17 Ağustos 2021 Salı

EYELESS JACK: You Can't Trust Everyone






Bu tarz hikayelere doğru dürüst nasıl başlanır emin değilim; ama olabildiğince hızlı bir şekilde sadede gelmeye çalışacağım. Bak, şu anda kısıtlı bir zamanım var. Şu anda bu hikayeyi üniversitenin kütüphanesindeki bilgisayarlardan birinde yazıyorum. Ben bunu yazarken gölgelerin içerisinden birisi beni izliyormuş gibi hissediyorum.

Biliyorum kulağa çılgınca geliyor; ama bunu bir şekilde birilerine anlatmalıyım. Söylediğim şeylere kimse inanmayacak. Akademik çalışmalarımdan o kadar geri kaldığım bir noktaya geldim ki, artık akademik denetime tabi tutulacağım. Ayrıca müşteri korkuttuğum için part time işimden de kovuldum. Neyse, en azından kendime buna değdiğini söyleyebileceğim bir şeyler yapmak istiyorum. Ama yine de, nihayetinde hiçbir anlamı olmayabilir de.

Geçen yıl Jack Driscoll adında biriyle tanıştım. Çoğunlukla soğuk bir tipti, ama biz cidden iyi arkadaş olmuştuk. Bu arada benim adım Ethan ve şu anda üniversitenin son yılını bitiriyorum. Aslında bitirmeye çalışıyorum diyelim. Neyse, dediğim gibi Jack ve ben birçok ortak noktamız olduğunu fark edince yakınlaşmaya başladık. İkimiz de aynı tarz oyunları, aynı tür filmleri ve hatta aynı tip kıyafetleri seviyorduk. Tabii başka arkadaşlarım da vardı ama hiçbiri benim ilgilendiğim şeylerle ilgilenmiyordu. Ne var ki bunların hepsi geçen kış değişti.

Jack sınıftan Elisa adlı bir kızla takılmaya başladı. Ona çıkma teklifi etmesi ve bir çift olmaları çok uzun sürmedi. Başlarda onun için mutluydum. Kızlardan yana şansı pek yaver gitmezdi, bu yüzden onu gerçekten seven biriyle görmek beni mutlu ediyordu. Zaman zaman hep birlikte takılırdık ve gerçekten bana da hoş biri gelmeye başlamıştı. Hatta bazen onları biraz kıskanırdım.

İlişkiye başlamalarından aşağı yukarı bir ay sonra bir şeylerin değişmeye başladığını fark ettim. Jack arkadaşlarıyla artık daha az zaman geçiriyor, zamanının çoğunu Elisa ile harcıyordu. İlk başta bu bana normal geldi. Pek çok insan en değerlileri ile daha çok zaman harcamak ister ve bunda yanlış bir şey yok. Onu hala görüyordum ve okuldan sonra birlikte oyun oynuyorduk, bu yüzden bunun üzerinde pek durmadım.

Sonra işler tuhaflaşmaya başladı. Bir sabah ikimiz kafeteryada sıra bekliyorduk. Okulun yemekleri harika olmasa da fena değildi. Biz de biraz geç kalınca sıra bayağı bir uzamıştı, ama bu alışkın olmadığımız bir şey değildi.

“Galiba biraz daha erken gelmeliydik değil mi?” diyerek güldüm. Jack hiçbir şey söylemedi.

Omuzunu dürterek “Hey dostum, hala uyuyor musun?” diye bir şaka yaptım.

“Kapa çeneni.” diye mırıldandı. Sesi gerçekten kızgın geliyordu ve verdiği cevap beni şaşırtmıştı.

“Şaka yapıyorum.” diye açıkladım. “Sanırım uykunu iyi alamadın ya da başka bir şeyin mi var?”

“Lanet sıra çok uzun. Buradan gitmem gerek!" Bazı öğrenciler bize bakmaya başlamıştı. Jack bunu farketti ve etrafında dönüp sırada hemen arkamızdaki kıza “Bir sorun mu var?” diye bağırdı.
Kız donup kaldı ve arkadaşının elini tuttu.

“Dostum n’oluyor? Sakin ol!” diye bağırdım. Neden böyle davrandığına dair bir fikrim yoktu; sanki kendisi gibi değildi.
Jack hiçbir şey söylemedi. Bunun yerine kapıya doğru dönüp koşarak binayı terk etti.

Bu olaydan sonra onunla konuşmadım. Bir süre sınıfta dikkatini çekmeye çalıştım ama bu hiç işe yaramadı.

Birkaç gün sonra bunu denemeyi tamamen bıraktım. Bir hafta sonra Jack derslere gelmeyi kesti.

Bir akşam koridorda Elisa’ya rastladım. O günki derslerim bitmişti ve eve dönüyordum.

Gülümseyerek, “Selam Elisa,” dedim.

O da gülümseyerek, “Selam Ethan!” diye cevapladı. Bazı sebeplerden ötürü, gülümseyebiliyor olması tüylerimi diken diken etti. Erkek arkadaşı bu halde olmasına rağmen nasıl bu kadar mutlu gözükebiliyordu? Tekrar konuşmadan önce sırt çantamı hafifçe düzelttim.

“Ee, Jack’le işler yolunda mı? O nasıl?”

Elisa, sanki bir matematik problemini nasıl çözeceğini düşünüyormuş gibi kafasını kaldırıp bana baktı.
Bana doğru dönüp gayet neşeli bir şekilde “Her şey harika,” diye cevapladı.

“O her zamankinden daha iyi.”

Pek ikna olmamış bir şekilde “Peki.” dedim. “Güzel, o halde ona şunu söyleyebilir misin-”

“Her. Zamankinden. Daha. İyi.” diyerek konuşmamı kesti. Bu durum beni bayağı bir şaşırttı. Nedeninden tam emin değilim ama bu kızdaki bir şey bana kötü hissettiriyordu.
Orada beni kafası allak bullak olmuş bir şekilde bırakarak gitti. İçinde bulunduğum transdan bir anda çıktım.

“Bu çok saçma,” diye düşündüm kendi kendime. “Ona tekrar ulaşmayı deneyeceğim.” Onu daha önce de aramıştım ama ısrarla yanıtlamayınca vazgeçmiştim.

O gece, onu arayıp yanına gelip gelemeyeceğimi sormaya karar verdim. Şaşırtıcı bir şekilde hemen telefonu yanıtladı.

“Hey!” diye telefonu açtı.

“Selam dostum. Nasılsın?”

“Ne istiyorsun?”

“Her şey yolunda mı? Son zamanlarda pek iyi gözükmüyorsun.” Cevap gelmedi. “Orada mısın?”

“Evde misin?”

“Evet, neden ki?”

“Yanına geliyorum."

Jack yola çıkacağını söyler söylemez çağrı sona erdi. Yalan söylemeyeceğim, bayağı korkmuştum. Sesi panik doluydu, sanki, nasıl berbat bir durumun içindeyse, bundan kurtulmaya çalışıyor gibiydi.

Telefon kapandıktan aşağı yukarı 45 dakika sonra kapım çaldı.

Jack’i kapıda karşılarken mümkün olduğunca sakin kalmaya çalışarak, “Selam, nasılsın?” dedim. Jack’in iyi olmadığı çok bariz bir şekilde ortadaydı.

Gözleriyle etrafı tararken “Bilmiyorum.” diye fısıldadı. “Evde kimse var mı?”

Kafamı iki yana doğru salladım ve bu zavallı adamı içeri aldım. Televizyonun önündeki eski kanepeye oturdu. Ev arkadaşlarım bu geceyi dışarıda geçirecekti, bu sebeple yakın zamanda eve birinin geleceğinden endişelenmeme gerek yoktu.

“Dostum, ne gibi bir problemin…”

“Işıkları kapat!”

Bir anlığına donup kaldım. “Jack beni korkutuyorsun. Neler olu…”

“KAPAT ŞU IŞIKLARI! BENİ BULAMASIN!”

Dediğini yaptım. Bu karanlık tahmin ettiğimden de beterdi.

“Elisa’dan mı bahsediyorsun?” diye sordum. Sesim hafifçe titreyerek çıkmıştı. “Sana bir şey mi yaptı?” 

Jack cevap vermedi. Elimi omzuna koydum ve konuştum.
“Dostum sana yardım etmeye çalışıyorum. Ama ne olduğunu bilmezsem hiçbir şey yapamam.”

Jack şiddetle parmaklarını bacaklarına vuruyordu. Yere bakmaya devam ederek bana cevap verdi.
"Onda bir sorun var dostum," sızlandı. "Bence o... Sanki... Bir tarikatın üyesi gibi."

Kaşlarımı kaldırdım. Korktuğunu anlayabiliyordum, ama sanki bu biraz fazlaydı. Yine de, Jack'in böyle düşünmesi için ona gerçekten berbat bir şey yapmış olmalıydı.

"Neden böyle düşünüyorsun?" sordum. "Ayrıca, birinden yardım istedin mi? Seni bu kadar korkutuyorsa, polise gidebilirsin, biliyorsun değil mi?"

"Yapamam!" benimle yüzleşmek için başını bana doğru kaldırdı, neredeyse kusacaktım. Jack ağlıyordu, ama gözyaşları simsiyahtı. Başta ışıklar kapalı olduğu için yanlış gördüğümü sandım, ama daha sonra dediği şeyle, şüphelerimi doğruladı.

"Bana bunu o yaptı! Nasıl yaptı bilmiyorum, ama onun yaptığını biliyorum!" ağlamaya devam etti, siyah sıvı koltuk minderlerinde mürekkep gibi leke bırakıyordu.

"Geçen gece, beni bu lanet iğrenç gözyaşlarıyla ağlarken yakaladı ve 'hazır' olduğumu söyledi. Bu da ne demek oluyor ha!?"

Ona nasıl cevap vereceğimi bilmiyordum. Bu benim anlayabileceğim bir şey değildi, ve onu rahatlatmak için söyleyebileceğim bir şeyin olmadığını biliyordum.

"Biz... Bir şeyler düşüneceğiz," dedim yaklaşık bir dakikalık sessizlikten sonra. "Ama polisi aramalıyız. Ayrıca hastaneye gitmelisin. Gözlerine her ne olduysa iyi bir şeye benzemiyor ve bakılması gerekiyor."

Jack kapüşonlusunun koluyla yüzünü sildi. "Beni bulamaz." dedi az da olsa rahatlamış bir sesle.
"Eğer bulursa, ben-" kapıda yumuşak bir tıklama ile sustu.

"Jackie, orada olduğunu biliyorum." bu kızın sesiydi. "Gitme zamanı, bizi bekliyorlar. İstiyorsa arkadaşın da gelebilir."

Jack kanepeden fırlayıp kalktı, arka kapıdan dışarı koştu ve dairemin arkasındaki ormanlık alanda gözden kayboldu.

"Jack, bekle!" bağırdım. Faydasızdı.
Arkadaşımın peşinden koşarken cep telefonumdan 911'i aradım. Polise hızlıca neler olduğunu anlattım. Bana polis memurlarının en kısa sürede yola çıkacaklarına dair güvence verdiler. Yanıt veremeden, başıma bir şey çarptı ve görüntüm karardı.

Buradan sonra olanlar hala korkunç bir kabus gibi geliyor, ama gördüklerimin gerçek olduğunu biliyorum.

Sonunda kendime geldiğimde, bir ağaç gövdesine bağlanmıştım. Daire şeklinde toplanmış figürler vardı, sandalyeye bağlanmış başka bir figürü çevreliyorlardı. Yeniden net görebilmeye başladığımda, her figürün uzun siyah bir cüppe giydiğini ve mavi bir maske taktığını görebiliyordum. Sandalyeye bağlanmış figüre odaklandım.

Bu Jack'ti.

Çığlık atmaya çalıştım ama ağzım bantla kapatılmıştı.
Düşünerek sonunda korkunç bir sonuca vardım, bu bir kurban etme ayinine benziyordu. Sadece bir tarikat toplantısına misafirlik etmekle kalmıyordum, aynı zamanında bir insanın kurban edilişine tanık olacaktım.

Tarikatçılardan biri Jack'e doğru yürüdü ve maskesini kaldırdı. Bu Elisa'ydı. Onu çenesinden tutarak kendisine yaklaştırdı ve öptü. Jack geri çekildi ve kıza saydırmaya başladı. Onu suçlayamazdım, ben de bir şeyler söylemek istiyordum ama yapamıyordum.

Uzun boylu, başka bir tarikatçı, siyah, eski görünümlü bir kitaptan bir şeyler okumaya başladı. Okurken, diğer tarikatçılar Jack'in etrafını aç akbabalar gibi kuşattı. Bir tarikatçı ağzını bantla kapatırken, iki tanesi sandalyesini tuttu.
Dördüncü tarikatçının paslı bir demiri çıkarmasını korku içinde izledim. Tarikatçı demiri Jack'in gözlerine daldırdı ve yavaşça onları dışarı çıkarttı. Göz yuvalarından akan kan, şimdi katran gibi yoğun görünüyordu.

Bitirmek için, Jack'in gözlerini alan tarikatçı yüzüne mavi bir maske taktı. Jack hala yaşıyordu, ama daha fazla ne kadar yaşayabilirdi, hiçbir fikrim yoktu.
Diğer tarikatçı kitabı okumaya devam ederken, Jack'in altındaki zemin titremeye başladı. Siyah dallar şeytani otlar gibi filizlendi. Bazı dallar beline, bazıları ayak bileklerine dolandı, hatta biri boğazına dolandı.

Bayılmaya başlamıştım. Birden uzaktan gelen siren sesleri duydum, bu, kitabı okuyan tarikatçının durmasına neden oldu.

"Ne yapıyorsun seni aptal?" diğer tarikatçılardan biri bağırdı. "Eğer şimdi durursan o-"

Yer sarsılmayı durdurdu ve dallar hangi cehennemden geliyorlarsa, oraya geri çekildiler. Herkes sustu.Tarikatçıların hepsi donmuş gibiydi, heykel gibi görünüyorlardı.

Sessizliği birazdan Jack'ten gelen çatlak, şeytani kahkahalar bozdu.

"Onu kızdırdın!" Jack tısladı. Bunlar, arkadaşımdan duyduğum son sözlerdi.

Sanki yok olmuşlar gibi, onu sandalyeye bağlayan iplerinden kurtulmasını izledim. Tarikatçıların hepsine saldırdı, onları parçalara ayırdı ve bağırsaklarını buzla kaplanmış zemine sıçrattı. Görüşüm kararmaya başladı, ve duyduğum tarikatçıların çığlıkları uzaklaşıyor gibi kısıldı.

Keşke o korkunç çıtırtıyı duymadan önce tamamen kendimden geçmiş olsaydım...
Kemiklerin kırılma ve organların yutulma sesini.

Arkadaşım kurbanlarını yiyordu, ve sıradakinin ben olacağımdan emindim.


Yüzüme bir polis memurunun ışık tutmasıyla uyandım.

"Uyandı! Çabuk, burada bir sağlık görevlisine ihtiyacımız var!"

Oturdum ve etrafıma baktım. "Ben... Hayattayım?" mırıldandım, her şey hala bulanıktı.

"Berbat şeyler yaşadığını biliyorum evlat, ama neler olduğu hakkında bize anlatabileceğin bir şey var mı?" memur sordu.

"Onu rahat bırakın," başka bir memur emretti. "Onu bu cehennem çukurundan çıkarttıktan sonra sorguya çekebiliriz. Çocuğun vücudunda büyük bir kesik var!"

"Doğru. Üzgünüm, evlat."

Aşağıya baktım ve gömleğimin kendi kanıma bulanmış olduğunu farkettim. Şu anki durumumdan dolayı hiçbir şey hissetmiyordum ama kötü görünüyordu.

Hastaneye kadar yol boyunca konuşmadım. Ne diyeceğimi bilmiyordum. Doktor bana iyi olacağımı anlatırken böbreklerimden birini kaybettiğimi söylediğinde, işler daha da kötüleşti.

Her şeyin tepetaklak olmasından bu yana bir yıldan fazla zaman geçti. Herkes olanları haberlerde duydu ve okul, kampüslerinin yakınında bu kadar büyük şeyler döndüğünü fark edemediği için zor duruma düştü. Jack Driscoll hala kayıp ve 10 öğrencinin ölümünden ve 1 öğrenciyi öldürmeye teşebbüs etmekten sorumlu.

Yeterince anlattım. Sanırım bir şekilde içimi dökmem gerekiyordu. Hala o tarikatın ne için olduğunu, neden kurulduğunu ya da neyi çağırmaya çalıştıklarını bilmiyorum. Açıkçası kimse bunu araştırmayacak, çünkü kulağa çok saçma geliyor. Ama bunu okuyan birinin araştırmasını umuyorum. Ama yapmayacaksan, o zaman, sanırım sadece dikkatli ol. Sonuçta herkese güvenemezsin.




Ç/N : dönüşüm Eyeless Jack ile oldu. :) çevirideki yardımları için yardımcım Cornelia'ya teşekkürler.





7 Ağustos 2021 Cumartesi

Neden İnsanlar Yüzüme Dik Dik Bakıyor?

Bölmeme otururken "Onun sıkıntısı ne?" diye düşündüm. Angela, bir iş arkadaşım, bana gözünü dikmiş bakıyordu. Daha doğrusu yüzüme bakakalmıştı. Ona bağırmak istedim, masamı devirip ona sıkıntısının ne olduğunu sormak istedim ama öyle bir şey yapmadım. Bakın, bu burada işe başladığımdan beri oluyor. Aslında, ne zaman yeni bir işe başlasam bu oluyor, iş arkadaşlarım yüzüme dik dik bakıyordu.

Halka açık alanda da oldu bu. Sokakta, trende, ne zaman bir yere gitsem insanlar yüzüme dik dik bakıyor ve neden bilmiyorum. Yanından geçtiğim en azında bana bir yan bakış atıyordu. Çok rahatsız ediciydi. Biri bana her baktığında, kör edici bir öfke vücudumdaki her elektriksel dalgaya süzülüyordu.

Eve gidip aynada yüzümü taramaya karar verdim. Gözlerimi yüzüme kitledim ve internetteki milyarlarca insanla karşılaştırdım. Benim yüzümde en az oradaki insanlar kadar insana benziyordu. O yüzden yüzümü değiştirip, yeni bir işe bakmaya karar verdim. Belki bu sefer farklı olur ve insanlar yüzüme bakmazdı.

Sonraki gün işimi bıraktım ve yeni bir iş görüşmesine gittim. Yolda kimse bana bakıyor gibi görünmüyordu. Tek bir bakış bile yoktu. Şimdi sadece diğer seferler gibi bir hafta sürse ne güzel olurdu. Kendimi akvaryumda gibi hissetmediğim bir hafta.

İş görüşmesi iyi geçti ama eve dönerken trende ki bir herif bana doğru bakıyordu. Hayır. Yüzüme bakıyordu. Sadece bir kişi diye düşündüm. Trende her zaman böyle garip tipler oluyordu. Değil mi?

Dikkatimi dağıtmak için gazeteyi aldım ve başlıklara bir göz gezdirdim. “Android birimler, sensör modüllerinde sanal paranoya yaratan bir hata yüzünden geri çağrıldı.” yazıyordu. Fotoğrafın altında beni yapan şirketin logosunu gördüm ve beni bir korku aldı. Umarım beni bulamazlar. Diğer başlıklara bakmaya devam ettim. ”Cinayet çılgınlığının dördüncü kurbanı bulundu.” gözlerim hafifçe açıldı ve okumaya devam ettim:

“Berbat saldırıların son kurbanı, genç bir erkeğin cesedi parkta bulundu. Diğer cesetler gibi, neredeyse cerrahi olarak yüzü kesilip, çıkarılmış ve ölüme terk edilmiş.”

Gazeteden kafamı hafifçe yukarı kaldırdım.

Bu herif bana niye dik dik bakıyor?



6 Ağustos 2021 Cuma

The Theater

Hiç “The Theater” isimli eski bir PC oyunu duydunuz mu? Evet, ben de öyle düşünmüştüm. Muhtemelen birçok kişi böyle bir oyunun bile var olmadığını söylediği içindir. The Theater, Doom ile aynı zamanlarda piyasaya sürülen eski bir bilgisayar oyunudur. Bugün, eğer bulabilirseniz yalnızca, çoğu zaman oyunu bile içermeyen boktan korsan CD-ROM' larda mevcuttur. O günlerde piyasaya sürüldüğü söylenen gerçek meşru kopyalar, o zamandan beri ‘Biletçi’ olarak adlandırılan şeyin görüntüsünden başka hiçbir şey olmayan boş bir kapak içeriyordu. Biletçi, beyaz bir gömlek üzerine kırmızı bir yelek ve siyah pantolon giyen, büyük kırmızı dudaklı, kötü çizilmiş, pikselli, beyaz, kel bir adamdır ve tamamen duygusuzdur. Bazıları, eğer diski kırarsanız, kapağa bir daha baktığınızda yüzünün kızgın göründüğünü söylese de bu sadece bir şehir efsanesi olarak önemsenmez. The Theater' ın asıl tuhaf yanı, oyun kutusunun üzerinde ne herhangi bir geliştirici ismi ne de arka kısmında bir oyun açıklaması bulunmamasıdır. Her iki tarafta da beyaz bir zemin üzerinde sadece Biletçi bulunur.

Oyun öncelikle düzgün şekilde yüklenememesiyle biliniyordu. Yükleme işlemi, kullanıcı lisans sözleşmesine ulaştığı anda bilgisayarı kilitlemekteydi. The Theater' ın lisans sözleşmesiyle ilgili garip olan şey ise, ne zaman geliştirici stüdyonun adının geçmesi gerekse metnin boş bir satırdan ibaret olmasıydı. Her neyse, orijinal CD' lerden birine sahip olduğunu iddia eden çoğu kişi, oyunu nasıl kuracaklarını basitçe lisans sözleşmesindeyken bilgisayarı içindeki disk ile birlikte yeniden başlatarak çözdüklerini söylemektedir. Ardından, başlangıçta "KABUL EDİYORUM" butonuna basmaları istenir. Daha sonra kuruluma devam ederler. Oyun basitçe boş bir şehir sokağındaki bir sinema salonunun dış tarafının görüntüsü olan ana menü dışında herhangi bir tanıtım olmadan başlar. Başlık kaybolur ve ardından 3 menü butonu 'YENİ OYUN, YÜKLE, AYARLAR' belirir. AYARLAR' ı seçmek anında oyunu masaüstüne çökertir. YÜKLE' nin hiç çalışmadığı söylenir. Kaydedilmiş bir oyununuz olsa bile bastığınızda hiçbir şey olmaz. Böylece eldeki çalışan tek menü seçeneği YENİ OYUN olarak kalır.





YENİ OYUN seçildiğinde birinci şahıs görünümündesinizdir. Karanlık bir koridorun (Sinema salonlarına çıktığı varsayılabilir) önünde duran Biletçi haricinde boş bir sinema lobisinde duruyorsunuz. Kötü çizilmiş, çoğunlukla okunaksız film afişlerine bakmaktan veya Biletçi’ ye yaklaşmaktan başka yapacak bir şey yoktur. Oyuncu Biletçi’ ye doğru hareket ettiğinde çok düşük kaliteli bir ses klibi çalar ve aynı şeyi söyleyen bir konuşma kutusuyla birlikte “TEŞEKKÜR EDERİZ, LÜTFEN FİLMİN KEYFİNİ ÇIKARIN” der. Daha sonra koridora girersiniz ve ekran kararır. Boş lobiye geri dönmüşsünüzdür ve aynı şeyi tekrar tekrar yaparsınız.

Bu kulağa gerçekten berbat bir oyun gibi gelse de, oynamaya devam ettikçe bazı tuhaf şeyler olur. Garip olaylar gerçekleşmeden önce kaç kez biletinizi Biletçi’ ye verip salona devam etmeniz gerektiği bilinmiyor. Çoğu, tamamen rastgele olduğunu ve ilk oynanıştan dört yüzüncü oynanışa kadar herhangi bir yerde olabileceğini belirtiyor. Ardından yaşananlar ise bazı oyuncuları derinden rahatsız etmiştir.

İlk olay, oyuncunun koridora girdikten sonra geri gelmesiyle yaşanır. Bu sefer Biletçi' nin tamamen ortadan kaybolduğu fark edilir. Ardından oyuncu, başka bir seçeneği olmadan karanlık koridora girmeye karar verir. Daha önce bahsedilen metin kutusu eşliğindeki ses klibi, Biletçi' nin yokluğunda da çalmaya devam eder, ancak oyuncu koridorlara girdiği anda ekran kararmaz. Koridorun derinliklerine doğru yüründükçe ekran zifiri karanlığa bürünür, buna rağmen klavyedeki ileri butonuna basılmaya devam edildiği sürece oyuncunun ayak sesi klibi çalmaya devam eder. Orijinal oyunu oynadığını iddia edenler, koridorda yürürken tüm yol boyunca korkunç bir şey olacağını sezdiklerini ve son derece rahatsız olduklarını bildirirler. Sonunda oyuncu ilerleyemez. Birkaç dakika hiçbir şey yoktur ta ki 'Yüzü Yerinde Bir Girdap Olan Biletçi' olarak tanımlanan garip bir görüntü belirip oyuncunun önünde durana kadar. Oyunun orijinal oyuncuları, bu görüntüyü (uygun bir şekilde 'Girdap Kafalı Adam' olarak adlandırılmıştır) gördüklerinde vücutlarının hemen donduğunu ve midelerinin bulandığını söylüyorlar. Girdap Kafalı Adam önlerinde dururken hiçbir şey olmaz. Sonra aniden keskin bir çığlık duyulur ve oyun donar. Bu durum, sürekli devam eden çığlık ile birlikte birkaç dakika sürer. Ardından oyuncu lobiye geri döner. Lobide tüm sesler ve grafikler olması gerektiği gibidir.

Oyun, birkaç "koridora girme döngüsü" boyunca normal bir şekilde devam eder. Bazı orijinal oyuncular, Girdap Kafalı Adam' ın kısa bir süreliğine ekranın köşesinde faal bir "ciyaklama" ses efekti çalarken belirip kaybolduğunu iddia etmektedir. Ardından, Girdap Kafalı Adam ile karşılaştıktan sonra bir noktada, oyuncu Biletçi' nin endişeli bir yüz ifadesini simüle ederek gözleri geniş ve ağzı açık bir ileri bir geri adım attığını görür (yine de yürüme animasyonu yoktur - görüntünün uzuvları tamamen sabittir, bu yüzden alternatif olarak hafifçe yukarı ve aşağı zıplar). Bazı oyuncular, film afişlerinin Girdap Kafalı Adam' ın resimleriyle değiştirildiğini ve bunun da karakterlerinin kafasını posterlerden uzaklaştırıp Biletçi' ye yaklaşmasına sebep olduğunu belirtiyorlar. Ardından, değişik, düşük kaliteli bir ses klibi daha çalar, ancak konuşma kutusu, kutuda olabilecek herhangi bir metnin tamamen okunaksız olmasına neden olan bozuk karakterlerden başka bir şey içermez. Sesin son derece düşük kalitesi nedeniyle, Biletçi' nin bu noktada tam olarak ne söylediği oyuncular tarafından tartışılmaktadır, ancak yaygın olarak 'DİĞER SEVİYELERE ASLA GEÇME. ' dediği kabul edilir. Ardından ekran bir kez daha kararır ve oyuncuyu lobideki başlangıç ​​noktasına geri döndürür ama Biletçi gitmiştir ve koridor büyük bir tuğla duvar görüntüsü tarafından kapatılmıştır. Tuğla duvara dokunmak oyunu hemen çökertir. Ve hepsi bu kadar… Kimse 'Diğer Seviyeler' in ne olduğunu veya onlara nasıl ulaşılabilineceğini bilmiyor. Bununla birlikte Girdap Kafalı Adam 'ın onu oyunda görenlerde neden bu kadar şiddetli bir korkuya yol açtığı da bilinmiyor. The Theater' ın tüm orijinal kopyaları ya kayboldu ya da yok edildi. Ancak en ürkütücü kısım, oyunun tüm orijinal oyuncularının ara sıra göz ucuyla Girdap Kafalı Adam 'ın kısa bir bakışını gördüklerini iddia etmeleri gerçeğidir.

Çevirmen Notu:
Merhaba, ben Cyber. Umarım ilk çevirim sizi biraz da olsa ürkütebilmiştir :) İleride daha korkunç pastalarda buluşmak üzere, hoşçakalın...