Selamlar, yine bir duyuru yapmak için araya giriyorum ^^
Discord isteyenler için sohbet amaçlı bir server açtım, siz de istediğiniz kişileri davet edebilirsiniz~
Selamlar, yine bir duyuru yapmak için araya giriyorum ^^
Discord isteyenler için sohbet amaçlı bir server açtım, siz de istediğiniz kişileri davet edebilirsiniz~
Bazen internetten korkunç şeylere bakmayı seviyorum. Tam olarak nedenini bilmiyorum, sadece bu tarz şeylere her zaman ilgim olmuştur. Herhangi bir eklentinin olması da iyidir; hikayeler, filmler, videolar, ses klipleri, video oyunları gibi. Sadece gerilmek istiyorum. Gece vardiyasında bir işim var dolayısıyla uyku düzenim mahvoldu. Gün içerisinde uyuyor geceleri çalışıyorum.Haftada 2 gün peş peşe izin alıyorum. Bu 2 günü normal bir şekilde geçirebilirdim ama uyku düzenim bozulsun istemediğimden yine geceleri takılıp sabahları uyuyorum.
O günlerden birinde internette gezinirken bir forum sitesinde çok fazla linke denk geldim. Her yorum sadece bir linkti. Bazıları açıklanamayan gizemlerle alakalı bir web sitesine yönlendirdi, bazıları korku filmlerinin olduğu bir siteye ve kimisi de sözde doğru olan paranormal olayların yazdığı bir siteydi. Sonra hepsinden farklı bir site gördüm. Linkinin ne olduğunu hatırlamıyorum; sadece rastgele sayılar ve harflerdi. Saçmalıktı. Linke tıkladım ve beni sadece bir resmin olduğu, tıklayacak hiçbir şeyin olmadığı, boş bir sayfaya yönlendirdi. Otomatik olarak tam ekrana geçmişti ve yaklaşık 5 saniye aralıkla sayfa otomatik yenileniyordu. Resmin tepesinde şöyle bir yazı yazıyordu ''Xnun öImesIn: bXkIeyebilir misin?X''.
Ürkünç. Bu siteyi şimdiden sevmiştim. Fotoğrafta pek normal durmayan bir orman resmi vardı. Fotoğrafın alt kısmında küçük ekranlı bir televizyon vardı. Eski bir tüplü televizyon. Televizyonun üstünde eski tipte çalar saat vardı. Site kendini yenilemeye devam etti ama fotoğraf değişmiyordu. Merakımdan dolayı sayfadan ayrılmadım ve açık tuttum. Neredeyse her iki dakikada bir kontrol ediyorum ama yine de bir değişiklik yoktu.
Yaklaşık 10 dakika sonra sayfanın yenilenmesini kaçırmaktan sıkılmıştım. Belki bir şeyler değişiyordu ama kısa süreliğine ve ben kaçırıyordum. Diğer tüm sekmeleri kapatıp sadece bu gizemli sekmeye odaklandım. Neredeyse 1 saatmiş gibi gelen süre boyunca fotoğrafa baktım ama telefonumu kontrol ettiğimde sadece 26 dakika geçtiğini gördüm. Sanırım sadece bir fotoğrafa bakarken zaman fazla yavaş geçiyor.
Bir süre sonra fotoğrafın sadece bir fotoğraf olmadığını fark ettim. Yani fotoğraftı evet ama değişiyordu. Sayfayı ilk açtığımda o eski çalar saat 4:15 gibi bir şeyi gösteriyordu. Şimdi 4:56'yı gösteriyordu. Saat en başından beri değişiyormuş. Tam bir dakika boyunca fotoğrafı izledim ve ibrenin sayfanın yenilenmesiyle beraber 4:57'yi göstermeye başladığını gördüm yine de gerçek zamanı yansıtmıyordu.
Bu kesinlikle fazla uğraş gerektiren bir şeydi. Birinin bir saat boyunca her dakika resim çekmesi gerekiyordu, veya sadece 45 dakika, ve her dakika sayfadaki fotoğrafı güncellemesi gerekiyordu.Saat 5 olana kadar izlemeye devam ettim. Saatin 4:00'a geri döneceğini sanıyordum ama 5:01 oldu. Sanırım 24 saati kapsıyordu, bu kesinlikle etkileyiciydi ve birileri kesinlikle fazla işsiz olmalıydı.
Bu sayfaya takılı kalmıştım. Tüm 24 saati görmek istiyordum. Artık resme dikkatle bakmam gerekmediğini bildiğime göre, odağımı yazıya kaydırabildim. Fazlasıyla garip görünüyordu. Onun bir kod olduğunu fark ettim, XIIXIX. Bir süre ne anlama gelebileceği hakkında düşündüm ve daha sonra aradaki iki nokta işaretini gördüm. XII:XIX. 12:19. Sonrasında saat 12:19 olana kadar beklemeliyim diye düşündüm ve kesinlikle buna değeceğini düşünüyordum.
Sonraki birkaç saat sıkıcıydı. Sık sık kontrol ediyordum ama saat dışında değişen bir şey yoktu. Daha sonra fotoğrafta bir şey gördüm sandım ama eminim ki sadece kendi uydurmamdı ve büyük ihtimal bir şey görmeyi istediğim içindi. Evimdeki tüm saatleri sitedeki saate göre ayarladım böylece bilgisayar başında olmasam dahi saati bilebilecektim.
Saat 12 olduğunda bilgisayarıma kitlendim. Kalkmadım. Başka bir sekme açmadım. Dikkatle bakıp saatin dakika dakika ilerleyişini izliyordum. 12:18. Hadi yenilen, yenilen, yenilen. 1 dakika olmasına rağmen sanki 5 dakika geçmişti ve sonunda. 12:19. Hiçbir şey. Ne fotoğrafta bir şey değişti ne de sitede.
Tam bir hayal kırıklığıydı. Sitede en azından bir şey değişir diye beklemiştim. Belki de bunlar sadece şaka gibi bir şeydi. Bu siteyi yapan kişi belki de siteye girenlerin bir şekilde dikkatini çekip bulmacaları çözdürüp hiçbir şey elde etmemelerini sağlıyordu. Kendimi tebrik ettim. Web sitesini kapayıp kendi günüme devam ettim.
Ama yine de siteyi aklımdan atamamıştım. Neredeyse bir saat olmamıştı ki kendimi yine o sitede buldum. Sonuçta günde iki kere saat 12:19 oluyordu, değil mi? Saat şimdi 12:48'i gösteriyordu. Siteye göre ayarladığım masa saatimde aynıydı. Site sahibi siteyi yerel saat veya başka bir şeye göre sürekli güncelliyor olmalı.
Şimdi önümdeki 12 saat boyunca beklemem gerekiyordu. Tüm gece ayakta kalabilirdim zaten işim gereği bu benim için normaldi ama beklerken deliye dönmek istemediğim için uyumaya gittim. Pek iyi uyuyamadım, ara ara uyandım ama yine uyumaya devam ettim. Sitede ki saate göre ayarladığım masanın üstündeki saate baktım, saat 8.52'ydi. Yaklaşık 3 saat kalmıştı. Siteyi kontrol ettim ve resimde hiçbir değişiklik yoktu. Birkaç saatimi internette takılarak geçirdim ve saat artık 12 olmuştu. Bilgisayarın önüne iyice kuruldum ve beklemeye başladım. Sonraki 18 dakika geçmek bilmemişti ve özellikle son bir dakika. Ve masada ki saat bir kez daha 12:19'u gösterdi ve yine bir kez daha hiçbir şey olmadı. Hayal kırıklığına uğramıştım. O kadar zaman boyunca beklemiştim sonuçta. Ama yine de içinde bulunduğumuz dakika daha bitmemişti, ben de izlemeye devam ettim.
Bir ses duydum. Sessizdi ama yine de duyulabilir düzeydeydi. Hemen sonrasında sitenin artık sürekli yenilenmediğini fark ettim. Fotoğraftaki televizyonun ekranı parlaklaşmaya başladı. Sonunda! Beklediğim şey sonunda gerçekleşiyor. Ekran parlaklaştıkca bir resim görmeye başladım. Ama küçüktü çünkü ekranımdan televizyonun boyutu 2cm civarındaydı. Buna rağmen televizyon ekranında odunların olduğunu görüyordum.
Belki de resimdeki bir ormandı. Kamera çimen ve yapraklar geçerken yukarı aşağı sallanıyordu. Birisi bunu yürürken çekiyor olmalıydı. Kamera ilk dakika boyunca yere dönük tutuluyordu, sonra yavaşça biraz daha yana dönük göstermeye başladı. Bir bahçeye çıktıklarını görebiliyordum. Birkaç ev ekranın kenarlarında bir anlık gözüktü. Başka bir dilde konuşan birileri vardı, dilin ne olduğunu bilmiyordum ve sonrasında bir şeylerle uğraşıyorlarmış gibi tıkırtılar duyuldu. Kamera daha büyük bir açıyla döndü. Sesler gittiğinde ve görüntü sabitlenince kameranın bir tripoda yerleştirildiğini fark ettim. Kamerayı yerleştirdikten sonra konuşma sesleri gelmeye başladı ve kamera yeniden döndü. Kamera hareket ederken ormanın hemen yanında oldukları gözüküyordu. Kamera sonunda yeniden sabitlendiğinde bir ev gözüküyordu. Ekran ne kadar küçük gözükürse gözüksün, onun benim evim olduğunu söyleyebilirim.
Masamdan sıçradım ama gözlerim ekrana kitlenmişti. Adamlar kamerayı bıraktı ve eve doğru yürümeye başladılar - benim evime. Yaklaşık 20 saniye boyunca kapının önünde beklediler ama sanki 5 dakikaymış gibi geldi. Ne yapacağımı bilmiyordum. Yapılabilecek bir şey var mıydı onu bile bilmiyordum. Kapıyı tıklattılar. Hoparlörden ses geldiğini duydum ama kapıdan gelmiyordu.
Bunu duymamak rahatlatmıştı, gidip kontrol ettim. Kimse yoktu. Bahçede de kimse yoktu. Daha uzaklara baktığımda da bir şey göremedim. Karanlıktı ve ay pek fazla parlak değildi. Kapıyı kapattım ve kitledim sonrasın da bilgisayarımın başına geri döndüm. Ekranda hala kapının önünde dikilen iki adam duruyordu. Kapıyı bir daha tıklattılar ama bu sefer daha sertti.
Kapının açıldığını gördüm. Bir adam açtı. Onu tanıyamadım. Bir tarafım kapıyı açanın ben olacağını bekliyordu. Rahatlamıştım. Benim kahverengi saçlarım vardı ama ekranda ki adam kızıldı. Adamlardan biri ona bir şey işaret etti ve kızıl saçlı adam kapıyı kapatmaya başladı.Adamlardan biri ona bir şey işaret etti ve kızıl saçlı adam kapıyı kapatmaya çalıştı. Bu noktada diğer adam kapıyı ittirip belinden silah çıkardı ve adamın sıktı.
Rengimin gittiğini ve ağzımın açık kaldığını fark ettim. Gözlerim kararır gibi oldu ama kendimi ayakta tutmaya çalıştım. İki adam kameraya doğru koşmaya başladı. Monitörümdeki küçük televizyon ekranından ve hareketin bulanıklığına rağmen her iki adamın da genişçe gülümsediğini görebiliyordum. Tripottan çıkarmaya zahmet etmeden kamerayı aldılar ve tekrar ormana koştular. Kamera tripod üzerinde döndü ve adamlardan birinin yüzünü gösterdi, ama fazlasıyla bulanıktı. Kameraya baktı ve eliyle kapattı, tv ekranı şimdi sadece karanlıktı.
Sayfa yeniden yenilendi, sadece bir kere, saat hala 12:19'u gösteriyordu.
Sekmeyi ve hatta bilgisayarımı bile kapattım. Kapıya doğru hızlıca ilerledim ama bir kez daha görünürde bir şey yoktu.
Bugüne kadar burada daha önce ne olduğu hakkında hiçbir fikrim yok. O web sitesini tekrar ziyaret edecek veya benden önce burada yaşayan insanlara ne olduğunu soracak cesaretim yoktu. Ve yapacağımdan da emin değilim.
Annem., arkadaşlarıyla buluştuğundan beri garip davranıyor. Eskisi kadar parlak, neşeli hali yok. Sandalyesinde cenin pozisyonunda çömelmiş, yüzüne hüzün kazınmış oturuyor. Yürüyorsa, yavaşça yürüyor ve ağırlığını bir yandan diğer yana kaydırıyordu. Babam, kız kardeşim ve ben onun iyileşmesine yardım etmeye çalışıyorduk ama hiçbir şey yardımcı olmuyordu.
Onu, ne hissettiği hakkında konuşturmaya çalışıyorduk ve söylediği tek şey ''Ben öldüm'' oluyordu. İçten ölümden bahsetmezdi asla ama kelimenin tam anlamıyla ölü. Ona ölmediğini ve burada olduğunu söyleyip duruyoruz. Bunu sürekli inkar ediyor ve burada olmaması gerektiğini bize anlatmaya çalışıyor.
Annem garip şeyler söylüyordu; onun bedenini buldunuz, onu rahat bırakın, ona uygun bir cenaze düzenleyin, gibi şeyler.
Ormanda derisinin çürümüş olduğunu gördüğünü ve çürüyen vücudunun kokusunu aldığını söylüyor. Ona neden bahsettiğini sorup duruyorum. Arkadaşlarıyla buluştuktan sonra eve geç geldiği bir geceden bahsediyor. Saat 23.00 civarında eve gelmişti. Garip olan, arabasının hiçbir yerde bulunmamasıydı. Ona eve yürüyüp yürümediğini sorduk ve bize söylediği tek şey enkazda öldüğü. Ona göre, yoldan çıktı ve arabası devrildi. O kazada öldüm; diyor. Onu hayatta olduğuna ikna etmeye çalışıyoruz.
Annemde neyin yanlış olabileceğini söylemesi için onu yerel bir psikiyatriste götürdük. Doktora göre, "Cotard Sendromu" denen bir hastalıktan muzdarip olabilir. Bunun ima ettiği şey, Annenin öldüğü yanılsaması altında olmasıdır. Herkese dediği gibi tek dediği, o kazada öldüğü.
Bu arada annemin arabasını arıyorduk. Yol kenarında mahsur kaldığı sonucuna vardık ve eve yürüdük ve bir şekilde onu unuttuk. Arabasını ev ile bar arasında hiçbir yerde bulamadık. "Yanlış yere bakıyorsun" diye cevap verdi.
Hiçbir şey yardımcı olmadı.
Sonra polisten bir telefon aldım. Hattaki memur, yol kenarında devrilmiş bir araba bulunduğunu söyledi. Günlerdir ölü olan içerideki kişi, annemin tanımına uyuyor. Birinin morga gelip cesedi teşhis etmesini istediler.Telefonu kapattıktan sonra belirsizlikle donmuştum. Annem bana doğru yürüdü ve vücudumdan soğuk bir hava akımı geçtiğini hissettim.
İnce soğuk havada buharlaşmadan önce "Cenazede görüşürüz," dediği son şeydi.
Küçük bir çocukken, karanlıktan çok korkardım. Hala korkuyorum; ama altılı yaşlarımda ebeveynlerimden biri yatağımın altında ya da dolabımda beni yemeyi beklediğini düşündüğüm bir canavarın olup olmadığını kontrol etmezse ağlamadan bir geceyi geçiremezdim. Gece lambasıyla bile odanın köşelerinde hareket eden tuhaf şekiller ya da yatak odamın camından bana bakan tuhaf yüzler görmeye devam ederdim. Ailem beni teselli etmek için elinden geleni yapardı; bunun kötü birer rüya ya da ışığın bir aldatmacası olduğunu söylerlerdi; ancak o benim genç aklımla eğer uyursam kötü şeylerin beni almak için geleceğinden hiç şüphem yoktu. Çoğunlukla, endişelenemeyecek kadar yoruluncaya kadar battaniyenin altında saklanırdım; ancak ara sıra paniklerdim ki ebeveynlerimin odasına koşarak dalar, bu sırada da ağabeyim ve ablamı da uyandırırdım. Böyle bir çileden sonra, kimsenin aralıksız bir uyku çekmesi mümkün olmuyordu.
Sonuç olarak, bilhassa travmatik bir geceden sonra, ebeveynlerimin canına tak etti. Ne yazık ki, altı yaşında bir çocukla tartışmanın ne kadar faydasız olduğunu anladılar ve biliyorlardı ki, akıl ve mantık yoluyla çocukça korkularımdan kurtulmam için beni ikna edemezlerdi. Akıllı davranmaları gerekiyordu.
Annem bana küçük bir uyku arkadaşı dikmeyi düşündü.
Çok çeşitli rastgele kumaş parçaları topladı ve dikiş makinesiyle daha sonra Bay Ickbarr Bigelsteine ya da kısaca Ick diye adlandıracağım şeyi yarattı. Ick, annemin de dediği gibi, bir çorap canavarıydı. Uyurken beni diğer canavarların saldırılarından uzak tutmak için yapıldı. İtiraf etmeliyim ki, oldukça ürkütücüydü. Şimdi bir bakınca, dürüst olmak gerekirse, annemin bu kadar tuhaf ve rahatsız edici görüşte bir şey düşünebilmesi beni hala etkiliyor. Ickbarr koca beyaz düğme gözleri ve sarkık kedi kulaklarıyla birbirine dikilmiş Frankenstein gibi gözüküyordu. Küçük kolları ve bacakları ablamın çizgili siyah beyaz çoraplarından, yüzünün bir yarısı ise ağabeyimin yeşil futbol çoraplarından yapılmıştı. Kafası bombeli olarak tanımlanabilirdi ve annem beyaz bir kumaş parçası iliştirip ağzını zikzak şeklindeki keskin dişlerle sırıtır bir şekilde dikti. Onu hemen sevdim.
Ondan sonra, Ick’yi asla yanımdan ayırmadım. Tabi ki, gece karanlığı çöktükten sonra. Ick güneşi sevmezdi ve onu yanımda okula götürmeye çalışırsam keyfi kaçardı. Bunda sorun yoktu, ne de olsa ona sadece gece, öcüleri uzak tutması için ihtiyacım vardı ve bunda gayet iyiydi. Yani her gece uyku vakti, Ick bana canavarların nerede saklandığını söylerdi ve ben de onu odamın hayaletlere en yakın bölümüne yerleştirirdim. Eğer dolapta bir şey varsa, Ick kapısını kapalı tutardı. Eğer odamın camını tırmıklayan bir yaratık varsa, Ick hallederdi. Eğer yatağımın altında tüylü kocaman bir canavar olsaydı, Ick yatağın altına giderdi. Bazen canavarlar odamda bile olmazdı. Bazen kabuslarımda saklanırlardı ve Ickbarr kabuslarıma girmek zorunda kalırdı. Ick’yi hayal dünyama sokmak eğlenceli oluyordu, birlikte ucubelerle ya da şeytanlarla savaşırken saatler harcıyorduk. En iyi yanı da Ick’nin rüyamda benimle gerçekten konuşabilmesiydi. “Beni ne kadar seviyorsun” diye sorardı.
Ona her zaman “Her şeyden daha çok” diye cevap verirdim. İlk kez bir dişim düşünce, gece rüyamda Ick benden bir iyilik istedi.
“Dişini alabilir miyim?”
Nedenini sordum.
“Kötü şeyleri öldürmeme yardım edecek” dedi.
Annem ertesi sabah kahvaltıda dişimin nereye gittiğini sordu. Bana söylediğine göre “diş perisi” onu yastığımın altında bulamamış. Onu Ickbarr’a verdiğimi söylediğimde sadece omuzlarını silkti ve küçük kız kardeşimi beslemeye devam etti. Ondan sonra her dişimi düşürdüğümde Ick’ye verdim. Bana her zaman teşekkür eder ve tabi ki beni sevdiğini söylerdi. Nihayet süt dişlerim bitti ve artık bebeklerle oynayacak yaşı geçmeye başlamıştım. Böylece Ick sadece kitaplığımda oturup tozlanmaya başladı ve yavaşça ilgimi kestim.
Her nasılsa kabuslar zamanla daha kötüye gitmeye başladı. O kadar kötü ki uyanıkken bile beni takip ediyor, her karanlık köşeyi istila ediyor ya da çalıların arasında hışırtı yapıyorlardı. Arkadaşımın evinden bisikletle dönerken kuduz bir it sürüsünün beni kovaladığı kötü bir geceden sonra eve geldiğimde, odamda beni bekleyen garip bir şeyle karşılaştım. Orada, yatağımın üzerinde, camımdan vuran belli belirsiz ay ışığının içinde Ickbarr tamamen dik bir şekilde duruyordu. Başta gözlerimin yine bana oyun oynadığını düşündüm, bunlar gece yaşandığı için ışığı açmayı denedim. Işık düğmesini sürekli açıp kapattım ama karanlıkta hiçbir değişiklik olmadı. İşte o zaman gerilmeye başladım.
Yavaşça arkamdaki kapıya doğru geri adım attım, gözlerimi Ick’nin siluetinden ayıramıyordum, elimle kapı koluna beceriksizce uzanıyordum. Tam kıçımı oradan kurtarmak üzereydim ki, kapının kendiliğinden kapandığını duydum, beni karanlığa hapsetti. Gölgeler ve sessizlikten başka hiçbir şey yoktu, olduğum yerde donakalmıştım, nefes bile almıyordum. Ne kadar sürdüğünü söyleyemem; ama bir ömür boyu sürmüş gibi hissettiren soğuk terler döktükten sonra, tanıdık tiz bir ses duydum.
“Beni beslemeyi bıraktın, seni neden koruyayım ki?”
“Beni neyden koruyacaksın?”
“Göstereyim.”
Bir kereliğine göz kırptım ve her şey değişti. Artık odamda değildim, başka bir yerdeydim. Burası cehennem olmasa da çok da farklı sayılmazdı. Tenteden kürtaj edilmiş embriyolar sarkan ve yerin et yiyen böceklerle dolu olduğu bir tür korkunç, kâbus gibi bir ormandı. Havaya yoğun sisle birlikte çürümüş et kokusu yayılırken, kara gökyüzünde yeşile çalan bir şimşek parladı. Uzakta, pek de insana benzemeyen bir şeyin acı dolu çığlıklarını duyabiliyordum. Başım sanki patlayacakmış gibi zonkluyor, acıdan gözyaşlarım sel oluyordu. Zihnimde onun sesini tekrar duydum.
“Ben olmasaydım senin gerçekliğin böyle olurdu.”
Yeri sarsan ayak seslerinin hızlıca yaklaştığını hissettim.
“Bunu durdurabilecek tek kişi benim.”
Arkamdaydı, kocaman ve kızgındı, sıcak nefesini hissediyordum.
“Bana ihtiyacım olan şeyi getir, onu durduracağım.”
Arkamı dönemeden uyandım.
Ertesi gün kardeşimin süt dişlerini almak için ebeveynlerimin dolabına bir baskın yaptım ve hepsini Ickbarr’a verdim. Karabasanlar hemen durdu ve az çok normal hayatıma devam edebildim. Zaman zaman küçük kız kardeşimin odasına gizlice girip diş perisi için ayırdıklarını almak veya mahalledeki kedileri boğup keskin küçük dişlerini sökmek zorunda kaldım. O kâbusları görmemi engelleyebilecek herhangi bir şey, köpekbalığı dişi kolyesinden çürük azı dişlerine kadar. Ayrıca odamdan her ayrıldığımda Ick’nin odamda hareket ettiğini fark ettim, eşyalarımın yerini değiştiriyor, yeni perdeler asıyordu. Her nasılsa, Ick daha gerçekçi gözükmeye başlamıştı. Doğru ışıkta dişleri parlıyordu ve dokunduğumda sıcaktı. Beni çok korkutsa da onu yok edecek cesareti kendimde bulamadım, bunun beni nereye götüreceğini biliyordum. Bu yüzden Ick için diş toplamaya lise ve üniversite de devam ettim. Yaşlandıkça korktuğum şeyler de çoğaldı, dolayısıyla da Ick’ye daha çok diş gerekti.
Şu an 22 yaşındayım, düzgün bir işim, kendi evim ve bir dizi takma dişim var. Ick’nin son yemeğinden bu yana neredeyse bir ay geçti ve korku tekrar etrafımda dolaşmaya başladı. Bu gece işten dönerken bir otoparkın içindeki dolambaçlı yoldan geçtim. Arabasının anahtarlarıyla uğraşan bir adam gördüm. Dişleri ömrü boyunca sigara ve kahve içmekten sararmıştı. Yine de azı dişlerini sökmek için çekiç kullanmak zorunda kaldım. Eve döndüğümde Ick tavanın köşesinde beni bekliyordu. İki beyaz göz ve keskin dişli ağzıyla.
“Beni ne kadar seviyorsun?” diye sordu.
Ceketimi çıkarırken “Her şeyden çok,” diye cevapladım.
“Dünyadaki her şeyden daha çok.”