20 Mart 2021 Cumartesi

Every Year on My Birthday, I Have to Die

İlk kez 18 Ağustos 2006’da öldüm. Ne hoş bir ölümdü, ne de beklediğim bir şeydi. Hayatımı mahveden şey rastgele gerçekleşen bir şiddet eylemiydi ve ansızın gerçekleşti.

Sadece bir barda, yoğun geçen bir iş gününden sonra birkaç kadeh içip kafa dağıtıyorduk. İçkileri alma sırası bendeydi, bu yüzden barmenin dikkatini çekmeye çalışıyordum.

Birinin bana bir yumruk attığını hissettim. İlk başta, birinin sadece bana vurduğunu sandım; ama daha sonra bir sıcaklık ve gömleğimden aşağıya doğru hızlıca akan kanı hissettim. O zaman bıçaklandığımı anladım.

Hatırladığım kadarıyla öyle pek de acı verici bir şey değildi. Yine de bacaklarım daha fazla direnemedi ve yere yığıldım. Belki de ölüyordum ancak o an pahalı takım elbiselerimi mahvetmiş olmak daha endişe vericiydi.

İşte yaklaşmakta olan ölüm bu kadar komik bir şey. Herkes evrenin kendilerine dayattığı o korkunç sondan kaçabilecek bir istisna olduğunu düşünür.

En azından kan bedenimden çekilirken ben böyle düşünüyordum. Dünyam kararmıştı, ne olduğunu bile anlayamadan ölmüştüm.

Sonrası bir boşluktu. İlk başta karanlıktan biraz daha fazlasıydı; karanlığı uzaktaki tuhaf şekiller ve renkler bozuyordu. Çevreyi yeniden hissetmeye başladıkça acının, kederin ya da ölümün olmadığı bir dünyaya doğru sürükleniyordum. Burada olan tek şey, başka başka yerlere seyahat eden insanlardı. Hepsi benim gibi ölmüş müydü, yoksa daha hiç doğmamışlar mıydı bilmiyordum. Bildiğim tek şey artık korkmadığımdı. Tüm endişelerim, kuruntularım ve korkularım gitmişti.

Uzakta, neredeyse sonsuzlukta bir ışık belirdi. Bu benim gideceğim son istikametti, yaşadığım kısa hayattaki son amacım. Ne yazık ki, pek de uzağa gidemedim.

Kendi yatağımda şaşkına dönmüş bir şekilde uyandım, terden sırılsıklam olmuştum ve deli gibi titriyordum. Elimle refleks olarak bıçaklandığım yerdeki yarayı kapattım; ancak, artık orada bir yara yoktu. Aslına bakarsanız, tek bir çizik bile yoktu.

Hepsi bir rüya olabilir miydi?

Komodinin üzerindeki telefonumun ışığı yandı. ,

Düzinelerce kısa mesaj ve cevapsız çağrı vardı.

Okuduğum ilk mesaj “Dostum, bardayız. Gelmiyor musun?” oldu ve saat 21.43’te gönderilmişti.

İkinci mesaj “Hey, Rick, hangi cehennemdesin?"di. 22.23’te gönderilmişti.

Birkaç çağrı ve bir mesaj daha vardı.

“Sanırım uyuyakaldın, ya da belki de şansın iyiye gidiyordur? Neyse, senin şerefine bir kadeh daha içiyorum. İyi ki doğdun Rick.”

Sonra yirmiden fazla çağrı ve tüylerimi diken diken eden tek bir mesaj aldım.

“Tanrı aşkına, şu lanet telefonunu aç! Danny’e bir şey oldu.”

Hemen geri aradım. Parmaklarım hem beklediğim şeyden dolayı hem de dün geceki anılarımdan dolayı tir tir titriyordu. Ölümüm bir kabustan biraz daha fazlası olsa bile bu gece arkadaşlarımla barda buluşacağımdan emindim.

Telefon üç kez çaldı ve telefonu Jake açtı.

Jack telefonu yorgun ve paniklemiş bir sesle “Rick, sen misin? Hangi cehennemdesin?” diye cevapladı.

Yarı soru sorar yarı da cevap verir şekilde “Ne oldu bilmiyorum. Sanırım uyuyakaldım.” diye cevapladım.

Jake açıklamamı dinlemeden “Danny dün gece bıçaklandı.” diye cevapladı.

“Bıçaklandı mı? Nasıl?”

“Bilmiyorum. Kaçığın biri üzerine yürüyüp onu bıçakladı.”

Şoka girmiştim, neredeyse telefonumu düşürüyordum. Danny aynı yerde, tıpkı benim uğradığım gibi saldırıya uğramıştı. Binlerce düşünce zihnime hücum etti; ancak korku hızlıca asıl sorunum haline geldi.

“O iyi mi?”

“Hala ameliyatta. Eşine haber veriyorlar. İşte eşi geliyor.”

Jake telefonu aşağıya indirdi; ancak tartıştıkları için o boğuk seslerini hala duyabiliyordum. Danny’nin eşinin sesi üzgün geliyordu; ancak ne dediğini tam anlayamadım.

“Jake ?” diye seslendim.

“O, o öldü… Danny öldü.”

Sonraki birkaç dakika zihnim iyice bulanıklaştı. Hepimiz Danny’i çocukluktan beri tanırdık ve şimdi o gitmişti. Katil de bardan çıkamadı. Görünüşe göre başka birine de dalaşınca müşterilerden biri onu vurmuş.

Hala, o gece ölmesi gereken kişinin ben olmam gerektiği hissinden kurtulamamıştım.

Her şeye rağmen zaman ilerlemeye devam etti. Çalışanlarımızdan bazıları Danny’nin ölümünden sonra işten ayrıldılar, umutsuzca hayatlarına devam etmeyi deneyeceklerdi. Onları asla suçlamadım, hem benim de biraz zamana ihtiyacım vardı. Onlara o gece ne yaşadığımı asla anlatmadım, zaten bunun bir faydası da olmazdı.

Bir yıl geçmişti ve ben arkadaşlarımla çok çok nadir konuşmuştum. Danny’nin ölümünden sonra biraz normale dönmeye başlamıştım; ancak bu durum 18 Ağustos 2007’de sona erdi.

Doğum günüm yine geldi çattı ve ben kesinlikle kutlamayı düşünmüyordum. Bunun yerine hastayım deyip işe gitmedim, bir şişe viski aldım ve bütün günü video oyunu oynayarak geçirdim.

Akşama neredeyse şişeyi bitirmiştim. Her ne kadar iri yarı bir adam olsam da alkol beni baya bir etkilemişti. Saat 9 civarı, yatağa doğru gittim, sabaha akşamdan kalma olacağım kesindi.

Gece yarısı kapının zorla açılışını takip eden ayak sesleri ve fısıltıları duyunca uyandım. Alkolden dolayı ayakta duramaz halde ayağa kalkmaya çalıştım. Yataktan kalkınca bir adım atmama kalmadan ayağım kaydı ve yere yapıştım. Evime giren davetsiz misafirlerimin de duyacağı kadar yüksek bir ses çıkmıştı.

Birisi öfkeyle “Evde kimse olmayacak dememiş miydin sen?” dedi.

“Endişelenme, onlarla ben ilgileneceğim.”

Ayak sesleri bana doğru yaklaşıyordu. Kapıyı kilitlemeye çalıştım ancak kapıyı tekmeleyerek açıp beni yere düşürdüler.

İçeri giren maskeli adam elinde bir silah tutuyordu. Silahı bana doğrultup tetiği çekmeden önce sadece tek bir cümle söyledi.

“Sessiz kalmalıydın.”

Ne yazık ki, herif korkunç bir atış yaptı. Başıma nişan almasına rağmen boynumdan vurdu. Orada öylece uzanıp nefes almaya çalışırken çaresizce kendi kanımda boğuluyordum. Uzaklaşamadım, yardım çağıramadım.

Kendi odamda tıpkı geçen seneki gibi kendi doğum günümde ölmüştüm.

Kan bedenimden çekilip o korkunç acı dinince yine öteki dünyaya döndüm. Yine aynı şekilde, karanlığı bozan o tuhaf renkli şekillere doğru yürüdüm. Oradan geçerken o şekillere ve renklere hayran kaldım.

Uzakta, gövdesinden sonsuzluğa doğru uzanan dallar olan bir ağaç gördüm. Her daldan bir insan sarkıyordu, gerçeklerdi; ancak henüz bizim dünyamızda var olmamışlardı. Onları ziyaret etmek istedim, ancak benim gitmem gereken yer başkaydı. Çünkü tıpkı bir önceki seferki gibi, kendi yatağımda hiçbir zarar görmeden uyanmalıydım.

Telefonum çaldığında derin bir korku hissediyordum. Hala tam olarak inanamıyordum; ancak benim yerine bir başkasının öleceğini anlamaya başlamıştım.

“Alo?”

“Rick, ben baban. Annen… Onu… Onu dün gece kaybettik.”

Boğazımda bir yumru oluştu. Bana ne cevap vereceğini biliyordum ama yine de sordum.

“Nasıl oldu?”

“Polis işlerin yolunda gitmediği bir hırsızlık girişimi olduğunu söyledi. Tam olarak bilmiyorum, ben işteydim… Onun yanında olmalıydım.”

Artık konuşmamız canlılığını yitirmişti. Babam aklını yitirmişti ve çok zor anlamlı cümleler kurabiliyordu. Orada olmadığı için kendisini suçluyordu; ama ben gerçeği biliyordum. Suç benimdi.

Önümüzdeki iki ay boyunca babam fena bir depresyona girdi. Onu suçlamıyordum, o sadece hayatının aşkını kaybetmişti. Sırf kendisini toparlamasına yardım etmek için yanına taşındım. Güçlü gözükmeye, ayakta kalmaya çalışıyordu; ancak yıkılmak üzere olduğunu söyleyebilirdim.

"Orada olsaydım.."

"Senin hatan değil baba. Orada olsaydın sen de ölebilirdin."

"Bunu bilemezsin."

Ama biliyordum, çünkü hırsızların ailemin evine gelmemesi gerekiyordu. Onların öldürmesi gereken kişi bendim. Kafamı toplamalıydım, babama gerçeği anlatmalıydım. Ama bunu nasıl yapabilirdim ki?

6 ay geçti, ve bu sır beni yiyip bitirdi. Tüm olanlardan sonra, hala nasıl açıklayacağımı bilmiyordum. Yine de bir gün, bu lanetimi paylaşma zamanının geldiğine karar verdim.

"Baba, konuşabilir miyiz?"

"Tabii. sorun ne?" yüzünde endişeli bir ifadeyle sordu. Beni iyi tanıyordu ve şu an ağır bir yükün altında ezildiğimi anlayabiliyordu.

Ona ilk ölümü anlatarak başladım, en ince detayına kadar. Anlattıklarım tabii ki o gece barda olaya tanık olan insanların anlattığı her şeye uyuyordu, bıçak yarasına kadar. Ona Danny'nin benim yerime öldüğünü, bu yüzden suçlu hissettiğimi söyledim.

Doğal olarak, başta şüpheci yaklaştı. Ama sonra ona anneme olanları anlattım. Detay vermedim, sadece vurulduğum anı anlattım. Kapının kırıldığını ve iki adamın orada olduğunu. Her şey tamamen mektupta yazanlara uyuyordu.

"Özür dilerim baba. Benim hatam. Onu ben öldürdüm."

Sadece sessiz bir şekilde oturdu, ona anlattıklarımı sindirmeye çalışıyordu.

"Senin hatan değildi."

Aklım karışmıştı. Sesinde azıcık bile öfke yoktu, sadece fazlasıyla empati vardı.

"Bunu nasıl söylersin? Ölmek zorunda değildi."

Bu kez konuşmadan önce sözleri hakkında düşündü. "Yanlış bir şey yapmadın Rick. Bu şey sana oldu. Neden geri getirildin, ya da nasıl, bilmiyorum, ama sana yapılan bu şey için suçlu sen değilsin."

"Yani bana inanıyorsun?" sordum.

Başıyla onayladı, sonra bana sarıldı. Aniden, artık dünyada yalnız değildim, olanları bilen biri vardı.

"Ya yine olursa?"

"O zaman beraber üstesinden geliriz."

Sözlerinin arkasında durdu, sıradaki doğum günüm yaklaştığında bile. Bu kez ölüm daha yumuşaktı, sadece duşta kaydım ve düşüp boynumu kırdım. Üçüncü kez dünyadan ayrılmadan önce, aklımdaki son düşünce şuydu, "Ne klişe ama."

Bir kez daha, yatağımda uyandım, Hemen babamı seslendim, hayatta olduğundan emin olmak istemiştim, benim yerimi almasından çok korkmuştum. Koşarak benim yanıma gelerek ne olduğunu sorana kadar nefes bile alamadım.

"Boynumu kırdım... Ama iyiyim, sanırım."

Yerimi kimin aldığını bulmak biraz zamanımı aldı. Ama patronumun öldüğünü duyduğumda, içimde bir şeyler kırıldı, Tanıdığım en nazik adamdı, tam da benim gibi, düşüp boynunu kırmıştı.

Bu bardağı taşıran son damlaydı. Bu boşverebileceğim, öylesine bir tesadüf değildi, bir çeşit önsezi de değildi. Bu sorumlulukla yaşayamayacağıma karar vermiştim. Bunu durdurmalıydım, bu hayatımdan vazgeçmek demek olsa bile.

Eğer kendi kaderimi kontrol altına alabilirsem, ve kendimi doğum günümden önce öldürürsem, belki daha fazla insanı ölmekten kurtarabileceğimi düşündüm.

Öncelikle, babama neden gitmeyi seçtiğimle ilgili uzun bir mektup bıraktım. Onunla karşılıklı yüzleşemezdim, beni ikna etmeye çalışacağını biliyordum, bunu yapmak zorundaydım. Daha fazla insanın benim adıma ölmesine izin veremezdim.

Ne yazık ki, kader dönek bir pislik. Ne kadar denersem deneyeyim, hayatıma son veremedim.

Kendimi asmayı denedim, ama ip koptu. Sonra kendimi vurmayı denedim, ama kurşun sıkıştı. Bu da işe yaramadığında, arabamı bir ağaca doğru sürdüm, ama oradan da bir şekilde sağ çıktım... Her girişimim başarısızlıkla sonuçlanıyordu. Tek yapabildiğim doğum günümü, ve birinin benim yerime ölmesini beklemekti. Ne kadar uğraştıysam da ölemedim. Kadere karşı gelemiyordum, ve bu beni mahvediyordu.

2009'da, sarhoş bir sürücü bana çarptı... Ve yerimi kız arkadaşım aldı.

2010'da, boğuldum... Ve kibar komşum o şekilde öldü.

2011'de, beynimde damar genişlemesinden öldüm.... Halam böyle öldü.

Böyle devam etti... Her yıl öldüm, ve bana yakın biri benim yerime öldü. Bir yolunu bulmak için çok uğraştım, ama kadere karşı başarılı olamadım.

Yıllar geçti, ve 18 Ağustos 2019'da, 14. kez öldüm. Bir hafta öncesinden hastalanmaya başlamıştım, ki bu doktorları çok şaşırtmıştı. Tüm laboratuvar değerlerime göre gayet iyiydim, ama gittikçe daha çok hastalanıyordum. Babam da ben de zamanımın geldiğini biliyorduk, ama zorla geri döndürüleceğimi de biliyorduk.

Sonra, doğum günümün gece yarısı, kalbim durdu. Yatağımda sarsılarak uyandım, artık hasta değildim.

"Baba?" seslendim.

Cevap gelmedi.

Yataktan kalktım, yine seslendim. Tek karşılaştığım sessizlikti. Üçüncü kez seslenmeme gerek yoktu, ne olduğunu biliyordum. Dikkatle odasına girdim, düşündüğüm şeyin olmuş olmasından korkarak...

Ölmüştü... Kalp krizinden. Benim yerimi almıştı, ve ben onu kurtarmak için hiçbir şey yapamamıştım.

Cenaze benim için bulanıktı. Tek fark edebildiğim boş sandalyelerdi, ondan önce ölmüş insanların sandalyeleri. Kimileri kendi hayatlarını yaşamış ve doğal yollarla ölmüşlerdi, ama çoğunun aslında hayatta olmaları gerekiyordu... Ama benim yerime ölmüşlerdi.

Babamdan birkaç şey miras kalmıştı. Bunlardan biri, bana yazılmış bir mektuptu. Oldukça eskimiş görünüyordu, bunu bana çok uzun zaman önce yazmış olmalıydı.

"Sevgili Richard,

Bugün senin doğum günün, annen öleli tam bir yıl oldu. Onu fazlasıyla özlemiş olsam da, sen hala burada olduğun için şükrediyorum. Biliyorum ki annenin bir seçim şansı olsaydı senin yaşamanı isterdi, ben de öyle.

Bir gün senin yerini alacağımı sen de ben de biliyorduk. Hiç şüphesiz, senin yaşaman için canımı veririm. Bu laneti sen seçmedin, bu yüzden asla kendini suçlama, sadece yapman gerekeni yap; çevrendeki insanlara değer ver, çünkü onların son günlerinin ne zaman olduğunu bilemezsin.

Seni seviyorum,

Baban"

O mektubu okuduğumdan beri, bir çıkış yolu arıyorum. Babam bir şey yapamayacağımı söylemişti, ama nasıl bu şekilde yaşayabilirdim, başkası yerine hayatta olduğumu bilerek?

Şehirden ayrıldım, bir kulübede, insanlardan uzakta bir yerde yaşamaya başladım. Beni önemseyen birileri olmazsa, kimsenin ölmeyeceğini umuyordum. Bir çözüm yolu bulana kadar, kimseyle iletişim kurmamaya karar vermiştim.

Taa ki karımla tanışana dek.

Katy anlayışlıydı, ona başımdan geçenleri anlattığımda dehşete düşse de her zaman bana destek oldu. Şimdi çocuklarımız var, neyse ki ikisi de hala hayatta ve iyi.

Ama beni bir şekilde tanıyan, iletişim kurduğum insanlardan biri her yıl öleceğine göre, eğer bu insanları çoğaltırsam, ailemden birinin ölmesinin olasılığını azaltmış olacağımı düşündüm. Basit matematik, seçenekler arttıkça ailemin seçilme olasılığı azalıyor.


Ben Richard Mcqueen,

Özür dilerim.



12 yorum:

  1. İnanılmaz iyiydi, uzun zaman sonra uzunca bir cp okumak hoş oldu. Çeviri için teşekkürler.

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. beğenmene sevindim. ^^

      Sil
    2. hiç bir hikaye gerçek değildir ve ayrıca çok yanlış birşey insanları kandırmak

      Sil
    3. hiçbir cp hikayesi gerçek değidir inanmayın boşverin siz hayatı yaşayın benden bu kadar hadi eyvallah

      Sil
  2. Sonunda birinin çeviri yapmasına sevindim. Ben de çeviri yapacağım ama hiç bulamıyorum. Creepypasta orijinal sitesindekilerin çoğu çevrilmiş, diğerleri de pek güzel değil. Başka böyle bir kaynak var mı?

    YanıtlaSil
    Yanıtlar
    1. aslında orijinal sitede çok fazla cp var, ben hep oradan çeviriyorum. bence orijinal siteden çevirmek daha doğru ^^

      Sil
  3. Ve çok da güzel olmuş teşekkürler.

    YanıtlaSil
  4. Şimdiye kadar okuduklarımın en iyisi

    YanıtlaSil
  5. Citten güzeldi ceviri için saol :)

    YanıtlaSil

Yorum yaparken kaba veya küfürlü bir dil kullanmaktan çekinirseniz sevinirim ^^