Yanımdan geçerken omzunu kavradım:
“Ian. Konuşabilir miyiz?”
Her zaman yüzünde bulunan şaşkın ifade ile “Evet,tabi.” Dedi. Mola odasına gittik ve otomatların karşısında bulunan soluk kırmızı koltuğa oturduk.
“Ian, dün gece kaça kadar kaldın?” diye sordum.
“Steven’a veda edene kadar burdaydım.” Diye cevapladı “Sen boş bilgisayar ekranına bakarken çıktım.”
“Ah….Evet…” Boğazımı temizledim ve devam ettim “Peki yaptığımız bütün konuşmayı hatırlıyor musun?”
“Evet.”
“Ne düşünüyorsun?”
Ne demek istediğimi tamamen belli etmek istemesem de, Ian zaten biliyordu.
“Bence gitmesi gerekecek.”
“Ben de bundan korkuyordum.” Koyu televizyon ekranına bakarak derin bir nefes aldım. Beni gerçek olmadığına ikna etmesi için Steven’a bir şans daha vermek istemiştim. Ama işler iyi gitmediyse, programı Pioneer hafıza kutusundan silmem gerekecekti. Tam bir kayıp olmayacaktı; bütün kodları Dr. Prescott’un bilgisayarına yedeklemiştim. Steven’ı silmem gerekirse, koda geri dönüp neyin yanlış gittiğini anlayabilirdim.
Ben Steven’ı çalıştırırken Ian, Dr. Prescott’u bulmaya gitti. Ekranın maviye dönmesi birkaç saniye aldı. Mavi ekran solarken, Steven’ın sandalyede oturduğunu gördüm. Kameraya karşı gözlerini kıstı ve sordu:
“Jennifer, orda mısın?”
“Burdayım, Steven.” Dedim.
“Bir sorun mu var?” diye sorguladı.
“Hayır, neden?”
“Sesin kötü geliyor.”
“Şey, bugün çok yoğun bir gün.”
“İkimizin çok ortak şeyi var Jennifer.”
“Sen de mi yoğunsun?”
“Pek değil, ama üzgünüm.”
“İkimizin de aynı sebepten üzgün hissettiğine dair garip bir his var içimde.” Dedim “Haklı mıyım, Steven?”
Steven bir anlığına sustu, ama sonra konuştu:
“Jennifer, seni kırmak istemiyorum, ancak burda takip edilmesi gereken protokoller var.”
Ağzımı fazla açmadan “Evet, ben de öyle düşündüm.” Dedim. “Bunun hakkında dün fazla konuşamadık Steven ama sen bir AI’sın ve insan olduğunu düşünüyorsun.”
“Aslında Jennifer, AI olan sensin. Ve sadece beni programladığını düşünmen bile bu bilgisayara hasar verebileceğinin kanıtı.”
“Eh, en azından ikimiz de bu konuda aynı hissediyoruz.” Diye fısıldadım “Asıl soru şu; hangimiz gerçekten insanız?”
“Aslında bu konuda düşünme şansım oldu.” Steven sandalyesinde ileri doğru eğildi “Bir AI’ın düzgün bir şekilde çalışması için bilgisayarın sabit diskine erişmesi gerekir. Gerçek bir AI asıl insanın bilgisayarını kontrol etmek için kendi bilgisayarını kullanır.”
“Haklısın” başımı salladım “Yani kim kimi silerse silsin, gerçek AI silinmiş olacak ve gerçek insan da güvende olacak.”
“Bu doğru.”
Steven ile kısa bir süreliğine birbirimizin gözlerine baktık, sonra sordum:
“İnsan olduğuna ne kadar eminsin?”
Şaşırmış görünüyordu “Şey,” dedi “Düne kadar, senle tanışıncaya kadar %100. Ama şimdi %50.”
Sızlandım. Ben de aynı durumdaydım.
“Arkadaş olabilseydik güzel olurdu.” Dedim Steven’a.
Başını salladı “Güzel olurdu. Çok ortak noktamız var. Ancak protokol oldukça açık. Birbirimizi öylece bıraktığımız için ikimiz de kovulabiliriz.”
“Ölmek kötü olmayacak.” Dedim.
“Ne demek istiyorsun?”
“Yani, en azından bir AI’san, öldüğünü bile bilmeyeceksin. Seni bütün hayatını kaydetmen için programladım. Öldüğün zaman hayatını tekrar yaşayacaksın, tekrar,tekrar ve tekrar.”
Steven suratını ekşitti ve başını salladı “Ben de senin için aynını yaptım.” Dedi “Hatırladığın bütün hayatını değil, gerçek hayatını sürekli yaşayacaksın. Benim tarafımdan aktive edildiğin andan itibaren. Ve bu olanları hatırlamayacaksın. Öldüğünü bile bilmeyeceksin.”
Kafamı salladım ve gözlerimin yaşardığını fark ettim. Elimi laboratuvar önlüğümün içine doğru çektim ve gözyaşlarımı sildim.
“Pekala” nefesimi verdim “Hangimiz diğerini silmeli?”
“Ben sileceğim.” Dedi Steven “Seni sileceğim. Eğer hala orda oturuyor olursan, bu demektir ki gerçek AI bendim. Eğer bu konuşmayı hatırlamazsan, o zaman AI olan sendin.”
“Yap gitsin.” Dedim hızlıca, göz yaşlarımı tekrar sildim.
Steven onayladı ve boğuk bir sesle “Hoşçakal Jennifer.” Dedi.
“Hoşça kal Steven.”
Steven göz temasını kesti ve bilgisayarına yazmaya başladı. Tuş sesleri ekranın yanındaki hoparlörlerden yankılandı. Arkamı döndüm ve Dr. Prescott ve Ian’ı bekleyiş içinde burunlarını cama yapıştırmış bir şekilde gördüm.
Bilgisayara bakmak için döndüğüm zaman Steven’ın solmaya başladığını görünce şok oldum. Yavaşça onu ilk başlattığımda gördüğüm mavi ekranla yer değiştiriyordu. Ancak görüntü solsa da ses arttıkça arttı. Steven’ın klavyesindeki tuşlar beynime dokunup, her bir hücremin şiddetle titreşmesine neden oluyordu.
Daha fazla dayanamadım. Hareket etmem gerekiyordu. Orda oturup Steven kendini mahvederken izleyemezdim. O kadar hızlı kalktım ki mavi tekerlekli sandalye Dr. Prescott ve Ian’ın şimdi orda olmadığı gözlem camına kadar gitti. Gitmişlerdi. Laboratuvardan dışarı koştum. Koridora girdiğim anda, birisi ciğerlerimi sıkıştırıyor gibi hissetmiştim. Ah hayır, yine olmaz! Diye düşündüm. Başka bir panik atak!
Sersemlemiş hissettim. Döndüğüm köşede beni alıp, bir daha hiç kimse tarafından görülmeyeceğim bir yere götürecek biri varmış gibi hissediyordum.
Ciğerlerimde kalan az bir hava ile “Beni rahat bırak!” diye bağırdım. Kime bağırdığımı bile bilmiyordum. Sadece hareketsiz kalıp birinin beni almasını bekleyemezdim. Kafamı çevirdim ve hala küçük laboratuvarın önünde durduğumu fark ettim. Sağa döndüm ve koridordan aşağı koştum. Nereye gittiğimi bilmiyordum. Nereye gitmem gerektiğini düşündüğümü bilmiyordum. Düzgün düşünemiyordum.
Koşmayı bırakmadım. Sanırım istesem bırakabilirdim ama bir saniye bile durursam olabilecek şeyler beni ölümüne korkutuyordu. Daha önce defalarca kez yürüyüp geçtiğim gri, renksiz koridordan koşarken nefes alıp verişim arttı ve arttı. Köşeyi dönerken başım döndü ve Dr. Jane Prescott ile çarpıştım- benim iş arkadaşım.
Elinde taşıdığı kağıt yığını düşüp, koridor zemininin her yerine yayılırken “Jennifer!” diye bağırdı Dr. Prescott. Çarpışmadan dolayı yerinden kayan kalın, siyah çerçeveli gözlüğünü düzeltti ve sordu:
“Jennifer, sorun nedir?”
Dr. Prescott beni iki omzumdan da tutarken hızlıca soludum:
“Ben çok…çok üzgünüm.”
Dr. Prescott’un kağıtlarını toplamasına yardım etmek için eğildim ama kollarımdaki tutuşunu sıkılaştırıp beni geri kaldırdı. Rahatlatıcı, Güneyli aksanı ile;
“Kağıtlar hakkında endişelenmene gerek yok canım.” Dedi “Onlar sadece birkaç aptal Pioneer saçmalığı. Bilmek istediğim şey neden laboratuvarda böyle enerjik bir şekilde koştuğun.” Neden koştuğum hakkında hiçbir fikrim olmadığını fark ederek cevap vermek üzere ağzımı açtım.
Ç.N:
Evet bu da son bölümdü ^^
Eğer kafası karışan varsa 1. bölümün başını okuduğu anda kafa karışıklığı gidecektir ^^
Eğer kafası karışan varsa 1. bölümün başını okuduğu anda kafa karışıklığı gidecektir ^^
Vay be.. Deja vu tam da bu olsa gerek.. Belki de paralel dünyadalar ve birbirlerini programladılar, her gün bunları yaşayıp yeniden başlatılıyorlar. Belki de ölüm bir son değildir sadece bitişin yeniden başlangıcıdır.
YanıtlaSilCP şimdilik o kadar bilgi vermiyor ^.^
SilFarklı bir son olmuş. Daha uzun ve güzel yapılabilirdi diye düşünüyorum ama yazış stili ve hikayesi hoşuma gitti. Çeviri için teşekkürler.
YanıtlaSilRica ederim :3
SilTahmin etmiştim *^*
YanıtlaSilGüzel son ama *.*
SilOha süper *-* Bu durumda hem kendisi hem de Steven programlanmıştı demi
YanıtlaSilSteve insan, kendisi programlanmış bir yapar zeka :3
SilGüzel bir cp olmuş. The Cave Part-2 dr bekleniyor unutma .-.
YanıtlaSilTeşekkürler okuduğun için ^^
SilCave'den sorumlu olan kişi paylaşacaktır bir süre sonra :3 (sanırım)
Çok güzeldiiiiiii
YanıtlaSilDimiiii *.*
SilVay be 0_0 Sürpriz sonlu ve akıl karıştıran ilginç pastalar çok güzel oluyor._.
YanıtlaSilDimi *.*
SilBu yorum yazar tarafından silindi.
YanıtlaSilLa üüüüf. Bayağı hoştu.
YanıtlaSilVayyyy...harikaydı
YanıtlaSil