13 Şubat 2021 Cumartesi

Knocking

Altı yaşındayken başladı.

Okuldaydım, okuma dersinin ortasındaydı ve fena çişim gelmişti. Aslında, o yaşta, birçok çocuk altını ıslatır ve ben de kendimi toplum içinde bu şekilde gülünç duruma düşürmekten hep çok korkardım. Elimi kaldırdım ve Bayan Zebby’ye tuvalete gitmem gerektiğini söyledim. Klasik “teneffüste gitmeliydin” konuşmasından sonra engelli tuvaletinin anahtarını verdi. (Sınıfa en yakın olan tuvalet oydu.)

Beşinci dersin ortasındaydık, dolayısıyla da koridor bomboştu ve bana sanki bir mağaraymış gibi gözüktü. O zamanlar kısa, sıska bir şeydim. Bazen kapılarla sorun yaşardım, özellikle de kilitlerini açmak konusunda; bu yüzden bu lanet şeyi açmak bir iki dakikamı aldı.

Her neyse, o porselen tahta oturduğumda, kapı çalındı.

Bu kargaşadan hoşnutsuz bir şekilde “dolu” diye seslendim.

Biraz durakladıktan sonra kapıyı çalmaya devam etti. Bu sefer daha hızlıydı, daha belirgindi.

“Bir dakika bekle.”

Tıklamalar yavaşladı ve ses cevap verdi:

“İçeri girmeme izin ver. İçeri gelmeliyim.”

Ses tonu zayıf ve tizdi. Tanımadığım bir yetişkine aitti. Altı yaşında olabilirdim; ama tuvaletteki görgü kurallarını gayet iyi biliyordum. Esasen, dolaptan birazcık daha büyük bir yere birden fazla kişinin girmesine izin vermezsiniz.

“Yürü git!”

Tıklama tekrardan şiddetlendi, ta ki çılgın bir davul sesine dönüşüne kadar, benden sadece birkaç metre uzakta ve görüş açımın dışındaydı. Sesin bağırdığını duydum, gittikçe daha da çaresizleşiyordu.

“Bırak gireyim! Sadece kapıyı aç, lütfen.”

Bu noktada bayağı bir korkmuştum. Vurma ve bağırma sesleri çok yüksekti, ancak hala kimse bakmak için gelmemişti. Nihayet, neredeyse yarım saattir olmadığım için öğretmenim öfkeli bir şekilde bana bakmaya gelmişti. Ben kapıyı açmayı reddedince danışmadan yedek anahtarı aldı ve beni müdürün odasına götürüp ailemi aradı. Haftanın geri kalanı için uzaklaştırma aldım. Orada yaşananları kimseye anlatmadım.

Bu doğaüstü olayın başımdan tekrar geçmesinden birkaç hafta öncesiydi. Yedinci yaş günümü yeni kutlamıştım ve ailem bunun şerefine barbekü yapıyordu. Güneşli, harika bir gündü; ancak evimizin hemen arkasındaki bahçeye her şeyi kurunca kömür bir türlü tutuşmadı. Babam ön bahçedeki kulübeden kömürü tutuşturmamıza yardım edecek şeyler getirmemi istedi.

İçerisi bayağı bir sıkışıktı ve benim içeri sığmam mümkün değildi, ben de sadece kapısını açıp rafa ulaşabilmek için parmak uçlarımın üzerinde yukarıya uzandım ve kapıyı kapattım. Arkamı döner dönmez, kapının öbür tarafından korkunç bir şekilde vuruldu.

“Aç! İçeri girmeliyim!” Bu seferki ses bir önceki duyduğum ile aynı değildi. Daha derinden, daha saplantılı ve daha kızgındı.

Hiçbir şey söylemedim ve hızlıca uzaklaştım. Orada ne olduğuna dair hiçbir fikrim yoktu, ancak bayağı bir korkmuştum. Uzaklaşırken sanki tahtaya yumruk atılırmışçasına bir gümbürtü geldi ve onun sesini tekrar duydum:

“Seni pislik. Senin o lanet dişlerini sökeceğim. Bırak da geçeyim!”

Partime doğru kaçtım ve günün geri kalanını omuzlarımın üzerinden oraya kısa bakışlar atarak geçirdim.

Şimdiye kadar tahmin edebileceğiniz gibi, bu seslerden bir sürü vardı. Toplamda en az otuz tane saydım. Her ay onları duyuyordum, kapıdan geçmek için yalvarıyorlardı. Neredeyse her zaman kapıyı kapatır kapatmaz olurdu; sanki bu tuhaf yaratıklar beni takip ediyorlardı. Hiç kimseye anlatmadım; ancak dürüst olmak gerekirse biraz da bu duruma alıştım. Beni her zaman korkuturlardı ve bazı sesler tedirgin hissetmeme sebep olurdu; ancak kapıyı açmadığım sürece güvende olduğumu bilirdim. Bu duruma seslerin bazılarına isim takacak kadar alışmıştım. Bir tanesi sürekli evdeki dış kapıda belirirdi. Buzlu camlarımız olduğu için orta boylu şapka takan bir adamın siluetini görebiliyordum. Hiç konuşmazdı; ancak arada bir içinde kâğıt parçaları olan zarfları posta kutusuna atardı. Ona “postacı” adını taktım. Postacı en tedirgin edici olanlardan biriydi. Onunla konuşmaya çalıştığım zamanlarda hızlıca yukarıya bakıp kapıya vurmaya başlardı. Postacıya genellikle ilişmezdim.

Yirmi yıl boyunca bu durumu olağan bir şekilde sürdürdüm. Birçok arkadaşım, hatta geçen sene tanıştığım bir kızla bir küs bir barışık olduğumuz bir ilişkimiz bile var. Gecenin bir yarısında uyanan ve sizlerin duyamadığı sesleri dikkatli bir şekilde dinleyen birisi için o kadar da kötü değil. Evet, arkadaşlarım tuhaf ve kafamdaki tahtalardan birinin eksik olduğunu düşünüyor olabilirler; ancak buna katlanıyorlar. Hepsi harika insanlar. Onları özleyeceğim.

Anlayacağınız üzere, durum biraz tuhaflaşmaya başladı. Yani, her zamankinden de tuhaf demeye çalışıyorum. Üç hafta önce, neden bilmiyorum ama, terli bir şekilde ağlayarak uyandım. Gördüğüm rüya, hatırladığım kadarıyla, her şeyin üzerine ansızın koca bir karanlık çökene kadar gayet normaldi. Tam olarak gözlerimi açar açmaz, yatak odamın kapısından vurma sesleri geldi. Bu normal bir vurma değildi, zıvanadan çıkmış gibiydi.

“Kim o?” diye bağırdım.

“Lütfen, bize yardım et...” diye cevapladı. Şaşırmıştım. Yedinci yaş günümde babamın kulübesinden hatırladığım sadist, kızgın sesti; ama hakikaten samimi gözüküyordu. Sanki ağır bir yara almış gibi bir ses tonuyla konuşuyordu. Doğrusu kendimi kalkmak için çarşafları üzerimden çekerken buldum; ama tereddüt ettim. Sesler daha önce hiç kapıyı açmam için aklımı çelmemişti. Sanırım çocukken kapıya davul çalarmış gibi o kadar sert vurmuştu ki, kapının ardındaki şeyin kötü bir şey olduğu yönünde bir sağduyum oluşmuştu. Dürüst olmak gerekirse, o sabah, bir şeyin odama girmesine az daha izin verecektim; ancak sonunda direndim.

Sonra daha da kötüleşti. Sadece iki gün sonra, mahalledeki köşe başındaki dükkandaydım. Aldığım bir şişe sütün ve gazetenin parasını öder ödemez dükkânın kapısı şiddetle çarptı. Aynı anda acı dolu, uzun bir çığlık duydum. Kapıya doğru hızlıca döndüm; ancak cama yapışmış o kadar çok el ilanı vardı ki, camın ardındaki kadını ancak avuç içlerini cama yaslayınca fark edebildim. Satıcı bana deliymişim gibi baktı. Nihayet, ona saçma sapan bir bahane mırıldanarak, kullanabileceğim bir lavabosu olup olmadığını sordum ve çığlıklar kesilene kadar on dakika boyunca orada saklandım. O günden bu yana dört olay daha yaşadım. Acıklı bir yalvarmayla karışık çığlıklar. Dün de postacı uğradı. Her zamanki gibi mektuplarını posta kutusuna koymadan önce nazikçe kapıyı çaldı.

Sonra bir başka zarf daha. Daha sonra bir tane daha.

Toplamda on tane sade, kahverengi zarf. Postacı birkaç dakika bekledi. Arada bir kapımı çaldı, sonra da beni yalnız bıraktı.

Her zarfın içinde bir A4 kâğıdı vardı. Sayfaların bazıları siyah bir kalemle o kadar şiddetli karalanmıştı ki ortalarında büyük delikler ve kenarlarında yıpranmalar vardı. Onları zarflara geri koyup unutmaya çalıştım.

Öncesinde, kapım çok şiddetli bir şekilde sarsıldı. Gerçi, duyduğum şey bir çığlık, inilti ya da kükreme değildi. Sadece ağlıyordu. Düzinelerce ses, sessizce hıçkıra hıçkıra ağlıyordu. Bir başka rüzgâr kapımı şiddetli bir şekilde çarptı. Duvardaki alçı döküldü ve halı kıvrıldı. Hala bir istekte bulunmuyor ya da yalvarmıyordu, sadece hıçkırarak ağlıyordu.

Şiddetli bir kapı çarpması.

Sandalyeden fırlayıverdim.

Şiddetli bir kapı çarpması.

İnce bir çatlak kapının çerçevesinin bir köşesini yardı.

Telefonum çalmaya başladı ve perdelerin arkasında, penceremin camında şiddetli bir tıklama duydum. Telefona cevap vermeye çalıştım ama sadece ağlayan daha fazla ses vardı; ancak bunlar hıçkırmıyordu. Daha çok ıstırap çekiyor, yas tutuyor gibiydiler. Telefonu kapattım; ancak çalmaya devam etti. Ben de bataryasını çıkardım.

Mobilyalarımın birçoğunu kapıya ve pencereye doğru ittim. Odama son giriş denemelerinin başlamasının üzerinden üç saat geçti. Kapıya vurmaları hiç azalmadı. Tabi ki ağlamalar da azalmadı. Eminim ki kapım onları pek de fazla engelleyemeyecek. Kurduğum vasat barakaya gelince, iki dakikada geçebilirler. Kendimi ölümün kıyısında buldum, bu anılarımı başıma bir şey gelirse diye yazıyorum.

Şiddetli bir kapı çarpması.

Ne istiyorlar ki?

Şiddetli bir kapı çarpması.

Bana zarar vermek istiyor olabilirler mi?

Şiddetli bir kapı çarpması.

Öncekinden bile daha korkusuz ve kötü niyetli gözüküyorlardı.

Şiddetli bir kapı çarpması.

Bunu yapmalarına sebep olan şey ne ki?

Şiddetli bir kapı çarpması.

Belki de kapıyı açmalıyım.

Şiddetli bir kapı çarpması.

Belki de girmelerine izin vermeliyim.


* * * * * *


Sessizlik çöktü. Hatta ağlamaların bile kesildiğini fark ettim. Bütün bir dakika öylece oturdum. Sonra bu klostrofobik durumdan kaçmaya hevesli bir şekilde kalkıp aceleyle kapıya doğru koştum. Belki herhangi bir kapının olmadığı ve lanet olası kapı vuruşlarından uzak olabileceğim bir yere kaçabilirdim. Barikatımı kenara çektim ve kapının kolunu çevirdim.

Kilitliydi.

Diz çöküp kapının aralığından baktım. Yatak odamın ardında koridor yoktu, sanırım bir tür kütüphane ya da sınıf vardı. İçerisi boş görünüyordu; ancak bir çocuk sırtını bana dönük oturmuş bir şeyler okuyordu. Kapıya sert bir şekilde vurdum.

“Hey, çocuk. Beni buradan çıkar, olur mu?”

Omuzlarının üzerinden bana baktı.

“Evet, buradayım. Lütfen kapıyı açabilir misin?”

“Açamam. Cezalıyım. Kimseyle konuşmamalıyım. Yürü git.”

Arkasını döndü. Kızgın ve kafam karışmış bir şekilde ayağa kalktım. Gürültülü bir vurma sessizliği bozdu. Fark ettim ki ses bir cama vurulmuş gibiydi. Benim penceremin camına.

Sesi tekrar duydum. Bu sefer içeri girmek isteyen birinin çılgınca cama vurması gibi değildi. İçeriye girmeye bile çalışmıyordu. Perdenin ve camın arkasındaki her neyse, benim içeride olduğumu biliyordu. Beni feci korkuttuğunu da biliyordu. En vahşi ve sadistik biçimde beni korkutmak istiyordu.

Kapıya doğru döndüm ve çılgınca kapıyı yumruklamaya başladım.

“Hey! Bırak da gireyim. Gerçekten kapıyı açmana ihtiyacım var...”

5 yorum:

  1. Çok güzeldi, çeviri için teşekkürler.

    YanıtlaSil
  2. Tam kapı çalındı cümlesini okurken pat diye evin kapisi çalındıcnhxsn ürktüm bir an

    YanıtlaSil

Yorum yaparken kaba veya küfürlü bir dil kullanmaktan çekinirseniz sevinirim ^^