Selam gençler :D
Şimdiye dek benim de başıma bela olan ve eminim bir çoğunuzun canını sıkan bir sorun hakkında güzel bir çözüm buldum.
O sorun da yorumlara atılan linklerin tıklanamıyor olması, açıkçası bu beni çıldırtıyor çünkü hem merak ediyorum hem de tıklayamıyorum. Bunun için Türkçe siteleri teker teker okumuştum ancak çözüm bulamamıştım, ama az önce İngilizce siteleri denemediğimi fark ettim o_O
Düşündüğüm gibi sayfalardan birinde bir çözüm buldum ama bu sizin tarafınıza düşüyor, çünkü Blogger'da yorumlardaki linkleri yönetmekle ilgili bir ayar yok :/
Çözüm şöyle;
Link verirken, vereceğiniz linkin başına <a href= yazmanız, sonra da linki tırnak içine almanız gerek. Linki tırnak işareti içine aldıktan sonra > işareti koyacaksınız ve yorum yayınlandığında linkin isminin nasıl görünmesini istiyorsanız onu yazacaksınız. Son olarak </a> yazıp her şeyi tamamlamış olacaksınız.
Kısacası:
<a href="link adresi">link ismi</a>
Yorumlarda sizin için bir örnek de bırakacağım. Siz de bir kaç deneme yapabilirsiniz :D
Atacak link bulamazsanız CP karakterlerinin resimlerini yollayabilirsiniz :3
Ancak linke tıklanınca yeni bir sekme ya da pencerede açmak yerine bulunduğunuz pencereyi kullanıyor o yüzden linki sürükleyip en üstteki sekme boşluğuna bırakırsanız iyi olur ^^
26 Şubat 2015 Perşembe
23 Şubat 2015 Pazartesi
"Just Darkness"
Evde tek başınasın. Karanlık. Odandasın ve bilgisayara bakıyorsun. Daha sonra uykun geliyor. Yatağına girmek üzere bilgisayarın başından kalkıyorsun. Tam yatağa girecekken susadığını hissediyorsun. Ancak aşağı inmeye korktuğun için direk yatağa giriyorsun.
Uyumaya çalıştıkça susuzluğun artıyor ve uykunu bastırıyor. Sonunda dayanamayıp yataktan çıkıyorsun. Yavaşça odanın kapısını açıyorsun. Karanlığa bakıyor ve derin bir nefes alıyorsun. Merdivenlere ilerleyip ilk basamağa adımını atıyorsun. Hafifçe ürperiyorsun. Biri seni izliyormuş gibi hissediyor ve arkanı dönüyorsun. Sadece karanlık.
Rahatlayıp ikinci adımını atıyorsun. Tekrar aynı his. Bu sefer umursamamaya çalışıp hızlıca aşağı iniyorsun. Mutfağa doğru ilerliyorsun. Kapıyı yavaşça açıyor ve içeri giriyorsun. İçeri girdiğin anda ayakların ıslanıyor . Yere su döküldüğünü düşünüp umursamıyorsun ancak hafif bir kan kokusu alıyorsun.
Işığı açmadan hızlıca su içiyorsun. Mutfaktan çıkıp merdivenlere yöneliyorsun. Merdivenleri çıkarken tekrar biri seni izliyormuş gibi hissediyorsun. Ama sadece karanlık.
Ya da sen öyle sanıyorsun.
ÇN:
Bu Cp'nin yazarı sayfada bulunan " I'm Here in the Dark " Cp'sini de yazmış olan Hanejima Nishi arkadaşımız ^_^
18 Şubat 2015 Çarşamba
'' The Warning ''
Sonsuz karanlık...
Önümdeki uzun yol sonsuz bir karanlığa gömülmüştü. Gökyüzünde hiç yıldız yoktu ve ay bulutların arasında bir yere saklanmıştı. Aslında bu durumla bir sorunum yok, çünkü; karanlık havaları severim ve bu yol arabamı, yola hükmeden karanlığa sürmeye teşvik ediyordu.
Aslında ailemin yaşadığı kasabaya gitmeyi sevmem ama bu sefer çok heyecanlıydım. Onları görmeyeli çok uzun zaman olmuştu. Küçük bir çocukken ailem darmadağın olmuştu ve ben bunu yıllar geçip şehre taşındıktan sonra öğrenmiştim. Taşınmamla beraber onları daha çok ziyaret etmem için ısrar etmeye başladılar. Bu bana da iyi geliyor böylece işteki gerginliğimi üstümden atabiliyorum. Bu seferki yolculukta cuma ve cumartesi onlarla kalıp pazar gününü kendime ayırdım.
Yolculuk küçükken çok daha zevkli gelirdi. Otobandaki tümsekler yüzünden araba inip kalktığı için basım tavana çarpar ve gülerken komik sesler çıkarırdım. Bir tepeyi her çıkışımızda midem kalkardı. Şimdi ki gibi arabayı ne zaman hızlı sürsem bunu hatırlar ve gülerim. Radyo da saçma bir pop şarkısı çalmaya başladı sesi çok fazlaydı.
Hız göstergesine baktım saatte 90 kilometreyle gidiyordum. Gaza biraz daha bastım, özgüvenim yolu benim için daha tehlikeli hale getirdi. Tepeleri aşarken arabam havaya kalkıyor ve yine kafamı tavana vuruyorum. Midemin dönmesi umrumda bile değildi,bu çok eğlenceliydi ta ki biraz ilerde viraj görene kadar. Yavaşça frene basıp viraja girdim ama karşıda ki yoğun mavi ışık gözümü alıyor.
Birisi " Dur ! " diye bağırdı. Sesi duyduğum anda arabayı durdurup, sesin geldiği yöne baktım. Genç bir kız gördüm. Az önce birine çarpmak üzereydim. Kendimden nefret ettim. Kizin elbisesi solgun mavi ve kolları yırtıktı. Sanırım ağaç dalları elbisesini yırtmıştı. Saçları ıslaktı, bir omzu aşağıya düşüyor ve çok korkmuş görünüyordu. Bende korkmuş, ve endişenlenmiştim. Ona yardım etmeli miydim ? Hem gece yarısı bu yolda ne yapıyordu ? Bir kaç saniye arabaya bakıp kaldıktan sonra yine bağırdı.
" Yardım et ! Bana yardım etmelisin, beni öldürecek ! " dedi ve bana doğru koşmaya başladı. Kapıları kilitledim, ama ısrarla kapıyı açmamı işaret ediyordu. Çevreye bir süre bakındım ama kimseyi göremedim. En sonunda çalılıkların arasında duran bir adam gördüm. Uzun boylu, siyah saçlı ince sakallı biriydi. Kıyafetleri kanla kaplanmış, elinde bıçak tutuyordu.
Adam dikkatlice etrafını süzdü, arabanın ışığını ve karşısında duran kızı fark etti. Arabanın kolunu delicesine açmaya çalışıp, cama vuran kızın olduğu yöne bakıyordu.
" Lütfen ! " gözlerinden yaşlar akıyordu. Adamın kıza zarar vereceğinden korkup kilidi açtım: " Gir içeri, çabuk ! " Kalbim hızla atıyor. Uzun boylu adam şimdi arabaya çok daha yakındı, her an bizi öldürebilirdi. Kız kapıyı kapattı, adam neredeyse arabaya ulaştmişti. " Çık arabadan ! " diye bağırdı. Kız korkudan iyice büzüldü ve bana baktı. Bu durum kızın suçu olamaz diye düşündüm.
" Sana çık arabadan dedim bu senin iyiliğin için ! " diye uyarıcı bir tonla bağırıp arabaya vurmaya devam ediyor, bıçaktan yansıyan ışık gözümü alıyor etrafımı göremiyorum. En sonunda benim olduğum kapıya yaklaşıp: " Lütfen çık arabadan ! " Bu sefer sesi biraz daha farklıydı, yalvarır gibiydi. Bu sesi dinleyip çıkmam gerektiğini düşündüm .
" Lütfen çıkmalısın, büyük bir hata yapıyorsun ! Onun ne... " cümlesini tamamlayamadan yere düştü.
O anda korkunç bir şey oldu. Kaburgalarımın içine işleyen bir soğuk hissettim, acıdan ağlıyor bunun gerçekliğine inanamadan kıza bakıyorum. Bıçak kalbime saplanmadan önce görebildiğim son şey kızın yüzündeki şeytani gülümsemeydi.
O adam beni uyarmıştı, ama ben dinlemedim.
Ç.N: Açıkçası çokta sürükleyici olduğunu söyleyemem, tabi karar sizin :) Sizce hayat uyarılara, kurallara uymadan daha heyecanlı geçmez miydi :D
Önümdeki uzun yol sonsuz bir karanlığa gömülmüştü. Gökyüzünde hiç yıldız yoktu ve ay bulutların arasında bir yere saklanmıştı. Aslında bu durumla bir sorunum yok, çünkü; karanlık havaları severim ve bu yol arabamı, yola hükmeden karanlığa sürmeye teşvik ediyordu.
Aslında ailemin yaşadığı kasabaya gitmeyi sevmem ama bu sefer çok heyecanlıydım. Onları görmeyeli çok uzun zaman olmuştu. Küçük bir çocukken ailem darmadağın olmuştu ve ben bunu yıllar geçip şehre taşındıktan sonra öğrenmiştim. Taşınmamla beraber onları daha çok ziyaret etmem için ısrar etmeye başladılar. Bu bana da iyi geliyor böylece işteki gerginliğimi üstümden atabiliyorum. Bu seferki yolculukta cuma ve cumartesi onlarla kalıp pazar gününü kendime ayırdım.
Yolculuk küçükken çok daha zevkli gelirdi. Otobandaki tümsekler yüzünden araba inip kalktığı için basım tavana çarpar ve gülerken komik sesler çıkarırdım. Bir tepeyi her çıkışımızda midem kalkardı. Şimdi ki gibi arabayı ne zaman hızlı sürsem bunu hatırlar ve gülerim. Radyo da saçma bir pop şarkısı çalmaya başladı sesi çok fazlaydı.
Hız göstergesine baktım saatte 90 kilometreyle gidiyordum. Gaza biraz daha bastım, özgüvenim yolu benim için daha tehlikeli hale getirdi. Tepeleri aşarken arabam havaya kalkıyor ve yine kafamı tavana vuruyorum. Midemin dönmesi umrumda bile değildi,bu çok eğlenceliydi ta ki biraz ilerde viraj görene kadar. Yavaşça frene basıp viraja girdim ama karşıda ki yoğun mavi ışık gözümü alıyor.
Birisi " Dur ! " diye bağırdı. Sesi duyduğum anda arabayı durdurup, sesin geldiği yöne baktım. Genç bir kız gördüm. Az önce birine çarpmak üzereydim. Kendimden nefret ettim. Kizin elbisesi solgun mavi ve kolları yırtıktı. Sanırım ağaç dalları elbisesini yırtmıştı. Saçları ıslaktı, bir omzu aşağıya düşüyor ve çok korkmuş görünüyordu. Bende korkmuş, ve endişenlenmiştim. Ona yardım etmeli miydim ? Hem gece yarısı bu yolda ne yapıyordu ? Bir kaç saniye arabaya bakıp kaldıktan sonra yine bağırdı.
" Yardım et ! Bana yardım etmelisin, beni öldürecek ! " dedi ve bana doğru koşmaya başladı. Kapıları kilitledim, ama ısrarla kapıyı açmamı işaret ediyordu. Çevreye bir süre bakındım ama kimseyi göremedim. En sonunda çalılıkların arasında duran bir adam gördüm. Uzun boylu, siyah saçlı ince sakallı biriydi. Kıyafetleri kanla kaplanmış, elinde bıçak tutuyordu.
Adam dikkatlice etrafını süzdü, arabanın ışığını ve karşısında duran kızı fark etti. Arabanın kolunu delicesine açmaya çalışıp, cama vuran kızın olduğu yöne bakıyordu.
" Lütfen ! " gözlerinden yaşlar akıyordu. Adamın kıza zarar vereceğinden korkup kilidi açtım: " Gir içeri, çabuk ! " Kalbim hızla atıyor. Uzun boylu adam şimdi arabaya çok daha yakındı, her an bizi öldürebilirdi. Kız kapıyı kapattı, adam neredeyse arabaya ulaştmişti. " Çık arabadan ! " diye bağırdı. Kız korkudan iyice büzüldü ve bana baktı. Bu durum kızın suçu olamaz diye düşündüm.
" Sana çık arabadan dedim bu senin iyiliğin için ! " diye uyarıcı bir tonla bağırıp arabaya vurmaya devam ediyor, bıçaktan yansıyan ışık gözümü alıyor etrafımı göremiyorum. En sonunda benim olduğum kapıya yaklaşıp: " Lütfen çık arabadan ! " Bu sefer sesi biraz daha farklıydı, yalvarır gibiydi. Bu sesi dinleyip çıkmam gerektiğini düşündüm .
" Lütfen çıkmalısın, büyük bir hata yapıyorsun ! Onun ne... " cümlesini tamamlayamadan yere düştü.
O anda korkunç bir şey oldu. Kaburgalarımın içine işleyen bir soğuk hissettim, acıdan ağlıyor bunun gerçekliğine inanamadan kıza bakıyorum. Bıçak kalbime saplanmadan önce görebildiğim son şey kızın yüzündeki şeytani gülümsemeydi.
O adam beni uyarmıştı, ama ben dinlemedim.
Etiketler:
creepy pasta çeviri,
creepy pasta türkçe,
Creepypasta hikayeleri,
creepypasta turkce,
Creepypasta türkçe,
creepypasta türkçe hikayeler,
türkçe creepy pasta,
türkçe creepypasta
11 Şubat 2015 Çarşamba
'' Clockwork ''
Odada zayıf küçük bir kız oturuyordu. Karman çorman saçlarına sakız yapışmış haliyle berbat görünüyordu. Ela gözleriyle kapıyı izliyordu. Bu sırada babası: " Lanet olsun, bir daha asla çocuğum olmasın ! " Artık çığlık atıyordu, " Veletin tek yaptığı ortalığı pisletmek , şikayet etmek ve duvarları boyamak ! " Çocuk, bağırışmaları dinlerken oyuncak zürafasını kendine doğru çekti. Babasının ağzından tükrükler saçarken konuşması bir anda annesinin bağırısıyla kesildi: " O sadece ufak bir çocuk David. Daha iyisini bilemez. David." " Canın cehenneme Marybeth. Bu saçmalıklarını daha fazla dinleyemem zaten fazlasıyla dinledim ! " dedi. Kadın, " Peki ne yapmayı planlıyorsun ? " dedi kocasına dönerek.
Kız odasına doğru gelen ayak seslerini duyunca zürafasına daha da sarıldı. Kızın odasının kapısı hiddetle açıldı ve bir dev gibi gözüken sinirli babası odasında belirdi. Masada duran bir ders kitabını elliyle sertçe tuttu. Karısı ona durmasını söylüyordu ama adam dinlemedi. Mary ağlamaya ve yakarmaya başladı. Adam kızı yakasından tuttu ve karnına doğru bir tekme savurdu. Kız korkudan titreyip sarsılmaya başladı. Adam kitabı alıp kıza bir daha vurdu ve iğrenç bir bir sesle: " Bu duvarlarımı boyadığın için lanet olası pislik ! "
Yıllar sonra Natalie adında ki bu çocuk on yedi yaşında güzel bir kızdı. Yaşıtlarının yaptığı gibi o da televizyon seyredip kitap okuyup derslerine çalışıyordu. Babası ise zamanını televizyonda ki anlamadan yorum yaptığı ekonomi programlarını izleyerek öldürüyordu. Aslında o programları Natalie de anlamıyordu ama bu onun umrunda değildi. Natalie bir başka şeyle daha meşguldü, tam da şu an olduğu gibi: resim çizmek ve bu konu da gerçekten başarılıydı da. Çizdiği şey bir miktar kan pıhtısıydı ama onun asıl sevdiği kandı. Kan onun en sevdiğiydi, ona değişik bir zevk veriyordu. Her şeyden önemlisi resimdi, resim onun tutkusu ve yeteneğiydi. En önemlisi de dünyadan, insanlardan ve tüm gerçeklikten kaçış yoluydu.
" Geldik. " Okulun girişindeki büyük tabelaya baktı. " Walker Vill Yaratıcı Sanatlar Enstitüsü " Derin bir iç çekip çantasıyla arabadan çıktı. Annesine " Görüşürüz " dedikten sonra kapıyı kapattı. Okul binasına yürürken bir kaç çocuğun sohbet edip şakalaştıklarını gördü, Natalie'yle çocuklar uzaktan bir süre bakıştılar, Natalie yaklaşınca çocuklar dağıldı. Derse beş dakika geciktiğini farkedip koşarak 3. kattaki dolabına çıktı kitaplarını alıp sınıfa koştu. Sırasına oturduktan sonra İngilizce öğretmeni önüne dikilip, " Ödevinizi görebilir miyim, Bayan Ouelette ? " dedi. Natalie basını hayır anlamında sallayıp: " Aa şey evde unuttum... " dedi. Öğretmenin homurdanmasını duyabiliyordu. " Zamanınız tükendi, Bayan Ouelette... " dedi ve devam etti, " Gerçekten hayal kırıklığına uğradım. " O sırada Natalie bir şeyi anlamaya çalışıyordu, öğretmenin bu sözcükleri onu mutlu etmişti sadece sebebini anlayamadı. Fazla önemsemeyip dersi dinlemeye devam etti. Bir an içi geçtiyse de kendini toparladı.
Dördüncü ders için dolabından kitaplarını alrken sevgilisi, Chris, yanına gelip: " Okuldan sonra beni bul, konuşmalıyız " dedi. Natalie, ona evet anlamında tatlı bir şekilde gülümsedi. Chris gerçekten yakışıklı ve hoş bir oğlandı.
Fransızca dersinde Natalie sevdiği şeyleri çizmeye cesaret edebildi: Pıhtı ve kan, bıçaklar ve bıçaklanmış insanlar. Diğer insanlar ona bu şeylerin sadistçe olduğunu söylese de o bunda bir yanlışlık göremiyordu. Bu karanlık daima onun bir parçası gibiydi. " Bayan Ouelette ! " Çizimlerini hemen kolunun altına koydu ve öğretmenine baktı. " Evet...? " Adam başını hafifçe sallayarak kolunun altındaki defteri işaret etti: " Ödevini göster. " Tereddüt içinde kolunu çekerken çizimleri ortaya çıktı. Öğretmen şaşkın bir ifadeyle bir süre kıza baktı. Kız affedilmek ister gibi gülümsüyordu. " Bunları hemen sil, ve ödevini yapmaya başla. " dedi öğretmen. Öğretmen uzaklaşırken Natalie çizimlerini siliyordu ki adam bir anda durdu ve: " Bayan Ouelette, zamanınız tükenmek üzere ödevinizi bir an önce bitirmenizi öneririm. " Natalie anlaşılmaz bir şeyler söyleyip homurdandı. Zamanın, ona her zaman bir düşmanlığı var gibiydi. " Zaman denilen şeyin canı cehenneme ! " diye düşündü. Chris'i okulun dışındaki çitlerin olduğu kaldırımda beklerken gördü. Gülümseyerek sevgilisine yürürken bugünü en azından onun renklendirebileceğini düşünüyordu. Ama düşünceleri ve gülümsemesi bıçak gibi kesildi. Chris hiç mutlu gözükmüyordu. " Chris sorun nedir? Ne konuşacağız ? " "Natalie bak bence biz artık yani...biz artık ay...ayrılmamız gerek." Kalbi kırılmıştı. ".....Peki neden ? " Chris çirkin bir bakış attı ve, " Senin hayal dünyan, çizimlerin benim ödümü koparıyor. Bence sende çok yanlış bir şeyler var gerçekten yanlış...En kötüsüde bana niye böyle davrandığını hiç söylemiyorsun. Tüm bunlar bana kendimi sorumsuz hissettiriyor. Ben hayır, gerçekten bu kadar yeter devam edemeyeceğim... " dedi ve arkasını dönüp yürümeye başladı.
...Bir süre sonra...
Dustan çıkınca aynada kendine baktı, gözü seğiriyordu. " Diğerleri gibi olup kendimi incitmiyeceğim. Güçlü kalacağım " Elinde siyah bir iğneyle bir parça iplik tutuyordu. " Anlamsız, bunun hiç bir önemi yok. " Bilinçaltı ona garip bir his yaşattı, ama ne hissi olduğunu anlamadı. Sessizce kıkırdadı: " Bunu yapmayı gerçekten çok istiyorum. " Elindeki ipi tutup iğnenin ucuna geçirdi. Yüzüne sahte bir gülücük yerleştirip: " Zamanın tükendi... " dedi. Parçaladı parçaladı parçaladı, kesti ve yine kesti... Bu çok acırı verici bir şeydi ama buna rağmen, uyuşturucu kullnanmadığı gibi bir damla bile göz yaşı dökmedi. Artık göz yaşı dökmek yok, diye düşündü. Artık hep gülümseyecekti. Akan kan yavaşça dudaklarına süzülüyor, en sevdiği şeyin demirin tadını alıyordu. Bittiğinde, sanat eserine hayranlık içinde baktı. Dikişler korkunç gözüküyordu yinede onları yavaşça okşadı. Dikişler dudaklarından başlayıp yanaklarına doğru yukarı biçimde yol alıyor ona sürekli gülüyormuş görünümü veriyordu. Ama bu bile güzelliğini silmeye yetmemişti. Yüzündeki kanın sıcaklığını hissetti, yüzünü sildi ve parmaklarına kan bulaştı. Parmaklarını dudaklarına götürüp yavaşça emdi ve yine demir tadı aldı, kanın tadını. Bu tat ona her şeyden daha güzel geliyordu, demirin verdiği o ekstazi hissini seviyordu. Aynada kendine bakarken bir anda annesinin yansımasını gördü. Korku ve çaresizlik hisleriyle tek diyebildiği "Anne ...?" oldu.
Annesi Natalie'yi psikolojik terapiye başlattı. Dikişlerden kurtulmanın ne kadar acı verici olduğunu tahmin ettiği için terapiste gitmeye karar vermişlerdi. Kapüşonunu kafasına çekince yüzünün görünmediğinden emindi. Terapist kadının karşındaki deri koltukta otururken canı çok sıkılmıştı. Sessizliği bozan terapist oldu: " Natalie değil mi ? " " Evet " anlamında başını salladı. " Adım Debra, bu terapi de pskiyastristin ben olacağım. İstersen biraz sorunlarından konuşalım ne dersin ? " Genç kız öylece bakıp: " Zaman... benim sorunum zaman. " Debra şaşırmış görünüyordu: " Nasil yani... ? " Natalie bir anda ellerini kaldırıp koltuğun kollarına koydu ve " Zamanla ilgili her şey ! Bununla yaşamak zorunda kalıyorum, insanlar bir ucubeymişim gibi davranıyor. Hayat işkence haline geliyor. Tam bir kısır döngü; zaman tükenmiyor, hızlanmıyor, yavaşlamıyor. Bu çok acı verici bir şey her günüm bu hisle geçiyor sonra başka bir gün ve sonra yine... Bu histen ne zaman kurtulmaya çalışsam beni kendine çekiyor, beni tüketiyor. " Natalie kesinlikle dediklerinin farkında değildi ne dediğini bilmiyordu. Kendini hiç iyi hissetmiyordu. Acaba kötü hissetmesinin sebebi her şeyi içine atması mıydı ? Hayır böyle bir şey kesinlikle imkansızdı, yine de bir sebepten ötürü insanlarla paylaşmamayı seviyordu. Debra koltuğunu Natalie'ye doğru yaklaştırdı: " Tatlım, söylemeni istediğim şey yüzüne ne olduğu. " Natalie yine, bir japon balığı gibi boş gözlerle bakmaya başladı. Yüzüne kibirli bir gülümseme yerleştirip: " Bunu sen söyleyeceksin sarı kafa terapist olan sensin. " Gülerken dikişleri geriliyor, canını yakıyordu. Debra sinirlenmeye başlamıştı: " Eğer sen bana yardımcı olmazsan bende sana yardımcı olamam küçük hanım ! " Natalie, " Küçük hanım şu an evde yok ! " diye bağırdı. Natalie'nin sinirleri gerilmiş ve elleri tiriyordu. Debra bir süre onu süzdü ve: " Hemen dönerim, sakin bir yere ayrılma " deyip odadan çıktı. Natalie de öyle yaptı oturmaya devam etti. Sonsuzluk gibi gelen bir sürenin sonunda babası ve annesi, terapistle birlikte odaya girdiler. Odaya girdiklerinde, şirin gözükmeye çalıştı ama ailesi bir sorun olduğunu anlamıştı. Babası bile ona acı dolu bir ifadeyle bakıyordu. Hastaneden çıkıp arabaya bindiklerinde merakı artmıştı ama bir tek kelime etmedi. Bir an önce eve gitmek istiyordu ve yol çok sıkıcıydı, kendini uykuya bıraktı.
Rüyasında gerçek olamayacak kadar korkunç bir ses duydu. Ama bu ses çok tanıdık bir sesti, bu ses kendi sesiydi ! Ve yankılanarak şöyle diyordu: " Zamanın tükendi ! " Sıçrayarak uyandı uykudan ve tüm vücudunun terlediğini farketti. Kalp atışlarının sesi kulağına kadar geliyordu. Alnından akan terin tadı tuzluydu, demir gibi değildi ve bu onu daha da korkuttu. Evde olmadığını fark etti, arabada da değildi. Beyaz bir oda da ki beyaz bir yatakta yatıyordu. Ayağa kalkmaya çalıştı ama fayda etmedi yatağa bağlanmıştı. Kilitlerini çözmeye çalışırken bir kapı açıldığını duyunca aniden durdu. Natalie'nin karşısında beyaz tişörtlü bir adam ellerini arkada birleştirmiş sadece durarak onu izliyordu. Adam: " Kafan karışmış olmalı. Seni bir süreliğine burada tutacağız. Sadece yardım etmek istiyoruz. Durumunu göz önüne alınca, ailen sana bazı zihinsel uyuşturucular verme teklifimizi kabul etti. " Natalie konuşmak için ağzını açtı ama hiç bir ses çıkaramadı. Adam, " Merak etme yakında düzeleceksin, sadece sakinleşmeye çalış. " dedi ve dışarı çıktı. Natalie yeniden kurtulmaya çalıştı ama fayda etmedi, el ve ayak bileklerinden yatağa bağlanmıştı. Adam geri geldiğinde Natalie'nin ağzına ve burnuna oksijen maskesine benzeyen bir alet koydu. Maskeden kurtulmak için çırpındı ama uyuşturucu gaz izin vermedi, yavaşça gözleri kapandı.
Asırlarca uyumuş gibi hissediyordu. Gözlerini yavaşça açtı ve gördüğü şey çok korkuttu. Kollarında çok sayıda tıbbi cihaz kabloları, enjektörler, serumlar, kan toplama cihazı ve EKG cihazi vardı. Gordukleri onu cok korkutmustu, cihazda nabzının yükseldiğini belirten grafikler çıktı. Doktorlardan birisi sinirlenip nabzı düşürmesi için diğerine bağırdı. Natalie burada ne olduğunu anlamıyordu ama anlamak için de zamanı yoktu, burdan hemen çıkmalıydı. Adrenalinin verdiği heycanla yataktan fırladı üstündeki kabloları hızla çıkarttı. Damarından söküp attığı enjektörün acısını bile hissetmemişti. Doktorlardan biri onu durdurmak istedi ama Natalie onu koluyla yere savurdu. Üç doktorda korkuyla geri çekildi. Adrenalin hormonu yavaş yavaş azalıyordu, yürümeye çalıştı ama ayağı takıldı. Nefesleri düzensizleşti. Görünüşü bulanıklaştı. Kalbi sıkışmıştı, artık nefes alamıyordu. Yere düşmeden önce hissedebildigi kalbindeki aci ve zeminin sogukluguydu.
Yavaşça uyandı. Yatakta yatarken karşısında doktorları gördü. Ama az önceki halinden eser kalmamıştı, çok iyi hissediyordu. Bir doktor ona dönmüş, sinirle bakıyordu. Ağzını balık gibi yapıyor, tam bir şey söyleyecekken tekrar kapatıyordu. En sonunda konuşabildi: " Ameliyat sırasında uyanmaman gerekirdi. Ameliyatı tamamlayamadığımız için ilaçların komplikasyonlarını bilmiyoruz. " Arkasını dönüp kızın raporlarını incelemeye başladı. Natalie ayağa kalkıp yatağın yanındaki küçük aynanın karşına geçti. Gözleri dikkatini çekti, şişmişti ama daha da ilginci renkleri değişmişti. Açık yeşil olmuşlardı. Ağzından yanaklarına uzanan dikiş duruyordu, onları tekrar gördüğüne mutlu olmuştu. Yine kalbinin sıkıştığını hissetti ama önemsemedi. Hafifçe bir tebessümle doktora döndü. Yavaşça doktora ilerledi ve " Doktor. " dedi. Doktor EKG cihazının arkasında ki bir düğmeye bastı ve sadece " Evet ....? " diyebildi. " Zamanın tükendi ! "
Hastanenin özel ameliyahanesine giden koridordan acı dolu bir çığlık koptu. İki hastane polisi ameliyathanenin şifreli kapısını açıp içeride ki kapıyı da kırıp içeri daldılar. Gördükleri ilk şey kandı. Yatakta duvarlarda, perdelerde, yerde, tavanda. Her yer hastalıklı bir çocuğun kaleminden fırlamış resim defteri gibiydi. Korumaların gözleri doktoru ararken, onu sedyeyle yatağın arasında bağlanmış halde gördüler. Doktorun her tarafından kanlar akıyordu, gözleri kafası karnı tüm vücudu parçalanmış haldeydi. Duvarda ise onun kanıyla yapılmış bir kız resmi ve yanında da ondan daha korkunç bir yazı vardı: " Zamanın tükendi " Natalie yavaşça onlara döndü. Yüzünde şeytani bir gülümsemeyle: " Merhaba çocuklar ! Benimle oynamak ister misiniz ? " Polislerden biri hızla silahını kabzasından çıkardı ama daha emniyeti açamadan kız üstüne çullandı ve onu yere düşürdü. Ameliyat masasından eline geçirdiği neşterle polisin bel hattını ikiye ayırdı. Mide, bağırsaklar, yere düştü. Kan ve organ sıvıları etrafa sıçradı. Diğer polis elindeki silahı, bir su tabancasıymış gibi korkuyla tutuyordu ve Natalie'nin yüzündeki şeytani ifade onu daha da korkutuyordu. Natalie yavaşça polise yaklaştı, eline vurup silahını düşürdü. Polis henüz kendini koruyamadan bıçağın midesine sapladığını ve içeride hareket edişini hissetti. Polisin kulağına yaklaşıp hafif bir sesle: " Zamanın doldu. " diye fısıldadı. Neşteri çıkarırken onunda organları yere düştü.
Natalie'nin annesi ve babası oda da uyuyorlardı. Annesi sokak kapısındaki tıklatma sesiyle uyandı. Kapıyı açmak için odadan dışarı çıktı. Kapının dışından birinin kıkırdama sesinin geldiğini sandı. Durup biraz dinledi, soğuk bir mezar taşı kadar sessizdi. Kapıyı yavaşça açarken tanıdık bir ses duydu. " Merhaba, Anne... " Natalie kapıyı tekmeledi ve içeri girdi. Ellerinde birer neşter tutuyordu. Kadın kaçmak isterken geriye doğru tökezledi ve askılıkta ki paltolardan birine tutundu. Askı ağırlığı daha fazla taşıyamadı ve kadın paltoyla birlikte düştü. Kafasını çok sert vurmuştu, her yeri hişsizleşti. Bilinci açıktı ve felç olduğunu hissedebiliyordu. Annesinin yanına geçip eğildi, göz göze geldiler. Ona kanlı neşterleri gösterdi. " Çok acı çekiyordum anne. " dedi. Annesi korunmak için kafasını çevirmeye çalıştı ama neşter yanağında derin bir yara açtı. Natalie kafasını salladı: " Zayıfsın, hiç bir şey yapamazsın. " Gerçekten de kadının tek yapabildiği balık gibi ağzını açıp kapatmak ve çırpınmaktı. Annesinin kafasını hafifçe kaldırıp vücudunu ileri taşıdı ve neşterle V kesiği açmaya başladı. Kadın çırpınmaya devam ediyordu. Natalie onun zamanının yaklaştığını biliyordu. Bu yüzden çırpınmasına aldırış etmeden kesiği tamamladı. Kaburgasını kırıp kalbine ulaşmak için boşluk açtı. Elini göğsünün içine soktu ve kalbine ulaştı. Kadının sıcak kalbi elinin içinde yavaşça kasılıp gevşiyordu. En sonunda kalbi yerinden söküp çıkarttı. Kan yüzüne üstüne ve her yere sıçradı. Kadının gözlerinde hızla sönen ışığa bakıyordu. " Tatlı rüyalar... " dedi yerdeki cesede. " Zamanın çoktan tükenmişti. " Elindeki kalbi kadının ağzına koyup, yanaklarını okşadı ve durdu. Henüz işi bitmemişti.
Natalie'nin babası yavaşça uyanırken eşinin gelmediğini fark etti. Gözlerini odanın karanlığına alıştırmaya çalışırken aniden Natalie üstüne çıktı. Korkunç sırıtısı ve yeşil gözleriyle karanlığı aydınlatıyordu. Üstüne bulaşmış kandan ağır demir kokusu geliyordu. Yüzüne üzgünlük ifadesi takınıp: "Ah tatlım, annecik gitti. Tüm o parayı kim alacak merak ediyorum. " Adamın kafasını sallayıp: " Tek önemsediğin buydu lanet olası, öyle değil mi !? " Adam bir anlık şaşkınlıktan sonra karşı koydu. Natalie'yi boynundan tutup yere fırlattı. Karnına kan öksürünceye kadar vurdu. "Hoşuna gidiyor öyle değil mi ? ", daha çok kan öksürdü. " Sonuçta bunu yapmayı yıllar önce kafana koymuştun. " Gözlerini kısıp " Sen benim kızım değilsin ! " Ağzından kan hücum ederken, gözlerini babasına dikip şeytani gülümsemesini takındı ve " Haklısın değilim. " dedi. Adamın bir anlık boşluğundan faydalanıp üstüne atladı ve yere düşürdü. İki neşteri de eline geçirdi ve: " Ne derler bilirsin ne kadar büyüksen, düşüşünde o kadar acılı olur. " dedi. Yatakta duran yastığı kapıp son gücüyle suratına bastırdı. Yastığı çektiğinde sürati felç olmuş gibi hareket edemiyordu. Adam bağırıyor, ağlıyor, açıdan inliyordu. " Sorun ne baba acı fazla mı geldi ! " Elindeki neşterleri alıp adamın karnına sapladı. Yatağın altından çocukken babasının onu dövdüğü tahta sopayı çıkardı. Sopayı eline alıp defalarca vurdu. Sopa o kadar sert geliyordu ki adam kemiklerinin kırıldığını hissedebiliyordu. Neredeyse nefesi kesilmişti, kan kusuyordu artık. Kendini daha fazla kuvvet uygulayıp vurmaya zorladı. Sonunda organları basınca dayanamayıp dışarı çıktı. Kan ve pıhtısı adamın yüzüne duvarlara ve yatağa sıçradı. Oda kırmızı kalemle boyanmış gibiydi.
İşte Natalie'nin en sevdiği kısım. Kardeşinin odası alt kattaydı, merdivenlerin ses çıkarmamasına dikkat ederek yavaşça aşağıya indi. Ağzından kan akarken yavaşça kapıyı açtı. Erkek kardeşi yatağında yoktu öyleyse nerede saklanıyordu ? " Sevgili kardeşim, tek istediğim biraz oyun oynamak, hepsi bu... " Odanın tam ortasına geldi ve en küçük çıtırtıyı, nefesi, öksürmeyi duyabilmek için öylece dinledi. Hatta bir işaret bulabilmek için havayı bile kokladı. Buldu da kokuşmuş bir şeyin kokusunu, iğrenç bir kokuyu...
Titreyerek yere düştü. Kan kaybı fazlaydı ve üşüyordu. Kardeşi arkasında kanlı bir beyzbol sopası ile durdu. Kardeşinin yüzü kızarmış, ateş püskürüyor gibiydi. Öfkeyle soluyor, Natalie her kalkmaya çalıştığında daha sert vuruyordu. " Annem derdi ki, her zaman en iyi vuruşunu yap ! " Kollarını dinlendirmeden önce son bir kez daha vurdu. Natalie'nin daha çok kanaması vardı ve daha çok üşümeye başladı. Açık yeşil gözlerindeki yaşam ışığı yavaşça sönmeye başladı. Bitmiş bir halde acıyla yukarı doğru baktı. Beyni ona hayatta kalması için yardım etmeye çalışıyor gibiydi; bu oda da geçirdiği zamanları hatırladı: Dört yıl boyunca, lanet bir seymiş gibi her gün dövülmüştü üstelik odasından dışarı adım bile atmıyorken, babası canı istediği zaman gelir ve dövüp giderdi. Bir an sonra az önce ne düşündüğünü unuttu, vücuduna sanki enerji nüfuz ediyordu. Hastalıklı bir kahkaha atmaya başladı. Kardeşi yine vurmak üzereydi ki Natalie sopayı tuttu. " Seni cehenneme yollayacağım kardeşim ! " Kardeşini havaya kaldırıp yatağa doğru fırlattı, çocuğun kafası hızla duvara çarptı. Hemen yanına gitti ve neşterle kollarını duvara sapladı. Çocuk çığlık atıyor, ağlıyordu. Neşterlerden birini kolundan çıkarırken çocuk daha da ağlamaya başladı. Sırıttı ve " Gözler vücudun en zayıf noktası derler. Acaba doğru mu ? " dedi. Soğuk neşteri dudaklarına götürüp yaladı. Gözlerine doğru yaklaşan bıçağa korkuyla baktı. Bıçak gözlerine girerken hayatında daha önce böyle bir acı hissetmediğini fark etti. Yardım istemek için avazı çıktığı kadar bağırdıysa da fazla uzun sürmedi. Natalie ağzına bir kumaş parçası takip: " Bu saatte komşuları uyandırmak istemeyiz değil mi ? " dedi. Göz çukurlarından kan akıyor, ağlamak istiyor ama göz yaşı gelmiyordu. Çalışma masasında duran makası alıp: " Bence bazı fazlalıklarından kurtulmaya ihtiyacın var kardeşim. " dedi. Aynen, sanat dersinde öğrendiği gibi kesmeye başladı, ama bu sefer kestiği kağıt değil, önündeki çocuğun derisiydi. Makası bağırsakarına saplayıp parçalara ayırmaya başladı. " Neyi seviyorum biliyor musun? Süsleme sanatı ! Sanırım bunları makarna ölçülerinde kesebilirim, çok lezzetli olacak ! " Kardeşinin yatağının altında bir alet çantası vardı, biraz kurcalayıp çekici buldu. Dizlerindeki ekkemleri kırdıktan sonra şimdi sıra ellerindeydi. Parmaklarını da çekiçle kırdı. Çocuk, bağırmayı kesti, öksürmeye başladı, kendi kanında boğuluyordu. Natalie, bezi çıkarınca çiçüğün kan ağzındaki kan havuzu yatağa akmaya başladı. " İşte kardeşim belki böyle daha rahat edersin ? " Parmaklarını ağzına sokup boğazına bastırdı ve çocuk öldü.
" Zaman doldu ! "
Natalie adında ki kız odasına yürüdü. Yatağının üstünde oyuncak zürafasını gördü. Bir süre ona baktı ve bir şey demeden banyoya yürüdü. Aynada kendine bakarken bir ses duydu. Pantolonunun cebinden eski tip bir kapaklı saat çıkardı, saate uzunca bir süre baktı. Cebinden neşterini çıkartıp saatin arka mekanizmasını soktu ve akrep geri de kalacak şekilde geri sardı. " Zamana göre yaşamak sadece acı verir. " dedi yavaşça. Neşteri eline alıp sağ gözünü çıkarttı, sol gözünde görüntü kırmızı ve bulanıktı. Lavaboya düşen gözünü yavaşça parçaladı. Göz çukurunu tam saatin yerleşeceği oranda kazıdı.
" Ben...Clockwork'üm... "
Natalie adındaki kız yavaşça yanan evinden uzaklaştı. İçerde yanan oyuncak zürafası ve ailesinin cesetleriydi. Sokağa çıktı kapüşonunu kafasına çekince yüzünün görünmediğinden emindi.
Kız odasına doğru gelen ayak seslerini duyunca zürafasına daha da sarıldı. Kızın odasının kapısı hiddetle açıldı ve bir dev gibi gözüken sinirli babası odasında belirdi. Masada duran bir ders kitabını elliyle sertçe tuttu. Karısı ona durmasını söylüyordu ama adam dinlemedi. Mary ağlamaya ve yakarmaya başladı. Adam kızı yakasından tuttu ve karnına doğru bir tekme savurdu. Kız korkudan titreyip sarsılmaya başladı. Adam kitabı alıp kıza bir daha vurdu ve iğrenç bir bir sesle: " Bu duvarlarımı boyadığın için lanet olası pislik ! "
Yıllar sonra Natalie adında ki bu çocuk on yedi yaşında güzel bir kızdı. Yaşıtlarının yaptığı gibi o da televizyon seyredip kitap okuyup derslerine çalışıyordu. Babası ise zamanını televizyonda ki anlamadan yorum yaptığı ekonomi programlarını izleyerek öldürüyordu. Aslında o programları Natalie de anlamıyordu ama bu onun umrunda değildi. Natalie bir başka şeyle daha meşguldü, tam da şu an olduğu gibi: resim çizmek ve bu konu da gerçekten başarılıydı da. Çizdiği şey bir miktar kan pıhtısıydı ama onun asıl sevdiği kandı. Kan onun en sevdiğiydi, ona değişik bir zevk veriyordu. Her şeyden önemlisi resimdi, resim onun tutkusu ve yeteneğiydi. En önemlisi de dünyadan, insanlardan ve tüm gerçeklikten kaçış yoluydu.
" Geldik. " Okulun girişindeki büyük tabelaya baktı. " Walker Vill Yaratıcı Sanatlar Enstitüsü " Derin bir iç çekip çantasıyla arabadan çıktı. Annesine " Görüşürüz " dedikten sonra kapıyı kapattı. Okul binasına yürürken bir kaç çocuğun sohbet edip şakalaştıklarını gördü, Natalie'yle çocuklar uzaktan bir süre bakıştılar, Natalie yaklaşınca çocuklar dağıldı. Derse beş dakika geciktiğini farkedip koşarak 3. kattaki dolabına çıktı kitaplarını alıp sınıfa koştu. Sırasına oturduktan sonra İngilizce öğretmeni önüne dikilip, " Ödevinizi görebilir miyim, Bayan Ouelette ? " dedi. Natalie basını hayır anlamında sallayıp: " Aa şey evde unuttum... " dedi. Öğretmenin homurdanmasını duyabiliyordu. " Zamanınız tükendi, Bayan Ouelette... " dedi ve devam etti, " Gerçekten hayal kırıklığına uğradım. " O sırada Natalie bir şeyi anlamaya çalışıyordu, öğretmenin bu sözcükleri onu mutlu etmişti sadece sebebini anlayamadı. Fazla önemsemeyip dersi dinlemeye devam etti. Bir an içi geçtiyse de kendini toparladı.
Dördüncü ders için dolabından kitaplarını alrken sevgilisi, Chris, yanına gelip: " Okuldan sonra beni bul, konuşmalıyız " dedi. Natalie, ona evet anlamında tatlı bir şekilde gülümsedi. Chris gerçekten yakışıklı ve hoş bir oğlandı.
Fransızca dersinde Natalie sevdiği şeyleri çizmeye cesaret edebildi: Pıhtı ve kan, bıçaklar ve bıçaklanmış insanlar. Diğer insanlar ona bu şeylerin sadistçe olduğunu söylese de o bunda bir yanlışlık göremiyordu. Bu karanlık daima onun bir parçası gibiydi. " Bayan Ouelette ! " Çizimlerini hemen kolunun altına koydu ve öğretmenine baktı. " Evet...? " Adam başını hafifçe sallayarak kolunun altındaki defteri işaret etti: " Ödevini göster. " Tereddüt içinde kolunu çekerken çizimleri ortaya çıktı. Öğretmen şaşkın bir ifadeyle bir süre kıza baktı. Kız affedilmek ister gibi gülümsüyordu. " Bunları hemen sil, ve ödevini yapmaya başla. " dedi öğretmen. Öğretmen uzaklaşırken Natalie çizimlerini siliyordu ki adam bir anda durdu ve: " Bayan Ouelette, zamanınız tükenmek üzere ödevinizi bir an önce bitirmenizi öneririm. " Natalie anlaşılmaz bir şeyler söyleyip homurdandı. Zamanın, ona her zaman bir düşmanlığı var gibiydi. " Zaman denilen şeyin canı cehenneme ! " diye düşündü. Chris'i okulun dışındaki çitlerin olduğu kaldırımda beklerken gördü. Gülümseyerek sevgilisine yürürken bugünü en azından onun renklendirebileceğini düşünüyordu. Ama düşünceleri ve gülümsemesi bıçak gibi kesildi. Chris hiç mutlu gözükmüyordu. " Chris sorun nedir? Ne konuşacağız ? " "Natalie bak bence biz artık yani...biz artık ay...ayrılmamız gerek." Kalbi kırılmıştı. ".....Peki neden ? " Chris çirkin bir bakış attı ve, " Senin hayal dünyan, çizimlerin benim ödümü koparıyor. Bence sende çok yanlış bir şeyler var gerçekten yanlış...En kötüsüde bana niye böyle davrandığını hiç söylemiyorsun. Tüm bunlar bana kendimi sorumsuz hissettiriyor. Ben hayır, gerçekten bu kadar yeter devam edemeyeceğim... " dedi ve arkasını dönüp yürümeye başladı.
...Bir süre sonra...
Dustan çıkınca aynada kendine baktı, gözü seğiriyordu. " Diğerleri gibi olup kendimi incitmiyeceğim. Güçlü kalacağım " Elinde siyah bir iğneyle bir parça iplik tutuyordu. " Anlamsız, bunun hiç bir önemi yok. " Bilinçaltı ona garip bir his yaşattı, ama ne hissi olduğunu anlamadı. Sessizce kıkırdadı: " Bunu yapmayı gerçekten çok istiyorum. " Elindeki ipi tutup iğnenin ucuna geçirdi. Yüzüne sahte bir gülücük yerleştirip: " Zamanın tükendi... " dedi. Parçaladı parçaladı parçaladı, kesti ve yine kesti... Bu çok acırı verici bir şeydi ama buna rağmen, uyuşturucu kullnanmadığı gibi bir damla bile göz yaşı dökmedi. Artık göz yaşı dökmek yok, diye düşündü. Artık hep gülümseyecekti. Akan kan yavaşça dudaklarına süzülüyor, en sevdiği şeyin demirin tadını alıyordu. Bittiğinde, sanat eserine hayranlık içinde baktı. Dikişler korkunç gözüküyordu yinede onları yavaşça okşadı. Dikişler dudaklarından başlayıp yanaklarına doğru yukarı biçimde yol alıyor ona sürekli gülüyormuş görünümü veriyordu. Ama bu bile güzelliğini silmeye yetmemişti. Yüzündeki kanın sıcaklığını hissetti, yüzünü sildi ve parmaklarına kan bulaştı. Parmaklarını dudaklarına götürüp yavaşça emdi ve yine demir tadı aldı, kanın tadını. Bu tat ona her şeyden daha güzel geliyordu, demirin verdiği o ekstazi hissini seviyordu. Aynada kendine bakarken bir anda annesinin yansımasını gördü. Korku ve çaresizlik hisleriyle tek diyebildiği "Anne ...?" oldu.
Annesi Natalie'yi psikolojik terapiye başlattı. Dikişlerden kurtulmanın ne kadar acı verici olduğunu tahmin ettiği için terapiste gitmeye karar vermişlerdi. Kapüşonunu kafasına çekince yüzünün görünmediğinden emindi. Terapist kadının karşındaki deri koltukta otururken canı çok sıkılmıştı. Sessizliği bozan terapist oldu: " Natalie değil mi ? " " Evet " anlamında başını salladı. " Adım Debra, bu terapi de pskiyastristin ben olacağım. İstersen biraz sorunlarından konuşalım ne dersin ? " Genç kız öylece bakıp: " Zaman... benim sorunum zaman. " Debra şaşırmış görünüyordu: " Nasil yani... ? " Natalie bir anda ellerini kaldırıp koltuğun kollarına koydu ve " Zamanla ilgili her şey ! Bununla yaşamak zorunda kalıyorum, insanlar bir ucubeymişim gibi davranıyor. Hayat işkence haline geliyor. Tam bir kısır döngü; zaman tükenmiyor, hızlanmıyor, yavaşlamıyor. Bu çok acı verici bir şey her günüm bu hisle geçiyor sonra başka bir gün ve sonra yine... Bu histen ne zaman kurtulmaya çalışsam beni kendine çekiyor, beni tüketiyor. " Natalie kesinlikle dediklerinin farkında değildi ne dediğini bilmiyordu. Kendini hiç iyi hissetmiyordu. Acaba kötü hissetmesinin sebebi her şeyi içine atması mıydı ? Hayır böyle bir şey kesinlikle imkansızdı, yine de bir sebepten ötürü insanlarla paylaşmamayı seviyordu. Debra koltuğunu Natalie'ye doğru yaklaştırdı: " Tatlım, söylemeni istediğim şey yüzüne ne olduğu. " Natalie yine, bir japon balığı gibi boş gözlerle bakmaya başladı. Yüzüne kibirli bir gülümseme yerleştirip: " Bunu sen söyleyeceksin sarı kafa terapist olan sensin. " Gülerken dikişleri geriliyor, canını yakıyordu. Debra sinirlenmeye başlamıştı: " Eğer sen bana yardımcı olmazsan bende sana yardımcı olamam küçük hanım ! " Natalie, " Küçük hanım şu an evde yok ! " diye bağırdı. Natalie'nin sinirleri gerilmiş ve elleri tiriyordu. Debra bir süre onu süzdü ve: " Hemen dönerim, sakin bir yere ayrılma " deyip odadan çıktı. Natalie de öyle yaptı oturmaya devam etti. Sonsuzluk gibi gelen bir sürenin sonunda babası ve annesi, terapistle birlikte odaya girdiler. Odaya girdiklerinde, şirin gözükmeye çalıştı ama ailesi bir sorun olduğunu anlamıştı. Babası bile ona acı dolu bir ifadeyle bakıyordu. Hastaneden çıkıp arabaya bindiklerinde merakı artmıştı ama bir tek kelime etmedi. Bir an önce eve gitmek istiyordu ve yol çok sıkıcıydı, kendini uykuya bıraktı.
Rüyasında gerçek olamayacak kadar korkunç bir ses duydu. Ama bu ses çok tanıdık bir sesti, bu ses kendi sesiydi ! Ve yankılanarak şöyle diyordu: " Zamanın tükendi ! " Sıçrayarak uyandı uykudan ve tüm vücudunun terlediğini farketti. Kalp atışlarının sesi kulağına kadar geliyordu. Alnından akan terin tadı tuzluydu, demir gibi değildi ve bu onu daha da korkuttu. Evde olmadığını fark etti, arabada da değildi. Beyaz bir oda da ki beyaz bir yatakta yatıyordu. Ayağa kalkmaya çalıştı ama fayda etmedi yatağa bağlanmıştı. Kilitlerini çözmeye çalışırken bir kapı açıldığını duyunca aniden durdu. Natalie'nin karşısında beyaz tişörtlü bir adam ellerini arkada birleştirmiş sadece durarak onu izliyordu. Adam: " Kafan karışmış olmalı. Seni bir süreliğine burada tutacağız. Sadece yardım etmek istiyoruz. Durumunu göz önüne alınca, ailen sana bazı zihinsel uyuşturucular verme teklifimizi kabul etti. " Natalie konuşmak için ağzını açtı ama hiç bir ses çıkaramadı. Adam, " Merak etme yakında düzeleceksin, sadece sakinleşmeye çalış. " dedi ve dışarı çıktı. Natalie yeniden kurtulmaya çalıştı ama fayda etmedi, el ve ayak bileklerinden yatağa bağlanmıştı. Adam geri geldiğinde Natalie'nin ağzına ve burnuna oksijen maskesine benzeyen bir alet koydu. Maskeden kurtulmak için çırpındı ama uyuşturucu gaz izin vermedi, yavaşça gözleri kapandı.
Asırlarca uyumuş gibi hissediyordu. Gözlerini yavaşça açtı ve gördüğü şey çok korkuttu. Kollarında çok sayıda tıbbi cihaz kabloları, enjektörler, serumlar, kan toplama cihazı ve EKG cihazi vardı. Gordukleri onu cok korkutmustu, cihazda nabzının yükseldiğini belirten grafikler çıktı. Doktorlardan birisi sinirlenip nabzı düşürmesi için diğerine bağırdı. Natalie burada ne olduğunu anlamıyordu ama anlamak için de zamanı yoktu, burdan hemen çıkmalıydı. Adrenalinin verdiği heycanla yataktan fırladı üstündeki kabloları hızla çıkarttı. Damarından söküp attığı enjektörün acısını bile hissetmemişti. Doktorlardan biri onu durdurmak istedi ama Natalie onu koluyla yere savurdu. Üç doktorda korkuyla geri çekildi. Adrenalin hormonu yavaş yavaş azalıyordu, yürümeye çalıştı ama ayağı takıldı. Nefesleri düzensizleşti. Görünüşü bulanıklaştı. Kalbi sıkışmıştı, artık nefes alamıyordu. Yere düşmeden önce hissedebildigi kalbindeki aci ve zeminin sogukluguydu.
Yavaşça uyandı. Yatakta yatarken karşısında doktorları gördü. Ama az önceki halinden eser kalmamıştı, çok iyi hissediyordu. Bir doktor ona dönmüş, sinirle bakıyordu. Ağzını balık gibi yapıyor, tam bir şey söyleyecekken tekrar kapatıyordu. En sonunda konuşabildi: " Ameliyat sırasında uyanmaman gerekirdi. Ameliyatı tamamlayamadığımız için ilaçların komplikasyonlarını bilmiyoruz. " Arkasını dönüp kızın raporlarını incelemeye başladı. Natalie ayağa kalkıp yatağın yanındaki küçük aynanın karşına geçti. Gözleri dikkatini çekti, şişmişti ama daha da ilginci renkleri değişmişti. Açık yeşil olmuşlardı. Ağzından yanaklarına uzanan dikiş duruyordu, onları tekrar gördüğüne mutlu olmuştu. Yine kalbinin sıkıştığını hissetti ama önemsemedi. Hafifçe bir tebessümle doktora döndü. Yavaşça doktora ilerledi ve " Doktor. " dedi. Doktor EKG cihazının arkasında ki bir düğmeye bastı ve sadece " Evet ....? " diyebildi. " Zamanın tükendi ! "
Hastanenin özel ameliyahanesine giden koridordan acı dolu bir çığlık koptu. İki hastane polisi ameliyathanenin şifreli kapısını açıp içeride ki kapıyı da kırıp içeri daldılar. Gördükleri ilk şey kandı. Yatakta duvarlarda, perdelerde, yerde, tavanda. Her yer hastalıklı bir çocuğun kaleminden fırlamış resim defteri gibiydi. Korumaların gözleri doktoru ararken, onu sedyeyle yatağın arasında bağlanmış halde gördüler. Doktorun her tarafından kanlar akıyordu, gözleri kafası karnı tüm vücudu parçalanmış haldeydi. Duvarda ise onun kanıyla yapılmış bir kız resmi ve yanında da ondan daha korkunç bir yazı vardı: " Zamanın tükendi " Natalie yavaşça onlara döndü. Yüzünde şeytani bir gülümsemeyle: " Merhaba çocuklar ! Benimle oynamak ister misiniz ? " Polislerden biri hızla silahını kabzasından çıkardı ama daha emniyeti açamadan kız üstüne çullandı ve onu yere düşürdü. Ameliyat masasından eline geçirdiği neşterle polisin bel hattını ikiye ayırdı. Mide, bağırsaklar, yere düştü. Kan ve organ sıvıları etrafa sıçradı. Diğer polis elindeki silahı, bir su tabancasıymış gibi korkuyla tutuyordu ve Natalie'nin yüzündeki şeytani ifade onu daha da korkutuyordu. Natalie yavaşça polise yaklaştı, eline vurup silahını düşürdü. Polis henüz kendini koruyamadan bıçağın midesine sapladığını ve içeride hareket edişini hissetti. Polisin kulağına yaklaşıp hafif bir sesle: " Zamanın doldu. " diye fısıldadı. Neşteri çıkarırken onunda organları yere düştü.
Natalie'nin annesi ve babası oda da uyuyorlardı. Annesi sokak kapısındaki tıklatma sesiyle uyandı. Kapıyı açmak için odadan dışarı çıktı. Kapının dışından birinin kıkırdama sesinin geldiğini sandı. Durup biraz dinledi, soğuk bir mezar taşı kadar sessizdi. Kapıyı yavaşça açarken tanıdık bir ses duydu. " Merhaba, Anne... " Natalie kapıyı tekmeledi ve içeri girdi. Ellerinde birer neşter tutuyordu. Kadın kaçmak isterken geriye doğru tökezledi ve askılıkta ki paltolardan birine tutundu. Askı ağırlığı daha fazla taşıyamadı ve kadın paltoyla birlikte düştü. Kafasını çok sert vurmuştu, her yeri hişsizleşti. Bilinci açıktı ve felç olduğunu hissedebiliyordu. Annesinin yanına geçip eğildi, göz göze geldiler. Ona kanlı neşterleri gösterdi. " Çok acı çekiyordum anne. " dedi. Annesi korunmak için kafasını çevirmeye çalıştı ama neşter yanağında derin bir yara açtı. Natalie kafasını salladı: " Zayıfsın, hiç bir şey yapamazsın. " Gerçekten de kadının tek yapabildiği balık gibi ağzını açıp kapatmak ve çırpınmaktı. Annesinin kafasını hafifçe kaldırıp vücudunu ileri taşıdı ve neşterle V kesiği açmaya başladı. Kadın çırpınmaya devam ediyordu. Natalie onun zamanının yaklaştığını biliyordu. Bu yüzden çırpınmasına aldırış etmeden kesiği tamamladı. Kaburgasını kırıp kalbine ulaşmak için boşluk açtı. Elini göğsünün içine soktu ve kalbine ulaştı. Kadının sıcak kalbi elinin içinde yavaşça kasılıp gevşiyordu. En sonunda kalbi yerinden söküp çıkarttı. Kan yüzüne üstüne ve her yere sıçradı. Kadının gözlerinde hızla sönen ışığa bakıyordu. " Tatlı rüyalar... " dedi yerdeki cesede. " Zamanın çoktan tükenmişti. " Elindeki kalbi kadının ağzına koyup, yanaklarını okşadı ve durdu. Henüz işi bitmemişti.
Natalie'nin babası yavaşça uyanırken eşinin gelmediğini fark etti. Gözlerini odanın karanlığına alıştırmaya çalışırken aniden Natalie üstüne çıktı. Korkunç sırıtısı ve yeşil gözleriyle karanlığı aydınlatıyordu. Üstüne bulaşmış kandan ağır demir kokusu geliyordu. Yüzüne üzgünlük ifadesi takınıp: "Ah tatlım, annecik gitti. Tüm o parayı kim alacak merak ediyorum. " Adamın kafasını sallayıp: " Tek önemsediğin buydu lanet olası, öyle değil mi !? " Adam bir anlık şaşkınlıktan sonra karşı koydu. Natalie'yi boynundan tutup yere fırlattı. Karnına kan öksürünceye kadar vurdu. "Hoşuna gidiyor öyle değil mi ? ", daha çok kan öksürdü. " Sonuçta bunu yapmayı yıllar önce kafana koymuştun. " Gözlerini kısıp " Sen benim kızım değilsin ! " Ağzından kan hücum ederken, gözlerini babasına dikip şeytani gülümsemesini takındı ve " Haklısın değilim. " dedi. Adamın bir anlık boşluğundan faydalanıp üstüne atladı ve yere düşürdü. İki neşteri de eline geçirdi ve: " Ne derler bilirsin ne kadar büyüksen, düşüşünde o kadar acılı olur. " dedi. Yatakta duran yastığı kapıp son gücüyle suratına bastırdı. Yastığı çektiğinde sürati felç olmuş gibi hareket edemiyordu. Adam bağırıyor, ağlıyor, açıdan inliyordu. " Sorun ne baba acı fazla mı geldi ! " Elindeki neşterleri alıp adamın karnına sapladı. Yatağın altından çocukken babasının onu dövdüğü tahta sopayı çıkardı. Sopayı eline alıp defalarca vurdu. Sopa o kadar sert geliyordu ki adam kemiklerinin kırıldığını hissedebiliyordu. Neredeyse nefesi kesilmişti, kan kusuyordu artık. Kendini daha fazla kuvvet uygulayıp vurmaya zorladı. Sonunda organları basınca dayanamayıp dışarı çıktı. Kan ve pıhtısı adamın yüzüne duvarlara ve yatağa sıçradı. Oda kırmızı kalemle boyanmış gibiydi.
İşte Natalie'nin en sevdiği kısım. Kardeşinin odası alt kattaydı, merdivenlerin ses çıkarmamasına dikkat ederek yavaşça aşağıya indi. Ağzından kan akarken yavaşça kapıyı açtı. Erkek kardeşi yatağında yoktu öyleyse nerede saklanıyordu ? " Sevgili kardeşim, tek istediğim biraz oyun oynamak, hepsi bu... " Odanın tam ortasına geldi ve en küçük çıtırtıyı, nefesi, öksürmeyi duyabilmek için öylece dinledi. Hatta bir işaret bulabilmek için havayı bile kokladı. Buldu da kokuşmuş bir şeyin kokusunu, iğrenç bir kokuyu...
Titreyerek yere düştü. Kan kaybı fazlaydı ve üşüyordu. Kardeşi arkasında kanlı bir beyzbol sopası ile durdu. Kardeşinin yüzü kızarmış, ateş püskürüyor gibiydi. Öfkeyle soluyor, Natalie her kalkmaya çalıştığında daha sert vuruyordu. " Annem derdi ki, her zaman en iyi vuruşunu yap ! " Kollarını dinlendirmeden önce son bir kez daha vurdu. Natalie'nin daha çok kanaması vardı ve daha çok üşümeye başladı. Açık yeşil gözlerindeki yaşam ışığı yavaşça sönmeye başladı. Bitmiş bir halde acıyla yukarı doğru baktı. Beyni ona hayatta kalması için yardım etmeye çalışıyor gibiydi; bu oda da geçirdiği zamanları hatırladı: Dört yıl boyunca, lanet bir seymiş gibi her gün dövülmüştü üstelik odasından dışarı adım bile atmıyorken, babası canı istediği zaman gelir ve dövüp giderdi. Bir an sonra az önce ne düşündüğünü unuttu, vücuduna sanki enerji nüfuz ediyordu. Hastalıklı bir kahkaha atmaya başladı. Kardeşi yine vurmak üzereydi ki Natalie sopayı tuttu. " Seni cehenneme yollayacağım kardeşim ! " Kardeşini havaya kaldırıp yatağa doğru fırlattı, çocuğun kafası hızla duvara çarptı. Hemen yanına gitti ve neşterle kollarını duvara sapladı. Çocuk çığlık atıyor, ağlıyordu. Neşterlerden birini kolundan çıkarırken çocuk daha da ağlamaya başladı. Sırıttı ve " Gözler vücudun en zayıf noktası derler. Acaba doğru mu ? " dedi. Soğuk neşteri dudaklarına götürüp yaladı. Gözlerine doğru yaklaşan bıçağa korkuyla baktı. Bıçak gözlerine girerken hayatında daha önce böyle bir acı hissetmediğini fark etti. Yardım istemek için avazı çıktığı kadar bağırdıysa da fazla uzun sürmedi. Natalie ağzına bir kumaş parçası takip: " Bu saatte komşuları uyandırmak istemeyiz değil mi ? " dedi. Göz çukurlarından kan akıyor, ağlamak istiyor ama göz yaşı gelmiyordu. Çalışma masasında duran makası alıp: " Bence bazı fazlalıklarından kurtulmaya ihtiyacın var kardeşim. " dedi. Aynen, sanat dersinde öğrendiği gibi kesmeye başladı, ama bu sefer kestiği kağıt değil, önündeki çocuğun derisiydi. Makası bağırsakarına saplayıp parçalara ayırmaya başladı. " Neyi seviyorum biliyor musun? Süsleme sanatı ! Sanırım bunları makarna ölçülerinde kesebilirim, çok lezzetli olacak ! " Kardeşinin yatağının altında bir alet çantası vardı, biraz kurcalayıp çekici buldu. Dizlerindeki ekkemleri kırdıktan sonra şimdi sıra ellerindeydi. Parmaklarını da çekiçle kırdı. Çocuk, bağırmayı kesti, öksürmeye başladı, kendi kanında boğuluyordu. Natalie, bezi çıkarınca çiçüğün kan ağzındaki kan havuzu yatağa akmaya başladı. " İşte kardeşim belki böyle daha rahat edersin ? " Parmaklarını ağzına sokup boğazına bastırdı ve çocuk öldü.
" Zaman doldu ! "
Natalie adında ki kız odasına yürüdü. Yatağının üstünde oyuncak zürafasını gördü. Bir süre ona baktı ve bir şey demeden banyoya yürüdü. Aynada kendine bakarken bir ses duydu. Pantolonunun cebinden eski tip bir kapaklı saat çıkardı, saate uzunca bir süre baktı. Cebinden neşterini çıkartıp saatin arka mekanizmasını soktu ve akrep geri de kalacak şekilde geri sardı. " Zamana göre yaşamak sadece acı verir. " dedi yavaşça. Neşteri eline alıp sağ gözünü çıkarttı, sol gözünde görüntü kırmızı ve bulanıktı. Lavaboya düşen gözünü yavaşça parçaladı. Göz çukurunu tam saatin yerleşeceği oranda kazıdı.
" Ben...Clockwork'üm... "
Natalie adındaki kız yavaşça yanan evinden uzaklaştı. İçerde yanan oyuncak zürafası ve ailesinin cesetleriydi. Sokağa çıktı kapüşonunu kafasına çekince yüzünün görünmediğinden emindi.
ÇN: Merhaba arkadaşlar ben yeni yazarınız Ash Ketchum. Sevdiğim şeyler anime, karanlık sanatlar, edebiyat. Bu ismi almamın nedeni Pokemon'da ki Ash hatta bazen Ash'e benzediğimi de düşünüyorum. İlk çevirim olduğu için kusurlarım olursa affedin. Umarım size ve siteye layık biri olabilirim. ^-^
9 Şubat 2015 Pazartesi
" A Warning "
Bunu sizin için yapıyorum. Ve,galiba, Mike için de. Bu noktada onun için yapabileceğim fazla bir şey yok gerçi.
Sanırım ilk başta ön bilgi vermeliyim. Boston'da oldukça iyi bir üniversitede 2. sınıf öğrencisiyim--hayır, MIT ya da Harvard değil,ama yine de kabul edilebilmek için uğraştıran bir yer; en azından insanları ilgi çekici olabilirdi.
Oda arkadaşı için istekleri alan gizli algoritma her neyse, tercihlerimi aldı ve gelecekti oda arkadaşımın adını verdi: Mike, St. Louis'den başka bir onur çocuğu daha. Benim Miley Cyrus hayranlığıma rağmen,üniversitenin ilk yılı boyunca gayet iyi anlaştık. Bu yüzden ikinci yılı da oda arkadaşı olarak geçirmeye karar verdik.
Pekala, Mike her zaman fazlasıyla saplantılı biriydi. İlgi alanları arasında sıçrama eğilimi vardı; bir hafta bütün bir anime serisini bitirirdi, daha sonra Gizemli Bilim Tiyatrosu 3000'i izlerdi, ardından en güncel çizgi roman serilerine yönelirdi. Ve, tabi ki, her takıntılı insan gibi, beni en son takıntısından haberdar ederdi. Onunla şakalaşırdım; oda arkadaşları ne için vardır ki zaten?
Bu haftanın önceki günlerinde bana karışık korku hikayeleri anlatmaya başladı. Bilirsiniz, şu mesaj forumlarında bulunanlardan. Galiba ana kaynağı "Creepypasta" denen site (Bir makarnanın* neden korkutucu olacağını hiç çözemedim, ama her neyse) . Sağlık öğrencisinin kol yediğini duyardım, ya da birinin canlı canlı otopsiye alındığını, veya izlenince sizi delirten YouTube videolarını. Genelde her birine dolu dolu gülerdik.
Ancak saplantısının 3. gününde işler garipleşti.Ben yatağa gitmeden önce bir kaç hikaye daha anlattı, ama bir şeyler yanlıştı. Sesinin keskin bir tonu vardı. Saat ilerledikçe anlattıkları daha da anlamsızlaşmaya başladı. Gerçek şu ki, yatağa gitme saatini ertemeleye çalışıyorduk. Sonunda bir şey ifade etmek istercesine yatağa girdim ve konuşmayı bitirmek için diğer tarafa döndüm. Yapmamış olmayı dilerdim.
Kütük gibi uyudum, ve o gece diğerlerinden farklı değildi. Uyanma noktasına yaklaştığımı bile hatırlamıyorum. Normalde hiçbir rüyamı hatırlamam, ama o gece gördüğüm kabus günlerdir net bir şekilde kafamda. Rüyamda yüzümün önündeki ellerimi bile göremeyeceğim kadar yoğun bir sisin içindeydim. Nemli hava tüylerimi diken diken ediyordu. Uzaktan gelen boğuk çığlıkları duyabiliyordum. Herhangi bir sözcük yok gibiydi, sadece gırtlaktan gelen acı çığlıkları. Hemen (nasıl olduğunu sormayın) çığlıkların Mike'a ait olduğunu anladım. Ona koşmak için elimden geleni yaptım, ama ayaklarım siste kayıp durdu; zemini bulamıyordum, tabi eğer bir zemin varsa. Çığlıklar uzaklaştı ve daha belirsiz bir hale geldi, yine de çığlıkların Mike'a ait olduğunu hala anlayabiliyordum. En sonunda yok oldular ve uyandım.
Ve Mike'ın varlığını belirten her şey odadan silinip gitmişti.
Her şey. Leptopu, örtüleri, duvardaki orijinal "Zombiler Arasında Hayatta Kalma Rehberi" posteri,pencere kenarında birikmesine izin verdiği çöp yığını--- ne varsa hepsi. Kalın bir toz tabakası odanın ona ait olan tarafını kaplamıştı. Benim tarafımdaki hiçbir şeye dokunulmamıştı, ya da banyoda,mutfakta veya oturma odasında duran onun eşyalarına. Sadece yatak odasındakiler alınmıştı.
Buna inanamadım. Rüya olması için dua ettim. Derim kızarıncaya, tırnaklarım orayı kanatıncaya kadar dirseğimi çimdikledim. Uyanmadığımda kampüs güvenliğini aradım, vakit kaybetmeden Boston polis bölümünü çağırdılar. Odadan dışarı atılmıştım, böylece düzgün telli fırçalarıyla her şeyi inceleyebilirlerdi.
Sanırım şoka girmiştim. Tamamen hissizleşmiştim, sanki hiçbir şey umrumda değildi. Leptopumu ortak salonda bırakmıştım, o yüzden onu dikkatimi dağıtmak için kullandım-- ya da denedim. Leptopun kapağını açtığımda karşıma bir belge çıktı. Orda yazan şeyler bunlardı:
"Biliyorum bu aptalca. Sabah olunca buna ne kadar pişman olacağımı düşünmeden edemiyorum, ama bir nedenden dolayı gerçekten korkmuş hissediyorum ve bu birine nedenini söyleyebileceğim tek yol gibi. İşte böyle başlıyor: bir süre önce internette kısa korku hikayeleri, ayinler, korkunç yerlerin hikayeleri, ve bunun gibi şeyleri araştırıyordum. Daha sonra şu... uyarıyla karşılaştım. Ne olduğunu , ya da gidip bulursunuz diye korktuğumdan nerde olduğunu söylemeyeceğim. Bütün bedenimi ürperttiğini söylemek yeterli olacaktır. Benim alışkanlıklarımdan birine dönüştüğü için linke tıkladım ve tavşan deliğinin daha da derinlerine indim.
Uyarı, arka plana atmak için başka bir şeye odaklanıncaya kadar kafamın arka tarafında durdu. Bu çok mantıksızdı, biliyordum; zihnim benimle oyunlar oynuyordu. Atalardan kalma bir korkuydu, sadece asırlık bir kabustu--bir kabus, ne fazlası ne azı. Ama bu korkuyu uzaklaştırmadı. Daha sonra saate baktım ve kafama dank etti, bütün bir zamanı beni durdurmaya çalışan uyarıyı düşünerek geçirmiştim. (Belirsizlik endişelenmen gereken bir şey değil, yemin ediyorum)
Daha sonra asıl kaygı başladı. Avuçlarım terliyordu, ve göz kapaklarım 1 saniyeden fazla kapalı kalmayı reddediyordu. Bütün tüylerim diken diken olmuştu, kalp atışlarımın hızlandığını hissedebiliyordum. O anda, uyarının gerçek olduğu anladım. Ve ben dikkate almamıştım. Zamanım kısıtlıydı.
O anda sen televizyon istasyonundan döndün. Birini gördüğüm için çok mutluydum, kulağa nasıl geldiğini hayal bile edemiyorum. En sonunda, karanlıkla savaşabileceğim, korkutucu gelen geceye karşı durabileceğim biriyleydim. Ama açık bir şekilde ilgisizdin; esnemelerin net bir imaydı. Yatağa gittin, ve ben (uykuyu ertelemek için) sana bunu yazmaya karar verdim. Bana bir iyilik yap- eğer hatalıysam bunun olduğunu unut. Eğer haklıysam....onları uyar."
Şu an bunu yapıyorum. Sizi uyarıyorum. Sadece dikkatli olun. Creepypasta arşivine gittiğiniz zaman, favori sitenizin korku bölümünü kontrol ederken, hatta Google'da "Korkunç hikayeler" diye ararken okuduğunuz uyarı yüzünden ürperip titrerseniz dikkate almanızda yarar var. Eğer dikkat etmek istemiyorsanız-- kendi kafanıza göre davranıp tıklarsanız-- Mike'a sisin içinde ona ulaşamadığım için üzgün olduğumu söyleyin.
Ç.N:
*Pasta: Aslında "makarna" demektir, orda kelime oyunu yapmış :D
Pekala, benim de şahsen uyarıları önemsememek (aslında hiç okumamak) gibi bir huyum var o_O
Özellikle korku hikayelerinde :D Hadi ama, hangimiz dikkate alıyoruz? ( ̄▽ ̄)ノ
Bu arada, sol üstteki arama kutusunu fark ettiniz değil mi? :3
Sanırım ilk başta ön bilgi vermeliyim. Boston'da oldukça iyi bir üniversitede 2. sınıf öğrencisiyim--hayır, MIT ya da Harvard değil,ama yine de kabul edilebilmek için uğraştıran bir yer; en azından insanları ilgi çekici olabilirdi.
Oda arkadaşı için istekleri alan gizli algoritma her neyse, tercihlerimi aldı ve gelecekti oda arkadaşımın adını verdi: Mike, St. Louis'den başka bir onur çocuğu daha. Benim Miley Cyrus hayranlığıma rağmen,üniversitenin ilk yılı boyunca gayet iyi anlaştık. Bu yüzden ikinci yılı da oda arkadaşı olarak geçirmeye karar verdik.
Pekala, Mike her zaman fazlasıyla saplantılı biriydi. İlgi alanları arasında sıçrama eğilimi vardı; bir hafta bütün bir anime serisini bitirirdi, daha sonra Gizemli Bilim Tiyatrosu 3000'i izlerdi, ardından en güncel çizgi roman serilerine yönelirdi. Ve, tabi ki, her takıntılı insan gibi, beni en son takıntısından haberdar ederdi. Onunla şakalaşırdım; oda arkadaşları ne için vardır ki zaten?
Bu haftanın önceki günlerinde bana karışık korku hikayeleri anlatmaya başladı. Bilirsiniz, şu mesaj forumlarında bulunanlardan. Galiba ana kaynağı "Creepypasta" denen site (Bir makarnanın* neden korkutucu olacağını hiç çözemedim, ama her neyse) . Sağlık öğrencisinin kol yediğini duyardım, ya da birinin canlı canlı otopsiye alındığını, veya izlenince sizi delirten YouTube videolarını. Genelde her birine dolu dolu gülerdik.
Ancak saplantısının 3. gününde işler garipleşti.Ben yatağa gitmeden önce bir kaç hikaye daha anlattı, ama bir şeyler yanlıştı. Sesinin keskin bir tonu vardı. Saat ilerledikçe anlattıkları daha da anlamsızlaşmaya başladı. Gerçek şu ki, yatağa gitme saatini ertemeleye çalışıyorduk. Sonunda bir şey ifade etmek istercesine yatağa girdim ve konuşmayı bitirmek için diğer tarafa döndüm. Yapmamış olmayı dilerdim.
Kütük gibi uyudum, ve o gece diğerlerinden farklı değildi. Uyanma noktasına yaklaştığımı bile hatırlamıyorum. Normalde hiçbir rüyamı hatırlamam, ama o gece gördüğüm kabus günlerdir net bir şekilde kafamda. Rüyamda yüzümün önündeki ellerimi bile göremeyeceğim kadar yoğun bir sisin içindeydim. Nemli hava tüylerimi diken diken ediyordu. Uzaktan gelen boğuk çığlıkları duyabiliyordum. Herhangi bir sözcük yok gibiydi, sadece gırtlaktan gelen acı çığlıkları. Hemen (nasıl olduğunu sormayın) çığlıkların Mike'a ait olduğunu anladım. Ona koşmak için elimden geleni yaptım, ama ayaklarım siste kayıp durdu; zemini bulamıyordum, tabi eğer bir zemin varsa. Çığlıklar uzaklaştı ve daha belirsiz bir hale geldi, yine de çığlıkların Mike'a ait olduğunu hala anlayabiliyordum. En sonunda yok oldular ve uyandım.
Ve Mike'ın varlığını belirten her şey odadan silinip gitmişti.
Her şey. Leptopu, örtüleri, duvardaki orijinal "Zombiler Arasında Hayatta Kalma Rehberi" posteri,pencere kenarında birikmesine izin verdiği çöp yığını--- ne varsa hepsi. Kalın bir toz tabakası odanın ona ait olan tarafını kaplamıştı. Benim tarafımdaki hiçbir şeye dokunulmamıştı, ya da banyoda,mutfakta veya oturma odasında duran onun eşyalarına. Sadece yatak odasındakiler alınmıştı.
Buna inanamadım. Rüya olması için dua ettim. Derim kızarıncaya, tırnaklarım orayı kanatıncaya kadar dirseğimi çimdikledim. Uyanmadığımda kampüs güvenliğini aradım, vakit kaybetmeden Boston polis bölümünü çağırdılar. Odadan dışarı atılmıştım, böylece düzgün telli fırçalarıyla her şeyi inceleyebilirlerdi.
Sanırım şoka girmiştim. Tamamen hissizleşmiştim, sanki hiçbir şey umrumda değildi. Leptopumu ortak salonda bırakmıştım, o yüzden onu dikkatimi dağıtmak için kullandım-- ya da denedim. Leptopun kapağını açtığımda karşıma bir belge çıktı. Orda yazan şeyler bunlardı:
"Biliyorum bu aptalca. Sabah olunca buna ne kadar pişman olacağımı düşünmeden edemiyorum, ama bir nedenden dolayı gerçekten korkmuş hissediyorum ve bu birine nedenini söyleyebileceğim tek yol gibi. İşte böyle başlıyor: bir süre önce internette kısa korku hikayeleri, ayinler, korkunç yerlerin hikayeleri, ve bunun gibi şeyleri araştırıyordum. Daha sonra şu... uyarıyla karşılaştım. Ne olduğunu , ya da gidip bulursunuz diye korktuğumdan nerde olduğunu söylemeyeceğim. Bütün bedenimi ürperttiğini söylemek yeterli olacaktır. Benim alışkanlıklarımdan birine dönüştüğü için linke tıkladım ve tavşan deliğinin daha da derinlerine indim.
Uyarı, arka plana atmak için başka bir şeye odaklanıncaya kadar kafamın arka tarafında durdu. Bu çok mantıksızdı, biliyordum; zihnim benimle oyunlar oynuyordu. Atalardan kalma bir korkuydu, sadece asırlık bir kabustu--bir kabus, ne fazlası ne azı. Ama bu korkuyu uzaklaştırmadı. Daha sonra saate baktım ve kafama dank etti, bütün bir zamanı beni durdurmaya çalışan uyarıyı düşünerek geçirmiştim. (Belirsizlik endişelenmen gereken bir şey değil, yemin ediyorum)
Daha sonra asıl kaygı başladı. Avuçlarım terliyordu, ve göz kapaklarım 1 saniyeden fazla kapalı kalmayı reddediyordu. Bütün tüylerim diken diken olmuştu, kalp atışlarımın hızlandığını hissedebiliyordum. O anda, uyarının gerçek olduğu anladım. Ve ben dikkate almamıştım. Zamanım kısıtlıydı.
O anda sen televizyon istasyonundan döndün. Birini gördüğüm için çok mutluydum, kulağa nasıl geldiğini hayal bile edemiyorum. En sonunda, karanlıkla savaşabileceğim, korkutucu gelen geceye karşı durabileceğim biriyleydim. Ama açık bir şekilde ilgisizdin; esnemelerin net bir imaydı. Yatağa gittin, ve ben (uykuyu ertelemek için) sana bunu yazmaya karar verdim. Bana bir iyilik yap- eğer hatalıysam bunun olduğunu unut. Eğer haklıysam....onları uyar."
Şu an bunu yapıyorum. Sizi uyarıyorum. Sadece dikkatli olun. Creepypasta arşivine gittiğiniz zaman, favori sitenizin korku bölümünü kontrol ederken, hatta Google'da "Korkunç hikayeler" diye ararken okuduğunuz uyarı yüzünden ürperip titrerseniz dikkate almanızda yarar var. Eğer dikkat etmek istemiyorsanız-- kendi kafanıza göre davranıp tıklarsanız-- Mike'a sisin içinde ona ulaşamadığım için üzgün olduğumu söyleyin.
Ç.N:
*Pasta: Aslında "makarna" demektir, orda kelime oyunu yapmış :D
Pekala, benim de şahsen uyarıları önemsememek (aslında hiç okumamak) gibi bir huyum var o_O
Özellikle korku hikayelerinde :D Hadi ama, hangimiz dikkate alıyoruz? ( ̄▽ ̄)ノ
Bu arada, sol üstteki arama kutusunu fark ettiniz değil mi? :3
6 Şubat 2015 Cuma
" Late Night Television "
Bir Cuma gecesi. Ebeveynlerin hafta sonu evde değiller, onlar yokken küçük kardeşine bakmak için seni evde bıraktılar. 17 yaşında, yaşı 9 olan birinin kendini öldürmeyeceğine emin olmaktan daha fazla şey yapabilecek kapasitedesin. Gece yarısına çeyrek kala olmasına rağmen, ikiniz de ayaktasınız. Şu an odanda ev ödevlerini yapıyorsun ve o da alt kattaki oturma odasında televizyon izliyor.
Odan oturma odasının tam karşısında, bu yüzden ince duvarlar nedeni ile televizyonu her zaman duyabiliyorsun. Her aksiyon filmi, her şov programı, her tanıtım reklamı sana gayet net ve gürültülü bir şekilde ulaşıyor. Eskiden seni deli ediyordu, ancak artık arkaplandaki sesler arasında çalışmaya alıştın. Sadece nadir zamanlarda dikkatini dağıtacak kadar gürültülü oluyor. Öyle olduğunda, evdeki tek merdivenden iniyorsun ve ordaki her kimse sesi kısmasını söylüyorsun. Ya da üşeniyorsan zemine bağırarak isteğini onlara iletiyorsun. Genelde seni duyuyorlar.
İşine odaklanmış olsan da, erkek kardeşinin ne izlediğinin tamamen farkındasın. Suç dizisi ya da ona benzer bir şey olduğunu düşünüyorsun. Şu anda sadece bir karakteri duyabiliyorsun, muhtemelen bir çete lideri ya da öyle bir şey, gelecek kavgada düşmanlarını nasıl ezip geçeceğiyle ilgili bir şeyler zırvalıyor.
"Gazeteye benzeyinceye kadar ezeceğiz onları. Her yerde siyah, beyaz ve kırmızı olacak!" Bu sözden sonra kardeşin haykırarak gülüyor. Zaten olgunluğu ancak onun seviyesinde olan biri uyduruk bir kelime oyununa gülebilir.
Yardımcılarından biri "Çok doğru Luppo!" bağırdı.
Başka bir karakter ürkek bir sesle "Bunu yapmamız uygun olur mu bilmiyorum. Bana doğru gelmedi." dedi. Kardeşinden daha da fazla kahkaha geldi.
Çete lideri "Planımla bir sorunun mu var?"diye sordu. Sinirlendiği belliydi.
Başka biri aceleyle cevapladı "Hayır, sadece düşünüyorum da belki de--" cümlesi kavga sesine benzer bir şeyle kesildi. Ardından bir çığlık, ve sonra biri beyzbol sopası ile dövülüyormuş gibi gelen 'bam' sesleri geldi. Erkek kardeşin yine kıkırdadı. Neyin komik olduğu hakkında bir fikrin yok.
Ağırdan alan karakter- şu an dövülen kişi- merhamet için yalvarıp durdu, ama onu döven kişi acımadı. Darbeler gelmeye devam etti. Kurban son kez yalvardı, ama kemik kırılmasına benzer bir ses duyduğunda sesi kesildi. Ulumaya benzer kahkahalarla karışık hastalıklı bir kıkırdama onu takip etti. Boğazını temizledikten sonra çete lideri konuştu "İtirazı olan başka birç var mı?"
Kimse karşı çıkmadı.
Sessizliğin ortasında, kardeşinin kıkırdadığını duyuyorsun.
Patron tekrar konuştu "Pekala, bunun yolumuzdan çıktığına sevindim." Derin bir nefes alıp verdi "Ah, Tanrım, tamamen kan içinde kaldım"
Bu cümle kardeşinin kahkaha krizine girmesine neden oluyor. Eğer bunun komik olduğunu düşünüyorsa ne olduğunu anlamamıştır, diye düşünüyorsun.
"Bana bir havlu ve bir kkova su getir Frankie," diye emrediyor çete lideri "Sonra da bu pislik parçasını sokağa atalım. Fareler bile yiyebilir bunu, değil mi?" Kardeşin tarihteki en komik espiriyi duymuş gibi kahkaha atıyor.
Bu kez erkek kardeşinin histerik kahkahası 1 dakikadan kısa bir sürede, her saniyede daha da gürültülü hale geliyor. İşler garipleşmeye başlıyor.
Midenin bulandığını hissediyorsun. Büyük-kardeş iç güdülerin seni ele geçiriyor, ve kardeşinin bu saatte korkunç bir cinayet filmi izlememesi gerektiğini fark ediyorsun. Aslında hiçbir zaman izlememesi gerek, yoksa kabus görür. Lanet, eğer bu şey kulağa geldiği kadar kanlıysa seni bütün gece ayakta tutacak. Yatağa gitmesi için bağırıyorsun, cevap yok. İnatçı çocuk. Tekrar deniyorsun. Hala cevap yok. Belki de koltukta uyuyakalmıştır. Aşağı inip onu yatağına taşımaya karar veriyorsun.
Masandan kalkıp odandan çıkıyorsun. Merdivenlere giden koridordan geçince televizyondan gelen ses aniden duruyor. Aşağısı karanlık. Televizyon açık değil. Erkek kardeşin televizyonun önündeki koltukta değil. Ona sesleniyorsun. Kimse cevap vermiyor. Alt kattaki hiçbir odada yok.
Aniden telaş yapıp üst kattaki odasına koşuyorsun ve içeri bakıyorsun. Onu gece lambasının yanında horlarken buluyorsun. Bir süre önce uykuya dalmış olmalı, çünkü sen görmeden alt kata inmesine imkan yok. Yine de bir ona bir şey olmadığı için rahatlamış durumdasın, ve zihnini korkunç bir gece-yarısı filmiyle zehirlemediği için de mutlusun. Pozitif bir şekilde rahatlamışken aniden fark ediyorsun, öyleyse az önce televizyon izliyor olmasına imkan yok.
Buz gibi bir ürperti hissediyorsun. Arkandan bir kahkaha sesi geliyor; bu kahkaha az önce aşağıdan gelen ve kardeşine ait olduğunu sandığın kahkaha.
Şimdi çok, çok daha yakında.
Ç.N:
Evet gençler, bu çevirmen notumda size iki soru soracağım :3
En sevdiğiniz CP karakteri hangisi? (Benim cevabım; Ticci Toby ve Jeff the Killer )
En sevmediğiniz CP karakteri hangisi? (Buna cevabım: Clockwork ve Jane the Killer )
Odan oturma odasının tam karşısında, bu yüzden ince duvarlar nedeni ile televizyonu her zaman duyabiliyorsun. Her aksiyon filmi, her şov programı, her tanıtım reklamı sana gayet net ve gürültülü bir şekilde ulaşıyor. Eskiden seni deli ediyordu, ancak artık arkaplandaki sesler arasında çalışmaya alıştın. Sadece nadir zamanlarda dikkatini dağıtacak kadar gürültülü oluyor. Öyle olduğunda, evdeki tek merdivenden iniyorsun ve ordaki her kimse sesi kısmasını söylüyorsun. Ya da üşeniyorsan zemine bağırarak isteğini onlara iletiyorsun. Genelde seni duyuyorlar.
İşine odaklanmış olsan da, erkek kardeşinin ne izlediğinin tamamen farkındasın. Suç dizisi ya da ona benzer bir şey olduğunu düşünüyorsun. Şu anda sadece bir karakteri duyabiliyorsun, muhtemelen bir çete lideri ya da öyle bir şey, gelecek kavgada düşmanlarını nasıl ezip geçeceğiyle ilgili bir şeyler zırvalıyor.
"Gazeteye benzeyinceye kadar ezeceğiz onları. Her yerde siyah, beyaz ve kırmızı olacak!" Bu sözden sonra kardeşin haykırarak gülüyor. Zaten olgunluğu ancak onun seviyesinde olan biri uyduruk bir kelime oyununa gülebilir.
Yardımcılarından biri "Çok doğru Luppo!" bağırdı.
Başka bir karakter ürkek bir sesle "Bunu yapmamız uygun olur mu bilmiyorum. Bana doğru gelmedi." dedi. Kardeşinden daha da fazla kahkaha geldi.
Çete lideri "Planımla bir sorunun mu var?"diye sordu. Sinirlendiği belliydi.
Başka biri aceleyle cevapladı "Hayır, sadece düşünüyorum da belki de--" cümlesi kavga sesine benzer bir şeyle kesildi. Ardından bir çığlık, ve sonra biri beyzbol sopası ile dövülüyormuş gibi gelen 'bam' sesleri geldi. Erkek kardeşin yine kıkırdadı. Neyin komik olduğu hakkında bir fikrin yok.
Ağırdan alan karakter- şu an dövülen kişi- merhamet için yalvarıp durdu, ama onu döven kişi acımadı. Darbeler gelmeye devam etti. Kurban son kez yalvardı, ama kemik kırılmasına benzer bir ses duyduğunda sesi kesildi. Ulumaya benzer kahkahalarla karışık hastalıklı bir kıkırdama onu takip etti. Boğazını temizledikten sonra çete lideri konuştu "İtirazı olan başka birç var mı?"
Kimse karşı çıkmadı.
Sessizliğin ortasında, kardeşinin kıkırdadığını duyuyorsun.
Patron tekrar konuştu "Pekala, bunun yolumuzdan çıktığına sevindim." Derin bir nefes alıp verdi "Ah, Tanrım, tamamen kan içinde kaldım"
Bu cümle kardeşinin kahkaha krizine girmesine neden oluyor. Eğer bunun komik olduğunu düşünüyorsa ne olduğunu anlamamıştır, diye düşünüyorsun.
"Bana bir havlu ve bir kkova su getir Frankie," diye emrediyor çete lideri "Sonra da bu pislik parçasını sokağa atalım. Fareler bile yiyebilir bunu, değil mi?" Kardeşin tarihteki en komik espiriyi duymuş gibi kahkaha atıyor.
Bu kez erkek kardeşinin histerik kahkahası 1 dakikadan kısa bir sürede, her saniyede daha da gürültülü hale geliyor. İşler garipleşmeye başlıyor.
Midenin bulandığını hissediyorsun. Büyük-kardeş iç güdülerin seni ele geçiriyor, ve kardeşinin bu saatte korkunç bir cinayet filmi izlememesi gerektiğini fark ediyorsun. Aslında hiçbir zaman izlememesi gerek, yoksa kabus görür. Lanet, eğer bu şey kulağa geldiği kadar kanlıysa seni bütün gece ayakta tutacak. Yatağa gitmesi için bağırıyorsun, cevap yok. İnatçı çocuk. Tekrar deniyorsun. Hala cevap yok. Belki de koltukta uyuyakalmıştır. Aşağı inip onu yatağına taşımaya karar veriyorsun.
Masandan kalkıp odandan çıkıyorsun. Merdivenlere giden koridordan geçince televizyondan gelen ses aniden duruyor. Aşağısı karanlık. Televizyon açık değil. Erkek kardeşin televizyonun önündeki koltukta değil. Ona sesleniyorsun. Kimse cevap vermiyor. Alt kattaki hiçbir odada yok.
Aniden telaş yapıp üst kattaki odasına koşuyorsun ve içeri bakıyorsun. Onu gece lambasının yanında horlarken buluyorsun. Bir süre önce uykuya dalmış olmalı, çünkü sen görmeden alt kata inmesine imkan yok. Yine de bir ona bir şey olmadığı için rahatlamış durumdasın, ve zihnini korkunç bir gece-yarısı filmiyle zehirlemediği için de mutlusun. Pozitif bir şekilde rahatlamışken aniden fark ediyorsun, öyleyse az önce televizyon izliyor olmasına imkan yok.
Buz gibi bir ürperti hissediyorsun. Arkandan bir kahkaha sesi geliyor; bu kahkaha az önce aşağıdan gelen ve kardeşine ait olduğunu sandığın kahkaha.
Şimdi çok, çok daha yakında.
Ç.N:
Evet gençler, bu çevirmen notumda size iki soru soracağım :3
En sevdiğiniz CP karakteri hangisi? (Benim cevabım; Ticci Toby ve Jeff the Killer )
En sevmediğiniz CP karakteri hangisi? (Buna cevabım: Clockwork ve Jane the Killer )
2 Şubat 2015 Pazartesi
Who turned out the lights
Benim adım Daine.Benim en büyük korkum karanlık.Asla karanlıkta uyuyamam.Aslında karanlıktan korkma sebebim o karanlığın içinde ne olduğunu bilmemem.Bu korku kendimi bildim bileli var.Asla azalmadı.Ne kadar büyüsem de korkum her gün atrıyor.Her gün artıyor.
Bu korku artık bende bir saplantı haline gelmişti.İlk zamanlar gece lambası yetiyordu.Ama artık odamdaki lambanın yanması bile yetmiyor.Koridorun ışığına yakıyorum.Ailem benim için endişeleniyor.Çünki bu korkum hastalık derecesinde.
Ben her gece ışıkları açıp yatağıma giriyorum.Hemen uyuyamıyorum.Biraz tavana bakıyorum.Sağa sola dönüyorum.Bir süre sonra uyuyorum.Ben uyuduktan sonra annem yada babam gelip ışıkları kapıyorlar.
Bu gün halama gittiler.Arabamız arızalanmış.Bu gece orada kalıcaklarmış.Bende tüm gün evde televizyon izledim.Akşam olduğunda tüm evin ışıklarını açtım.Yapabildiğim kadar uyanık kalmaya çalıştım.Ama olmadı.Uyumuşum.Gece bir anda uyanıyorum.Korkudan titriyorum.Yüksek sesle nefes alamıyorum.Çok korkuyorum.Yatakta haraket edemiyorum.Ter içinde kaldım.Artık dayanamıyordum.Seslendim.
-Hey!ışıkları kim kapadı?
ÇN:Bayadır çeviri yapmıyordum.Kendimi kötü hissediyordum,biraz garip davranıyordum.Rei farketmiştir :3
Bu korku artık bende bir saplantı haline gelmişti.İlk zamanlar gece lambası yetiyordu.Ama artık odamdaki lambanın yanması bile yetmiyor.Koridorun ışığına yakıyorum.Ailem benim için endişeleniyor.Çünki bu korkum hastalık derecesinde.
Ben her gece ışıkları açıp yatağıma giriyorum.Hemen uyuyamıyorum.Biraz tavana bakıyorum.Sağa sola dönüyorum.Bir süre sonra uyuyorum.Ben uyuduktan sonra annem yada babam gelip ışıkları kapıyorlar.
Bu gün halama gittiler.Arabamız arızalanmış.Bu gece orada kalıcaklarmış.Bende tüm gün evde televizyon izledim.Akşam olduğunda tüm evin ışıklarını açtım.Yapabildiğim kadar uyanık kalmaya çalıştım.Ama olmadı.Uyumuşum.Gece bir anda uyanıyorum.Korkudan titriyorum.Yüksek sesle nefes alamıyorum.Çok korkuyorum.Yatakta haraket edemiyorum.Ter içinde kaldım.Artık dayanamıyordum.Seslendim.
-Hey!ışıkları kim kapadı?
ÇN:Bayadır çeviri yapmıyordum.Kendimi kötü hissediyordum,biraz garip davranıyordum.Rei farketmiştir :3
Kaydol:
Kayıtlar (Atom)