Robert Evans'ın bir sözü vardır: "Bir hikâyenin üç tarafı vardır. Senin, benim ve gerçek." Benim mesleğimde, gerçeğin nadiren nesnel bir bakış açısı olduğunu anlıyorsunuz. Örnek vermek gerekirse, kanlı bir dövüş bir tartışmanın sonucudur. Bir taraf kendini koruduğunu iddia eder. Diğeri ise acımasız bir saldırı olduğunu söyler. Bir kamera, bir adamın bir başkasını o anlık sinirle saldırırken gösteriyor. Dosya kapandı değil mi? Ömür boyu sürmüş bir arkadaşlık. İhanet. Gerginlik ayları. Tehditler. Bir köpürme. Belki saldırgan hayatının tehlikede olduğuna gerçekten inanmıştı ve en küçük hareketi bile bir yumruğun başlangıcı zannetmişti. Belki öfkenin olayda onu ele geçirmesine izin vermiştir. Ya da ikisinden de biraz. Buradaki nesnel doğru nedir? Ve bu doğru kimin için geçerli?
Polis
olduğunuzda, "doğru" konusundaki ayırtıları anlamanız gerçekten
önemlidir. Ve bu ayırtıların gücünü anlamak daha da önemlidir. Sadece birinin
bir olay hakkında hatırladıklarının kesin olup olmadıklarını ayırt etmek değil,
belirli bir cevabı alabilmek için yalan söylemek gerekir. Zamanla hepsine
alışıyorsunuz. Benim ve soruşturmalarım için bu özellikle doğrudur. "The
Watcher" diye adlandırdığım kişinin soruşturmasından beri birçok davaya
atandım. Çoğunluğu ya olaysız ya da resmi olmayan bir resmi rapordan başka bir
şey yapılamayacak kadar kontrolden çıkmış davalardı. Ancak bu süre boyunca, Memur
Ryan bir şekilde şefin gözüne girmeyi başarmışken ben gerçek suçlar ve
olağandışı olaylara bakmak arasında gidip geliyordum. O da karşılığında bazı
soruşturmalarımda bana eşlik etme imkânı buluyordu.
Bir
keresinde, hayatımda gittiğim en korkunç lunaparka bir yolculuk yaptık. Adı da
yanlış hatırlamıyorsam Cheesy's World'dü. Gerçekten, oradan ayrılmaya karar
vermeden ve şefe her şeyin yolunda olduğunu söylemeye karar vermeden orada
aşağı yukarı on dakika durabildik. Cheesy's'in hâlâ orada olduğundan emin
değilim ama her şekilde ben hikâye yerini anlatabilecek bir adam değilim.
Önemli olan, Memur Ryan ve ben hatırı sayılabilecek bir süre beraber olduk ve
kuşkusuz... Ona ısınmaya başladım.
Bu
ilişkimizden dolayı onu bir sonraki davamda şahsen istedim. Bir adamın bir
hastanedeki akıl sağlığı koğuşuna izinsiz girmesiydi.
Güya
adam koğuşta bir kaç defa görülmüş. Hastalardan birisine göre adam tavanda
oturuyormuş. İlk başta bu ifadeler çok dikkate alınmamış ama güvenlik
görevlilerinden biri çıplak bir adamın bir duvara tırmandığı ve bir havalandırma
deliğinden içeri girdiğini gördüklerinde bizi aradılar.
Normalde,
devriye memurları bu tip çağrılara cevap verirler. Ama bu "adam"
hakkındaki görgü tanığı bilgileri yetki zincirini tırmanınca ben çağrıldım.
İnsan dışı yüksek çığlıklardan, kilitli odalarda maddeleşmelere kadar bu olay
benim ilgimi çekmekle beraber rahatız da etti.
Memur
Ryan ve ben hastaneye geldiğimizde işler şimdiden hareketlenmişti. Katı
boşaltmamız ve birçok polis memuru çağırmamız için açıklamalar çoktan
yapılmıştı. Gelmemizin ardına akıl sağlığı koğuşlarına açılan birkaç koridordan
geçtik.
Güvenlik
görevlisi bizi “Eski Hastane” denilen bir yere götürüyordu. Görünüşe göre
eskiden ana binalardan birisiymiş. Hastane yenilenmeye ve büyümeye karar
verdiğinde eski binaların üstüne yenilerini inşa etmişler. Bu hastane için iyi
olsa da eski kısmı fark edilir bir biçimde bakımsız bırakmış.
Bunun
ilk işaretleri akıl sağlığı merkezinin ana lobisine inmek için kullandığımız
çürümüş asansörde görülebiliyordu. Kabul etmeliyim ki, kim bilir ne kadar
zamandır kullanılmamış bir asansörle aşağı inmek biraz rahatsız ediciydi. Paslı
asansörün gıcırtı ve iniltileri sadece korkumu daha da artırdı.
Biz
inerken Memur Ryan görevli ile biraz konuştu. Görevli hastanenin nasıl fazla
oksijen tanklarının Eski Hastane’nin deposunda sakladıklarından bahsetti.
Tankların sınırlılığının kontrolü için genelde kontrol yapardı. Bu
kontrollerden birinde, onun “the hermit” dediği kişiyi ölü bir fareyi yerken
gördüğünü iddia etti.
Bu
hikaye biraz midemi kaldırdı ama görevliyi dinlemek Memur Ryan’ı rahatlatıp
benim de stresimi bir anlığına aklımdan uzaklaştırdı. Her zaman o adamın herkes
tarafından sevilmesini inanılmaz bulurdum.
Ama
kapılar tekrar açıldığındaki 60’lardan kalma hiç değişmemiş gibi görünen lobiyi
görünce stresim tekrar arttı.
Dedektif
Eveline Joss sabırla bekliyordu. Arkasında ise daha önceden şefe eşlik ederken
gördüğüm memurlar vardı. Dedektif Joss’un saçı topuz şeklinde bağlanmıştı.
Lacivert kıyafeti ve koyu renk makyajı, açık teni ve burnundaki seyrek
çilleriyle çelişiyordu. Ve tabii ki… Kaşları çatıktı.
“Buraya
gelmen çok uzun sürdü, Smith.” Bunu görülebilir bir hayal kırıklığı ile
söylemişti. “Katı tehlikeli kişi yüzünden çoktan boşalttık. Beni işinin geri
kalanını yapmak zorunda bırakmayacağını ve bana onu yakalamada yardım edeceğini
umuyorum.”
“Hepimiz
pist yıldızı olamayız, Dedektif Joss.” Şaka yaptım. “Ayrıca buraya evrenin ısı
ölümünden önce geldik ve bana göre bunu açığa çıkarmak için yeterli vaktimiz
var. Rica ederim.”
Gözlerini
devirdikten sonra dikkatini Memur Ryan’a verdi. “Merhaba Barry, nasılsın? Eşin
ve kendin için yeni bir yer bulabildin mi?”
Memur
Ryan başını salladı, “Aslında bulduk! Buranın kuzeyine on kilometre uzaktaki
bir site yeni bitti. Oraya taşınmayı düşünüyoruz.”
“Bekle,
Barry?” Araya girdim. “Bunu neden bilmiyorum? Siz ne zaman bir birinize yakın
oldunuz?”
Omuz
silkti. “Sadece bazen konuşuyoruz sanırım. O havalı adamım.”
Dedektif
Joss’a baktığımda bir kaşını kaldırdığını ve yarı güldüğünü gördüm.
Görevliye
döndü ve dedi ki, “Beni buraya indirdiğin için teşekkürler Davis. Buradan
sonrasını biz hallederiz. Eğer yukarıda asansör dışında bekleyenlerin olmasını
istiyorsan iyi olur. Ama sizin burada hiçbir şeye karışmanızı istemiyoruz.”
Başını
salladıktan sonra asansöre döndü ve asansör kapıları kapanmadan önce basitçe el
salladı.
“Bir
dakika. Onların yukarıda mı beklemelerini istiyorsun?” diye sordum. “Bu adamı
kimse fark etmeden nasıl dışarı çıkartacağız?”
Dedektif
Joss onu takip etmemizi işaret etti. Hiçbir şey söylemeden bizi karanlık bir
koridordan geçirip koridorun sonunda üzerinde “Çıkış” yazan bir kapıya götürdü.
“Hastaneye
açılıyor. Onu hiç kimsenin görmemesi için onu buradan geçirebileceğimizi
düşünüyorum. Ve sonra-”
“Bekle…”
Şüpheyle söyledim. “Bu hastane büyük bir ana yola 2 kilometreden daha az
mesafede ve sen onu dışarıya mı götürmek istiyorsun?”
Keskin
bir şekilde nefes verdi. “Hayır, onu öldüremeyeceğimizi hesaba katarsak, arkada
kamyonlu birkaç adamımız var. Umuyorum ki onu şehir dışına çıkarıp ağaçlık
bölgede kaçmasını sağlayabiliriz. Ama çok zamanımız yok. Şef bu adamı daha önce
görmüş ve tam bir kaçış uzmanıymış. Umabileceğimiz en iyi şey, gözden ırak olan
gönülden de ırak olur.”
“Gözden
ırak olan gönülden de ırak olur.” diye alay ettim. “İnsanları gerçekten kolladığımıza
sevindim.”
Omuz
silkti. “Evet, yani. Daha fazlasını yapmak isterdim ama…”
“Canavar
savaşçıları değiliz. Biliyorum. Yine de, sadece boş geliyor.”
Dedektif
Joss the hermit’in nasıl tüm kapalı alanlara girme alışkanlığı olduğundan
bahsetmeye başladı. Dışarı çıktığımızda Memur Ryan kamyonun dorsesine atlayacak
gibi görünüyordu.
Oradan
da bizi Eski Hastane’de gezdirdi. Görecek fazla bir şey yoktu. Her şey küçük
bir kata kapatılmıştı. İlk önce ana kabul yeri ve yaşam alanından başladık. Onun
sağında camdan sürgülü bir kapı terasa açılıyordu ve karşıda üç tane koridor
vardı. En uzaktaki, kilitli bir kapının ardındaki hasta odalarına açılıyordu. Ortadaki,
içinde güvenlik merkezi ve daha da aşağıda birbirinden ayrı olmayan odalar
barındırıyordu.
Son
koridor en ilginciydi. İlk bakışta temizlik odası kapıları gibi görülebilecek
birkaç kilitli kapı ve bir fıskiye vardı. Memur Ryan ile güvenlik görevlisinin
konuşmasını düşününce, koridorun sonundaki kapı en çok merak uyandırandı.
İçeride
ıvır zıvırların çevrelediği üst üste yığılmış birkaç oksijen tankı buldum.
Bilmeyenler için, oksijenin kendisi yanıcı olmadığı halde yanıcı maddelerin
etrafında çok tehlikeli olabilir. Bilime çok girmemekle beraber oksitleyici bir
gaz olduğu için hali hazırda yana bir ateşin daha da körüklenmesine neden
olabilir. Bir basınçlı tankın yırtılmadan dolayı patlamasının ciddi hasar
vermesinden hiç bahsetmiyorum bile. On yirmi tanesi felaket olabilir. İsterseniz
beni bilim koşunda düzeltin ama her şekilde bu OSHA standartlarıyla uyuşmazdı.
Sadece bu da değil. Tavanda da küçük bir delik var gibi gözüküyordu. Belki bir
giriş noktasıydı?
Telefonumla
birkaç fotoğraf çektim. Dedektif Joss ve Memur Ryan’ı keşfim hakkında
bilgilendirdim ama ikisi de çok önemsemediler.
Dedektif
Joss konuşmaya başladı, “Tamam. Barry, şurada olmanı istiy…”
Cümlesini
bitiremeden telsizinden bizi izlemekle görevli memurlardan geldiğini düşündüğüm
bir ses duydum. Güya terastan gelen yüksek bir ses duymuş ve incelemeye
gittiğinde birinin dışarıda oturduğunu görmüş.
Ana
koridora doğru koştuk ve teras kapısında duran bir memur gördük. Dedektif Joss
onunla konuşmaya davrandı ama tek odaklanabildiğim şey dışarıda cenin
pozisyonunda oturan figür oldu.
Vücudu
büyük olmasına rağmen cılızdı ve şişmiş bir midesi vardı. Kafası ortalama bir
insanınkinden iki kat daha büyüktü ama çoğunlukla ileriye dönük kaşlarından
kaynaklıydı. Çatık kaşlarının derin kırışıklıkları ve ince, boncuk gözlerine
inen telli siyah saçları vardı ve bize derin bir nefretle bakıyordu.
Rahatsız
edici görünüşüne rağmen insan gibi görünüyordu. Bu uzun açıklamanın ne için
olduğunu kestirmek zordu. Evet izinsiz girmek bir suçtu ama sadece bir insan
adam için bir hastanenin tam bir kanadını boşaltmak? Bu garipti. Bu birkaç
devriye memuru tarafından kolayca halledilebilirdi.
Memur
Ryan’ın da böyle hissettiğini anlayabiliyordum ama Dedektif Joss endişeliydi.
Konuşmak için geldiğinde neredeyse yüzüne gülüyordum.
“Bu
aradığımız adam öyle mi?” dedim sırıtarak. “Muhtemelen evsiz. Belli ki yardıma
ihtiyacı var ama her şeyi onun için mi getirdik?”
O
aynı fikirde değildi. “Bu adamı hafife alma Smith. Yaklaşırken ikinizin de
tetikte olmanızı istiyorum. Bir anda ateş etmeye hazırlıklı olmalıyız.”
“Ciddi
misin?” diye alay ettim. “Son zamanlarda çok rahatsız edici şeyler gördüm. Bir
tehdit görünce anlarım. Çılgın görmedikçe çılgın olarak kabul etmeyeceğim. Eğer
silahla apaçık silahsız birinin üstüne yüz kızartıcı oturma suçu için gelirsek
ne kadar kötü görünebileceğimizi biliyor musun? İçimizden birinin adamı
yanlışlıkla vurduğunu hayal edebiliyor musun?”
“Evet…”
Memur Ryan devam etti, “Siz çocuklar henüz teknik olarak çılgınca bir şey
yaptığını görmediniz değil mi? Raporlanmış bir tehdit ya da birine saldırısı
yok. Tabi ki izinsiz giriş kötüdür ama sadece orada oturuyor. Eğer ona üç
polisin silah doğrulttuğunu basına söylerse kötü gözükür.”
Başını
iki yana salladı. “Bakın ben… Bunu bilebilecek kadar fazla kez yaptım. Sizin
nereden geldiğinizi biliyorum. Ama size diyorum ki, silahınızın kabzasından
çıkmasının ve ateş etmenizin mili saniyelik bir farkı bile ölüm ile yaşamınızın
farkı olabilir. Eğer sadece bir adam olduğu ortaya çıkarsa kim inanacak ki…”
“Hayır!”
Az daha bağırıyordum, “Bu bizim standardımız değil. Biz bundan ya da en azından
bundan daha iyi olmalıyız. Hikayeleri ben de duydum ama elimizde gerçekler
olmadan tahmin yürütemeyiz.”
Herkes
bir süreliğine sessiz kaldı. Dedektif Joss ile aramızdaki gerginlik fark
edilebilirdi. Memur Ryan, her zaman yaptığı gibi ortamı yumuşatmaya çalıştı,
“Yani…İki birden üstündür? Matematiğim genelde berbattır ama kazandığımızdan
eminim yani… Yaşasın? Silah yok.”
“Öyle
olsun.” Dedi Dedektif Joss dişlerini sıkarak. Önceden konuştuğu memuru çağırdı.
“Murray, ‘arkadaşının’ seni göremeyeceği bir yere geç. Eğer herhangi bir şey
olursa öldürmek için ateş et.” En azından bu konuda anlaşabiliriz.
Yaklaşırken
elimi şok silahına attım. Memur Ryan sağımda aynını yaptı ve Dedektif Joss
solumda eli silahındaydı.
Teras
kapısını açtık ve istenmediğimizi hissettiren belirgin bir his vardı. Adam hiç
kıpırdamadı ve bir şey söylemedi ama sadece varlığı bile bize gitmemizi
söylüyor gibiydi. Kabul etmeliyim ki onunla konuşmaya çalışırken biraz boğazım
düğümlendi.
Ne yazık
ki Memur Ryan durumun tehlikesine varmayıp ilk iletişimi kurma hatasına düştü.
“Merhaba adamım. Sen burada olduğun için çağırıldık ve hastane çalışanları
buradan ayrılmanı istediklerini belirttiler. Eğer sana birkaç kıyafet vermemizi
ya da seni başka bir yere götürmemizi istersen sana seve seve yardım ede…”
“Hayır!”
The hermit’in çakıllı sesi bizi bir an için yerimize çiviledi. Ses patlar
gibiydi ama sanki kelimelerine zar zor güç katıyordu.
Bir
anlığına Dedektif Joss’a baktım ve elimle silahımı sıkıca tutarken kendimi onu
taklit ederken buldum. Bu adamın insan olmadığının bilincine yavaş yavaş
varmaya başlamıştım ve ona silah ile yaklaşmama fikrinde direterek ölümcül bir
hata yapmıştım.
Memur
Ryan’ın kendine gelmesi bir dakika sürdü. Gergin bir şekilde güldü ve devam
etmeye çalıştı, “Ben… Özür dilerim. Dinle, ‘hayır’ cevabını kabul edemedim. Eğer
hastane çalışanları senin gitmeni istiyorsa gitmelisin. Bize yardım etmeni bu
işi kolaylaştırmanı is…”
“Hayır!”
diye kükredi. “Burası benim lanet olası evim!”
Neler
olduğunu anlamaya çalışırken inanılmaz bir hızla öne zıpladı. Az önce yerde
otururken bir anda Memur Ryan ile birlikte yerde yuvarlanıp yüzünü
yumrukluyordu.
Dedektif
Joss çoktan silahını çıkarmıştı ama Memur Ryan’ı vurma riskine girmeden temiz
bir atış yapamazdı. İçgüdüsel olarak, “Ateş etme” diye bağırdım ve the hermit’i
betona sermeye çalıştım. Sadece güçlü değildi. Aynı zamanda da yağ gibi bir
sıvıyla kaplı olması onu tutmamı zorlaştırıyordu. Gençliğimde biraz güreş
yapmıştım ama bu maç için hazır değildim. Sonunda üstten yolunu buldu ve büyük
bir patırtı sesi duyulduğunda büyük ellerini yere vurmak üzereydi. Ve tekrar
duyuldu. Ve tekrar.
Aniden
bir irin nehrinin yüzümü yıkadığını hissettim. Göğsümde oturmasından
kaynaklanan baskı üstümden kalktığında Dedektif Joss’un onu öldürdüğüne dair
olan ya da olmayan yaratıcıya dua ettim.
Evini
aniden terk etmemiz gerektiğini söyleyen sesli komutu duyduktan sonra hiç bu
kadar rahatlamamıştım. Yukarı baktığımda onun binaya gire bir havalandırmadan
içeri girdiğini gördüm.
Onun
nerede olduğu bir merak konusu olsa da benim dikkatim birkaç metre uzakta
kanlar içinde yatan ortağıma ilişti. Ona doğru koştum ve aldığı hasar
görülebiliyordu. Kesikler, ezikler, kırılmış dişler ve kötü bir şekilde
kırılmış bir burun.
“Kahretsin!”
diye bağırdım, “Eveline, onu ayağa kaldırmama yardım et!”
Memur
Ryan’i içeri taşıdık ve onu yukarı çıkarılıp hastane çalışanları tarafından
yardım edilmesi için Memur Murray’e teslim ettik. Onunla beraber gidememem
içimi acıttı. The hermit’e silahla yaklaşmamayı teklif eden bendim. O aptalca
karar yüzünden Memur Ryan’ın plastic cerrahi gerektirecek kalıcı beyin hasarı
olabilirdi.
Yapmamız
gereken bir iş vardı ama kendimi aptallığıma kaptırmamak zordu. Dedektif Joss
ona gelmem için bana yer açacak kadar nazikti.
Kendimi
toparlamam biraz zaman aldı. Onu dışarıda sigara içip beklerken buldum.
“Ne
zamandır içiyorsun?” diye sordum.
Külleri
döküp bir fırt çektikten sonra, “İçmiyorum. Yani genelde. Ama bu davalarda
bulundukça, düşünmeme yardım etmesi için bir iki tane yakıyorum. Ya da şeyle
uğraşmak… Bilirsin…” Bana döndü ve bir çakmak çıkardı. “Durmak istiyorum yani
buyur. Başka yok. Eğer bir tane içmek istersen daha içemem.”
“Hediye”yi
kabul ettim ve duvara yanına yaslandım. “Yani o şeyi bulup vücudunu kurşunla
dolduracağız değil mi?”
Başını
iki yana salladı. “Barry’e yaptıkları için ondan intikam almak istiyorsun değil
mi? Güven bana ben de senin gibiydim. Ama bu işe yaramayacak.”
“Ne
demek işe yaramaz? Onu vurduğunda şişme bir domuz gibi kanadı ya da ‘irin
kanadı’. Aramıza bir memur alırsak mermilerimiz onu alt etmeye yeter. Yetmezse
daha büyük silahlar getiririz.”
“İkimiz.
Memur Zhang’ın asansörü koruması gerekiyor. Onu geçtim şok anında bir şeyi
atladığını düşünüyorum Smith. Neyin arasında olmalıydım? 7 metre mi? O lanet
şeyi tabancamla üç kez vurdum. Üç yakın atış.”
“Oradaydım.
Ve?”
“İrin
kesildikten sonra hiç yara yoktu.”
Bu
bilgi beni dondurdu. “Ben… Ben anlamıyorum. Belli ki canı yaralanmıştı. Nasıl
bir yara olmaz?”
Omuz
silkti. “Hiç kendini tamir eden kumaş duymadın mı? Delsen bile deliği hemen
arkasından kapatabilirler. Mermiler kesinlikle içeri girdi ama ona bakarak bunu
söyleyemezsin. Kafandan üç tane plastik mermi yedikten sonra ayağa
kalkabiliyorsan, onun verebileceği hasarı düşünebiliyor musun? Ona mermi
yağdırmanın onu sadece rahatsız etmeye yaradığını düşünüyorum. Bizim kesin bir
çözüme ihtiyacımız var.”
Bunu
dinlemek ıstırap vericiydi. Arkadaşımın intikamını almak istedim ve bir kez
olsun bu korkuyu öldürebilmek için bir yolumuz olduğunu düşündüm. Biraz zaman
alsa da başka bir yönteme yönelmem gerektiğini biliyordum. “Evet, şimdi ne
yapıyoruz?”
“Orijinal
plan.” dedi omzuma dokunurken. “Barry’nin güvenlik merkezini yönetmesini
isterdim ama o olmadığı için benim yapmam gerek. Telsizini açık tut. Onu katta
nerede gördüğümü söylerim. Eğer onu kamyonlara açılan kapıya doğru
kovalayabilirsek iyi oluruz. Sanki bir sineği camdan çıkarmak gibi.”
Kabul
etmeliyim ki, saçma bir plandı. Genel planı anladıysam da bir süper hermit ile
birlikte diken üstünde saklambaç oynamak baya tehlikeli gözüküyordu.
Tehlike
onu koridorun sonundaki güvenlik merkezinin orada dikilirken gördüğümde anında
gerçek oldu. Silahımı onun tarafına çevirip olduğu yerde kalmasını söyledim.
Konuşurken göz temasını hiç bozmadı, “Siz ikiniz evime izinsiz girdiniz. Ya
gidersiniz ya da sonuçlarına katlanırsınız. Mülkümü koruyacağım.” Bir anlık
duraksamadan sonra ister inanın ister inanmayın, o sanki yer çekimi isteğe
bağlıymış gibi duvara tırmanıp başka bir havalandırmaya girdi.
Fizik
kurallarının açıkça ihlali Dedektif Joss’u hiç etkilememiş görünüyordu. O
gittikten hemen sonra güvenlik kameralarını açmaya gitti. Her şeyi
hazırladıktan sonra planı tekrarladı. Onu takip etmek ve hermiti binadan
dışarıya çıkarmak. Kurşunların en azından onun canını acıttığını biliyorduk ve
bunun tehdidi bile onu kamyonlara çekmek için yeterdi. Bunun ne kadar “kolay”
olduğunu söyledi ve ilk başta haklı olduğunu düşünmüştüm.
Biraz
zaman alsa da hasta odalarının bulunduğu koridorda hareket gördük. İşte buydu. Oraya
doğru giderken tabancamı dümdüz doğrultmuştum ve bunun “kolay”dan son derece
uzak olduğunu hissetmekten kendimi alı koyamıyordum.
Kapıya
doğru ilerlerken içeride ne olduğuna bakmam gerekti. İçeride hasta odaları
açıktı ve sağdalardı. Aynı zamanda karşı tarafta küçük bir mutfak, minik bir
televizyon ve hemşire masası vardı. Küçük ve çirkin görünen bir koridora
sıkıştırmak için çok fazlalardı ama yine de boştu. “Hiçbir şey görmüyorum,”
diye telsizime konuştum. “Yer mi değiştirdi?”
“Olumsuz.
Solundaki hemşire bölümünde çömeldi. Galiba sana pusu kurmayı planlıyor.” diye
cevap verdi.
Odaları
kontrole ederek masaya doğru yürüdüm.
Kalbim hızla atıyor, kaşlarımdan ter akıyordu. Aklım bunun nasıl kötü
sonuçlanabileceği ile ilgili düşüncelerle dolup taşıyordu. Masanın seviyesine
geldiğimde derin bir nefes aldım ve o çirkin pisliğe buradan çıkması için
bağırırken masaya doğru yürüdüm. Hiçbir şey yoktu.
Hemşire
bölgesinden bakarken hiçbir şey göremedim. Onun masanın kör noktasından
fırlayıp beni yere sermesi sadece bir meraklı adımdan sonra oldu.
Hemen
sağ omzumda keskin bir acı hissettim. Diş etleri çenesinden çıkıp goblin köpek
balığı gibi fırlamış, dişleri etime saplanıyordu. Benim acı dolu çığlıklarım
onun ısırmasını daha da güçlendirmiş gibi görünüyordu. Neyse ki sol elimdeki
silahı hala tutuyordum ve ilk bulduğum şeye birkaç el ateş ettim. Omzumdaki
basınç kalktı, o acı içinde geriledi ve bağırsaklarını tuttu. İleri atılıp
sağlam omuzm ile onu boş odaya itip kapıyı da arkasından kapattım. Şanslıyım ki
eski hastanede geliştirdikler belli başlı şeylerden biri de kapılardı. Kartla
açılıyor gözüküyorlardı. Bunun anlamı bir çalışan gelip onu çıkarmadığı sürece
hiçbir yere gidemezdi.
Bunun
bana yeni bir strateji geliştirebilmem için zaman kazandırdığını ummuştum ama
süreki kapıya vurması düşünmemi zorlaştırıyordu.
“Vurmaya
devam et!” diye bağırdım. “Ben istemediğim sürece hiçbir yere gidemezsin!”
Tam
o anda sessizleşti. Beni biraz süzdükten sonra yüzünü küçük cama dayayıp
konuşmaya başladı. “Ve dışarı çıkmamı istemenin tek sebebi beni evimden
kaçırmaya çalışmak değil mi?”
“Ben…
Ne?”
“Planınız
aptal adam.” İşin aslını ortaya çıkardı. “Beni evimi terk etmeye
zorlayabileceğinizi mi sanıyorsunuz? Mermileriniz bitecek. Canım yanacak tabi
ki. Ama yeterince dayanabilirsem siz ve arkadaşlarınız bana zarar veremezsiniz.
Acı çekebildiğimi biliyorum ama acaba çenen kopartılınca yaşayabilir misin?”
Durdu ve pencereye sarı bir sıvı tükürdü. “Önce ben sizi avlayacağım.”
Tehdidi
bana geri adım attırdı. Biliyordu. Bunca zaman onu yoruluncaya kadar
kovalayabilirdik ve bize saldırabilirdi.
Dedektif
Joss’un sesi telsizde duyuldu. “Smith, onu orada kıstırdığını görebiliyorum.
Dinle, yapman gereken şey…”
“O
biliyor.”
“Ne?”
“Planı
biliyor. Başka bir şey denemeliyiz. Onu buraya kilitledim ama ben…”
“Smith!
Aşağıya bak ve oradan hemen uzaklaş!”
Kafam
karışmış bir şekilde denileni yaptım ve iki cılız parmağın kapının kaymaya
başladığını gördüm ve sonra elinin… Düşünecek yeterli zamanım yoktu. Çıkışa
koştum ve kapıyı arkamdan çarptım. Kapının camından baktığımda kolunun çoktan
çıktığını gördüm.
Üç
seçeneğim vardı. Çıkış? Hayır, beni dışarıya kadar takip edemezdi. Dedektif
Joss’a doğru koşabilirdim. En azından onu birlikte yaralayabilirdik ama o
resmen bir kurşun süngeri gibiydi ve karşısında korunmasızdık. Sadece bir
gerçek seçenek kalıyordu. Önceden güvenmediğim bir planın başlangıcı kafamda
canlanıyordu. Attığım bir bakış
zamanımın neredeyse tükendiğini gösterdi.
Kapının altından bacaklarını çıkarıyordu ve bana doğru hızla
geleceğinden emindim.
Telsize
konuştum. “Dedektif Joss, senin bulunduğun yere doğru geliyor! Önceki silah
ateşi için intikam istiyor! Kamyonun yanında pozisyon al!”
Kısa
bir sürede basit bir şekilde “Anlaşıldı.” diyerek cevap verdi. Adam kurtulmuştu
ve kapıya doğru koşturuyordu.
Depo
odasına doğru koştum. Üç adımım onun bir adımına denk olmalıydı ki onun arayı şimşek
hızında kapattığını duyabiliyordum.
Acıya
rağmen açıklığa doğru dalış yaptım. Dönerken yere iniş yaptım ve onu
yavaşlatmasını umarak bir uyarı atışı yaptım. İşe de yaradı. Mermi isabet
etmedi ama boş yere hasar almayı göze alamayacağını biliyordum. Fıskiyenin
arkasında pusunca ben de ayağa kalkma fırsatı buldum. Dedektif Joss’un bana
verdiği çakmağı çıkardım ve silahımı oksijen tanklarından birine doğrulttum.
“Hey
pislik! Git buradan!”
Yavaşça
ayağa kalkıp bana doğru yürüdü. Kızarmıştı ve mosmor olduğunu yüzünden
anlayabiliyordum. “Aptal adam. Kendini köşeye sıkıştırdın. Küçük bir ateşten
korkmam ben.”
Ayağımı
yere vurdum. “Küçük bir ateş umurumda değil. Burada alev alabilecek tonla şey
var. Sen de öyle düşünmüyor musun? Bu ateş yanarken oksijen tanklarına ateş
edersem ne olacağını düşünüyorsun?” Kabul etmeliyim ki, bilimin doğru olduğunda
bile emin değildim ama blöfüm onu duraklatmaya yetmiş gibi gözüküyordu.
“Ne
yapmayı planlıyorsun?” dedi temkinli bir şekilde.
“Tabi
ki de zeki bir adamsın. Uğraştığım çoğu şeyden daha zekisin. Yani anlayabilmen
için açıklayayım. Oksijen tankı artı mermi eşittir güm. Ve çokça yanıcı şeyin
olduğu eski bir yerde güm olduğunda… Yani… Ateşli bir patlamadan kurtulabilir
misin bilmiyorum ama önemi yok. Çünkü çok değerli ‘evin’ kurtulamayacak.”
“Hayır!”
diye bağırdı elini öne atarak. “Sen de öleceksin! Bunu yapmazsın! Evime değil!”
Kısmen haklıydı. Bu plan işe yarayacak olsa bile
hastanedekilerin hayatlarını riske atmayı göze alamazdım. Ama o işe
yarayacağına inandığı sürece önemli değildi. “Evin umurumda bile değil! Ya sen
beni öldürürsün ya da patlama. Doğrusunu istersen yapacağın şeyler yerine böyle
ölmeyi tercih ederim. Artı… Bundan sonra bir şey yapamayacağını bilmek beni
daha çok rahatlatır.” Tetiği biraz sıktım. “Bir adım daha atarsan ve evren
üzerine yemin ederim ki…”
“Dur!” diye bağırdı. “Evimi yok etme. Ne istiyorsun?”
“Bak, ben adil bir adamım… Buradan 10 kilometre uzakta
birkaç ev var. Oraya nasıl gitmeyi planladığından emin değilim ama onlar boş. Yani
bir anlaşma yapalım. Bu evi alamazsın ama belki orada kendine başkasını
bulabilirsin. Bunu yaparsan seni kendi haline bırakırız.”
Teklifimi gözden geçirdi. “Eğer gidersem yeni evimden uzak
duracak mısınız?”
Cevap olarak başımı salladım. Sessizlik içinde saniyeler
geçti. Blöfümü tekrardan değiştirme hissim daha da artıyordu. Ama sonunda,
gergin dakikalardan sonra the hermit hiçbir şey demeden tersi yöne gitmeye
başladı.
Hayatımdaki en büyük rahatlamasıyla iç çektim ve omzumu
tutarak yere yığıldım. Acı daha da artmışa benziyordu.
Dedektif Joss’un sesi telsizden duyuldu, “Smith. Onu dışarı
çıkarken gördük ama o küçük lanet şey kaldırımdaki kanalizasyon ızgarasından
içeri girdi.”
Sonunda, Dedektif Joss ve şefe her şeyi anlattım. Problemi
temelde başka bir yere taşıdığıma bozulmuş ve planı ondan habersiz
değiştirdiğime sinirlenmişti. Ama sonuçta benimle gurur duyuyordu.
Şef, hızlı düşünmem konusundaki takdirini daha dışa
vurmuştu. Bu sayede onun nerede olduğunu bilip ona göre hazırlık yapacaktık. Ve
onunla boş bir evde ilgilenmek, dolu bir hastanede ilgilenmekten daha iyiydi.
Yaşadığım onca şeyden sonra ve hâlâ uğraşmam gereken şeyler
olduğu halde hâlâ aklımı kurcalayan bir şey vardı.
Şef ve hastane çalışanları ile işlerimi bitirdiğim zaman
Memur Ryan’ın hali hazırda bir odası vardı ama onu görmeme izin verilmedi… En
azından resmi olarak.
Çalışanlardan gizlice Memur Ryan’ın odasına girdim. Beni
görenler de rozetimden dolayı çok soru sormadılar. Zor durumdaydı ve ve hali
hazırda ağır ilaçlar alıyordu ama en azından kendindeydi ki bu da iyiye
işaretti.
“Memur Ryan… yani… Barry…” diye başladım. “Bek, özür
dilerim adamım. Batırdım. Tehlikeyi bilmeliydim ve hazırlıklı olmamızı
sağlamalıydım ve…”
Ağzından çıkan tek şey zayıf bir “Şşş.” oldu. Gazlı bez ve
şişikler konuşmasını zorlaştırıyordu ve kelimeleri biraz boğuk çıkıyordu.
Konuşmak için enerji bulmasının ne kadar zor olduğunu tahmin edebiliyordum ama
o ağrılara karşın, “Kendini suçlama adamım. Doğru olanı yaptın.” dedi. Başımı
sallayıp elimi omzuna koydum.
Dinlenmesine izin vermem gerektiğini bilerek dışarı
çıkıyordum ki, zayıf bir çağrı beni kapıda durdurdu. “Ne var?” diye etrafa dönüp
sordum.
“Beni ‘Barry’ diye çağırma adamım. Çok garip.”
“Saygılı davranmaya çalışıyordum seni sarışın budala ama
olsun. Memur Ryan olsun.” diye gülümseyerek cevap verdim.
Baş parmağını olumlu anlamında kaldırdı. İli olacağını
bildiğim için sonunda dışarı çıktım.
Gece çok kötüydü ve eve gidip travmamı uykuyla atmak için
dünden razıydım. Bu yüzden bir hastane çalışanının otoparkta arkamdan
koşturduğunu görmek beni biraz germedi değil.
Kadın yirmili, taş çatlasa otuzlu yaşlarında görünüyordu.
Ortalamadan kısa boyluydu ve kahverengi saçları vardı. Rozeti ise akıl sağlığı
hastanesinde çalıştığını gösteriyordu. Bu da anında birinin cevap vermek
zorunda hissetmediğim sorular sormasının başka bir örneği olduğu sonucuna
vardım.
Kendimi düzgünce tanıtma fırsatı bulamadan önümde
dikiliverdi. “Buradaki adam ile ilgilenen memurlardan birisiniz değil mi?” diye
suçlayıcı bir tavırla sordu.
“Evet öyleydim. Bir şeye mi ihtiyacınız vardı?”
Bana deliymişim gibi baktı. “Bir şeye ihtiyacım mı vardı?
Siz ciddi misiniz? Orada ne olduğunu bildiğiniz halde sanki önemi bir şey
değilmiş gibi mi davranacaksınız?”
“Neden bahsettiğinden emin değilim ama eğer paylaşmak
istediğin bir şeyler varsa sana…”
“Saçmalık!” diye bağırdı parmağını bana doğrulturken. “Eski
Hastane’deki adamı bildiğimi düşünmüyorsun değil mi? Dik duvarları tırmanan ve
sadece bir çocuğun geçebileceği yerlerden geçebilen insan bir adam mı? Ya da
onu lanet sesi mi? Seni şefin geliyor ve onun sadece binada yaşayan evsiz bir
adam olduğunu söyleyip buna inanmamızı mı bekliyor?”
“Ben…”
“Hayır! Onu gördüğümü söylediğimde bana inanmamışlardı. O
şeyin koridordan, kameranın kör noktasından sana bakmasının ne kadar korkunç
olduğunu ama yardım çağırmaya gittiğinde kaybolduğunu biliyor musun?”
O biliyordu. Onu, gördüğünün normal olduğuna ikna edecek
değildim. Ama yine de bununla nereye vardığını bilmeliydim. “Sizin
gördüklerinizin garip olduğuna katılıyorum bayan. Ama bunların mantıklı bir
açıklaması olduğundan emin değilim. O gözaltında olduğu sürece eninde sonunda
cevapları bulacağız. Ama sizin bunları anlatmanızın size ne faydası var?”
“Ne mi faydası var? Değişir. Hastanemizde kol gezen bir
canavar için medyanın ilgisini çekmek beni biraz teselli eder. Özellikle de
polisin yalanladığı şeylerin büyük medya organları tarafından servis edildiğini
görmek. Ya da… Bana neler olduğunu söyleyebilirsin.”
Bundan kurtulmak için yalan söyleyemeyeceğimi biliyordum.
Düşünebildiğim tek şey düşünüp konuşmanın yönünü değiştirmekti. ”Bilirsin, bir
sürü oksijen tankını güvenli olmayan bir şekilde saklamak OSHA standartlarına
aykırıdır. Haberlerin aptalca bir canavar hikâyesindense bununla çok daha fazla
ilgileneceğini düşünüyorum.” Cümlemi vurgulamak için telefonumu yüzüne
salladım. “Özellikle de kanıtla.”
Ancak bu onu hiç mi hiç etkilememişti. “Umurumda olduğunu
mu düşünüyorsun? O güvenlik görevlisi 19 yaşında bir çocuk. Onu bugün için bir
kamera kaydına ikna edebileceğimi düşünmüyor musun? Eminim bugün ne gördüğünü
televizyonda söylemeye bayılacaktır. Ve sadece bu da değil. Evet oksijen
tankları kötü görünüyor ama hangisi gerçekten daha büyük bir hikaye olacak?”
“Neden bunda diretiyorsun? Neden bilmek istiyorsun?”
“Çünkü!” diye bağırdı yine. “Kız kardeşim Eski Hastane’de
hastaydı. Ya ona zarar verseydi? Ya iş arkadaşlarıma ya da bana zarar verseydi?
Olayla direk ilgili biri olarak en azından bilmeye hakkım olduğunu
düşünüyorum.” Nefes almak için durdu. “Bunu senin için kolaylaştıracağım. Eğer
bana söylersen, söz veriyorum kimseye tek kelime dahi etmeyeceğim. Lütfen…
Sadece ne olduğunu söyle.”
Doğrusu o andan sonra bitmiştim. Ruhsal olarak yorulmuş,
fiziksel olarak zarar görmüş ve yalanlardan bıkmıştım. Kim oluyordum da böyle
bir şeyi saklıyordum? Nasıl gördüğümüz şey normalmiş gibi ve ya başka birine
zarar vermek için beklemiyormuş gibi davranabilirdik? Biz canavar avcısı
değiliz. Anlıyorum. Ama gerçeği anlatmak çok mu zor? En azından benim açımdan
doğru olanı? En azından bu seferliğine…
O gece ona anlatmaya karar verdim. Onu gizli tutacağıma
yemin ettim ama ona her şeyi anlattım. Doğrusu sonunda benim için her şeyden
çok bir rahatlama oldu. Ama ikimizin de daha iyi hissederek ayrıldığımızı
düşünüyorum. Ya da en azından daha anlayışla.
Bana teşekkür etmedi. Zorunda da değildi. Benim gerçeğime
minnettardı. Herkes öyleydi. Ve o uzaklaşırken ne yaptığımı düşünüyordum. Daha
bilmediğimiz bir sürü şey vardı. Daha fazla canavar, daha fazla gizem,
göremediğimiz yerlerde saklanan daha fazla şey. Onun sadece bu bilgiyi kendini
korumak için kullandığını umabilirim.
Hikâyelerimden birine daha zaman ayırdığınız için hepinize
teşekkür ederim. Sadece birkaç tane daha kaldı, o yüzden umarım son ikisine
kadar benimle kalırsınız. Her zaman olduğu gibi, güvende olun.
bu çok iyiydi
YanıtlaSilTeşekkürler.
YanıtlaSilGüzel hikâyeydi
YanıtlaSilBUNUN İLK ÇEVİRİN OLDUĞUNU DÜŞÜNDÜĞÜMDE ÇOK GÜZEL DİYORUM...
YanıtlaSilDR.kELEŞ
Sil