22 Şubat 2019 Cuma

The Puppeteer (Kuklacı)

Bu bebek bayağıdır benimleydi.
Güzel bir porselen bebekti. Hani o tarz bilindik porselen bebekler gibi görünen. Sadece öyleydi. Dalgalı, uzun sarı saçlar. Siyah gözler. Etrafı dantelli tipik bir kafa bandı ve kırmızı-pembe elbisesi vardı. Küçükken annemden aldığım bir bebekti. O yaşlarda onun ne kadar güzel bir bebek olduğunu düşünürdüm daima. Mükemmel bir görüntü. Anneannemde bunun gibisinden yaklaşık 50 tane vardı. Hepsi güzel, mükemmel porselen bebekler. Ama özellikle bu, kırmızı elbiseli sarışın olan, onu hep hatırlayacağım.
Çünkü bu benim ölümüm olacaktı.
Çok uzun bir süre yalnız yaşadım, şimdi de öyle. Koleje yeni başlamıştım, bütün hayatımın önümde durduğunu görüyordum, tek yapmam gereken istediğimi seçmekti. İşte o kadar kolay. Psikoloji istiyordum. Son 3 yıldır haz almaya ve saygı duymaya başladığım bir alan. Annem hemşire babam ise terapistti. Benim  için bariz bir seçenekti. Ama ailemden ve arkadaşlarımdan uzağa taşınmak düşündüğüm kadar kolay değildi.
Oda arkadaşım tabi ki hoş birisiydi ama umduğum kadar da konuşkan değildi. Odada sessizce oturan ve konuşmam gerekene kadar asla konuşmayan biri değildim. Dışarı çıkmayı ve arkadaşlarımla görüşmeyi severdim. Ama hiç zamanım ve arkadaşım yoktu. Okuldaki öğretmenimden yardım istemedikçe veya oda arkadaşım süt almayı unutmadıkça kimse benimle konuşmazdı. Yalnızdım.
Ev ödevleri beni yalnız hissetmekten uzak tutan tek şeydi. Arkadaş edinmeyi denemeye dahi zamanım olmamıştı. Zaten, arkadaşlar saçma sapan bir şeydi. Partilere gitmeye, belki de birini bulmaya vaktim yoktu. Her ne olursa olsun değmezdi ve eğer ödevlerime odaklanmaya devam etmezsem babam derimi canlı canlı yüzerdi.
Evden getirdiğim tek şey ailemi bana hatırlatan bu oyuncak bebekti. Bu kızlara özgü oyuncak yatağımın karşısındaki masada duruyordu, biriyle konuşmam gerektiğinde bana gülümsüyordu ya da ben uyurken beni izliyordu. Bunca zaman bu oyuncak ve ben vardık. Kahrolası suratsız bebek.
Zaman geçerken, kendimi mümkün olduğu kadar  insan ilişkilerinden uzaklaştırmaya başladım. Ödevler kafamın içindeydi ve kafam buraya gelmemin pişmanlığıyla dolmaya başlıyordu. Ama şimdi ayrılıp da eve gidemezdim. Ailem, buraya gelmem için tüm araba ve kolej masraflarını ödedikten sonra olamaz. Sadece burada kalmak ve en iyisini yapmak zorundaydım. Gerçekten çok uğraştım. Ama her gün diğer insanlardan nefret ettim, saatlerce yalnız kalmaya ve odamda sakinleşmeye ihtiyacım olurdu. Her gün dışarı çıkmak gitgide zorlaşıyordu. Oda arkadaşım beni adam yerine koymuyordu. Ama onu suçlamadım. Bi ahmak gibi davranıyordum. Yerleri silmek, çöpü dışarı çıkarmak gibi günlük ev işlerini bölüşmeyi reddettim. Yapmadım. Karanlık bir boşluğa çekiliyordum.
Ve yalnızlıkla paranoya geldi.
İlk başta yalnız olmayı kabullendim. Ve o noktaya geldiğimde aptalca davranışımı fark etmeye başladım,insanlara iyi hissetmediğimi anlatmaya çalışıyordum. Sadece baskı vardı ve kimsenin aptal bir kolej öğrencisiyle konuşacak vakti yoktu. Sadece sinirdi. Umarım öyledir. Kendimi odama kilitledim ve dışarı çıkmadım. Günbegün, öğretmenlerimi derslerimi iptal etmek için gönderiyordum. Ama bişey değişmedi beni aramak için herhangi bir şey göndermediler. Haftalarca odamda döndüm durdum. İçinden çıkamadığım uğursuz bir çemberdi.
Sonunda olan oldu. Odam mağaram haline geldi. Yemek yiyemezdim, yiyemiyordum. Hatta öyle bir hâl aldı ki, oda arkadaşım gelir, her şey iyi mi değil mi diye kapımı tıklatırdı. Ama kapıyı açmazdım. Gitmesi için bağırırdım ve giderdi de.
Bir daha girişimde bulunacak kadar umursamadı. Bir daha kapımı asla çalmadı. Sadece bendim. Ben ve beni her nefes alışımda gözetleyen bebek.
Sonra o gece geldi.
Yani aslında bu gece. Zamanı geçirmeye alıştığım bir geceydi. Yalnız. Yataktan çıktığımda ışıkları açmayı deneme zahmetine bile girmedim ve üzerime bir süveter ile bağcıkları bağlanmamış converselerimi çektim. Açık havaya ihtiyacım vardı ve pencerem açılamayacak durumdaydı, kırıktı. Gece yarısıydı, belki de sabahtı. Saati kontrol etmememe rağmen dışarısı karanlıktı yani gece olduğunu düşündüm. Benim için fark etmedi. Her neyse, aptal oda arkadaşımı uyandırmadan çıkmak tam bir başa bela durumdu. Tüm ihtiyacım olan 1 ya da 2 dakikalığına temiz hava çekmek veya dışarı çıkıp sigara almak. Kendime sigara içmeyi bırakmak konusunda söz vermiştim ama o son zamanlarda yaptığım tek şeydi. Sigara içmek. Gece geç saatte dışarı çıkar ve yeni sigaralar alırdım. Bu kötü bişeydi biliyordum.  Ama o beni ayakta ve güvende tutan tek şeydi.
Ama o özel gecede tuhaf bir şeyler vardı. Birisi dış kapıyı açık bırakmıştı. Bu daha önce hiç olmamıştı ve ev sahibi her zaman bu konuda sertti. Canımı sıkmadım. Küçük kırmızı kutuyu çıkardım ve sigara içmeye başladım. Geceye dair iyi olan şey ortalıkta aptalca sesleriyle beni sinir edecek kimse yoktu. Sessizdi, belki sadece bir arabayla. Ama sonra, bundan daha çok değil, huzurluydu.
Sıcak tenime soğuk değdikten ve ciğerlerime biraz tütün işledikten birkaç dakika sonra geri gidip biraz televizyon izlemeye karar verdim. Geceleri iyi bir şey yayınlanmazdı ama denemeye değerdi.
Bir an durdum ve soğuğa aldırış etmeyerek kendimi gizlice odama atmaya hazırladım. Ama merdivene gelir gelmez orada bir şey gördüm. Ya da birisi. Birisi merdivenlerde duruyordu.
İtiraf etmeliyim ki beni biraz korkuttu ama bir saniye sonra sikine takmaz halime geri döndüm ve yolda duran kişi ile karşılaşmadan yukarı çıkmaya çalıştım. İlk başta onu oda arkadaşım zannettim ama gölge çok erkeksiydi. Benim bildiğim minyon oda arkadaşım olması için çok büyüktü.
Garip yabancıyı geçmeye çalıştım ve dirseğimi hafifçe onunkine çarptım. Ama ne kımıldadı ne de konuştu. Sadece orda durdu. Beni korkutuyordu. Senaryo çok tuhaftı. Ama tabi ki apartmanda zavallı ilk yıl öğrencilerini korkutmak için bekleyen öğrenciler de vardı. Ama buna kanmayacaktım.
Bir ses duyana kadar durmadım. Konsantrasyonunuzu bozabilecek seslerden biriydi. Rahatsız edici, korkutucu ve sinir bozucuydu. Devam edemedim, bu yüzden olduğum yerde dondum kaldım ve onunla yüzleşmek için arkamı dönmeye çalıştım.
İlk önce, parçalanma sesiydi -beni ürküten ses-
Sonra hıçkırarak ağlama sesi. Genç bir adamın ağlayan sesi. Ama o insan değildi,evet. Belki bir dereceye kadar. Ses dalgalanıyordu. Kötü bir televizyon yayınından çıkan bir ses gibiydi. Gölgedeki adamdan sadece birkaç adım uzakta durdum. Aniden donup kalan zihnimden kaçmak istedim. Ama yapamadım, sıkışmıştım, ayaklarım basamağa çivilenmişti sanki.
Konuşmaya çalışıyordum ama ben fırsat bulmadan o konuşmuştu.  Karanlıkta geçen zamanla görüntü daha da netleşiyordu. Siyah bir tür ceket giyiyordu. Her şey siyahtı. Arkasındaki delikten ipler çıkan dikilmiş bir kep takıyordu. Ayrıca siyahtı. Saçları yoluktu ama uzundu. Sanki bir süre yıkanmamış ya da kesilmemiş gibiydi.
Görüntüsü zihnimde yer ederken sesi kulaklarıma hançer gibi geliyordu. Konuştuğunda bozuk radyo gibi ses çıkardı. Ama kelimeleri anlaşılırdı. Beni sakinleştirmeye çalıştı.  Ama ben zaten sakinleşemeyecek kadar çok korkmuştum.
"Burada yalnızsın, değil mi?"
Zor yutkundum. Bütün bir zaman birinin beni gözetliyor olma düşüncesi aniden gelen kusma gibi kafamı sarmıştı. Bu adamdan ve sesinden iğrenmiştim. Kafamı salladım. Cevap vermedim. Ona bir cevap veremedim. Vermiş olmalıydım. Belki bu durumu daha iyiye götürürdü. Belki burada bulunmasam hayatımda bu kadar korkmazdım. Ama buradaydım ve onun da bildiğini biliyordum.
Beklediği cevabı vermeyince bana döndü. Görünüşü gördüğüm en  korkunç ama yüzü en büyüleyici olan yüzlerden biriydi. Görünüşünde beni rahatsız edecek yara bere izleri yoktu.
Ama gözleri. Ve ağzı. Tuhaf bir parıltı vardı. Altın,turuncu parıltısı. Gözlerini ve ağzını kaplamıştı. Dişleri parlak sarı bir renkte parlıyordu. Karanlıkta parlıyorlardı. Merdivenlerde, yerde... üzerimde. Ve onun grileşmiş yüzündeki sırıtışını görebiliyordum. Öfkeyle parladım.
O bir insan değildi, oradan uzaklaşmam gerekiyordu.
Aramızdaki görünmez bağı yıkıp geçtim ve kendimi merdivenlere attım. Ayakkabılarım sert zemine çarparken hızlıca koşuyordum. İkinci kez daha düşünmeden odama kaçtım. Umarım haftalardır görmezden geldiğim oda arkadaşım beni duyar ve polisi arar.
Ardımdan kapıyı kapattım ve kilitledim. Masaya doğru tökezledim ve aile yadigârı oyuncak bebek yere devrildi. Porcelen bebek kırıldı ve o  panik halinde nefesim kesildi. Kendimi ve  düşüncelerimi toplamaya çalıştım. Kapımı kapadıktan sonra daha fazla ses çıkmamıştı. Ardımdan ne oda arkadaşım gelmişti ne de merdivende parıldayan tuhaf adam. Sadece ben ve yerde duran kırık oyuncak. Bağırıp, ağlamayı ve yardım çağırmayı denedim. O gerçek değildi. Çıldırdım. Aylardır yalnız başıma bu kadar vakit geçirince böyle bir şey olnuştu. Kırılıp tuzla buz olmuş parçaların arasında yatıyordum. Neye inanacağımı bilmiyordum.
Uyumadım. Yere oturdum, elimden gelenin en iyisini yaparak emekliyordum. Önceden içtiğim sigara şimdi boğazıma iğne gibi batıyordu. Susamıştım ama mutfağa bir şeyler içmeye gidemedim. Belki  hâlâ ordaydı ve dışarı çıkmam için bekliyordu. Ama yerimden kıpırdayamıyordum. Hiç de yapamadım.
Tamamen sessiz geçen 1 saatten sonra, sakinleşmeye başladım ve ayağa kalktım. Üzerimde hâlâ izlenilme hissi vardı. Ve ben bu hissi çok iyi biliyordum. Paranoyak ve yalnız olma hissi bu zamana kadar geldi. Çöküş.
Oyuncağın kırık olduğunu hatırlar hatırlamaz onu hemen tamir etmeye çalışmaya başladım. O benim odaklandığım tek şeydi; benim en yakın arkadaşım. Oyuncak bebek. Bebeği eski görünümüne döndürmek için odamdan iğne iplik ve biraz yapıştırıcı aldım. Kolay değildi. Ne kadar denersem deneyeyim oyuncak düşüyordu. Bir hiç için bitmek bilmeyen bir uğraştı. Tekrar ve tekrar denedim. Ama sadece parçalara ayrıldı.
Benim tek dostum.
Aniden, paniklemekten ve bebeği düzeltmekten yoruldum. Sadece yatağa geçtim. Kafamın üzerinde top şeklindeki battaniyeyle kıvrıldım. Yatağın altındaki hiçbir canavarın bana ulaşamadığını hayal ederek. Tüm istediğim uyumaktı.
Geri geleceğini bilmiyordum.
Bu sefer farklıydı gerçi. Bu sefer onu memnuniyetle karşıladım. Tüm zaman boyunca kaçmaktan yorulmuştum ve ertesi gün yalnızlığımla yüzleşmektense uykumda ölmeyi tercih ederdim. Ve şimdi benim tek dostum paramparça iken ne yapmam gerekiyor?
Bu sefer bana yaklaşma şekli yorucuydu. Sanki ben uyurken vücudumu kontrol edebiliyormuşum gibiydi. Kontrol edilebilir bir rüya gibi. Başka bir gün buna cesaret edemezdim. Bu iş bu gece bitiyordu. Aynen olmasından korktuğum gibi. Ama daha fazla umursayamazdım. Canımı sıkamazdım. Sadece uzun bir süre uyumak ve bir daha uyanmamak istedim. Bir daha yalnızlıkla yüzleşmemek.
Bana geri geldi. Yatağımdan elleriyle bana yol göstererek başını başıma doladı. Ama tek görebildiğim, ellerimi sıkıca tutan gri elleriydi. Ama yine de aniden emin olamadığım bir şey hissettim. Belli belirsiz.
Kuklaya benzer, bileklerimde iki kesik açtı. Ama bir yandan bir yana değildi. Daha çok kolumun ortasından ve aşağısından geliyordu. Bir şeye ulaştı. Kaslara. Soyulacak ve sarkacak bir şey. Kötü olan şey, ona bunu yapmasına ben izin verdim. Mücadelem dayanamayacak kadar artmıştı. Ve bileklerimdeki kesiklerin üzerinden sarkan uzun kas parçalarıyla, onları çıkarmaya başladı. Vücudumu ve kollarımı istediği gibi hareket ettirmek için onları çekiştirdi. Nasıl da sinir ve iskelet sistemime tepki olarak gelmişlerdi. Nasıl çalıştıracağını biliyordu.
Yine de hiç acı yoktu. Hiçbir şey kalbimi veya bedenimi acıtmadı. Sadece aklımın başka bir köşesi içimi rahatlatmakla kalıyordu. Harika bir histi.
Hiçbir önemi yoktu.
Beni kesmeye devam ederken bir yandan da şarkı söylemeye başladı.

Bana derler kuklacı
Parmaklarım ince ve ellerim göz yaşlarım ile lekeli
Kuklaları oynatırım
İplerimle ve hayallerimle


Şimdi onu daha net görebiliyordum. Daha az önce tüm gücümle nefret ettiğim adamı bitmek bilmeyen acımı dindirmesi için buyur ettim.  Belki beni buna düşündürmeye iten şey oydu. Belki yaptığım her şey için suçlanması gereken oydu. Tüm bunlar kafamda mıydı yoksa gerçek miydi ?

Bana derler kuklacı
Hiç arkadaşım yok, tıpkı senin gibi
Kimse arkadaşlığımın değerini göremedi
Ama sonunda aradıkları arkadaşlarım oldu
İplerimle ve hayallerimle


Dokunmamın her anlamını yitirmek sadece bir dakika sürdü. Sinir sistemim bu adamın elinin altında ezilmişti. Bu, vücudumdaki her bir kemiği kırardı. Kaburgalarımı büküp kalça kemiğini büktüğünü hissedebiliyordum. Hepsi onu, beni uygun olduğumu gördüğü şeye dönüştürmesini kolaylaştırmak içindi. Yırtık kasların uzun parçaları teller gibiydi; Uzuvlarımın ve başımın bir yandan diğer tarafa doğru sallanmasını kontrol ederek. Tüm görebildiğim gülümsemesiydi, ben de gülümsedim.

Bana derler kuklacı
Bedenim karanlık ve gözlerim altına aç
Benim gözlerimde kimse yalnız değildir
İplerimle ve hayallerimle


Sen de benim arkadaşım olacaksın.

Hissedebildiğim son şey elinin boynuma sertçe asıldığı oldu. Sonra.. Çat! İlk başta ölümün bana bu şekilde yaklaştığını görmekten korkmuştum. Hiç bu şekilde düşünmemiştim. Eğer her şeyi kendim karar vermiş olsaydım hayır deyip reddetmiş olacaktım ama yapmadım.
Evet dedim.
Kırık bir boyunla, ölüm sadece yarım saniye uzaktaydı. Altın bir gülümseme ve bedenim düşerken onun iplerimi tutan sıcak elleri dışında bir şey yoktu.
Ertesi sabah oda arkadaşım beni buldu. Ölü olarak. Ölümümü garantilemek için, intihar ettim kendimi tavandaki fana asarak. Yataktan atladım. Benim yanım sıra oyuncak da vardı. Kırmızı elbiseli ve güzel sarı saçlarıyla kırık porselen bebek. Sana şu an nasıl yazdığımı veya seninle nasıl iletişim kurduğumun yolunu merak ediyor olmalısın. Ölmeden önce hikayemi yazmayı gerekli buldum.
Bu benim ardımda bıraktığım mirasımdır.
Artık yalnızlığa dayanamıyordum. Kendi başıma sorunlarla yüzleşmeye katlanamıyordum. Çok uzun sürdü. Çok.

Sevgili anne ve baba
Çok üzgünüm.