9 Haziran 2021 Çarşamba

I Investigate Disturbing Cases: Here Are My Stories - The Hermit

Robert Evans'ın bir sözü vardır: "Bir hikâyenin üç tarafı vardır. Senin, benim ve gerçek." Benim mesleğimde, gerçeğin nadiren nesnel bir bakış açısı olduğunu anlıyorsunuz. Örnek vermek gerekirse, kanlı bir dövüş bir tartışmanın sonucudur. Bir taraf kendini koruduğunu iddia eder. Diğeri ise acımasız bir saldırı olduğunu söyler. Bir kamera, bir adamın bir başkasını o anlık sinirle saldırırken gösteriyor. Dosya kapandı değil mi? Ömür boyu sürmüş bir arkadaşlık. İhanet. Gerginlik ayları. Tehditler. Bir köpürme. Belki saldırgan hayatının tehlikede olduğuna gerçekten inanmıştı ve en küçük hareketi bile bir yumruğun başlangıcı zannetmişti. Belki öfkenin olayda onu ele geçirmesine izin vermiştir. Ya da ikisinden de biraz. Buradaki nesnel doğru nedir? Ve bu doğru kimin için geçerli?

Polis olduğunuzda, "doğru" konusundaki ayırtıları anlamanız gerçekten önemlidir. Ve bu ayırtıların gücünü anlamak daha da önemlidir. Sadece birinin bir olay hakkında hatırladıklarının kesin olup olmadıklarını ayırt etmek değil, belirli bir cevabı alabilmek için yalan söylemek gerekir. Zamanla hepsine alışıyorsunuz. Benim ve soruşturmalarım için bu özellikle doğrudur. "The Watcher" diye adlandırdığım kişinin soruşturmasından beri birçok davaya atandım. Çoğunluğu ya olaysız ya da resmi olmayan bir resmi rapordan başka bir şey yapılamayacak kadar kontrolden çıkmış davalardı. Ancak bu süre boyunca, Memur Ryan bir şekilde şefin gözüne girmeyi başarmışken ben gerçek suçlar ve olağandışı olaylara bakmak arasında gidip geliyordum. O da karşılığında bazı soruşturmalarımda bana eşlik etme imkânı buluyordu.

Bir keresinde, hayatımda gittiğim en korkunç lunaparka bir yolculuk yaptık. Adı da yanlış hatırlamıyorsam Cheesy's World'dü. Gerçekten, oradan ayrılmaya karar vermeden ve şefe her şeyin yolunda olduğunu söylemeye karar vermeden orada aşağı yukarı on dakika durabildik. Cheesy's'in hâlâ orada olduğundan emin değilim ama her şekilde ben hikâye yerini anlatabilecek bir adam değilim. Önemli olan, Memur Ryan ve ben hatırı sayılabilecek bir süre beraber olduk ve kuşkusuz... Ona ısınmaya başladım.

Bu ilişkimizden dolayı onu bir sonraki davamda şahsen istedim. Bir adamın bir hastanedeki akıl sağlığı koğuşuna izinsiz girmesiydi.

Güya adam koğuşta bir kaç defa görülmüş. Hastalardan birisine göre adam tavanda oturuyormuş. İlk başta bu ifadeler çok dikkate alınmamış ama güvenlik görevlilerinden biri çıplak bir adamın bir duvara tırmandığı ve bir havalandırma deliğinden içeri girdiğini gördüklerinde bizi aradılar.

Normalde, devriye memurları bu tip çağrılara cevap verirler. Ama bu "adam" hakkındaki görgü tanığı bilgileri yetki zincirini tırmanınca ben çağrıldım. İnsan dışı yüksek çığlıklardan, kilitli odalarda maddeleşmelere kadar bu olay benim ilgimi çekmekle beraber rahatız da etti.

Memur Ryan ve ben hastaneye geldiğimizde işler şimdiden hareketlenmişti. Katı boşaltmamız ve birçok polis memuru çağırmamız için açıklamalar çoktan yapılmıştı. Gelmemizin ardına akıl sağlığı koğuşlarına açılan birkaç koridordan geçtik.

Güvenlik görevlisi bizi “Eski Hastane” denilen bir yere götürüyordu. Görünüşe göre eskiden ana binalardan birisiymiş. Hastane yenilenmeye ve büyümeye karar verdiğinde eski binaların üstüne yenilerini inşa etmişler. Bu hastane için iyi olsa da eski kısmı fark edilir bir biçimde bakımsız bırakmış.

Bunun ilk işaretleri akıl sağlığı merkezinin ana lobisine inmek için kullandığımız çürümüş asansörde görülebiliyordu. Kabul etmeliyim ki, kim bilir ne kadar zamandır kullanılmamış bir asansörle aşağı inmek biraz rahatsız ediciydi. Paslı asansörün gıcırtı ve iniltileri sadece korkumu daha da artırdı.

Biz inerken Memur Ryan görevli ile biraz konuştu. Görevli hastanenin nasıl fazla oksijen tanklarının Eski Hastane’nin deposunda sakladıklarından bahsetti. Tankların sınırlılığının kontrolü için genelde kontrol yapardı. Bu kontrollerden birinde, onun “the hermit” dediği kişiyi ölü bir fareyi yerken gördüğünü iddia etti.

Bu hikaye biraz midemi kaldırdı ama görevliyi dinlemek Memur Ryan’ı rahatlatıp benim de stresimi bir anlığına aklımdan uzaklaştırdı. Her zaman o adamın herkes tarafından sevilmesini inanılmaz bulurdum.

Ama kapılar tekrar açıldığındaki 60’lardan kalma hiç değişmemiş gibi görünen lobiyi görünce stresim tekrar arttı.

Dedektif Eveline Joss sabırla bekliyordu. Arkasında ise daha önceden şefe eşlik ederken gördüğüm memurlar vardı. Dedektif Joss’un saçı topuz şeklinde bağlanmıştı. Lacivert kıyafeti ve koyu renk makyajı, açık teni ve burnundaki seyrek çilleriyle çelişiyordu. Ve tabii ki… Kaşları çatıktı.

“Buraya gelmen çok uzun sürdü, Smith.” Bunu görülebilir bir hayal kırıklığı ile söylemişti. “Katı tehlikeli kişi yüzünden çoktan boşalttık. Beni işinin geri kalanını yapmak zorunda bırakmayacağını ve bana onu yakalamada yardım edeceğini umuyorum.”

“Hepimiz pist yıldızı olamayız, Dedektif Joss.” Şaka yaptım. “Ayrıca buraya evrenin ısı ölümünden önce geldik ve bana göre bunu açığa çıkarmak için yeterli vaktimiz var. Rica ederim.”

Gözlerini devirdikten sonra dikkatini Memur Ryan’a verdi. “Merhaba Barry, nasılsın? Eşin ve kendin için yeni bir yer bulabildin mi?”

Memur Ryan başını salladı, “Aslında bulduk! Buranın kuzeyine on kilometre uzaktaki bir site yeni bitti. Oraya taşınmayı düşünüyoruz.”

“Bekle, Barry?” Araya girdim. “Bunu neden bilmiyorum? Siz ne zaman bir birinize yakın oldunuz?”

Omuz silkti. “Sadece bazen konuşuyoruz sanırım. O havalı adamım.”

Dedektif Joss’a baktığımda bir kaşını kaldırdığını ve yarı güldüğünü gördüm.

Görevliye döndü ve dedi ki, “Beni buraya indirdiğin için teşekkürler Davis. Buradan sonrasını biz hallederiz. Eğer yukarıda asansör dışında bekleyenlerin olmasını istiyorsan iyi olur. Ama sizin burada hiçbir şeye karışmanızı istemiyoruz.”

Başını salladıktan sonra asansöre döndü ve asansör kapıları kapanmadan önce basitçe el salladı.

“Bir dakika. Onların yukarıda mı beklemelerini istiyorsun?” diye sordum. “Bu adamı kimse fark etmeden nasıl dışarı çıkartacağız?”

Dedektif Joss onu takip etmemizi işaret etti. Hiçbir şey söylemeden bizi karanlık bir koridordan geçirip koridorun sonunda üzerinde “Çıkış” yazan bir kapıya götürdü.

“Hastaneye açılıyor. Onu hiç kimsenin görmemesi için onu buradan geçirebileceğimizi düşünüyorum. Ve sonra-”

“Bekle…” Şüpheyle söyledim. “Bu hastane büyük bir ana yola 2 kilometreden daha az mesafede ve sen onu dışarıya mı götürmek istiyorsun?”

Keskin bir şekilde nefes verdi. “Hayır, onu öldüremeyeceğimizi hesaba katarsak, arkada kamyonlu birkaç adamımız var. Umuyorum ki onu şehir dışına çıkarıp ağaçlık bölgede kaçmasını sağlayabiliriz. Ama çok zamanımız yok. Şef bu adamı daha önce görmüş ve tam bir kaçış uzmanıymış. Umabileceğimiz en iyi şey, gözden ırak olan gönülden de ırak olur.”

“Gözden ırak olan gönülden de ırak olur.” diye alay ettim. “İnsanları gerçekten kolladığımıza sevindim.”

Omuz silkti. “Evet, yani. Daha fazlasını yapmak isterdim ama…”

“Canavar savaşçıları değiliz. Biliyorum. Yine de, sadece boş geliyor.”

Dedektif Joss the hermit’in nasıl tüm kapalı alanlara girme alışkanlığı olduğundan bahsetmeye başladı. Dışarı çıktığımızda Memur Ryan kamyonun dorsesine atlayacak gibi görünüyordu.

Oradan da bizi Eski Hastane’de gezdirdi. Görecek fazla bir şey yoktu. Her şey küçük bir kata kapatılmıştı. İlk önce ana kabul yeri ve yaşam alanından başladık. Onun sağında camdan sürgülü bir kapı terasa açılıyordu ve karşıda üç tane koridor vardı. En uzaktaki, kilitli bir kapının ardındaki hasta odalarına açılıyordu. Ortadaki, içinde güvenlik merkezi ve daha da aşağıda birbirinden ayrı olmayan odalar barındırıyordu.

Son koridor en ilginciydi. İlk bakışta temizlik odası kapıları gibi görülebilecek birkaç kilitli kapı ve bir fıskiye vardı. Memur Ryan ile güvenlik görevlisinin konuşmasını düşününce, koridorun sonundaki kapı en çok merak uyandırandı.

İçeride ıvır zıvırların çevrelediği üst üste yığılmış birkaç oksijen tankı buldum. Bilmeyenler için, oksijenin kendisi yanıcı olmadığı halde yanıcı maddelerin etrafında çok tehlikeli olabilir. Bilime çok girmemekle beraber oksitleyici bir gaz olduğu için hali hazırda yana bir ateşin daha da körüklenmesine neden olabilir. Bir basınçlı tankın yırtılmadan dolayı patlamasının ciddi hasar vermesinden hiç bahsetmiyorum bile. On yirmi tanesi felaket olabilir. İsterseniz beni bilim koşunda düzeltin ama her şekilde bu OSHA standartlarıyla uyuşmazdı. Sadece bu da değil. Tavanda da küçük bir delik var gibi gözüküyordu. Belki bir giriş noktasıydı?

Telefonumla birkaç fotoğraf çektim. Dedektif Joss ve Memur Ryan’ı keşfim hakkında bilgilendirdim ama ikisi de çok önemsemediler.

Dedektif Joss konuşmaya başladı, “Tamam. Barry, şurada olmanı istiy…”

Cümlesini bitiremeden telsizinden bizi izlemekle görevli memurlardan geldiğini düşündüğüm bir ses duydum. Güya terastan gelen yüksek bir ses duymuş ve incelemeye gittiğinde birinin dışarıda oturduğunu görmüş.

Ana koridora doğru koştuk ve teras kapısında duran bir memur gördük. Dedektif Joss onunla konuşmaya davrandı ama tek odaklanabildiğim şey dışarıda cenin pozisyonunda oturan figür oldu.

Vücudu büyük olmasına rağmen cılızdı ve şişmiş bir midesi vardı. Kafası ortalama bir insanınkinden iki kat daha büyüktü ama çoğunlukla ileriye dönük kaşlarından kaynaklıydı. Çatık kaşlarının derin kırışıklıkları ve ince, boncuk gözlerine inen telli siyah saçları vardı ve bize derin bir nefretle bakıyordu.

Rahatsız edici görünüşüne rağmen insan gibi görünüyordu. Bu uzun açıklamanın ne için olduğunu kestirmek zordu. Evet izinsiz girmek bir suçtu ama sadece bir insan adam için bir hastanenin tam bir kanadını boşaltmak? Bu garipti. Bu birkaç devriye memuru tarafından kolayca halledilebilirdi.

Memur Ryan’ın da böyle hissettiğini anlayabiliyordum ama Dedektif Joss endişeliydi. Konuşmak için geldiğinde neredeyse yüzüne gülüyordum.

“Bu aradığımız adam öyle mi?” dedim sırıtarak. “Muhtemelen evsiz. Belli ki yardıma ihtiyacı var ama her şeyi onun için mi getirdik?”

O aynı fikirde değildi. “Bu adamı hafife alma Smith. Yaklaşırken ikinizin de tetikte olmanızı istiyorum. Bir anda ateş etmeye hazırlıklı olmalıyız.”

“Ciddi misin?” diye alay ettim. “Son zamanlarda çok rahatsız edici şeyler gördüm. Bir tehdit görünce anlarım. Çılgın görmedikçe çılgın olarak kabul etmeyeceğim. Eğer silahla apaçık silahsız birinin üstüne yüz kızartıcı oturma suçu için gelirsek ne kadar kötü görünebileceğimizi biliyor musun? İçimizden birinin adamı yanlışlıkla vurduğunu hayal edebiliyor musun?”

“Evet…” Memur Ryan devam etti, “Siz çocuklar henüz teknik olarak çılgınca bir şey yaptığını görmediniz değil mi? Raporlanmış bir tehdit ya da birine saldırısı yok. Tabi ki izinsiz giriş kötüdür ama sadece orada oturuyor. Eğer ona üç polisin silah doğrulttuğunu basına söylerse kötü gözükür.”

Başını iki yana salladı. “Bakın ben… Bunu bilebilecek kadar fazla kez yaptım. Sizin nereden geldiğinizi biliyorum. Ama size diyorum ki, silahınızın kabzasından çıkmasının ve ateş etmenizin mili saniyelik bir farkı bile ölüm ile yaşamınızın farkı olabilir. Eğer sadece bir adam olduğu ortaya çıkarsa kim inanacak ki…”

“Hayır!” Az daha bağırıyordum, “Bu bizim standardımız değil. Biz bundan ya da en azından bundan daha iyi olmalıyız. Hikayeleri ben de duydum ama elimizde gerçekler olmadan tahmin yürütemeyiz.”

Herkes bir süreliğine sessiz kaldı. Dedektif Joss ile aramızdaki gerginlik fark edilebilirdi. Memur Ryan, her zaman yaptığı gibi ortamı yumuşatmaya çalıştı, “Yani…İki birden üstündür? Matematiğim genelde berbattır ama kazandığımızdan eminim yani… Yaşasın? Silah yok.”

“Öyle olsun.” Dedi Dedektif Joss dişlerini sıkarak. Önceden konuştuğu memuru çağırdı. “Murray, ‘arkadaşının’ seni göremeyeceği bir yere geç. Eğer herhangi bir şey olursa öldürmek için ateş et.” En azından bu konuda anlaşabiliriz.

Yaklaşırken elimi şok silahına attım. Memur Ryan sağımda aynını yaptı ve Dedektif Joss solumda eli silahındaydı.

Teras kapısını açtık ve istenmediğimizi hissettiren belirgin bir his vardı. Adam hiç kıpırdamadı ve bir şey söylemedi ama sadece varlığı bile bize gitmemizi söylüyor gibiydi. Kabul etmeliyim ki onunla konuşmaya çalışırken biraz boğazım düğümlendi.

Ne yazık ki Memur Ryan durumun tehlikesine varmayıp ilk iletişimi kurma hatasına düştü. “Merhaba adamım. Sen burada olduğun için çağırıldık ve hastane çalışanları buradan ayrılmanı istediklerini belirttiler. Eğer sana birkaç kıyafet vermemizi ya da seni başka bir yere götürmemizi istersen sana seve seve yardım ede…”

“Hayır!” The hermit’in çakıllı sesi bizi bir an için yerimize çiviledi. Ses patlar gibiydi ama sanki kelimelerine zar zor güç katıyordu.

Bir anlığına Dedektif Joss’a baktım ve elimle silahımı sıkıca tutarken kendimi onu taklit ederken buldum. Bu adamın insan olmadığının bilincine yavaş yavaş varmaya başlamıştım ve ona silah ile yaklaşmama fikrinde direterek ölümcül bir hata yapmıştım.

Memur Ryan’ın kendine gelmesi bir dakika sürdü. Gergin bir şekilde güldü ve devam etmeye çalıştı, “Ben… Özür dilerim. Dinle, ‘hayır’ cevabını kabul edemedim. Eğer hastane çalışanları senin gitmeni istiyorsa gitmelisin. Bize yardım etmeni bu işi kolaylaştırmanı is…”

“Hayır!” diye kükredi. “Burası benim lanet olası evim!”

Neler olduğunu anlamaya çalışırken inanılmaz bir hızla öne zıpladı. Az önce yerde otururken bir anda Memur Ryan ile birlikte yerde yuvarlanıp yüzünü yumrukluyordu.

Dedektif Joss çoktan silahını çıkarmıştı ama Memur Ryan’ı vurma riskine girmeden temiz bir atış yapamazdı. İçgüdüsel olarak, “Ateş etme” diye bağırdım ve the hermit’i betona sermeye çalıştım. Sadece güçlü değildi. Aynı zamanda da yağ gibi bir sıvıyla kaplı olması onu tutmamı zorlaştırıyordu. Gençliğimde biraz güreş yapmıştım ama bu maç için hazır değildim. Sonunda üstten yolunu buldu ve büyük bir patırtı sesi duyulduğunda büyük ellerini yere vurmak üzereydi. Ve tekrar duyuldu. Ve tekrar.

Aniden bir irin nehrinin yüzümü yıkadığını hissettim. Göğsümde oturmasından kaynaklanan baskı üstümden kalktığında Dedektif Joss’un onu öldürdüğüne dair olan ya da olmayan yaratıcıya dua ettim.

Evini aniden terk etmemiz gerektiğini söyleyen sesli komutu duyduktan sonra hiç bu kadar rahatlamamıştım. Yukarı baktığımda onun binaya gire bir havalandırmadan içeri girdiğini gördüm.

Onun nerede olduğu bir merak konusu olsa da benim dikkatim birkaç metre uzakta kanlar içinde yatan ortağıma ilişti. Ona doğru koştum ve aldığı hasar görülebiliyordu. Kesikler, ezikler, kırılmış dişler ve kötü bir şekilde kırılmış bir burun.

“Kahretsin!” diye bağırdım, “Eveline, onu ayağa kaldırmama yardım et!”

Memur Ryan’i içeri taşıdık ve onu yukarı çıkarılıp hastane çalışanları tarafından yardım edilmesi için Memur Murray’e teslim ettik. Onunla beraber gidememem içimi acıttı. The hermit’e silahla yaklaşmamayı teklif eden bendim. O aptalca karar yüzünden Memur Ryan’ın plastic cerrahi gerektirecek kalıcı beyin hasarı olabilirdi.

Yapmamız gereken bir iş vardı ama kendimi aptallığıma kaptırmamak zordu. Dedektif Joss ona gelmem için bana yer açacak kadar nazikti.

Kendimi toparlamam biraz zaman aldı. Onu dışarıda sigara içip beklerken buldum.

“Ne zamandır içiyorsun?” diye sordum.

Külleri döküp bir fırt çektikten sonra, “İçmiyorum. Yani genelde. Ama bu davalarda bulundukça, düşünmeme yardım etmesi için bir iki tane yakıyorum. Ya da şeyle uğraşmak… Bilirsin…” Bana döndü ve bir çakmak çıkardı. “Durmak istiyorum yani buyur. Başka yok. Eğer bir tane içmek istersen daha içemem.”

“Hediye”yi kabul ettim ve duvara yanına yaslandım. “Yani o şeyi bulup vücudunu kurşunla dolduracağız değil mi?”

Başını iki yana salladı. “Barry’e yaptıkları için ondan intikam almak istiyorsun değil mi? Güven bana ben de senin gibiydim. Ama bu işe yaramayacak.”

“Ne demek işe yaramaz? Onu vurduğunda şişme bir domuz gibi kanadı ya da ‘irin kanadı’. Aramıza bir memur alırsak mermilerimiz onu alt etmeye yeter. Yetmezse daha büyük silahlar getiririz.”

“İkimiz. Memur Zhang’ın asansörü koruması gerekiyor. Onu geçtim şok anında bir şeyi atladığını düşünüyorum Smith. Neyin arasında olmalıydım? 7 metre mi? O lanet şeyi tabancamla üç kez vurdum. Üç yakın atış.”

“Oradaydım. Ve?”

“İrin kesildikten sonra hiç yara yoktu.”

Bu bilgi beni dondurdu. “Ben… Ben anlamıyorum. Belli ki canı yaralanmıştı. Nasıl bir yara olmaz?”

Omuz silkti. “Hiç kendini tamir eden kumaş duymadın mı? Delsen bile deliği hemen arkasından kapatabilirler. Mermiler kesinlikle içeri girdi ama ona bakarak bunu söyleyemezsin. Kafandan üç tane plastik mermi yedikten sonra ayağa kalkabiliyorsan, onun verebileceği hasarı düşünebiliyor musun? Ona mermi yağdırmanın onu sadece rahatsız etmeye yaradığını düşünüyorum. Bizim kesin bir çözüme ihtiyacımız var.”

Bunu dinlemek ıstırap vericiydi. Arkadaşımın intikamını almak istedim ve bir kez olsun bu korkuyu öldürebilmek için bir yolumuz olduğunu düşündüm. Biraz zaman alsa da başka bir yönteme yönelmem gerektiğini biliyordum. “Evet, şimdi ne yapıyoruz?”

“Orijinal plan.” dedi omzuma dokunurken. “Barry’nin güvenlik merkezini yönetmesini isterdim ama o olmadığı için benim yapmam gerek. Telsizini açık tut. Onu katta nerede gördüğümü söylerim. Eğer onu kamyonlara açılan kapıya doğru kovalayabilirsek iyi oluruz. Sanki bir sineği camdan çıkarmak gibi.”

Kabul etmeliyim ki, saçma bir plandı. Genel planı anladıysam da bir süper hermit ile birlikte diken üstünde saklambaç oynamak baya tehlikeli gözüküyordu.

Tehlike onu koridorun sonundaki güvenlik merkezinin orada dikilirken gördüğümde anında gerçek oldu. Silahımı onun tarafına çevirip olduğu yerde kalmasını söyledim. Konuşurken göz temasını hiç bozmadı, “Siz ikiniz evime izinsiz girdiniz. Ya gidersiniz ya da sonuçlarına katlanırsınız. Mülkümü koruyacağım.” Bir anlık duraksamadan sonra ister inanın ister inanmayın, o sanki yer çekimi isteğe bağlıymış gibi duvara tırmanıp başka bir havalandırmaya girdi.

Fizik kurallarının açıkça ihlali Dedektif Joss’u hiç etkilememiş görünüyordu. O gittikten hemen sonra güvenlik kameralarını açmaya gitti. Her şeyi hazırladıktan sonra planı tekrarladı. Onu takip etmek ve hermiti binadan dışarıya çıkarmak. Kurşunların en azından onun canını acıttığını biliyorduk ve bunun tehdidi bile onu kamyonlara çekmek için yeterdi. Bunun ne kadar “kolay” olduğunu söyledi ve ilk başta haklı olduğunu düşünmüştüm.

Biraz zaman alsa da hasta odalarının bulunduğu koridorda hareket gördük. İşte buydu. Oraya doğru giderken tabancamı dümdüz doğrultmuştum ve bunun “kolay”dan son derece uzak olduğunu hissetmekten kendimi alı koyamıyordum.

Kapıya doğru ilerlerken içeride ne olduğuna bakmam gerekti. İçeride hasta odaları açıktı ve sağdalardı. Aynı zamanda karşı tarafta küçük bir mutfak, minik bir televizyon ve hemşire masası vardı. Küçük ve çirkin görünen bir koridora sıkıştırmak için çok fazlalardı ama yine de boştu. “Hiçbir şey görmüyorum,” diye telsizime konuştum. “Yer mi değiştirdi?”

“Olumsuz. Solundaki hemşire bölümünde çömeldi. Galiba sana pusu kurmayı planlıyor.” diye cevap verdi.

Odaları kontrole ederek masaya doğru yürüdüm.  Kalbim hızla atıyor, kaşlarımdan ter akıyordu. Aklım bunun nasıl kötü sonuçlanabileceği ile ilgili düşüncelerle dolup taşıyordu. Masanın seviyesine geldiğimde derin bir nefes aldım ve o çirkin pisliğe buradan çıkması için bağırırken masaya doğru yürüdüm. Hiçbir şey yoktu.

Hemşire bölgesinden bakarken hiçbir şey göremedim. Onun masanın kör noktasından fırlayıp beni yere sermesi sadece bir meraklı adımdan sonra oldu.

Hemen sağ omzumda keskin bir acı hissettim. Diş etleri çenesinden çıkıp goblin köpek balığı gibi fırlamış, dişleri etime saplanıyordu. Benim acı dolu çığlıklarım onun ısırmasını daha da güçlendirmiş gibi görünüyordu. Neyse ki sol elimdeki silahı hala tutuyordum ve ilk bulduğum şeye birkaç el ateş ettim. Omzumdaki basınç kalktı, o acı içinde geriledi ve bağırsaklarını tuttu. İleri atılıp sağlam omuzm ile onu boş odaya itip kapıyı da arkasından kapattım. Şanslıyım ki eski hastanede geliştirdikler belli başlı şeylerden biri de kapılardı. Kartla açılıyor gözüküyorlardı. Bunun anlamı bir çalışan gelip onu çıkarmadığı sürece hiçbir yere gidemezdi.

Bunun bana yeni bir strateji geliştirebilmem için zaman kazandırdığını ummuştum ama süreki kapıya vurması düşünmemi zorlaştırıyordu.

“Vurmaya devam et!” diye bağırdım. “Ben istemediğim sürece hiçbir yere gidemezsin!”

Tam o anda sessizleşti. Beni biraz süzdükten sonra yüzünü küçük cama dayayıp konuşmaya başladı. “Ve dışarı çıkmamı istemenin tek sebebi beni evimden kaçırmaya çalışmak değil mi?”

“Ben… Ne?”

“Planınız aptal adam.” İşin aslını ortaya çıkardı. “Beni evimi terk etmeye zorlayabileceğinizi mi sanıyorsunuz? Mermileriniz bitecek. Canım yanacak tabi ki. Ama yeterince dayanabilirsem siz ve arkadaşlarınız bana zarar veremezsiniz. Acı çekebildiğimi biliyorum ama acaba çenen kopartılınca yaşayabilir misin?” Durdu ve pencereye sarı bir sıvı tükürdü. “Önce ben sizi avlayacağım.”

Tehdidi bana geri adım attırdı. Biliyordu. Bunca zaman onu yoruluncaya kadar kovalayabilirdik ve bize saldırabilirdi.

Dedektif Joss’un sesi telsizde duyuldu. “Smith, onu orada kıstırdığını görebiliyorum. Dinle, yapman gereken şey…”

“O biliyor.”

“Ne?”

“Planı biliyor. Başka bir şey denemeliyiz. Onu buraya kilitledim ama ben…”

“Smith! Aşağıya bak ve oradan hemen uzaklaş!”

Kafam karışmış bir şekilde denileni yaptım ve iki cılız parmağın kapının kaymaya başladığını gördüm ve sonra elinin… Düşünecek yeterli zamanım yoktu. Çıkışa koştum ve kapıyı arkamdan çarptım. Kapının camından baktığımda kolunun çoktan çıktığını gördüm.

Üç seçeneğim vardı. Çıkış? Hayır, beni dışarıya kadar takip edemezdi. Dedektif Joss’a doğru koşabilirdim. En azından onu birlikte yaralayabilirdik ama o resmen bir kurşun süngeri gibiydi ve karşısında korunmasızdık. Sadece bir gerçek seçenek kalıyordu. Önceden güvenmediğim bir planın başlangıcı kafamda canlanıyordu.  Attığım bir bakış zamanımın neredeyse tükendiğini gösterdi.  Kapının altından bacaklarını çıkarıyordu ve bana doğru hızla geleceğinden emindim.

Telsize konuştum. “Dedektif Joss, senin bulunduğun yere doğru geliyor! Önceki silah ateşi için intikam istiyor! Kamyonun yanında pozisyon al!”

Kısa bir sürede basit bir şekilde “Anlaşıldı.” diyerek cevap verdi. Adam kurtulmuştu ve kapıya doğru koşturuyordu.

Depo odasına doğru koştum. Üç adımım onun bir adımına denk olmalıydı ki onun arayı şimşek hızında kapattığını duyabiliyordum.

Acıya rağmen açıklığa doğru dalış yaptım. Dönerken yere iniş yaptım ve onu yavaşlatmasını umarak bir uyarı atışı yaptım. İşe de yaradı. Mermi isabet etmedi ama boş yere hasar almayı göze alamayacağını biliyordum. Fıskiyenin arkasında pusunca ben de ayağa kalkma fırsatı buldum. Dedektif Joss’un bana verdiği çakmağı çıkardım ve silahımı oksijen tanklarından birine doğrulttum.

“Hey pislik! Git buradan!”

Yavaşça ayağa kalkıp bana doğru yürüdü. Kızarmıştı ve mosmor olduğunu yüzünden anlayabiliyordum. “Aptal adam. Kendini köşeye sıkıştırdın. Küçük bir ateşten korkmam ben.”

Ayağımı yere vurdum. “Küçük bir ateş umurumda değil. Burada alev alabilecek tonla şey var. Sen de öyle düşünmüyor musun? Bu ateş yanarken oksijen tanklarına ateş edersem ne olacağını düşünüyorsun?” Kabul etmeliyim ki, bilimin doğru olduğunda bile emin değildim ama blöfüm onu duraklatmaya yetmiş gibi gözüküyordu.

“Ne yapmayı planlıyorsun?” dedi temkinli bir şekilde.

“Tabi ki de zeki bir adamsın. Uğraştığım çoğu şeyden daha zekisin. Yani anlayabilmen için açıklayayım. Oksijen tankı artı mermi eşittir güm. Ve çokça yanıcı şeyin olduğu eski bir yerde güm olduğunda… Yani… Ateşli bir patlamadan kurtulabilir misin bilmiyorum ama önemi yok. Çünkü çok değerli ‘evin’ kurtulamayacak.”

“Hayır!” diye bağırdı elini öne atarak. “Sen de öleceksin! Bunu yapmazsın! Evime değil!”

Kısmen haklıydı. Bu plan işe yarayacak olsa bile hastanedekilerin hayatlarını riske atmayı göze alamazdım. Ama o işe yarayacağına inandığı sürece önemli değildi. “Evin umurumda bile değil! Ya sen beni öldürürsün ya da patlama. Doğrusunu istersen yapacağın şeyler yerine böyle ölmeyi tercih ederim. Artı… Bundan sonra bir şey yapamayacağını bilmek beni daha çok rahatlatır.” Tetiği biraz sıktım. “Bir adım daha atarsan ve evren üzerine yemin ederim ki…”

“Dur!” diye bağırdı. “Evimi yok etme. Ne istiyorsun?”

“Bak, ben adil bir adamım… Buradan 10 kilometre uzakta birkaç ev var. Oraya nasıl gitmeyi planladığından emin değilim ama onlar boş. Yani bir anlaşma yapalım. Bu evi alamazsın ama belki orada kendine başkasını bulabilirsin. Bunu yaparsan seni kendi haline bırakırız.”

Teklifimi gözden geçirdi. “Eğer gidersem yeni evimden uzak duracak mısınız?”

Cevap olarak başımı salladım. Sessizlik içinde saniyeler geçti. Blöfümü tekrardan değiştirme hissim daha da artıyordu. Ama sonunda, gergin dakikalardan sonra the hermit hiçbir şey demeden tersi yöne gitmeye başladı.

Hayatımdaki en büyük rahatlamasıyla iç çektim ve omzumu tutarak yere yığıldım. Acı daha da artmışa benziyordu.

Dedektif Joss’un sesi telsizden duyuldu, “Smith. Onu dışarı çıkarken gördük ama o küçük lanet şey kaldırımdaki kanalizasyon ızgarasından içeri girdi.”

Sonunda, Dedektif Joss ve şefe her şeyi anlattım. Problemi temelde başka bir yere taşıdığıma bozulmuş ve planı ondan habersiz değiştirdiğime sinirlenmişti. Ama sonuçta benimle gurur duyuyordu.

Şef, hızlı düşünmem konusundaki takdirini daha dışa vurmuştu. Bu sayede onun nerede olduğunu bilip ona göre hazırlık yapacaktık. Ve onunla boş bir evde ilgilenmek, dolu bir hastanede ilgilenmekten daha iyiydi.

Yaşadığım onca şeyden sonra ve hâlâ uğraşmam gereken şeyler olduğu halde hâlâ aklımı kurcalayan bir şey vardı.

Şef ve hastane çalışanları ile işlerimi bitirdiğim zaman Memur Ryan’ın hali hazırda bir odası vardı ama onu görmeme izin verilmedi… En azından resmi olarak.

Çalışanlardan gizlice Memur Ryan’ın odasına girdim. Beni görenler de rozetimden dolayı çok soru sormadılar. Zor durumdaydı ve ve hali hazırda ağır ilaçlar alıyordu ama en azından kendindeydi ki bu da iyiye işaretti.

“Memur Ryan… yani… Barry…” diye başladım. “Bek, özür dilerim adamım. Batırdım. Tehlikeyi bilmeliydim ve hazırlıklı olmamızı sağlamalıydım ve…”

Ağzından çıkan tek şey zayıf bir “Şşş.” oldu. Gazlı bez ve şişikler konuşmasını zorlaştırıyordu ve kelimeleri biraz boğuk çıkıyordu. Konuşmak için enerji bulmasının ne kadar zor olduğunu tahmin edebiliyordum ama o ağrılara karşın, “Kendini suçlama adamım. Doğru olanı yaptın.” dedi. Başımı sallayıp elimi omzuna koydum.

Dinlenmesine izin vermem gerektiğini bilerek dışarı çıkıyordum ki, zayıf bir çağrı beni kapıda durdurdu. “Ne var?” diye etrafa dönüp sordum.

“Beni ‘Barry’ diye çağırma adamım. Çok garip.”

“Saygılı davranmaya çalışıyordum seni sarışın budala ama olsun. Memur Ryan olsun.” diye gülümseyerek cevap verdim.

Baş parmağını olumlu anlamında kaldırdı. İli olacağını bildiğim için sonunda dışarı çıktım.

Gece çok kötüydü ve eve gidip travmamı uykuyla atmak için dünden razıydım. Bu yüzden bir hastane çalışanının otoparkta arkamdan koşturduğunu görmek beni biraz germedi değil.

Kadın yirmili, taş çatlasa otuzlu yaşlarında görünüyordu. Ortalamadan kısa boyluydu ve kahverengi saçları vardı. Rozeti ise akıl sağlığı hastanesinde çalıştığını gösteriyordu. Bu da anında birinin cevap vermek zorunda hissetmediğim sorular sormasının başka bir örneği olduğu sonucuna vardım.

Kendimi düzgünce tanıtma fırsatı bulamadan önümde dikiliverdi. “Buradaki adam ile ilgilenen memurlardan birisiniz değil mi?” diye suçlayıcı bir tavırla sordu.

“Evet öyleydim. Bir şeye mi ihtiyacınız vardı?”

Bana deliymişim gibi baktı. “Bir şeye ihtiyacım mı vardı? Siz ciddi misiniz? Orada ne olduğunu bildiğiniz halde sanki önemi bir şey değilmiş gibi mi davranacaksınız?”

“Neden bahsettiğinden emin değilim ama eğer paylaşmak istediğin bir şeyler varsa sana…”

“Saçmalık!” diye bağırdı parmağını bana doğrulturken. “Eski Hastane’deki adamı bildiğimi düşünmüyorsun değil mi? Dik duvarları tırmanan ve sadece bir çocuğun geçebileceği yerlerden geçebilen insan bir adam mı? Ya da onu lanet sesi mi? Seni şefin geliyor ve onun sadece binada yaşayan evsiz bir adam olduğunu söyleyip buna inanmamızı mı bekliyor?”

“Ben…”

“Hayır! Onu gördüğümü söylediğimde bana inanmamışlardı. O şeyin koridordan, kameranın kör noktasından sana bakmasının ne kadar korkunç olduğunu ama yardım çağırmaya gittiğinde kaybolduğunu biliyor musun?”

O biliyordu. Onu, gördüğünün normal olduğuna ikna edecek değildim. Ama yine de bununla nereye vardığını bilmeliydim. “Sizin gördüklerinizin garip olduğuna katılıyorum bayan. Ama bunların mantıklı bir açıklaması olduğundan emin değilim. O gözaltında olduğu sürece eninde sonunda cevapları bulacağız. Ama sizin bunları anlatmanızın size ne faydası var?”

“Ne mi faydası var? Değişir. Hastanemizde kol gezen bir canavar için medyanın ilgisini çekmek beni biraz teselli eder. Özellikle de polisin yalanladığı şeylerin büyük medya organları tarafından servis edildiğini görmek. Ya da… Bana neler olduğunu söyleyebilirsin.”

Bundan kurtulmak için yalan söyleyemeyeceğimi biliyordum. Düşünebildiğim tek şey düşünüp konuşmanın yönünü değiştirmekti. ”Bilirsin, bir sürü oksijen tankını güvenli olmayan bir şekilde saklamak OSHA standartlarına aykırıdır. Haberlerin aptalca bir canavar hikâyesindense bununla çok daha fazla ilgileneceğini düşünüyorum.” Cümlemi vurgulamak için telefonumu yüzüne salladım. “Özellikle de kanıtla.”

Ancak bu onu hiç mi hiç etkilememişti. “Umurumda olduğunu mu düşünüyorsun? O güvenlik görevlisi 19 yaşında bir çocuk. Onu bugün için bir kamera kaydına ikna edebileceğimi düşünmüyor musun? Eminim bugün ne gördüğünü televizyonda söylemeye bayılacaktır. Ve sadece bu da değil. Evet oksijen tankları kötü görünüyor ama hangisi gerçekten daha büyük bir hikaye olacak?”

“Neden bunda diretiyorsun? Neden bilmek istiyorsun?”

“Çünkü!” diye bağırdı yine. “Kız kardeşim Eski Hastane’de hastaydı. Ya ona zarar verseydi? Ya iş arkadaşlarıma ya da bana zarar verseydi? Olayla direk ilgili biri olarak en azından bilmeye hakkım olduğunu düşünüyorum.” Nefes almak için durdu. “Bunu senin için kolaylaştıracağım. Eğer bana söylersen, söz veriyorum kimseye tek kelime dahi etmeyeceğim. Lütfen… Sadece ne olduğunu söyle.”

Doğrusu o andan sonra bitmiştim. Ruhsal olarak yorulmuş, fiziksel olarak zarar görmüş ve yalanlardan bıkmıştım. Kim oluyordum da böyle bir şeyi saklıyordum? Nasıl gördüğümüz şey normalmiş gibi ve ya başka birine zarar vermek için beklemiyormuş gibi davranabilirdik? Biz canavar avcısı değiliz. Anlıyorum. Ama gerçeği anlatmak çok mu zor? En azından benim açımdan doğru olanı? En azından bu seferliğine…

O gece ona anlatmaya karar verdim. Onu gizli tutacağıma yemin ettim ama ona her şeyi anlattım. Doğrusu sonunda benim için her şeyden çok bir rahatlama oldu. Ama ikimizin de daha iyi hissederek ayrıldığımızı düşünüyorum. Ya da en azından daha anlayışla.

Bana teşekkür etmedi. Zorunda da değildi. Benim gerçeğime minnettardı. Herkes öyleydi. Ve o uzaklaşırken ne yaptığımı düşünüyordum. Daha bilmediğimiz bir sürü şey vardı. Daha fazla canavar, daha fazla gizem, göremediğimiz yerlerde saklanan daha fazla şey. Onun sadece bu bilgiyi kendini korumak için kullandığını umabilirim.

Hikâyelerimden birine daha zaman ayırdığınız için hepinize teşekkür ederim. Sadece birkaç tane daha kaldı, o yüzden umarım son ikisine kadar benimle kalırsınız. Her zaman olduğu gibi, güvende olun.

5 yorum:

Yorum yaparken kaba veya küfürlü bir dil kullanmaktan çekinirseniz sevinirim ^^