın bana verdiği tarife uyan maske takabilecek birini aramalarını söyledim.
Birkaç memur çevreyi araştırıp komşularla konuşurken ben de Bayan Wilson ve Lucas ile birlikte bekledim.
Genç çocuğun gözlerindeki korku çok şey söylüyordu. Ve annesinin onu sıkıca kucaklayıp kulağına fısıldama şekli, hiç kuşkusuz rahatlatma ve sevgi kelimeleriydi ve durumun sözsüz görünümü çok daha yüksek konuşuyordu. Zaman geçtikçe, hiç ilerleme kaydedemedik. Araştırdık ve hiçbir şey bulamadık. O zaman anlamıştık ki, bu kanıt olmayışından bile öteydi. Bazı şeyler oldukça yanlıştı.
İçimde bir yerde Lucas'ın gördüğü şeyin doğru olduğunu biliyordum. Buna bakışımızda bir şeylerin yolunda olmadığını düşünüyordum. Başka bir yaklaşıma ihtiyacım vardı ve belki ilk defa Bayan Wilson haklıydı. Belki de oturup o adamın çıkmasını beklemeliydik.
Bir sonraki gün şef ile ilerleme kat edemeyişim hakkında konuştum ve yeni bir strateji önerdim. Eğer olay yerine geç gitmeye devam edeceksek, Bayan Wilson'un isteği yerine getirilmeliydi. Kanıt yetersizliğine rağmen ona çocuğun endişelerinin gerçek olduğundan ve endişelerini ciddiye almamız gerektiğinden emin olduğumu söyledim.
Şaşırtıcı bir şekilde... kabul etti. Ama yeni bir şey yakalamam durumunda gözetim görevindeki tek adam olma şartı ile.
4 ila 6 saat boyunca Wilson'ların evinin önünde vakit geçirmem için ofis saatlerimi büyük ölçüde azaltmam konusunda bir anlaşmaya vardık.
İlk birkaç gün son derece olaysızdı. Kabul etmeliyim ki zamanımın çoğunu telefonumda oyun oynayarak ve video izleyerek geçirdim. Bana göre... gözetim son derece berbattı. Gerçekten. Oturup otuz dakika boyunca karanlık boş bir sokağa bakmayı deneyince ne dediğimi anlayacaksınız.
Üçüncü gün işler korkunçlaşmaya başladı. Gece 1 gibi, Lucas'ın odasındaki ışıklar açıldı ve içimden bir ses "işte bu" diye bağırıyordu.
Ama bir sorun vardı. Bu olurken Lucas'ın penceresinin dışında hiç kimseyi göremedim. Dışarısı iki gün önce olduğu kadar boştu. Er halükarda elimde silahla evlerine doğru koştum. İkinci kez karanlıkta saklanan birisi varsa ona bağırarak çıkmasını ve teslim olmasını söyledim ve bunu yaparken de olası saklanma yerlerini kontrol ettim. Ama hâlâ hiçbir şey yoktu.
Soğukta durup boş sokağa bakarken ne kadar aptal göründüğümü düşündüm. Deli biri gibi havaya bağırıyor ve silahımı sallıyordum. Bir çok mahallede polise ihbar edilebilecek olan adam bendim.
Kariyerimdeki başımı sallayıp sallayıp kendime "Ne yapıyorum lan ben?" diye sorduğum çoğu andan biriydi. Bu ailenin benimle uğraştığını, bütün bu olanların o çocuğun zihninin ürünü olduğunu ve ya henüz keşfetmediğim bir üçüncü seçenek olduğunu bilmiyordum.
Her türlü derin bir düş kırıklığı vardı. Diğer davalardan farklıydı. Bakın, yapboz parçalarını henüz onları nasıl bir araya getireceğimi bilmiyorken birleştirebilmekle başa çıkabilirim. Ama eğer parçalarınız olduğunu ve ya bitirmekte olduğunuzu bile bilmiyorken hayatınızda ne yaptığınızı sorgulamaya başlıyorsunuz.
Bundan sonra ikisiyle yüzleşmek istiyordum. Eğer benimle oyun oynuyorlarsa bunu ödeyeceklerdi. Ama eve girdiğim anda Bayan Wilson'la karşılaştım. Bana bir milyon yıl geçse bile asla tahmin edemeyeceğim bir şey göstermekte ısrar etti.
Pencerenin diğer tarafında büyük bir el izi gördüm.
Hemen telefonumu çıkarıp fotoğraf çekmeye davrandım ama fotoğraf çekmek için telefonu kaldıramadan gitti.
Aklıma bir milyon tane soru hücum etti. Işık açıldığında pencereye doğruca bakıyordum. Lanet evin etrafında koşturdum ama birinin orada olduğuna dair hiçbir kanıt yoktu.
Biraz DNA toplayabiliriz diye bir memuru gelmesi ve kanıt toplamada yardım etmesi için çağırdım. Onları beklerken Lucas ve Bayan Wilson ile tekrar konuşmak istedim.
Tanıdık hüzünlü yüzler vardı. Ama bu sefer başka bir şey hissediyordum...beklenti. Sanki neredeyse "Ne yapacaksın?" dediklerini duyar gibiydim. Açıkçası, cevabı bilmiyordum.
Onlarla konuşmalarım standarttı. Daha önce insanlara milyonlarca kez sorduğum basit soruları sordum. "Ne gördünüz? Bir şey duydunuz mu? Bugün yolunda olmayan bir şey var mıydı?"vb. Elle tutulur bir bilgi yoktu. Sonunda DNA sonuçları da boşa çıkmıştı. Onlara tek söyleyebildiğim yarın tekrar deneyeceğimdi ve onlara gecenin geri kalanında yakınlarında ya da otelde kalmalarını tavsiye ettim.
Bir sonraki güne toparlanmak için ikinci kez evden dışarıya yürürken Bayan Wilson beni kapıda durdurdu.
"Çocuğunuz var mı, Dedektif Smith?" dedi.
Sorusu beni biraz dondurdu. Arkamı dönüp beceriksizce cevap vermeden önce kendime gelmem biraz uzun sürdü, "Ben... Neden sordunuz?"
"Kendi çocuğunuz olsa ne yapardınız?"
İlk düşüncem, "Onun için her şeyi yaparım" oldu. Ama onun bu tip bir cevap aramadığını biliyordum. "Orada olurdum. Onu her ne pahasına olursa olsun orada olurdum. Bu iyi bir ebeveynin yapacağı şeydir."
"Evet öyle." diye yumuşakça cevapladı. "Lütfen, oğluma da kendi oğlunuzmuş gibi bakın."
Başımı anladığımı göstermek için salladıktan sonra başka bir şey söylemeden dışarıya çıktım. Eve gitmek için arabama bindiğimde sözsüz bir oynatma listesiyle kafamı dinlemeye çalıştım. Bu akşamın olaylarını kafamdan atmak için elimden geleni yaptım. Ama yeterince iyi olmadı. Başım zonkluyordu. Orada nasıl bir el izi olabilirdi? Hep oradaydım ve hiçbir şey görmedim. Hiç kimse çıkmadı ve kesinlikle araba da yoktu. Bu adamı yakalamak için ya da aileyi şehir dışına taşınmaya ikna etmek için yeni ve yenilikçi yollara ihtiyacım vardı.
Eve geldiğimde anlamıştım-yönelecek yeni bir bakış açısı. O kadar kolay bir çözümdü ki bunu şefin bana davayı verdiği gün yapmadığıma güldüm.
Kendi tavsiyeme uyup Lucas ile beraber olmam gerektiğini anladım. Her şeyin arkasındaki pislik ile yüz yüze gelinceye kadar Lucas'ın odasında oturabileceğime karar verdim.
Fikrimi söylediğimde Bayan Wilson anlaşılabilir bir şekilde tereddütteydi. Ama biraz Ama biraz zorlama ve gerçekten güvendiği anlaşılan Memur Ryan ile bir telefon görüşmesi ile sonunda onay aldım.
Enerji içeceklerine ve saf irade gücüne sarılıp Lucas odanın diğer tarafında uyurken ben de bir sandalyeye oturup o lanet seyrettim. Gece 10. Hiç bir şey yok. 11. Hayır. Saat 12'yi vurdu ve ben önceki gibi hâlâ aynı şeyi görüyordum. 1 çabucak 2 oldu ve ben gözlerimin ağırlaştığını hissedebiliyordum.
Gece lambasıyla aydınlanan Lucas'a baktım ve onu biraz seyrettim. Yüzünde küçük bir gülümseme vardı. Hafifçe kıpırdaması rüya gördüğünü gösteriyordu. İyi bir tane. O yüzü önceden bir çok kere uyuyan, tatlı bir çocukta görmüştüm. O anda aynı şekilde gülümsemekten kendimi alıkoyamadım. O anda bir şey, neden bu çocuğu korumak için bu kadar uğraştığımı bana hatırlattı-içten gelen bir yanlışı düzeltme duygusu.
Ama çok yorulmuştum. Beynim küçük bir şekerlemeden zara gelmeyeceğini söylüyordu. Gözlerim kapanırken dünyadan koptum... Bir çığlık duyana kadar.
Hemen yerimden fırlayıp boynumu iki büklüm olmuş ve bir şeye bakan Lucas'a çevirdim. Pencereye kadar onun bakışını takip ettim ve neye baktığıma inanamadım. Aslında bir adamdı ya da çarpıtılmış hali gibiydi. Bütün soluk başı neredeyse pencereyi kaplıyordu. Kocaman gözleri ve irileşmiş göz bebekleri çocuğa kilitlenmişti ve silahıma davranıp ona doğrudan doğrulttuğumda bile gözlerini hiç ayırmadı. İnce, buruşuk ağzı doğal bir ifade olarak bir kulağından öbür kulağına doğru uzanıyordu. Yine de geri kalan kılsız ve pürüzsüz yüzü ile çelişiyordu. Oldukça büyük, karga gibi bir burnu ince dudaklarını altına doğru inmiş gibi görünüyordu. Burnu, yusyuvarlak gövdesini gösteren bir ok gibiydi ve kemik kadar ince kollarının ikisinde de yaş lekeleri ve uzun gri kıllar vardı. Onunla ilgili en rahatsız edici şey ise tümüyle iki boyutlu görünüyor olmasıydı. Sanki pencerenin öbür tarafı yerine pencerenin ince camları arasındaydı. Sanki neredeyse pencereye yansıtılmış gibiydi. Ama pencerenin diğer tarafından hiç ışık yoktu ve Lucas'ın odasında hiç görünür bir yansıtıcı da yoktu.
"Lucas, kıpırda! Annene git ve ona kapıyı kilitlemesini söyle!" diye bağırdım. İkiletmeme gerek yoktu. Anında gitmişti. Odadan çıktığında kapıya doğru geri geri yürüyüp bir elimle silahı doğrulturken diğeri ile arkamdan kilitledim.
Şimdi adamın kocaman gözleri bana doğrultulmuştu ve dudaklarındaki gülüş küçülmüştü. Derin ama emin bir şekilde sakince konuştu. "Bunu yapmamalıydın Dedektif Smith."
Eğer tüylerim diken diken hali hazırda olmadıysa şimdi olmuştu. "İsmimi nereden biliyorsun?" diye sahte bir özgüven ile söyledim.
"Bilgi çok önemlidir. Seni ve hatalarını biliyorum. Hepimiz biliyoruz." diye açıkladı.
"Kimin nesi bu 'biz'?"
"Bir kişiler topluluğu. Sizin içinde yaşadığınızdan çok farklı değil." Konuşma şekli kendimi sanki benden edinmeyi anca hayal edebileceğim on yıllarca daha fazla tecrübesi olan bir yetişkinle konuşan bir çocuk gibi hissediyordum.
Sahte ifademi bozmamaya çalışırken silahımı daha da sıktım ve sesimi birkaç oktav yükselttim. "Niye 'topluluğun' bu aileye saldırıyor? Neden Lucas'a saldırıyor?"
"Saldırmak mı? Hayır ben sadece gözlemliyorum. Siz nefes kesicisiniz."
"On iki yaşındaki bir çocuğun dünü kopartıyorsun! Ve bunu nefes kesici olduğu için mi yapıyorsun? Külahıma anlat!"
Cevap vermedi. Yerine pencerede iki el izi belirdi. Neler olduğunu anlayamadan, ileri doğru bastırdılar ve camı sanki şekil verilebilir plastik gibi büktüler. Eller bana doğru uzanmaya başladı ve uzun kadın ile olan karşılaşmam zihnimde belirdi. Onun tekrar olmasına izin vermemek üzereydim. Bu dünyaya tek geçidini yok etme umuduyla cama 3 el ateş ettim ama adam hâlâ kararlı bir şekilde devam etti.
Bütün içgüdülerim o evden gitmem gerektiğini söyledi ama eğer tek savunma hattı olarak durmazsam Bayan Wilson ve Lucas'a saldıracağından emindim. Bütün yapabildiğim camın her parçasını parçalayabileceğimi ummaktı.
Fark edene kadar eller yüzümdeydi. Bana zarar vermediklerini fark edinceye kadar da onları açmadım. Aksine yüzümü okşuyorlardı. Cılız sakalımı hissediyor ve parmaklarını kısalarımda gezdiriyordu. Korku mu yoksa rahatlama mı hissetmeliydim bilmiyordum. Ama eller yanaklarıma dolandığında ve kafamı duvara çarptığında hangisi olduğunu anladım. O kargaşada tabancamı düşürdüm. Silahımı almak için onun kavramasından kurtulmaya çalıştığımda beni yüzükoyun yere yapıştırdı.
Beni kolumdan sertçe tuttu ve pencereye doğru çekti. Sırada olacak için heyecanlı bir şekilde gülümseyerek bana baktığını görebiliyordum. Göz bebekleri irileşmişti ve neredeyse gözlerinin akını kaplıyordu. Ellerimden birini pencerenin bükülmüş yüzeyinden zorla geçirdi ve tek hissedebildiğim muazzam bir soğuktu. Daha önce hiç hissetmediğim kadar soğuktu. Elinizi bir kova buza daldırmak gibiydi ama daha kötüsü. Vücudumdaki tüm sinirlere acı dalgaları gönderdi. Bu soğukluk seviyesi ne kadar imkansız olsa da saniyeler içinde donma olacağını biliyordum. Elimi ondan ancak bütün gücümü kullanarak kurtarabildim. Yerde acı içinde yuvarlanırken adama küfürler savuruyordum.
Acımdan keyif aldığını biliyordum. Tekrar konuşmadan önce kendimi kapıya atmaya çalışırken bir anlığına beni izledi, "Çocuk buraya, bizim yanımıza ait. O da içinde bir yerlerde bunu farkında. Bizimle olmak istiyor. Ve belki sen de istiyorsun. Öbür tarafı zaten gördün Dedektif. Her zaman... Tatsızdı. Hepiniz bizimle daha güvendesiniz."
"Canın cehenneme!" diye bağırdım. Silahımı davranıp iyi elimle pencereye bir kaç el daha ateş ettim. Ama o hala oradaydı ve gülümsüyordu.
Öfkeyle, silahımın kabzasıyla pencerede büyük delikler açmaya başladım. Sinirim yatıştığında adamın gittiğini fark ettim. Tek baktığım şey büyük bir delik ve evin karşısındaki ağaçlık yerdi. Biraz rahatlamaya ihtiyacım vardı. Kalbim göğsümde küt küt atıyordu. Biraz yatağa oturdum ve kafamdaki eziği inceledim ve beyin sarsıntım olup olmadığına baktırmak için hastaneye gitsem mi diye düşündüm.
Bir kaç dakika sonra şefi arayacak ve neden yakında komşuların bir çok silah sıkıldığı hakkında arayacağını söyleyecek kadar iyi olduğuma karar verdim. Ona giyinip buraya gelmesini ve olan her şeyi anlatacağımı söyledim.
Derin bir nefesten sonra dikkatimi Bayan Wilson ve Lucas'a verdim. Kapılarını çaldığımda beni ancak onları davetsiz misafir olmadığım konusunda rahatlatınca içeri aldılar. Ağzından çıkan ilk kelimeler kabul edilebilir bir şekilde hazırlıklı olmadıklarımdı.
"Ne oldu?" dedi gözlerinde yaşlar akarak. Bu gecenin en zor anı olabilirdi. Lucas gerçekten korkunç bir şey görmüştü. Ve benim de gördüğümü biliyordu. Onun güvenmesi gereken biriydim. Gerçeğin ve onurun arkasında durması gereken biriydim. Onun yanında olması gereken biriydim. Ama yine de, bunlara rağmen her şey hakkında yalan söyleyendim.
"Maskeli bir adamdı ve dışarıda onunla beraber başkaları vardı. Bir karşılaşmamız oldu. İşte bazı dosyaları gözden geçirdikten sonra Onun aslında daha önceden uğraştığımız bir olduğuna inanıyorum. Güvenlik kameralarını karıştırmak için bir cihaz kullanıyor ve kıyafetleri onun karanlıkta gözükmesini oldukça zorlaştırıyor. O yüzden onu ilk başta görememiştim. Bakın, şefim buraya geldiğinde onunla her şey hakkında soru sorabilirsiniz." Tümüyle saçmalık. Ağzımdan çıkan her yalanla kendimden daha çok nefret ediyordum.
Sonunda şey olay yerine geldi. Bayan Wilson'u şefe ve onunla beraber olan birkaç memura teslim ettim. Onları uzun kadın ile çiftlik evine giren iki adam olduklarını fark etim.
Şef gitmeme izin verdiğinde, giderken Lucas'a arkamı dönüp baktım. Bana gözünde yaşlar ve o açıkça belli olan ifade ile bakıyordu. Daha öncede gördüğüm bir ifadeydi. Hayal kırıklığı. Çok şey atlattı. Bazen bir çocuğun tedavi olması için tek istediği şey doğrulanmaktı. Onların doğru söylediğini kabul eden birine ihtiyaçları vardı. Ve tek yaptığım bunun olmasını her şekilde engellemek oldu. Acıttı.
Önümüzdeki günlerde, ikisi eyaletin bir ucuna taşındı. Evin altında büyüyen tehlikeli bir küf türü hakkında yalan söylediler. Ayrıca, onlara evin altında tüm mülkü tehlikeye atan dev bir düden oluştuğu söylendi. Bayan Wilson, bunların hiçbirinin makul bir bütçeyle halledilemeyeceğine inandırıldı, bu yüzden taşınmak daha mantıklı olacaktı. Lucas için yeni bir başlangıç olacağına dair de bir inançla mecbur kaldı.
Şefim onlarla irtibatta kalmak için elinden geleni yaptığını söyledi. Duyduğuna göre, olağandışı herhangi bir şey bildirilmemişti. Bunu duymak elbette harikaydı. Hatta bir gece kutlamak için Dedektif Joss ile özel bir şişe şarap açtım.
İlerleyen haftalarda her şey normale döndü. En azından özel hayatımın dışındaki her şey. Hepimiz izlendiğimizi hissettiğimiz dönemlerden geçiyoruz. Bu his, normalde fark ettiğimden çok daha güçlü bir şekilde geliyordu. Evde yalnız olsam da, araba kullansam da ya da sadece yürüyüş yapsam da fark etmiyordu. Sanki bir sese çok yakın bir şey duymuşum ya da gözümün ucuyla bir figür görmüşüm gibi kendimi her zaman yokladığımı fark ediyordum.
Bu, duştan sonra aynada sakal tıraşı rutinimi yaparken, hiç şüphesiz yansımamın arkasında bir adam gördüğümde gerçek oldu. O tanıdık iri yüzü tanıdığımda neredeyse kalp krizi geçirecektim. Lucas'ın penceresindeki adam yüzünde geniş bir gülümseme ile ruhumu delip geçiyordu. Ondan sonra bir buçuk ay boyunca herhangi bir yansıtıcı yüzeyde kendime bakmaktan kaçındım.
Nietzsche, "Uzun süre boşluğa bakarsan, boşluk da sana bakar." demişti. Ne kadar haklı olduğunu anlayıp anlamadığından emin değilim. Ama bu benim için neredeyse diğer sözlerden daha fazla anlam taşıyor. Eğer birisi karşı koyabiliyorsa, onları bu boşluktan ne pahasına olursa olsun uzak durmaya çağırıyorum. Sana bakan karanlık, merakını dindirmeye etmeye asla yetmez. Herkes güvende olsun.
filmi falan var mı bu polis serisinin baya iyi olur aslında
YanıtlaSil