27 Kasım 2024 Çarşamba

The Sirens Didn’t Mean What We Thought They Did

Diğer hava durumu uyarıları gibi başlamıştı.Telefonlarımızda hava durumu alarmı çalıyor,şehirden gelen siren sesleri kasabamıza şiddetli bir kasırganın yaklaştığı haberini veriyordu.Bu durum Ortabatı için yeni bir şey değildi,sıradan bir salı günüydü.

Ben ve oda arkadaşım Jenny,acil durum çantamızı alıp bodruma indik.Beklediğimiz şey,bodruma birkaç saat durmaktı.Dışardaki fırtınanın sesi şiddetliydi.Rüzgar uğultuluydu,sanki şimşekler gökyüzünü ortadan ikiye yarıyordu.Fakat garip olan bir şey vardı...sirenler hiç susmamıştı.

Normalde,birkaç dakika boyunca çalmaya devam eder ardından yerini sessizliğe bırakırlardı.Fakat bu gece,durmadan devam ettiler.Görmezden gelmeye çalıştım,anneme iyi olduğumuzla ilgili mesaj yazmaya uğraşıyordum.Fakat Jenny paniklemiş görünüyordu.

“Bir şeyler ters gidiyor.” dedi kulağını bodrumun kapısına dayarken.

O haklıydı.Sirenlerin sesi...garipti.Tonu,normalden biraz daha yüksekti,aynı tınıda kalmaya çalışıyormuş gibiydi.Ve mekanik sesin altında başka bir şey varı.Düşük,boğuk,zar zor duyulabilen bir sesti.Fakat kesinlikle oradaydı.

Bir gürültü koptu,bodrumun duvarlarını sarstı.İşte o an,ilk çığlığı duymuştuk.

Ses dışarıdan gelmişti,kan donduran boğuk bir sesti.Jenny donakaldı,telefonum ellerimin arasından kaydı.Birbirimize sessizce bakmaya başladık,daha fazla duymaya çalıştık.Başka bir çığlık geldi,ardından bir tane daha ve bir tane daha.Artık panik ve kaosun karışımından oluşan bir koro gibiydiler.

Evin önüne bakan cama uzandım.Yağmur cama vuruyordu,fakat şimşeklerin ışıklarının arasında,midemi bulandıran bir şey gördüm.

Gökyüzü yeşil değildi,fırtınadan önce olması gerektiği gibi değildi.Gökyüzü,kıpkırmızıydı.Derin,dönen kırmızı,sanki bulutlar kanıyormuş gibi.

“Bir şey görüyor musun?” diye fısıldadı arkamdan Jenny,sesi titriyordu.

Tam cevap verecekken elektirikler kesildi,karanlıkta kalmıştık.Ardından tıklama sesi geldi.

Tıklama kapıdan değil,bodrumun duvarlarından geliyordu.

3 Keskin tıklama, sanki birisi-veya bir şey- içeriye girmeye çalışıyordu.Jenny kolumu kavradı,tırnakları derime batıyordu.”Bu fırtınada dışarıda birisi olamaz.” Sesi zar zor duyuluyordu. 

Tıklamalar tekrardan geldi,bu kez daha sesli ve yakındı.Bir insanın harket edebileceği gibi hareket etmiyordu.Bodrumun etrafında dönüyordu,olması gerektiğinden çok daha hızlı bir şekilde.

Ardından,o konuştu. 

İlk başta,anlamsızdı,radyo statiği gibi.Ama sonra kelimeler netleşmeye başladı.Oysa ses,tamamen yanlıştı—çok derindi,bir insana ait olamayacak kadar bozuktu.

“Bizi içeri al.”

Jenny’ide çekerek geriye topalladım,birbirimize sarılarak köşede kapandık.Ses tekrardan geldi,bu kez daha yakından gelmişti.Bu kez,evin içinden gelmişti.

“Bizi içeri al.” 

Sirenlerin sesi dahada arttı,artık çığlıklara benziyorlardı.Alttaki boğuk ses dahada yükseldi,daha anlaşılır oldu.O,nefes sesleriydi.

Fırtına hiç bitmedi. Sabah hiç olmadı.

Hatırladığım son şey,bodrumun kapısı gıcırdayarak açılması.İçeriye soğuk bir rüzgar girmesi ve bir figürün gelmesiyle Jenny’nin çığlık atması.Onu nasıl tarif edebilirim bilmiyorum,diyebileceğim tek şey,o insan değildi.

Şimdi yalnızım.Jenny kayboldu.Onun nerde olduğunu hatta yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyorum.Fakat,daha kötü bir şey var.

Telefonumun titrediğini duydum.Bir hava durumu alarmı.

Sirenler tekrardan çalmaya başladı.

Ve bu kez,sanırım benim için geliyorlar.

Not: çeviri driptrollge'ye ait ben paylaşıyorum.

Ç.N: Selam,ben yeni çevirmeniniz sayılırım:D

Greatestgore.you hikayesinden bilirsiniz beni.

Ara ara çeviri yapıp atmaya çalışacağım.

I've always hated dolls

 Herkesin mantıklı olsun ya da olmasın korktuğu bir şey vardır. Benimkisi her zaman oyuncak bebekler olmuştur. Bütün bebekler değil, çoğunlukla insana fazla benzeyen bebekler. Sanırım beni asıl etkileyen şeyler gözler.

Bu yüzden kendi palyaço bebeğimin mirasçısı olduğumu öğrendiğimde ne kadar mutlu olduğumu tahmin edersiniz.

Rahmetli büyük teyzemden bana bir hediyeydi. Onu hayatımda belki bir ya da iki kez görmüşümdür. Bu yüzden tüm bu şeyleri neden bana bıraktığını anlayamadım.

Bu bebek kabuslarımdan fırlamış gibiydi. Oyuncak bebek olması yeterince kötü değilmiş gibi bir de palyaço unsuru eklemişlerdi. 

Bebeğin cama benzeyen yüzü beyaza boyanmış, gözleri, ağzı ve yanaklarında ise kırmızı işaretler vardı. Ancak gözlerinin kendisi siyah bir boşluktan başka bir şey değildi. Yanlardan fışkıran kalın beyaz saçları ve tepesinde neredeyse bir kirazı andıran yuvarlak bir şapkası vardı.Dış görünüşü aslında tipik bir palyaço kıyafeti. Yüzü bildiğin, kırmızı ve beyaz karışımıydı. Bu bebeğin boyu yeni yeni yürümeye başlayan bir çocuk boyu kadardı. Başka bir deyişle, yanında kendimi rahat hissedemeyeceğim kadar büyüktü. 

Onu başka birine verebilirdim ama anneanneme olan saygımdan dolayı elimde tutuyorum. 

Yani doğal olarak onun yeni evi benim dolabım olacaktı. Onu, içine bana uymayan kıyafetleri koyduğum arkadaki eski bir şifonyerin üstüne yerleştirdim. Bunun böyle olacağını ve hayatımın her zamanki gibi devam edeceğini düşündüm. Ne yazık ki durum öyle olmadı işte. Pek düzenli biri sayılmam bu yüzden kıyafetlerimi dolaba nadiren koyardım. Sonuç olarak palyaço dostumu uzun bir süre boyunca görmem gerekmedi.Birkaç hafta sonra nihayet temiz bir kot pantolon aramak için dolabı açtım. O, oradaydı. Şifonyerin önünde yerde oturuyordu. Bir şekilde şifonyerden düşmüş olabileceğini düşündüm çünkü net bir şekilde onu üstüne koyduğumu hatırlıyorum.  Bu boş siyah gözler benim için çok fazlaydı. Pantolonu hemen alıp onu geri yukarı koymaya zahmet etmeden bıraktım. 

Günün geri kalanını şifonyerden nasıl düşmüş olacağını düşünerek geçirdim. 

Yani, meraklı biri olarak, eve döndüğümde dolabı kontrol etmeye karar verdim.

Bebek oradaydı tabii ki ama eski yerine geri dönmüştü. Ona yaklaştım ve boş gözlerine baktım. 

Hiçbir şey.

Her ne kadar beni ürkütmüş de olsa, o bir oyuncak bebekti, değil mi?

Onu yerde hayal etmiş olmalıyım. Yalnız yaşıyorum yani başka birinin onu hareket ettirmesine imkan yok. Ama yine de, olabildiğince dolaptan uzak durmaya karar verdim. 

Birkaç gece sonra, kahkahaya benzeyen bir sesle uyandım ve ses sanki dolaptan geliyor gibiydi. Belli belirsiz bir sesti bu yüzden beni uyandırmasına biraz şaşırmıştım. Genelde uykum ağırdır. Böyle bir şeye uyanmak bayağı garip bir durumdu. 

Yapmak istediğim son şey o dolaba girmekti bu yüzden beklemeye karar verdim.

Yaklaşık 30 saniye sonra yüksek bir gümbürtü sesi duydum ve sonra kahkahalar kesildi.

Mevcut tüm ışıkları açtıktan ve mutfaktan bıçağı aldıktan sonra dolabı kontrol etmenin zamanının geldiğine karar verdim.

Yavaşça kapıyı açtım ve..

Tamamen normaldi, kesinlikle sıra dışı bir şey yoktu. Hatta bebek bile şifonyerin üstündeki normal yerindeydi. 

Bebeği elime aldım ve herhangi bir ses kutusu gibi bir şey olup olmadığını anlamak için etrafını yokladım ama yoktu. 

Sesli bir iç çekişle, palyaçoyu yerine geri koydum ve dolabı bıraktım. Belki de kendimi kaybediyordum.

Sonraki birkaç gün boyunca tetikteydim. Orada burada kayıp ya da yeri oynatılmış küçük şeyleri, en önemlisi de yemediğime yemin ettiğim küçük yiyecek parçalarını fark etmeye başladım.

Bıkmadan usanmadan evimin her köşesini aradım, böcek ya da diğer davetsiz misafirlerin olası izlerini aradım. Her yeri, yani dolap hariç.

Ne yazık ki, aramalarım hiçbir sonuç vermedi hatta kendimi kaybettiğim fikrini doğruluyordu. 

Ta ki birkaç gece sonra gülme sesleri geri gelene kadar. Ama bu sefer sadece belli belirsiz bir kahkaha değildi. Bu gümbür gümbür bir kahkahaydı. Kahkaha tüm evimde yankılanıyor gibiydi.

Dehşete kapılmıştım, yatağımda kılımı bile kıpırdatmaya cesaret edemiyordum.

Gülüşmeler devam etti ve aniden dolabımdan gelen yüksek sesler duymaya başladım, kapısı açılana kadar.

Büyük, karanlık bir figür ortaya çıktı ve odamdan hışımla çıktı. Evin içinde koştuğunu, ön kapımı açtığını ve gittiğini duydum. Bu olur olmaz, kahkahalar kesildi.

Kendime nefes almam gerektiğini hatırlattıktan sonra nihayet yatağımdan kalkabildim. Dolaba yaklaştım.

Bulduğum şey beni sarsmıştı.

Eski şifonyerim artık duvara dayalı değildi. Oysa şimdi dolabımın ortasındaydı ve şifonyerin olduğu yerde bir delik vardı.

Bir insanın arkasına sığabileceği kadar büyük ama üstü örtüldüğünde asla fark edilmeyecek kadar küçük bir delikti. 

Deliğin yanında, bir kolunu deliğe doğru uzatmış, dimdik oturan bir bebek vardı. Ne bulabileceğimden korkarak deliğe bakmaya cesaret edemedim. Bunun yerine bebeği aldım ve 911'i ararken kendimi arabama kilitledim.

Polis daha sonra olanlarla ilgili şüphelerimi doğruladı. Birisi evimde yaşıyordu.

Deliğin içinde kişinin uyuduğu bir palet ve az miktarda çöp vardı. En kötüsü de, bu kişinin küçük bir çakı koleksiyonu vardı. Muhtemelen silah olarak kullanılmamaları gerekiyordu, ama yine de bunu düşünmek pek rahatlatıcı değil.

O geceden beri palyaço arkadaşım odamdan çıkmadı. Artık yatağımın yanındaki masanın üzerinde kendine ait özel bir tüneği var.

Hala oyuncak bebeklerin büyük bir hayranı değilim, ama belki de hepsi o kadar da kötü değildir.

Not: Garibanlar ne çektiler dolaplardan, oyuncak bebeklerden.