Sadece göle küçük bir geziydi; yeni bir şey değildi. Ben ve arkadaşlarım Thunderbird gölüne birçok kez gitmiştik; orası üniversiteden, ailemizden ve bizi strese sokan diğer her şeyden kaçtığımız favori kafa dinleme mekânımızdı. O zaman 19 yaşındaydım ve üniversiteye yeni girmiş ve kötü bir yerden yeni çıkmıştım; yani özgür olduğum için mutluydum. Ancak bu gezi farklıydı. Leanna’nın cipinden indiğimiz an, o öğle vakti güneş ufukta olmasına rağmen, etrafımızda kıvrılan bir tutam karanlığı hissettim. Battaniyelerimizi ve banyo malzemelerimizi Livia’nın babasının gölden 6 metre uzaktaki minicik kulübesine taşırken bu duygu içimde sıkışıp kalmıştı.
Gün ilerledikçe, göl kenarındaki havluların üzerine oturmayı bırakıp, yakınımızdaki ormanın üzerinden batan güneş eşliğinde ayak parmaklarımıza gelen küçük dalga turlarını izledik. Arkadaşlarımın dudaklarının hareket ettiğini ve gülerken göğüslerinin sallandığını görmeme rağmen, onların konuştuklarını duyduğumu hatırlayamıyorum. Sadece göle baktığımı ve dalgaların üzerinde iki sarı benek gördüğümü hatırlıyorum. Gözlerini kırptı ve bir çubuk yalnızca burnunu gösterecek kadar yükseldi. Nefesim kesildi ve boğazım sıkıştı; felaket bir soğuk ayak parmaklarımdan başlayıp bütün vücuduma yayıldı.
Daha sonra yüzümde şıklatılan parmaklar ve omzumu hafifçe sallayan Leanna vardı. “İyi misin? Bir saniyeliğine gidip geldin.” Göle geri baktım; ancak küçük dalgalardan başka bir şey yoktu.
Omurgamdaki soğukluğu atmak için sallanırken “Evet iyiyim. Kendimden geçtim; hepsi bu.” diye fısıldadım. Gölde dalgalanan o lanet olası görüntü her ne ise, onu aklımdan silip atmak için elimden gelenin en iyisini yaptım. Erkenci ağustosböceklerinin çağrısıyla eğlenirken, bir süre sırt üstü yüzdük. Gün batımının son zerreleri kapalı gözlerimin ardında kaybolduğunda gözlerimi açtım ve kıyıya baktım. Arkadaşlarım çoktan geri yüzmüştü ve beni çağırıyorlardı; ancak kıyıya doğru kulaç atarken beni aşağıya doğru çeken bir şey hissettim. Ayak bileğimden başlayan ve baldırıma yükselen donuk bir güç beni aşağıya doğru çekmeye başladı. Panikledim; başımı suyun üzerinde tutmaya çalışırken bir yandan da tekmeliyor ve bağırıyordum.
Daha sonra aşağıdaydım; ben daha da derine sürüklenirken soğuk su ciğerlerime doluyor, gözlerim yanıyor, kulaklarım patlıyordu. Kara benekler görüşümün kenarlarını örtmeye başladığında batışımı durdurdum. Yukarıya doğru yüzmeye çalıştım; ancak su, ayağımı göl yatağındaki balçıklara yapıştırarak yükselmeme izin vermedi. Sessizlik... Daha sonra fısıldamalar ve kulaklarıma çarptığını anlayamadığım ufak ışık huzmeleri geldi ve kayboldular. Bir gölge yükselmeye başladığında akciğerlerimin gerildiğini hissedebildim; daha koyu bir karanlık beni kuşatıyor ve ışık şeritlerini kesiyordu.
Sadece karanlığı bulmam için kafamı etrafımda döndürmemi sağlayan, “Merhaba ufaklık” diyen sinir bozucu bir ses yankılandı. “Mücadele etme. Kalmak istemiyor musun?”
Beni bırakmasını söylemek için ağzımı açtım; ancak kumlu göl ağzıma doldu ve kusacak gibi oldum.
Ses devam etti. “İşte barış. Sessizlik. İstediğin bu değil mi?” Sadece başımı salladım ve sanki zihnimi okumuş gibi devam etti. “Ben masumların koleksiyoncusuyum. Dövülmüşlerin ve kırılmışların. Zarar görmüş, kirletilmiş ve sevilmemiş çocukların. Senin içinde birçok kırılmış parçalar hissediyorum çocuğum. Sana istediğin sessizliği verebilirim. Sana barış vermeme izin ver. Bırak göl seni alsın. Yalnız olmayacaksın.” Saniyeler içinde 2’den 200’e ulaşan çocuklar karanlığın içinden çıkmaya başladı. Yüzlerini incelerken bazılarının orman korucusu karakollarının etrafında kayıp çocuklar diye basılmış ilanlardaki çocuklar olduğunu fark ettim. Burası bir cennet değil; mezarlıktı.
“Bırak sana barış verelim. Seni almama izin ver.” Beni çevreleyen çocuklara ve karanlığın içinde yanan iki sarı göze baktım ve ciğerlerim sıkışmaya devam ederken kafama salladım. “Peki madem,”
Bununla birlikte karanlık uçup gitti ve çocuklar gözden kayboldu.
Ciğerlerime hava vermek için suyu delip geçerken yüzeye çıkmak için mücadele ediyor, boğuluyor ve suyu püskürtüyordum. Üstümdeki milyarlarca yıldızı ve saf dolunayı seyrederken bir dakika boyunca suda adımladım. Daha sonra gözlerime ışık geldiğinde adımı seslenen birileri vardı. Bunlar başka bir adamla birlikte motorlu teknedeki arkadaşlarımdı. Teknenin yanındaki “Orman korucuları” yazısını gördüm. Geri gelmişlerdi. Beni gölden çıkardılar; ben sulu öksürükler saçarken sırtımı sıvazladılar.
“Nerelerdeydin? Sonsuza dek gitmiştin.” Onlara baktım. “Ne? Sadece 5 dakikalığına falan gitmiştim.”
Birbirlerine ve korucuya baktılar. “Üç saattir yoksun. Senin öldüğünü düşündük.” Onlara derin derin baktım. Bu mümkün değildi.
Daha sonra göle baktım ve bir çift sarı gözün kaybolana dek yavaşça çamurlu gölde battığını gördüm.
Ç/N : son iki çeviri için yeni yardımcım olan Cornelia’ya çok teşekkürler :3
Kaç sene oldu hala ara sıra girip okuyorum. Bırakmamanız güzel
YanıtlaSilhala okuyor olman da öyle. *-*
SilSizden bir isteğim olacaktı acaba Hege Ronja karakterinin çevirisini yaparmisiniz
YanıtlaSilkarakteri internette arattım ve karşıma oldukça ilgi çekici bilgiler çıktı. ama orijinal hikayesini bulamadım. bulur ve benimle paylaşırsan elbette, çevirisi gelebilir. :3
SilMalesef bende bulamadım siz bulursunuz diye düşünmüştüm
Silbulmaya çalışacağım *-*
SilBu arada Hege Ronja ile birlikte eğer bulamazsaniz diye yedekte durması açısından Naamah karakterinede bakabilirmısın
SilMuhteşemdi
YanıtlaSilbeğenmene sevindim. ^^
SilYani?
YanıtlaSil