29 Haziran 2021 Salı

The God Experiment Part 2

Part 2

Tanrı deneyinin ikinci denemesi 29 yaşında bir kadını talep etti.

İsmi Caroline'ydi.

Biyografisine göre, denek 1.60 cm ve 61 kiloydu.
Caroline, her iki lensinde de astigmat olan ela gözleriyle sakince birleşen sarı saçlara sahipti. Araştırma sonuçları fotoğrafta şaşırtıcı bir romantik partner eksikliği gösteriyordu. Her şeye rağmen, yalnızca bir erkeğin peşinden koşan bir kadındı. Bu gerçek Tommy'nin ikinci kutusunu kontrol etti.

Denek 002 girdi.


Caroline evine yakın bir apartman dairesinde yanlız yaşıyordu. Böyle olmasını tercih etmişti. Kısa mesafe, annesi Jacklyn'i günde 2 kez kontrol etmesini kolaylaştırmıştı. Jacklyn 2. derece göğüs kanseri geçirmiş ve kemoterapinin elden ayaktan düşüren sonuçları araştırmamız sırasında etkisini göstermeye başlamıştı. Ama asla söylenmemişti. Bazıları daha kötüsüyle karşılaşmıştı. Babası, yıllar önce aynı hastalıktan dolayı ölmüştü ve kimse bunu istemezdi.

Erkek kardeşi şu an çalışıyordu ve Caroline bunun iyi bir şey olduğunu düşünmüştü. Ama kimse Shawn'ın ne kadar çalışacağını bilmiyordu. Asgari ücret pozisyonları mevsimsel olmaya meyilliydi. Telefonda arkadaşlarına yeni işin kazançlı ama ürkütücü olduğunu söyledi. Ya ona bişey olursa? Ya ölürse? Onu kaybetseydi, aklını da kaybederdi.


Bu yüzden Caroline geceleyin dua etti.



Tommy koridorda horlarken sesi dinlemeyi severdim.


Tıpkı hepimizin istediği şeyleri tanrıdan istedi. Her gün daha da ince görünen annesi için oyunun kurallarını değiştiren bir tedavi belki de. Belki kardeşi şehirdeki yeni mağazada yönetici konumuna gelebilirdi. "Çok fazla potansiyeli var" derdi ablası. Sesi fısıltıdan biraz daha yüksek çıkmıştı bu cümleyi tekrarlarken. "Bu sefer kendini adaması için ona güç ver!"

Aynı zamanda Caroline, tanrıya, beklemeye değer bir adamla ne zaman tanışacağını sordu. Sonuncusu, diğerlerinden daha az önemli görünüyordu fakat yine de tüm dualardaki gibi not alınmıştı.


Her gece bu rutini tekrarladı. Kimse yanıt vermedi.


Çalışmamızın ikinci haftasında bu durum değişti.

Jacklyn'in sabah doktoruyla önemli bir randevusu vardı. Kızı, endişe içinde sabaha kadar uyuyamadı. 17 dua etti. 6 tane son çare duaları, 6 tane isa mesih'in müritlerine öğrettiği dua ve büyük adamın kendisine 5 kişiselleştirilmiş mesaj.


Nasıl olmuşsa, çocuk tam şekilde yapmıştı.


İkisi içeri girer girmez heyecan arabanın sesini bastırıyordu. Jacklyn ilk başta evhamlı bir ses tonuyla konuştu.



"Bekle.. Doktoru duyamıyorum. Ne zaman konuşsa mırıldanıyor. Kemoterapi gerçekten işe yaradı mı?"


Kurumsal otoparkın arkaplanı aniden güzel bir manzara çizdi. Anne ve kızı uzun bir süre boyunca kucaklaştılar. Rüzgar kırıcılarından gelen statik bir an için mikrofonları bozdu. İkisi de koltuklarına otururken gözlerindeki yaşları sildi.


"Kemoterapi gerçekten işe yaradı." Caroline sesini temizlemek için birkaç kez öksürdü. "Doktor dedi ki, bazı takip taramalarına ve yeni ilaçlara ihtiyacın var ama artık yeni bir tedavi yok!"


Durdu ve annesine hayranlıkla baktı.


"İyileşiyorsun genç hanım!"


Videoyu durdurdum.

O an benim de ağlamama sebep oldu. Zavallı, savaş yorgunu kadın peruğunun altından gülümsedi. Yine genç görünüyordu. Kurtuluşun tanımı 10 yıl sürmüştü. Bir dizi kötü olaydan sonra nihayet iyi bir şeyin gerçekleştiğini görmek güzeldi.



Tommy omzumun üzerinden baktı.


"Ekran fotoğrafı al"


Denileni yaptım. Bir saniye sonra videoya devam ettik.


"Kardeşini ara. Endişeleniyor." Caroline'nin annesi genellikle sert ve soğuk bir ifade takınırdı. Ama bugün,hiçbir şey o yorgun gözlerdeki ışıltıyı engelleyemezdi. "Hadi bir şeyler içelim!"


"Hoparlörde, bizi aradı." Caroline kıkırdadı. "Shawn bizi duyabiliyor musun?"


Kendinden emin genç bir erkek sesi ikincil sesten çatırdadı.


"Bil bakalım kim tam zamanlı oldu?"

Caroline'nin her iki dileği de aynı gün gerçekleşmişti.


Tüm aile, bunu geceleyin kutlamıştı. Kasabanın yakınlarında bir restoran seçmişlerdi. Kamera geçmişimizde bu yer yoktu. Umarım iyi vakit geçirmişlerdir.


Yine, saatler sonra kameralarımız eve giderken tökezleyen sarhoş bir deneği yakaladı. O sırada yalnızdım. Sesi arttırdığımda kızın gergin sesi kanımın donmasına sebep oldu.


"Onlar iyi mi? İyi. Onlar iyi mi? İyi. Onlar iyi mi? İyi."


Caroline sözcükleri döngüye alınmış acıklı bir şarkı gibi mırıldanıyordu.



"İyiler mi? İyi. İyiler mi? İyi. İyiler mi? İyi."


Tommy, karısına uzun zamandır ilk kez onu bir akşam yemeğine çıkaracağına dair söz verdi. Ona ısmarlamaya söz verdim. Binlerce kez bu konu hakkında aradım ve yazdım.

"Denek002. Aynı belirtiler. Bunun tekrar olmasına izin veremeyiz. Aç şunu telefonu Tommy."


Bir cevap alamadım.


Caroline kafası karışmış kekeme adımlarla ailesinin etrafında sallanıyordu. Yeni cümleleri boş odaya birkaç kez tekrarladı. Her şey tuhaf görünüyordu. Sadece içmeye gidilen çılgın bir gece için fazla tuhaftı. Uyuşturucuların işe karıştırıldığını düşünmüyordum, en azından gönüllü olarak. Bu kız evinde alkol bile bulundurmuyordu.


5 dakika sonra Caroline kapıya yürüdü ve yağmura doğru adım attı. Sıcaklık 43 fahrenhayttı. Ayakkabıları, süveteri ya da şapkası yoktu.


Yetişmek için mümkün olduğunca hızlı bir şekilde görüşler arasında geçiş yaptım. Bir süre sonra, ikinci kamera deneğimizi arka bahçesinde yakaladı. Tozlu mısır tarlası kırsal mülkiyetin köşesinde bulunuyordu. Caroline ona doğru yavaşça yürüdü.


Endişelenmiş ya da acelesi varmış gibi görünmüyordu. Mikrofon, soğuk ve sakin nefes alış verişleri yakalıyordu. Aslında, tüm deney boyunca ilk defa huzurlu görünüyordu. Kan basıncı ve yaşamsal değerler daha sağlıklı seviyelere ulaştı. Nabzı hiçbir sorun göstermiyordu.



Caroline çok geçmeden mısır tarlasının kenarına ulaştı. Dönüp eve son bir kez daha baktı ve gülümsedi. İçimden bir ses hala kameraya bakıp gülümsediğini söylüyor.


Birdenbire küt bir objeyle arkasından başı vuruldu.

Bulanık bir şekil deneğimizi sürüklerken şaşkına dönmüş ve çaresiz bir şekilde oturuyordum. Mikrofon mısır tarlasına düşmeden önce ses son bir cümle yakaladı.


"Onlar iyi mi? İyi."

Denek002 o gün bugündür hala kayıp.

21 Haziran 2021 Pazartesi

I Investigate Disturbing Cases: Here Are My Stories - Watchers



Polis memurlarını düşününce, nasıl göründüğümüz ve gerçekte kim olduğumuz arasında bir uyumsuzluk olduğunu düşünüyorum. Birçok insan bizi iyi olarak görüyor. “Kötü adamların” istediklerini yapmalarını engellemek için son anda parlayan altın rozetleriyle çıkagelen gerçek hayat kahramanları olarak görüyorlar.



Ama gerçek bu değil. Bizim süper güçlerimiz yok. Belirli bir alandaki bütün suçları göremeyiz. Ve her şeye istediğimiz hızda cevap veremeyiz. Günün sonunda biz sadece içinde bulunmamız gereken durumları kanunların bize söylediği gibi değerlendirip harekete geçen insanlarız. Biraz derine indiğinizde çirkinliği görebiliyorsunuz. Irkçılık, gücün kötüye kullanılması, şiddet. Bir çok insan bunları her gün görüyor. Diğerleri de çok farkında değil.

Bu ne anlama geliyor? İyi insanlar olarak gizlenmiş canavarlar mıyız? Bazı insanlara göre evet ve belki de makuldür. Ben başka bir anlama geldiğini düşünüyorum. Bana göre, bizim toplumun iyi ve kötü yansıması olduğumuz anlamına geliyor. Ve toplumun çoğunluğu gibi karmaşık ve detaylıyız. Bizi nasıl görmek istiyorsanız ya da görüşünüzün sınırı ne kadarsa o olabiliriz. Polis olarak bu konuda sıkıntı yaşıyorsunuz. Çünkü günün sonunda sizi birisinin nasıl gördüğünün aslında gerçek olduğunu asla bilemiyorsunuz.

Şef beni ofisine çağırdığında vardiyamın erken zamanlarıydı. Gelişigüzel bir şekilde birkaç dokümana bakarken ağzındaki kürdanı çiğniyordu. Birkaç belgeye göz gezdirip onları bir köşeye atmadan önce orada sessizce tam tamına otuz saniye oturduktan sonra bana şüpheli bir ifadeyle baktı. “Smith…” her zamanki emir veren sesiyle gürledi. “Bir durum hakkında tavsiyene ihtiyacım vardı.”

“Tabii ki,” diye cevapladım. “İlişki tavsiyesi olmadığı sürece, seni kesinlikle boşanma yoluna sokacağım… Aşağı yukarı iki ay içinde.”

Günün geçmiş olaylarını sıralamadan önce onda bir gülümseme kırıntısı yakaladım. “Bekâr bir anne, galiba adı Bayan Wilson’du. Dün buraya geldi ve yüksek rütbeli memurlarımızdan biriyle konuşmak için yalvardı. Bu kâğıtların birazını almak için idareye inmiştim ki isteğine kulak misafiri oldum. Gidip kendimi şef olarak tanıttım ve konuşmaya başladık. Bana en kısa zamanda polis korumasına ihtiyacı olduğunu söyledi ve bunu yüksek yetkiye sahip birine direkt olarak yalvararak yapmak istedi.”

“Polis koruması mı?” dedim yüksek sesle düşünerek. “Ciddi bir şey olmalı.”

“Ben de öyle düşündüm.” diye onayladı. “Ama Bayan Wilson bana nasıl küçük oğlunun penceresinin dışında bir adamın onu her lanet gece izlediği hakkındaki hikâyeyi anlatmaya başladı. Ne yaparsa yapsın adam gitmiyormuş. İyi bir anne olduğu için tabi ki hep ona bakmak için gidiyor. Ama her seferinde orada hiç kimse olmuyor. Ama oğlunun gözlerindeki korku gerçek. Gözlerindeki ifade çok kötü bir şey gördüğünü söylüyor ve o da oğluna inanıyor. Bu durumu düzeltmek için, o pisliği yakalayana kadar birini dışarıda tutmamızı istiyor. Nasıl hareket etmemiz gerektiğini düşünüyorsun?”

Yüzümü kafam karışmış bir şekilde buruşturdum. “Ben… Anlayamıyorum. Demek istediğim, gerçekten bu konuda fikrime ihtiyacın var mı? Oldukça açık değil mi? Onun bu gizemli adam hakkındaki korkusunun gerçek olduğunu anlıyorum ama memurları istendiğinde koruma olarak veremeyiz. Yardım etmemizi isterim ama eğer bu adamın var olduğuna dair bir kanıtı yoksa bizim yapabileceğimiz çok bir şey olmuyor değil mi? Güvenlik kamerası taktırmasını ya da bir silah almasını önerebilirim. Eğer bu adamı kameraya alırsa düzgünce bir soruşturma yapıp onu bulabilmeyi umabiliriz.”

Şef kahkaha attı. Bu beni şaşırttı. Çünkü bu adam %99 ciddi bir ifade takınır. “Düşünce tarzını beğeniyorum Dedektif Smith. Her durumda açık ve mantıklısın. Ya seni kurtaracak ya da öldürecek bir özellik. Öyle ya da böyle hayatındaki bütün farkı oluşturacak. Ama… Büyük bir şeyi atlıyorsun.”

Beni bir yere yönlendirmek istiyordu ama bununla nereye varmam gerektiğini tam olarak bilemiyordum. Tek yapabildiğim cevap olarak kaşlarımı kaldırmaktı.

Kafamın karıştığının farkına varınca ağzından kürdanı çıkardı ve sanki sigara dumanı çıkarır gibi nefes verdi. “Sence oğlu geceleri penceresinin dışında bir adam olduğunu söyleyen bekâr bir anne hali hazırda kameralar almamış mıdır? Birkaç gece sonra bulabildiği en pahalı kameraları alıp penceresinin dışına yerleştirdi.”

“Ve?”

“Ve tabi ki de orada bir adam olduğuna dair bir kanıtımız bile olmadan hâlâ burada oturuyoruz. Hâlbuki buraya çocuğunun onu daha dün gece gördüğünü söylemek için geldi.”

Zihnimde parçaları birleştirmek biraz vaktimi aldı. Bunun nasıl mümkün olabileceğini anlayamıyordum. “Bilmiyorum. Bulacağın şey de bu zaten. Sana zaten adresini ve bilgilerini içeren bir e-posta gönderdim.”

Düşmemesini umduğum talihsiz bomba buydu. Bu davaya atanmamla alakalı ne kadar tartışmak istesem de bundan sıyrılamayacağımı biliyordum. Ve o uzun kadınla olan son karşılaşmamdan beri, şef ve ben bir şeyi anlamıştık. Onun çok kimsenin farkında olmasını istemediği bir şey görmüştüm. Ama sadece o da değildi. Eğer bir şeyin “sıra dışı” sınıfında olduğunun birazcık bile şüphelense onun buradaki adamı olurum.

Yine de ikimiz de varsayımlarla hareket edemezdik. Her davada nasıl yapıyorsam, buna da öyle yaklaşmam gerekiyordu. Ve bu yaklaşım gerçeklerle başladı. Davaya atanıp şefin ofisinden çıktığım anda zihnim çalışmaya başladı.

Hemen masamda biraz geçmiş araştırması yapmak için hızlıca masama yöneldim. Çocuğunun penceresinde bir adam gördüğünü iddia eden bir anne var, ama o adamın var olduğuna dair bir delil yok. En azından kayıt altında. Bunu açıklığa kavuşturabilmek için yeterli bilgilerin yanına bile yaklaşamadım. En azından şimdilik.

Bir yıldan biraz fazla bir süredir bizimle beraber olan Memur Ryan, beni masamda düşüncelere dalmışken hazırlıksız yakaladı. Gamsız bir çocuktu. Yirmili yaşlarının sonundaydı ve yüzünde her zaman kocaman gir gülümseme olurdu.

“Merhaba dedektif!” dedi diyet sodasından bir yudum aldıktan sonra. “Şefin ofisinden çıktığını gördüm ve şeyde çalışıp çalışmadığını merak ettim…” Etrafa hızlı bir göz gezdirdikten sonra yaklaşıp fısıldadı. “…Gizli bir projede.”

Ona boş bir bakış attım ve o da bana göz kırpınca kafam daha çok karıştı.

“Hiç gizli bir şey bilmiyorum Memur Ryan. Sadece olası bir izinsiz giriş ve taciz vakası. Büyük bir şey değil.”

Duydukları onu hayal kırıklığına uğratmış gibiydi. “Ah adamım. Sıkıcı görünüyor… Yardıma ihtiyacın var mı?”

“Az önce bunun sıkıcı olduğunu söyledin. Ama şimdi yardım mı etmek istiyorsun? Neden…?”

“Aynen öyle!” diye heyecanlı bir şekilde cevapladı. “Çalışmalarını görüyorum adamım ve herkes senin yıllar boyunca nasıl bazı çılgınca davaları çözdüğünden bahsediyor. Ben de her zaman senden neler öğrenebileceğimi görmenin eğlenceli olabileceğini düşünmüştüm.”

Kabul etmeliyim ki şevki gerip bir şekilde büyüleyiciydi. Ama bunu dışında biliyordum ki, eğer bunu çözmek istiyorsam, aileyle konuşmakla kalmayıp kanıt toplama da yapmalıydım. Ve günü sonunda iki çift göz ve kulak tekten iyiydi.

Aşırı sersemce tepkisi için kendimi hazırlarken o not aldığı ve ben de konuşmayı yaptığım sürece benimle takılmasına izi verdim. Yarım saat içinde merkezden çıkmıştık ve mütevazı görünen bir evin kapısını çalıyorduk.

Birinin cevap vermesi biraz sürdü. Sonunda birisi açtığında durumun ne kadar ciddi olduğunun ilk işaretlerini görmüş olduk. Orta yaşlı kadın tümüyle tükenmiş görünüyordu. Gözlerinin altındaki derin torbalar ve dağınık ağaran saçları hiçbir şeye enerji harcamayı umursamayan birininki gibiydi.

“Bayan Wilson.” Diye rozetimi çıkararak konuşmaya başladım. “Adım Dedektif Smith ve bu da Memur Ryan. Sizinle ve oğlunuzla evinizin etrafında gördüğünüz adam hakkında konuşmak için geldik. İçeri girebilir miyiz?”

Rozetlerimizi boş bakışlarla süzdü. Kim olduğumuz anlaşılınca keyfi gözle görülür bir şekilde yerine geldi.

“Ah! Gelin! Evin dağınıklığı için kusura bakmayın.” Bizi oturma odasına alırken oğlu Lucas’ı gelip bizimle tanışması için çağırdı.

Her şey o kadar hızlı hareket ediyormuş gibi görünüyordu ki, uykulu gözlü genç bir çocuğun önümde belirmesi beni hazırlıksız yakaladı. Bana göre 12 yaşında gibi görünüyordu ve annesine benziyordu. Sürekli gözlerini ovalaması ve esnemesinden ne kadar yorgun olduğu belli oluyordu.

Lucas ve Bayan Wilson koltuğa otururken, Memur Ryan ve ben de mutfaktan alınan sandalyelerde karşılarına oturduk.

“İkinizle de tanıştığıma memnun olduğumu söylemek istedim. En iyi zamanlar olmadığının farkındayım ama elimden gelen her şekilde yardımcı olabilmek için buradayım.” Dedim gülümseyerek. “Bayan Wilson, ifade vermek için merkeze geldiğinizden haberim oldu. Ama eğer bir sakıncası yoksa eğer bana tekrar kısaca neler olduğunu anlatabilirseniz sevinirim.”

Konuşmaya başlamadan önce başını sallayıp derin bir nefes aldı. “Her şey bir hafta önce başladı. Lucas pencerede bir şey gördüğünü söyleyerek odama koştu. Kontrol etmeye gittiğim ama olağandışı hiçbir şey göremedim. Dolayısıyla kötü bir rüya gördüğünü düşündüm. Ama aynı şey bir sonraki gece de oldu. Ve bir sonraki gece de oldu.” Yanında uzanan Lucas’ın saçlarını okşamak için biraz durdu. “Ama ben hiçbir şey görmedim… Üçüncü geceden sonra hemen gidip güvenlik kameraları yerleştirdim. İki gün boyunca hiçbir şey olmadı. Artık bittiğini düşünürken bir anda yine başladı. Aynı gece kameraları kontrol etmeye gittim ama hiçbir şey görmedim. Ama ben oğlumu tanıyorum. O bunu uydurmaz. Uyuyabildiği gecelerde korkunç kabuslar görüyor. Uyuyamadığında ise ikimiz de cin gibi ayakta oluyoruz. Polise daha önce de ihbarda bulundum ama hiçbir şey olmadı ve ne yapacağımı da bilmiyorum."

"Sizi anlıyorum." dedim yumuşakça. "Ve bunun ikiniz için ne kadar zor olduğunu ancak tahmin edebilirim. Sadece bir kaç sorum olacak." Başını salladı ve ben de davam ettim, "Yaşadıklarınızı küçümsemek istemem. Ama oğlunuzun olmayan şeyler görüyor olması mümkün mü? Ailenizde hiç psikolojik rahatsızlıklar görüldü mü?"

O kadar zorla cevap verdi ki sanki saldırıya uğramış gibiydi. "Ne? hayır! Oğlum... o olmayan şeyler görmüyor!"

Memur Ryan, "Onun öyle olduğunu söylemiyoruz bayan. Sadece yaklaşımımızı belirlemek için her şeyi açıklığa kavuşturmamız gerek. İşlerin aslında göründüğü gibi olmadığı durumlar oldu ve birisini küçük bir hatadan dolayı tutuklamak istemeyiz."

Bayan Wilson derin bir nefes alıp olumlu anlamda başını salladı. "Hiç böyle sorunları olmamıştı. Lucas'ın babası ve benim onun dikkat dağınıklığı bozukluğu olabileceğini düşündüğümüz bir zaman olmuştu. Biz de onu bir kaç hafta bir uzmana götürdük. Bildiğin kadarıyla her şey gayet yolunda."

"Ve babası hakkında..." diye araya girdim. "İyi bir ilişkiniz var mı?"

"Evet var." diye cevapladı. "Lucas yaz boyunca onunla kalıyor ve onun dışında her gece telefonda konuşuyorlar. Onun ve benim boşandığımız zaman beraber olduğumuzdan bile daha iyi bir ilişkimiz var."

"Ama yine de eğer eşinizin bilgilerini bana gönderebilirseniz sevinirim. Geçmiş araştırması yapıp yer şeyin yolunda olduğunu teyit edeceğiz. Oğlunuzun odanızda uyumaya izin vermeyi hiç düşündünüz mü? belki onu bu durumdan çıkarmanın yardımı olabilir."

"Elbette, her zaman. Ama bu kalıcı bir çözüm değil. Lucas'ı odama aldım ama ben uyuyuncaya kadar o bir yolunu bulup yatağına dönüyor."

Kesin olarak emin olmasam da doğruyu söylüyor gibiydi. Her ne kadar garezi olan bir psikopatın bir çocuğu sinsice izlemesini istemesem de aday olarak öne çıkan hiç kimse de yok gibi görünüyordu. Ama bu davaların çoğunda, çocukların ebeveynlerinin bilmedikleri şeyleri bildiğini bilebilecek kadar uzun süre bu işi yaptım.

Lucas ile yalnız konuşabilip konuşamayacağımı Bayan Wilson'a sorduğumda biraz tereddüt etti. Genç oğlunun bir polis memuru tarafından sorguya çekilmesine izin vermek konusunda anlaşılır bir şekilde isteksizdi.

Memur Ryan sürpriz bir şekilde etkili bir aracı gibi davranan kişi oldu. Bana polis memuru olmadan önce çocuk terapisti olarak çalıştığı gibi bir şeyden bahsetmişti. Ona göre çocuklar, travmatik olayları aileleri dinlemiyorken anlatınca daha mutlu oluyorlar. İlk başta mantıksız geldiyse de üzerine düşündükçe daha mantıklı gelmeye başladı.

"Sizinle bu konuyu başka bir odada konuşmaktan mutluluk duyarım." derken annesi biraz çırpınıyor gibiydi. Düşündü ve sonunda kabul etti. İkisi gitmek için yerlerinden kalktığında Memur Ryan bana göz kırptı ve ben de o kurnaz pisliğe cevap olarak gözlerimi devirdim.

Şimdi sadece çocuk ve ben vardım. Gergin görünüyordu. Ona gülümsemeye ve her şeyin iyi olacağını söylemeye çalıştım ama henüz bana güvenmediğini kolayca görebiliyordum. Ya da en azından ona yardım edebileceğime inanmıyordu.

"Hey Lucas, başlamadan önce senin yaşadığın deneyimin çok korkunç olduğunu bildiğimi söylemek istiyorum. Ama annenin ve senin güvende olduğundan emin olmak benim işim. Ama işimi yapabilmem için elinden geldiğince dürüst cevap vermelisin. Hiç bir ayrıntı çok küçük değildir." İsteğime başını salladı ve başladık. "Harika. Camındaki kişiyi tanıdın mı? Ya da tanımlayabilir misin?"

Gözlerini tavana dikmiş, ne gördüğünü hatırlamaya çalışırken biraz düşündü. "Onu tanımadım. Ama oldukça büyük bir kafası vardı. E, büyük gözler. Ağzı kafasının bir kenarından diğerine kadar uzanıyordu ve sanırım yüzü de kırışıktı. Ah! Ve o keldi."

İlk başta tanımlama çok anlamlı değildi. İlk düşüncem bir tür maske takan biri olduğu yönündeydi. Mantıken eğer tanınmak istemiyorsa uygun olur. Bu da o kişinin Lucas'ın tanıdığı biri olabileceği ihtimalini aklıma getirdi. Belki de onu tanıyacağını düşündü. "Bu kişi konuştu mu? Tanıyor olabileceğin bir sestir belki?"

Başını iki yana salladı.

"Hım, anladım. Bu kişiyi çoğunlukla ne zaman görüyorsun? Her gece aşağı yukarı aynı saatte mi?"

Başını salladı. "Neredeyse. Sadece gece baya geç saatte oluyor."

"Ne kadar geç?"

Cevap vermek için gergin görünüyordu. "Anneme söylemeyin ama...Gece 2 ya da 3. O saatte uyanık olmamam gerek. Eğer hali hazırda ayakta değilsem bazen rastgele uyanıyorum ve o... Orada."

Gülerek, "Hiç merak etme Lucas, hiç bir şey demeyeceğim. Bana güvenebilirsin. Ama yataya daha erken gitmelisin." dedim göz kırparak. "Annen bazen onun odasında uyuduğunu söyledi ama yatağına geri gidiyormuşsun. Eğer pencerende bu korkunç kişiyi görüyorsan neden geri dönüyorsun?"

Omuz silkti. "Bilmiyorum. Fark etmiyorum bile. Yatağımda geri uyanıyorum."

"Olası uyurgezerlik?" diye düşündüm. Peşine standart sorular sorduktan sonra görüşmeyi tamamlamak için annesini getirdim. Not gibi bir şey bulabilmek için odasına baktım ama her şey yolunda görünüyordu. İlgimi çeken tek şey Lucas'ın panjurlarının kapalı olduğuydu. Onlar kapalı iken onun nasıl penceresinin dışını görebildiğini sordum.

Bu, annesinin oğluyla çoktan konuştuğu bir şeydi. Onları gece yatağa giderken kapandığını bilmesine rağmen, gecenin bir vakti çoktan kendiliğinden açılmış olduklarına emindi. Garip ama önemli olma ihtimali vardı.

Sorularımız bitince Memur Ryan ve ben onlara iletişim bilgilerimizi verdik ve dışarı çıktık. Bayan Wilson'a memur gözetimi isteğinde bulunduğu taktirde döneceğimi söyledim. Ama önce buna başka yollarla bakmayı tercih ederim. Bunların ne kadar manasız olduğunu hala hazmedemiyordum. Hiçbir şey uygun görünmüyordu ve bir ipucunu takip etmek için iyi bir yer yoktu. Bildiğim bütün doğrular boşa çıkmıştı. Sabah 2'de maskeli bir adam çıkıp çocukları mı korkutuyor? Eğer çocuk kaçıransa niye sadece odasının içine baksın? Belki de küçük çocukları uyurken izlemekten hoşlanan hastalıklı bir röntgenciydi. Eğer durum böyle olsaydı onu boğmaktan kendim hapse girebilirdim.

Ne yazık ki bu olayda yolumu bulmama yardım edebilecek sadece bir yer vardı. İsteksizce cebime davrandım ve telefonumdaki en çok çekindiğim isim için rehberimi taradım.

"Alo? Smith, ne istiyorsun?" diye diğer taraftan güçlü bir ses geldi.

"Merhaba Memur Joss. Seninle de konuşmak güzel." diye onu durum hakkında bilgilendirmeden önce biraz rahatsız olmuş bir tonda söyledim. "Her neyse... Burada Wilson'ların evindeyim. Aileyi çoktan sorguladım ama bununla nereye varacağım konusunda biraz kayboldum. Bana doğru yolu gösterebilme şansın var mı?"

Çok duyulur bir şekilde iç çekti. "Okulunda da işlerini yaptırmak için birilerini arar mıydın? Yoksa bu iş hayatında mı başladı?"

"Ah evet, pisliğin teki olmak! İşleri halletmenin klasik yolu. Eğer bunu yapmaya devam edersen belki bu çocuğu izleyen eden adam bana acıdığı için teslim olur."

Göremesem de onun gözlerini devirdiğini biliyordum. "Ha-ha. Çok komik."

"Komedyenlikte iyiyimdir. Eğer bu polis şeyi yolunda gitmezse ikinci kariyer seçeneğim."

"Peki komik adam. Eğer tavsiyemi istiyorsan, önemli herhangi bir şey için çocuğun penceresini gözden geçirmeni öneririm-ayak izleri, pencerede parmak izleri vb. Ayrıca kimse bir şey görmüş mü diye komşularla konuşabilirsin. Belki şansın yaver gider ve kamera kayıtları bulursun. Ofise geri döndüğünde ise maske ile röntgenleme alışkanlığı olan kimse var mı diye bak. Eğer bunu düzenli düzenli olarak yapıyorsa çok uzak bir yerde yaşamıyordur."

Hakkını vermeliyim ki çok iyiydi. "Eğer hiç bir şey çıkmazsa?"

"O zaman zamanımızı bile neden harcadığımızı cidden sorgulamaya başlarım. Eğer teoride onun geri geleceğini düşünüyorsan, onu yakalayıp yakalayamayacağını bakabilirsin ve anneye gözetim verebilirsin."

Tavsiyelerini düşünüp taşındım ve kapatmadan ona teşekkür ettim.

Tıpatıp aynı evlerin sıralandığı sokağa baktım. Yapacak biraz işimiz olduğunu biliyordum ama Memur Ryan ve ben koşturmaktan yere yığılmak üzereydik.

Günün sonunda, makul miktarda fazla mesai yaptık ve tüm olası yolları denedik. Bittiğinde ise bir arpa boyu yol alamamıştık. İmkansız gibi görünüyordu. Eğer etrafta çocukları gözetleyerek gezinen bir adam olsaydı, nasıl kimse hiçbir şey görmezdi?

Günün raporunu yazdım ve sabah olaylara daha taze bakabilmeyi planladım. Ancak telefonum gece 2'de çalınca ve ve Bayan Wilson'un çıldırmış sesini duyunca o rahatı bulamadım. Tekrar olmuştu.

İçgüdü ile hareket ederek bulabildiğim ilk kıyafetleri üstüme geçirerek eve doğru hızla gittim. Yamuk bir şekilde park ettikten sonra arabadan fırladım ve adamı aramak için etrafı gezindim.

Hiçbir şey görmeyince, uygun bütün polislere önceki gün Lucas'ın bana verdiği tarife uyan maske takabilecek birini aramalarını söyledim.

Birkaç memur çevreyi araştırıp komşularla konuşurken ben de Bayan Wilson ve Lucas ile birlikte bekledim.

Genç çocuğun gözlerindeki korku çok şey söylüyordu. Ve annesinin onu sıkıca kucaklayıp kulağına fısıldama şekli, hiç kuşkusuz rahatlatma ve sevgi kelimeleriydi ve durumun sözsüz görünümü çok daha yüksek konuşuyordu. Zaman geçtikçe, hiç ilerleme kaydedemedik. Araştırdık ve hiçbir şey bulamadık. O zaman anlamıştık ki, bu kanıt olmayışından bile öteydi. Bazı şeyler oldukça yanlıştı.

İçimde bir yerde Lucas'ın gördüğü şeyin doğru olduğunu biliyordum. Buna bakışımızda bir şeylerin yolunda olmadığını düşünüyordum. Başka bir yaklaşıma ihtiyacım vardı ve belki ilk defa Bayan Wilson haklıydı. Belki de oturup o adamın çıkmasını beklemeliydik.

Bir sonraki gün şef ile ilerleme kat edemeyişim hakkında konuştum ve yeni bir strateji önerdim. Eğer olay yerine geç gitmeye devam edeceksek, Bayan Wilson'un isteği yerine getirilmeliydi. Kanıt yetersizliğine rağmen ona çocuğun endişelerinin gerçek olduğundan ve endişelerini ciddiye almamız gerektiğinden emin olduğumu söyledim.

Şaşırtıcı bir şekilde... kabul etti. Ama yeni bir şey yakalamam durumunda gözetim görevindeki tek adam olma şartı ile.

4 ila 6 saat boyunca Wilson'ların evinin önünde vakit geçirmem için ofis saatlerimi büyük ölçüde azaltmam konusunda bir anlaşmaya vardık.

İlk birkaç gün son derece olaysızdı. Kabul etmeliyim ki zamanımın çoğunu telefonumda oyun oynayarak ve video izleyerek geçirdim. Bana göre... gözetim son derece berbattı. Gerçekten. Oturup otuz dakika boyunca karanlık boş bir sokağa bakmayı deneyince ne dediğimi anlayacaksınız.

Üçüncü gün işler korkunçlaşmaya başladı. Gece 1 gibi, Lucas'ın odasındaki ışıklar açıldı ve içimden bir ses "işte bu" diye bağırıyordu.

Ama bir sorun vardı. Bu olurken Lucas'ın penceresinin dışında hiç kimseyi göremedim. Dışarısı iki gün önce olduğu kadar boştu. Er halükarda elimde silahla evlerine doğru koştum. İkinci kez karanlıkta saklanan birisi varsa ona bağırarak çıkmasını ve teslim olmasını söyledim ve bunu yaparken de olası saklanma yerlerini kontrol ettim. Ama hâlâ hiçbir şey yoktu.

Soğukta durup boş sokağa bakarken ne kadar aptal göründüğümü düşündüm. Deli biri gibi havaya bağırıyor ve silahımı sallıyordum. Bir çok mahallede polise ihbar edilebilecek olan adam bendim.

Kariyerimdeki başımı sallayıp sallayıp kendime "Ne yapıyorum lan ben?" diye sorduğum çoğu andan biriydi. Bu ailenin benimle uğraştığını, bütün bu olanların o çocuğun zihninin ürünü olduğunu ve ya henüz keşfetmediğim bir üçüncü seçenek olduğunu bilmiyordum.

Her türlü derin bir düş kırıklığı vardı. Diğer davalardan farklıydı. Bakın, yapboz parçalarını henüz onları nasıl bir araya getireceğimi bilmiyorken birleştirebilmekle başa çıkabilirim. Ama eğer parçalarınız olduğunu ve ya bitirmekte olduğunuzu bile bilmiyorken hayatınızda ne yaptığınızı sorgulamaya başlıyorsunuz.

Bundan sonra ikisiyle yüzleşmek istiyordum. Eğer benimle oyun oynuyorlarsa bunu ödeyeceklerdi. Ama eve girdiğim anda Bayan Wilson'la karşılaştım. Bana bir milyon yıl geçse bile asla tahmin edemeyeceğim bir şey göstermekte ısrar etti.

Pencerenin diğer tarafında büyük bir el izi gördüm.

Hemen telefonumu çıkarıp fotoğraf çekmeye davrandım ama fotoğraf çekmek için telefonu kaldıramadan gitti.

Aklıma bir milyon tane soru hücum etti. Işık açıldığında pencereye doğruca bakıyordum. Lanet evin etrafında koşturdum ama birinin orada olduğuna dair hiçbir kanıt yoktu.

Biraz DNA toplayabiliriz diye bir memuru gelmesi ve kanıt toplamada yardım etmesi için çağırdım. Onları beklerken Lucas ve Bayan Wilson ile tekrar konuşmak istedim.

Tanıdık hüzünlü yüzler vardı. Ama bu sefer başka bir şey hissediyordum...beklenti. Sanki neredeyse "Ne yapacaksın?" dediklerini duyar gibiydim. Açıkçası, cevabı bilmiyordum.

Onlarla konuşmalarım standarttı. Daha önce insanlara milyonlarca kez sorduğum basit soruları sordum. "Ne gördünüz? Bir şey duydunuz mu? Bugün yolunda olmayan bir şey var mıydı?"vb. Elle tutulur bir bilgi yoktu. Sonunda DNA sonuçları da boşa çıkmıştı. Onlara tek söyleyebildiğim yarın tekrar deneyeceğimdi ve onlara gecenin geri kalanında yakınlarında ya da otelde kalmalarını tavsiye ettim.

Bir sonraki güne toparlanmak için ikinci kez evden dışarıya yürürken Bayan Wilson beni kapıda durdurdu.

"Çocuğunuz var mı, Dedektif Smith?" dedi.

Sorusu beni biraz dondurdu. Arkamı dönüp beceriksizce cevap vermeden önce kendime gelmem biraz uzun sürdü, "Ben... Neden sordunuz?"

"Kendi çocuğunuz olsa ne yapardınız?"

İlk düşüncem, "Onun için her şeyi yaparım" oldu. Ama onun bu tip bir cevap aramadığını biliyordum. "Orada olurdum. Onu her ne pahasına olursa olsun orada olurdum. Bu iyi bir ebeveynin yapacağı şeydir."

"Evet öyle." diye yumuşakça cevapladı. "Lütfen, oğluma da kendi oğlunuzmuş gibi bakın."

Başımı anladığımı göstermek için salladıktan sonra başka bir şey söylemeden dışarıya çıktım. Eve gitmek için arabama bindiğimde sözsüz bir oynatma listesiyle kafamı dinlemeye çalıştım. Bu akşamın olaylarını kafamdan atmak için elimden geleni yaptım. Ama yeterince iyi olmadı. Başım zonkluyordu. Orada nasıl bir el izi olabilirdi? Hep oradaydım ve hiçbir şey görmedim. Hiç kimse çıkmadı ve kesinlikle araba da yoktu. Bu adamı yakalamak için ya da aileyi şehir dışına taşınmaya ikna etmek için yeni ve yenilikçi yollara ihtiyacım vardı.

Eve geldiğimde anlamıştım-yönelecek yeni bir bakış açısı. O kadar kolay bir çözümdü ki bunu şefin bana davayı verdiği gün yapmadığıma güldüm.

Kendi tavsiyeme uyup Lucas ile beraber olmam gerektiğini anladım. Her şeyin arkasındaki pislik ile yüz yüze gelinceye kadar Lucas'ın odasında oturabileceğime karar verdim.

Fikrimi söylediğimde Bayan Wilson anlaşılabilir bir şekilde tereddütteydi. Ama biraz Ama biraz zorlama ve gerçekten güvendiği anlaşılan Memur Ryan ile bir telefon görüşmesi ile sonunda onay aldım.

Enerji içeceklerine ve saf irade gücüne sarılıp Lucas odanın diğer tarafında uyurken ben de bir sandalyeye oturup o lanet seyrettim. Gece 10. Hiç bir şey yok. 11. Hayır. Saat 12'yi vurdu ve ben önceki gibi hâlâ aynı şeyi görüyordum. 1 çabucak 2 oldu ve ben gözlerimin ağırlaştığını hissedebiliyordum.

Gece lambasıyla aydınlanan Lucas'a baktım ve onu biraz seyrettim. Yüzünde küçük bir gülümseme vardı. Hafifçe kıpırdaması rüya gördüğünü gösteriyordu. İyi bir tane. O yüzü önceden bir çok kere uyuyan, tatlı bir çocukta görmüştüm. O anda aynı şekilde gülümsemekten kendimi alıkoyamadım. O anda bir şey, neden bu çocuğu korumak için bu kadar uğraştığımı bana hatırlattı-içten gelen bir yanlışı düzeltme duygusu.

Ama çok yorulmuştum. Beynim küçük bir şekerlemeden zara gelmeyeceğini söylüyordu. Gözlerim kapanırken dünyadan koptum... Bir çığlık duyana kadar.

Hemen yerimden fırlayıp boynumu iki büklüm olmuş ve bir şeye bakan Lucas'a çevirdim. Pencereye kadar onun bakışını takip ettim ve neye baktığıma inanamadım. Aslında bir adamdı ya da çarpıtılmış hali gibiydi. Bütün soluk başı neredeyse pencereyi kaplıyordu. Kocaman gözleri ve irileşmiş göz bebekleri çocuğa kilitlenmişti ve silahıma davranıp ona doğrudan doğrulttuğumda bile gözlerini hiç ayırmadı. İnce, buruşuk ağzı doğal bir ifade olarak bir kulağından öbür kulağına doğru uzanıyordu. Yine de geri kalan kılsız ve pürüzsüz yüzü ile çelişiyordu. Oldukça büyük, karga gibi bir burnu ince dudaklarını altına doğru inmiş gibi görünüyordu. Burnu, yusyuvarlak gövdesini gösteren bir ok gibiydi ve kemik kadar ince kollarının ikisinde de yaş lekeleri ve uzun gri kıllar vardı. Onunla ilgili en rahatsız edici şey ise tümüyle iki boyutlu görünüyor olmasıydı. Sanki pencerenin öbür tarafı yerine pencerenin ince camları arasındaydı. Sanki neredeyse pencereye yansıtılmış gibiydi. Ama pencerenin diğer tarafından hiç ışık yoktu ve Lucas'ın odasında hiç görünür bir yansıtıcı da yoktu.

"Lucas, kıpırda! Annene git ve ona kapıyı kilitlemesini söyle!" diye bağırdım. İkiletmeme gerek yoktu. Anında gitmişti. Odadan çıktığında kapıya doğru geri geri yürüyüp bir elimle silahı doğrulturken diğeri ile arkamdan kilitledim.

Şimdi adamın kocaman gözleri bana doğrultulmuştu ve dudaklarındaki gülüş küçülmüştü. Derin ama emin bir şekilde sakince konuştu. "Bunu yapmamalıydın Dedektif Smith."

Eğer tüylerim diken diken hali hazırda olmadıysa şimdi olmuştu. "İsmimi nereden biliyorsun?" diye sahte bir özgüven ile söyledim.

"Bilgi çok önemlidir. Seni ve hatalarını biliyorum. Hepimiz biliyoruz." diye açıkladı.

"Kimin nesi bu 'biz'?"

"Bir kişiler topluluğu. Sizin içinde yaşadığınızdan çok farklı değil." Konuşma şekli kendimi sanki benden edinmeyi anca hayal edebileceğim on yıllarca daha fazla tecrübesi olan bir yetişkinle konuşan bir çocuk gibi hissediyordum.

Sahte ifademi bozmamaya çalışırken silahımı daha da sıktım ve sesimi birkaç oktav yükselttim. "Niye 'topluluğun' bu aileye saldırıyor? Neden Lucas'a saldırıyor?"

"Saldırmak mı? Hayır ben sadece gözlemliyorum. Siz nefes kesicisiniz."

"On iki yaşındaki bir çocuğun dünü kopartıyorsun! Ve bunu nefes kesici olduğu için mi yapıyorsun? Külahıma anlat!"

Cevap vermedi. Yerine pencerede iki el izi belirdi. Neler olduğunu anlayamadan, ileri doğru bastırdılar ve camı sanki şekil verilebilir plastik gibi büktüler. Eller bana doğru uzanmaya başladı ve uzun kadın ile olan karşılaşmam zihnimde belirdi. Onun tekrar olmasına izin vermemek üzereydim. Bu dünyaya tek geçidini yok etme umuduyla cama 3 el ateş ettim ama adam hâlâ kararlı bir şekilde devam etti.

Bütün içgüdülerim o evden gitmem gerektiğini söyledi ama eğer tek savunma hattı olarak durmazsam Bayan Wilson ve Lucas'a saldıracağından emindim. Bütün yapabildiğim camın her parçasını parçalayabileceğimi ummaktı.

Fark edene kadar eller yüzümdeydi. Bana zarar vermediklerini fark edinceye kadar da onları açmadım. Aksine yüzümü okşuyorlardı. Cılız sakalımı hissediyor ve parmaklarını kısalarımda gezdiriyordu. Korku mu yoksa rahatlama mı hissetmeliydim bilmiyordum. Ama eller yanaklarıma dolandığında ve kafamı duvara çarptığında hangisi olduğunu anladım. O kargaşada tabancamı düşürdüm. Silahımı almak için onun kavramasından kurtulmaya çalıştığımda beni yüzükoyun yere yapıştırdı.

Beni kolumdan sertçe tuttu ve pencereye doğru çekti. Sırada olacak için heyecanlı bir şekilde gülümseyerek bana baktığını görebiliyordum. Göz bebekleri irileşmişti ve neredeyse gözlerinin akını kaplıyordu. Ellerimden birini pencerenin bükülmüş yüzeyinden zorla geçirdi ve tek hissedebildiğim muazzam bir soğuktu. Daha önce hiç hissetmediğim kadar soğuktu. Elinizi bir kova buza daldırmak gibiydi ama daha kötüsü. Vücudumdaki tüm sinirlere acı dalgaları gönderdi. Bu soğukluk seviyesi ne kadar imkansız olsa da saniyeler içinde donma olacağını biliyordum. Elimi ondan ancak bütün gücümü kullanarak kurtarabildim. Yerde acı içinde yuvarlanırken adama küfürler savuruyordum.

Acımdan keyif aldığını biliyordum. Tekrar konuşmadan önce kendimi kapıya atmaya çalışırken bir anlığına beni izledi, "Çocuk buraya, bizim yanımıza ait. O da içinde bir yerlerde bunu farkında. Bizimle olmak istiyor. Ve belki sen de istiyorsun. Öbür tarafı zaten gördün Dedektif. Her zaman... Tatsızdı. Hepiniz bizimle daha güvendesiniz."

"Canın cehenneme!" diye bağırdım. Silahımı davranıp iyi elimle pencereye bir kaç el daha ateş ettim. Ama o hala oradaydı ve gülümsüyordu.

Öfkeyle, silahımın kabzasıyla pencerede büyük delikler açmaya başladım. Sinirim yatıştığında adamın gittiğini fark ettim. Tek baktığım şey büyük bir delik ve evin karşısındaki ağaçlık yerdi. Biraz rahatlamaya ihtiyacım vardı. Kalbim göğsümde küt küt atıyordu. Biraz yatağa oturdum ve kafamdaki eziği inceledim ve beyin sarsıntım olup olmadığına baktırmak için hastaneye gitsem mi diye düşündüm.

Bir kaç dakika sonra şefi arayacak ve neden yakında komşuların bir çok silah sıkıldığı hakkında arayacağını söyleyecek kadar iyi olduğuma karar verdim. Ona giyinip buraya gelmesini ve olan her şeyi anlatacağımı söyledim.

Derin bir nefesten sonra dikkatimi Bayan Wilson ve Lucas'a verdim. Kapılarını çaldığımda beni ancak onları davetsiz misafir olmadığım konusunda rahatlatınca içeri aldılar. Ağzından çıkan ilk kelimeler kabul edilebilir bir şekilde hazırlıklı olmadıklarımdı.

"Ne oldu?" dedi gözlerinde yaşlar akarak. Bu gecenin en zor anı olabilirdi. Lucas gerçekten korkunç bir şey görmüştü. Ve benim de gördüğümü biliyordu. Onun güvenmesi gereken biriydim. Gerçeğin ve onurun arkasında durması gereken biriydim. Onun yanında olması gereken biriydim. Ama yine de, bunlara rağmen her şey hakkında yalan söyleyendim.

"Maskeli bir adamdı ve dışarıda onunla beraber başkaları vardı. Bir karşılaşmamız oldu. İşte bazı dosyaları gözden geçirdikten sonra Onun aslında daha önceden uğraştığımız bir olduğuna inanıyorum. Güvenlik kameralarını karıştırmak için bir cihaz kullanıyor ve kıyafetleri onun karanlıkta gözükmesini oldukça zorlaştırıyor. O yüzden onu ilk başta görememiştim. Bakın, şefim buraya geldiğinde onunla her şey hakkında soru sorabilirsiniz." Tümüyle saçmalık. Ağzımdan çıkan her yalanla kendimden daha çok nefret ediyordum.

Sonunda şey olay yerine geldi. Bayan Wilson'u şefe ve onunla beraber olan birkaç memura teslim ettim. Onları uzun kadın ile çiftlik evine giren iki adam olduklarını fark etim.

Şef gitmeme izin verdiğinde, giderken Lucas'a arkamı dönüp baktım. Bana gözünde yaşlar ve o açıkça belli olan ifade ile bakıyordu. Daha öncede gördüğüm bir ifadeydi. Hayal kırıklığı. Çok şey atlattı. Bazen bir çocuğun tedavi olması için tek istediği şey doğrulanmaktı. Onların doğru söylediğini kabul eden birine ihtiyaçları vardı. Ve tek yaptığım bunun olmasını her şekilde engellemek oldu. Acıttı.

Önümüzdeki günlerde, ikisi eyaletin bir ucuna taşındı. Evin altında büyüyen tehlikeli bir küf türü hakkında yalan söylediler. Ayrıca, onlara evin altında tüm mülkü tehlikeye atan dev bir düden oluştuğu söylendi. Bayan Wilson, bunların hiçbirinin makul bir bütçeyle halledilemeyeceğine inandırıldı, bu yüzden taşınmak daha mantıklı olacaktı. Lucas için yeni bir başlangıç ​​olacağına dair de bir inançla mecbur kaldı.

Şefim onlarla irtibatta kalmak için elinden geleni yaptığını söyledi. Duyduğuna göre, olağandışı herhangi bir şey bildirilmemişti. Bunu duymak elbette harikaydı. Hatta bir gece kutlamak için Dedektif Joss ile özel bir şişe şarap açtım.

İlerleyen haftalarda her şey normale döndü. En azından özel hayatımın dışındaki her şey. Hepimiz izlendiğimizi hissettiğimiz dönemlerden geçiyoruz. Bu his, normalde fark ettiğimden çok daha güçlü bir şekilde geliyordu. Evde yalnız olsam da, araba kullansam da ya da sadece yürüyüş yapsam da fark etmiyordu. Sanki bir sese çok yakın bir şey duymuşum ya da gözümün ucuyla bir figür görmüşüm gibi kendimi her zaman yokladığımı fark ediyordum.

Bu, duştan sonra aynada sakal tıraşı rutinimi yaparken, hiç şüphesiz yansımamın arkasında bir adam gördüğümde gerçek oldu. O tanıdık iri yüzü tanıdığımda neredeyse kalp krizi geçirecektim. Lucas'ın penceresindeki adam yüzünde geniş bir gülümseme ile ruhumu delip geçiyordu. Ondan sonra bir buçuk ay boyunca herhangi bir yansıtıcı yüzeyde kendime bakmaktan kaçındım.

Nietzsche, "Uzun süre boşluğa bakarsan, boşluk da sana bakar." demişti. Ne kadar haklı olduğunu anlayıp anlamadığından emin değilim. Ama bu benim için neredeyse diğer sözlerden daha fazla anlam taşıyor. Eğer birisi karşı koyabiliyorsa, onları bu boşluktan ne pahasına olursa olsun uzak durmaya çağırıyorum. Sana bakan karanlık, merakını dindirmeye etmeye asla yetmez. Herkes güvende olsun.

18 Haziran 2021 Cuma

Room Sitting

Geçici bir ajans tarafından yönlendirilmiştim. Kimin için çalışacağım ya da işin ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yoktu. Sadece maaşın iyi olduğunu biliyordum. Geceliği 725 dolardan bir haftalık gezi. Birkaç kredi kartı faturasını ve gelecek ayın kirasının büyük bir kısmını ödemek için fazlasıyla yeterdi. Bu fiyata, neredeyse her şeyi yapardım. Keşke o an kendimi neyin içine soktuğumu bilseydim.

Adrese vardığımda şaşırmıştım. İki kasaba ötede, ormandaki toprak yolun sonundaki büyük bir tesisti. Dışarıdaki büyük tabelada SynthetiCorp yazıyordu. Sade, beyaz, üç katlı bir yapıydı ayırt edici hiçbir özelliği yoktu. Görünüşü bana amacına dair hiçbir ipucu vermedi. Konumu daha da şaşırtıcıydı. Sadece adından yola çıkarak, bunun bir çeşit biyoteknoloji şirketi olduğunu varsaydım. Muhtemelen radyoaktif atıkları temizlemem gerekiyordu ya da buna benzer bir şey. Bana ödedikleri para için, sağlığımı seve seve riske atardım.

Binaya girdikten ve resepsiyonistle görüştükten sonra yeni patronum Al’i bekleyeceğim ikinci kattaki 371 numaralı odaya yönlendirildim. Her zamankinden daha tuhaf olsa da, standart ofis ortamıydı. Kırmızı halı, beyaz ve penceresiz duvarlar. Her biri kendi bilgisayarı olan ikişerli üç sıra halinde yalnızca altı masa. Odanın arka tarafında tek yönlü bir aynayla kaplı büyük bir duvar vardı, iki yanında basamaklı bir açıklık vardı. İçeride tek bir sandalye, masa ve sabit telefon vardı. Muhtemelen denetçilerin üretkenliği denetleyecekleri bir yerdi. Bunun dışında, köşedeki çöp kutusu ve eğrelti otunu göz önünde bulundurmadığınız sürece, odanın hiçbir ilgi çekici noktası yoktu. Yaşlı bir bey odanın kapısını açtı, elimi sıkmak için yanıma geldi ve kendini Al olarak tanıttı. Elindeki görevi açıklamak için hiç vakit kaybetmedi. acelesi varmış gibi görünüyordu. Bir hafta boyunca her gece 8:00'den ertesi gün 06:00'ya kadar o odada kalacaktım. Bana telefon numarasını ve uyulması gereken çok katmanlı bir kurallar listesi bıraktı. Her birini tam olarak anlatıldıkları gibi takip etmemin önemini yeterince yansıtamadığını söyledi. Durumun ciddiyetini anladığımdan emin olunca, beni ilk vardiyama huzur içinde bıraktı ve kapıyı arkasından kapattı.

Bu muydu? Gerçekten mi? Her gece on saat odada kalmak mı?

Odada oturmak için neden 5.000 dolardan fazla para aldığım konusunda hiçbir fikrim yoktu, ama bir süre önce öğrendiğim şey: üzümü ye bağını sorma.

Yüzümde bir gülümsemeyle gözetmenin odasına oturdum ve kurallar listesini gözden geçirdim. Toplamda on tane vardı ve bunların hepsi biraz kafamı karıştırdı.

1. Saat 8:00 olduğunda kapıyı kilitleyin ve HİÇBİR NEDENLE 6:00'ya kadar odadan çıkmayın. Banyo kullanımınızı ve yemek saatlerinizi buna göre planlayın. Oda içerisinde yiyecek ve içecek malzemeleri bulundurulmamaktadır.

2. Hank’ın bilgisayarını kullanmayın. Çıkışa en yakın olan onunkidir. Hiç kimse, hiçbir koşulda ona dokunamaz. Hank bile.

3. Eğer telefon çalarsa cevap verin ama konuşmayın. Karşıdaki ses ne derse desin cevap vermeyin. İki dakika geçtikten sonra kapatın.

4. Kapıcıyı içeri almayın. Bizim kapıcımız yok.

5. Kapıya başka biri gelirse, içeri alın, ama onları görmezden gelin. Ne olursa olsun tepki vermeyin. Ayrıldıklarında kapıyı kapatın ve arkalarından kilitleyin.

6. Çöp kutusu yer değiştirirse, fark ettiğiniz anda tekrar köşeye koyun.

7. Eğer uğrarsam, sadece şifreyi biliyorsam girmeme izin verin.

8. Tam olarak 9:30'da bilgisayarların her birinin ana ekranını farklı URL'lere ayarlayın (Hank'inki hariç). Görüntülere tepki vermeyin. Normal davranın.

9. Harvey'i görürseniz, ona Lisa'nın masasındaki ikramlardan birini verin (Hank'inkinin karşısındaki).

10. Acil bir durum olursa beni ara ama 22:05'ten sonra

değil.

Son kuralın altında, kağıdın üzerine kalemle karalanmış son bir yazı vardı: Üç geceyi kimse geçemedi. İyi şanslar.

Bir an için Al'ın deli olup olmadığını ve başka kimsenin hayatta kalmamasının nedeni bu olup olmadığını merak ettim. kafam karışmıştı. Belki de tuhaflıkları önceki adaylar için çok fazlaydı ve onlar, onun kırılgan zihninin elindeki güvenliklerinden korkarak geri adım attılar. Bu kadar kolay kandırılmazdım. Al deli olsa bile, çok basit bir iş için onun parasını seve seve alırdım. En azından ben öyle düşünüyordum.

İlk gün tamamen sıkıcıydı. Olağanüstü bir şey olmadı. kesinlikle Al'ın listesinden beklediğim ölçüde bir şey değil. Hatta 9:30'da, kendimi yararlı hissetmekten başka bir neden olmaksızın bilgisayarların URL'lerini bile değiştirdim. Ancak ertesi gece biraz farklıydı.

İkinci gün normalde olduğu gibi başladı. Kendimi içeri kilitlemeden önce yemek yiyip mesanemi boşalttığımdan emin olarak uzun bir geceye daha yerleştim. Saat 9:25'te, tam da ana ekranları yeniden değiştirmeye hazırlanırken gördüm. Çöp kutusu tam orada, gözetmenin odasına giden basamakların tepesindeydi. Kesinlikle oraya koymamıştım.




Bir gülümsemeyle sakinleşmeden önce adrenalinimde küçük bir artış hissettim. Çöp kutusu, liste. Hepsi benim için bir şakaydı. Al yan odada olacak, yüzümdeki ifadeyi görmek için gergince bekleyecekti.

Ofis katına koştum. Orda kimse yoktu. Çıkışa doğru yürüdüm ve tokmağı çevirdim. Hala kilitliydi.

Kafam karıştı ve biraz korktum, çöp kutusunu hızla aldım ve odanın köşesine doğru yürüdüm. saate baktım; 9:30. Az önce olanları kafamda canlandırdığımı ümit ederek tüm bilgisayarların URL'lerini değiştirmeye başladım. Hank'in masasını atladıktan sonra, altı numaralı bilgisayardaki son web sitesini yazdım. Geri çekilmek üzereydim ki ekranda garip bir görüntü belirdi.

Odanın güvenlik kamerası görüntüleriydi. İçinde bulunduğum odanın. ekranda Bilgisayara baktığımı gördüm. Dönüp baktım ama kamera yoktu. Ekrana tekrar baktığımda korkunç bir şey gördüm.

Bir kopyamın gözetmen odasından çıktığını gördüm. Arkamdan geldi, masalardan birinden bir sabit disk kaptı ve kafamın arkasına vurmak için yaklaştı. Hemen kendimi korumak için döndüm. Kimse yoktu. Geri döndüğümde ekran değişmişti girdiğim websiteyi normal olarak görüntülüyordu.

Gözetmenin odasına geri koştum ve biraz bitkin bir halde oturdum. Dışarı çıkmayı düşündüm ama devam etmek için kendimi zorladım. Bütün bu olanlardan sonra iyiydim. Belki Al bir deli değildi, ama onu çok iyi tanıdığımdan değil, bana zarar vermek isteyen bir tipe de benzemiyordu. Yine de herhangi bir zarar görmemiştim. Akıl sağlığımı sorguluyordum, evet ama başıma hiçbir fiziksel zarar gelmemişti. Burada her ne oynuyorsa şu ana kadar zararsız görünüyordu.

KNOCK KNOCK

Şiddetli bir tıklatma oldu. Az önce hayatımın en korkunç deneyimini yaşadım, neredeyse yerimden fırlayacaktım. O sırada kapıdan bir ses geldi.

" kapıcı. Sadece temizlemek için buradayım. Kapıyı açabilir misin?"




Dördüncü kuralı hatırladım ve girişini reddettim.

Onu içeri almamakla iyi yaptın.kuralları takip ettin ve şimdi iyisin. kuralları takip ettiğin sürece güvende olacaksın. Bu kadar basit.

KNOCK KNOCK

Yerimden hopladım.

‘’ gerçekten içeri girip temizlemeliyim. Kapıyı aç!’’

Derin bir nefes aldım ve gerginliğimi yatıştırmaya çalıştım. Kapıcı ayrılana kadar başarılı şekilde görmezden geldim. Bu benim için bir başarıydı ve aslında oldukça iyi hissettirdi. En iyisini yapabildiğim bir meydan okuma.

Koltuğumun ucunda kalmama rağmen sonraki birkaç saat olaysız geçti. Hatta bir ara bir an uyukladım. Bir sonraki mücadelemin geleceği saat 2: 30'a kadar.

Önümdeki masanın üzerine çok renkli bir kedi sıçradı, güzel siyah ve turuncu lekeleri vardı. Şaşırmıştım ama koluma sürtünüyor ve dost canlısı görünüyordu; yakasındaki ismi okudum: Harvey.

Ne yapmam gerektiğini biliyordum. Lisa'nın masasını karıştırdım, şeker kavanozunu buldum ve Harvey'in zevkle mırıldandığı bir tanesini yedirdim. Daha sonra Beni hayrete düşüren bir şekilde kapıya hücum etti, tam da içinden geçerek gitti. ağzım şaşkınlıkla açıldı İlk şaşkınlığım dağıldıktan sonra, yerini başka bir küçük zaferin verdiği memnuniyet aldı. Kulağa tuhaf gelse de, işi sevmeye başlamıştım.

RING RING

Sabit hat çalıyordu. Kuralları hatırlayarak, alıcıdan çıkardım ve kulağıma tuttum, zamana dikkat ettiğimden emin oldum.

"Hey, ben Al. Birazdan biraz iş yapmak için uğrayacağım. İş şu ana kadar nasıl gidiyor?”

Sessiz kaldım.

‘’merhaba? Arayan bensem konuşabileceğini biliyorsun değil mi?’’

Kuralları aldım ve tekrar gözden geçirdim. Al'ın aramasıyla ilgili hiçbir şey yoktu. cevap vermedim

‘’Bu, patronunaböyle davranman hiç hoş değil. Bir şey söylemezsen, seni kovmaktan başka çarem kalmayacak. bunu cidden istiyor musun?"

yerimde durdum. Sadece yirmi saniye kaldı.

"İyi. Seni görevden almam için yakında görüşeceğiz. Sanırım ikinci geceyi bile geçemedin."

İki dakika doldu ve telefonu kapattım.

Bir saat daha geçerken kendimi güvende hissettim. Şimdiye kadar karşılaştığım denemeleri düşündüğümde, şaşkındım ama kararlıydım. Odanın kararlarımı bulandırmasına izin vermeyecektim. Her şey kontrol altındaydı.




KNOCK KNOCK

‘’ ben Lisa. Girebilir miyim?’’

Tereddüt etsem de, beşinci kurala uymak zorundaydım. Kapıyı açtım ve içeri bir kadın girdi.

‘’ sen yeni çalışan olmalısın bu yer hakkında ne düşünüyorsun?’’

Gözetmenin odasındaki masama geri döndüm ve oturdum, rahat davranmak için elimden gelenin en iyisini yapmaya çalıştım. Lisa, camın içini görebildiğimi bilerek cama doğru yürüdü.

‘’ çok konuşkan değilsin değil mi?’’

Gözleri doğal olmayan bir şekilde her yöne fırladı ve derisi sanki kemiklerinden düşüyormuş gibi biraz sarktı. cevap vermedim.

Tekrar konuşmadı. Bunun yerine, uzun bir süre cama baktı. Sonra içeri girdi ve yanımda durdu, kolunu kaldırdı. Nefes alışımın düzensizleştiğini ve zorlandığını fark etmemesini umdum. Daha sonra şiddetli bir şekilde masanın üzerine savurdu ve elini sertçe masaya vurdu. Neredeyse yüzümü buruşturacaktım ama soğukkanlılığımı korudum.

Tuhaf bir beş dakika daha geçirdikten sonra gitti. Kapıya koşup arkasından kilitledim. Birkaç dakika sonra bir tıkırtı daha geldi. Bu sefer, babasını aradığını iddia eden bir çocuktu. Onu içeri aldım ve tekrar oturdum. Birçok kez yardımımı istemeye çalıştı ama ben de tıpkı Lisa'da yaptığım gibi onu görmezden gelmeye özen gösterdim. Ancak bir noktada, onun bakışlarıyla karşılaşmak gibi bir hata yaptım. Bir an için, yanıp sönmeler arasında gözleri zifiri karanlık oldu, tüm renklerden yoksundu. Şaşırdım, neredeyse yerimden sıçradım ama kendimi tutabildim. Ondan önceki Lisa gibi, çocuk da sonunda gitti ve ben de kapıyı arkasından çabucak kilitledim; başka bir kural daha takip edildi

***

O gece çöp kutusunun birkaç kez daha dolaşması dışında hiçbir şey olmadı. Eve gitme zamanım gelmişti. Ciddi bir şekilde istifa etmeyi düşündüm ve hatta o gün uyurken bir veya iki kabus görmüş olabilirim, ama devam etmek istediğimi fark ettim; Odanın bir sonraki adımda bana hangi engelleri yollayacağını merak ediyordum. Merak beni geri getirmek için yeterli olmamalıydı, ama tüm mantıklı düşünce trenleri benden kaçmıştı. Oda beni kendine çeken bir çağrıya sahipti. Umutsuzca geri dönmek zorunda kaldım, çağrısına karşı güçsüzdüm. herhangi bir bahane yeterli olurdu. Bu nedenle, ertesi gece görevime devam ettim.

Vardiyama başladığımda kendime güveniyordum. Bu noktaya kadar epeyce saçmalıklarla uğraşmıştım ve bir sonraki mücadelemi sabırla bekledim. Birkaç saat belasız geçti. Kedi yok, bilgisayarlarda görüntü yok, telefon görüşmesi yok ve çöp kutusu tuhaflıkları yok. Sesli bir vuruş sessizliği bozduğunda can sıkıntısı baş göstermeye başlamıştı.

KNOCK KNOCK

Ses yoktu. Müdürün odasından bağırdım.

‘’KİM O?’’ sordum.

Kısa bir duraklama oldu.

‘’benim. Al’’

Listeyi aldım ve yedi numaralı kuralı tekrar okudum.

‘’parola ne?’’

Kendi kendine kıkırdadığını duydum

“Ben asla bir şifre yazmadım!”

Haklıydı. Kurallarda şifre yazmıyordu. Gelen o olmalıydı. Dikkatlice kapıya yöneldim ve açtım. Al beni bir gülümsemeyle karşıladı. Rahat bir nefes aldım.

"Tahmin etmeme izin ver. Geceleri olan şeylerden mi korktun?”

Açık şekilde gergin halime güldü.




"Hiçbir fikrin yok."

Kapıyı kapattı ve bilgisayarlardan birine bazı şeyler kurdu.




“Söyle, neden bir şifre yazmadın?” Diye sordum.




Tekrar gülümsedi.




"Bu bir hile. Benim gibi davranan herkes, ben olmadığımı gösterecek bir tane bulmaya çalışabilir. Anladın mı?"

"Anlıyorum. İyi düşünmüşsün."




Bilgisayar başındaki işine geri döndü. Onu rahatsız etmek istemiyordum ama bilmem gerekiyordu.




"Burası neresi ya? Bunlar neden burada oluyor?”




Yüzünü bana döndü.




"Özellikle maaş derecenizin çok üzerinde olan sorular sormamanız en iyisidir."

Cevabımdan memnun değildim ama ondan öğreneceğim tek şeyin bu olduğunu biliyordum. Huzur içinde çalışmasına izin verdim ve tek yönlü camdan bakarak gözetmenin odasına geri oturdum. İşte o zaman bir şeyin farkına vardım. Al'ın kullandığı bilgisayar. Hank'indi.




Emin olmak için listeyi iki kez kontrol ettim. Evet, bu kesinlikle Hank'in masasıydı ve kimse bilgisayarına dokunamazdı. Bu Al için de geçerli değil miydi?

Belki biraz daha bilgi bulabilirim diye listeyi çevirdim. İşte o zaman kalbim sıkıştı. Lamine tabakanın arkasındaki büyük, kalın baskıda şu metin vardı:




Şifre: "diner"




Siktir.

Telefonumu aldım, üzerinde Al'ın numarasının yazılı olduğu kağıda uzandım ve elimden geldiğince hızlı çevirdim. Birkaç ses vardı ama sonunda bağlandı

"Merhaba? Orada her şey yolunda mı?"




"Al, çok şükür! Bir hata yaptım. Onun sen olduğunu sanıyordum. Onu içeri aldım ve şimdi Hank'in bilgisayarında."

Uzun bir hayal kırıklığıyla iç çekti. Al'ın kopyasını izledim ve sonra ayağa kalktım.




"Çok dikkatli dinle. Hiçbir şekilde şüpheli davranma. Hiçbir şeyden şüphelenmiyorsa, iyi olacaksın. Ayrılmaya veya başka birini aramaya çalışırsan, her şey biter. Anladın mı?"




"Evet. Anlıyorum."

Al'ın kopyası gözetmenin odasına doğru yürümeye başladı. Kalbim hiç olmadığı kadar hızlı atıyordu.




"Yakında orada olacağım. Sadece panik yapma."

Telefonu kapattı. Al'ın kopyası yaklaşırken karımla konuşuyormuş gibi yapmak için telefonu kulağıma tuttum.




“Sana söyledim tatlım; 6:00. İşte o zaman saatim biter. Beni beklemek zorunda değilsin. Çok fazla endişeleniyorsun. Lütfen biraz dinlen."

Al'ın kopyası şimdi benimle birlikte odadaydı,bana bakıyordu. Telefonu göğsüme bastırıp ona baktım.




"Her şey yolunda mı?" Diye sordum.




Birkaç saniye uzun uzun bakmaya devam etti.




"Bilgisayarla ilgili bir konuda bana yardım edebilir misin?"




Göğsümün çarptığını görüp görmediğini merak ettim.

"Elbette. Sadece bu telefon görüşmesini bitirmem gerekiyor. Mümkün olan en kısa sürede orada olacağım."




Bir an daha baktı ve sonra Hank'in masasına geri döndü. Paniğe kapılmış olsam da, telefondaymış gibi numara yapmaya devam ettim. Bunu yaparken, tokmağın hafifçe çevrilmesini ve kapının açılmasını nefesimi tutarak izledim. Al'dı. Hayatımda hiç bu kadar rahatlamamıştım.




cama döndü ve parmağını ağzına koyarak sessiz olmamı işaret etti. Klon onun gelişinden henüz haberdar değildi. Al, klonunun arkasına saklandı ve onu boğazından yakaladı. Sahtekar mücadele etti, ama sonunda onun pençesine yenik düştü. Halıya dağılmadan önce cansız bir gövde olarak yere düştü. Al'a koşup teşekkür ettim. Ben de çok özür diledim.




"Üzgün olmana gerek yok. Bu odaya giren ilk şey değil ve eminim ki son da olmayacak. Sadece iyi olmana sevindim."




gülümsedi.




"Bundan bahsetmişken, kapıyı kapatır mısın? Benden başka birinin uğramasını istemezdim."




"Elbette!"




Kapıya doğru yürüdüm ve sonra bir şey fark ettim. Kopya geldikten sonra kilidi açık bırakmıştım. Al bu şekilde içeri girebildi.




Son kuralı hatırlayarak telefonumu yavaşça çıkardım ve arama kaydını açtım. En son aramam 22:18'de bağlandı; Son teslim tarihini 13 dakika geçti. Arkamı döndüğümde Al'ı gördüm.




"Al, şifre nedir?"




Sırıttı.




"Ne şifresi?"




Oradan olabildiğince hızlı kaçtım. Odanın üzerimde hâlâ tuhaf bir etkisi var ama asla geri dönmeyeceğim.




En azından… Umarım yapmayacağım.

11 Haziran 2021 Cuma

Candle Cove

Skyshale033

Konu: Candle Cove Yerel Çocuk Şovu?

Bu çocuk şovunu hatırlayan var mı? İsmi Candle Cove’du ve izlerken 6 ya da 7 yaşındaydım. Hiçbir yerde bu şov hakkında bilgi bulamadım o yüzden 1971 ya da 1972 yılında yerel bir istasyonda yayınlanan şov olduğunu düşünüyorum. O sıralar Ironton’da yaşıyordum. Hangi istasyonda yayınlanıyordu hatırlamıyorum ama saat gece 4 gibi garip bir zamanda yayınlandığını hatırlıyorum.




mike_painter65

Konu: Alıntı: Candle Cove Yerel Çocuk Şovu?

Bana çok tanıdık geldi… Ashland’ın dış kısmında bir yerde yaşıyordum ve 72 yılında 9 yaşındaydım. Candle Cove… Korsanlar hakkında mıydı? Kukla bir korsanın mağaranın girişinde küçük kızla konuştuğu bir sahneyi hatırlıyorum.



Skyshale033

Konu: Alıntı: Candle Cove Yerel Çocuk Şovu?

EVET. Tamam, deli değilim. Korsan Percy’yi hatırlıyorum. Her zaman ondan biraz korkardım. Sanki başka kuklaların birleşiminden oluşmuş gibiydi, tam düşük bütçeli bir kukla. Kafası eski bir porselen oyuncak bebek gibiydi, vücuduna uymayan bir antikaymış gibi. Hâlâ hangi istasyonda olduğunu hatırlayamıyorum! En azından WTSF’de olmadığına eminim.



Jaren_2005

Konu: Alıntı: Candle Cove Yerel Çocuk Şovu?

Bu eski konuyu canlandırdığım için üzgünüm ama neyden bahsettiğini bildiğime eminim, Skyshale. Sanırım Candle Cove ’71 yılında birkaç aylığına yayınlandı, 72 değil. O sıralar 12 yaşımdaydım ve abimle beraber izlerdik. Kanal 58’deydi ancak hangi istasyondaydı hatırlamıyorum. Annem haberleri izledikten sonra izlememe izin verirdi. Neler hatırladığım hakkında bir düşüneyim.

Şov Candle Cove adında bir yerde geçiyordu ve korsan arkadaşları olduğunu hayal eden bir kızla alâkalıydı. Korsan gemisinin adı Laughingstock’du ve Korsan Percy iyi bir korsan değildi çünkü çok kolay korkardı. Arkada da her zaman Calliope türü müzik çalardı. Kızın ismini hatırlamıyorum. Janice ya da Jade olmalı veya buna benzer bir şey. Sanırım Janice idi.



Skyshale033

Konu: Alıntı: Candle Cove Yerel Çocuk Şovu?

Teşekkürler Jaren!!! Sen Laughingstock ve kanal 58’den bahsedince anılarım canlandı. Geminin pruvasında tahtadan yapılmış, çenesinin bir kısmı suyun altında olan gülen bir surat hatırlıyorum. Sanki suyu yutuyormuş gibi gözüküyordu, o berbat Ed Wynn sesine sahipti ve gülüyordu. Özellikle konuşan kafanın tahta/plastik modelden köpük kukla versiyona çevrilmesinin sarsıcılığını hatırlıyorum.



mike_painter65

Konu: Alıntı: Candle Cove Yerel Çocuk Şovu?

Ha ha ben de şimdi hatırladım. 😉 Şu kısmı hatırlıyor musun Skyshale: “Girmen gerek… İÇERİYE.”



Skyshale033

Konu: Alıntı: Candle Cove Yerel Çocuk Şovu?

Ugh mike, okurken ürperdim. Evet hatırlıyorum. Bu geminin Percy ne zaman ürkütücü bir yere girmek istese söylediği sözdü. Bir mağara ya da karanlık oda gibi bir yere ganimet bulmak için gireceklerken söylerdi. Kamera Laughsingstock’un yüzüne yaklaşırdı ve dururdu. “Girmen gerek… İÇERİYE”. O iki çarpık gözünü ve olta ipiyle açıp kapatılan o çırpınan köpük çenesini hatırlıyorum. Ugh. Çok uğraşsız ve berbattı.

Kötü karakteri hatırlıyor musunuz? Dar ve uzun dişlerinin üstünde pala bıyığı vardı.



Kevin_hart

Konu: Alıntı: Candle Cove Yerel Çocuk Şovu?

Dürüst olmam gerekirse kötü karakterin Korsan Percy olduğnu düşünüyordum. Şovu izlerken 5 yaşında falandım. Kabus kaynağı.



Jaren_2005

Konu: Alıntı: Candle Cove Yerel Çocuk Şovu?

Kötü karakter bıyıklı kukla değildi. O kötü karakterin yardımcısı Horace Horrible’dı. Tek gözlüğü de vardı ancak bıyığının üstündeydi. Bunun sadece tek gözü olduğu anlamına geldiğini düşünürdüm.

Ama evet, kötü karakter diğer kuklaydı. Skin-Taker. O zamanlar bize neler izletiyorlardı inanamıyorum.



kevin_hart

Konu: Alıntı: Candle Cove Yerel Çocuk Şovu?

Yüce İsa aşkına, Skin Taker. Ne tür bir çocuk şovu izliyorduk biz? Skin Taker gözüktüğünde ekrana bakamazdım. Bir anda onu tutan iplerle beraber yükselirdi. Sadece pelerin ve kahverengi silindir şapka takan kirli bir iskeletti. Gözlükleri de kafatasına göre çok büyüktü.



Skyshale033

Konu: Alıntı: Candle Cove Yerel Çocuk Şovu?

Silindir şapkası ve pelerini delicesine dikilmiş değil miydi? Bir çocuk derisi gibi gözükmesi mi gerekiyordu??



mike_painter65

Konu: Alıntı: Candle Cove Yerel Çocuk Şovu?

Öyle düşünüyorum. Ağzının hiç açılıp kapanmadığını sadece çenesinin ileri geri yaptığını hatırlıyorum. Küçük kızın “neden ağzın böyle hareket ediyor” diye sorduğunu hatırlıyorum. Skin Taker çocuk yerine kameraya bakıp “DERİNİ YÜZMEK İÇİN” demişti.



Skyshale033

Konu: Alıntı: Candle Cove Yerel Çocuk Şovu?

Başka insanlar da bu korkunç şovu hatırladığı için rahatladım!

Şu berbat rüyamı hatırlıyorum, açılış jeneriği bitmişti ve ekran kararmıştı. Ekran geldiğinde tüm karakterler oradaydı ancak kamera tüm karakterlerin yüzlerine çekim yapıyordu ve tüm kuklalar dengesizce sallanıp durmaksızın bağırıyorlardı. Kız da inleyip ağlıyordu sanki bu duruma saatlerdir maruz kalmış gibi. Birçok kez bu kabusugördüm. Her gördüğümde yatağımı ıslatıyordum.



kevin_hart

Konu: Alıntı: Candle Cove Yerel Çocuk Şovu?

Bunun bir rüya olduğunu düşünmüyorum. Hatırlıyorum bunu. Bölüm olduğunu hatırlıyorum.



Skyshale033

Konu: Alıntı: Candle Cove Yerel Çocuk Şovu?

Hayır hayır hayır, imkanı yok. Hiçbir entrika ya da bir şey yoktu. Demek istediğim tüm şov boyunca sadece oturup ağlayıp bağırıyorlardı.



kevin_hart

Konu: Alıntı: Candle Cove Yerel Çocuk Şovu?

Belki ben sırf sen anlattın diye böyle bir anı uyduruyorumdur ama yemin ederim ki anlattığın şeyi hatırlıyorum. Sadece bağırıyorlardı.



Jaren_2005

Konu: Alıntı: Candle Cove Yerel Çocuk Şovu?

Ah tanrım. Evet küçük kız, Janice, onun titrediğini hatırlıyorum. Skin Taker gıcırdattığı dişlerinin arasından kıza bağırıyordu. Çenesini o kadar çılgınca sallıyordu ki menteşelerinin çıkacağını düşünüyordum. Şovu kapattım ve birdaha izlemedim. Gidip abime anlattım. İkimiz de bir daha izleyecek cesareti bulamadık.



mike_painter65

Konu: Alıntı: Candle Cove Yerel Çocuk Şovu?

Bugün huzurevindeki annemi ziyaret ettim. Ona 70li yılların başında, daha 8 ya da 9 yaşındayken izlediğim bir çocuk şovunu, Candle Cove’u hatırlayıp hatırlamadığını sordum. Bana bunu hatırladığıma şaşırdığını söyledi ve niye sorduğumu sordu. Ardından dedi ki: “Çünkü çocukken ‘anne ben Candle Cove izleyeceğim’ diyip 30 dakika boyunca televizyon karıncalaşmasını ve havayı izlerdin. Ben de bunu çok garip bulurdum. O korsan şovuyla ilgili büyük bir hayal gücün vardı.”

10 Haziran 2021 Perşembe

My Wife Won't Stop Sleep Talking

Karım ve ben, yeni dairemize birkaç ay önce taşındık. Öncesinde, güzel bir göle bakan büyük bir kulübede yaşıyorduk. Orada 3 yıl kaldık, orası karımın hayalindeki evdi. Taşınmak istemiyorduk, ama zorundaydık.

Jessica ve ben güneyde yaşıyorduk. Her şey iyi gidiyordu, ama çalıştığım hukuk bürom beni aniden terfi ettirmeye karar verdi. Bu beklemediğim bir şeydi ama çok sevinmiştim. Maalesef iş, başka bir şubemizdeydi. New England'taydı. Bu konuda uzun süre tartıştık, ama Jess sonunda taşınmayı kabul etti.

Şunun altını çizmeliyim ki, para kuzeyde, güneyde olduğu kadar bol değil. İş bulmak da daha zor. Bu yüzden yaşadığımız yerin kalitesini düşürmüş olacaktık. Jess yeni bir iş bulana kadar sıkıntı yaşayacaktık, en azından o böyle düşünüyordu.

Taşındıktan sonra birkaç hafta boyunca tansiyonlar çok yüksekti. Jess çok sinirliydi. Eski evimizi, dostlarımızı ve çalıştığı işini özlüyordu. Boş zamanlarında yapacak hiçbir şey bulamıyordu, çok sıkılıyordu. Bu bir sürü kavgaya yol açtı. Bir süre için, sanki düzenimizi asla oturtamayacak gibiydik.

Taşınmamızdan yaklaşık bir ay sonra işler düzelmeye başladı. Jess yerel bir televizyon kanalında yarım zamanlı editör olarak geçici bir iş buldu. İşini sevmişti ve iş arkadaşlarıyla arası oldukça iyiydi. Onun adına mutluydum, her şey mükemmel değildi ama yoluna girmişti.

Bu zamanlarda, uyurken konuşması başladı. Bunu bekliyordum, hatta, daha erken başlamamış olmasına şaşırmıştım. Bilirsiniz, ne zaman iyi ya da kötü, büyük bir değişiklik olsa, karımın uykusu huzursuzlanır. Evlendiğimizde de oldu, ilk evimize taşındığımızda, düşük yaptığında. (Bundan daha sonra bahsedeceğim.) Jess uyurken konuştuğunu biliyordu, çünkü bazen bu konuyu açardım. Sabahları gülerdim, gece yaptığı garip şeyleri hatırlatırdım. Bu onu rahatsız ederdi. Bundan utanmış görünürdü. Bu yüzden, yeni dairemizdeki ilk uyurken konuşmasından sonra hiçbir şey söylemedim.

Bu birkaç hafta devam etti. Bu sırada Jess'in televizyon kanalındaki geçici işi sona erdi. Aklını dağıtabileceği bir iş olmadan, gece tuhaflıkları daha da kötüleşti. Geceleri durduk yerde çığlık atmaya başladı, onu sakinleştirmeye çalışıyordum.

Bir gece, çığlıkları gözyaşlarına dönüştü. Ağlarken, hiç unutmayacağım bir şey söyledi.

"Keşke ölseydin."

Yanında otururken, karımın uyuduğunu biliyordum, yine de konuya baskı yapma ihtiyacı hissettim.

"Kim, tatlım?"

Şaşırtıcı bir şekilde, cevap verdi.

"Sen."

Bunu beklemiyordum. Kocanın ölmesini dilemek garip bir şeydi, özellikle de uyurken.

"Neden?" sordum.

"Hayatımı mahvediyorsun."

Bu iki kelime beni çok üzmüştü. İster kasıtlı söylenmiş olsun, ister sadece yorgun bir zihnin ürünü olsun, bunlar bir anlam yansıtan sözlerdi. Bir an gerçekten onun hayatını mahvediyor muyum diye merak ettim, ya da bu gece terörünün suçlusu ben miyim diye.

Karım gecenin geri kalanı boyunca sessizdi. Biliyorum çünkü uyanık kaldım. Derin düşünceler ve endişe beni uyutmadı. Karımın gerçekten ölmemi istediğine bir an için bile inanmadım, ama bu alışkanlığı gerçekten de endişe vericiydi. Çığlık nöbetleri ve hastalıklı diyalogları arasında, durumu hiç olmadığı kadar kötüydü.

Ertesi sabah, neredeyse ona olanları anlatacaktım, ama ne tepki vereceğini ve ne diyeceğini düşündüm. Bu çok fazlaydı. Ona daha fazla yüklenmek istemedim, hem de daha yeni işten çıkartılmışken. Başka bir kavga da istemiyordum. Bu yüzden, ağzımı kapalı tuttum.

Sonraki gece çığlık atmadı. Rahat geçiyordu, ama rahatlık kısa sürdü. Birden bire, tam gözlerimi kapatacağım sırada, konuşmaları yine başladı.

"Bazen bunu nasıl yapacağımı düşünüyorum..."

Bunun gördüğü rüyadan kaynaklı, anlamsız bir cümle olduğunu düşündüm, ama devam etti.

"Sen yatakta uyurken, ben kalkıp mutfağa gideceğim."

Neden bahsettiğini bilmiyordum, ama birden kafama dank etti. Bazen anlaşılmaz şeyler mırıldanıyordu, ama net söylediği parçaları birleştirince, zihnimde tarif ettiği şeyin bir resmi oluştu.

"Uzanacağım... Bıçağı kavrayacağım... Tekrar ve tekrar... Artık hayatımı mahvedemeyeceksin..."

Karım beni öldürme planını anlatıyordu. Bu son derece huzursuz ediciydi, ama kendi kendime gülmeden edemedim. Sonuçta bu sadece bir rüyaydı- fazlası değildi. Rüyalarımda herkes gibi ben de garip şeyler yapardım, gerçek hayatta asla yapmayacağım şeyler. Jess sadece taşındığımız için bana kızgındı, uyuduğunda da bunu dışarı yansıtıyordu. En azından ben, kendimi buna ikna ettim.

Uyurken konuşma durumu birkaç hafta daha devam etti. Daha iyiye gittiğini umuyordum ama sonuçta bir psikoloji eğitimim olmadığı için, kesin bir şey söyleyemiyordum. Tek yapabildiğim, onun her gece benden kurtulmak hakkında söylediklerini dinlemek ve bu durumun bitmesini beklemekti. En sonki uzun konuşmasından bu yana bir ay geçmişti, yakında tamamen bitecek gibi görünüyordu.

Bir ay geçti, sonra iki. Bitmedi. Her gece, aynı rutin. Anlamsız sesler, ya da beni nasıl yaralamak istediğine dair tasvirler. Artık sıkmaya başlamıştı, ama bir gece, her şeyi değiştirdi. Uyuduktan sonra, tam kalbime dokunan bir şey söyledi.

"Bebeğimi senin yüzünden kaybettim."

Duygularım birbirine karıştı ve midemde ekşi bir tat oluştu. Bu kez, ne kast ettiğini anlamam gerekiyordu.

"Ne demek istiyorsun tatlım?"

Kısa bir sessizlik oldu, ama sonra Jess sonunda bana cevap verdi. Söylediklerinin arasında anlamsız mırıldanmalar da olsa da, dediği anlaşılıyordu.

"... çocuk istememi sağladın.. bana bir yaşam verdin.. şimdiyse yalnızım..."

Gözümden bir damla yaş aktı. Çocuk sahibi olmak benim fikrimdi. Jess çocuk istemiyordu, ama benim için istemeye başlamıştı. Bu yüzden düşük yaptığında o kadar yıkılmasına şaşırmıştım. Bebek sahibi olma fikrine bu kadar ısındığı aklımdan bile geçmezdi.

Gözyaşlarım, kötüye giden konuşmalarla bölündü.

"Seni öldüreceğim. Yemin ederim."

Bu, o gece söylediği son şeydi. Bunu dedikten sonra zor bir hafta geçti. Bu tehdit ne kadar rahatız edici olsa da, tüm bu uyurken konuşma durumu gibi bu tehditin de karımın stresinin bir ürünü olduğunu, ve endişeleneceğim bir şeyin olmadığını varsayarak boşverebilirdim.

Maalesef, endişelenmeyi kesemiyordum. Jess beni çok korkutuyordu. Şimdi sadece arada bir kısa şekerlemeler yapıyorum, ve uyurken bir gözümü açık tutuyorum, çünkü...

O artık uyurgezer.


9 Haziran 2021 Çarşamba

I Investigate Disturbing Cases: Here Are My Stories - The Hermit

Robert Evans'ın bir sözü vardır: "Bir hikâyenin üç tarafı vardır. Senin, benim ve gerçek." Benim mesleğimde, gerçeğin nadiren nesnel bir bakış açısı olduğunu anlıyorsunuz. Örnek vermek gerekirse, kanlı bir dövüş bir tartışmanın sonucudur. Bir taraf kendini koruduğunu iddia eder. Diğeri ise acımasız bir saldırı olduğunu söyler. Bir kamera, bir adamın bir başkasını o anlık sinirle saldırırken gösteriyor. Dosya kapandı değil mi? Ömür boyu sürmüş bir arkadaşlık. İhanet. Gerginlik ayları. Tehditler. Bir köpürme. Belki saldırgan hayatının tehlikede olduğuna gerçekten inanmıştı ve en küçük hareketi bile bir yumruğun başlangıcı zannetmişti. Belki öfkenin olayda onu ele geçirmesine izin vermiştir. Ya da ikisinden de biraz. Buradaki nesnel doğru nedir? Ve bu doğru kimin için geçerli?

Polis olduğunuzda, "doğru" konusundaki ayırtıları anlamanız gerçekten önemlidir. Ve bu ayırtıların gücünü anlamak daha da önemlidir. Sadece birinin bir olay hakkında hatırladıklarının kesin olup olmadıklarını ayırt etmek değil, belirli bir cevabı alabilmek için yalan söylemek gerekir. Zamanla hepsine alışıyorsunuz. Benim ve soruşturmalarım için bu özellikle doğrudur. "The Watcher" diye adlandırdığım kişinin soruşturmasından beri birçok davaya atandım. Çoğunluğu ya olaysız ya da resmi olmayan bir resmi rapordan başka bir şey yapılamayacak kadar kontrolden çıkmış davalardı. Ancak bu süre boyunca, Memur Ryan bir şekilde şefin gözüne girmeyi başarmışken ben gerçek suçlar ve olağandışı olaylara bakmak arasında gidip geliyordum. O da karşılığında bazı soruşturmalarımda bana eşlik etme imkânı buluyordu.

Bir keresinde, hayatımda gittiğim en korkunç lunaparka bir yolculuk yaptık. Adı da yanlış hatırlamıyorsam Cheesy's World'dü. Gerçekten, oradan ayrılmaya karar vermeden ve şefe her şeyin yolunda olduğunu söylemeye karar vermeden orada aşağı yukarı on dakika durabildik. Cheesy's'in hâlâ orada olduğundan emin değilim ama her şekilde ben hikâye yerini anlatabilecek bir adam değilim. Önemli olan, Memur Ryan ve ben hatırı sayılabilecek bir süre beraber olduk ve kuşkusuz... Ona ısınmaya başladım.

Bu ilişkimizden dolayı onu bir sonraki davamda şahsen istedim. Bir adamın bir hastanedeki akıl sağlığı koğuşuna izinsiz girmesiydi.

Güya adam koğuşta bir kaç defa görülmüş. Hastalardan birisine göre adam tavanda oturuyormuş. İlk başta bu ifadeler çok dikkate alınmamış ama güvenlik görevlilerinden biri çıplak bir adamın bir duvara tırmandığı ve bir havalandırma deliğinden içeri girdiğini gördüklerinde bizi aradılar.

Normalde, devriye memurları bu tip çağrılara cevap verirler. Ama bu "adam" hakkındaki görgü tanığı bilgileri yetki zincirini tırmanınca ben çağrıldım. İnsan dışı yüksek çığlıklardan, kilitli odalarda maddeleşmelere kadar bu olay benim ilgimi çekmekle beraber rahatız da etti.

Memur Ryan ve ben hastaneye geldiğimizde işler şimdiden hareketlenmişti. Katı boşaltmamız ve birçok polis memuru çağırmamız için açıklamalar çoktan yapılmıştı. Gelmemizin ardına akıl sağlığı koğuşlarına açılan birkaç koridordan geçtik.

Güvenlik görevlisi bizi “Eski Hastane” denilen bir yere götürüyordu. Görünüşe göre eskiden ana binalardan birisiymiş. Hastane yenilenmeye ve büyümeye karar verdiğinde eski binaların üstüne yenilerini inşa etmişler. Bu hastane için iyi olsa da eski kısmı fark edilir bir biçimde bakımsız bırakmış.

Bunun ilk işaretleri akıl sağlığı merkezinin ana lobisine inmek için kullandığımız çürümüş asansörde görülebiliyordu. Kabul etmeliyim ki, kim bilir ne kadar zamandır kullanılmamış bir asansörle aşağı inmek biraz rahatsız ediciydi. Paslı asansörün gıcırtı ve iniltileri sadece korkumu daha da artırdı.

Biz inerken Memur Ryan görevli ile biraz konuştu. Görevli hastanenin nasıl fazla oksijen tanklarının Eski Hastane’nin deposunda sakladıklarından bahsetti. Tankların sınırlılığının kontrolü için genelde kontrol yapardı. Bu kontrollerden birinde, onun “the hermit” dediği kişiyi ölü bir fareyi yerken gördüğünü iddia etti.

Bu hikaye biraz midemi kaldırdı ama görevliyi dinlemek Memur Ryan’ı rahatlatıp benim de stresimi bir anlığına aklımdan uzaklaştırdı. Her zaman o adamın herkes tarafından sevilmesini inanılmaz bulurdum.

Ama kapılar tekrar açıldığındaki 60’lardan kalma hiç değişmemiş gibi görünen lobiyi görünce stresim tekrar arttı.

Dedektif Eveline Joss sabırla bekliyordu. Arkasında ise daha önceden şefe eşlik ederken gördüğüm memurlar vardı. Dedektif Joss’un saçı topuz şeklinde bağlanmıştı. Lacivert kıyafeti ve koyu renk makyajı, açık teni ve burnundaki seyrek çilleriyle çelişiyordu. Ve tabii ki… Kaşları çatıktı.

“Buraya gelmen çok uzun sürdü, Smith.” Bunu görülebilir bir hayal kırıklığı ile söylemişti. “Katı tehlikeli kişi yüzünden çoktan boşalttık. Beni işinin geri kalanını yapmak zorunda bırakmayacağını ve bana onu yakalamada yardım edeceğini umuyorum.”

“Hepimiz pist yıldızı olamayız, Dedektif Joss.” Şaka yaptım. “Ayrıca buraya evrenin ısı ölümünden önce geldik ve bana göre bunu açığa çıkarmak için yeterli vaktimiz var. Rica ederim.”

Gözlerini devirdikten sonra dikkatini Memur Ryan’a verdi. “Merhaba Barry, nasılsın? Eşin ve kendin için yeni bir yer bulabildin mi?”

Memur Ryan başını salladı, “Aslında bulduk! Buranın kuzeyine on kilometre uzaktaki bir site yeni bitti. Oraya taşınmayı düşünüyoruz.”

“Bekle, Barry?” Araya girdim. “Bunu neden bilmiyorum? Siz ne zaman bir birinize yakın oldunuz?”

Omuz silkti. “Sadece bazen konuşuyoruz sanırım. O havalı adamım.”

Dedektif Joss’a baktığımda bir kaşını kaldırdığını ve yarı güldüğünü gördüm.

Görevliye döndü ve dedi ki, “Beni buraya indirdiğin için teşekkürler Davis. Buradan sonrasını biz hallederiz. Eğer yukarıda asansör dışında bekleyenlerin olmasını istiyorsan iyi olur. Ama sizin burada hiçbir şeye karışmanızı istemiyoruz.”

Başını salladıktan sonra asansöre döndü ve asansör kapıları kapanmadan önce basitçe el salladı.

“Bir dakika. Onların yukarıda mı beklemelerini istiyorsun?” diye sordum. “Bu adamı kimse fark etmeden nasıl dışarı çıkartacağız?”

Dedektif Joss onu takip etmemizi işaret etti. Hiçbir şey söylemeden bizi karanlık bir koridordan geçirip koridorun sonunda üzerinde “Çıkış” yazan bir kapıya götürdü.

“Hastaneye açılıyor. Onu hiç kimsenin görmemesi için onu buradan geçirebileceğimizi düşünüyorum. Ve sonra-”

“Bekle…” Şüpheyle söyledim. “Bu hastane büyük bir ana yola 2 kilometreden daha az mesafede ve sen onu dışarıya mı götürmek istiyorsun?”

Keskin bir şekilde nefes verdi. “Hayır, onu öldüremeyeceğimizi hesaba katarsak, arkada kamyonlu birkaç adamımız var. Umuyorum ki onu şehir dışına çıkarıp ağaçlık bölgede kaçmasını sağlayabiliriz. Ama çok zamanımız yok. Şef bu adamı daha önce görmüş ve tam bir kaçış uzmanıymış. Umabileceğimiz en iyi şey, gözden ırak olan gönülden de ırak olur.”

“Gözden ırak olan gönülden de ırak olur.” diye alay ettim. “İnsanları gerçekten kolladığımıza sevindim.”

Omuz silkti. “Evet, yani. Daha fazlasını yapmak isterdim ama…”

“Canavar savaşçıları değiliz. Biliyorum. Yine de, sadece boş geliyor.”

Dedektif Joss the hermit’in nasıl tüm kapalı alanlara girme alışkanlığı olduğundan bahsetmeye başladı. Dışarı çıktığımızda Memur Ryan kamyonun dorsesine atlayacak gibi görünüyordu.

Oradan da bizi Eski Hastane’de gezdirdi. Görecek fazla bir şey yoktu. Her şey küçük bir kata kapatılmıştı. İlk önce ana kabul yeri ve yaşam alanından başladık. Onun sağında camdan sürgülü bir kapı terasa açılıyordu ve karşıda üç tane koridor vardı. En uzaktaki, kilitli bir kapının ardındaki hasta odalarına açılıyordu. Ortadaki, içinde güvenlik merkezi ve daha da aşağıda birbirinden ayrı olmayan odalar barındırıyordu.

Son koridor en ilginciydi. İlk bakışta temizlik odası kapıları gibi görülebilecek birkaç kilitli kapı ve bir fıskiye vardı. Memur Ryan ile güvenlik görevlisinin konuşmasını düşününce, koridorun sonundaki kapı en çok merak uyandırandı.

İçeride ıvır zıvırların çevrelediği üst üste yığılmış birkaç oksijen tankı buldum. Bilmeyenler için, oksijenin kendisi yanıcı olmadığı halde yanıcı maddelerin etrafında çok tehlikeli olabilir. Bilime çok girmemekle beraber oksitleyici bir gaz olduğu için hali hazırda yana bir ateşin daha da körüklenmesine neden olabilir. Bir basınçlı tankın yırtılmadan dolayı patlamasının ciddi hasar vermesinden hiç bahsetmiyorum bile. On yirmi tanesi felaket olabilir. İsterseniz beni bilim koşunda düzeltin ama her şekilde bu OSHA standartlarıyla uyuşmazdı. Sadece bu da değil. Tavanda da küçük bir delik var gibi gözüküyordu. Belki bir giriş noktasıydı?

Telefonumla birkaç fotoğraf çektim. Dedektif Joss ve Memur Ryan’ı keşfim hakkında bilgilendirdim ama ikisi de çok önemsemediler.

Dedektif Joss konuşmaya başladı, “Tamam. Barry, şurada olmanı istiy…”

Cümlesini bitiremeden telsizinden bizi izlemekle görevli memurlardan geldiğini düşündüğüm bir ses duydum. Güya terastan gelen yüksek bir ses duymuş ve incelemeye gittiğinde birinin dışarıda oturduğunu görmüş.

Ana koridora doğru koştuk ve teras kapısında duran bir memur gördük. Dedektif Joss onunla konuşmaya davrandı ama tek odaklanabildiğim şey dışarıda cenin pozisyonunda oturan figür oldu.

Vücudu büyük olmasına rağmen cılızdı ve şişmiş bir midesi vardı. Kafası ortalama bir insanınkinden iki kat daha büyüktü ama çoğunlukla ileriye dönük kaşlarından kaynaklıydı. Çatık kaşlarının derin kırışıklıkları ve ince, boncuk gözlerine inen telli siyah saçları vardı ve bize derin bir nefretle bakıyordu.

Rahatsız edici görünüşüne rağmen insan gibi görünüyordu. Bu uzun açıklamanın ne için olduğunu kestirmek zordu. Evet izinsiz girmek bir suçtu ama sadece bir insan adam için bir hastanenin tam bir kanadını boşaltmak? Bu garipti. Bu birkaç devriye memuru tarafından kolayca halledilebilirdi.

Memur Ryan’ın da böyle hissettiğini anlayabiliyordum ama Dedektif Joss endişeliydi. Konuşmak için geldiğinde neredeyse yüzüne gülüyordum.

“Bu aradığımız adam öyle mi?” dedim sırıtarak. “Muhtemelen evsiz. Belli ki yardıma ihtiyacı var ama her şeyi onun için mi getirdik?”

O aynı fikirde değildi. “Bu adamı hafife alma Smith. Yaklaşırken ikinizin de tetikte olmanızı istiyorum. Bir anda ateş etmeye hazırlıklı olmalıyız.”

“Ciddi misin?” diye alay ettim. “Son zamanlarda çok rahatsız edici şeyler gördüm. Bir tehdit görünce anlarım. Çılgın görmedikçe çılgın olarak kabul etmeyeceğim. Eğer silahla apaçık silahsız birinin üstüne yüz kızartıcı oturma suçu için gelirsek ne kadar kötü görünebileceğimizi biliyor musun? İçimizden birinin adamı yanlışlıkla vurduğunu hayal edebiliyor musun?”

“Evet…” Memur Ryan devam etti, “Siz çocuklar henüz teknik olarak çılgınca bir şey yaptığını görmediniz değil mi? Raporlanmış bir tehdit ya da birine saldırısı yok. Tabi ki izinsiz giriş kötüdür ama sadece orada oturuyor. Eğer ona üç polisin silah doğrulttuğunu basına söylerse kötü gözükür.”

Başını iki yana salladı. “Bakın ben… Bunu bilebilecek kadar fazla kez yaptım. Sizin nereden geldiğinizi biliyorum. Ama size diyorum ki, silahınızın kabzasından çıkmasının ve ateş etmenizin mili saniyelik bir farkı bile ölüm ile yaşamınızın farkı olabilir. Eğer sadece bir adam olduğu ortaya çıkarsa kim inanacak ki…”

“Hayır!” Az daha bağırıyordum, “Bu bizim standardımız değil. Biz bundan ya da en azından bundan daha iyi olmalıyız. Hikayeleri ben de duydum ama elimizde gerçekler olmadan tahmin yürütemeyiz.”

Herkes bir süreliğine sessiz kaldı. Dedektif Joss ile aramızdaki gerginlik fark edilebilirdi. Memur Ryan, her zaman yaptığı gibi ortamı yumuşatmaya çalıştı, “Yani…İki birden üstündür? Matematiğim genelde berbattır ama kazandığımızdan eminim yani… Yaşasın? Silah yok.”

“Öyle olsun.” Dedi Dedektif Joss dişlerini sıkarak. Önceden konuştuğu memuru çağırdı. “Murray, ‘arkadaşının’ seni göremeyeceği bir yere geç. Eğer herhangi bir şey olursa öldürmek için ateş et.” En azından bu konuda anlaşabiliriz.

Yaklaşırken elimi şok silahına attım. Memur Ryan sağımda aynını yaptı ve Dedektif Joss solumda eli silahındaydı.

Teras kapısını açtık ve istenmediğimizi hissettiren belirgin bir his vardı. Adam hiç kıpırdamadı ve bir şey söylemedi ama sadece varlığı bile bize gitmemizi söylüyor gibiydi. Kabul etmeliyim ki onunla konuşmaya çalışırken biraz boğazım düğümlendi.

Ne yazık ki Memur Ryan durumun tehlikesine varmayıp ilk iletişimi kurma hatasına düştü. “Merhaba adamım. Sen burada olduğun için çağırıldık ve hastane çalışanları buradan ayrılmanı istediklerini belirttiler. Eğer sana birkaç kıyafet vermemizi ya da seni başka bir yere götürmemizi istersen sana seve seve yardım ede…”

“Hayır!” The hermit’in çakıllı sesi bizi bir an için yerimize çiviledi. Ses patlar gibiydi ama sanki kelimelerine zar zor güç katıyordu.

Bir anlığına Dedektif Joss’a baktım ve elimle silahımı sıkıca tutarken kendimi onu taklit ederken buldum. Bu adamın insan olmadığının bilincine yavaş yavaş varmaya başlamıştım ve ona silah ile yaklaşmama fikrinde direterek ölümcül bir hata yapmıştım.

Memur Ryan’ın kendine gelmesi bir dakika sürdü. Gergin bir şekilde güldü ve devam etmeye çalıştı, “Ben… Özür dilerim. Dinle, ‘hayır’ cevabını kabul edemedim. Eğer hastane çalışanları senin gitmeni istiyorsa gitmelisin. Bize yardım etmeni bu işi kolaylaştırmanı is…”

“Hayır!” diye kükredi. “Burası benim lanet olası evim!”

Neler olduğunu anlamaya çalışırken inanılmaz bir hızla öne zıpladı. Az önce yerde otururken bir anda Memur Ryan ile birlikte yerde yuvarlanıp yüzünü yumrukluyordu.

Dedektif Joss çoktan silahını çıkarmıştı ama Memur Ryan’ı vurma riskine girmeden temiz bir atış yapamazdı. İçgüdüsel olarak, “Ateş etme” diye bağırdım ve the hermit’i betona sermeye çalıştım. Sadece güçlü değildi. Aynı zamanda da yağ gibi bir sıvıyla kaplı olması onu tutmamı zorlaştırıyordu. Gençliğimde biraz güreş yapmıştım ama bu maç için hazır değildim. Sonunda üstten yolunu buldu ve büyük bir patırtı sesi duyulduğunda büyük ellerini yere vurmak üzereydi. Ve tekrar duyuldu. Ve tekrar.

Aniden bir irin nehrinin yüzümü yıkadığını hissettim. Göğsümde oturmasından kaynaklanan baskı üstümden kalktığında Dedektif Joss’un onu öldürdüğüne dair olan ya da olmayan yaratıcıya dua ettim.

Evini aniden terk etmemiz gerektiğini söyleyen sesli komutu duyduktan sonra hiç bu kadar rahatlamamıştım. Yukarı baktığımda onun binaya gire bir havalandırmadan içeri girdiğini gördüm.

Onun nerede olduğu bir merak konusu olsa da benim dikkatim birkaç metre uzakta kanlar içinde yatan ortağıma ilişti. Ona doğru koştum ve aldığı hasar görülebiliyordu. Kesikler, ezikler, kırılmış dişler ve kötü bir şekilde kırılmış bir burun.

“Kahretsin!” diye bağırdım, “Eveline, onu ayağa kaldırmama yardım et!”

Memur Ryan’i içeri taşıdık ve onu yukarı çıkarılıp hastane çalışanları tarafından yardım edilmesi için Memur Murray’e teslim ettik. Onunla beraber gidememem içimi acıttı. The hermit’e silahla yaklaşmamayı teklif eden bendim. O aptalca karar yüzünden Memur Ryan’ın plastic cerrahi gerektirecek kalıcı beyin hasarı olabilirdi.

Yapmamız gereken bir iş vardı ama kendimi aptallığıma kaptırmamak zordu. Dedektif Joss ona gelmem için bana yer açacak kadar nazikti.

Kendimi toparlamam biraz zaman aldı. Onu dışarıda sigara içip beklerken buldum.

“Ne zamandır içiyorsun?” diye sordum.

Külleri döküp bir fırt çektikten sonra, “İçmiyorum. Yani genelde. Ama bu davalarda bulundukça, düşünmeme yardım etmesi için bir iki tane yakıyorum. Ya da şeyle uğraşmak… Bilirsin…” Bana döndü ve bir çakmak çıkardı. “Durmak istiyorum yani buyur. Başka yok. Eğer bir tane içmek istersen daha içemem.”

“Hediye”yi kabul ettim ve duvara yanına yaslandım. “Yani o şeyi bulup vücudunu kurşunla dolduracağız değil mi?”

Başını iki yana salladı. “Barry’e yaptıkları için ondan intikam almak istiyorsun değil mi? Güven bana ben de senin gibiydim. Ama bu işe yaramayacak.”

“Ne demek işe yaramaz? Onu vurduğunda şişme bir domuz gibi kanadı ya da ‘irin kanadı’. Aramıza bir memur alırsak mermilerimiz onu alt etmeye yeter. Yetmezse daha büyük silahlar getiririz.”

“İkimiz. Memur Zhang’ın asansörü koruması gerekiyor. Onu geçtim şok anında bir şeyi atladığını düşünüyorum Smith. Neyin arasında olmalıydım? 7 metre mi? O lanet şeyi tabancamla üç kez vurdum. Üç yakın atış.”

“Oradaydım. Ve?”

“İrin kesildikten sonra hiç yara yoktu.”

Bu bilgi beni dondurdu. “Ben… Ben anlamıyorum. Belli ki canı yaralanmıştı. Nasıl bir yara olmaz?”

Omuz silkti. “Hiç kendini tamir eden kumaş duymadın mı? Delsen bile deliği hemen arkasından kapatabilirler. Mermiler kesinlikle içeri girdi ama ona bakarak bunu söyleyemezsin. Kafandan üç tane plastik mermi yedikten sonra ayağa kalkabiliyorsan, onun verebileceği hasarı düşünebiliyor musun? Ona mermi yağdırmanın onu sadece rahatsız etmeye yaradığını düşünüyorum. Bizim kesin bir çözüme ihtiyacımız var.”

Bunu dinlemek ıstırap vericiydi. Arkadaşımın intikamını almak istedim ve bir kez olsun bu korkuyu öldürebilmek için bir yolumuz olduğunu düşündüm. Biraz zaman alsa da başka bir yönteme yönelmem gerektiğini biliyordum. “Evet, şimdi ne yapıyoruz?”

“Orijinal plan.” dedi omzuma dokunurken. “Barry’nin güvenlik merkezini yönetmesini isterdim ama o olmadığı için benim yapmam gerek. Telsizini açık tut. Onu katta nerede gördüğümü söylerim. Eğer onu kamyonlara açılan kapıya doğru kovalayabilirsek iyi oluruz. Sanki bir sineği camdan çıkarmak gibi.”

Kabul etmeliyim ki, saçma bir plandı. Genel planı anladıysam da bir süper hermit ile birlikte diken üstünde saklambaç oynamak baya tehlikeli gözüküyordu.

Tehlike onu koridorun sonundaki güvenlik merkezinin orada dikilirken gördüğümde anında gerçek oldu. Silahımı onun tarafına çevirip olduğu yerde kalmasını söyledim. Konuşurken göz temasını hiç bozmadı, “Siz ikiniz evime izinsiz girdiniz. Ya gidersiniz ya da sonuçlarına katlanırsınız. Mülkümü koruyacağım.” Bir anlık duraksamadan sonra ister inanın ister inanmayın, o sanki yer çekimi isteğe bağlıymış gibi duvara tırmanıp başka bir havalandırmaya girdi.

Fizik kurallarının açıkça ihlali Dedektif Joss’u hiç etkilememiş görünüyordu. O gittikten hemen sonra güvenlik kameralarını açmaya gitti. Her şeyi hazırladıktan sonra planı tekrarladı. Onu takip etmek ve hermiti binadan dışarıya çıkarmak. Kurşunların en azından onun canını acıttığını biliyorduk ve bunun tehdidi bile onu kamyonlara çekmek için yeterdi. Bunun ne kadar “kolay” olduğunu söyledi ve ilk başta haklı olduğunu düşünmüştüm.

Biraz zaman alsa da hasta odalarının bulunduğu koridorda hareket gördük. İşte buydu. Oraya doğru giderken tabancamı dümdüz doğrultmuştum ve bunun “kolay”dan son derece uzak olduğunu hissetmekten kendimi alı koyamıyordum.

Kapıya doğru ilerlerken içeride ne olduğuna bakmam gerekti. İçeride hasta odaları açıktı ve sağdalardı. Aynı zamanda karşı tarafta küçük bir mutfak, minik bir televizyon ve hemşire masası vardı. Küçük ve çirkin görünen bir koridora sıkıştırmak için çok fazlalardı ama yine de boştu. “Hiçbir şey görmüyorum,” diye telsizime konuştum. “Yer mi değiştirdi?”

“Olumsuz. Solundaki hemşire bölümünde çömeldi. Galiba sana pusu kurmayı planlıyor.” diye cevap verdi.

Odaları kontrole ederek masaya doğru yürüdüm.  Kalbim hızla atıyor, kaşlarımdan ter akıyordu. Aklım bunun nasıl kötü sonuçlanabileceği ile ilgili düşüncelerle dolup taşıyordu. Masanın seviyesine geldiğimde derin bir nefes aldım ve o çirkin pisliğe buradan çıkması için bağırırken masaya doğru yürüdüm. Hiçbir şey yoktu.

Hemşire bölgesinden bakarken hiçbir şey göremedim. Onun masanın kör noktasından fırlayıp beni yere sermesi sadece bir meraklı adımdan sonra oldu.

Hemen sağ omzumda keskin bir acı hissettim. Diş etleri çenesinden çıkıp goblin köpek balığı gibi fırlamış, dişleri etime saplanıyordu. Benim acı dolu çığlıklarım onun ısırmasını daha da güçlendirmiş gibi görünüyordu. Neyse ki sol elimdeki silahı hala tutuyordum ve ilk bulduğum şeye birkaç el ateş ettim. Omzumdaki basınç kalktı, o acı içinde geriledi ve bağırsaklarını tuttu. İleri atılıp sağlam omuzm ile onu boş odaya itip kapıyı da arkasından kapattım. Şanslıyım ki eski hastanede geliştirdikler belli başlı şeylerden biri de kapılardı. Kartla açılıyor gözüküyorlardı. Bunun anlamı bir çalışan gelip onu çıkarmadığı sürece hiçbir yere gidemezdi.

Bunun bana yeni bir strateji geliştirebilmem için zaman kazandırdığını ummuştum ama süreki kapıya vurması düşünmemi zorlaştırıyordu.

“Vurmaya devam et!” diye bağırdım. “Ben istemediğim sürece hiçbir yere gidemezsin!”

Tam o anda sessizleşti. Beni biraz süzdükten sonra yüzünü küçük cama dayayıp konuşmaya başladı. “Ve dışarı çıkmamı istemenin tek sebebi beni evimden kaçırmaya çalışmak değil mi?”

“Ben… Ne?”

“Planınız aptal adam.” İşin aslını ortaya çıkardı. “Beni evimi terk etmeye zorlayabileceğinizi mi sanıyorsunuz? Mermileriniz bitecek. Canım yanacak tabi ki. Ama yeterince dayanabilirsem siz ve arkadaşlarınız bana zarar veremezsiniz. Acı çekebildiğimi biliyorum ama acaba çenen kopartılınca yaşayabilir misin?” Durdu ve pencereye sarı bir sıvı tükürdü. “Önce ben sizi avlayacağım.”

Tehdidi bana geri adım attırdı. Biliyordu. Bunca zaman onu yoruluncaya kadar kovalayabilirdik ve bize saldırabilirdi.

Dedektif Joss’un sesi telsizde duyuldu. “Smith, onu orada kıstırdığını görebiliyorum. Dinle, yapman gereken şey…”

“O biliyor.”

“Ne?”

“Planı biliyor. Başka bir şey denemeliyiz. Onu buraya kilitledim ama ben…”

“Smith! Aşağıya bak ve oradan hemen uzaklaş!”

Kafam karışmış bir şekilde denileni yaptım ve iki cılız parmağın kapının kaymaya başladığını gördüm ve sonra elinin… Düşünecek yeterli zamanım yoktu. Çıkışa koştum ve kapıyı arkamdan çarptım. Kapının camından baktığımda kolunun çoktan çıktığını gördüm.

Üç seçeneğim vardı. Çıkış? Hayır, beni dışarıya kadar takip edemezdi. Dedektif Joss’a doğru koşabilirdim. En azından onu birlikte yaralayabilirdik ama o resmen bir kurşun süngeri gibiydi ve karşısında korunmasızdık. Sadece bir gerçek seçenek kalıyordu. Önceden güvenmediğim bir planın başlangıcı kafamda canlanıyordu.  Attığım bir bakış zamanımın neredeyse tükendiğini gösterdi.  Kapının altından bacaklarını çıkarıyordu ve bana doğru hızla geleceğinden emindim.

Telsize konuştum. “Dedektif Joss, senin bulunduğun yere doğru geliyor! Önceki silah ateşi için intikam istiyor! Kamyonun yanında pozisyon al!”

Kısa bir sürede basit bir şekilde “Anlaşıldı.” diyerek cevap verdi. Adam kurtulmuştu ve kapıya doğru koşturuyordu.

Depo odasına doğru koştum. Üç adımım onun bir adımına denk olmalıydı ki onun arayı şimşek hızında kapattığını duyabiliyordum.

Acıya rağmen açıklığa doğru dalış yaptım. Dönerken yere iniş yaptım ve onu yavaşlatmasını umarak bir uyarı atışı yaptım. İşe de yaradı. Mermi isabet etmedi ama boş yere hasar almayı göze alamayacağını biliyordum. Fıskiyenin arkasında pusunca ben de ayağa kalkma fırsatı buldum. Dedektif Joss’un bana verdiği çakmağı çıkardım ve silahımı oksijen tanklarından birine doğrulttum.

“Hey pislik! Git buradan!”

Yavaşça ayağa kalkıp bana doğru yürüdü. Kızarmıştı ve mosmor olduğunu yüzünden anlayabiliyordum. “Aptal adam. Kendini köşeye sıkıştırdın. Küçük bir ateşten korkmam ben.”

Ayağımı yere vurdum. “Küçük bir ateş umurumda değil. Burada alev alabilecek tonla şey var. Sen de öyle düşünmüyor musun? Bu ateş yanarken oksijen tanklarına ateş edersem ne olacağını düşünüyorsun?” Kabul etmeliyim ki, bilimin doğru olduğunda bile emin değildim ama blöfüm onu duraklatmaya yetmiş gibi gözüküyordu.

“Ne yapmayı planlıyorsun?” dedi temkinli bir şekilde.

“Tabi ki de zeki bir adamsın. Uğraştığım çoğu şeyden daha zekisin. Yani anlayabilmen için açıklayayım. Oksijen tankı artı mermi eşittir güm. Ve çokça yanıcı şeyin olduğu eski bir yerde güm olduğunda… Yani… Ateşli bir patlamadan kurtulabilir misin bilmiyorum ama önemi yok. Çünkü çok değerli ‘evin’ kurtulamayacak.”

“Hayır!” diye bağırdı elini öne atarak. “Sen de öleceksin! Bunu yapmazsın! Evime değil!”

Kısmen haklıydı. Bu plan işe yarayacak olsa bile hastanedekilerin hayatlarını riske atmayı göze alamazdım. Ama o işe yarayacağına inandığı sürece önemli değildi. “Evin umurumda bile değil! Ya sen beni öldürürsün ya da patlama. Doğrusunu istersen yapacağın şeyler yerine böyle ölmeyi tercih ederim. Artı… Bundan sonra bir şey yapamayacağını bilmek beni daha çok rahatlatır.” Tetiği biraz sıktım. “Bir adım daha atarsan ve evren üzerine yemin ederim ki…”

“Dur!” diye bağırdı. “Evimi yok etme. Ne istiyorsun?”

“Bak, ben adil bir adamım… Buradan 10 kilometre uzakta birkaç ev var. Oraya nasıl gitmeyi planladığından emin değilim ama onlar boş. Yani bir anlaşma yapalım. Bu evi alamazsın ama belki orada kendine başkasını bulabilirsin. Bunu yaparsan seni kendi haline bırakırız.”

Teklifimi gözden geçirdi. “Eğer gidersem yeni evimden uzak duracak mısınız?”

Cevap olarak başımı salladım. Sessizlik içinde saniyeler geçti. Blöfümü tekrardan değiştirme hissim daha da artıyordu. Ama sonunda, gergin dakikalardan sonra the hermit hiçbir şey demeden tersi yöne gitmeye başladı.

Hayatımdaki en büyük rahatlamasıyla iç çektim ve omzumu tutarak yere yığıldım. Acı daha da artmışa benziyordu.

Dedektif Joss’un sesi telsizden duyuldu, “Smith. Onu dışarı çıkarken gördük ama o küçük lanet şey kaldırımdaki kanalizasyon ızgarasından içeri girdi.”

Sonunda, Dedektif Joss ve şefe her şeyi anlattım. Problemi temelde başka bir yere taşıdığıma bozulmuş ve planı ondan habersiz değiştirdiğime sinirlenmişti. Ama sonuçta benimle gurur duyuyordu.

Şef, hızlı düşünmem konusundaki takdirini daha dışa vurmuştu. Bu sayede onun nerede olduğunu bilip ona göre hazırlık yapacaktık. Ve onunla boş bir evde ilgilenmek, dolu bir hastanede ilgilenmekten daha iyiydi.

Yaşadığım onca şeyden sonra ve hâlâ uğraşmam gereken şeyler olduğu halde hâlâ aklımı kurcalayan bir şey vardı.

Şef ve hastane çalışanları ile işlerimi bitirdiğim zaman Memur Ryan’ın hali hazırda bir odası vardı ama onu görmeme izin verilmedi… En azından resmi olarak.

Çalışanlardan gizlice Memur Ryan’ın odasına girdim. Beni görenler de rozetimden dolayı çok soru sormadılar. Zor durumdaydı ve ve hali hazırda ağır ilaçlar alıyordu ama en azından kendindeydi ki bu da iyiye işaretti.

“Memur Ryan… yani… Barry…” diye başladım. “Bek, özür dilerim adamım. Batırdım. Tehlikeyi bilmeliydim ve hazırlıklı olmamızı sağlamalıydım ve…”

Ağzından çıkan tek şey zayıf bir “Şşş.” oldu. Gazlı bez ve şişikler konuşmasını zorlaştırıyordu ve kelimeleri biraz boğuk çıkıyordu. Konuşmak için enerji bulmasının ne kadar zor olduğunu tahmin edebiliyordum ama o ağrılara karşın, “Kendini suçlama adamım. Doğru olanı yaptın.” dedi. Başımı sallayıp elimi omzuna koydum.

Dinlenmesine izin vermem gerektiğini bilerek dışarı çıkıyordum ki, zayıf bir çağrı beni kapıda durdurdu. “Ne var?” diye etrafa dönüp sordum.

“Beni ‘Barry’ diye çağırma adamım. Çok garip.”

“Saygılı davranmaya çalışıyordum seni sarışın budala ama olsun. Memur Ryan olsun.” diye gülümseyerek cevap verdim.

Baş parmağını olumlu anlamında kaldırdı. İli olacağını bildiğim için sonunda dışarı çıktım.

Gece çok kötüydü ve eve gidip travmamı uykuyla atmak için dünden razıydım. Bu yüzden bir hastane çalışanının otoparkta arkamdan koşturduğunu görmek beni biraz germedi değil.

Kadın yirmili, taş çatlasa otuzlu yaşlarında görünüyordu. Ortalamadan kısa boyluydu ve kahverengi saçları vardı. Rozeti ise akıl sağlığı hastanesinde çalıştığını gösteriyordu. Bu da anında birinin cevap vermek zorunda hissetmediğim sorular sormasının başka bir örneği olduğu sonucuna vardım.

Kendimi düzgünce tanıtma fırsatı bulamadan önümde dikiliverdi. “Buradaki adam ile ilgilenen memurlardan birisiniz değil mi?” diye suçlayıcı bir tavırla sordu.

“Evet öyleydim. Bir şeye mi ihtiyacınız vardı?”

Bana deliymişim gibi baktı. “Bir şeye ihtiyacım mı vardı? Siz ciddi misiniz? Orada ne olduğunu bildiğiniz halde sanki önemi bir şey değilmiş gibi mi davranacaksınız?”

“Neden bahsettiğinden emin değilim ama eğer paylaşmak istediğin bir şeyler varsa sana…”

“Saçmalık!” diye bağırdı parmağını bana doğrulturken. “Eski Hastane’deki adamı bildiğimi düşünmüyorsun değil mi? Dik duvarları tırmanan ve sadece bir çocuğun geçebileceği yerlerden geçebilen insan bir adam mı? Ya da onu lanet sesi mi? Seni şefin geliyor ve onun sadece binada yaşayan evsiz bir adam olduğunu söyleyip buna inanmamızı mı bekliyor?”

“Ben…”

“Hayır! Onu gördüğümü söylediğimde bana inanmamışlardı. O şeyin koridordan, kameranın kör noktasından sana bakmasının ne kadar korkunç olduğunu ama yardım çağırmaya gittiğinde kaybolduğunu biliyor musun?”

O biliyordu. Onu, gördüğünün normal olduğuna ikna edecek değildim. Ama yine de bununla nereye vardığını bilmeliydim. “Sizin gördüklerinizin garip olduğuna katılıyorum bayan. Ama bunların mantıklı bir açıklaması olduğundan emin değilim. O gözaltında olduğu sürece eninde sonunda cevapları bulacağız. Ama sizin bunları anlatmanızın size ne faydası var?”

“Ne mi faydası var? Değişir. Hastanemizde kol gezen bir canavar için medyanın ilgisini çekmek beni biraz teselli eder. Özellikle de polisin yalanladığı şeylerin büyük medya organları tarafından servis edildiğini görmek. Ya da… Bana neler olduğunu söyleyebilirsin.”

Bundan kurtulmak için yalan söyleyemeyeceğimi biliyordum. Düşünebildiğim tek şey düşünüp konuşmanın yönünü değiştirmekti. ”Bilirsin, bir sürü oksijen tankını güvenli olmayan bir şekilde saklamak OSHA standartlarına aykırıdır. Haberlerin aptalca bir canavar hikâyesindense bununla çok daha fazla ilgileneceğini düşünüyorum.” Cümlemi vurgulamak için telefonumu yüzüne salladım. “Özellikle de kanıtla.”

Ancak bu onu hiç mi hiç etkilememişti. “Umurumda olduğunu mu düşünüyorsun? O güvenlik görevlisi 19 yaşında bir çocuk. Onu bugün için bir kamera kaydına ikna edebileceğimi düşünmüyor musun? Eminim bugün ne gördüğünü televizyonda söylemeye bayılacaktır. Ve sadece bu da değil. Evet oksijen tankları kötü görünüyor ama hangisi gerçekten daha büyük bir hikaye olacak?”

“Neden bunda diretiyorsun? Neden bilmek istiyorsun?”

“Çünkü!” diye bağırdı yine. “Kız kardeşim Eski Hastane’de hastaydı. Ya ona zarar verseydi? Ya iş arkadaşlarıma ya da bana zarar verseydi? Olayla direk ilgili biri olarak en azından bilmeye hakkım olduğunu düşünüyorum.” Nefes almak için durdu. “Bunu senin için kolaylaştıracağım. Eğer bana söylersen, söz veriyorum kimseye tek kelime dahi etmeyeceğim. Lütfen… Sadece ne olduğunu söyle.”

Doğrusu o andan sonra bitmiştim. Ruhsal olarak yorulmuş, fiziksel olarak zarar görmüş ve yalanlardan bıkmıştım. Kim oluyordum da böyle bir şeyi saklıyordum? Nasıl gördüğümüz şey normalmiş gibi ve ya başka birine zarar vermek için beklemiyormuş gibi davranabilirdik? Biz canavar avcısı değiliz. Anlıyorum. Ama gerçeği anlatmak çok mu zor? En azından benim açımdan doğru olanı? En azından bu seferliğine…

O gece ona anlatmaya karar verdim. Onu gizli tutacağıma yemin ettim ama ona her şeyi anlattım. Doğrusu sonunda benim için her şeyden çok bir rahatlama oldu. Ama ikimizin de daha iyi hissederek ayrıldığımızı düşünüyorum. Ya da en azından daha anlayışla.

Bana teşekkür etmedi. Zorunda da değildi. Benim gerçeğime minnettardı. Herkes öyleydi. Ve o uzaklaşırken ne yaptığımı düşünüyordum. Daha bilmediğimiz bir sürü şey vardı. Daha fazla canavar, daha fazla gizem, göremediğimiz yerlerde saklanan daha fazla şey. Onun sadece bu bilgiyi kendini korumak için kullandığını umabilirim.

Hikâyelerimden birine daha zaman ayırdığınız için hepinize teşekkür ederim. Sadece birkaç tane daha kaldı, o yüzden umarım son ikisine kadar benimle kalırsınız. Her zaman olduğu gibi, güvende olun.