9 Temmuz 2025 Çarşamba

Suicidemouse.avi

Aranızda 1930'lardaki  Mickey Mouse çizgi filmini hatırlayan var mı? Hani şu bir kaç yıl önce DVD’ si çıkan. En büyük Disney hayranlarının bile bilmediği gizli bir bölümün olduğunu duydum.

Söylenenlere göre içinde pek de önemli bir şey yokmuş. Sadece  Mickey'in ekran kararana kadar aynı 6 binanın önünden geçtiği 2-3 dakikalık bir döngüymüş. Aynı Taş Devri'ndeki gibi. Diğer tatlı melodilerin aksine arkada bir müzik bile yokmuş. Sadece 1,5 dakikalık sabit bir piyano sesi varmış. Ardından çizgi filmin bittiğini haber veren beyaz bir gürültü oluyor ve ekran kararıyormuş.

Mickey sevdiğimiz eski neşeli Mickey değilmiş. Dans etmiyor veya gülümsemiyormuş; sadece senin veya benim gibi yüzünde normal bir ifade, kafası hafifçe yana eğik bir şekilde yürüyormuş.

Bir veya iki yıl öncesine kadar herkes bölümün ekran karardığında bittiğini sanıyordu. Leonard Maltin’in tüm çizgi filmi bir DVD’de toplamaya karar verdiğinde bu bölümün işe yaramaz olduğunu düşünmüş. Ama yinede Walt Disney’in orjinal bir ürünü olduğundan dijital bir kopyasını çıkartmak istemiş. Bölümleri dijitalleştirip bilgisayarına yüklediğinde bir şey farketmiş, aslında bölüm 9 dakika 4 saniye uzunluğundaymış.

Bu, içerideki gizli kaynağımın bana gönderdiği email (O Disney’deki yüksek düzeydeki yöneticilerden birinin asistanı olan ve Bay Maltin’i yakından tanıyan birisiydi):
 
Siyah ekran, 6. Dakikaya kadar öyle kaldı, ardindan Mickey’in yürüyüşü ekrana geri geldi. Bu kez ses farklıydı. Arkada bir mırıldanma sesi vardı. Bir dilden bile değildi daha çok hafif bir ağlamaya benziyordu. Sonraki dakikada ses daha da arttı ve anlamsızlaştı. Mickey’in yürüdüğü kaldırım fizik kurallarına aykırı bir şekilde  bükülüyordu. Artık Mickey’in yüzü hafifçe sırıtıyordu.
 
7. Dakikada mırıldanma sesleri kan donduran, duyması bile acı verici olan çığlıklara dönüştü. Arkadaki görüntü iyice bozuldu, renkler iyice birbirine girmişti. Mickey’in yüzü düşmeye başlamıştı; gözleri bir misket gibi çenesine doğru yöneldi. Artık yüzünün sol kısmını kaplayan bir gülümsemesi vardı.
 
Binalar yıkılmaya başlamıştı. Kaldırımlar garip yönlere doğru ilerliyordu, ki bu biz insanların yön algısını aşan bir şekildeydi. Bay Maltin bu görüntülerden rahatsız oldu ve odayı terketti. Ardından videoyu sonuna kadar izlemesi ve gördüklerini not etmesi için içeri birisini gönderdi. Çıkarken kopyanın olduğu disketi alıp bir kasaya kilitledi.
 
Korkunç çığlıklar 8. dakikayı biraz geçtikten sonra durdu. Sonrasında Mickey’in yüzünün ekranı kapladığı bitiş ekranı geldi. Arkada sanki bozuk bir müzik kutusundam çıkan bir şarkı çalıyordu.
Bu böyle 30 saniye kadar devam etti. Fakat ben bu 30 saniye boyunca neler yaşandığını bilmiyorum.  Odanın edışında dolanan bir güvenlik görevlisinden duyduğuma göre son ekrandan sonra odadaki personel soluk bir tenle dışarı çıkmış ve 7 kez “Gerçek acılar bilinmiyor” diye bağırıp hızlıca güvenlik görevlisinin silahını aldıktan sonra intihar etmiş.
 
Leonard Maltin’den öğrendiğine göre bölümün sonunda ekranda Rusça “ Cehennem’in manzaraları izleyenleri içine çekiyor.”  yazan bir metin belirmiş. Bildiğim kadarıyla bu yazıyı ölen personel hariç kimse okumamış. Bir çok çalışan bu videoyu RapidShare’den indirmeyi defalarca kez denemiş fakat deneyen herkes hızlıca işlerinden atılmış. Bu video internette var mı yok mu belirli değil. Fakat dedikodular doğruysa bu video şuan “suicidemouse.avi”  ismiyle bulunuyor
 
Eğer bu videoyu bulursanız sakın izlemeyin, ve saat ne kadar geç olursa olsun benimle iletişime geçin. Eğer Disney bir ölümü bu kadar iyi kapatmaya çalışıyorsa, büyük bir şeyler var demektir.
 
Ç.N: Bu klasik hikayenin önceden buraya atılmamış olması garip geldi
-driptrollge

30 Haziran 2025 Pazartesi

Please stay away from the deep web

Deep webden sürekli uzak dururdum. Orayı keşfetmeye yeteri cesareti olanlar, en çılgın, olağanüstü hikayeleri anlatırlar.İnsan deneylerini içeren siteler, kiralık katiller hatta insanları kendi güvenlik kameralarından izlemek. Bunlar çok delice. Fakat dürüst olmak gerekirse,onlara birazcık ilgi duymuyorum desem yalan olur. Sadece belirtiyorum, deep web araştırmamın arkasında herhangi kötü bir niyetim yoktu, sadece insanların söylediği kadar kötü bir yer olup olmadığını merak etmiştim.
Karşıma ilk çıkan şey ölümü konu alan bir siteydi, bana rahatsız edici bir his verdiği için orada pek takılmadım. Beni rahatsız etmek biraz zordur, işte bu yüzden midemin henüz ilk siteyi kaldıramaması beni şaşırtmıştı. Ama her şeyin kusursuz olması gerekmez, değil mi?
 
İnsanları güvenlik kameralarından izleyebildiğimiz başka bir siteye tıkladım.Çoğu ekranda boş oturma odaları ve teraslar vardı. Bazılarında hafif dolu odalar vardı, doldurulmuş hayvanların olduğu odalar, aptal noel işıkları ve sahte bir noel baba heykelleriyle süslenmiş odalar. Başka bir ekran yoga yapan genç bir kadını gösteriyordu, izleyici sayısı yüksekti, onu pek izlemedim
İçimde bir şeyler beni hasta ve yanlış hissettirdi. Yani yaptığım şey mide bulandırıcıydı. Kafamı salladım, meragıma karşı gelerek faremi siteyi kapatmak için küçük z sembolüne götürdüm. Tam basacakken siyah bir ekranın altında "dikkatle ilerleyin” yazan mavi bir link gördüm. Dudağımı ısırdım, içimden bir ses siteden çıkmam için bağrıyordu, linke tıklama, buna tıklama buna değmez. Ya bir cinayetse, bu beni suç ortağı yapar mıydı. Ya birisi bir hayvanın derisini yüzüyorsa veya o tarz bir şeyse?
Ardından tekrardan düşündüm,ya değilse?
Faremi kapatma tuşundan linke götürmemi sağlayan şey neydi bilmiyorum, fakat sonunda burdaydım. Merağım sürekli ağır basardı, midemdeki kötü hisse ve kafamın içindeki korku duygusunun gücüne rağmen, bilmem gerekiyordu. Linkin nereye gittiğini bilmem gerekiyordu yoksa delirirdim. Fareme sol butonuna yavaşça tıkladım, linkin mor rengini alışını izledim. Ekran yavaşça yüklenirken ağzımın kuruduğunu hissettim.
 
Sayfa, bir önceki güvenlik kamerası sitesine benziyordu. Tek fark burda sasece 1 ekran vardı. Oda betondan yapılmaydı ve karanlıktı. Gece görüşlü bir kamera veya benzer bir şey olmalıydı, çünkü her şeyde bir mavi-yeşillik vardı, ama  belli belirsiz bir ışık  olduğu söylenebilirdi.  Yerde koyu bir sıvı birikintisi vardı. Kendime onun benzin olduğunu söybenzm, nedenini sormayın.
 
Ekranın sağ tarafındaki ifak bir hareketlenme dikkatimi çekti, kafamı dikleştirdim ve laptobumun ekranına iyice yaklaştım. Bir kola benziyordu, sanki birisinin kolunun dirsekten aşağı kısmkısm. O orda duruyordu, aslında pekte hareketli değildi, hafifçe sarsılıyordu fakat tamamen hareketsiz gözükmesini engelleyemeye yeterliydi.
 
Kafamı sallayıp kendime çenemi kapatmak için bir tokat atmadan önce ağzımdan “hey” kelimesi çıktı. Aptalcaydı.
Ardından ordaki kişi ekranın soluna doğru yürümeye başladı. Midemin bulandığını, boğazımın karıncalandığını ve sıkıldığını hissettim. Boğazımdan bir kusmuk yükseldi. Ağzımın açıldı, gözlerim sonuna kadar açıldı, yüzüm iğrenmenin kelime karşılığı gibiydi. O genç bir kadındı, 25’ten büyük görünmüyordu. Uzun, siyah ve kirli saçları sanki çekilmiş gibi karmakarışıktı. Bir ayağını sürüklüyordu, toplallarken diğer zayıf ayağı işin çoğunu hâllediyordu. Kafası aşağıya, zemine bakıyordu. Ayağını betonda sürterken çıkardığı ses, odamda yankılanıyordu.
Daha kötü olamayacağını düşündüm. Fakat yanılmıştım, hemde feci hâlde yanılmıştım.
 
Aniden, kadın kafasını kaldırdı, ufak vücudu bir ton taşıyor gibi duruyordu. Etrafa baktı, gözleri yaşlarla ıslanmıştı ve siyah makyajı yüzünden aşağı akıyordu.  Küçük kanlı iplerle dudağı dikilmişti. Büyük ihtimalle bağırmak için ağzını açmaya çalışmasından kaynaklı çıkan koyu kan çenesini lekelemişti.
Onun zarif parmaklarıda beton zemindeki birikintiyle aynı renkle kaplıydı.
Çok hâlsiz hissetmeye başlamıştım. Midem bulanıyordu. Kendime onun sahte olduğunu, büyük bir kandırmaca olduğunu söylemeye çalıştım. Gözlerim ekranın sol alt köşesini taradi. 5,623.
Beş bin altı yüz yirmi üç kişi bunu izliyordu.
Midemdeki hisse daha fazla dayanamadım. Lavaboya koştum, klozetin kapagını açtım ve içimdekileri çıkardım. İçimdeki her şey iğrenç hissetiriyordu.
İşim bittiğinde lavabonun zeminine uzandım. Soğuk fayansın yanan vücudumu sakinleştirmesine izin verdim. Başım dönüyordu, kendi kendime linke tıklamam gerektiğini tekrarlıyordum. Çıkmalıydım, lanet pencereyi kapatmalı ve içimdeki merağı siktir etmeliydim. Fakat bunları yapmadığım için şuan kusmuk kokulu lavabonun zemininde uzanıyordum ve kafam ne yapacağım hakkında karışmıştı.
Linki polise mi göndermeliydim? Onları şimdi mi aramalıyım? Aklıma ilk gelen şey linki kopyalanak ve polisleri bu konu hakkında bilgilendirmekti. Belki IP adresini takip ederler veya o tarz bir şeyler yaparlardı. Belki kadını tanırlar ve onu aramaya nereden başlayacaklarını bilirlerdi, belki kadının hayatını kurtarabilirdim. Eğer bunların hepsi izlenme için yapılan sahte bir şeyse gerçekten aptal gibi hissederdim, ama bu kumara giremezdim. Ortada böyle bir risk varken olmazdı.
Ayağa kalkarken başı döndürücü hissi görmezden geldim, kapı kolunu tuttum be buraz sert bir şekilde çevirdim. Kapıyı açtığım anda, cebimdeki telefon titreşti. Bu ödümü kopartmıştı. Hafif bir panikle telefonu titreyen ellerimin arasına aldım. Kız arkadaşımın adını gördum, ve açmak için parmağımı kaydıddım.
 
Sesim bozuktu, gözlerim ekranda, kadının yerde yattığı yeri bulmuştu. Onun ağlama sesleri odamın duvarlarında sekiyordu. Artık kusacak bir şey kalmamıştı ama hâla midem bulanıyordu. “Madelins, gördüğüm şeye inanmayacaksın”
 
 
“Ne? Sen- sen iyi misin? Ağlıyor muydun?
“Hayır, iyi değilim,” diye cevapladim gözlerimi ekrandan çevirirken, “Bilmiyorum, bana deep web’den uzak durmam gerektiğini söyledin, ama-“
 
“Benle dalga mı geçiyorsun?” Sesi endişeliden sinirliye bir saniyede geçmişti, “Sana o yerden uzak durman gerektiğini söyledim, beni dinlemedin, beni hiç dinlemedin.”
 
“Orda bir kız var.” Dedim zayıf bir şeiilde, “O bodrum gibi bir yerde kilitlenmiş, onun ağzı... o... onun ağzı dikilmiş gibi, yüzü ve elleri kanla kaplı, ne yapacağımı bilmiyorum Madeline.” Kadının ağlama sesi daha da yükseldi, daha çaresiz ve boğuk. “Çok özür dilerim”
 
“O şeyi kapa, geçmişini temizle, ve oraya asla geri dönme. Şaka yapmıyorum”
 
“Ama polisleri aramam-“
 
“Hayır,” Sesi sertleşmişti, “Bunun ne bok olduğunu bilmiyorsun, büyük ihtimalle iğrenç izleyicileri toplamak için yapılıyor, senin gibi insanları. İnsanlar bunu sürekli yapıyor, işte bu yüzden sana ordan uzak durman gerektiğini söyledim, başına bir sürü bela alabilirsin.”
 
Bir şey söylemedim, sessizce masama yürüdüm. Faremi ufak “X” sembolüne götürürken ellerim titriyordu. Gözlerim siteyi kapatmadan önce izleyici sayısının yavaşça artışını izledi. Şimdi öncekine göre daha kötü hissediyordum.
“Tamam. Siteyi kapattım.”
 
“Yarın  nolur nolmaz bir rapor doldururuz. Ama şimdilik uyu ve o şeyden uzak dur. En başta oraya  girdiğine bile inanamıyorum.
 
Onunla tartışacak gücüm yoktu. Suçluluk duygusu vücudumu ele geçirdi, içinde boğuluyordum. Hissedebildiğim tek şey oydu. Telefonu kapatmadan önce ona iyi geceler dedim,özür diledim ve onu sevdiğimi söyledim. Uyumak için yatağa gittim, daha doğrusu uyumaya çalışmak için. Kendi yatak odamda olmak düzgün hissetmiyordu veya bilgisayarıma yakın herhangi bir yerde olmak. O  kadının orada kapana kısılmış, bağırmayacak bir hâlde olduğu sürece rahat hissetmeyecektim. Bunun sahte olabileceğini biliyordum, ama bu gerçektende alınabilecek bir risk miydi?
 
Deep web’de aahte olan şeyler hakkında Google’da bir araştırma yaptım ve bir sürü kurgulanmış eebcam videoları hakkında hikayeler okudum. Bu beni biraz daha iyi hissetirdi, fakat içimdeki hastalıklı suçluluk duygusunu bastırmaya yetmedi.
 
Açıkça söylüyorum, uyuyamadım. Her gözümu kapagfığımda veya daldığımda, kadının yüzünü görüyordum, dudaklarını diken ipleri, ağzından dökülen kanı, parmaklarını , zemini. Gittikçe dahada rahatsız hissediyordum. En sonunda evden çıkmaya karar verdim, belki en yakın CVS eczanesinden biraz melatonin almak yardımcı olurdu. Yorganımı üstümden attım, anahtarımı ve cüzdanımı alıp ayakkabılarımı giydim.
Soğuk hava müthiş hissetirmişti, ve kafamdaki düşünceleride sakinleştirmişti. Saate bakacaktım ki twlefonu evde unuttuğumu farkettim. Çokta büyük bir problem değildi, market evimden bir kaç dakika uzaklıktaydı.
Bir melatonin ve işe yaramazsa diye güçlü bir uyku hapı aldım. Ayrıca kustuktan sonra içimdeki her şeyi döktüğümden rehidre bir paket su şisesi aldım. Eve döndüğümde çok, çok daha iyi hissediyordum. Ama bu ön kapımın açık olduğunu farketmemle son buldu. Evet, evi panik halindeyken terk etmiştim ama, asla, hiç bir zaman ön kapımı açık bırakmam.
 
Kalp atışlsrım hızlandı. Arabamdan indim, kapıyı sessizce kapattım ve bagajı açtıp içinden sürekli orda tuttuğum levyeyi aldım.
 
“ Orada kim var!” Eve doğru bağırdım, herhangi bir ses çıkmasını bekliyordum, “Orada kim var?” Sesim titriyordu ve zayıftı.
Sadece sessizlik vardı.
Levyemi kaldırıp bir darbe vurmaya hazır hâle getirdim, içeri girdim ve koltuktan telefonumu aldım, telefonumu alır almaz acil durum butonuna bastım ve bir 911 operatörüne ulaşana kadar bekledim. Ona evime birisinin zorla girdiğini düşündüğümü söyledim. Bana polisin yolda olduğunu söyledi.
 
Evin etrafını yanlış bir şeyler varmı diye aradıktan sonra kız arkadaşımı aramaya karar verdim. Ona neler olduğunu söyleyecektim. Telefon çaldı, çaldı ve daha çok çaldı. En sonunda seslimesajı nı alınca kapattım. Büyük ihtimalle gecenin bu saatinde uyuyordu.
 
20 dakika kadar polislerin gelmesini bekledim. Polisler gelince, korkmuş bir yavru köpek gibi onlar odaları ararken yanlarında yürüdüm. En sonunda sasece bir rapor dolurdular ve evin yakınlarında herhangi bir durum için bazı arabaların olacaklarını söylediler. Onlar giderken, telefonuma Madeline'dan gelen bir arama var mı diye baktım, ama herhangi bir cevapsız arama yoktu. Ama aksine bir şeyi farkettim. Telefonumdan Madeline birkaç kez aranmıştı.
 
Madeline'a Yapılan Arama: 03:12
Madelin’a Yapılan Arama: 03:14
Madeline’a Yapılan Arama: 03:17
Madeline’a Yapılan Arama: 03:20
 
Ardından 03:56’da yapılan bir arama daha ki bu ben eve varınca yapılmıştı. Zihnim bu aramaların benim tarafķmdan yapılmadığını anladığı anda otomatik olarak panikledi. Hızlıca mesajlara baktım, 03:23’te  atılan bir tanesini okudum. “Hey, uyuyamıyorum. Evine geleceğim, içeri girebilmem için arka kakapın kilidini çar mısın?”
O mesajı ben göndermemiştim. Cevabını farkettiğim anda mideme bir sancı girdi, kalbim göğsümde seslice atmaya başladı. “Üzgünüm, uyuyordum. Bu arada uyandırdığın için teşekkürler. Yine anahtarlarını mı kaybettin? Kildi açtım, geç kalma.”
 
Hiç düşünmeden evimeeki tüm camları ve kapıları kikitledim. Elimde levyeyi sıkıca tutarken arabama atladım. Arabamın gidebildiği kadar hızlı bir şekilde evine sürdüm, trafik ışıklarını görmezden geldim. Oraya gitmem sadece 3 dakikamı almıştı, ama geç kaldığımı biliyordum.
 
Evin arka kapıdına yöneldim, kapının ağzına kadar açık ilduğunu görünce vücudumdaki tüm gücrelerin yandığını hissedebiliyordum. Yüzüm sıcaktı, ellerim titriyordu ama yinede içeri girdim, levyeyi bir sopa gibi savurmaya hazır şekilde tuttum. Karanlık evin içinde dolaşırken duygularımı gizleyebildiğim kadar gizlemeye çalıştım.
 
“Madeline?” Seslendim, “İyi misin bebeğim?”
Hiçbir şey yoktu,sadece sessizlik.
 
“Madeline?”
 
Üst kattaki yatak odasından hafif bir çığlık sesi duydum. Ayaklarım ani bir hareketle merdivenlerden çıktı, kapıyı çarparak açtım. Onun boş yatağına, boş odasına baktım. Kafam karışmıştı. Çiğlığı tekrardan duydum. Fakat bu kez, onun bilgisayardan geldiğini duydum. Ekrana baktığımda donakalmıştım, önceden gördüğüm aynı siteydi, bir farkla. Bu kez bir değil iki kadın vardı.
 
Birincisi zeminde yatıyordu, koyu sıvı birikintisinde hareketsizce duruyordu. İkini kızı tanıyordum, sesinden tanımıştım. Yüzünü gördüğüm anda kalbim parçalandı, yüzü kanlar içindeydi, onun gözleri dikilmişti. Çiğlığü kemiklerime vurdu, vücudumu ele geçirdi, duyduğum tek şey oydu.  Onun yüzü saf korkuyla büzüşmüştü, sesi azaldıkça acınası bir hâlde ağladım, sesi iyice zayıflamıştı.
 
Çenem kilitlenmişti, telefonumu alıp 911’i tekrardan tuşladım, fakat bu kez derin sesli bir adam cevap verdi.
“ Aramamlıydın”
 
Vücudum baştan aşağı titredi, telefonumun halıya düşüşünü duydum, nefesim boğazımda kalmıştı. Eğilip telefonu alıp arqmayı kapattım ve merdivenlerden aşağı koştum. Bunu nasıl yapmıştı? Polise yaptığım aramayı nasıl değiştirmişti? Arka kapıdan çıkarken kalbimin atışını hissedebiliyordum, bir çırpıda en yakındaki eve koştum. Kapıya vuruken ciğerlerimdeki tüm nefesimle bağırdım. En sonunda komşu kopuyu açtı, yüzü yorgun, korkmuş ve şaşkın gözüküyordu. Beni içeri aldı ve ona göz yaşları içinde olanları anlattım.
 
Bunu telefonumdan yazıyorum. Şuanda ikimizde polise ulaşmaya çalışıyoruz. Fakat ne onun ne de benim aramalarım gitmiyor. Sanırım birileri bizim sinyallerimizle oynadı, sinyalimizi kesmiş bile olabilir fakat denemeye devam edeceğiz. Korkuyorum, kendim için korkuyorum, kız arkadaşım için korkuyorum, komşum için korkuyorum. Eğer benden bir daha haber alamazsanız, lütfen bu tavsiyeyi kalbinizin içine alın. Deep web’den uzak durun.
 
 
Tanrı aşkına, lütfen, lütfen deep web’den uzak durun.
 
 
Ç.N: Biraz geç attım kusura bakmayın
-driptrollge

20 Haziran 2025 Cuma

I clicked one of those spam pop-ups as a kid

Çizgi filmlerden uzaklaşmam diğer çocuklara göre daha uzun sürmüştü. Cartoon Network ve Nickelodeon gibi kanallarda yayınlanan klasikleri seviyordum. Herhangi bir nostalji bloğuna bakarsanız herkesin çizgi filmleri ne kadar sevdiğini göreceksiniz, ama iddiaya girerim ki hepsi zamanında sırf “havalı” olmak için sevgilerini inkâr etmişlerdir. Her neyse, çizgi film sevdam lisenin ilk yıllarındayken sıkıldığım bir bilgisayar dersine kadar devam etti. Herkes Paint'te bir şeyler karalıyor, Flash oyunlar oynuyor veya internetteki rastgele sitelerden bir şeyler okuyordu. Verdiği görev yapıldığı takdirde sınıfın ne yaptığını umursamayan bir öğretmenimiz vardı.  

O zamanlar en sevdiğim çizgi film “Batman Serisi” idi. Sıkıntıdan arama motorlarında rastgele şeyler aratıyordum. İlk başta Batman Serisi ile ilgili boş şeyler arattım. Birçok önemsiz bilgi gördüm. Sonrasında bazı kamera arkası görüntüler buldum; aslında ilgi çekiciydi. Aynı şeyleri tekrar tekrar görünce, arattığım şeyleri biraz daha değiştirdim. Diğer insanların fikirlerini öğrenmek için hayran sitelerine bakmaya karar verdim. Öncelikle içinde hayranların yaptığı teorileri içeren popüler blogları buldum. Hatta beni sinirlendiren bazı nefret sitelerini bulmuştum. Bir anda kendimi arama motorunda sayfaları monoton bir şekilde gezerken buldum. Bir süre sonra arama motorunda çift rakamlı sayfalara ulaşmıştım; onlarda da tuhaf ve alakasız şeyler oluyordu.  

Bazı rol yapma forumlarına, şovu illegal bir şekilde yayınlayan sitelere, hatta bir hayranın bölümleri kostümle canlandırdığı siteleri buldum. Anlamsızca rastgele sitelerde dolaşıyordum. Sonunda kapsamlı ama amatör görünümlü bir hayran sayfasını buldum. Hayranların şovu ne kadar sevdiği hakkında yazılar bulunan ve şov hakkında bölüm bölüm yorum yapıldığı bir siteydi. Meraklanmıştım; tam içeriklerden birine tıklayacaktım ki bir reklam ekrana fırladı:  

**“£100,000 kazanma şansı için seçildiniz!”**  

Tabii ki ebeveynlerim tarafından "gerçek olamayacak kadar güzel olan şeyler" için uyarılmıştım. Fakat özel bir şey için seçildiğimi hissettiğim bir yaştaydım ve bu o şey olabilirdi. Tereddütle tıkladım; beni bir tür quiz sitesine götürdü. İlk soru Batman ile ilgili çok kapsamlı bir soruydu. Şanslıydım ki şovla ilgili en ufak detayı bile biliyordum; gururla cevaba tıkladım. Alt tarafta bir yazı belirdi:  

**“Doğru!”**  

Bu bana biraz adrenalin ve harika bir his vermişti. *"Bu o olabilir. Saniyeler sonra zengin olabilirim,"* diye geçirdim içimden. Fakat bu hislerin hepsi sonraki soruyla beni terk etti:  

**“Adınız nedir?”**  

Kararsız kalmıştım. Kişisel bilgilerimi internette paylaşmak konusunda özellikle uyarılmıştım. Ders bitmek üzereydi ve hızlı olmalıydım. Eğer cevaplasaydım başımı belaya sokabilirdim; eğer cevaplamasaydım bu şansı kaçırabilirdim. Panikle bir çözüm için sınıfa göz gezdirdim. Ardından aklıma zekice bir fikir geldi: **Başkasının adını kullanabilirdim.**  

İlk önce en iyi arkadaşıma baktım. Eğer bunların hepsi gerçekse beni anlardı ve parayı da bölüşürdü. Ama başı belaya girerse ona ihanet etmiş gibi hissederdim. Bütün bunlar sahteyse, benimle dalga geçer diye ondan izin almaya korkmuştum. Ardından sınıfın arkasındaki iri çocuğa baktım: **Pete.** Okulun zorbasıydı. Eğer işler kötüye giderse, ona bir şey olmasını umursamazdım. Okulda yaptıklarından sonra başına bir şey gelseydi adil olurdu. Ardından diğer olasılığı düşündüm: Parayı alırsa hayatta paylaşmazdı.  

Zamanım bitiyordu ve acele etmeliydim. Yaklaşan öğle yemeğine erken yetişmek isteyenlerin eşyalarını topladığını görebiliyordum. Ardından o harika fikir aklıma geldi: **Dexter.**  

Sınıfın ineğiydi. Çok zayıf bir iradesi vardı ve kolayca kandırılabilirdi. Sahip olunması kötü bir özellikti; eğer parayı alsaydı onu kolayca bölüşmeye ikna edebilirdim. Eğer işler kötüye giderse onunla herhangi bir bağımın olduğunu reddedebilirdim. Onunla pek takılan birisi değildim, yani kimse benden şüphelenmezdi. O müthiş bir seçenekti.  

Hızlıca adını girdim. Ardından adresini soran bir kutu çıktı. Adresi, kimsenin katılmadığı doğum günü davetiyesinde vardı. Partiye katılmak sosyal anlamda intihar olurdu. Davetiyeyi çantamdan çıkardım ve aceleyle adresini doldurdum. Ardından site bana teşekkür etti ve kapandı. Herkes öğle yemeğine çıkarken işlem bitmişti. Şüpheli görünmek istemiyordum, bu yüzden her şeyi kapatıp çıktım.  

Haftalarca görünürde hiçbir şey olmadı. O tarz bir şeye inanan bir aptal gibi görünmemek ve onun bilgilerini rastgele sitelere girdiğimi bilmemesini istediğim için Dexter'a hiçbir şeyden bahsetmedim. Hiçbir şekilde farklı davranmadığından parayı almadığını anlıyordum. Yavaş yavaş kandırıldığımı anlıyordum. Onu öğle yemeklerinde gizlice bir parayla alınmış bir şeyler yiyor mu diye izliyordum, ama sadece normal bir sandviç ve çikolata çıkarıyordu.  

Bir şey fark etmiştim: **Dexter biraz ürkek davranıyordu.** Bazen kafasını kaldırıp kocaman gözleriyle etrafa bakıyor, ardından yemeğine devam ediyordu. Sonra bunu onunla uğraşan çocukları gözetlemek için yaptığını anladım. Gerçekten de bir sürü zorbanın ana hedefiydi.  

Bir veya iki hafta sonra işler gözle görülür hâle geldi; fakat iyi bir yönde değil. Notları düşmeye başlamıştı. Şimdi ona "İnek Dexter" denmesinin bir sebebi vardı: O kadar zekiydi ki genellikle öğretmenlerin bilmediği bazı şeyleri o bilirdi. Ama şimdi fark edilir bir şekilde geriliyordu. Davranışları da iyice tuhaflaşmıştı. Bazen diğer çocuklar ona çok yakın yürürse ve onu hazırlıksız yakalarlarsa onları azarlıyordu. Rastgele zamanlarda çığlık atmaya başlamıştı. Bu, ben dahil tüm çocukları endişelendirmeye başlamıştı. Artık Dexter hemen hemen her ders sakinleşmesi için sınıftan çıkarılıyordu.  

**Bu benim hatam gibi hissediyordum.** Yani her şey onun kişisel bilgilerini forma yazdıktan sonra olmuştu. Pek belli etmeden bunu anneme sordum. Söyleyebileceği en nazik şekilde bana onun biraz... *"özel"* olduğunu söyledi. Hafif otizme sahip olduğunu ve bu yüzden bazen garip davranabileceğini açıkladı. Ardından öğrendim ki onun normal çocuklarla okumak için tam sınırda bir otizmi varmış. Ailesine özel çocuklarla veya normal çocuklarla okuması için teklif sunmuşlar; onlar da normal çocuklarla okumasını istemişler.  

Bu midemin kaldırabileceği bir haberdi. Her ne kadar üzücü de olsa, bunların benim suçum olmadığını bilmek beni rahatlatmıştı.  

Zaman geçtikçe işler daha kötüye gitti. Okulda yorgun ve bitkin görünüyordu; gözlerinin etrafında siyah halkalar vardı. Artık reklam umrumda değildi; ailesi için üzülmüştüm. Onlar için bunun nasıl olduğunu hayal bile edemiyordum. Ama işleri olduğu gibi kabullendim.  

Artık davranışları ele avuca sığmamaya başlamıştı. Her ders sınıftan çıkarılıyordu. Genellikle 10 dakika bile geçmeden sınıftan çıkarılıyordu. Sınıfta kaldığı süre boyunca sonuna kadar gözlerini açıp camdan bakar, bir süre sonra panikleyip çığlık atardı. Artık kontrol edilemezdi. Çok vakit geçmeden okula hiç gelmemeye başlamıştı.  

Aileme onun durumu hakkında sordum ama tuhaf bir şekilde sessiz kaldılar. Diğer çocuklara da sordum; fakat onlar da ailelerinden aynı tepkiyi almışlardı. Bize sürekli endişelenmememizi söylüyorlardı.  

Bir hafta sonra, sorulan onca soruya tüm ebeveynler bize aynı cevabı verdiler: **Dexter'ın özel çocukların olduğu bir okula gönderildiğini** söylediler. Bazı çocuklar buna inanmamıştı, fakat bilgi o kadar yayılmıştı ki artık doğru kabul ediliyordu.  

Şimdi size bunu anlatma sebebim, geçen bulduğum bir şey: **Dexter'a gerçekten ne olduğunu öğrendim.**  

O başka bir okula gitmedi. **O kaçırıldı.**  

Yatağında çok zor okunan bir not bulunmuştu:  

> *"Dexter açgözlü bir çocuk. Dexter açgözlü bir çocuk. Dexter açgözlü bir çocuk."*  

**Tekrar ve tekrar.**  

Dexter kaybolduktan sonra kasabada gizli bir arama operasyonu başlatılmış. Eski bir sanayi bölgesi aranırken bir depoda cesedi bulunmuş. Cesedi, yakın zamanda bir bankadan çalınan bozuk ve kağıt paralarla doldurulmuştu. **Hayal edilemeyecek kadar kötü şeylerin** başına geldiği kanıtlarda vardı; ama bunları size anlatmamı istemezsiniz.  

Çocukların korkmaması ve travma yaşamaması için onlardan uzak tutulmuş. Ayrıca çocuklara söylenmesi bizi daha güvende yapmayacaktı. Bu rastgele bir çocuk kaçırma olayı değildi; önceden planlandığını gösteren bir sürü kanıt vardı. Fakat bu olayın sebebini gösteren hiçbir şey yoktu.  

**Tabii benim bildiklerim hariç.**  

Sanırım sınıf arkadaşımın öldürülmesine yol açtım.  

**Ç.N:** Selamlar, sonunda yaz geldi ve söylediğim gibi her hafta en az birer hikaye atmayı planlıyorum. Umarım buralar daha da canlanır.  
**-Drip Trollge**  

18 Mayıs 2025 Pazar

Mereana Mordegard Glesgorv

Youtube’da Mereana Mordegard Glesgorv isimli bir video var. Eğer bunu Youtube’da aratırsanız ekrana bomboş bakan, son 2 saniyede gülümseyen bir adamın videosunu bulacaksınız. Videodaki arkaplanın neresi olduğu ise belirli değil.

Aslında bu, gerçek videonun ufak bir parçası.

Gerçek video 2 dakika uzunluğunda. Video, onu izleyen 153 kişinin kendi gözlerini oyup Youtube’un San Bruno’daki ana ofisine postalamalarıyla silindi. 

Videoyu izleyen insanlar kollarına bir şifre yazarak farklı yolarla intihar etti. Kollarındaki şifre çözülemedi. 

Kurbanların gözlerini oyduktan sonra Youtube’un ofisine nasıl postaladığı bilinmiyor.

Youtube insanların videoyu izlememesi için videonun ilk 20 saniyesini otomatik olarak siliyor. 

Orijinal videoyu youtube çalışanlarından sadece birisi izledi. Videonun 45.saniyesinden itibaren çığlık atmaya başladı. Bu adam şu anda sedasyon altında ve gördüğü şeyi anlatamıyor. 

Odadaki diğer kişiler sadece yüksek bir sondaj sesi duyduklarını söyledi. Onlardan hiçbiri ekrana bakmaya cesaret edememişti.

Videoyu yükleyen kişi bulunamadı, videonun IP adresi yoktu. Videodaki adamın kim olduğu hiç bir zaman bulunamadı.

Ç.N:Bu hikaye klasiklerden, çok kısa farkındayım. Şu sıralar fazla meşgul olduğumdan pek aktif değilim. Fakat yaz gelince haftada en az 1 hikaye atmaya çalışacağım.

-driptrollge

1 Nisan 2025 Salı

The things without feelings

 Bazen tuhaf şeyler hatırlarız. Birkaç gün önce oyuncak reyonundan geçiyordum. 2 yaşındaki (yakında 3 yaşına girecek) yeğenimin doğum günü için bir şeylere bakıyordum. Kuyruğunu çektiğinizde kafası aşağı yukarı sallanan bir kaplumbağadan başlayıp, ejderha ve peri prensesi karışımı gibi görünen pembe renkli bir şeye kadar her şey parlak renkli ve hoştu.Ve orada, reyonun tam ortasında, seyrekçe bir araya getirilmiş bir grup Care Bear oyuncağı vardı. Aşırı tatlı ve sevimli gözleri, üç yaşındaki küçük bir kız için ne kadar harika bir hediye olacaklarını söylercesine bana bakıyordu. Elimi uzattım ve koyu mavi Grumpy Bear'ı aldım. Ayıların arasında yıllar boyunca en az değişime uğrayan oydu. Bence bunun sebebi onun zihninin çok güçlü olmasıydı. Akıl sağlığını korumak için şeklini ya da biçimini değiştirmesine gerek kalmamıştı.

Ayıyı geri yerine koydum ve ona baktım. Düşünmesi bir garip. Ama tuhaf bir Care Bear hikayesine sahipti. Ya da belki ateşim varken gördüğümü sandığım bir rüyaydı. O sırada hasta olduğum için bu kulağa daha cazip geliyordu. Karnındaki küçük fırtına bulutuna bakar bakmaz hatırladım.

Öğleden sonra güneşli bir mart günüydü. 38 derece ateş ve kusmadan dolayı o gün okula gidememiştim. Sabahın erken saatlerinde hastalığımın en kötü evrelerini atlatmıştım ve şimdi koltukta televizyonda önüme ne çıkarsa izliyerek keyif çatıyordum. Annemin birkaç işi vardı bu yüzden evde yalnızdım. Normalde dondurucudan dondurma çalarak bu özgürlüğü suistimal ederdim. Ama çok yorgundum ve hala biraz midesi bulanmış hissediyordum.

Bu durum ışıl ışıl renkli ayıların ekrana geldiğinde kanalı neden değişmediğimi açıklayabilir. Dokuz yaşındayken, Care Bears'ı izlemenin iyi bir şey olacağı yaşı çoktan geçmiştim. Ama yorgun ve hala biraz hasta olduğum için ekranda durmasına izin verdim. Kötü adamın Profesör Coldheart adında biri olduğunu hatırlıyorum. Donmuş mavi cilt, beyaz saç ve pedofili bakışlarıyla düşük bütçeli Bay Freeze çakması gibi duruyordu. Onun tüm olayı duygulardan nefret etmesiydi. Cidden bana şu aptal Captain Planet kötü adamlarından birini hatırlatıyordu. Neden çevreyi kirletmişlerdi? Çünkü eğer yapmasalardı kötü adam kavgası olmazdı da ondan! Ama belki de emekleyen çocukları hedef alan bir gösteriden çok fazla şey bekliyorum.

Duygular hakkında bir sürü ileri geri konuşan tüylü küçük maskotlar sürekli neşe ve özen göstermek üzerine durmadan konuşuyordu. Hasta olsam da olmasam da kanalı değiştirmek için kalktım çünkü bir kez daha şefkat kelimesini duymak zorunda kalırsam asıl o zaman  hasta olacaktım. Ve sonra Profesör Coldheart uzun siyah bir kitap çıkardı. "Ama bana söz verdiler, onları çağırırsam, tüm hisleri sona erdirecekler!" Coldheart kitabı açarak haykırdı. 

Küçük ayıcıkların hepsinin kafası karışmış görünüyordu. Grumpy Bear dışında hepsinin. "Care Bears, onun o kitabı okumasına izin vermeyin!" diye bağırdı. "Tender Heart, bakış gücünü getir!"

Karnında kalp olan küçük, kırmızımsı kahverengi bir ayı başını salladı. “Care Bears, sıraya girin!” diye seslendi. Ama o bunu yaparken bile Coldheart ilahi söylemeye başladı. Yere oturdum ve gözlerim fal taşı gibi açılmış bir şekilde onu izledim. Söylediği tek kelimeyi bile anlayamıyordum. Hayır, bu bir yalan. Daha doğrusu, tam olarak doğru değil. İngilizce konuşmuyordu. Daha önce duyduğum hiçbir dili konuşmuyordu. Ama zihnim resimler oluşturuyordu. Ve mutlu değillerdi. Yıldızları yiyen büyük siyah kütleler ve dünyanın etrafını saracak kadar uzun kıvranan ve kıpırdayan şeyler içeriyorlardı.

Tender Heart elini başına götürerek duraksadı ve diğer ayılar da hemen onu takip etti. “Yıldızları beklerler,” diye mırıldandığını duydum Tender Heart'ın.

Coldheart'ın arkasında mağaramsı bir geçit açıldı ve kıkırdadı, delilikle dolu ve neşesiz bir kıkırdama. Grumpy Bear ayağa kalktı ve dehşet içinde ona baktı. Görüş alanının kenarında titreşen gölgemsi şeyler ekranda belirmeye başladı, açıklıktan geliyorlardı. Geriye dönüp baktığında, bu fantastik bir şeydi. Böyle bir şeyi daha önce hiç görmemiştim. Gölgemsi şeyler ayılara doğru uzanıyordu. Grumpy Bear'ın karnı parıldadı ve birkaç gök gürültüsü bulutu çağırdı. Onları ayılar için koruyucu bir bariyer oluşturmak için kullandı; şimşekler bu bulutlardan fırladı ve gölgemsi şeyler yaklaştıkça onları çarpıp cızırdattı. 

Yine de bu yeterli olmayacaktı ve itiraf etmekten utanmama rağmen, dokuz yaşındaki küçük benliğim biraz korkmuştu. Gölgemsi şeyler şu anda benim kafamda dolaşan şeylere çok garip bir benzerlik taşıyordu. Grumpy Bear, Coldheart'ta sonra ayılara, ve sonra tanrıya yemin olsun ki bana baktı. Yani, “kameraya” bakıyormuş gibi yaptığını biliyorum ama sanki beni ve izleyen diğer herkesi görebiliyor, korkumuzu hissedebiliyordu. Başını salladı. “Bağlantıyı kesmem gerekiyor,” dedi Coldheart'a dönerek. Gözlerini kapattı ve konsantre oldu. Karnı daha önce gördüğümden daha parlaktı. 

Devasa bir fırtına bulutu üzerlerinde belirdi ve tüm binayı doldurdu. Coldheart hayranlıkla yukarı baktı. Ardından, devasa bir yıldırım çaktı. Önce, Coldheart’a isabet edeceğini sandım. Ancak, onun yerine yıldırım ayaklarının dibine düştü. Coldheart çığlık attı ve geriye sıçrayarak dengesini kaybetti. Ve tam o anda, arkasındaki portala düştü, hâlâ siyah kitabı tutuyordu. Güçlü bir gök gürültüsü duyuldu ve ekran tamamen beyaza döndü. Bir anlığına, televizyonun zarar gördüğünü ya da bir elektrik dalgalanması yaşandığını düşündüm. Ama birkaç saniye sonra görüntü yeniden netleşti.

Grumpy Bear şimdi yerdeki her ayıya tek tek gidiyor, onları yerden kaldırıyor, sırtlarını sıvazlıyor ve birkaç cesaret verici söz söylüyordu.

"Onunla yaşayamam," dedi karnında yonca sembolü olan yeşil bir ayı. "Birçok şey gördüm, çok fazla şey..."

"Endişelenme, Good Luck," dedi Grumpy, ayının sırtını sıvazlayarak. "Buna gerek kalmayacak. Hiçbirinizin..."

Reklamlar başladı.

Ardından jenerikler oynamaya başladı. Kanepeye doğru sürünerek geri gittim ve kendimi yukarı çektim. Hafif bir hayal kırıklığı hissettim. Grumpy'nin ne demek istediğini öğrenmek istemiştim.

Ama bunu aklımdan çıkardım. Sonuçta sadece bir Care Bears bölümüydü. İlk filmin kısa bir süre sonra çıktığını hatırlıyorum, seriyi bir nevi yeniden başlatmıştı. Artık Coldheart yoktu ve bir sürü farklı pastel renkli hayvan, ayılarla birlikte oynayacak yeni karakterler olarak eklenmişti. O bölümü bir daha asla görmedim ve onu bulmak için uğraşmadım.

On üç yıl sonra, kendimi eyalet dışında bir üniversitede İngiliz Edebiyatı dersinde buldum. Bu, birinci sınıflardan son sınıflara kadar herkesin katılabildiği derslerden biriydi. Son senemdeydim ve genel eğitim kredilerimi tamamlamak için rastgele bir ders seçmem gerekiyordu.

Nedense, dersin sonunda bir grup olarak çocukken izlediğimiz diziler hakkında konuşmaya başladık. Konu eninde sonunda Care Bears’e geldi.

"Biliyor musunuz, dokuz yaşımdayken en garip bölümlerden birini izlemiştim," dedim. Coldheart ve kitapla ilgili dramatik sahneleri hızlıca özetledim. Herkes bana delirmişim gibi baktı.

"Bu sahneyi gerçekten izlediğine emin misin, yoksa sadece halüsinasyon mu gördün?" diye sordu sağımda oturan ve herkesin Patster diye çağırdığı çocuk. 

"Bekleyin, o haklı!" diye haykırdı Cally adında sarışın bir birinci sınıf öğrencisi. "Ama o Coldheart değildi, No Heart’tı!"

"No Heart da kim?" diye sordum, ona dönerek.

Reklamlar başladı.

"O, Nelvana serisinin ana kötü karakteriydi, DiC bölümlerinden sonraki seride. Senin bahsettiğin gibi siyah bir kitabı vardı. Ve tüm ayılar şaşkın görünüyordu, Grumpy hariç. O panik içindeydi. Ve No Heart, gölgemsi canavarlarından oluşan grubuna Gençler diyordu." Güldü. "Nasıl bittiğini bilmiyorum. Beni o kadar korkutmuştu ki kanalı değiştirmiştim." Başını iki yana salladı. "Ama sonuçta Care Bears dizisiydi, ne kadar korkutucu olabilirdi ki?"

Bir an için düşünceli bir ifadeye büründü. "Ama Nelvana serisinin sonlarına yakındı. Hatta belki de son bölümüydü."

"Evet, ben ikinizin de akıl hastanesinden daha deli olduğuna oy veriyorum," dedi Patster ve grup kahkahalarla ona katıldı.

Ama bu konuşma merakımı uyandırmıştı. Okulda, öğrencilerin ücretsiz kullanabildiği ve tam 56 kbps hızında inanılmaz bir çevirmeli ağ bağlantısıyla çalışan bilgisayarlar vardı. Burası 1998’di; internet, bugünkü gibi anında cevap veren bir yer değildi. Hatta Google hâlâ Google Beta olarak biliniyordu ve yeni olduğu için ona şüpheyle bakıyordum. Sonunda Yahoo’yu kullanmaya karar verdim. Ve size söyleyeyim, o zaman ne kadar kötüydüyse şimdi de pek farklı değil.

Saatler süren aramalarımın ardından hiçbir ipucu bulamadım. Ne Cally’nin bahsettiği bölüme ne de benim hatırladığım bölüme dair tek bir bilgi kırıntısı bile yoktu.

Bu konuyu orada bıraktım. O zamandan beri birkaç farklı Care Bears serisi yapıldı. Ayılar gelip geçti, ama Grumpy, benim görebildiğim kadarıyla hep oradaydı ve neredeyse hiç değişmemişti.

Bazen, her serinin sonunda garip bölümler gören başka insanların olup olmadığını merak ediyorum. Ama içten içe... gerçekten bilmek istemiyorum. Eğer bilseydim, kabul etmek istemediğim bazı gerçeklerle yüzleşmek zorunda kalırdım.

Dalıp gittiğim düşüncelerden sıyrılarak oyuncak reyonundan ayrılmaya hazırlandım. Son bir kez dönüp Ayılara baktım.

Sonra, neredeyse içgüdüsel bir hareketle, elimi uzatıp Grumpy Bear’ı aldım.

Belki de ona en azından bu kadarını borçluydum.

Ve belki de, yeğenimin uyurken yanına sokulabilecek daha kötü şeyler vardı.