Deep webden sürekli uzak dururdum. Orayı keşfetmeye yeteri cesareti olanlar, en çılgın, olağanüstü hikayeleri anlatırlar.İnsan deneylerini içeren siteler, kiralık katiller hatta insanları kendi güvenlik kameralarından izlemek. Bunlar çok delice. Fakat dürüst olmak gerekirse,onlara birazcık ilgi duymuyorum desem yalan olur. Sadece belirtiyorum, deep web araştırmamın arkasında herhangi kötü bir niyetim yoktu, sadece insanların söylediği kadar kötü bir yer olup olmadığını merak etmiştim. Karşıma ilk çıkan şey ölümü konu alan bir siteydi, bana rahatsız edici bir his verdiği için orada pek takılmadım. Beni rahatsız etmek biraz zordur, işte bu yüzden midemin henüz ilk siteyi kaldıramaması beni şaşırtmıştı. Ama her şeyin kusursuz olması gerekmez, değil mi? İnsanları güvenlik kameralarından izleyebildiğimiz başka bir siteye tıkladım.Çoğu ekranda boş oturma odaları ve teraslar vardı. Bazılarında hafif dolu odalar vardı, doldurulmuş hayvanların olduğu odalar, aptal noel işıkları ve sahte bir noel baba heykelleriyle süslenmiş odalar. Başka bir ekran yoga yapan genç bir kadını gösteriyordu, izleyici sayısı yüksekti, onu pek izlemedim İçimde bir şeyler beni hasta ve yanlış hissettirdi. Yani yaptığım şey mide bulandırıcıydı. Kafamı salladım, meragıma karşı gelerek faremi siteyi kapatmak için küçük z sembolüne götürdüm. Tam basacakken siyah bir ekranın altında "dikkatle ilerleyin” yazan mavi bir link gördüm. Dudağımı ısırdım, içimden bir ses siteden çıkmam için bağrıyordu, linke tıklama, buna tıklama buna değmez. Ya bir cinayetse, bu beni suç ortağı yapar mıydı. Ya birisi bir hayvanın derisini yüzüyorsa veya o tarz bir şeyse? Ardından tekrardan düşündüm,ya değilse? Faremi kapatma tuşundan linke götürmemi sağlayan şey neydi bilmiyorum, fakat sonunda burdaydım. Merağım sürekli ağır basardı, midemdeki kötü hisse ve kafamın içindeki korku duygusunun gücüne rağmen, bilmem gerekiyordu. Linkin nereye gittiğini bilmem gerekiyordu yoksa delirirdim. Fareme sol butonuna yavaşça tıkladım, linkin mor rengini alışını izledim. Ekran yavaşça yüklenirken ağzımın kuruduğunu hissettim. Sayfa, bir önceki güvenlik kamerası sitesine benziyordu. Tek fark burda sasece 1 ekran vardı. Oda betondan yapılmaydı ve karanlıktı. Gece görüşlü bir kamera veya benzer bir şey olmalıydı, çünkü her şeyde bir mavi-yeşillik vardı, ama belli belirsiz bir ışık olduğu söylenebilirdi. Yerde koyu bir sıvı birikintisi vardı. Kendime onun benzin olduğunu söybenzm, nedenini sormayın. Ekranın sağ tarafındaki ifak bir hareketlenme dikkatimi çekti, kafamı dikleştirdim ve laptobumun ekranına iyice yaklaştım. Bir kola benziyordu, sanki birisinin kolunun dirsekten aşağı kısmkısm. O orda duruyordu, aslında pekte hareketli değildi, hafifçe sarsılıyordu fakat tamamen hareketsiz gözükmesini engelleyemeye yeterliydi. Kafamı sallayıp kendime çenemi kapatmak için bir tokat atmadan önce ağzımdan “hey” kelimesi çıktı. Aptalcaydı. Ardından ordaki kişi ekranın soluna doğru yürümeye başladı. Midemin bulandığını, boğazımın karıncalandığını ve sıkıldığını hissettim. Boğazımdan bir kusmuk yükseldi. Ağzımın açıldı, gözlerim sonuna kadar açıldı, yüzüm iğrenmenin kelime karşılığı gibiydi. O genç bir kadındı, 25’ten büyük görünmüyordu. Uzun, siyah ve kirli saçları sanki çekilmiş gibi karmakarışıktı. Bir ayağını sürüklüyordu, toplallarken diğer zayıf ayağı işin çoğunu hâllediyordu. Kafası aşağıya, zemine bakıyordu. Ayağını betonda sürterken çıkardığı ses, odamda yankılanıyordu. Daha kötü olamayacağını düşündüm. Fakat yanılmıştım, hemde feci hâlde yanılmıştım. Aniden, kadın kafasını kaldırdı, ufak vücudu bir ton taşıyor gibi duruyordu. Etrafa baktı, gözleri yaşlarla ıslanmıştı ve siyah makyajı yüzünden aşağı akıyordu. Küçük kanlı iplerle dudağı dikilmişti. Büyük ihtimalle bağırmak için ağzını açmaya çalışmasından kaynaklı çıkan koyu kan çenesini lekelemişti. Onun zarif parmaklarıda beton zemindeki birikintiyle aynı renkle kaplıydı. Çok hâlsiz hissetmeye başlamıştım. Midem bulanıyordu. Kendime onun sahte olduğunu, büyük bir kandırmaca olduğunu söylemeye çalıştım. Gözlerim ekranın sol alt köşesini taradi. 5,623. Beş bin altı yüz yirmi üç kişi bunu izliyordu. Midemdeki hisse daha fazla dayanamadım. Lavaboya koştum, klozetin kapagını açtım ve içimdekileri çıkardım. İçimdeki her şey iğrenç hissetiriyordu. İşim bittiğinde lavabonun zeminine uzandım. Soğuk fayansın yanan vücudumu sakinleştirmesine izin verdim. Başım dönüyordu, kendi kendime linke tıklamam gerektiğini tekrarlıyordum. Çıkmalıydım, lanet pencereyi kapatmalı ve içimdeki merağı siktir etmeliydim. Fakat bunları yapmadığım için şuan kusmuk kokulu lavabonun zemininde uzanıyordum ve kafam ne yapacağım hakkında karışmıştı. Linki polise mi göndermeliydim? Onları şimdi mi aramalıyım? Aklıma ilk gelen şey linki kopyalanak ve polisleri bu konu hakkında bilgilendirmekti. Belki IP adresini takip ederler veya o tarz bir şeyler yaparlardı. Belki kadını tanırlar ve onu aramaya nereden başlayacaklarını bilirlerdi, belki kadının hayatını kurtarabilirdim. Eğer bunların hepsi izlenme için yapılan sahte bir şeyse gerçekten aptal gibi hissederdim, ama bu kumara giremezdim. Ortada böyle bir risk varken olmazdı. Ayağa kalkarken başı döndürücü hissi görmezden geldim, kapı kolunu tuttum be buraz sert bir şekilde çevirdim. Kapıyı açtığım anda, cebimdeki telefon titreşti. Bu ödümü kopartmıştı. Hafif bir panikle telefonu titreyen ellerimin arasına aldım. Kız arkadaşımın adını gördum, ve açmak için parmağımı kaydıddım. Sesim bozuktu, gözlerim ekranda, kadının yerde yattığı yeri bulmuştu. Onun ağlama sesleri odamın duvarlarında sekiyordu. Artık kusacak bir şey kalmamıştı ama hâla midem bulanıyordu. “Madelins, gördüğüm şeye inanmayacaksın” “Ne? Sen- sen iyi misin? Ağlıyor muydun? “Hayır, iyi değilim,” diye cevapladim gözlerimi ekrandan çevirirken, “Bilmiyorum, bana deep web’den uzak durmam gerektiğini söyledin, ama-“ “Benle dalga mı geçiyorsun?” Sesi endişeliden sinirliye bir saniyede geçmişti, “Sana o yerden uzak durman gerektiğini söyledim, beni dinlemedin, beni hiç dinlemedin.” “Orda bir kız var.” Dedim zayıf bir şeiilde, “O bodrum gibi bir yerde kilitlenmiş, onun ağzı... o... onun ağzı dikilmiş gibi, yüzü ve elleri kanla kaplı, ne yapacağımı bilmiyorum Madeline.” Kadının ağlama sesi daha da yükseldi, daha çaresiz ve boğuk. “Çok özür dilerim” “O şeyi kapa, geçmişini temizle, ve oraya asla geri dönme. Şaka yapmıyorum” “Ama polisleri aramam-“ “Hayır,” Sesi sertleşmişti, “Bunun ne bok olduğunu bilmiyorsun, büyük ihtimalle iğrenç izleyicileri toplamak için yapılıyor, senin gibi insanları. İnsanlar bunu sürekli yapıyor, işte bu yüzden sana ordan uzak durman gerektiğini söyledim, başına bir sürü bela alabilirsin.” Bir şey söylemedim, sessizce masama yürüdüm. Faremi ufak “X” sembolüne götürürken ellerim titriyordu. Gözlerim siteyi kapatmadan önce izleyici sayısının yavaşça artışını izledi. Şimdi öncekine göre daha kötü hissediyordum. “Tamam. Siteyi kapattım.” “Yarın nolur nolmaz bir rapor doldururuz. Ama şimdilik uyu ve o şeyden uzak dur. En başta oraya girdiğine bile inanamıyorum. Onunla tartışacak gücüm yoktu. Suçluluk duygusu vücudumu ele geçirdi, içinde boğuluyordum. Hissedebildiğim tek şey oydu. Telefonu kapatmadan önce ona iyi geceler dedim,özür diledim ve onu sevdiğimi söyledim. Uyumak için yatağa gittim, daha doğrusu uyumaya çalışmak için. Kendi yatak odamda olmak düzgün hissetmiyordu veya bilgisayarıma yakın herhangi bir yerde olmak. O kadının orada kapana kısılmış, bağırmayacak bir hâlde olduğu sürece rahat hissetmeyecektim. Bunun sahte olabileceğini biliyordum, ama bu gerçektende alınabilecek bir risk miydi? Deep web’de aahte olan şeyler hakkında Google’da bir araştırma yaptım ve bir sürü kurgulanmış eebcam videoları hakkında hikayeler okudum. Bu beni biraz daha iyi hissetirdi, fakat içimdeki hastalıklı suçluluk duygusunu bastırmaya yetmedi. Açıkça söylüyorum, uyuyamadım. Her gözümu kapagfığımda veya daldığımda, kadının yüzünü görüyordum, dudaklarını diken ipleri, ağzından dökülen kanı, parmaklarını , zemini. Gittikçe dahada rahatsız hissediyordum. En sonunda evden çıkmaya karar verdim, belki en yakın CVS eczanesinden biraz melatonin almak yardımcı olurdu. Yorganımı üstümden attım, anahtarımı ve cüzdanımı alıp ayakkabılarımı giydim. Soğuk hava müthiş hissetirmişti, ve kafamdaki düşünceleride sakinleştirmişti. Saate bakacaktım ki twlefonu evde unuttuğumu farkettim. Çokta büyük bir problem değildi, market evimden bir kaç dakika uzaklıktaydı. Bir melatonin ve işe yaramazsa diye güçlü bir uyku hapı aldım. Ayrıca kustuktan sonra içimdeki her şeyi döktüğümden rehidre bir paket su şisesi aldım. Eve döndüğümde çok, çok daha iyi hissediyordum. Ama bu ön kapımın açık olduğunu farketmemle son buldu. Evet, evi panik halindeyken terk etmiştim ama, asla, hiç bir zaman ön kapımı açık bırakmam. Kalp atışlsrım hızlandı. Arabamdan indim, kapıyı sessizce kapattım ve bagajı açtıp içinden sürekli orda tuttuğum levyeyi aldım. “ Orada kim var!” Eve doğru bağırdım, herhangi bir ses çıkmasını bekliyordum, “Orada kim var?” Sesim titriyordu ve zayıftı. Sadece sessizlik vardı. Levyemi kaldırıp bir darbe vurmaya hazır hâle getirdim, içeri girdim ve koltuktan telefonumu aldım, telefonumu alır almaz acil durum butonuna bastım ve bir 911 operatörüne ulaşana kadar bekledim. Ona evime birisinin zorla girdiğini düşündüğümü söyledim. Bana polisin yolda olduğunu söyledi. Evin etrafını yanlış bir şeyler varmı diye aradıktan sonra kız arkadaşımı aramaya karar verdim. Ona neler olduğunu söyleyecektim. Telefon çaldı, çaldı ve daha çok çaldı. En sonunda seslimesajı nı alınca kapattım. Büyük ihtimalle gecenin bu saatinde uyuyordu. 20 dakika kadar polislerin gelmesini bekledim. Polisler gelince, korkmuş bir yavru köpek gibi onlar odaları ararken yanlarında yürüdüm. En sonunda sasece bir rapor dolurdular ve evin yakınlarında herhangi bir durum için bazı arabaların olacaklarını söylediler. Onlar giderken, telefonuma Madeline'dan gelen bir arama var mı diye baktım, ama herhangi bir cevapsız arama yoktu. Ama aksine bir şeyi farkettim. Telefonumdan Madeline birkaç kez aranmıştı. Madeline'a Yapılan Arama: 03:12 Madelin’a Yapılan Arama: 03:14 Madeline’a Yapılan Arama: 03:17 Madeline’a Yapılan Arama: 03:20 Ardından 03:56’da yapılan bir arama daha ki bu ben eve varınca yapılmıştı. Zihnim bu aramaların benim tarafķmdan yapılmadığını anladığı anda otomatik olarak panikledi. Hızlıca mesajlara baktım, 03:23’te atılan bir tanesini okudum. “Hey, uyuyamıyorum. Evine geleceğim, içeri girebilmem için arka kakapın kilidini çar mısın?” O mesajı ben göndermemiştim. Cevabını farkettiğim anda mideme bir sancı girdi, kalbim göğsümde seslice atmaya başladı. “Üzgünüm, uyuyordum. Bu arada uyandırdığın için teşekkürler. Yine anahtarlarını mı kaybettin? Kildi açtım, geç kalma.” Hiç düşünmeden evimeeki tüm camları ve kapıları kikitledim. Elimde levyeyi sıkıca tutarken arabama atladım. Arabamın gidebildiği kadar hızlı bir şekilde evine sürdüm, trafik ışıklarını görmezden geldim. Oraya gitmem sadece 3 dakikamı almıştı, ama geç kaldığımı biliyordum. Evin arka kapıdına yöneldim, kapının ağzına kadar açık ilduğunu görünce vücudumdaki tüm gücrelerin yandığını hissedebiliyordum. Yüzüm sıcaktı, ellerim titriyordu ama yinede içeri girdim, levyeyi bir sopa gibi savurmaya hazır şekilde tuttum. Karanlık evin içinde dolaşırken duygularımı gizleyebildiğim kadar gizlemeye çalıştım. “Madeline?” Seslendim, “İyi misin bebeğim?” Hiçbir şey yoktu,sadece sessizlik. “Madeline?” Üst kattaki yatak odasından hafif bir çığlık sesi duydum. Ayaklarım ani bir hareketle merdivenlerden çıktı, kapıyı çarparak açtım. Onun boş yatağına, boş odasına baktım. Kafam karışmıştı. Çiğlığı tekrardan duydum. Fakat bu kez, onun bilgisayardan geldiğini duydum. Ekrana baktığımda donakalmıştım, önceden gördüğüm aynı siteydi, bir farkla. Bu kez bir değil iki kadın vardı. Birincisi zeminde yatıyordu, koyu sıvı birikintisinde hareketsizce duruyordu. İkini kızı tanıyordum, sesinden tanımıştım. Yüzünü gördüğüm anda kalbim parçalandı, yüzü kanlar içindeydi, onun gözleri dikilmişti. Çiğlığü kemiklerime vurdu, vücudumu ele geçirdi, duyduğum tek şey oydu. Onun yüzü saf korkuyla büzüşmüştü, sesi azaldıkça acınası bir hâlde ağladım, sesi iyice zayıflamıştı. Çenem kilitlenmişti, telefonumu alıp 911’i tekrardan tuşladım, fakat bu kez derin sesli bir adam cevap verdi. “ Aramamlıydın” Vücudum baştan aşağı titredi, telefonumun halıya düşüşünü duydum, nefesim boğazımda kalmıştı. Eğilip telefonu alıp arqmayı kapattım ve merdivenlerden aşağı koştum. Bunu nasıl yapmıştı? Polise yaptığım aramayı nasıl değiştirmişti? Arka kapıdan çıkarken kalbimin atışını hissedebiliyordum, bir çırpıda en yakındaki eve koştum. Kapıya vuruken ciğerlerimdeki tüm nefesimle bağırdım. En sonunda komşu kopuyu açtı, yüzü yorgun, korkmuş ve şaşkın gözüküyordu. Beni içeri aldı ve ona göz yaşları içinde olanları anlattım. Bunu telefonumdan yazıyorum. Şuanda ikimizde polise ulaşmaya çalışıyoruz. Fakat ne onun ne de benim aramalarım gitmiyor. Sanırım birileri bizim sinyallerimizle oynadı, sinyalimizi kesmiş bile olabilir fakat denemeye devam edeceğiz. Korkuyorum, kendim için korkuyorum, kız arkadaşım için korkuyorum, komşum için korkuyorum. Eğer benden bir daha haber alamazsanız, lütfen bu tavsiyeyi kalbinizin içine alın. Deep web’den uzak durun. Tanrı aşkına, lütfen, lütfen deep web’den uzak durun. Ç.N: Biraz geç attım kusura bakmayın -driptrollge
CREEPYPASTA TÜRKÇE
Bu Blogda Creepypasta'nın en iyi çevirilerini bulabilirsiniz ^^
30 Haziran 2025 Pazartesi
Please stay away from the deep web
20 Haziran 2025 Cuma
I clicked one of those spam pop-ups as a kid
18 Mayıs 2025 Pazar
Mereana Mordegard Glesgorv
Youtube’da Mereana Mordegard Glesgorv isimli bir video var. Eğer bunu Youtube’da aratırsanız ekrana bomboş bakan, son 2 saniyede gülümseyen bir adamın videosunu bulacaksınız. Videodaki arkaplanın neresi olduğu ise belirli değil.
Aslında bu, gerçek videonun ufak bir parçası.
Gerçek video 2 dakika uzunluğunda. Video, onu izleyen 153 kişinin kendi gözlerini oyup Youtube’un San Bruno’daki ana ofisine postalamalarıyla silindi.
Videoyu izleyen insanlar kollarına bir şifre yazarak farklı yolarla intihar etti. Kollarındaki şifre çözülemedi.
Kurbanların gözlerini oyduktan sonra Youtube’un ofisine nasıl postaladığı bilinmiyor.
Youtube insanların videoyu izlememesi için videonun ilk 20 saniyesini otomatik olarak siliyor.
Orijinal videoyu youtube çalışanlarından sadece birisi izledi. Videonun 45.saniyesinden itibaren çığlık atmaya başladı. Bu adam şu anda sedasyon altında ve gördüğü şeyi anlatamıyor.
Odadaki diğer kişiler sadece yüksek bir sondaj sesi duyduklarını söyledi. Onlardan hiçbiri ekrana bakmaya cesaret edememişti.
Videoyu yükleyen kişi bulunamadı, videonun IP adresi yoktu. Videodaki adamın kim olduğu hiç bir zaman bulunamadı.
Ç.N:Bu hikaye klasiklerden, çok kısa farkındayım. Şu sıralar fazla meşgul olduğumdan pek aktif değilim. Fakat yaz gelince haftada en az 1 hikaye atmaya çalışacağım.
-driptrollge
1 Nisan 2025 Salı
The things without feelings
Bazen tuhaf şeyler hatırlarız. Birkaç gün önce oyuncak reyonundan geçiyordum. 2 yaşındaki (yakında 3 yaşına girecek) yeğenimin doğum günü için bir şeylere bakıyordum. Kuyruğunu çektiğinizde kafası aşağı yukarı sallanan bir kaplumbağadan başlayıp, ejderha ve peri prensesi karışımı gibi görünen pembe renkli bir şeye kadar her şey parlak renkli ve hoştu.Ve orada, reyonun tam ortasında, seyrekçe bir araya getirilmiş bir grup Care Bear oyuncağı vardı. Aşırı tatlı ve sevimli gözleri, üç yaşındaki küçük bir kız için ne kadar harika bir hediye olacaklarını söylercesine bana bakıyordu. Elimi uzattım ve koyu mavi Grumpy Bear'ı aldım. Ayıların arasında yıllar boyunca en az değişime uğrayan oydu. Bence bunun sebebi onun zihninin çok güçlü olmasıydı. Akıl sağlığını korumak için şeklini ya da biçimini değiştirmesine gerek kalmamıştı.
Ayıyı geri yerine koydum ve ona baktım. Düşünmesi bir garip.
Ama tuhaf bir Care Bear hikayesine sahipti. Ya da belki ateşim varken gördüğümü
sandığım bir rüyaydı. O sırada hasta olduğum için bu kulağa daha cazip
geliyordu. Karnındaki küçük fırtına bulutuna bakar bakmaz hatırladım.
Öğleden sonra güneşli bir mart günüydü. 38 derece ateş ve
kusmadan dolayı o gün okula gidememiştim. Sabahın erken saatlerinde
hastalığımın en kötü evrelerini atlatmıştım ve şimdi koltukta televizyonda
önüme ne çıkarsa izliyerek keyif çatıyordum. Annemin birkaç işi vardı bu yüzden
evde yalnızdım. Normalde dondurucudan dondurma çalarak bu özgürlüğü suistimal
ederdim. Ama çok yorgundum ve hala biraz midesi bulanmış hissediyordum.
Bu durum ışıl ışıl renkli ayıların ekrana geldiğinde kanalı
neden değişmediğimi açıklayabilir. Dokuz yaşındayken, Care Bears'ı izlemenin
iyi bir şey olacağı yaşı çoktan geçmiştim. Ama yorgun ve hala biraz hasta
olduğum için ekranda durmasına izin verdim. Kötü adamın Profesör Coldheart
adında biri olduğunu hatırlıyorum. Donmuş mavi cilt, beyaz saç ve pedofili
bakışlarıyla düşük bütçeli Bay Freeze çakması gibi duruyordu. Onun tüm olayı
duygulardan nefret etmesiydi. Cidden bana şu aptal Captain Planet kötü adamlarından
birini hatırlatıyordu. Neden çevreyi kirletmişlerdi? Çünkü eğer yapmasalardı
kötü adam kavgası olmazdı da ondan! Ama belki de emekleyen çocukları hedef alan
bir gösteriden çok fazla şey bekliyorum.
Duygular hakkında bir sürü ileri geri konuşan tüylü küçük
maskotlar sürekli neşe ve özen göstermek üzerine durmadan konuşuyordu. Hasta
olsam da olmasam da kanalı değiştirmek için kalktım çünkü bir kez daha şefkat
kelimesini duymak zorunda kalırsam asıl o zaman hasta olacaktım. Ve sonra
Profesör Coldheart uzun siyah bir kitap çıkardı. "Ama bana söz verdiler,
onları çağırırsam, tüm hisleri sona erdirecekler!" Coldheart kitabı
açarak haykırdı.
Küçük ayıcıkların hepsinin kafası karışmış görünüyordu.
Grumpy Bear dışında hepsinin. "Care Bears, onun o kitabı okumasına izin
vermeyin!" diye bağırdı. "Tender Heart, bakış gücünü getir!"
Karnında kalp olan küçük, kırmızımsı kahverengi bir ayı
başını salladı. “Care Bears, sıraya girin!” diye seslendi. Ama o bunu yaparken
bile Coldheart ilahi söylemeye başladı. Yere oturdum ve gözlerim fal taşı gibi
açılmış bir şekilde onu izledim. Söylediği tek kelimeyi bile anlayamıyordum.
Hayır, bu bir yalan. Daha doğrusu, tam olarak doğru değil. İngilizce
konuşmuyordu. Daha önce duyduğum hiçbir dili konuşmuyordu. Ama zihnim resimler
oluşturuyordu. Ve mutlu değillerdi. Yıldızları yiyen büyük siyah kütleler ve
dünyanın etrafını saracak kadar uzun kıvranan ve kıpırdayan şeyler
içeriyorlardı.
Tender Heart elini başına götürerek duraksadı ve diğer
ayılar da hemen onu takip etti. “Yıldızları beklerler,” diye mırıldandığını
duydum Tender Heart'ın.
Coldheart'ın arkasında mağaramsı bir geçit açıldı ve
kıkırdadı, delilikle dolu ve neşesiz bir kıkırdama. Grumpy Bear ayağa kalktı ve
dehşet içinde ona baktı. Görüş alanının kenarında titreşen gölgemsi şeyler
ekranda belirmeye başladı, açıklıktan geliyorlardı. Geriye dönüp baktığında, bu
fantastik bir şeydi. Böyle bir şeyi daha önce hiç görmemiştim. Gölgemsi
şeyler ayılara doğru uzanıyordu. Grumpy Bear'ın karnı parıldadı ve birkaç
gök gürültüsü bulutu çağırdı. Onları ayılar için koruyucu bir bariyer
oluşturmak için kullandı; şimşekler bu bulutlardan fırladı ve gölgemsi şeyler
yaklaştıkça onları çarpıp cızırdattı.
Yine de bu yeterli olmayacaktı ve itiraf etmekten utanmama
rağmen, dokuz yaşındaki küçük benliğim biraz korkmuştu. Gölgemsi şeyler şu anda
benim kafamda dolaşan şeylere çok garip bir benzerlik taşıyordu. Grumpy Bear,
Coldheart'ta sonra ayılara, ve sonra tanrıya yemin olsun ki bana
baktı. Yani, “kameraya” bakıyormuş gibi yaptığını biliyorum ama sanki beni
ve izleyen diğer herkesi görebiliyor, korkumuzu hissedebiliyordu. Başını
salladı. “Bağlantıyı kesmem gerekiyor,” dedi Coldheart'a dönerek. Gözlerini
kapattı ve konsantre oldu. Karnı daha önce gördüğümden daha parlaktı.
Devasa bir fırtına bulutu üzerlerinde belirdi ve tüm binayı
doldurdu. Coldheart hayranlıkla yukarı baktı. Ardından, devasa bir yıldırım
çaktı. Önce, Coldheart’a isabet edeceğini sandım. Ancak, onun yerine yıldırım
ayaklarının dibine düştü. Coldheart çığlık attı ve geriye sıçrayarak dengesini
kaybetti. Ve tam o anda, arkasındaki portala düştü, hâlâ siyah kitabı
tutuyordu. Güçlü bir gök gürültüsü duyuldu ve ekran tamamen beyaza döndü. Bir
anlığına, televizyonun zarar gördüğünü ya da bir elektrik dalgalanması yaşandığını
düşündüm. Ama birkaç saniye sonra görüntü yeniden netleşti.
Grumpy Bear şimdi yerdeki her ayıya tek tek gidiyor, onları
yerden kaldırıyor, sırtlarını sıvazlıyor ve birkaç cesaret verici söz
söylüyordu.
"Onunla yaşayamam," dedi karnında yonca sembolü
olan yeşil bir ayı. "Birçok şey gördüm, çok fazla şey..."
"Endişelenme, Good Luck," dedi Grumpy, ayının
sırtını sıvazlayarak. "Buna gerek kalmayacak. Hiçbirinizin..."
Reklamlar başladı.
Ardından jenerikler oynamaya başladı. Kanepeye doğru
sürünerek geri gittim ve kendimi yukarı çektim. Hafif bir hayal kırıklığı
hissettim. Grumpy'nin ne demek istediğini öğrenmek istemiştim.
Ama bunu aklımdan çıkardım. Sonuçta sadece bir Care
Bears bölümüydü. İlk filmin kısa bir süre sonra çıktığını
hatırlıyorum, seriyi bir nevi yeniden başlatmıştı. Artık Coldheart yoktu ve bir
sürü farklı pastel renkli hayvan, ayılarla birlikte oynayacak yeni karakterler
olarak eklenmişti. O bölümü bir daha asla görmedim ve onu bulmak için
uğraşmadım.
On üç yıl sonra, kendimi eyalet dışında bir üniversitede
İngiliz Edebiyatı dersinde buldum. Bu, birinci sınıflardan son sınıflara kadar
herkesin katılabildiği derslerden biriydi. Son senemdeydim ve genel eğitim
kredilerimi tamamlamak için rastgele bir ders seçmem gerekiyordu.
Nedense, dersin sonunda bir grup olarak çocukken izlediğimiz
diziler hakkında konuşmaya başladık. Konu eninde sonunda Care Bears’e
geldi.
"Biliyor musunuz, dokuz yaşımdayken en garip
bölümlerden birini izlemiştim," dedim. Coldheart ve kitapla ilgili
dramatik sahneleri hızlıca özetledim. Herkes bana delirmişim gibi baktı.
"Bu sahneyi gerçekten izlediğine emin misin, yoksa
sadece halüsinasyon mu gördün?" diye sordu sağımda oturan ve
herkesin Patster diye çağırdığı çocuk.
"Bekleyin, o haklı!" diye
haykırdı Cally adında sarışın bir birinci sınıf öğrencisi. "Ama
o Coldheart değildi, No Heart’tı!"
"No Heart da kim?" diye sordum, ona dönerek.
Reklamlar başladı.
"O, Nelvana serisinin ana kötü
karakteriydi, DiC bölümlerinden sonraki seride. Senin
bahsettiğin gibi siyah bir kitabı vardı. Ve tüm ayılar şaşkın görünüyordu,
Grumpy hariç. O panik içindeydi. Ve No Heart, gölgemsi canavarlarından oluşan
grubuna Gençler diyordu." Güldü. "Nasıl bittiğini
bilmiyorum. Beni o kadar korkutmuştu ki kanalı değiştirmiştim." Başını iki
yana salladı. "Ama sonuçta Care Bears dizisiydi, ne kadar
korkutucu olabilirdi ki?"
Bir an için düşünceli bir ifadeye büründü. "Ama Nelvana serisinin
sonlarına yakındı. Hatta belki de son bölümüydü."
"Evet, ben ikinizin de akıl hastanesinden daha deli
olduğuna oy veriyorum," dedi Patster ve grup kahkahalarla ona katıldı.
Ama bu konuşma merakımı uyandırmıştı. Okulda, öğrencilerin
ücretsiz kullanabildiği ve tam 56 kbps hızında inanılmaz bir
çevirmeli ağ bağlantısıyla çalışan bilgisayarlar vardı. Burası 1998’di;
internet, bugünkü gibi anında cevap veren bir yer değildi. Hatta Google
hâlâ Google Beta olarak biliniyordu ve yeni olduğu için ona
şüpheyle bakıyordum. Sonunda Yahoo’yu kullanmaya karar verdim. Ve
size söyleyeyim, o zaman ne kadar kötüydüyse şimdi de pek farklı değil.
Saatler süren aramalarımın ardından hiçbir ipucu bulamadım.
Ne Cally’nin bahsettiği bölüme ne de benim hatırladığım bölüme dair tek bir
bilgi kırıntısı bile yoktu.
Bu konuyu orada bıraktım. O zamandan beri birkaç
farklı Care Bears serisi yapıldı. Ayılar gelip geçti, ama
Grumpy, benim görebildiğim kadarıyla hep oradaydı ve neredeyse hiç
değişmemişti.
Bazen, her serinin sonunda garip bölümler gören başka
insanların olup olmadığını merak ediyorum. Ama içten içe... gerçekten bilmek
istemiyorum. Eğer bilseydim, kabul etmek istemediğim bazı gerçeklerle yüzleşmek
zorunda kalırdım.
Dalıp gittiğim düşüncelerden sıyrılarak oyuncak reyonundan
ayrılmaya hazırlandım. Son bir kez dönüp Ayılara baktım.
Sonra, neredeyse içgüdüsel bir hareketle, elimi uzatıp Grumpy
Bear’ı aldım.
Belki de ona en azından bu kadarını borçluydum.
Ve belki de, yeğenimin uyurken yanına sokulabilecek daha
kötü şeyler vardı.
27 Kasım 2024 Çarşamba
The Sirens Didn’t Mean What We Thought They Did
Diğer hava durumu uyarıları gibi başlamıştı.Telefonlarımızda hava durumu alarmı çalıyor,şehirden gelen siren sesleri kasabamıza şiddetli bir kasırganın yaklaştığı haberini veriyordu.Bu durum Ortabatı için yeni bir şey değildi,sıradan bir salı günüydü.
Ben ve oda arkadaşım Jenny,acil durum çantamızı alıp bodruma indik.Beklediğimiz şey,bodruma birkaç saat durmaktı.Dışardaki fırtınanın sesi şiddetliydi.Rüzgar uğultuluydu,sanki şimşekler gökyüzünü ortadan ikiye yarıyordu.Fakat garip olan bir şey vardı...sirenler hiç susmamıştı.
Normalde,birkaç dakika boyunca çalmaya devam eder ardından
yerini sessizliğe bırakırlardı.Fakat bu gece,durmadan devam ettiler.Görmezden
gelmeye çalıştım,anneme iyi olduğumuzla ilgili mesaj yazmaya uğraşıyordum.Fakat
Jenny paniklemiş görünüyordu.
“Bir şeyler ters gidiyor.” dedi kulağını bodrumun kapısına
dayarken.
O haklıydı.Sirenlerin sesi...garipti.Tonu,normalden biraz
daha yüksekti,aynı tınıda kalmaya çalışıyormuş gibiydi.Ve mekanik sesin altında
başka bir şey varı.Düşük,boğuk,zar zor duyulabilen bir sesti.Fakat kesinlikle
oradaydı.
Bir gürültü koptu,bodrumun duvarlarını sarstı.İşte o an,ilk çığlığı
duymuştuk.
Ses dışarıdan gelmişti,kan donduran boğuk bir sesti.Jenny donakaldı,telefonum
ellerimin arasından kaydı.Birbirimize sessizce bakmaya başladık,daha fazla
duymaya çalıştık.Başka bir çığlık geldi,ardından bir tane daha ve bir tane daha.Artık
panik ve kaosun karışımından oluşan bir koro gibiydiler.
Evin önüne bakan cama uzandım.Yağmur cama vuruyordu,fakat
şimşeklerin ışıklarının arasında,midemi bulandıran bir şey gördüm.
Gökyüzü yeşil değildi,fırtınadan önce olması gerektiği gibi
değildi.Gökyüzü,kıpkırmızıydı.Derin,dönen kırmızı,sanki bulutlar kanıyormuş
gibi.
“Bir şey görüyor musun?” diye fısıldadı arkamdan Jenny,sesi
titriyordu.
Tam cevap verecekken elektirikler kesildi,karanlıkta
kalmıştık.Ardından tıklama sesi geldi.
Tıklama kapıdan değil,bodrumun duvarlarından geliyordu.
3 Keskin tıklama, sanki birisi-veya bir şey- içeriye girmeye
çalışıyordu.Jenny kolumu kavradı,tırnakları derime batıyordu.”Bu fırtınada
dışarıda birisi olamaz.” Sesi zar zor duyuluyordu.
Tıklamalar tekrardan geldi,bu kez daha sesli ve yakındı.Bir insanın harket edebileceği gibi hareket etmiyordu.Bodrumun etrafında dönüyordu,olması gerektiğinden çok daha hızlı bir şekilde.
Ardından,o konuştu.
İlk başta,anlamsızdı,radyo statiği gibi.Ama sonra kelimeler netleşmeye başladı.Oysa ses,tamamen yanlıştı—çok derindi,bir insana ait olamayacak kadar bozuktu.
“Bizi içeri al.”
Jenny’ide çekerek geriye topalladım,birbirimize sarılarak köşede kapandık.Ses tekrardan geldi,bu kez daha yakından gelmişti.Bu kez,evin içinden gelmişti.
“Bizi içeri al.”
Sirenlerin sesi dahada arttı,artık çığlıklara benziyorlardı.Alttaki boğuk ses dahada yükseldi,daha anlaşılır oldu.O,nefes sesleriydi.
Fırtına hiç bitmedi. Sabah hiç olmadı.
Hatırladığım son şey,bodrumun kapısı gıcırdayarak açılması.İçeriye soğuk bir rüzgar girmesi ve bir figürün gelmesiyle Jenny’nin çığlık atması.Onu nasıl tarif edebilirim bilmiyorum,diyebileceğim tek şey,o insan değildi.
Şimdi yalnızım.Jenny kayboldu.Onun nerde olduğunu hatta
yaşayıp yaşamadığını bile bilmiyorum.Fakat,daha kötü bir şey var.
Telefonumun titrediğini duydum.Bir hava durumu alarmı.
Sirenler tekrardan çalmaya başladı.
Ve bu kez,sanırım benim için geliyorlar.
Ç.N: Selam,ben yeni çevirmeniniz sayılırım:D
Greatestgore.you hikayesinden bilirsiniz beni.
Ara ara çeviri yapıp atmaya çalışacağım.
I've always hated dolls
Herkesin mantıklı olsun ya da olmasın korktuğu bir şey vardır. Benimkisi her zaman oyuncak bebekler olmuştur. Bütün bebekler değil, çoğunlukla insana fazla benzeyen bebekler. Sanırım beni asıl etkileyen şeyler gözler.
Bu yüzden kendi palyaço bebeğimin mirasçısı olduğumu öğrendiğimde ne kadar mutlu olduğumu tahmin edersiniz.
Rahmetli büyük teyzemden bana bir hediyeydi. Onu hayatımda belki bir ya da iki kez görmüşümdür. Bu yüzden tüm bu şeyleri neden bana bıraktığını anlayamadım.
Bu bebek kabuslarımdan fırlamış gibiydi. Oyuncak bebek olması yeterince kötü değilmiş gibi bir de palyaço unsuru eklemişlerdi.
Bebeğin cama benzeyen yüzü beyaza boyanmış, gözleri, ağzı ve yanaklarında ise kırmızı işaretler vardı. Ancak gözlerinin kendisi siyah bir boşluktan başka bir şey değildi. Yanlardan fışkıran kalın beyaz saçları ve tepesinde neredeyse bir kirazı andıran yuvarlak bir şapkası vardı.Dış görünüşü aslında tipik bir palyaço kıyafeti. Yüzü bildiğin, kırmızı ve beyaz karışımıydı. Bu bebeğin boyu yeni yeni yürümeye başlayan bir çocuk boyu kadardı. Başka bir deyişle, yanında kendimi rahat hissedemeyeceğim kadar büyüktü.
Onu başka birine verebilirdim ama anneanneme olan saygımdan dolayı elimde tutuyorum.
Yani doğal olarak onun yeni evi benim dolabım olacaktı. Onu, içine bana uymayan kıyafetleri koyduğum arkadaki eski bir şifonyerin üstüne yerleştirdim. Bunun böyle olacağını ve hayatımın her zamanki gibi devam edeceğini düşündüm. Ne yazık ki durum öyle olmadı işte. Pek düzenli biri sayılmam bu yüzden kıyafetlerimi dolaba nadiren koyardım. Sonuç olarak palyaço dostumu uzun bir süre boyunca görmem gerekmedi.Birkaç hafta sonra nihayet temiz bir kot pantolon aramak için dolabı açtım. O, oradaydı. Şifonyerin önünde yerde oturuyordu. Bir şekilde şifonyerden düşmüş olabileceğini düşündüm çünkü net bir şekilde onu üstüne koyduğumu hatırlıyorum. Bu boş siyah gözler benim için çok fazlaydı. Pantolonu hemen alıp onu geri yukarı koymaya zahmet etmeden bıraktım.
Günün geri kalanını şifonyerden nasıl düşmüş olacağını düşünerek geçirdim.
Yani, meraklı biri olarak, eve döndüğümde dolabı kontrol etmeye karar verdim.
Bebek oradaydı tabii ki ama eski yerine geri dönmüştü. Ona yaklaştım ve boş gözlerine baktım.
Hiçbir şey.
Her ne kadar beni ürkütmüş de olsa, o bir oyuncak bebekti, değil mi?
Onu yerde hayal etmiş olmalıyım. Yalnız yaşıyorum yani başka birinin onu hareket ettirmesine imkan yok. Ama yine de, olabildiğince dolaptan uzak durmaya karar verdim.
Birkaç gece sonra, kahkahaya benzeyen bir sesle uyandım ve ses sanki dolaptan geliyor gibiydi. Belli belirsiz bir sesti bu yüzden beni uyandırmasına biraz şaşırmıştım. Genelde uykum ağırdır. Böyle bir şeye uyanmak bayağı garip bir durumdu.
Yapmak istediğim son şey o dolaba girmekti bu yüzden beklemeye karar verdim.
Yaklaşık 30 saniye sonra yüksek bir gümbürtü sesi duydum ve sonra kahkahalar kesildi.
Mevcut tüm ışıkları açtıktan ve mutfaktan bıçağı aldıktan sonra dolabı kontrol etmenin zamanının geldiğine karar verdim.
Yavaşça kapıyı açtım ve..
Tamamen normaldi, kesinlikle sıra dışı bir şey yoktu. Hatta bebek bile şifonyerin üstündeki normal yerindeydi.
Bebeği elime aldım ve herhangi bir ses kutusu gibi bir şey olup olmadığını anlamak için etrafını yokladım ama yoktu.
Sesli bir iç çekişle, palyaçoyu yerine geri koydum ve dolabı bıraktım. Belki de kendimi kaybediyordum.
Sonraki birkaç gün boyunca tetikteydim. Orada burada kayıp ya da yeri oynatılmış küçük şeyleri, en önemlisi de yemediğime yemin ettiğim küçük yiyecek parçalarını fark etmeye başladım.
Bıkmadan usanmadan evimin her köşesini aradım, böcek ya da diğer davetsiz misafirlerin olası izlerini aradım. Her yeri, yani dolap hariç.
Ne yazık ki, aramalarım hiçbir sonuç vermedi hatta kendimi kaybettiğim fikrini doğruluyordu.
Ta ki birkaç gece sonra gülme sesleri geri gelene kadar. Ama bu sefer sadece belli belirsiz bir kahkaha değildi. Bu gümbür gümbür bir kahkahaydı. Kahkaha tüm evimde yankılanıyor gibiydi.
Dehşete kapılmıştım, yatağımda kılımı bile kıpırdatmaya cesaret edemiyordum.
Gülüşmeler devam etti ve aniden dolabımdan gelen yüksek sesler duymaya başladım, kapısı açılana kadar.
Büyük, karanlık bir figür ortaya çıktı ve odamdan hışımla çıktı. Evin içinde koştuğunu, ön kapımı açtığını ve gittiğini duydum. Bu olur olmaz, kahkahalar kesildi.
Kendime nefes almam gerektiğini hatırlattıktan sonra nihayet yatağımdan kalkabildim. Dolaba yaklaştım.
Bulduğum şey beni sarsmıştı.
Eski şifonyerim artık duvara dayalı değildi. Oysa şimdi dolabımın ortasındaydı ve şifonyerin olduğu yerde bir delik vardı.
Bir insanın arkasına sığabileceği kadar büyük ama üstü örtüldüğünde asla fark edilmeyecek kadar küçük bir delikti.
Deliğin yanında, bir kolunu deliğe doğru uzatmış, dimdik oturan bir bebek vardı. Ne bulabileceğimden korkarak deliğe bakmaya cesaret edemedim. Bunun yerine bebeği aldım ve 911'i ararken kendimi arabama kilitledim.
Polis daha sonra olanlarla ilgili şüphelerimi doğruladı. Birisi evimde yaşıyordu.
Deliğin içinde kişinin uyuduğu bir palet ve az miktarda çöp vardı. En kötüsü de, bu kişinin küçük bir çakı koleksiyonu vardı. Muhtemelen silah olarak kullanılmamaları gerekiyordu, ama yine de bunu düşünmek pek rahatlatıcı değil.
O geceden beri palyaço arkadaşım odamdan çıkmadı. Artık yatağımın yanındaki masanın üzerinde kendine ait özel bir tüneği var.
Hala oyuncak bebeklerin büyük bir hayranı değilim, ama belki de hepsi o kadar da kötü değildir.
Not: Garibanlar ne çektiler dolaplardan, oyuncak bebeklerden.
31 Ekim 2024 Perşembe
Stories For My Daughter
Benim için yılın en harika zamanı Noel değil, Cadılar Bayramıydı. Evin her yerini örümcek ağları ve sahte örümceklerle donatırdım. Çok ama çok özel bir gün olurdu...
Sonbahar gelmiş ve yapraklar düşmeye başlamıştı. Kılık değiştirme ve gerçekliği askıya alma zamanıydı. Kızımla, ocağımızın yanında, balkabağı fenerlerimiz ve şekerlemelerimizle oturarak birbirimizi korkutuyorduk.
Kızım her zaman korkunç Cadılar Bayramı hikayelerini severdi ve geçen yıl da farklı olmamıştı.
Mutfak masasında, balkabaklarımızı oyarak onlara korkutucu yüzler çizmeye hazırlanırken, büyük bir kaseye iplik gibi sulu tohumları kazıyorduk. Aniden bana sordu:
"Zamanı geldi mi? Hikaye zamanı geldi mi?"
"Pekala," ona gülümsedim. "Nereden başlayalım? Monkey’s Paw’dan mı?"
"Hayır, hayır, o eski bir hikaye," yüzünü buruşturdu. "Bana yeni bir şey anlat."
"Tamam, tamam," pencereden dışarı bakıp ayın bir bulutun arkasında kaybolduğunu gördüm. "Peki, sana bir hikaye anlatacağım." Ve biz balkabaklarını kazıp oymaya devam ederken, hikayeyi anlatmaya başladım:
Bir zamanlar, uzun zaman önce, Jacob adında bir çocuk vardı, ve babasıyla birlikte bir ormanın yanındaki bir evde yaşıyordu. Bir gece, babası onu derin uykusundan uyandırdı.
"Oğlum," fısıldadı. "Dışarı çıkmam gerekiyor. Köyde bir kadın doğum yapmak üzereymiş ve ben orada olmalıyım." Jacob’ın babası köyün doktoruydu ve çok saygı görüyordu.
"Ama baba," Jacob uykulu bir sesle mırıldandı. "Kurt ne olacak?"
Köyde ve ormanın kenarında büyük bir kurt görüldüğüne dair söylentiler dolaşırdı ve köylüler kurttan çok korkarlardı.
"Korkma, oğlum," babası onu rahatlattı. "Tüm kapıları ve pencereleri kilitleyeceğim, sen tamamen güvende olacaksın.’
Çocuk titreyen çenesiyle baktı, ama babasına güvendi ve tekrar yatıp uyumaya çalışmayı kabul etti.
Ancak babası dışarı çıktıktan sonra, Jacob uyuyamadı. Evdeki her ses, her gıcırtı sanki daha da yükselmişti. Yatak örtülerini alıp pencerenin önüne kıvrıldı, babasının geri dönmesini bekledi. Penceresinden dolunayın ışığını görünce biraz olsun iyi hissetti. Gecenin karanlığındaki ormanının kokusu pencereden içeri dolarken, sersem bir uykuya daldı.
Sonunda, babasının arabasının ışıklarını evin yolunda gördü. O kadar rahatladı ki, onu karşılamaya koştu.
Jacob’ın babası, evden dışarı doğru büyük bir kurdun fırladığını gördü, ama ne yapacağını anlamadan bir av tüfeği sesi duydu ve kurt yere düştü. Ormanın kenarından bir grup köylü belirdi. Kurt avına çıkmışlardı. İlk başta, doktorun acı dolu çığlığını anlamadılar.
“Ne yaptınız siz?” diye bağırdı ve kurdun düştüğü yere koşarak gitti, bedenini kucaklayıp kollarında tuttu. Son nefesini verirken, köylüler, kurdun devasa, tüylü bedeninin bir çocuğa dönüştüğünü görünce dehşete kapıldılar.
“Yani doktorun oğlu kurt muydu?” diye sordu kızım, kahverengi gözleri kocaman açılmıştı. “Bu üzücü bir hikayeymiş, anne.”
“Sanırım öyle, tatlım, ama bazen korku, hem üzücü hem de dehşet vericidir. Neyse, bence bu balkabaklarını yakma vakti geldi.”
Balkabaklarımız hazırdı, onları oturma odasına taşıdık. Televizyonun önündeki alçak masaya koyup içlerine mumlar yaktık. Gelenek gereği, şimdi korkutucu çizgi filmler izleme zamanıydı.
Kızım bu çizgi filmleri daha önce birçok kez izlediği için çabucak sıkıldı. Masanın üzerindeki tozlu tarot kartlarını aldı.
“Geleceğimi söyle, anne.”
İç çektim. “Artık bu kartları kullanmayı sevmiyorum, tatlım. Sana başka bir hikaye anlatsam nasıl olur?”
“Bu tarot kartlarıyla mı ilgili?” diye sordu.
“Hayır, ama hikayenin içindeki sihirbaz, bazı sihir numaraları için kartları kullanıyor. Bu hikayenin adı, ‘Duman ve Aynalar’.”
Koltukta yanıma kıvrıldı ve ben de tekrar anlatmaya başladım:
Bir zamanlar, sihir numaraları yaparak geçimini sağlayan bir adam vardı. Çocuk partileri ve çok küçük mekanlarda gösteriler yapıyordu. Pek iyi değildi ve çoğu zaman insanlar, adam kartlarını değiştirdiğinde ya da kollarından bir şeyler çıkardığında bunu anlayabiliyorlardı. Bir gün yerel gazeteyi karıştırırken, bir ilan gördü:
İYİ BİR EVE ÜCRETSİZ. BİR ÇİFT SİHİRLİ KABİN. İZLEYİCİLERİNİZİ ŞAŞIRTIN!
Buna bayılmıştı. Çok para kazanamıyordu ve böyle bir şeyi gösterisinde kullanmayı çok isterdi, ama asla satın alamamıştı. Hızla ilandaki numarayı aradı ve onları almaya gitmek üzere işlerini ayarladı.
Onları gördüğünde, bunun hayal edebileceğinden çok daha fazlası olduğunu anladı. Yaklaşık altı fit boyunda ve altıgen şeklindeydiler, her bir dış kapak, tam boy aynalarla kaplıydı. Önündeki kapıları sessizce açılıyordu ve içi yumuşak siyah kadife ile kaplıydı.
Sihirbaz, şansına inanamadı ve adamın neden bunları bedava verdiğini sordu. Satan adam, artık onlara ihtiyacı olmadığını söyledi.
“Peki, bunlar nasıl çalışıyor?” diye sordu sihirbaz.
Satıcı, bir anlığına evine girdi ve kafeste bir papağanla geri döndü.
“Bu nasıl çalışıyor bilmiyorum,” diye itiraf etti, “Sadece çalışıyor.” ve papağanı bir kabine koydu. İkinci kabine doğru yürüyüp kapıya üç kez vurdu. “Hoş geldin!” dedi, çok tiyatral bir tonla. İlk kabinden hışırtı sesi geldi ve kapının etrafındaki çatlaklardan duman yükselmeye başladı. İkinci kabinin kapısını açtığında, kafesindeki papağan oradaydı.
“Ah, bunlar harika!” diye sevinçle bağırdı sihirbaz. Kabinleri eski, döküntü minibüsüne yükledi.
“Sana bir uyarı,” dedi satıcı. “Bunları temin ettiğimde, bu numarayı yaparken asla insan kullanmamam gerektiği söylendi. Kendine de bir papağan almanı öneririm.” Sihirbaz başını heyecanla sallayarak onayladı ve yola çıktı.
Bundan sonra, sihirbaz için işler hızla açılmaya başladı. Gösterisinin diğer kısımları hala vasattı, ama izleyiciler sihirli kabin numarasından çok etkilenmişti. Kabinleri, performansı sırasında insanların incelemesi için açık bırakıyordu ve gösterisinin büyük bir kısmında, izleyiciler neredeyse gösterinin kendisine dikkat etmiyor, kabinleri kurcalayıp sırlarını çözmeye çalışıyorlardı.
Sihirbaz, yeni gösterilerinden çok gururluydu ama içinde bir şeyler onu rahatsız ediyordu. Şu anda kabin numarası için ya bir tavşan ya da bir balık kullanıyordu ve bunun biraz sıkıcı olduğunu hissediyordu.
Bir gün, gösterisinin finaline yaklaşırken, tavşanın kaçtığını fark etti. Durumu açıklamaya çalıştı ama izleyiciler alay etmeye başladı. Kalabalıktan biri, kabine girmeyi istediğini haykırdı. Sihirbaz umutsuzca kabul etti.
Uzun boylu, kaslı bir adam kalabalığın içinden geçerek ilk kabine girdi. Sihirbaz çok gergindi. İkinci kabinin kapısına vurdu ve yüksek sesle “Hoş geldin!” diye seslendi. İlk kabinden hışırtılı dumanlar yükselmeye başladı ve ikinci kabinin kapısı açıldı. Uzun, kaslı adam dışarı adım attı. Biraz sersemlemiş görünüyordu ama ciddi bir şeyi yoktu. İzleyiciler alkışladı ve gösteri sona erdi.
Sonraki birkaç ay boyunca sihirbaz gösterisine devam etti, bazen günde iki performans yapıyordu, ama artık yer değiştirme numarası için izleyicileri kullanıyordu. Bunun daha etkileyici göründüğünü düşünüyordu ve izleyiciler de bunu çok sevmişlerdi.
Bir akşam, yoğun bir günün ardından oturup televizyon izlerken, kanını donduran bir şey gördü. Haberlerde bir adamın delirdiği ve mutfak bıçağıyla ailesini öldürdüğü hakkında bir haber vardı. Sihirbaz, o adamı hemen tanıdı; kabinine ilk giren uzun kaslı adamdı.
Yemek yiyemez ve uyuyamaz hale gelmişti, aklında sürekli bir korku dolaşıyordu. Sonunda, katilin hapiste ziyaretine gitmeye karar verdi.
Katil ile kalın bir cam panelin arkasında yüz yüze geldi. Yanındaki duvardaki telefonu aldı ve mahkumun da aynı şeyi yapması için eliyle işaret etti.
“Beni hatırlamıyor olabilirsin,” diye başladı.
"Oh hayır, seni hatırlıyorum, büyücü adam." dedi katil lafını keserek. "Gelmene sevindim. Sana teşekkür etmek istiyordum."
"Bana teşekkür etmek mi?" sihirbaz afallamıştı. "Neden?"
"Nedeni, beni bu dünyaya geri getirmiş olman." katil gülümsedi.
"Anlamıyorum..."
"Burası çok daha güzel," kıkırdadı. "Çok daha güzel, ve fırsatlarla dolu."
"Anlamıyorum," sihirbaz tekrarladı. "Aileni neden öldürdün? Kabinin içinde ne oldu?"
Katil gülmeye başladı; bu ses sihirbazın kanını dondurdu.
“Yani bir kaza mıydı?” daha da gülerek söyledi. “Seni aptal küçük adam, bilmiyor musun? Kabinlerin bir portal. Uzun zamandır izliyoruz, ve bekliyoruz. Biz papağanlar, balıklar ya da tavşanlara sığamayız, ama bize bir insan bedeni verirsen... Bir iblis, insan bedenine, ruhuna güzelce sığabilir. Sihirbaz, kabinlerinden kaç tane insan geçti?” dedi ve telefonu bırakıp, hapishaneye doğru yürüyerek uzaklaştı.
Sihirbaz donakalmış bir halde oturdu. Kendi tahminine göre, bu sayı yüzü fazlasıyla aşmıştı.
“Vay canına,” kızımın gözleri kocaman açıldı. “Yani, dünyada yüz tane iblis var mı?”
“Ah, en az yüz,” dedim gülerek. “Sihirbazın matematiğinin çok iyi olduğunu sanmıyorum. Neyse, güzel kızım, artık çok geç oluyor. Seni yatağına götürme zamanı geldi.”
Merdivenleri çıkıp onu yatırdım. Şimdi çok uykuluydu, uzun bir gece geçirmiştik.
“Bana Cadılar Bayramı hikayesini anlatır mısın, anne?” diye sordu.
“Hangi hikayeydi o?” diye ona takıldım. “Otostopçuyla ilgili olan mı?" Başını salladı.
“Cadılar Bayramı hikayesi, anne,” diye kıkırdadı.
“Tamam, tamam,” dedim gülümseyerek. “Ama kabus görmeyeceğinden emin misin?” Daha da artmış bir heyecanla başını sallayıp gülümsedi. Kızımın bu hikayeyi neden bu kadar çok sevdiğini asla anlayamayacaktım, ama anlatmaya başladım:
Bir zamanlar nazik bir kraliçe vardı, ve uzak bir krallıkta, büyük bir kalede yaşıyordu. Ancak kocası kral, neredeyse her zaman kaba ve huysuzdu, ve bir gün onu kaleden aşağı fırlattı. Kraliçe ağır yaralandı ve bu olaydan sonra çocuk sahibi olamadı. Her zaman çocukları sevmişti, her Cadılar Bayramı’nda çevre köylerden tüm çocukları kaleye davet ederdi; kale, yüzlerce oyulmuş balkabağı ve binlerce mumla süslenirdi. Onlara en güzel ikramları sunar ve çocuklar her zaman harika vakit geçirirlerdi.
“Sonunda, kral öldü ve kraliçe yalnız kaldı. Şimdi, belki kötü kralın ölümünden kraliçenin mutlu olduğunu düşünüyorsun, ama o artık daha da yalnız kalmıştı. Hayatında kaçırdığı şeylerin farkına varmış ve üzgün ve depresif hale gelmişti. Kalbi soğuyup karardı.
“Kalesinden, çocukların avluda oynadıklarını gördüğünde, bu onu artık mutlu etmiyordu. Kahkahaları, tıpkı bir tahta üzerinde sürtünen tırnak gibi rahatsız edici geliyordu. Böylece, zihninde şeytani bir plan belirdi.
“Bir sonraki Cadılar Bayramı’nda, aşçıları ve hizmetçileri mutfaktan kovdu ve tüm Cadılar Bayramı ikramlarını kendisi hazırladı. Hazırladıkları, en kaliteli malzemelerle yapılmış en lezzetli şekerler ve kurabiyelerdi. Ancak kullandığı bir malzeme, tariflerinde yeri olmayan bir şeydi. Şekerle birlikte bolca fare zehri karıştırmıştı, ve pişirdiği her şeyde şeker vardı.
“Her zamanki gibi, çocuklar Cadılar Bayramı partisinde toplandı ve her yıl olduğu gibi, kraliçenin sunduğu ikramlarla midelerini doldurdular. Her zamanki gibi harika zaman geçirdiler ve gecenin sonunda, ebeveynleri gelip onları evlerine götürdü.
O gece tüm köy için korkunç bir gece oldu. Bazı çocuklar feci şekilde hastalandı, hatta birçoğu öldü.”
Kızımdan minik bir mırıltı sesi duydum ve ona baktığımda huzur içinde uyuduğunu gördüm. Alnına bir öpücük kondurdum ve sessizce odasından çıktım. Hikayenin sonuna geldiğimde, her zaman “Ve bu yüzden kapı kapı dolaşmama izin vermiyorsun, değil mi anne?” derdi.
O korkunç Cadılar Bayramı gecesinde, altı yıl önce, deli bir kadının çocukların şekerlerini zehirlediği zaman geldi aklıma.
Siren sesleri gecenin havasını dolduruyordu ve sokakta panik içinde ağlayan ebeveynler vardı. Komşum evinden fırlamıştı, kollarında baygın oğlunu tutuyordu. Basamağın üzerindeki balkabağı devrilip patlayarak kaldırımda ezildi. Bense verandamda durup, önümdeki dehşeti algılamaya çalışarak etrafa bakınıyordum. Bazı çocuklar, ambulans gelmeden önce çoktan ölmüşlerdi.
Aşağıdaki saat tam on ikiye çaldığında bu ses, beni gerçekliğe geri döndürdü ve geri dönüp kızımın odasına baktım. Cadılar Bayramı’nın lanetli saati gelip geçmişti ve özel günümüz sona ermişti. Yatağı boştu.
Ç/N : Selammm upuzun bir aranın sonunda! Halloween şerefine pasta çevirmek istedim, uzun zamandır bir geri dönüş yapmayı da düşünüyordum. Oldlar beni iyi tanır (:
Cadılar Bayramınız kutlu ve korkunç olsun! Yeni çevirilerim gelmeye devam edecek. Stay creepy :3
11 Eylül 2024 Çarşamba
GreatestGore.you
Ben, dehşet sitelerinde dolaşmayı seviyorum. Çoğu insanın bunu rahatsız edici bulduğunu biliyorum, ben de onlara katılıyorum. Fakat cips yemek gibi, başladığınızda durmak zordur. Fakat bu, geçen gece değişti.Herzamanki şeyleri aratıyordum;Reddit'te savaş görüntüleri,Twittler ve eski web siteleri.Fakat bu benim için yeterli değildi. Sanırım bütün kan ve cesaret birbirine karışıyor, sonucunda hastalıklı merakımı tatmin edemiyorum.
Rastgele insanlarla bu saplantım hakkında konuşuyordum. Derken yeni bir mesaj
geldi.
**Yeni şeylere ihtiyacın mı var?Şuna bir göz at!** bir link vardı. Tabiki de
bana o siteye girmemem gerektiği söylüyorsunuzdur.Fakat,yeni bir vahşet sitesi
kulağa cezbedici geliyordu.
Linke tıkladım,basit siyah temalı kırmızı yazılardan oluşan basit bir siteydi. 14
yaşındaki bir ergenin kendi vahşet sitesini yapmaya çalıştığını düşünüp aşağıya
kaydırdım.
Sitenin adı GreatestGore.You’du. Bunun aptal ‘’Bedava site yapma’’
proglamlarından çıktığını düşündüm. Aşağıya kaydırdım ve hoşgeldiniz mesajını
gördüm.
GreatestGore.you’Ya Hoşgeldiniz!!!Eminim Çok Beğeneceksiniz!!!
Utanç verici, diye geçirdim içimden.Bir yandanda sitede dolaşmaya başladım ve
videolardan oluşan bir bağlantı buldum.Artık insan trajedilerini izleme
vaktiydi.İlk videonun başlığı ‘’Aptal Adama Araba Çarpıyor’’ du.Genç bir adamın
cep telefonu görüntüleriydi.Karşıdan karşıya geçerken hızlı bir araba ona
çarpıyor,vücudu havaya sıçrıyor,uzuvları zemine çarptığında parçalanıyor,en
sonunda beton zeminde yuvarlanıyordu.Gülümsedim ,bu cidden güzeldi .Ve
evet, aptal birisi araba tarafından eziliyordu. Bir sonrakine tıkladım
‘’Pitbull’’
Bu sefer sadece bir fotoğraftı,bir kol avuç içinden dirseğine kadar
parçalanmış.Lif lif olan kırmızı kastan,aradan fırlayan kemikten ve diş
izlerinden oluşan bir vahşetti bu. Duraksadım, kaşlarımı çattım. Bu bir şekilde
tanıdık geliyordu…
Bunu daha önceden görmüş müydüm?Onu görüp unutmam imkansız sayılmazdı.Bunun
gibi yüzlerce fotoğraf görmüştüm. Bir sonrakine tıkladım ‘’Sadece Bir Çene’’
Bu seferki,intihar eden bir adamın fotoğrafıydı.Köşede,kanlar içinde
yatıyordu.Silahın patlamasından sonra çenesi yok olmuştu.Sadece birkaç et
parçası kalmıştı.Aynı şeyi hissettim.Deja-vu gibi değildi.Peki ya bu neden
tanıdık gelmişti?Eski bir kapüşonlu ve kot pantolon giymiş sıska bir adama
benziyordu, şimdi her yeri kanla kaplıydı. Bir sonraki videoya geçtim ‘’kartel’’
Huzursuz hissetmeye başlamıştım.Başım belaya girecekmiş gibi
hissediyordum,sanki küçük bir çocukmuşum oyun parkında bir yaramazlık
yapmış,başımı derde sokmuş gibiydim.Yine de devam ettim.Bu sefer bir
videoydu.Ormanda,siyah giyinimli ve siyah maskeli bir adam eline bir pala
tutuyordu,karşısında kafasına çuval geçirilmiş,elleri arkasından bağlanmış bir
adam dizlerinin üstünde duruyordu.Maskeli adam İspanyolca anlamadığım bir
şeyler söyledi,bu kısmı geçtim.Maskeli adam,diğer eliyle yerdeki adamı
çenesinden tutup başını yukarı kaldırdı ardından palayı adamın boğazına
geçirdi.
‘’Siktir!Siktir!Dur,Lütfen!’’ Adamın boğazından kanlar fışkırırken hırıltılı
bir şekilde bağırmıştı.Kan,bütün gövdesini ve kıyafetini kaplamıştı.Hasta
hissetim.Videodan kaynaklı değil,daha kötülerini görmüştüm fakat ses…Bir yerden
tanıdık geliyordu. Kıyafetimden içeri soğuk su boşaltılmış gibi hissettim ve
videoyu kapattım.
Bu his dahada kötüye gitti.Neden izlemeye devam ettim ki?Hasta hissetmeme karşı
devam etmek istedim,daha kötülerini de görmüştüm.En sonunda devam ettim.Bir
sonraki de bir videoydu"Yan Hasar”.Bu bir mağazanın giriş kısmını gösteren
güvenlik kamerası kaydıydı.Sarışın bir adam girişte abur cubur alıyor,kamerada
yüzü gözükmeyen kasiyerle konuşuyordu.Ardından içeri maskeli ve silahlı 2 kişi
girdi.Birisi pompalısını kasiyere,diğeri tabancasını sarışın adama
doğrulttu.Aralarında birkaç kelime konuşmadan sonra silahlar ateşlendi.Sarışın
müşteri mağazadan kaçan iki silahlı adam tarafından vurulmuştu.Adam göğüsünden
birkaç kez vurulmuştu,şimdi köşede bir kan birikintisin içindeydi.Kasiyer
telefona bir numara yazarken,adam kameraya baktı.Kamerayla adamın arasındaki
mesafeye rağmen,kameranın kötü kalitesine rağmen adam kızıl bir iz bırakarak
sürünürken yüzünü seçebiliyordum.Benim yüzümü…
Bu gerçek olamaz,bu gerçek olamaz.Kendime tekrar ettim.Yanlış anlama
olmalıydı,sadece bir benzeme.Bana benzeyen 20’lerinde olan beyaz tenli ve
sarışın bir sürü insan var.Yine de emin olamadım,başka bir tanesine
geçtim,başlığına bile bakmadım.Bu bir araba kazasıydı,hasar almış bir arabanın
sürücü koltuğunda oturan,kolları kırık ağaç dalları gibi bükülmüş,göğüsü
parçalanmış bir adam.Fakat,yüzünü kaplamaya yetecek kan yoktu.Benim yüzümü.
Soluk soluğaydım,bu gerçek olamazdı.Hızlıca düzinelerce videolara ve
fotoğraflara baktım.
Benüm yüzüme sahip bıçaklanmış kurban.Sahildeki kararmış ve şişmiş
cesedim.Makineye sıkışmış bedenim.Fotoğraflar,videolar,hepsi bendim.
Bir anda bir şey farkettim,hemen eski videolara ve fotoğraflara baktım,araba
çarpan adam,kesinlikle bendim.Parçalanmış kol,benim kolumdu,çocukluktan kalma
bir yaranın izini bile görebiliyordum.Kafası olmayan cesedin giydikleri,benim
kıyafetlerimdi.
Boğazı kesilen adamın hırıltılı sesi,benim sesimdi.Napacağıma dair hiçbir
fikrim yoktu.Hızlı hızlı nefes alıp veriyordum,sersemlemiştim.Daha fazla kafayı
yemeden önce bir bağlantı daha çıktı.
‘’Ooops,bunu görmemeliydin’’
Bir zombi gibi yavaşça tıkladım,benim resimlerimden oluşan küçük bir
kolajdı.Bir tanesi bir evi gösteriyordu.Diğeri bir pencereyi.Ardından
bilgisayar başında sarışın bir adam.Sonraki adamın arkasından bir fotoğraf.En sonunda,adam
klavyesinin üzerine yatmış,sırtı ve kafasında büyük bir yara var.Elektronik
eşyalarının üstü tamamen kaplı
O adam,bendim.Kapıyı ve camları kilitledim.Beyzbol sopamı aldım ve polisi
aradım.Şuanda napacağıma dair hiçbir fikrim yok,lütfen yardım edin.S-Sanırım
arka kapının açıldığını duydum…
NOT:İlk çevirim,hatalar olabilir.
driptrollge çevirmiş ben paylaştım.